- Thread Starter
- #41
39.Bölüm : Kalbimde ilk günkü gibi mi kaldın sanıyorsun?
........::::::::__Ahmet__::::::::........
"Yiğit olacak. Yiğit Acar! Umarım büyüdüğünde babasından aldığı genlere meydan okuyacak kadar güçlü insanların mutluluklarına gölge düşüremeyecek kadar yürekli ve onunla gurur duymamı sağlayacak kadar da adı gibi mert bir adam olur"
Tahmin edileceği üzere hiçbirimiz Eylül'ün böyle bir şey söyleyeceğini düşünmemiştik. Üçümüzün de şaşkınlığı ister istemez suskun kalmamıza neden oldu. Biz bu haldeyken Eylül de söyleyeceğini söyledikten sonra yorum yapmamıza bile fırsat vermeden arkasını dönüp gitti. Bu an benim "Kendine gel Ahmet!" dediğim bir andı çünkü seviyorum dediğim kadının ne halde olduğunu görmeden masada gamsız gamsız oturup geri dönmesini bekleyemezdim. Bu benim gibi meraklı bir adamın tabiatına da aykırı bir şey zaten.
Mutfağa girdiğini görür görmez masadan kalktığım gibi Rüya'yı Mine'ye verip Eylül'ün ardından gittim. İçeriye girdiğimde seri hareketlerle dolapların kapaklarını açıp kapatıyordu. Büyük ihtimalle ne aradığını da bilmiyor çünkü zaten bir şey aramıyor. Sadece ağlamamak ya da konu üzerine düşünmemek için kafasını dağıtmaya çalıştığı açık. En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum.
Yanına doğru gittikten sonra açmaya çalıştığı boş kavanozu elinden alarak tezgaha bıraktım. Benim geldiğimi bilmesine rağmen yüzüme bile bakmadan başını çevirdi ama ona alınmadım. Gardı düştü ve bu da muhtemelen kendisini her anlamda güçsüz hissetmesine neden oldu. Şu an belki de içinden bu haline şahit olmayayım diye salona dönmem için yalvarıyordur ama aynı zamanda gitmeyeceğimi de adı gibi biliyordur.
Bir şey demeden arkasını dönüp bu sefer de çekmeceye yöneldi. Ama bunu yapması fayda etmedi çünkü seri bir şekilde çekmeceyi kapatıp hiçbir şey demeden de ona sıkıca sarıldım. Bunu yaptığım an boğuk bir ses tonuyla "Ağlamayacağım Ahmet boşuna uğraşma" diyerek bana sıkı sıkıya tutundu. Biraz ağlasa içindeki ona acı veren zehri akıtsa iyi gelirdi aslında ama istemiyorsa da onu zorlayacak değilim.
Acı veren zehir kısmına küçük bir sansür uygulayarak bu düşüncemi onunla da paylaştığımda sessiz kaldı. Sarılmayı bırakmaması ve hâlâ güç alır gibi bana tutunması içimde hoş duygular uyanmasına neden olmadı değil. Eskiden olsa böyle durumlarda ortamdan gitmeye meyilli olurdu ama şimdi buna teşebbüs bile etmedi.
Eylül'ün sessizliği beni düşüncelere daldırsa da birkaç saniye sonra "Özür dilerim Ahmet" demesi tüm dikkatimin yeniden ona kaymasına neden oldu. Bunu neden yaptığını anlayamadım. Bu dediğine bir anlam yükleyemediğim için de neden benden özür dilediğini sormakta gecikmedim. Verdiği cevap hem beklemediğim hem de beni bir miktar üzen bir cevap oldu.
"Öğrenmeyi ben istedim. Tesadüf eseri olmadı yani. Son saniyeye kadar dirensem de erkek olup olmadığını öğrenmeyi çok istedim"
Gözlerim nemlenmeye meyillenen gözlerinde gezinirken söyledikleri de zihnimde tekrar tekrar dönüp duruyordu.Bu dediği beni üzdü çünkü böyle bir şey için benden özür dilediğine göre bebeği kabullenememiş gözükmesinde benim de etkili bir payım var. Tüm sebep benim diyemem ama yüzde ellilik bir kısmı kapladığım açık. Daha önceki konuşmalarımızdan birinde kendisini suçlar bir ifadeyle zaten bu ilişkiye benim yüzümden bir hatta iki üç sıfır yenik başladık demişti. İlk zamanlar Meral'e hamileliği yüzünden bana karşı boynunun hep bükük kalacağını söylediğini de duymuştum. Meral onunla böyle düşünmemesine yönelik beni memnun eden bir konuşma yapmıştı diye biliyorum ama nafile olmuş sanırım.
Şimdi daha iyi anlıyorum ki bana karşı olan mahcubiyeti yüzünden bebekle arasına ister istemez set çekiyor. Benim yanımda onunla alakalı iyi bir hisse sahip olmak ya da hislerindeki değişimi bana fark ettirmek istemiyor çünkü bunu yaparsa bana haksızlık edeceğini düşünüyor olmalı. Ama fena halde yanılıyor. Bu konuda yanıldığını ona daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama yine de deneyeceğim.
"Benden böyle bir şey için özür dilemeni istemiyorum"
"Ama ben dilemek istedim"
"Eylül..."
"Masada isim mevzusunu açtığınızda çok huzursuz oldum. Hem öğrenme isteğim için hem de bunu yapıp sonra da sana söylemediğim için... Kendimi senin yerine koymaya çalıştığımda her ne kadar öyle değilmiş gibi davransan da bunun seni içten içe kırabileceğini düşündüm"
"Senin deyiminle hormonların kafayı yedi ya ondan öyle gelmiştir sana"
"Belki de..."
"Kırılmadım Eylül. Aksine bebeğine doğru attığın her adımda mutlu olacağım çünkü hepimiz biliyoruz ki yaşananlar konusunda onun hiçbir suçu yok. Sadece annesi tarafından sevilmeye ve şu an bile olsa bunu hissetmeye ihtiyacı var. Bak inkar etmiyorum bebek haberi beni gerçekten çok sarsmıştı. Bu öyle bir sarsıntıydı ki hayatım boyunca ilk defa kendimi çok ama çok çaresiz hissettim. Ne yapacağımı da bunun altından nasıl kalkacağımı da bilemedim. O kadar korktum ki... Hiçbir şeyden korkmayan ben resmen aklımın yerinden çıktığına şahit oldum. Ama sonra anladım ki beni korkutan da üzen de bebeğin varlığı değil seni sonsuza kadar kaybedebileceğim gerçeğiyle yüz yüze gelmemdi. Sanki biri geldi seni ansızın benden çaldı ve ben hiçbir şey yapamayıp elim kolum bağlı bir halde senin benden alınışını izledim. Selim ile konuşmaya ihtiyacım olduğu için evlerine gittiğimde sıcağı sıcağına Meral ile konuşmuştuk. Belki sana da bahsetmiştir. Bana konu hakkında ne hissettiğimi sorduğunda bile o an ağzımdan çıkan tek şey sana çok aşık olduğumu hissettiğimdi. Öğrendiklerime rağmen hissedip hissedebileceğim tek şey buydu. Bebeğin varlığı bunu değiştirememişti. Ben ne zaman rahatladım biliyor musun? Senin Buğra'ya... Bak o adam demiyorum ismiyle hitap edip Buğra diyorum çünkü onun varlığını da burada olsun ya da olmasın kabul etmek zorundayız. İleride oğlun onunla alakalı bir şey öğrenmek istediğinde babasından o adam diye bahsedemeyiz. Benim rahatladığım an Buğra'ya bir şans vermeyeceğini duyduğum andı Eylül. Onunla sırf bebek uğruna bir araya gelmeyeceğini onu artık sevmediğini ve yanında olmasını istemediğini öğrendiğimde rahatladım. Çaresizliğim de o an son buldu. Eğer bunun aksi olsaydı işte o zaman kırılır o zaman paramparça olurdum. Bir daha izime bile rastlayamazdınız. Yani beni kırabilecek yıkabilecek ya da perişan edebilecek darbe ancak böyle bir güce sahip olursa bunu başarabilirdi. Bebek konusuna gelirsek eğer babasının Buğra olması zerre kadar umurumda değil anlıyor musun beni? Ben o kısmı kendi içimde çoktan aştım. İster inan ister inanma ama ben bugün evlenmeyi kabul etsen bugün bana gelsen ben bu küçük adamın hayatı boyunca tüm sorumluluğunu can-ı gönülden üstüme almaya razıyım. Ben ona sonsuz bir sevgi vermeye razıyım çünkü annesini onu kaybetmeyi göze alamayacak kadar çok seviyorum. Annesine olan sevgim ve bağlılığım da bu küçük adamı hayatımın önemli bir parçası yapmaya yetiyor. Sözlerimin samimiyetimden sakın şüphe etme ve rica ediyorum bebekle ilgili herhangi bir olumlu adımının beni üzebileceğini düşünüp kendini geri çekme çünkü bunu yapman beni daha çok üzüyor"
Konuşmanın başında ağlamayacağım boşuna uğraşma dedi ama ben içimi dökerken kendisini daha fazla kontrol edemeyip bir iki damla gözyaşının yanağından usulca süzülmesine de engel olamadı. O yaşın teninde ilerleyen yolculuğunu takip ederken kalbimde bir sızı hissetmediğimi söyleyemem. Ağlarsa ona iyi gelir diye düşünmüştüm ama bana iyi gelmezmiş bunu da bu vesile ile anlamış oldum. Sevdiğinin gözünden akan bir damla yaş onu bir nebze rahatlatırken seni cayır cayır yakıyormuş meğer. Ama ne gariptir ki yine de o iyi olsun da varsın yanan ben olayım diyor insan.
Gözlerimi üzerinden bir an olsun ayıramazken Eylül de başını çevirip elinin tersiyle bahsi geçen yaşı sildikten sonra sanki hiç ağlamamış gibi yeniden mağrur bir bakışla bana doğru baktı. Bu anlarda aklından ne geçtiğini anlamaya çalışıyordum ama sanki bunu yaptığımı anlamışta "Dur sana yardım edeyim" dermişcesine anlatmaya başladı.
"Hamile olduğumu öğrendiğim an dünya başıma yıkıldı sanki. Hayatımın belki de en kötü dakikalarını yaşarken o an kendimden çok seni düşündüm biliyor musun? Bana ne olacağı umurumda bile değildi. Bitti dedim. Her şey bitti. Sonsuza kadar kaybettim onu. Hem de bunu canını yakarak yaptım. Ama inan en az senin kadar benim de canım yandı. Seninle ilgili şikayet ettiğim etmediğim tüm anılarımız zihnimden bir bir geçerken bir daha seninle aynı karenin içine giremeyebilecek olmamız o kadar ağır geldi ki hangi ara sana bu kadar bağlandım anlayamadım. O gün bana gönderdiğin yaseminleri cam kutusuyla birlikte kırılıp un ufak olmuş bir halde yerde gördüğümde sanki onlar bizmişiz gibi geldi. Sen ve ben... Parçalarımız aynı onlar gibi bir daha hiç bir araya gelemeyecekmiş gibi hissettim"
Konuşurken yanağından süzülen bir diğer laf dinlemez yaşı ondan önce davranıp sildiğimde o da elimi tutup aşağıya indirdi. Ama hâlâ tutmaya devam ediyordu. Bu negatif anlamda olan bir indiriş değildi yani. Ben diğer elini de tutarken parmaklarını benim parmaklarıma kenetleyip konuşmasına devam ederek "İzmit'e geldiğinde sana mesafeli davranıp git desem de biz diye bir şey artık yok desem de aslında kalbimden geçenler bunlar değildi. O bir ayın sonunda seni gördüğüm ilk andan itibaren yanımda kalmanı çok istedim. Ne dersem diyeyim gitme o dağılan parçaları yeniden toparlamayı başarabilelim istedim ama bunu sana söyleyemedim çünkü seni beni neyin beklediğini bilmediğim kaos dolu bir hayatın içine çekmeye hakkım yok gibi geldi. Ama sen ne yaptın ettin o bir daha asla bir araya gelemez dediğim parçaları yeniden toparlamaya başladın. Her şeye rağmen yine de yaptın bunu. Daha önce hiç kimse benim için bu kadar çaba sarf etmemişti. Sana yaşattığım onca şeye rağmen beni hâlâ kalbinde ilk günkü gibi tuttuğun için kendimi o kadar şanslı hissediyorum ki..." deyince hemen araya kaynayıp "Sen kalbimde ilk günkü gibi mi kaldın sanıyorsun? Öyle sanıyorsan yanılıyorsun çünkü tanıtım gecesinde gördüğüm Eylül'e karşı hissettiğim şeyler ile şu an karşımda gördüğüm Eylül'e hissettiğim şeyler arasında dağlar kadar fark var. Farkında olsan da olmasan da her geçen gün daha da derinleşiyorsun içimde" dedim. Yüzünde buruk bir gülümseme belirdi ama sonra an be an o gülümsemenin yüzünden silinişini izledim.
"Bebekle ilgili söylediğin şeyler o kadar sahiydi ki seni dinlerken bir an bile olsun samimiyetin konusunda kuşkuya düşmedim. Dediklerinin havada kalmayacağını onları gerçekten de yapacağını hissediyorum ama ben böyle büyük bir sorumluluğu senin omuzlarına yüklemek istemiyorum. Hiçbir zaman da istemedim bu saatten sonra da isteyecek değilim. O baba müsveddesinin... Yani Buğra'nın varlığını kabul etmek zorunda olduğumuzu söylemiştin. Haklısın. Şimdi çekti gitti aylardır da ortalıkta yok ama hiç beklemediğimiz bir anda geri dönüp oğlunu bahane ederek yeniden hayatımızda kendisine bir yer edinmeye çalışabilir. Hatta onu biraz olsun tanımışsam bunu er ya da geç yapacaktır. Oğlu olduğunu öğrendiği andan itibaren buraya geri dönüp dönmeme konusunda kendisiyle büyük bir çatışmaya girecek ve bu ne zaman olur bilmem ama bir gün onu buraya getiren şey oğlunu görme isteği olacak. Bu isteğe karşı koyamayacak çünkü bir oğlu olması onun en büyük hayaliydi. Anne konusunda hesabı şaştı ama sonuçta hayal hayaldir. Bunu yaparsa yani ansızın döner de yasal anlamda bir hak ararsa ona karşı koyamam. Böyle bir durumda Yiğit ile ilgili karşıma çıkma olasılığı bulunan hiçbir sorunla senin direkt muhatap olmanı istemiyorum sen de beni anlıyor musun? Eğer senin dediğini yaparsak yani Yiğit senin soyadını aldıktan sonra doğarsa ister istemez Buğra ile karşı karşıya kalan da onunla çatışmak zorunda kalan da sen olacaksın. Ben bu noktada sana da karşı koyamayacağımı biliyorum çünkü soyadını vermene izin verdiğim gibi Yiğit üstünde söz hakkın olmasına da otomatikman izin vermiş olacağım. Ben böyle bir şey olmasını istemiyorum Ahmet. Ben bu sürecin nasıl işlediğini Buğra ile Tolga çatışmasında birebir gördüm. İyi niyetini de sevgini de kalben hissediyorum ama emin ol bu başrolünde olmak isteyeceğin bir durum değil. Çok yıpratıcı çok da hırpalayıcı. Hele ki karşındaki muhatap Buğra gibi bir adamsa ekstra zor. Yanımda olman desteğini hissetmem bana elbette ki iyi gelecektir ama daha önce de dediğim gibi Yiğit bir Acar olarak doğacak ve gerekirse onun için elini taşın altına koyan ben olacağım. Bu şekilde daha güçlü ve yaptığım şey konusunda da kendimden daha emin olurum"
Beni geri çevirmesine rağmen bu konuşma sırasında hoşuma giden birkaç detay oldu. Bir kere Eylül'ün bu kadar güçlü bir karakter olması beni en başından beri çok etkiliyor. En savunmasız halinde bile karşısındakini devirecek bir güce sahip sanki. Bunu yapamasa bile en azından karşısındakine bu korkuyu salabilecek bir kadın. Hoşuma giden ikinci detay konuşmaya devam ederken bir yerden sonra oğluna bebek demeyi bırakıp onu sahiplenerek ismiyle hitap etmesi oldu. Bunu bilinçsizce konuşmanın doğal akışı içerisindeyken yaptı. Bu bana güzel bir gelişme gibi geldi. Üçüncü detay ise bizimle alakalıydı. İleride yaşanabilecekler ile ilgili konuşurken sadece kendisini ve oğlunu kast etmedi beni de olaya dahil etti. Sonunda bu küçük adamla birlikte annesinin geçit vermez duvarlarını yıkmaya başladık gibi görünüyor.
"Eylül sana bambaşka bir şey sorabilir miyim?"
"Yapma doktor! Sorma desem sormayacaksın sanki"
"Tamam soruyorum o zaman"
"Dinliyorum"
"Konuşmanın en başında neden erkek olup olmadığını öğrenmek istedim dedin? Erkek olmasının senin için bir anlamı mı var?"
"Var"
Devamını öğrenmek isteyeceğimi bile bile var diyerek kestirip atıyor ya ben ona daha ne diyeyim bilemiyorum. Meraklı adamım ben bunca zamandır öğrenemedi sanki! Aslında düşündükçe de bu kestirip atış içimde bir sıkıntı yaratmıyor değil. Az önce Buğra'nın erkek çocuk hayali kurduğundan bahsetmişti. Bu onu geri döndürebilecek bir şey olduğu için mi öğrenmek istedi acaba? Kız olsaydı içi daha mı rahat edecekti ya da bilmiyorum daha başka bir şey. İyi de ona bu şekilde çalkantılı bir soru sorarsam net mideme yumruğu yer iki saat kıvranırım. Benim bunu kızmayacağı şekilde sormam lazım.
Tedirgin bir halde yüzümü gözümü şekilden şekile sokarak "Benimle paylaşmanı istesem haddimi aşmış mı olurum?" dediğimde neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Nerede duracağına karar veremeyen şaşkın gözlerime bakarken ifadesinin yumuşadığını görünce rahatladım. Ellerimi daha net kavradığı anda söylediği şeyler de tamamen tahminim dışında bir nedeni olduğunu alenen ortaya koydu.
"Annem çarşamba sabahı beni aradığında rüyasında babamı gördüğünden bahsetti. Yanında yüzünü göremediği küçük bir erkek çocuğu varmış. Babam ona ahşabı oyup nasıl şekil verebileceğini gösteriyormuş"
"Güzel bir görüntü"
"Yanındaki çocuğun benimle alakalı olup olmadığı belli değilmiş ama annem öyle hissetmiş. Bana görürsün bak bebek erkek olacak dedi. Bunu duymak bana ne hissettirdi tam olarak çözemedim ama sonrasında bir şekilde öğrenmek istedim işte"
Büyük ihtimalle bahsi geçen çocuğun babasıyla birlikte görülmüş olması etkilenmesine neden olmuş. Hamileliğin verdiği duygusallık eminim ki bu detayı görmezden gelmesine olanak tanımamıştır. Sessizliğin uzadığını fark edince gözümü bir an olsun üzerinden ayırmayıp "Benimle ilgili bir şey söylemiş mi? Yani baban..." diye sordum. Böyle bir soru sorarak şu an etrafımızı yoğun bir şekilde saran o duygusal havanın canına okudum gibi görünüyor ama Eylül karşımda dişlerini sıkarak yüzünü düşürünce bir şey yapmam gerektiğini hissettim.
Sorumun ardından Eylül bir süre yüzüme anlamsızca bakıp sonra da "Söylemiş" deyince gülümseyerek bu defa da "Ne demiş?" diye sordum. Bunu soruyorum ama kafa bulacak benimle hissedebiliyorum. Elini yanağıma koyup tenime tatlı tatlı vuruşlar yaparak "Belma söyle o kaşı gözü oynayan doktor efendiye kızımın etrafında dolanıp durmasın demiş" dediğinde dudağımı büküp gözlerimi kısa kısa "Dememiştir" dedim.
Bana iyi ki böyle kelalaka bir soru sormuşum dedirten o muazzam gülüşünden onu öpmek isterdim ama bakışlarını muzur bir ifadeyle yeniden benim gözlerimle buluşturup "Ama yaşasaydı derdi" deyince teşebbüs bile edemedim. Ne demek yaşasaydı derdi? Bir kere babası yaşasaydı ben elimden geleni ardıma koymaz yine de kendimi ona sevdirirdim. Hatta iddia ediyorum ki babası bana başta kuşkulu bile yaklaşsa bir haftaya kalmaz onunla karşılıklı tavla atma kıvamına bile gelirdik.
Neyse ki sözlerini güzel bir şekilde toparlamayı başardı. Önce tarz anlamında klasikleşmiş sorularından kendisine bir tane gönderip "Peki ben uslu bir kız olup söz dinler miydim? Hemen düşünüyorum bekleyin" dedi sonra da cevabını "Aah! Gerçeği söylemem gerekirse eğer hiç sanmıyorum. Kafamı sıklıkla bozuyorsun ama cidden şeytan tüyün var be doktor! Gıcık olayım derken kendimi aşık olmuş bulmam da bu şeytan tüyünün gücünü alenen ortaya koyuyordur herhalde" diyerek verip yanağıma konan hoş bir buse ile de gönlümü almayı başardı.
"Bir Gürsoy kapı dinlerken asla altına kaçırmaz çirkin şey! Burada sadece minnak teyzen ve ben olduğum için şanslısın yoksa bu rezaletin üstünü kolay kolay kapatamayabilirdik"
Tam sarılmışken kapının önünden gelen fısır fısır sesle birlikte ikimiz de o yöne doğru baktık. Kenan'ın söylediği şeye gülmeden yapamayıp bir yandan da "Kapı dinledikleri için onlara bozuk atmalı mıyız?" diye sorduğumda Eylül kısa bir an dursa da "Bence böyle bir şey yapmayalım çünkü bazen ben de kapı dinliyorum ve o ikisi bunu biliyor. Kendilerini savunurken bunu ortaya dökerlerse mevzuyu çeviremeyiz" diyerek içimi rahatlatan bir yanıt verdi. İçim rahatladı diyorum çünkü bunu zaman zaman ben de yapıyorum. Bence bu kötü niyet içeren bir şey değil. Tamam yapmamak lazım ama insan bazen elinde olmadan kendisini kapının önünde buluveriyor.
Kendimi deşifre etmeden ortaya herkes açısından şahane bir fikir atıp "O halde iki tarafı da sıkıntıya sokmayıp onları duymamış gibi yapalım" dediğimde Eylül de yumruk yaptığı elini iki kez göğsüne vurup "Seninleyim doktor!" diyerek işaret parmağını da bana doğru uzattı. Artissst! Benimlesin tabii Eylül Acar! Başka bir yerde olman için en ufak bir şans bile bırakır mıyım ben sana?
"Harika! Hadi yemeğimizi bitirelim de hediye almak için biraz alışveriş merkezi tozu yutmaya gidelim. Hava da almış oluruz iyi olur"
"Alışveriş merkezi mi? Seni çarşı pazar gezdireceğim doktor! Yok öyle ilk gördüğün mağazadan ruhsuz bir hediye alıp çıkmak"
"Yoldan yeni gelmiş halimle çarşı pazar gezemem"
"Ben yedi buçuk aylık halimle o kundakçının kardeşine hediye almaya gidiyorum ama"
"Eylül şu an beni ikna edemezsin hiç boşuna uğraşma"
"Demek seni ikna edemem. Var mısın iddiaya Atahan?"
"Cesaretine hayran kaldım ama sana şimdiye kadar girdiğim hiçbir iddiayı kaybetmediğimi söylemiştim diye hatırlıyorum"
"Bu iddia "Ahmet Atahan'ın kaybettiği ilk iddia!" olarak tarihe geçecek o zaman"
"Hiç sanmıyorum"
"Öyle mi?"
"Öyle"
"Sana kumru alırım"
"Tamam kabul! Ben ceketimi alayım çıkalım"
"Aa aa! Bu ilk oldu desene"
"Yemekten vurdun sayılmaz"
"Sen öyle san!"
........::::::::__Eylül / 3 Saat Sonra__::::::::........
"Bu ayakkabılar nasıl Ahmet?"
"Beğenmedim"
"Peki Neva bu toz pembe olanı sever mi?"
"Ben sevmedim"
"Sen beğen ya da sen sev diye sormuyorum zaten tanımadığım için Neva sever mi onu öğrenmeye çalışıyorum"
"Sevmez"
"Senin gözüne çarpan herhangi bir şey var mı?"
"Yok"
Verdiği negatif cevaplar yüzünden artık boğazıma kadar dolmuş bulunduğum için daha fazla dayanamayıp derdini öğrenmek için ona doğru döndüm. Beyefendi kollarını kavuşturup duvara yaslanmış suratı beş karış halde tek bir noktaya bakıyordu. Sanırsın arkadaşları sokakta top oynarken tuttum kolundan komşu teyzeye altın gününe getirdim. Tövbe estağfurullah!
Yanına gidip son derece sakin olmaya gayret ederek "Ahmet sen iyi misin? Önce susmak bilmedin şimdi de ne desem ters cevaplar veriyorsun. Ne derdin var söyle sen de kurtul ben de kurtulayım" dediğimde çattığı kaşlarıyla sağına soluna tip tip bakıp "Sıkıldım acıktım susadım yoruldum ihtiyaç molası da vermem lazım. Mis gibi de kumpir koktu. Ne biçim hamilesin Eylül insanın canı biraz olsun çekmez mi?" dedi ve beni an itibarıyla şok etti. Kumpir mumpir kokmuyor ki nereden uydurdu şimdi?
"Şaka yapıyorsun herhalde çünkü daha bir buçuk saat önce kumru yiyip ayran içtin üstüne de İzmir lokması yedin. Ha! Bir de tatlı içini bayınca üzerine boyoz gömdün!"
"Benim metabolizmam hızlı"
"Metabolizmanı andığımız da iyi oldu"
Hayda! Bildiğin yüzü düştü yerlerde sürünüyor. Memnuniyetsizlik havası yayan yüzüne doğru yaklaşıp bana bakmasıyla da "Of! Tamam biraz daha sabret hangi ayakkabıyı alacağımıza karar verelim sonra söz veriyorum sen ne dersen ne istersen onu yapacağız" dediğimde çatık kaşları ortadan kaybolup gülüşü göründü. İster istemez ben de gülümsedim çünkü yüzündeki hoş ifade tepki vermememe olanak tanımadı.
O da bundan mı cesaret aldı bilinmez bileklerimi tutup beni kendisine doğru yaklaştırdıktan sonra kulağıma sokulup "Ne istersem mi?" diye sordu. Hiçbir şey diyemeden başımı ona doğru döndürdüm. Burun buruna durup birbirimize bakarken iyi niyetli olmaya gayret ederek ne kastettiğini anlamaya çalıştım ama yok bir netice çıkmadı. O da yüzüme baka baka "Bana çok tehlikeli bir söz verdin Eylül Acar!" dedikten sonra pıtırcık avlamış çapkın doktor bakışı atarak yanımdan artist artist uzaklaştı. Yalnız burada bahsi geçen pıtırcıkta ben oldum değil mi? Ben bu adamı boğarım he!
........::::::::____::::::::........
Neva'nın hediyesini ve pastasını aldıktan sonra Ahmet beni Nevin ablanın yani Ela'nın teyzesinin evine bırakıp kendisi de hastaneye Tolga'nın yanına gitti. Ela'nın ne durumda olduğunu kendi gözleriyle görüp sonra da Tolga ile birlikte eve geri dönecekler ve akşam için hazırlanıp beni almaya gelecek. En azından şu anki mevcut plan bu.
Nevin abla yaklaşık bir saat önce nöbet değişimi için Ela'nın yanına gittiğinden eve girdiğimde kimse yoktu. Montumu ve çantamı astıktan sonra mutfağa girip kendime bir bardak su alarak kaldığım odaya gittim. İçeriye girer girmez de yatağa oturup sırtımı dayayarak ayaklarımı uzattım ve yorulduğumu da ancak şimdi anlayabildim. Birkaç yudum su içtikten sonra bardağı komodinin üzerine bırakıp telefonun alarmını kurarak biraz uyumak için yatağa uzandım. Gözlerimi kapatmamla uyumam bir oldu sanki.
Ancak uykumun en tatlı yerinde zır zır çalan telefonun sesini duymam büyük bir talihsizlik oldu. Gözlerim kapalı bir halde elimi komodine atıp telefonu aldığımda sesin ondan değil de evin telefonundan geldiğini anlamam da yüzümü ekşitmedi diyemem. Kim kalkıp da içeriye gidecek şimdi? Tabii ki Eylül!
Önemli bir durum olabileceğini düşünüp kendimi yataktan zar zor kaldırdıktan sonra odadan çıkıp salona girdim. Telefonun sesi o an kesilince bir sinirim bozulmadı değil ama tam arkamı dönüp odaya giriyordum ki lanet şey bir kez daha çalmaya başladı. Olmadık biri çıkarsa vay haline diyerekten telefonu açıp "Nevin Öztürk'ün evi ben Eylül nasıl yardımcı olabilirim?" dediğimde ses çıkmadı. Ses çıkmadı ama telefonun diğer ucunda birinin olduğunu anlayabiliyorum. Kısacık bir an bekleyip "Orada mısınız?" diye de sordum ama yine tık yoktu.
Aklımdan da hınzırlık geçmiyor değil. Bu sakın Nevin ablanın bir hayranı falan olmasın. Sonuçta bekar ve gayet hoş bir kadın. Belki de amca bey onun yerine benim sesimi duyunca telefon başında panikleyip teklemiştir. Bunun olabilirliği yüzümde sırıtışa neden olurken son bir kez de "Tamam madem ses çıkarmıyorsunuz o halde ben kapatayım çünkü takdir edersiniz ki tek taraflı konuşunca anlaşma sağlanması mümkün olamıyor" deyip telefonu kapattım ama tam kapatacağım saniyede de karşı tarafın sesini duydum. Tuhaf bir andı. Kim olduğunu bilemesem de garip bir şekilde elimi telefonun üzerinden çekemedim.
Az önceki hınzır halimin yerinde yeller estiğine adım kadar eminim çünkü ne düşüneceğimi bilemeden huzursuz bir halde olduğum yerde kaldım. Aklımdan malum şahsın ismini geçirmek istemesem de ister istemez o olabilir mi hissiyle boğuşur haldeyim. Umarım kulağını çınlattığımız için burayı arayacağı tutmamıştır. Telefonun başında dudağımı kemirerek boş boş bakarken telefon yeniden çalmaya başladı. Sesi duyduğum anda istemsizce telefonun kablosunu çıkarıp geri çekildim. Yalan yok telefonu açmak ve eğer arayan Buğra ise onun sesini duymak istemedim.
Geri geri gidip odaya girdikten sonra da kapıyı kapatarak yatağın ucuna oturdum. Az önce bu kadar değildim ama şu an telefondakinin o olduğuna dair sevimsiz bir hisle çevrelenmiş gibiyim. Yapmasın bunu ne olur! Yeniden çıkmasın ortaya yok olsun hayatımızdan. Ellerimi yatağa dayayarak destek alırken karnıma vuran minik tekme eşliğinde cep telefonum çalmaya başladı. Başımı önce karnıma sonra da komodine doğru çevirip ekrana baktığımda Ahmet'in aradığını gördüm. O anla birlikte hayatla olan bağlantım yeniden sağlandı sanki.
Yerimden kalktıktan sonra telefonu elime aldığım gibi açıp "Evi arayan sen miydin yoksa?" diye sordum. Pür dikkat bir şekilde cevabını beklerken Ahmet'in "Evet iki telefondan da aradım açmayınca da çok merak ettim Eylül" demesiyle biraz rahatladım ama bu rahatlık kısa sürdü çünkü ona "Açtım da sen sesimi dinleyip dinleyip cevap vermeyince kapattım" deyip hemen ardından da "O ben değildim çünkü ben aradığımda açmadın" diye bir cevap alınca huzursuzluğum yeniden geri dönüş yaptı.
"Eylül sen iyi misin?"
"İyiyim"
"Sesin kötü geliyor"
"Uyuyordum da telefon sesiyle aniden uyandım. Ondandır belki"
"Emin misin?"
Yatağa oturup elimi gergin bir halde saçlarımın içinden geçirirken emin olduğumu söyledim ama doğru söyleyip söylemediğime inanamadı herhalde çünkü "Tamam şöyle yapalım. Ben oraya geleyim hazırlanıp öyle çıkarız çünkü benim aklım şu an sende kaldı muhtemelen de görmeden rahat edemeyeceğim. Anlaştık mı?" dedi. Sanki görecekmiş gibi başımı sallayıp anlaştığımızı söylediğimde telefonları kapattık.
Aklımı meşgul etmek için gardolabın önüne geçerek askılar arasında gidip gelmeye başladım ve akşam için giyebileceğim bir elbise seçip yatağın üzerine bıraktım. Of! İşin yoksa şimdi bir de o köstebeğin imalı bakışlarını çek! Ahmet onu sevdiğimden şüphe götürmez bir şekilde emin olabilir çünkü beni o köstebekle aynı ortamda iki saniyeden fazla tutabilecek biri şu an bu dünya üzerinde yok diye düşünüyorum.
Seçtiğim elbiseyi giyip üzerime çekidüzen verdikten sonra odadan çıktım. Gözümde hemen kablosu çıkık telefona gitti. Durup dururken gerildim iyi mi! Pencereye yaklaşıp sokağa bakarken kısa bir süre sonra Ahmet geldi. Onu görür görmez antreye gidip hemen kapının önüne çıktım. O da merdivenleri çıkarken bir yandan da "İyisin değil mi?" diye soruyordu. Yanıma ulaştığında iyi olduğumu söylemek yerine "İyi ki geldin" diyerek boynuna sarıldım. O da şaşırmıştır herhalde ama gerçekten de iyi ki geldi.
"Hadi gel içeriye girelim"
Ceketini çıkarıp asarken ben de su almak için mutfağa girdim. Elimde bardakla çıkıp suyu içe içe gelirken Ahmet'te "Telefonun kablosu çıkmış fark etmemişsin herhalde" diyerek kabloyu yerine takıyordu. Bir şey de diyemedim kaldım öyle. Onu tedirgin bir halde izleyip telefonun yeniden çalmamasını dileyerek salona doğru gittikten sonra koltuğa geçip oturdum. Ahmet'te hemen ardımdan gelip yanıma oturarak sorgular bir ifadeyle bana bakmaya başladı. Halimden bir terslik olduğunu anlamış olmalı.
Gergin oluşumu perdelemek için tebessüm edip "Ela nasıldı?" diye sorduğumda sanki bu perdeleyişi anlamış gibi şefkatle saçımı okşadı ve hemen ardından da "Onu tahmin ettiğimden daha iyi gördüm. Doktoru her şeyin yolunda olduğunu söylüyor ve gördüğüm kadarıyla da başarılı bir tedavi süreci geçiriyor yani içiniz bu konuda kesinlikle rahat olsun. Tolga'yı da ilk defa bu kadar rahatlamış gördüm" dedi. O rahatlamasın da kim rahatlasın be doktor! Bu gözler son birkaç ayda adamın ömründen ömür gidişine şahitlik etti.
"Tolga da seninle birlikte geldi değil mi?"
"Evet birlikte geldik. Ben çıkarken de kızıyla hasret gideriyorlardı"
"Bu da neydi şimdi?"
"Ne neydi?"
"Yüzündeki ifade"
"İçinde kıskançlık barındıran mı?"
"Evet o"
Elini "Ah be!" der gibi dizine vurup "Tamam senden saklamayacağım" deyince oturduğum yerde ona doğru döndüm. Bakalım doktor beyden ne inciler dökülecek. Bakışlarımla onu dikkatle dinlediğimi belli ettiğimde iç çekerek önce "Tolga'nın kızına annesiyle ilgili güzel haberler verişini ve o sırada da oynarken birbirlerine gösterdikleri sevgiyi izleyince biraz kıskanmış olabilirim. Aslında daha çok imrendim demeliyim. Evet bu daha doğru olur" dedi sonra da bana bakıp gözleri parıldayarak sözüne devam etti.
"Çok güzellerdi Eylül. Hele eve ilk girişimiz... Rüya'nın Mine ile sakince oynarken babasını görür görmez bir heyecanlanışı vardı kelimelerle anlatılacak gibi değildi. Tolga'nın kucağına gitmek için ortalığı yıktı sonra da amacına ulaşınca susup babasının omzuna yaslanmış küçücük masum bir prensese dönüştü. Çok şanslı adam ve eminim ki o da bunun farkındadır"
Bunları söylerken dalıp gitti. Onlarda gördüğünü şu an kendisini de içine koyarak hayal ettiğini gözlerindeki ışıl ışıl bakıştan ve yüzündeki gülümsemeden çok net anlayabiliyorum. Heyecanını birebir hissettim ama ona "Ah! Özendin mi sen? Ee! Sen iste ben yaparım sana küçücük bir prenses" diyemeyeceğim için konu üzerine konuşmaya hiç yeltenmedim.
Benim sessiz ve mesafeli kalmam onun da sessizleşmesine neden oldu. Ahmet'i bilmem ama benim gözümün önünden az önce tam da onun hayal ettiğini düşündüğüm şey geçiyor. Şu omzuna konmuş masum prenses detayı yani. Hem de şöyle eteği en tütülüsünden. Yalan yok çok hoş bir görüntü. Tabii bunu ona da söyleyecek değilim.
Yaklaşık bir dakikayı bulan sessizliğimiz Ahmet'in "Çok tatlı olurmuş" demesiyle son buldu. Neden bahsettiğini anlayamadığım için afalladım ama yine de "Ne tatlı olurmuş?" diye sormadan duramadım. Aldığım cevap aydınlanmama pek olanak sağlamadı çünkü Ahmet elimi tutarken bir yandan da soruma "Yaseminler..." diyerek yanıt verdi. Onun gibi ben de ona bakıp kaldım. Ne demek istedi şimdi?
Onu anlamaya çabalayıp gözlerimi gözlerinde mekik dokurcasına gezdirirken "Yaseminler ne alaka?" dediğimde cevap vermeden gülümsedi. İfadesinin üzerimde yarattığı his hoşuma gittiği için ister istemez gülümsedim ama bir yandan da olaya yabancı kalmamın verdiği rahatsızlığı üzerimde taşımıyor değilim. Gerçekten bir şey anlamadım resmen saf anıma denk geldi.
Kendisini baskı altında hissedip aklındakini söylesin diye hiç vakit kaybetmeden gözlerimi kısarak ona dik dik bakmaya başladım tabii. Birkaç saniyeyi bulan bu sıkıştırıcı bakışın ardından da baktım çetin ceviz çıkıyor "Söylemeyecek misin?" deyip üsteledim. Önce uzanıp yanağıma bir öpücük bıraktı sonra da geri çekilmeden söylese de en azından şimdilik söylemeyeceğini belli eden bir cevap verdi.
"Belki bir gün söylerim.
Tabii kaderimizde böyle bir güzelliği yaşamak varsa..."
•●●·٠•●●•٠·˙
Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
Son düzenleme: