Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.744
Tepki
84.376
Puan
113
Konum
İstanbul
etrt.png


39.Bölüm : Kalbimde ilk günkü gibi mi kaldın sanıyorsun?

........::::::::__Ahmet__::::::::........


"Yiğit olacak. Yiğit Acar! Umarım büyüdüğünde babasından aldığı genlere meydan okuyacak kadar güçlü insanların mutluluklarına gölge düşüremeyecek kadar yürekli ve onunla gurur duymamı sağlayacak kadar da adı gibi mert bir adam olur"

Tahmin edileceği üzere hiçbirimiz Eylül'ün böyle bir şey söyleyeceğini düşünmemiştik. Üçümüzün de şaşkınlığı ister istemez suskun kalmamıza neden oldu. Biz bu haldeyken Eylül de söyleyeceğini söyledikten sonra yorum yapmamıza bile fırsat vermeden arkasını dönüp gitti. Bu an benim "Kendine gel Ahmet!" dediğim bir andı çünkü seviyorum dediğim kadının ne halde olduğunu görmeden masada gamsız gamsız oturup geri dönmesini bekleyemezdim. Bu benim gibi meraklı bir adamın tabiatına da aykırı bir şey zaten.

Mutfağa girdiğini görür görmez masadan kalktığım gibi Rüya'yı Mine'ye verip Eylül'ün ardından gittim. İçeriye girdiğimde seri hareketlerle dolapların kapaklarını açıp kapatıyordu. Büyük ihtimalle ne aradığını da bilmiyor çünkü zaten bir şey aramıyor. Sadece ağlamamak ya da konu üzerine düşünmemek için kafasını dağıtmaya çalıştığı açık. En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum.

Yanına doğru gittikten sonra açmaya çalıştığı boş kavanozu elinden alarak tezgaha bıraktım. Benim geldiğimi bilmesine rağmen yüzüme bile bakmadan başını çevirdi ama ona alınmadım. Gardı düştü ve bu da muhtemelen kendisini her anlamda güçsüz hissetmesine neden oldu. Şu an belki de içinden bu haline şahit olmayayım diye salona dönmem için yalvarıyordur ama aynı zamanda gitmeyeceğimi de adı gibi biliyordur.

Bir şey demeden arkasını dönüp bu sefer de çekmeceye yöneldi. Ama bunu yapması fayda etmedi çünkü seri bir şekilde çekmeceyi kapatıp hiçbir şey demeden de ona sıkıca sarıldım. Bunu yaptığım an boğuk bir ses tonuyla "Ağlamayacağım Ahmet boşuna uğraşma" diyerek bana sıkı sıkıya tutundu. Biraz ağlasa içindeki ona acı veren zehri akıtsa iyi gelirdi aslında ama istemiyorsa da onu zorlayacak değilim.

Acı veren zehir kısmına küçük bir sansür uygulayarak bu düşüncemi onunla da paylaştığımda sessiz kaldı. Sarılmayı bırakmaması ve hâlâ güç alır gibi bana tutunması içimde hoş duygular uyanmasına neden olmadı değil. Eskiden olsa böyle durumlarda ortamdan gitmeye meyilli olurdu ama şimdi buna teşebbüs bile etmedi.

Eylül'ün sessizliği beni düşüncelere daldırsa da birkaç saniye sonra "Özür dilerim Ahmet" demesi tüm dikkatimin yeniden ona kaymasına neden oldu. Bunu neden yaptığını anlayamadım. Bu dediğine bir anlam yükleyemediğim için de neden benden özür dilediğini sormakta gecikmedim. Verdiği cevap hem beklemediğim hem de beni bir miktar üzen bir cevap oldu.

"Öğrenmeyi ben istedim. Tesadüf eseri olmadı yani. Son saniyeye kadar dirensem de erkek olup olmadığını öğrenmeyi çok istedim"

Gözlerim nemlenmeye meyillenen gözlerinde gezinirken söyledikleri de zihnimde tekrar tekrar dönüp duruyordu.Bu dediği beni üzdü çünkü böyle bir şey için benden özür dilediğine göre bebeği kabullenememiş gözükmesinde benim de etkili bir payım var. Tüm sebep benim diyemem ama yüzde ellilik bir kısmı kapladığım açık. Daha önceki konuşmalarımızdan birinde kendisini suçlar bir ifadeyle zaten bu ilişkiye benim yüzümden bir hatta iki üç sıfır yenik başladık demişti. İlk zamanlar Meral'e hamileliği yüzünden bana karşı boynunun hep bükük kalacağını söylediğini de duymuştum. Meral onunla böyle düşünmemesine yönelik beni memnun eden bir konuşma yapmıştı diye biliyorum ama nafile olmuş sanırım.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki bana karşı olan mahcubiyeti yüzünden bebekle arasına ister istemez set çekiyor. Benim yanımda onunla alakalı iyi bir hisse sahip olmak ya da hislerindeki değişimi bana fark ettirmek istemiyor çünkü bunu yaparsa bana haksızlık edeceğini düşünüyor olmalı. Ama fena halde yanılıyor. Bu konuda yanıldığını ona daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama yine de deneyeceğim.

"Benden böyle bir şey için özür dilemeni istemiyorum"

"Ama ben dilemek istedim"

"Eylül..."

"Masada isim mevzusunu açtığınızda çok huzursuz oldum. Hem öğrenme isteğim için hem de bunu yapıp sonra da sana söylemediğim için... Kendimi senin yerine koymaya çalıştığımda her ne kadar öyle değilmiş gibi davransan da bunun seni içten içe kırabileceğini düşündüm"

"Senin deyiminle hormonların kafayı yedi ya ondan öyle gelmiştir sana"

"Belki de..."

"Kırılmadım Eylül. Aksine bebeğine doğru attığın her adımda mutlu olacağım çünkü hepimiz biliyoruz ki yaşananlar konusunda onun hiçbir suçu yok. Sadece annesi tarafından sevilmeye ve şu an bile olsa bunu hissetmeye ihtiyacı var. Bak inkar etmiyorum bebek haberi beni gerçekten çok sarsmıştı. Bu öyle bir sarsıntıydı ki hayatım boyunca ilk defa kendimi çok ama çok çaresiz hissettim. Ne yapacağımı da bunun altından nasıl kalkacağımı da bilemedim. O kadar korktum ki... Hiçbir şeyden korkmayan ben resmen aklımın yerinden çıktığına şahit oldum. Ama sonra anladım ki beni korkutan da üzen de bebeğin varlığı değil seni sonsuza kadar kaybedebileceğim gerçeğiyle yüz yüze gelmemdi. Sanki biri geldi seni ansızın benden çaldı ve ben hiçbir şey yapamayıp elim kolum bağlı bir halde senin benden alınışını izledim. Selim ile konuşmaya ihtiyacım olduğu için evlerine gittiğimde sıcağı sıcağına Meral ile konuşmuştuk. Belki sana da bahsetmiştir. Bana konu hakkında ne hissettiğimi sorduğunda bile o an ağzımdan çıkan tek şey sana çok aşık olduğumu hissettiğimdi. Öğrendiklerime rağmen hissedip hissedebileceğim tek şey buydu. Bebeğin varlığı bunu değiştirememişti. Ben ne zaman rahatladım biliyor musun? Senin Buğra'ya... Bak o adam demiyorum ismiyle hitap edip Buğra diyorum çünkü onun varlığını da burada olsun ya da olmasın kabul etmek zorundayız. İleride oğlun onunla alakalı bir şey öğrenmek istediğinde babasından o adam diye bahsedemeyiz. Benim rahatladığım an Buğra'ya bir şans vermeyeceğini duyduğum andı Eylül. Onunla sırf bebek uğruna bir araya gelmeyeceğini onu artık sevmediğini ve yanında olmasını istemediğini öğrendiğimde rahatladım. Çaresizliğim de o an son buldu. Eğer bunun aksi olsaydı işte o zaman kırılır o zaman paramparça olurdum. Bir daha izime bile rastlayamazdınız. Yani beni kırabilecek yıkabilecek ya da perişan edebilecek darbe ancak böyle bir güce sahip olursa bunu başarabilirdi. Bebek konusuna gelirsek eğer babasının Buğra olması zerre kadar umurumda değil anlıyor musun beni? Ben o kısmı kendi içimde çoktan aştım. İster inan ister inanma ama ben bugün evlenmeyi kabul etsen bugün bana gelsen ben bu küçük adamın hayatı boyunca tüm sorumluluğunu can-ı gönülden üstüme almaya razıyım. Ben ona sonsuz bir sevgi vermeye razıyım çünkü annesini onu kaybetmeyi göze alamayacak kadar çok seviyorum. Annesine olan sevgim ve bağlılığım da bu küçük adamı hayatımın önemli bir parçası yapmaya yetiyor. Sözlerimin samimiyetimden sakın şüphe etme ve rica ediyorum bebekle ilgili herhangi bir olumlu adımının beni üzebileceğini düşünüp kendini geri çekme çünkü bunu yapman beni daha çok üzüyor"


thytr.gif


Konuşmanın başında ağlamayacağım boşuna uğraşma dedi ama ben içimi dökerken kendisini daha fazla kontrol edemeyip bir iki damla gözyaşının yanağından usulca süzülmesine de engel olamadı. O yaşın teninde ilerleyen yolculuğunu takip ederken kalbimde bir sızı hissetmediğimi söyleyemem. Ağlarsa ona iyi gelir diye düşünmüştüm ama bana iyi gelmezmiş bunu da bu vesile ile anlamış oldum. Sevdiğinin gözünden akan bir damla yaş onu bir nebze rahatlatırken seni cayır cayır yakıyormuş meğer. Ama ne gariptir ki yine de o iyi olsun da varsın yanan ben olayım diyor insan.

Gözlerimi üzerinden bir an olsun ayıramazken Eylül de başını çevirip elinin tersiyle bahsi geçen yaşı sildikten sonra sanki hiç ağlamamış gibi yeniden mağrur bir bakışla bana doğru baktı. Bu anlarda aklından ne geçtiğini anlamaya çalışıyordum ama sanki bunu yaptığımı anlamışta "Dur sana yardım edeyim" dermişcesine anlatmaya başladı.

"Hamile olduğumu öğrendiğim an dünya başıma yıkıldı sanki. Hayatımın belki de en kötü dakikalarını yaşarken o an kendimden çok seni düşündüm biliyor musun? Bana ne olacağı umurumda bile değildi. Bitti dedim. Her şey bitti. Sonsuza kadar kaybettim onu. Hem de bunu canını yakarak yaptım. Ama inan en az senin kadar benim de canım yandı. Seninle ilgili şikayet ettiğim etmediğim tüm anılarımız zihnimden bir bir geçerken bir daha seninle aynı karenin içine giremeyebilecek olmamız o kadar ağır geldi ki hangi ara sana bu kadar bağlandım anlayamadım. O gün bana gönderdiğin yaseminleri cam kutusuyla birlikte kırılıp un ufak olmuş bir halde yerde gördüğümde sanki onlar bizmişiz gibi geldi. Sen ve ben... Parçalarımız aynı onlar gibi bir daha hiç bir araya gelemeyecekmiş gibi hissettim"

Konuşurken yanağından süzülen bir diğer laf dinlemez yaşı ondan önce davranıp sildiğimde o da elimi tutup aşağıya indirdi. Ama hâlâ tutmaya devam ediyordu. Bu negatif anlamda olan bir indiriş değildi yani. Ben diğer elini de tutarken parmaklarını benim parmaklarıma kenetleyip konuşmasına devam ederek "İzmit'e geldiğinde sana mesafeli davranıp git desem de biz diye bir şey artık yok desem de aslında kalbimden geçenler bunlar değildi. O bir ayın sonunda seni gördüğüm ilk andan itibaren yanımda kalmanı çok istedim. Ne dersem diyeyim gitme o dağılan parçaları yeniden toparlamayı başarabilelim istedim ama bunu sana söyleyemedim çünkü seni beni neyin beklediğini bilmediğim kaos dolu bir hayatın içine çekmeye hakkım yok gibi geldi. Ama sen ne yaptın ettin o bir daha asla bir araya gelemez dediğim parçaları yeniden toparlamaya başladın. Her şeye rağmen yine de yaptın bunu. Daha önce hiç kimse benim için bu kadar çaba sarf etmemişti. Sana yaşattığım onca şeye rağmen beni hâlâ kalbinde ilk günkü gibi tuttuğun için kendimi o kadar şanslı hissediyorum ki..." deyince hemen araya kaynayıp "Sen kalbimde ilk günkü gibi mi kaldın sanıyorsun? Öyle sanıyorsan yanılıyorsun çünkü tanıtım gecesinde gördüğüm Eylül'e karşı hissettiğim şeyler ile şu an karşımda gördüğüm Eylül'e hissettiğim şeyler arasında dağlar kadar fark var. Farkında olsan da olmasan da her geçen gün daha da derinleşiyorsun içimde" dedim. Yüzünde buruk bir gülümseme belirdi ama sonra an be an o gülümsemenin yüzünden silinişini izledim.

7u5ew7w3547.jpg


"Bebekle ilgili söylediğin şeyler o kadar sahiydi ki seni dinlerken bir an bile olsun samimiyetin konusunda kuşkuya düşmedim. Dediklerinin havada kalmayacağını onları gerçekten de yapacağını hissediyorum ama ben böyle büyük bir sorumluluğu senin omuzlarına yüklemek istemiyorum. Hiçbir zaman da istemedim bu saatten sonra da isteyecek değilim. O baba müsveddesinin... Yani Buğra'nın varlığını kabul etmek zorunda olduğumuzu söylemiştin. Haklısın. Şimdi çekti gitti aylardır da ortalıkta yok ama hiç beklemediğimiz bir anda geri dönüp oğlunu bahane ederek yeniden hayatımızda kendisine bir yer edinmeye çalışabilir. Hatta onu biraz olsun tanımışsam bunu er ya da geç yapacaktır. Oğlu olduğunu öğrendiği andan itibaren buraya geri dönüp dönmeme konusunda kendisiyle büyük bir çatışmaya girecek ve bu ne zaman olur bilmem ama bir gün onu buraya getiren şey oğlunu görme isteği olacak. Bu isteğe karşı koyamayacak çünkü bir oğlu olması onun en büyük hayaliydi. Anne konusunda hesabı şaştı ama sonuçta hayal hayaldir. Bunu yaparsa yani ansızın döner de yasal anlamda bir hak ararsa ona karşı koyamam. Böyle bir durumda Yiğit ile ilgili karşıma çıkma olasılığı bulunan hiçbir sorunla senin direkt muhatap olmanı istemiyorum sen de beni anlıyor musun? Eğer senin dediğini yaparsak yani Yiğit senin soyadını aldıktan sonra doğarsa ister istemez Buğra ile karşı karşıya kalan da onunla çatışmak zorunda kalan da sen olacaksın. Ben bu noktada sana da karşı koyamayacağımı biliyorum çünkü soyadını vermene izin verdiğim gibi Yiğit üstünde söz hakkın olmasına da otomatikman izin vermiş olacağım. Ben böyle bir şey olmasını istemiyorum Ahmet. Ben bu sürecin nasıl işlediğini Buğra ile Tolga çatışmasında birebir gördüm. İyi niyetini de sevgini de kalben hissediyorum ama emin ol bu başrolünde olmak isteyeceğin bir durum değil. Çok yıpratıcı çok da hırpalayıcı. Hele ki karşındaki muhatap Buğra gibi bir adamsa ekstra zor. Yanımda olman desteğini hissetmem bana elbette ki iyi gelecektir ama daha önce de dediğim gibi Yiğit bir Acar olarak doğacak ve gerekirse onun için elini taşın altına koyan ben olacağım. Bu şekilde daha güçlü ve yaptığım şey konusunda da kendimden daha emin olurum"

Beni geri çevirmesine rağmen bu konuşma sırasında hoşuma giden birkaç detay oldu. Bir kere Eylül'ün bu kadar güçlü bir karakter olması beni en başından beri çok etkiliyor. En savunmasız halinde bile karşısındakini devirecek bir güce sahip sanki. Bunu yapamasa bile en azından karşısındakine bu korkuyu salabilecek bir kadın. Hoşuma giden ikinci detay konuşmaya devam ederken bir yerden sonra oğluna bebek demeyi bırakıp onu sahiplenerek ismiyle hitap etmesi oldu. Bunu bilinçsizce konuşmanın doğal akışı içerisindeyken yaptı. Bu bana güzel bir gelişme gibi geldi. Üçüncü detay ise bizimle alakalıydı. İleride yaşanabilecekler ile ilgili konuşurken sadece kendisini ve oğlunu kast etmedi beni de olaya dahil etti. Sonunda bu küçük adamla birlikte annesinin geçit vermez duvarlarını yıkmaya başladık gibi görünüyor.

"Eylül sana bambaşka bir şey sorabilir miyim?"

"Yapma doktor! Sorma desem sormayacaksın sanki"

"Tamam soruyorum o zaman"

"Dinliyorum"

"Konuşmanın en başında neden erkek olup olmadığını öğrenmek istedim dedin? Erkek olmasının senin için bir anlamı mı var?"

"Var"

Devamını öğrenmek isteyeceğimi bile bile var diyerek kestirip atıyor ya ben ona daha ne diyeyim bilemiyorum. Meraklı adamım ben bunca zamandır öğrenemedi sanki! Aslında düşündükçe de bu kestirip atış içimde bir sıkıntı yaratmıyor değil. Az önce Buğra'nın erkek çocuk hayali kurduğundan bahsetmişti. Bu onu geri döndürebilecek bir şey olduğu için mi öğrenmek istedi acaba? Kız olsaydı içi daha mı rahat edecekti ya da bilmiyorum daha başka bir şey. İyi de ona bu şekilde çalkantılı bir soru sorarsam net mideme yumruğu yer iki saat kıvranırım. Benim bunu kızmayacağı şekilde sormam lazım.

Tedirgin bir halde yüzümü gözümü şekilden şekile sokarak "Benimle paylaşmanı istesem haddimi aşmış mı olurum?" dediğimde neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Nerede duracağına karar veremeyen şaşkın gözlerime bakarken ifadesinin yumuşadığını görünce rahatladım. Ellerimi daha net kavradığı anda söylediği şeyler de tamamen tahminim dışında bir nedeni olduğunu alenen ortaya koydu.

"Annem çarşamba sabahı beni aradığında rüyasında babamı gördüğünden bahsetti. Yanında yüzünü göremediği küçük bir erkek çocuğu varmış. Babam ona ahşabı oyup nasıl şekil verebileceğini gösteriyormuş"

"Güzel bir görüntü"

"Yanındaki çocuğun benimle alakalı olup olmadığı belli değilmiş ama annem öyle hissetmiş. Bana görürsün bak bebek erkek olacak dedi. Bunu duymak bana ne hissettirdi tam olarak çözemedim ama sonrasında bir şekilde öğrenmek istedim işte"

Büyük ihtimalle bahsi geçen çocuğun babasıyla birlikte görülmüş olması etkilenmesine neden olmuş. Hamileliğin verdiği duygusallık eminim ki bu detayı görmezden gelmesine olanak tanımamıştır. Sessizliğin uzadığını fark edince gözümü bir an olsun üzerinden ayırmayıp "Benimle ilgili bir şey söylemiş mi? Yani baban..." diye sordum. Böyle bir soru sorarak şu an etrafımızı yoğun bir şekilde saran o duygusal havanın canına okudum gibi görünüyor ama Eylül karşımda dişlerini sıkarak yüzünü düşürünce bir şey yapmam gerektiğini hissettim.

Sorumun ardından Eylül bir süre yüzüme anlamsızca bakıp sonra da "Söylemiş" deyince gülümseyerek bu defa da "Ne demiş?" diye sordum. Bunu soruyorum ama kafa bulacak benimle hissedebiliyorum. Elini yanağıma koyup tenime tatlı tatlı vuruşlar yaparak "Belma söyle o kaşı gözü oynayan doktor efendiye kızımın etrafında dolanıp durmasın demiş" dediğinde dudağımı büküp gözlerimi kısa kısa "Dememiştir" dedim.

Bana iyi ki böyle kelalaka bir soru sormuşum dedirten o muazzam gülüşünden onu öpmek isterdim ama bakışlarını muzur bir ifadeyle yeniden benim gözlerimle buluşturup "Ama yaşasaydı derdi" deyince teşebbüs bile edemedim. Ne demek yaşasaydı derdi? Bir kere babası yaşasaydı ben elimden geleni ardıma koymaz yine de kendimi ona sevdirirdim. Hatta iddia ediyorum ki babası bana başta kuşkulu bile yaklaşsa bir haftaya kalmaz onunla karşılıklı tavla atma kıvamına bile gelirdik.

Neyse ki sözlerini güzel bir şekilde toparlamayı başardı. Önce tarz anlamında klasikleşmiş sorularından kendisine bir tane gönderip "Peki ben uslu bir kız olup söz dinler miydim? Hemen düşünüyorum bekleyin" dedi sonra da cevabını "Aah! Gerçeği söylemem gerekirse eğer hiç sanmıyorum. Kafamı sıklıkla bozuyorsun ama cidden şeytan tüyün var be doktor! Gıcık olayım derken kendimi aşık olmuş bulmam da bu şeytan tüyünün gücünü alenen ortaya koyuyordur herhalde" diyerek verip yanağıma konan hoş bir buse ile de gönlümü almayı başardı.

"Bir Gürsoy kapı dinlerken asla altına kaçırmaz çirkin şey! Burada sadece minnak teyzen ve ben olduğum için şanslısın yoksa bu rezaletin üstünü kolay kolay kapatamayabilirdik"

Tam sarılmışken kapının önünden gelen fısır fısır sesle birlikte ikimiz de o yöne doğru baktık. Kenan'ın söylediği şeye gülmeden yapamayıp bir yandan da "Kapı dinledikleri için onlara bozuk atmalı mıyız?" diye sorduğumda Eylül kısa bir an dursa da "Bence böyle bir şey yapmayalım çünkü bazen ben de kapı dinliyorum ve o ikisi bunu biliyor. Kendilerini savunurken bunu ortaya dökerlerse mevzuyu çeviremeyiz" diyerek içimi rahatlatan bir yanıt verdi. İçim rahatladı diyorum çünkü bunu zaman zaman ben de yapıyorum. Bence bu kötü niyet içeren bir şey değil. Tamam yapmamak lazım ama insan bazen elinde olmadan kendisini kapının önünde buluveriyor.

Kendimi deşifre etmeden ortaya herkes açısından şahane bir fikir atıp "O halde iki tarafı da sıkıntıya sokmayıp onları duymamış gibi yapalım" dediğimde Eylül de yumruk yaptığı elini iki kez göğsüne vurup "Seninleyim doktor!" diyerek işaret parmağını da bana doğru uzattı. Artissst! Benimlesin tabii Eylül Acar! Başka bir yerde olman için en ufak bir şans bile bırakır mıyım ben sana?

"Harika! Hadi yemeğimizi bitirelim de hediye almak için biraz alışveriş merkezi tozu yutmaya gidelim. Hava da almış oluruz iyi olur"

"Alışveriş merkezi mi? Seni çarşı pazar gezdireceğim doktor! Yok öyle ilk gördüğün mağazadan ruhsuz bir hediye alıp çıkmak"

"Yoldan yeni gelmiş halimle çarşı pazar gezemem"

"Ben yedi buçuk aylık halimle o kundakçının kardeşine hediye almaya gidiyorum ama"

"Eylül şu an beni ikna edemezsin hiç boşuna uğraşma"

"Demek seni ikna edemem. Var mısın iddiaya Atahan?"


khguvjk.gif


"Cesaretine hayran kaldım ama sana şimdiye kadar girdiğim hiçbir iddiayı kaybetmediğimi söylemiştim diye hatırlıyorum"

"Bu iddia "Ahmet Atahan'ın kaybettiği ilk iddia!" olarak tarihe geçecek o zaman"

"Hiç sanmıyorum"

"Öyle mi?"

"Öyle"

"Sana kumru alırım"

"Tamam kabul! Ben ceketimi alayım çıkalım"

"Aa aa! Bu ilk oldu desene"

"Yemekten vurdun sayılmaz"

"Sen öyle san!"


........::::::::__Eylül / 3 Saat Sonra__::::::::........

"Bu ayakkabılar nasıl Ahmet?"

"Beğenmedim"

"Peki Neva bu toz pembe olanı sever mi?"

"Ben sevmedim"

"Sen beğen ya da sen sev diye sormuyorum zaten tanımadığım için Neva sever mi onu öğrenmeye çalışıyorum"

"Sevmez"

"Senin gözüne çarpan herhangi bir şey var mı?"

"Yok"

Verdiği negatif cevaplar yüzünden artık boğazıma kadar dolmuş bulunduğum için daha fazla dayanamayıp derdini öğrenmek için ona doğru döndüm. Beyefendi kollarını kavuşturup duvara yaslanmış suratı beş karış halde tek bir noktaya bakıyordu. Sanırsın arkadaşları sokakta top oynarken tuttum kolundan komşu teyzeye altın gününe getirdim. Tövbe estağfurullah!

Yanına gidip son derece sakin olmaya gayret ederek "Ahmet sen iyi misin? Önce susmak bilmedin şimdi de ne desem ters cevaplar veriyorsun. Ne derdin var söyle sen de kurtul ben de kurtulayım" dediğimde çattığı kaşlarıyla sağına soluna tip tip bakıp "Sıkıldım acıktım susadım yoruldum ihtiyaç molası da vermem lazım. Mis gibi de kumpir koktu. Ne biçim hamilesin Eylül insanın canı biraz olsun çekmez mi?" dedi ve beni an itibarıyla şok etti. Kumpir mumpir kokmuyor ki nereden uydurdu şimdi?

"Şaka yapıyorsun herhalde çünkü daha bir buçuk saat önce kumru yiyip ayran içtin üstüne de İzmir lokması yedin. Ha! Bir de tatlı içini bayınca üzerine boyoz gömdün!"

"Benim metabolizmam hızlı"

"Metabolizmanı andığımız da iyi oldu"

Hayda! Bildiğin yüzü düştü yerlerde sürünüyor. Memnuniyetsizlik havası yayan yüzüne doğru yaklaşıp bana bakmasıyla da "Of! Tamam biraz daha sabret hangi ayakkabıyı alacağımıza karar verelim sonra söz veriyorum sen ne dersen ne istersen onu yapacağız" dediğimde çatık kaşları ortadan kaybolup gülüşü göründü. İster istemez ben de gülümsedim çünkü yüzündeki hoş ifade tepki vermememe olanak tanımadı.

O da bundan mı cesaret aldı bilinmez bileklerimi tutup beni kendisine doğru yaklaştırdıktan sonra kulağıma sokulup "Ne istersem mi?" diye sordu. Hiçbir şey diyemeden başımı ona doğru döndürdüm. Burun buruna durup birbirimize bakarken iyi niyetli olmaya gayret ederek ne kastettiğini anlamaya çalıştım ama yok bir netice çıkmadı. O da yüzüme baka baka "Bana çok tehlikeli bir söz verdin Eylül Acar!" dedikten sonra pıtırcık avlamış çapkın doktor bakışı atarak yanımdan artist artist uzaklaştı. Yalnız burada bahsi geçen pıtırcıkta ben oldum değil mi? Ben bu adamı boğarım he!

........::::::::____::::::::........

Neva'nın hediyesini ve pastasını aldıktan sonra Ahmet beni Nevin ablanın yani Ela'nın teyzesinin evine bırakıp kendisi de hastaneye Tolga'nın yanına gitti. Ela'nın ne durumda olduğunu kendi gözleriyle görüp sonra da Tolga ile birlikte eve geri dönecekler ve akşam için hazırlanıp beni almaya gelecek. En azından şu anki mevcut plan bu.

Nevin abla yaklaşık bir saat önce nöbet değişimi için Ela'nın yanına gittiğinden eve girdiğimde kimse yoktu. Montumu ve çantamı astıktan sonra mutfağa girip kendime bir bardak su alarak kaldığım odaya gittim. İçeriye girer girmez de yatağa oturup sırtımı dayayarak ayaklarımı uzattım ve yorulduğumu da ancak şimdi anlayabildim. Birkaç yudum su içtikten sonra bardağı komodinin üzerine bırakıp telefonun alarmını kurarak biraz uyumak için yatağa uzandım. Gözlerimi kapatmamla uyumam bir oldu sanki.

Ancak uykumun en tatlı yerinde zır zır çalan telefonun sesini duymam büyük bir talihsizlik oldu. Gözlerim kapalı bir halde elimi komodine atıp telefonu aldığımda sesin ondan değil de evin telefonundan geldiğini anlamam da yüzümü ekşitmedi diyemem. Kim kalkıp da içeriye gidecek şimdi? Tabii ki Eylül!

Önemli bir durum olabileceğini düşünüp kendimi yataktan zar zor kaldırdıktan sonra odadan çıkıp salona girdim. Telefonun sesi o an kesilince bir sinirim bozulmadı değil ama tam arkamı dönüp odaya giriyordum ki lanet şey bir kez daha çalmaya başladı. Olmadık biri çıkarsa vay haline diyerekten telefonu açıp "Nevin Öztürk'ün evi ben Eylül nasıl yardımcı olabilirim?" dediğimde ses çıkmadı. Ses çıkmadı ama telefonun diğer ucunda birinin olduğunu anlayabiliyorum. Kısacık bir an bekleyip "Orada mısınız?" diye de sordum ama yine tık yoktu.

Aklımdan da hınzırlık geçmiyor değil. Bu sakın Nevin ablanın bir hayranı falan olmasın. Sonuçta bekar ve gayet hoş bir kadın. Belki de amca bey onun yerine benim sesimi duyunca telefon başında panikleyip teklemiştir. Bunun olabilirliği yüzümde sırıtışa neden olurken son bir kez de "Tamam madem ses çıkarmıyorsunuz o halde ben kapatayım çünkü takdir edersiniz ki tek taraflı konuşunca anlaşma sağlanması mümkün olamıyor" deyip telefonu kapattım ama tam kapatacağım saniyede de karşı tarafın sesini duydum. Tuhaf bir andı. Kim olduğunu bilemesem de garip bir şekilde elimi telefonun üzerinden çekemedim.

Az önceki hınzır halimin yerinde yeller estiğine adım kadar eminim çünkü ne düşüneceğimi bilemeden huzursuz bir halde olduğum yerde kaldım. Aklımdan malum şahsın ismini geçirmek istemesem de ister istemez o olabilir mi hissiyle boğuşur haldeyim. Umarım kulağını çınlattığımız için burayı arayacağı tutmamıştır. Telefonun başında dudağımı kemirerek boş boş bakarken telefon yeniden çalmaya başladı. Sesi duyduğum anda istemsizce telefonun kablosunu çıkarıp geri çekildim. Yalan yok telefonu açmak ve eğer arayan Buğra ise onun sesini duymak istemedim.

Geri geri gidip odaya girdikten sonra da kapıyı kapatarak yatağın ucuna oturdum. Az önce bu kadar değildim ama şu an telefondakinin o olduğuna dair sevimsiz bir hisle çevrelenmiş gibiyim. Yapmasın bunu ne olur! Yeniden çıkmasın ortaya yok olsun hayatımızdan. Ellerimi yatağa dayayarak destek alırken karnıma vuran minik tekme eşliğinde cep telefonum çalmaya başladı. Başımı önce karnıma sonra da komodine doğru çevirip ekrana baktığımda Ahmet'in aradığını gördüm. O anla birlikte hayatla olan bağlantım yeniden sağlandı sanki.

Yerimden kalktıktan sonra telefonu elime aldığım gibi açıp "Evi arayan sen miydin yoksa?" diye sordum. Pür dikkat bir şekilde cevabını beklerken Ahmet'in "Evet iki telefondan da aradım açmayınca da çok merak ettim Eylül" demesiyle biraz rahatladım ama bu rahatlık kısa sürdü çünkü ona "Açtım da sen sesimi dinleyip dinleyip cevap vermeyince kapattım" deyip hemen ardından da "O ben değildim çünkü ben aradığımda açmadın" diye bir cevap alınca huzursuzluğum yeniden geri dönüş yaptı.

"Eylül sen iyi misin?"

"İyiyim"

"Sesin kötü geliyor"

"Uyuyordum da telefon sesiyle aniden uyandım. Ondandır belki"

"Emin misin?"

Yatağa oturup elimi gergin bir halde saçlarımın içinden geçirirken emin olduğumu söyledim ama doğru söyleyip söylemediğime inanamadı herhalde çünkü "Tamam şöyle yapalım. Ben oraya geleyim hazırlanıp öyle çıkarız çünkü benim aklım şu an sende kaldı muhtemelen de görmeden rahat edemeyeceğim. Anlaştık mı?" dedi. Sanki görecekmiş gibi başımı sallayıp anlaştığımızı söylediğimde telefonları kapattık.

Aklımı meşgul etmek için gardolabın önüne geçerek askılar arasında gidip gelmeye başladım ve akşam için giyebileceğim bir elbise seçip yatağın üzerine bıraktım. Of! İşin yoksa şimdi bir de o köstebeğin imalı bakışlarını çek! Ahmet onu sevdiğimden şüphe götürmez bir şekilde emin olabilir çünkü beni o köstebekle aynı ortamda iki saniyeden fazla tutabilecek biri şu an bu dünya üzerinde yok diye düşünüyorum.

Seçtiğim elbiseyi giyip üzerime çekidüzen verdikten sonra odadan çıktım. Gözümde hemen kablosu çıkık telefona gitti. Durup dururken gerildim iyi mi! Pencereye yaklaşıp sokağa bakarken kısa bir süre sonra Ahmet geldi. Onu görür görmez antreye gidip hemen kapının önüne çıktım. O da merdivenleri çıkarken bir yandan da "İyisin değil mi?" diye soruyordu. Yanıma ulaştığında iyi olduğumu söylemek yerine "İyi ki geldin" diyerek boynuna sarıldım. O da şaşırmıştır herhalde ama gerçekten de iyi ki geldi.

"Hadi gel içeriye girelim"

Ceketini çıkarıp asarken ben de su almak için mutfağa girdim. Elimde bardakla çıkıp suyu içe içe gelirken Ahmet'te "Telefonun kablosu çıkmış fark etmemişsin herhalde" diyerek kabloyu yerine takıyordu. Bir şey de diyemedim kaldım öyle. Onu tedirgin bir halde izleyip telefonun yeniden çalmamasını dileyerek salona doğru gittikten sonra koltuğa geçip oturdum. Ahmet'te hemen ardımdan gelip yanıma oturarak sorgular bir ifadeyle bana bakmaya başladı. Halimden bir terslik olduğunu anlamış olmalı.

Gergin oluşumu perdelemek için tebessüm edip "Ela nasıldı?" diye sorduğumda sanki bu perdeleyişi anlamış gibi şefkatle saçımı okşadı ve hemen ardından da "Onu tahmin ettiğimden daha iyi gördüm. Doktoru her şeyin yolunda olduğunu söylüyor ve gördüğüm kadarıyla da başarılı bir tedavi süreci geçiriyor yani içiniz bu konuda kesinlikle rahat olsun. Tolga'yı da ilk defa bu kadar rahatlamış gördüm" dedi. O rahatlamasın da kim rahatlasın be doktor! Bu gözler son birkaç ayda adamın ömründen ömür gidişine şahitlik etti.

"Tolga da seninle birlikte geldi değil mi?"

"Evet birlikte geldik. Ben çıkarken de kızıyla hasret gideriyorlardı"

"Bu da neydi şimdi?"

"Ne neydi?"

"Yüzündeki ifade"

"İçinde kıskançlık barındıran mı?"

"Evet o"

Elini "Ah be!" der gibi dizine vurup "Tamam senden saklamayacağım" deyince oturduğum yerde ona doğru döndüm. Bakalım doktor beyden ne inciler dökülecek. Bakışlarımla onu dikkatle dinlediğimi belli ettiğimde iç çekerek önce "Tolga'nın kızına annesiyle ilgili güzel haberler verişini ve o sırada da oynarken birbirlerine gösterdikleri sevgiyi izleyince biraz kıskanmış olabilirim. Aslında daha çok imrendim demeliyim. Evet bu daha doğru olur" dedi sonra da bana bakıp gözleri parıldayarak sözüne devam etti.

"Çok güzellerdi Eylül. Hele eve ilk girişimiz... Rüya'nın Mine ile sakince oynarken babasını görür görmez bir heyecanlanışı vardı kelimelerle anlatılacak gibi değildi. Tolga'nın kucağına gitmek için ortalığı yıktı sonra da amacına ulaşınca susup babasının omzuna yaslanmış küçücük masum bir prensese dönüştü. Çok şanslı adam ve eminim ki o da bunun farkındadır"

Bunları söylerken dalıp gitti. Onlarda gördüğünü şu an kendisini de içine koyarak hayal ettiğini gözlerindeki ışıl ışıl bakıştan ve yüzündeki gülümsemeden çok net anlayabiliyorum. Heyecanını birebir hissettim ama ona "Ah! Özendin mi sen? Ee! Sen iste ben yaparım sana küçücük bir prenses" diyemeyeceğim için konu üzerine konuşmaya hiç yeltenmedim.

Benim sessiz ve mesafeli kalmam onun da sessizleşmesine neden oldu. Ahmet'i bilmem ama benim gözümün önünden az önce tam da onun hayal ettiğini düşündüğüm şey geçiyor. Şu omzuna konmuş masum prenses detayı yani. Hem de şöyle eteği en tütülüsünden. Yalan yok çok hoş bir görüntü. Tabii bunu ona da söyleyecek değilim.

Yaklaşık bir dakikayı bulan sessizliğimiz Ahmet'in "Çok tatlı olurmuş" demesiyle son buldu. Neden bahsettiğini anlayamadığım için afalladım ama yine de "Ne tatlı olurmuş?" diye sormadan duramadım. Aldığım cevap aydınlanmama pek olanak sağlamadı çünkü Ahmet elimi tutarken bir yandan da soruma "Yaseminler..." diyerek yanıt verdi. Onun gibi ben de ona bakıp kaldım. Ne demek istedi şimdi?

Onu anlamaya çabalayıp gözlerimi gözlerinde mekik dokurcasına gezdirirken "Yaseminler ne alaka?" dediğimde cevap vermeden gülümsedi. İfadesinin üzerimde yarattığı his hoşuma gittiği için ister istemez gülümsedim ama bir yandan da olaya yabancı kalmamın verdiği rahatsızlığı üzerimde taşımıyor değilim. Gerçekten bir şey anlamadım resmen saf anıma denk geldi.

Kendisini baskı altında hissedip aklındakini söylesin diye hiç vakit kaybetmeden gözlerimi kısarak ona dik dik bakmaya başladım tabii. Birkaç saniyeyi bulan bu sıkıştırıcı bakışın ardından da baktım çetin ceviz çıkıyor "Söylemeyecek misin?" deyip üsteledim. Önce uzanıp yanağıma bir öpücük bıraktı sonra da geri çekilmeden söylese de en azından şimdilik söylemeyeceğini belli eden bir cevap verdi.


hhjh.png


"Belki bir gün söylerim.
Tabii kaderimizde böyle bir güzelliği yaşamak varsa..."

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.744
Tepki
84.376
Puan
113
Konum
İstanbul
dtfghjhkj.png


40. Bölüm : Gün geliyor sana taş atana gül attırıyor bu hayat

........::::::::__Eylül__::::::::........

Hazır olduğumu haber vermek için odadan çıktığımda Ahmet'i girişteki aynanın önünde üzerine çekidüzen verirken gördüm. Tüm ciddiyeti ile kravatını bağlıyordu. Onu bu halde görünce ne geldiğimi belli edebildim ne de ağzımı açıp tek kelime edebildim. Sadece hissetmeye çalıştım... Yani onunla yaşamanın nasıl bir his uyandırdığını.

Eninde sonunda olacağı da bu çünkü adam aklıma düşeni gerçekleştirmezsem hatırım kalır diyenlerden. Ama şöyle bir şey var ki ben de bir süredir bunu yapabilmesini isteyen taraftayım. Sadece aklına düşeni gerçekleştirmeye çalışırken bir öncesinde benim kafamı attırmamış olması gerekiyor. Ben kendimi biliyorum eğer beni üst seviyede kızdırmış olursa ne kadar istesem de tam tersi hareket edip yoluna itinayla taşları dizer canına okumadan da yolu tahliye etme çalışmalarına başlamam. Huyum kurusun ki keşke kurusa çünkü bana zararı da oluyor ama elden gelen bir şey yok ben de bildiğin domuz inadı var denilen insanlardanım.

Her neyse! Onunla yaşamanın nasıl bir his uyandırdığını düşünürken epey bir dalmışım. Yalan yok hissettiğim şeyler çok güzeldi. Odadan çıkıp onu evde ve aynanın karşısında sanki hastaneye gitmek üzere hazırlanıyormuş gibi görünce hoşuma gitmedi diyemem. Eve bakıyorum kendime bakıyorum ona bakıyorum ve bu halimizi ciddi ciddi sevmeye başlıyorum. Adam adını kalbime yazmakla kalmayıp beynime de kendisini nakış gibi işledi resmen.

Kim derdi ki bir gün onunla ilgili böyle şeyler düşüneceğimi ya da onunla yaşadıklarımızın bizi şu an bulunduğumuz noktaya getireceğini. İnsan hayatta başına gelenlerle ilgili çok da dertlenmemeli ya da isyan etmemeli galiba. Ahmet'in de dediği gibi kaderinden kaçmaya çalışma çünkü onun gücüne asla karşı gelemezsin. Eğer bunun yaşanması gerekiyorsa kii öyle görünüyor. Bu istesen de istemesen de er ya da geç yaşanacak demektir. Demek ki bugüne kadar iyi ya da kötü her ne yaşadıysam tüm bunlar beni ona getirecek şeylerdi yoksa benim annemin yanında İzmit'te olmam gerekirken İstanbul'da ne işim olur değil mi?

Düşünüyorum da... Değdin be doktor! Akıttığım her gözyaşına üzüldüğüm her saniyeye sonuna kadar değdin. Seninle olmak için zor zamanlar atlatmam gerekmişse onlarsız sana ulaşmam zaten imkânsızsa yine gözüm kapalı yaşatırsın bana her şeyi. Yeter ki yan yana olalım seninle başka bir şey isteyeceğim yok bu hayattan.

Düşüncelere dalmışken aynanın kıyısından köşesinden mi göründüm bilmem aniden "Umarım bunca hazırlığın Derya'ya karşısında nasıl bir kadın olduğu hakkında gözdağı vermek için değil sadece bana güzel görünmek içindir" dedi. Daldığım için ne dediğini bile zor anladım ama o bana kalmadan omzunun ucundan çekici olduğunu düşündüğüm bir bakışla bakıp bu sözünü de "Gerçi sen bana her halinle güzel görünüyorsun ama yine de benim için ekstra bir çaba harcıyor olman gururumu fena halde okşayabilirdi" diyerek noktaladı. Gerçek şu ki Ahmet'i izlerken aklımdan geçenler o kadar güzeldi ki ona çemkiresim gelmedi. Yani bu seferlik duygusal anıma denk gelip ucuz atlattın Atahan!

Ses etmeden ağır adımlarla ve sanırım biraz da onu tedirgin ede ede yanına gittim. Ama korkmasın kötü bir şey yapmayacağım. Yanına gelip aynadaki görüntüsüne... Tamam tamam! Yine yalan yok. Aynadaki görüntümüze şöyle bir baktıktan sonra düzgün görünmesine rağmen el atmadan duramadığım kravatını düzeltmiş gibi yaptım.


vaoZgp.gif


Aslında aynadan bakarken üstü başı ne halde diye kontrol etme niyetim yoktu. Bu hiç de dikkatimi çekmedi çünkü o zaten görüntüsüne son derece dikkat eden ve canımı sıkacak kadar da önem veren bir adam. Bu kadar iyi görünmesi canımı sıkıyor çünkü bu yanında kız arkadaşı var demeden ona bakan pıtırcıklarla alakalı kafamda Kenan'ın deyimiyle türlü türlü işkence fikirleri canlanmasına neden oluyor. Neyse! Yani demem o ki eminim bir kusur varsa da benden önce görüp çoktan düzeltmiştir bile.

Ben bunu yaparken sadece bize baktım. Yani aynı karenin içine bir daha asla giremeyeceğimi düşündüğüm bu adamla bir nevi aynı karenin içine girip o olumsuz düşüncemi pozitif bir görüntüyle değiş tokuş yaptım. Bunu da kravatını düzeltme süsü vererek yaptım. Meral bana böyle bir değiş tokuşun ruhen çok işe yaradığını söylemişti ki öyle de oldu galiba.

Bu sırada Ahmet tek kelime bile etmedi ama yaptığım şeyden mutlu olduğu yüzündeki ifadeden alenen belli oluyordu. Elimi sırtına koyup başımı da omzuna yasladığımda o da elini belime sararak saçımı öptü ve hemen ardından da aynaya yansıyan görüntümüze baktı. İkimiz de aynı şeyi yaptığımız için ayna vasıtasıyla göz göze gelince gülümsedik. Neler düşünüyor aklından neler geçiyor bilemem ama ben şu an ona bakarken içimden "İyi ki sensin be doktor" diye geçirip hayatımın son anına kadar da benimle olmasını dilemekle meşgul oluyorum.

Saatin ilerliyor oluşundan mütevellit evde daha fazla oyalanmamamız gerektiğini de düşünüyorum çünkü bir İstanbul kadar olmasa da burası da trafik açısından hiç fena bir yer değil. "Çıkalım mı Ahmet?" dememle birlikte bizim muzur doktor başına gelecekten habersiz bana takılarak "Çıkalım derken... Sen bana çıkma mı teklif ediyorsun? Eski usul aşıkları gibi yani. Bu arada kabul ettiğimi söylemiş miydim? Ben böyle bir teklifi havada kaparım çünkü" demesin mi?

Cevap veremeden yüzüne bakıp kaldım. Bir şey diyemedim çünkü bunu söylemesiyle birlikte benim için bu dünya üzerindeki en ama en saçma sapan şey oldu. Sessiz kalıp gözlerimi bir sağ bir sol yaptırmam da onu telaşlandırmış olmalı ki yüzüme doğru yaklaşarak bir yandan da mecburen şaka yaptığını söyledi. Şaka maka ani gelişen bir durumla işin rengi değişti.

"İyi"

"İyi mi? Eylül ne oldu sancın falan mı var?"

"Yok bir şey"

"Nasıl yok bir şey? Bak söylemezsen bütün gece sana neyin olduğunu sorup dururum çıldırırsın"

Doğru bunu yaparsa net çıldırırım. İyi de şimdi söyleyeceğim gülecek sonra ben de ümüğünü sıkmak zorunda kalıp yine canına kastetmiş olacağım. Of! Yüzüme söyle der gibi baskı yaratarak bakınca söylesem mi söylemesem mi diye düşünüp sonra da gözlerimi kısa kısa bir anda "Muhallebi!" dedim. Heeh! Şimdi de doktor iptal oldu yayına kısa bir ara veriyoruz. Söylemiştim saçma sapan bir şey olduğunu!

"Ne muhallebisi Eylül?"

"Pirinç unlu sütlü şekerli üstü bol tarçınlı kiii ben tarçından nefret ederim ama yine de yiyeceğim. Hay ben bu hamileliğin!"

"Ne?"

"Hep senin yüzünden Ahmet ya!"

" Ne-Ne benim yüzümden?"

"Eski usul aşıkları gibi demedin mi? Eskiler muhallebici de buluşur muhallebi yerlermiş annemlerde öyleymiş yanında da limonata içerlermiş. Madem aşığız üç beş dakika daha bir arada duralım en olmadı şeker komasından hastanelik olur yan yana sedyelere düşeriz demişler demek ki. Bu arada benim muhallebinin yanına bir de limonata söyleyelim. Allah kahretmesin! Limonata da midyeyi çağrıştırdı ama işe bak ki benim midye yemem yasak. Neden? Çünkü hamileyim! Öldüreceğim seni Ahmet!"

Al işte güldü!

Hâlâ gülüyor... Gülmeye de devam edecek gibi görünüyor.

Başlatacak şimdi aşkına da flörtleşmesine de çıkmasına da inmesine de!


uylkduykıdytu.gif


Gözlerimin önünden tuhaf bir şekilde muhallebi kasesi geçerken omzuna vurup "Ne diye aklıma bunları getirecek şeyler söylüyorsun? Kendinde ye diye mahsus yapıyorsun değil mi?" dediğimde gülmeye devam ederek bana sarıldı. Ben bu hallere düşecek insan mıydım ayarındaki söylenmelerim sürerken de ceketlerimizi alıp "Hadi gidelim de bir yerlerden muhallebi bulalım. Arabada yersen gecikmeyiz" dedi. Evden çıkarken limonatayı da hatırlattım çünkü adını anmayınca unuttu gibi geldi.

Sonrası malum... Birkaç kaşık attığım tatlıma ve limonatama beni şaşırtmayarak ortak oldu. Yol boyunca da sürekli benimle uğraşıp durdu ama yine de Meral gibi gecenin bir vakti künefe aşermediğim için kendisini çok şanslı hissettiğini söyledi. Açık yer bulamayınca Selim malzemeleri alıp bir tanıdığına sıfırdan yaptırmak zorunda kalmış çünkü. Tabii bizimkinin bu şansı uzun sürmedi çünkü bana künefe diyerek ham maddesi olan kadayıftan ekmek kadayıfını hatırlatması diline bir süre hâkim olması gerektiğini de ona acı bir şekilde öğretti. Şimdi arasın dursun bakalım. O değil de bu Cilveli Köstebek'e de sanki ona bayılıyormuşuz gibi eli kolu dolu gideceğiz iyi mi!


........::::::::__30 Dakika Sonra__::::::::........

"Biz şu an ciddi ciddi kutlama yapmak için Cilveli Köstebek'in evine geldik değil mi? Bana bunu yaptırdığına gerçekten inanamıyorum"

"Cilveli derken?"

"Ardından köstebek demiştim neden onu değil de cilveli kısmı cımbızladın?"

"Kulağa daha hoş geliyordu"

yfguy.gif


Hiçbir şey söylemeden "Demek istediğimi alevler saçan gözlerimden anla" der gibi baktığımda o güleç ifadesini hiç bozmadan kolunu bana doğru uzattı. Artist! Bunun üzerine gözlerimi devirdim ama yine de elimi koluna dolayıp onunla birlikte yürümeye devam ettim. Çok geçmeden de geldiğimizi söyleyip bakışlarıyla evi işaret etti.
Tuhaf bir şekilde evi sevdim çünkü pencere önü çiçekleri ve kapı üstüne konan hoş geldiniz süsüyle Bayan Sağ Kol'un aksine oldukça sempatik bir havası var. Ama bu gerginliğimi aldı mı? Maalesef almadı.

Hani gelmeye pek gönüllü olmadığınız bir yere mecburen gelir kapıda gergin gergin durarak zili çalmak için doğru anı beklersiniz ya işte ben onu yapamadım çünkü kapının önüne gelir gelmez tam derin nefesimi almıştım ki bizim yedi aylık Atahan bir anda zile basıverdi. Yahu insan önce bir basıyorum diye haber verir değil mi? Bir kere benim içeriye girmeden önce kendimi buna ruhen hazırlamam gerekiyordu. Herkesi kendisi kadar rahat sanıyor herhalde.

Kapı sanki önünde bekliyorlarmış gibi bir anda açılınca bir şey de diyemedim ve Üstündağ ailesinin annesini karşımda bulunca otomatikman gülümsedim. Gülümsedim ama bir yandan da şok oldum çünkü annesi de sima olarak büyük kızının kopyası gibiydi. Huyu benzemiyordur inşallah yoksa onunla da papaz olmamız kaçınılmaz olur. Şu geceyi kazasız belasız çıngarsız atlatayım yarın sabah Nezoş'u ekarte edip Ahmet'in patatesli omletini ellerimle yapmazsam bende Eylül değilim!

"Hoş geldiniz!"

Sarılmalar öpüşmeler derken kendimizi içeride bulduk. Bu yedi buçuk aylık halimi kilo aldım diye yutturamayacağımız için kendimi direkt Ahmet'in yakın bir arkadaşı olarak tanıttım çünkü bebek Ahmet ve ben üçgeni hakkında kafalar karışsın istemedim. Neyse ki Ahmet beni bozmadı. Ciddi ciddi deplasmandayım ve sanırım o da kendimi rahat hissetmem için bu defa dürüstlük yapmaya kalkmadı. Ya da her ne düşündüyse iyi düşündü diyeyim.

Koltuklara geçtiğimizde anneleri Nehra Hanım kızını getirmek için içeriye gitti. Ahmet babalarıyla sohbet ederken benim gözlerim de fıldır fıldır etrafı incelemekle meşguldü. Ev gerçekten çok tatlı. Şık ama yine de evin doğasına uyacak şekilde eski izler taşıyor. Hani şu üzerine kestane konan iç gözünde de börek çörek pişirilen kuzineler vardır ya şu an tam karşımda o duruyor mesela. Etrafta capcanlı çiçekler ve içinde aile fotoğraflarının olduğu vitrinlerden bile var. Bizim Bayan Sağ Kol ile bu ev kafamda hiç birbirine oturmadı. O ne kadar soğuk nemrut sevimsiz bir kadınsa bu ev ve anne babası tam tersine çok sıcaklar. Ben bu kadın en yaşadı da böyle gıcık birine dönüştüye kafam yorarken babası da oturduğu yerden aniden "Derya da çok gecikti. Bir arayayım bakalım" diyerek ayaklandı. Ben de onun ardından direkt Ahmet'e sokulup gözlerim etrafı kolaçan ede ede "Benim de geleceğimi biliyor değil mi?" diye sordum. Yine yüzü gözü şekilden şekle girdi. Altından ne çıkacağı belli olmayan bu ifadelerini sevmiyorum ama ya!

"Derya mı?"

"Söylemedin değil mi? Kadın evine gelip beni salonlarının baş köşesinde oturmuş görünce harakiri yapacak senin yüzünden!"

"Aslında sen hazırlanırken birlikte geleceğimizi haber vermiştim"

"İyi bari... Telefonla mı konuştun?"

"Mesaj attım"

"Ne cevap verdi peki?"

"Aslında mesajımı gördü ama hâlâ bir cevap yazmadı"

"Harika! Neden geciktiği de belli oldu. Kesin çayıma ekeceği etkili bir zehir arıyordur"

Kadının sinirini zıplatmış sonrasını da top benden çıktı dercesine oluruna bırakmış. Ah Ahmet ah! Sendeki rahatlık bende olsa bu dünyadaki en lay lay lom insan ben olurdum. Artık ne saçım beyazlardı ne yüzüm kırışırdı fıstık gibi yaşımı alır salınırdım ortalarda. Gözlerimi dikmiş ona bakarken içeriye tekerlekli sandalyede genç bir kız girdi. Yani Neva. İkimiz de onu görür görmez aynı anda oturduğumuz yerden kalktık.

"Ahmet ağabey gelmişsin!"

Ahmet Neva'ya sıkıca sarılarak ona verdiği sözü tutup şimdide burada olduğunu söylerken ben de kıza bakıp kaldım. O çok genç ve çok da güzel bir kız. Bu halde olması onu gördüğüm anda yüzüme tokat gibi çarptı desem yeridir. Ahmet'in onun hakkında söyledikleri geldi aklıma. Yürüme şansı var ama bu konuda istekli değil demişti. Şu an yanına gidip kollarından tutarak onu sarsmak ve onu bu konuda istekli hale getirmemek için kendimi zor tutuyorum. Eğer huyunu suyunu bildiğim biri olsaydı bunu yapmaktan bir an bile olsun çekinmezdim. Karışmadan duramam çünkü...

"Neva seni Eylül ile tanıştırayım"

Ahmet'in sesiyle Neva'nın üzerinde olan dikkatim ona kaydı. Yanıma geldiklerinde Neva bana "Merhaba" derken çok tatlı gülümsüyordu. Bu güzel gülüşü karşılıksız bırakmak olmazdı. Malum sebepten dolayı eğilmek konusunda zorluk çektiğim için ellerini tutup önce doğum gününü kutladım sonra da yine kendimi Ahmet'in yakın bir arkadaşı olarak tanıttım. Ancak bu sefer bizimki müdahale etmeden duramamış olacak ki kızın kulağına doğru eğilip "Biz arkadaşız masalına inandın mı? Ne zaman böyle söylese bana bir gülme geliyor da" demesin mi? Ahmet ya!

Neyse ki yakınım diye sadece ben duydum. Yani öyle olduğunu umuyorum. Neva da Ahmet'in soruş şeklinden herhalde inanmadım dermiş gibi gülerek başını iki yana salladı. Resmen ayak üstü ikisi tarafından dalgaya alındım. Bu da yetmemiş gibi bir de üstüne kapı açılıp içeriye pat diye Derya Üstündağ hanımefendi girmesin mi? Buna da hazırlıksız yakalandım iyi mi!


mjmjhmhjm.png


Göz göze geldiğimiz an eminim ki onun da gözünün önünden bugüne kadar ki karşı karşıya gelişlerimiz geçmeye başladı. Bizim aramızdaki yüksek gerilim hattı tanıtım gecesinde kurulmuştu. O günü düşünüyorum da galiba ben Meral'in muazzam sunumu sebebiyle etkilenip içten içe o gün Ahmet'i gözüme kestirmişim ve bu cilveli hatunu da yanında ona karşı pek bir ilgili görünce farkında olmadan bilenmişim.

Tabii üstüne Atahanların yüzüne gülüp arkalarından da iş çevirdiğini öğrenmem ve o gece Meral'in üzerine gittiğini görüp kendisine laf çarparak şampanya banyosu yaptırmam da karşılıklı olarak kılıçları çekmemize neden olmuştu.

Kılıçlar çekildiğinde bana "Bunu kenara yazdım Eylül Acar! Seninle yeniden karşılaşacağız ve inan bana bu karşılaşma hiç hoşuna gitmeyecek" demişti ki gerçekten de dediğini yaptı ve beni en zayıf anımda Ahmet ile vurdu. Henüz hamile olduğumu kendim bile algılayamamışken Ahmet'in gözlerinin önünde beni kurnazca tebrik edip eline nasıl geçtiğini bile bilemediğim ultrason kağıdımı ortalığa sermişti. Şu an gözlerine bakarken hâlâ o günkü küstahlığını görüyorum.

Sanırım buraya gelmem büyük bir hataydı çünkü o gün içime düşürdüğü ateş hâlâ sönmemiş olacak ki şu an içten içten beni kışkırtmaya çalışıp "Biz onu ne zaman yakıyoruz Eylüüüül Acaaar!" demeye başladı. Bak bu da benim kulağıma çok hoş gelmeye başladı işte.

Elindeki anahtarı çantasına atıp ceketiyle birlikte girişteki portmantoya koyduktan sonra imalı bir tonlamayla "İyi akşamlar" diyerek yanımıza geldi. Benim dışımda herkes iyi akşamlar dilerken o da bir gözü bende olarak Ahmet'i öpüp merhabalaştı sonra da ona fısır fısır bir şeyler söyledi. Şeytan diyor tut kolundan bir düş şu adamın yakasından de çarp duvara! Sakin ol Eylül sakiin ol...

Ahmet takdirimi kazanıp mesafeli bir tavırla "Neva için buradayım. Ona geçen seneden bir sözüm vardı ve Eylül'de ricamı kırmayıp bu sözümü yerine getirebilmem için bana eşlik etti" dediğine göre ona fısır fısır burada olmamıza şaşırdığını belirten bir şey demiş olmalı. Ooops! Bayan Sağ Kol annesini öptü babasını öptü şimdide bana doğru yaklaşmaya başladı.

Önümde tüm iticiliğiyle durup "Seni yeniden görmek ne hoş Eylül Acar" dedikten sonra saniyelik bir şekilde karnıma bakıp kinaye içerdiğini düşündüğüm bir ses tonuyla da "Bebek nasıl? Umarım ikinizin de sağlığı iyidir. Son görüşmemizde biraz gergindin çünkü" dedi. Beni kışkırtıp üzerine gitmemi ve bu doğum günü ortamını bozmamı istiyor ama zor olsa da düşmeyeceğim tuzağına Üstündağ!

Gözlerine her ne yapmak istiyorsa bunu yapmayı başaramayacağını belli edercesine dik dik bakıp "Haklısın galiba. O gün gerçekten de kötü bir gün geçiriyordum" dedikten sonra huzursuz bir halde müdahale edeceği anı gözleyen Ahmet'e "Relax doktor!" der gibi bir bakış atıp tebessüm ettim. Rahatladı mı bilmem ama hemen ardından da Üstündağ'a geri dönüp "Ama neyse ki insana yaşadığı kötü günleri kalbinin iyiliğiyle unutturmayı başaran Ahmet gibi biri var hayatımda" dediğimde bariz bir şekilde bozuldu. Ama dur daha bitmedi. O kadar kolay bitirmem ben bu işi.

Ahmet konuşmanın nerelere uzanabileceğini bilmediğinden telaşlanıp "Otursak mı acaba? Ayakta kaldık" derken ben de o sırada fırsatı değerlendirip Derya hanımefendiye sessizce "Adam sihirbaz gibi biliyor musun? Bir parmak şıklatmasıyla hooop! Seni cehennem gibi bir hayatın içinden çıkarıp cennet gibi bir hayatın tam ortasına bırakıveriyor. Görüyor musun bak yine kendime ne kadar şanslı olduğumu sana da ne kadar bahtsız biri olduğunu hatırlatıverdim" dediğimde kadın fıtık oldu. Gözleri şu an öfke püskürüyor resmen. Neyse laf altında kalmayıp haddimizi de bildirdiğimize göre oturuyor muyduk ne yapıyorduk?

Bana nefretle baksa da kardeşi bizi izlerken bir şey diyemedi ve telefonunu şarja takma bahanesiyle içeriye gitti. Şimdi cevap veremedi ya kesin içeride sinirden tepinecek sonra da cool bir tavır takınıp yanımıza dönerek kasım kasım kasılacak. Her neyse! O gider gitmez biz de koltuklara geçip oturduk. Benim üzerime bir rahatlık çökmüştü ama Ahmet pek benim kadar rahat gözükmüyordu.

Neva ve babası kendi aralarında konuşup Nehra Hanım'da pastayı hazırlamaya gidince bu sefer de Ahmet meraklı bir tavırla bana doğru sokulup "Korkutuyorsun beni Eylül! Derya'ya ne dedin öyle fısır fısır?" diye sordu. İki kadının arasına herhangi bir sebepten ötürü girmemen gerektiğini bir öğrenemedin be doktor!

"Önemli bir şey değil. Sadece kendisine saçlarının ne kadar güzel ve sağlıklı gözüktüğünden bahsettim"

"Eylül!"

"Tamam tamam! Bir de insanın ne kadar sağlam olduğunu test etmek için şöyle bir eline dolayıp duvardan duvara çarpası geliyor dedim"

"Demedim de! Demiş olma ihtimalin var çünkü"

"Korkma ya! Kadın kadına ayak üstü latifeleştik biraz. Özlemişiz de biliyor musun? İyi geldi yani bir de elimde bir bardak su olsaydı on numara beş yıldız bir deja vu yaşar geceyi mükemmel şekilde noktalardık"

"Saçlarıma ak düşüreceksin Eylül"

"Aaa! Bak sana kır saç efsane yakışır hatta beni bir kez daha fena halde aşık edebilirsin kendine"

"Bittim ben değil mi? Hep böyle kontrol edilemez biri olacaksın"

"Sen istedin be doktor! Kim dedi sana benimle olan hayatın çok kolay geçeceğini?"

Gözlerime bitik bir halde bakarken bu son dediğimle birlikte yüzüne harika bir gülüş yerleşti. Bakışlarından anladığım kadarıyla bu konuda herhangi bir pişmanlığı yok. Güzel! Ben de öyle düşünmüştüm zaten.

Biz konuşurken Nehra Hanım çok oturamayacağımızı bildiğinden herhalde elinde mumları ışıl ışıl parlayan pastayla içeriye girdi. Ahmet'in yardımıyla oturduğum yerden kalkıp onunla birlikte herkes gibi masanın başına geçtik. Tüm gözler doğal olarak mutlu bir halde Neva'ya kilitlendi. Tebrik seremonisine geçmek için dileğini dileyip mumları üflemesini bekliyoruz ama pastadaki mumlara olan dalgın bakışları sanki dileyeceğim bir dileğim yok der gibiydi.

Hâl böyle olunca gözlerim tepkileri kontrol etmek için anında teftişe çıktı. Anne ve babası endişeyle karışık heyecanla dileğini dilesin diye kızlarının gözünün içine bakıyor bizim nemrut suratlı bildiğimiz Bayan Sağ Kol'da sandalyeyi sıkıca tutarken bir yandan da dudağını kemirip üzgün bir halde kardeşini izliyordu. Tuhaf... Bu dokunsalar ağlarım ama güçlü durmalıyım bakışlarına ilk defa şahit oluyorum. Şu kadını zerre kadar sevmem ama üçünün de Neva'ya olan bakışları resmen içime oturdu. Bu içe oturuş çeneme hâkim olmama da imkan tanımadı ve belki de haddime değil ama "Bir değişiklik yapıp senin yerine bizler sana birer dilek dileyelim mi? " deyiverdim.

Herkes bana bakıyor farkındayım ama ben o an Neva'yı daha çok önemsediğim için tamamen ona odaklandım. Gözlerime düşünür gibi birkaç saniye bakıp sonra da dediğimi onaylar bir şekilde başını sallayınca gülümsedim ve açılış amaçlı ilk dileğini dileyerek "Bu mumları söndürdüğün andan itibaren içinde bir daha asla sönmeyecek bir ışık yansın ve bu ışıkta hayatın önüne serdiği tüm güzelliklerin farkına varabilmen için ömrün boyunca yolunu aydınlatsın" dedim. Gözleri nemlense de yine de o güzel gülüşü ortaya çıktı. Ben de ona gülümseyip hemen ardından da bu dahiyane fikrimde tek kalarak rezil olmayayım diye Ahmet'i devam et dercesine dirseğimle dürttüm. Sonra da Ahmet bir dilek diledi hemen ardından da anne ve babası...

Ama bizim ağzı iyi laf yapan doktor beyin dileğini de sevdim. Gerçi tarzımdan ilham aldığı ayan beyan ortadaydı ama günün anlam ve ehemmiyetine saygı gösterip biz bir elmanın iki yarısıyız ondan öyle oldu herhalde diyerek kendisine bu benzeşmeyle alakalı herhangi bir ima yapmadan konuyu kapatacağım. Ne mi dedi? Neva'nın yanına "Bu mumları söndürdüğün andan itibaren kulağına ömrün boyunca hatırlayıp gülümseyeceğin bir melodi yerleşsin" diyerek gitti ve elini tutup onu tekerlekli sandalyesiyle birlikte kuğu gibi zarif görünmesini sağlayarak bir tur döndürdükten sonra da sözünü elini öperek tamamlayıp "Ve bu melodi onu her duyduğunda seni dünyanın en mutlu insanıymışsın gibi hissettirip içindeki dans etme aşkını da yeniden alevlendirsin" dedi. Cansın doktor!

Yanıma geldiğinde Ahmet'e sordum da Neva küçükken bale yapıyormuş ve en büyük hayali de büyüdüğünde çocuklara dans hocalığı yapmakmış çünkü hem dans etmeyi hem de o dönem ki hocasını çok severmiş. Ahmet bunları ailesinden öğrenmiş tabii. Şu dans etme sözü de ona yürüme konusunda biraz itici güç olsun diye verilmiş yani. Neden bilmiyorum ama onun bir gün yürüyeceğini kalben hissediyorum ve bu yüzden de karamsar bir havaya kapılmıyorum. Umarım hislerimde yanılmam.

Buraya kadar her şey yolundaydı. Ancak herkes dileğini ilettikten sonra tam sıra ablasına gelmişti ki hiçbirimizin beklemediği tatsız bir durum yaşandı. Derya'ya ismiyle hitap edip lakaplarını şimdilik bir kenara bırakacağım çünkü karşımdaki o bile olsa bir insan olarak haline gerçekten üzüldüm.

Derya sona kalmıştı ve tedirgin bir tavırla kardeşi için dileğini söylemeye hazırlanıyordu. Bizler de bunu fark edip dikkatimizi ona vermiştik. Ama Neva onun ağzını bile açmasına izin vermeden bir anda ablasını yok sayıp pastanın üzerindeki mumları üfleyiverdi. Böyle yapınca da salonda sessizlik yaşandı. Bakışlarımı Derya'nın üzerinden çektim çünkü o an göz göze gelmemiz ona kendisini muhtemelen çok daha kötü hissettirecekti. Benim acısını üzüntüsünü ya da kırgınlıklarını aramızdaki meseleye dahil edip onu onların üzerinden vurmak gibi bir niyetim yok. Yaşanan şey yeteri kadar üzücü zaten bir de üstüne marifetmiş gibi tüy dikmenin bir manası yok.

Herkes ortamdaki soğukluğu hissetti ama bir şey yapamadı. Sadece Nehra Hanım pastayı apar topar tabaklara bölüştürüp bizlere ikram etti. Ahmet ile göz göze geldiğimde içimden de keşke böyle bir şey yaşanmasaydı diye geçiriyordum. Neva'nın ablası ben olsaydım ve az önce yaptığı şeyi bana yapmış olsaydı canım çok yanar kendimi hiç hissetmediğim kadar da kötü hissederdim. Aralarında her ne varsa umarım bunu en kısa zamanda aşarlar.

Ahmet Neva'yı bizler de tabakları alıp yerlerimize geri dönerken benim telefonum çalmaya başladı. Annem arıyordu. Bugün konuşamadık merak etti tabii. Elimde telefonla nerede konuşsam acaba diye bakınırken Neva odasında konuşabileceğimi söyleyince tarif ettiği odaya girip telefonu açtım. Annemle konuşurken odaya da istemdışı şöyle bir göz attım. Kasvetli olmayan tam bir genç kız odasıydı. Çalışma masasındaki rengarenk eşyalara duvardaki fotoğraflara ve mantar panosundaki notlarına bakarken gülümsemeden edemedim.

"Emin değilim ama çok kalmayacağız diye biliyorum anne"

"Tamam canım Ahmet yanındaysa sorun yok zaten. Ben sadece iyi misin onu merak ettim"

"İyiyim hiçbir sorun yok. Yarın da Nezaket teyzelere kahvaltıya gideceğiz. Sonra ne yaparız bilmiyorum"

"Çok selam söyle. Öpüyorum seni kendine iyi bak çok da yorulma"

"Merak etme. Öpüyorum anne sen de kendine iyi bak"

Annemle olan konuşmam sona ererken Yiğit'ten gelen tekmeyi hissedip karnımı tuttum. Tam o anda da Neva odasının kapısından bakıp "İyi misin Eylül abla?" dedi. İyiyimdir herhalde. Ona bakıp kısacık bir an durduktan sonra her ne kadar söylemesi tuhaf hissettirse de "Az önce oğlum tarafından okkalı bir tekme yedim. Bunu neden yaptı bilmem ama ben bu tekmeyi unutmaaam!" dedim. Komik tonlamamdan ötürü gülümseyerek odaya girdi. Tekerlekli sandalyesini yatağının yanına çektiğinde ben de yatağa oturdum.

"Nasıl bir his?"

"Ne?"

"Tekmelemesi ya da hareket etmesi..."

"Bunu normal bir anne adayına sorsan muhtemelen sana çok tatliş cevaplar verebilirdi"

"Nasıl mesela?"

Bu anlarda Ahmet'in odanın önüne geldiğini ve bizi dinlediğini henüz fark edememiştim. Gerçi birazdan Derya'da gelecek ve onu da fark edemeyecektik ya neyse...

Sorusu üzerine Meral'i düşünerek gülümsedim. Onunla yaptığım bir konuşma geldi aklıma. Bu yüzden de "Ahmet'in kardeşinin eşi de bebek bekliyor. Onunla aramızda da benzer bir konuşma geçmişti. Ona "Sana da biraz garip gelmiyor mu?" dediğimde neyin garip gelmediğini sordu. Ben de ona bebeği kastederek "Hani böyle kıpırdıyor falan" demiştim ve o da bana tuhaf tuhaf bakmaya başlayıp "Niye garip gelsin ki? Bence bu çok güzel ve tarifi de imkânsız bir his" dedi. Böyle yüzünde güller sümbüller çeşit çeşit çiçekler falan açıyordu. Sessiz kalıp konu üzerine düşünürken benim nasıl hissettiğimi sordu. Verdiğim cevap içler acısıydı ama yine de tüm samimiyetimle ne hissediyorsam onu söylemeye çalışıp "Ne bileyim sanki bir Alien yutmuşum gibi hissediyorum. Her an seni almaya geldim Eylül diyerek elini ağzımdan çıkaracak ve yüzümü avuçlarının arasına alarak içeriye çekmeye çalışacakmış gibi" dedim. Yüzündeki ifadeyi görmen lazımdı" dediğimde ikimiz de gülmeye başladık.

"Ee! O ne dedi? Beklenmedik bir cevap olduğu için epey şaşırmıştır herhalde"

"Hiçbir şey diyemedi çünkü söylediklerim yüzünden midesi bulanınca yanımdan hızla uzaklaşmak zorunda kaldı. Ben de bir daha bu tarz düşüncelerim olursa onları kendime saklamaya karar verdim"

"Hâlâ öyle mi hissediyorsun? Yani Alien yutmuş gibi"

"Pek değil. Sanırım artık Meral'in tarifi imkânsız bir his derken ne demek istediğini daha iyi anlar hale geldim"

"Sevindim. Eylül abla sana özel bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii ki"

"Bebeğin babası..."

"Ahmet değil. Ama keşke o olsaydı. Hayatımda değiştirmek istediğim tek ve belki de en önemli şey bu. Babasıyla anladığım kadarıyla çok ayrı dünyaların insanlarıydık. Şimdi çok uzaklarda ki ailesine iyi olduğunu haber vermesinden başka hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Nerede kimlerle meçhul yani"

"Ama Ahmet ağabeyle dünyalarınız eşleşmişe benziyor. Ben onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Bakışları bile sana bakarken çok farklı"

" Nasıl?"

"Yanında olduğun her saniyeye şükrediyormuş gibi"

"Ben de pek farklı sayılmam. Onu seviyorum ve ayrı da olsak bir arada da olsak sevmeye devam edeceğimi biliyorum. Daha önce hiç kimseyi kaybetmekten bu kadar çok korkmadım. Ailem dışında tabii. Hani paramı alın eşyamı alın oyumu alın buyumu alın ama ona dokunmayın denir ya... Ahmet benim için öyle galiba. Sahip olduğum her şeyi elimden alabilirler ve buna rağmen bana hiçbir şey olmaz hatta vız gelir tırıs gider ama onu alırlarsa tüm sistem çöker. Bebeği öğrendiğimde uzaklaşıp onsuz bir ay geçirdim yani küçük bir tecrübe yaşadım. Her gün biraz daha ölüyordum sanki... Ama o bir ayın sonunda karşıma gelip her şeye rağmen ben varımı bana hissettirdiğinde her şey tersine döndü. Kalbi duran bir hastayı geri döndürmek gibiydi bu. Eğer doğru kişinin eli değiyorsa o kalbe işte o zaman hayatta gerçekten mucizeler olduğuna inanmaya başlıyorsun"

"Bir şey daha sorabilir miyim?"

"Sor bakalım"

"Ablam sizin için sorun oluyor mu? İçeride karşılıklı olarak biraz gerildiniz sanki"

Bunu sormasını gerçekten beklemiyordum. Şaşırdım yalan yok. Ancak ona ablasının yaptıkları hakkında detay vermek istemiyorum. Bu yüzden de sadece "Birbirimize bayıldığımızı söyleyemem" dedim. Sessiz kaldı. Ellerini ovuşturmasını izlerken aklımdan milyon tane şey geçiyordu. Bunları soruya dökmesem büyük ihtimalle çatlardım.

"Ben de sana özel bir soru sorabilir miyim?"

"Sorduğum onca sorudan sonra sorma dersem biraz haksızlık olur sanki"

"İstemezsen cevaplamayabilirsin. Sorun değil yani"

"Dinliyorum"

"Ahmet bana yaşadığın kazadan bahsetti. Küçükken ablanla koşuşurken kazara merdivenden düşmüşsün ama..."

"Öyle mi olmuş?"

Olmamış mı? Bak bunu da söylemesini hiç beklemiyordum işte. Ne düşünmem gerektiğini bilemeden Neva'ya bakarken o da o günü düşünüyor olacak ki sessizliğini koruyordu. Konuyu devam da ettiremedim saçma sapan bir halde kaldım öyle. Sadece bir süre sonra üzüldüğünü hissedince elimi yumru yaptığı ellerinin üzerine koydum. O da bunu yapmamla birlikte "Bile bile yaptı" dedi. Bakışlarını yavaşça bana doğru çevirirken onu duymama rağmen hâlâ söylediği şeyi idrak edemediğimi fark ettim. Bilerek yaptı derken ablasını kastetmiyordur inşallah diyeceğim ama olay ikisinin arasında cereyan ettiği için diyemiyorum.

"Neva ben anlayamadım"

"Ablamın odasındaydık. Kalem ararken çalışma masasında bir kart buldum. Kitaplarının arasına sıkıştırmıştı. Elime alıp bakmamla birlikte sinirlenerek "Bırak onu!" demeye başladı. Ben de kartı ondan kaçırıp gülerek uzaklaştım. Kötü bir niyetim yoktu. İstemediğini bile bile başkasına ait bir notu okumaya da... Oyun oynamak gibi gelmişti bana ama ablam çok kızdı ve bağıra çağıra üstüme geldi. O elimden çekip almaya çalışıyordu ben de vermek istemeyip ondan kaçıyordum. Evin içinde koşuşmaya başladık. Sonra ben merdivenlerin önüne geldim. Her şey bir anda oldu Eylül abla. Hızla gelirken kaydım ve bir ayağım yukarıdaki basamakta diğer ayağım da aşağıdaki basamakta kaldı. Ablamda hemen arkamdaydı. Ona "Tamam dur! Vereceğim" dediğimi hatırlıyorum ama dedim ya her şey çok ani oldu diye. Kızgın halde yanıma gelip bana bağırarak elimdeki kartı hızla çekti ve ben de bunu yapmasıyla dengemi kaybedip aşağıya doğru yuvarlanmaya başladım. Üzerime gelirken düşebileceğimi umursamadığı gibi beni tutmaya da çalışmadı. Tek derdi o kartı almaktı."

Bunları anlatırken gözleri doldu. Ama ben ne hissettim söyleyeyim mi? Sanki kızgınlıktan çok kırgınlığı var gibi. Ve hepimiz biliriz ki bu tarz kırıklıklar epey can yakar. Ben de çok tuhaf bir pozisyonda kaldım. Konunun diğer muhatabı belli olunca insan ister istemez tedirgin oluyor. Neva'nın söylediklerini düşünüyorum olay anını kafamın içinde canlandırıyorum kendimi o nemrut suratlının yerine koyuyorum ama olmuyor. Bir şeyler yerli yerine oturmuyor.

"Neva ben orada değildim bilemem ama çok ani oldu diyorsun. Seni tutamamış olması senin oradan düşmeni istediği anlamına gelmez. Belki de olayın şokuyla dondu kaldı ya da ne bileyim bir şekilde tutamadı. Böyle bir şey olacağını düşünmediği için ne olduğunu algılayamadı belki de"

"Neden o günden sonra bu konu hakkında hiç konuşmadı kimseyi de konuşturmadı peki? Yanıma gelip bilerek yapmadım özür dilerim deseydi o zaman. Açıklasaydı kendini. Ne o gün ne de şimdi karşısına geçip onu suçlamadım. Bir gün olsun senin yüzünden oldu çünkü beni tutmaya bile çalışmadın demedim. Ne olursa olsun gelip sarılsaydı onu geri çevirir miydim sanıyordu? Ama o yürüyemediğimi öğrendiğinde yanımda olmak yerine günden güne uzaklaştı bizden. Önce teyzemlerden gelmez oldu sonra da on sekizine girer girmez İstanbul'da okumak istedi ve oraya yerleşti. Buraya da ara sıra gelip birkaç gün kalarak gidiyor. Onda da akşamdan akşama görüyoruz zaten"

"Bak açık konuşacağım bende yalan yok tamam mı? Ablanı günahım kadar sevmem. Hatta bana yaptıklarından sonra şu hamilelik mevzusu bir geçsin de yaptıklarını burnundan fitil fitil getireyim diye sık sık hayaller kurmuşluğum bile var. Ama buna rağmen onun kardeşine böyle bir şey yapmak isteyeceğine inanmıyorum. Aklından bir an bile geçirmiş olabileceğini de düşünmüyorum. Onun için her şeyi yapmış olabilir her lanet işin başındaki kişi bu Cilveli Köstebek çıkabilir şaşırmayın derim ama bunu diyemem be Neva. Orada dururum çünkü ağzım demeye çalışsa kalbim ikna olmadığı için dedirtmez bunu bana. Hani ben onu hiç suçlamadım dedin ya... Belki de o kendi kendisini suçladığı için senin onu suçlamana gerek bile kalmamıştır. Herkesin olaylara verdiği tepkiler farklı. En basit örnek mesela bizde Ahmet son derece sakin ve soğukkanlıyken ben tam aksine fevri ve kavgacıyımdır. Birimiz yangına suyla gider diğerimiz körükle. Bir başkası nasıl davranır bilmem ama belki de ablan suçlu olduğunu düşündüğü için sessiz kalıp sizden uzaklaşarak kendi cezasını kendisi vermek istemiştir. O da en az senin kadar üzülmüş senin kadar acı çekmiş ama yine de sesini duyuramamıştır. Ben inanıyorum ki bu konuyu benimle konuştuğun gibi onunla da konuşsan ikiniz de birbirinizi anlayıp sünger çekersiniz bu olanlara. Sen Ahmet'in bana karşı olan bakışlarını görmüşsün ben de ablanın sana karşı olan bakışlarını gördüm. Tanıştığımız andan beri Derya Üstündağ'ı ilk defa savunmasız gördüm biliyor musun? Acımasız dediğim kadının sana bakarken gözleri nemleniyor muhtemelen de canı acıyordu"

Neva ağlamamaya çalışırken elini tutuyordum ama tam o anda gözüm kapı yönüne gitti. Nasıl gitmesin ki? Ahmet oradaydı ve dikkatimi çekmek için bana türlü türlü işaretler yapıyordu. Sadece o da değil kulaklarını çın çın çınlattığımız Derya Üstündağ'da tam yanında duruyordu. Aah! Umarım sen hangi cüretle benim aile mevzularıma karışıyorsun deyip ortamı germez. Şu kadını salmayayım üzerime diyorum yine bir şey oluyor çorba oluyoruz iyi mi! Gözlerim tepkilerini ölçmek için onların üzerindeyken Neva da bir anda ablasını kastederek "Onu çok özledim" demesin mi?


dghdffd.gif


Bu dediğini duyar duymaz bakışlarım önce Neva'ya sonra da Ahmet ile Derya'ya gitti. Ahmet beni yanına çağırıyordu. Oturduğum yerden kalkarken de odaya Derya girdi. Tuhaf ötesi bir andı. Ben Ahmet'e o Neva'ya doğru yürürken tam odanın ortasında denk gelmiştik ki aniden kolumu tuttu. Kolumun bu şekilde tutulmasından hoşlanmıyorum ama yan gözle ona baktığımda her ne kadar dik duruşunu bozmasa da gözleri dolmuştu. Buna şaşırmam yetmiyormuş gibi bir de üstüne "Sağ ol" deyince bana mı söylüyor diye tereddüde düşmem kaçınılmaz oldu.

Bakışlarımızla anlaşıp ifademi yumuşattığımda o da kolumdaki elini çekti. Bomboş bir kafayla Ahmet'in yanına gittim. Beni kollarını açarak karşılayıp alnımı öptü ve hemen ardından da sıkıca sardı. Tam o anda da arkamda bir hareketlenme oldu. İkimiz de odaya baktığımızda abla kardeş kendi aralarında konuşarak birbirlerine sarılıyorlardı. Başta buraya gelmem büyük bir hataydı diye düşünmüştüm ama yine yanıldım çünkü buraya gelmeseydim Neva bunları dile getirmeyecek ablası da onu duyamadığı gibi kardeşinin kendisini özlediğini de bilemeyecekti. Yine bir şeyin yaşanması gerekiyorsa bu istesen de istemesen de er ya da geç yaşanacaktır mevzusuna geri dönüş yapıyoruz anlayacağın.

Rahat rahat konuşsunlar diye odanın önünden çekildik. O sırada bizim yerimizi de anne ve babası aldı. Gördükleri sahneden epey etkilendikleri ve bir o kadar da mutlu oldukları hallerinden belli oluyordu. Biz de onlar geri dönene kadar biraz hava almak için balkona çıktık. Sonra hediyemizi verir yavaş yavaş izin isteyip kalkarız herhalde.

Temiz havayı içime çekerken bir yandan da Neva ile yaptığımız konuşmayı ve o konuşmanın sonucunu düşünüyordum. O sırada Ahmet'in "Nefret hisleri beslediğin bir Cilveli Köstebek'i ölümüne savunmak he!" diyerek yanıma geldiğini hissettim. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde sözünü "Bak bu yaptığınla beni gerçekten çok şaşırttın işte" diye devam ettirip noktayı da beni öperek koydu.


uykdsythkytdsy.gif


Bir süredir bunu yapmak için izin almasına ya da tedirginlik yaşamasına gerek olmuyor. Yani eskiden olduğu gibi beni çat diye öptüğünde bir anda parlayıp ona kızmıyorum. Aksine ben de ona tüm kalbimle ve de tüm sevgimle karşılık veriyorum çünkü beni öptüğü an artık umursadığım tek şey o oluyor. Tabii bunu umuma açık bir yerde yapmaya yeltenmediği sürece yoksa bunu yapacağını anlar anlamaz karşısına "Kapalıyız" yazısı çıkıyor. Aynı havaalanında olduğu gibi yani.

"Öyle yaptım değil mi? Of! Ben bir de bu kadından intikam alıp onu sürüm sürüm süründürecek yaptıklarını da burnundan fitil fitil getirecektim iyi mi! Hevesim kursağımda kaldı resmen"

"Sen var ya sen!"

Yakalarını tehditkar bir tavırla tutup tek kaşımı havalandırarak "Ben ne?" dediğimde dudağının kenarında hoş bir gülüş belirdi. Bu gülüşü görünce şirinlik yapma dercesine gözlerine dik dik baktım o da sorumu gözlerini çekici bir tavırla kısarak cevaplayıp "Hasta olarak değil ama kadın olarak tam tipimsin Eylül" dedi. Tersi olmadığıma sevindim doğrusu.

Sonra içeriden sesler gelmeye başladı. Üstündağ ailesi yeniden kenetlenmiş bir haldeydi ve Bayan Sağ Kol'a rağmen itiraf edeyim çok güzel görünüyorlardı. Şu "Seven Kalplere Destek Olma Timi" işleri yakamı bırakmayacak herhalde. Bu beni mutlu ettiği kadar korkutuyor da. Hani herkese bir şekilde faydan dokunur ama zamanı geldiğinde kendi keline sürecek merhemin olmaz ya... İşte bana da böyle olacak diye korkuyorum biraz.

Her neyse! Yanlarına gidip Neva'ya doğum günü hediyesini verdik. Kutudan dans ayakkabıları çıkınca buruk bir tebessümle bir süre elini ayakkabıların üzerinde gezdirdi. Sevdiğini düşünüyorum. Aferin bize! İyi seçim yapmışız. Ayakkabının tekini kutudan çıkarıp ablasına doğru tutarak "Giymeme yardım eder misin?" dediğinde bir müzik sesi duyuldu. Ahmet müzik setine bir CD takmış yanımıza geri dönüyordu.

Neva'nın ayakkabısını giymesini beklerken Ahmet ile bakışıyorduk. Giyim işi bitince de bana sessizce "İzninle" deyip onayımı alır almaz da Neva'nın önüne geçti. Elini uzatıp "Sözümü yerine getirebilmem için bana bu dansı lütfeder misiniz küçük hanım?" dediğinde Neva önce bunu nasıl yapabileceğini bilemedi ama Ahmet kendisine güvenmesini istediğinde elini tuttu.

Ahmet onu tekerlekli sandalyesinden nazikçe kaldırdıktan sonra müziğin ritmine uyarak dansı başlattı. Neva tabii ki de filmlerdeki gibi bir anda mucizevi şekilde yürüyemedi ama en azından ağırlığını mecburiyetten dolayı Ahmet'e verip dans ettiği günleri yeniden hatırlayabildi. Hatırladığını biliyorum çünkü gözlerini kapatıp yüzündeki kocaman gülümsemesiyle çok mutlu görünüyordu.

Ahmet genç bir kıza dans etme sözü verdiğini söylediğinde fıtık olmuştum ama şimdi onları izlerken gözlerimi üzerlerinden ayıramıyorum. Ne tuhaf adam! Bana bir yandan haşarılıklarıyla "Biz seninle nasıl olacağız?" dedirtirken bir yandan da bu tarz ince dokunuşlarıyla tam tersine "Oluruz oluruz! Bir şekilde oldururum ben" dedirtiyor. Ah! Öyle ya da böyle hayat seninle güzel be doktor!

Onları izlerken bilin bakalım ne oldu? Yanıma "Bana hâlâ Cilveli Köstebek dediğini bilmiyordum" diyen yani bu lakabı zamanında bileğinin hakkıyla kazanmış olan Derya Üstündağ geldi.

Ona yan gözle bakarken dudağımı büküp "Ağız alışkanlığı" dedikten sonra önüme dönüp istemsizce sırıtarak "Yakışıyor ama" dedim. O da gülmeye başladı ve hiç ummadığım bir şekilde "Ben de seni ne zaman görsem arkandan çatal dilli diyorum. Aslında hemen ardından bir şey daha diyorum ama şu an ki barış ortamını zedelemek istemediğimden dile getirmesem daha iyi olacağını düşünüyorum" dedi. Yılan diyor değil mi? Çatal dilli yılan... Köstebek ne olacak!


duyhukjdyh.gif


Şaşkın bakışlarım Derya'ya döndüğünde imalı bir tavırla "Ağız alışkanlığı" dedi ve hemen ardından gülüp "Sana da yakışıyor ama... İtiraf et çok ağır ve altından kalkılması güç laflar sarf ediyorsun Eylül Acar" dedi. Birbirimize bakarken karşımdaki kadının kim olduğunu bana neler yaptığını unutmuş gibiydim. Bu hormonlarımın keçileri kaçırmasından dolayı oluyordur herhalde.

Ahmet dans bitip Neva'yı tekerlekli sandalyesine geri oturturken bana da iki arada bir derede işaret attığına göre birazdan izin isteyip kalkacağa benziyoruz.

Derya ile birbirimize dönüp ne diyeceğimizi bilemeden yüzümüze bakarken "Bu barış şeysi yüzünden daha da ileri gidip birlikte alışverişlere ya da çay kahve içmelere gitmek gibi bir şuursuzluk yapmayacağız değil mi? Bu beni biraz aşar da" dediğimde gözlerini devirip "Asla!" dedi. İyi bari bir an elimi verip kolumu mu kaptırıyorum yoksa olduydum.

Ahmet'in anne ve babasıyla vedalaştığını görünce gideceğimizi anlayıp başı yukarı da bir şekilde "Eylül Acar" diyerek elini uzattı. Kısa bir an gözlerim elinde takılı kaldı ama sonra pilavdan dönenin kaşığı kırılsın deyip elini başım aynı onun gibi dik bir halde "Derya Üstündağ" deyip sıktım. Sarılmadığımıza şükretmeliyiz bence. O değil de şu halimize güler misin ağlar mısın? Ben karar veremedim de.

Öyle bir gün geliyor ki aynı bu günkü gibi sana taş atana gül attırıyor bu hayat.

Sırf insanlığını kaybetme...

Kaybettirme diye.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

........::::::::__Yazar Notu__::::::::........

Neva karakterine aslında Son Mektup'ta yer verecektim ama bir türlü gidişat izin vermemişti bu yüzden onu Beni Kalbine Yaz'da gördük ki Eylül ve Ahmet'in Derya ile olan mevzusu yüzünden daha uygun oldu galiba bunu SM'de anlatmam zor olacaktı. Açıkçası bu tatlı kızı küçük bir rolle "Bir Sevda Masalı" adlı hikayeme de alma niyetindeyim (Belki yürür ve o hikayede yer alan çocuklardan birinin dans hocası olur belli mi olur ;) ) Bu yüzden Eylül ile geçmişe dayalı bir bağları da olsun istedim ;) "
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst