Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
etrt.png


39.Bölüm : Kalbimde ilk günkü gibi mi kaldın sanıyorsun?

........::::::::__Ahmet__::::::::........


"Yiğit olacak. Yiğit Acar! Umarım büyüdüğünde babasından aldığı genlere meydan okuyacak kadar güçlü insanların mutluluklarına gölge düşüremeyecek kadar yürekli ve onunla gurur duymamı sağlayacak kadar da adı gibi mert bir adam olur"

Tahmin edileceği üzere hiçbirimiz Eylül'ün böyle bir şey söyleyeceğini düşünmemiştik. Üçümüzün de şaşkınlığı ister istemez suskun kalmamıza neden oldu. Biz bu haldeyken Eylül de söyleyeceğini söyledikten sonra yorum yapmamıza bile fırsat vermeden arkasını dönüp gitti. Bu an benim "Kendine gel Ahmet!" dediğim bir andı çünkü seviyorum dediğim kadının ne halde olduğunu görmeden masada gamsız gamsız oturup geri dönmesini bekleyemezdim. Bu benim gibi meraklı bir adamın tabiatına da aykırı bir şey zaten.

Mutfağa girdiğini görür görmez masadan kalktığım gibi Rüya'yı Mine'ye verip Eylül'ün ardından gittim. İçeriye girdiğimde seri hareketlerle dolapların kapaklarını açıp kapatıyordu. Büyük ihtimalle ne aradığını da bilmiyor çünkü zaten bir şey aramıyor. Sadece ağlamamak ya da konu üzerine düşünmemek için kafasını dağıtmaya çalıştığı açık. En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum.

Yanına doğru gittikten sonra açmaya çalıştığı boş kavanozu elinden alarak tezgaha bıraktım. Benim geldiğimi bilmesine rağmen yüzüme bile bakmadan başını çevirdi ama ona alınmadım. Gardı düştü ve bu da muhtemelen kendisini her anlamda güçsüz hissetmesine neden oldu. Şu an belki de içinden bu haline şahit olmayayım diye salona dönmem için yalvarıyordur ama aynı zamanda gitmeyeceğimi de adı gibi biliyordur.

Bir şey demeden arkasını dönüp bu sefer de çekmeceye yöneldi. Ama bunu yapması fayda etmedi çünkü seri bir şekilde çekmeceyi kapatıp hiçbir şey demeden de ona sıkıca sarıldım. Bunu yaptığım an boğuk bir ses tonuyla "Ağlamayacağım Ahmet boşuna uğraşma" diyerek bana sıkı sıkıya tutundu. Biraz ağlasa içindeki ona acı veren zehri akıtsa iyi gelirdi aslında ama istemiyorsa da onu zorlayacak değilim.

Acı veren zehir kısmına küçük bir sansür uygulayarak bu düşüncemi onunla da paylaştığımda sessiz kaldı. Sarılmayı bırakmaması ve hâlâ güç alır gibi bana tutunması içimde hoş duygular uyanmasına neden olmadı değil. Eskiden olsa böyle durumlarda ortamdan gitmeye meyilli olurdu ama şimdi buna teşebbüs bile etmedi.

Eylül'ün sessizliği beni düşüncelere daldırsa da birkaç saniye sonra "Özür dilerim Ahmet" demesi tüm dikkatimin yeniden ona kaymasına neden oldu. Bunu neden yaptığını anlayamadım. Bu dediğine bir anlam yükleyemediğim için de neden benden özür dilediğini sormakta gecikmedim. Verdiği cevap hem beklemediğim hem de beni bir miktar üzen bir cevap oldu.

"Öğrenmeyi ben istedim. Tesadüf eseri olmadı yani. Son saniyeye kadar dirensem de erkek olup olmadığını öğrenmeyi çok istedim"

Gözlerim nemlenmeye meyillenen gözlerinde gezinirken söyledikleri de zihnimde tekrar tekrar dönüp duruyordu.Bu dediği beni üzdü çünkü böyle bir şey için benden özür dilediğine göre bebeği kabullenememiş gözükmesinde benim de etkili bir payım var. Tüm sebep benim diyemem ama yüzde ellilik bir kısmı kapladığım açık. Daha önceki konuşmalarımızdan birinde kendisini suçlar bir ifadeyle zaten bu ilişkiye benim yüzümden bir hatta iki üç sıfır yenik başladık demişti. İlk zamanlar Meral'e hamileliği yüzünden bana karşı boynunun hep bükük kalacağını söylediğini de duymuştum. Meral onunla böyle düşünmemesine yönelik beni memnun eden bir konuşma yapmıştı diye biliyorum ama nafile olmuş sanırım.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki bana karşı olan mahcubiyeti yüzünden bebekle arasına ister istemez set çekiyor. Benim yanımda onunla alakalı iyi bir hisse sahip olmak ya da hislerindeki değişimi bana fark ettirmek istemiyor çünkü bunu yaparsa bana haksızlık edeceğini düşünüyor olmalı. Ama fena halde yanılıyor. Bu konuda yanıldığını ona daha nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama yine de deneyeceğim.

"Benden böyle bir şey için özür dilemeni istemiyorum"

"Ama ben dilemek istedim"

"Eylül..."

"Masada isim mevzusunu açtığınızda çok huzursuz oldum. Hem öğrenme isteğim için hem de bunu yapıp sonra da sana söylemediğim için... Kendimi senin yerine koymaya çalıştığımda her ne kadar öyle değilmiş gibi davransan da bunun seni içten içe kırabileceğini düşündüm"

"Senin deyiminle hormonların kafayı yedi ya ondan öyle gelmiştir sana"

"Belki de..."

"Kırılmadım Eylül. Aksine bebeğine doğru attığın her adımda mutlu olacağım çünkü hepimiz biliyoruz ki yaşananlar konusunda onun hiçbir suçu yok. Sadece annesi tarafından sevilmeye ve şu an bile olsa bunu hissetmeye ihtiyacı var. Bak inkar etmiyorum bebek haberi beni gerçekten çok sarsmıştı. Bu öyle bir sarsıntıydı ki hayatım boyunca ilk defa kendimi çok ama çok çaresiz hissettim. Ne yapacağımı da bunun altından nasıl kalkacağımı da bilemedim. O kadar korktum ki... Hiçbir şeyden korkmayan ben resmen aklımın yerinden çıktığına şahit oldum. Ama sonra anladım ki beni korkutan da üzen de bebeğin varlığı değil seni sonsuza kadar kaybedebileceğim gerçeğiyle yüz yüze gelmemdi. Sanki biri geldi seni ansızın benden çaldı ve ben hiçbir şey yapamayıp elim kolum bağlı bir halde senin benden alınışını izledim. Selim ile konuşmaya ihtiyacım olduğu için evlerine gittiğimde sıcağı sıcağına Meral ile konuşmuştuk. Belki sana da bahsetmiştir. Bana konu hakkında ne hissettiğimi sorduğunda bile o an ağzımdan çıkan tek şey sana çok aşık olduğumu hissettiğimdi. Öğrendiklerime rağmen hissedip hissedebileceğim tek şey buydu. Bebeğin varlığı bunu değiştirememişti. Ben ne zaman rahatladım biliyor musun? Senin Buğra'ya... Bak o adam demiyorum ismiyle hitap edip Buğra diyorum çünkü onun varlığını da burada olsun ya da olmasın kabul etmek zorundayız. İleride oğlun onunla alakalı bir şey öğrenmek istediğinde babasından o adam diye bahsedemeyiz. Benim rahatladığım an Buğra'ya bir şans vermeyeceğini duyduğum andı Eylül. Onunla sırf bebek uğruna bir araya gelmeyeceğini onu artık sevmediğini ve yanında olmasını istemediğini öğrendiğimde rahatladım. Çaresizliğim de o an son buldu. Eğer bunun aksi olsaydı işte o zaman kırılır o zaman paramparça olurdum. Bir daha izime bile rastlayamazdınız. Yani beni kırabilecek yıkabilecek ya da perişan edebilecek darbe ancak böyle bir güce sahip olursa bunu başarabilirdi. Bebek konusuna gelirsek eğer babasının Buğra olması zerre kadar umurumda değil anlıyor musun beni? Ben o kısmı kendi içimde çoktan aştım. İster inan ister inanma ama ben bugün evlenmeyi kabul etsen bugün bana gelsen ben bu küçük adamın hayatı boyunca tüm sorumluluğunu can-ı gönülden üstüme almaya razıyım. Ben ona sonsuz bir sevgi vermeye razıyım çünkü annesini onu kaybetmeyi göze alamayacak kadar çok seviyorum. Annesine olan sevgim ve bağlılığım da bu küçük adamı hayatımın önemli bir parçası yapmaya yetiyor. Sözlerimin samimiyetimden sakın şüphe etme ve rica ediyorum bebekle ilgili herhangi bir olumlu adımının beni üzebileceğini düşünüp kendini geri çekme çünkü bunu yapman beni daha çok üzüyor"


thytr.gif


Konuşmanın başında ağlamayacağım boşuna uğraşma dedi ama ben içimi dökerken kendisini daha fazla kontrol edemeyip bir iki damla gözyaşının yanağından usulca süzülmesine de engel olamadı. O yaşın teninde ilerleyen yolculuğunu takip ederken kalbimde bir sızı hissetmediğimi söyleyemem. Ağlarsa ona iyi gelir diye düşünmüştüm ama bana iyi gelmezmiş bunu da bu vesile ile anlamış oldum. Sevdiğinin gözünden akan bir damla yaş onu bir nebze rahatlatırken seni cayır cayır yakıyormuş meğer. Ama ne gariptir ki yine de o iyi olsun da varsın yanan ben olayım diyor insan.

Gözlerimi üzerinden bir an olsun ayıramazken Eylül de başını çevirip elinin tersiyle bahsi geçen yaşı sildikten sonra sanki hiç ağlamamış gibi yeniden mağrur bir bakışla bana doğru baktı. Bu anlarda aklından ne geçtiğini anlamaya çalışıyordum ama sanki bunu yaptığımı anlamışta "Dur sana yardım edeyim" dermişcesine anlatmaya başladı.

"Hamile olduğumu öğrendiğim an dünya başıma yıkıldı sanki. Hayatımın belki de en kötü dakikalarını yaşarken o an kendimden çok seni düşündüm biliyor musun? Bana ne olacağı umurumda bile değildi. Bitti dedim. Her şey bitti. Sonsuza kadar kaybettim onu. Hem de bunu canını yakarak yaptım. Ama inan en az senin kadar benim de canım yandı. Seninle ilgili şikayet ettiğim etmediğim tüm anılarımız zihnimden bir bir geçerken bir daha seninle aynı karenin içine giremeyebilecek olmamız o kadar ağır geldi ki hangi ara sana bu kadar bağlandım anlayamadım. O gün bana gönderdiğin yaseminleri cam kutusuyla birlikte kırılıp un ufak olmuş bir halde yerde gördüğümde sanki onlar bizmişiz gibi geldi. Sen ve ben... Parçalarımız aynı onlar gibi bir daha hiç bir araya gelemeyecekmiş gibi hissettim"

Konuşurken yanağından süzülen bir diğer laf dinlemez yaşı ondan önce davranıp sildiğimde o da elimi tutup aşağıya indirdi. Ama hâlâ tutmaya devam ediyordu. Bu negatif anlamda olan bir indiriş değildi yani. Ben diğer elini de tutarken parmaklarını benim parmaklarıma kenetleyip konuşmasına devam ederek "İzmit'e geldiğinde sana mesafeli davranıp git desem de biz diye bir şey artık yok desem de aslında kalbimden geçenler bunlar değildi. O bir ayın sonunda seni gördüğüm ilk andan itibaren yanımda kalmanı çok istedim. Ne dersem diyeyim gitme o dağılan parçaları yeniden toparlamayı başarabilelim istedim ama bunu sana söyleyemedim çünkü seni beni neyin beklediğini bilmediğim kaos dolu bir hayatın içine çekmeye hakkım yok gibi geldi. Ama sen ne yaptın ettin o bir daha asla bir araya gelemez dediğim parçaları yeniden toparlamaya başladın. Her şeye rağmen yine de yaptın bunu. Daha önce hiç kimse benim için bu kadar çaba sarf etmemişti. Sana yaşattığım onca şeye rağmen beni hâlâ kalbinde ilk günkü gibi tuttuğun için kendimi o kadar şanslı hissediyorum ki..." deyince hemen araya kaynayıp "Sen kalbimde ilk günkü gibi mi kaldın sanıyorsun? Öyle sanıyorsan yanılıyorsun çünkü tanıtım gecesinde gördüğüm Eylül'e karşı hissettiğim şeyler ile şu an karşımda gördüğüm Eylül'e hissettiğim şeyler arasında dağlar kadar fark var. Farkında olsan da olmasan da her geçen gün daha da derinleşiyorsun içimde" dedim. Yüzünde buruk bir gülümseme belirdi ama sonra an be an o gülümsemenin yüzünden silinişini izledim.

7u5ew7w3547.jpg


"Bebekle ilgili söylediğin şeyler o kadar sahiydi ki seni dinlerken bir an bile olsun samimiyetin konusunda kuşkuya düşmedim. Dediklerinin havada kalmayacağını onları gerçekten de yapacağını hissediyorum ama ben böyle büyük bir sorumluluğu senin omuzlarına yüklemek istemiyorum. Hiçbir zaman da istemedim bu saatten sonra da isteyecek değilim. O baba müsveddesinin... Yani Buğra'nın varlığını kabul etmek zorunda olduğumuzu söylemiştin. Haklısın. Şimdi çekti gitti aylardır da ortalıkta yok ama hiç beklemediğimiz bir anda geri dönüp oğlunu bahane ederek yeniden hayatımızda kendisine bir yer edinmeye çalışabilir. Hatta onu biraz olsun tanımışsam bunu er ya da geç yapacaktır. Oğlu olduğunu öğrendiği andan itibaren buraya geri dönüp dönmeme konusunda kendisiyle büyük bir çatışmaya girecek ve bu ne zaman olur bilmem ama bir gün onu buraya getiren şey oğlunu görme isteği olacak. Bu isteğe karşı koyamayacak çünkü bir oğlu olması onun en büyük hayaliydi. Anne konusunda hesabı şaştı ama sonuçta hayal hayaldir. Bunu yaparsa yani ansızın döner de yasal anlamda bir hak ararsa ona karşı koyamam. Böyle bir durumda Yiğit ile ilgili karşıma çıkma olasılığı bulunan hiçbir sorunla senin direkt muhatap olmanı istemiyorum sen de beni anlıyor musun? Eğer senin dediğini yaparsak yani Yiğit senin soyadını aldıktan sonra doğarsa ister istemez Buğra ile karşı karşıya kalan da onunla çatışmak zorunda kalan da sen olacaksın. Ben bu noktada sana da karşı koyamayacağımı biliyorum çünkü soyadını vermene izin verdiğim gibi Yiğit üstünde söz hakkın olmasına da otomatikman izin vermiş olacağım. Ben böyle bir şey olmasını istemiyorum Ahmet. Ben bu sürecin nasıl işlediğini Buğra ile Tolga çatışmasında birebir gördüm. İyi niyetini de sevgini de kalben hissediyorum ama emin ol bu başrolünde olmak isteyeceğin bir durum değil. Çok yıpratıcı çok da hırpalayıcı. Hele ki karşındaki muhatap Buğra gibi bir adamsa ekstra zor. Yanımda olman desteğini hissetmem bana elbette ki iyi gelecektir ama daha önce de dediğim gibi Yiğit bir Acar olarak doğacak ve gerekirse onun için elini taşın altına koyan ben olacağım. Bu şekilde daha güçlü ve yaptığım şey konusunda da kendimden daha emin olurum"

Beni geri çevirmesine rağmen bu konuşma sırasında hoşuma giden birkaç detay oldu. Bir kere Eylül'ün bu kadar güçlü bir karakter olması beni en başından beri çok etkiliyor. En savunmasız halinde bile karşısındakini devirecek bir güce sahip sanki. Bunu yapamasa bile en azından karşısındakine bu korkuyu salabilecek bir kadın. Hoşuma giden ikinci detay konuşmaya devam ederken bir yerden sonra oğluna bebek demeyi bırakıp onu sahiplenerek ismiyle hitap etmesi oldu. Bunu bilinçsizce konuşmanın doğal akışı içerisindeyken yaptı. Bu bana güzel bir gelişme gibi geldi. Üçüncü detay ise bizimle alakalıydı. İleride yaşanabilecekler ile ilgili konuşurken sadece kendisini ve oğlunu kast etmedi beni de olaya dahil etti. Sonunda bu küçük adamla birlikte annesinin geçit vermez duvarlarını yıkmaya başladık gibi görünüyor.

"Eylül sana bambaşka bir şey sorabilir miyim?"

"Yapma doktor! Sorma desem sormayacaksın sanki"

"Tamam soruyorum o zaman"

"Dinliyorum"

"Konuşmanın en başında neden erkek olup olmadığını öğrenmek istedim dedin? Erkek olmasının senin için bir anlamı mı var?"

"Var"

Devamını öğrenmek isteyeceğimi bile bile var diyerek kestirip atıyor ya ben ona daha ne diyeyim bilemiyorum. Meraklı adamım ben bunca zamandır öğrenemedi sanki! Aslında düşündükçe de bu kestirip atış içimde bir sıkıntı yaratmıyor değil. Az önce Buğra'nın erkek çocuk hayali kurduğundan bahsetmişti. Bu onu geri döndürebilecek bir şey olduğu için mi öğrenmek istedi acaba? Kız olsaydı içi daha mı rahat edecekti ya da bilmiyorum daha başka bir şey. İyi de ona bu şekilde çalkantılı bir soru sorarsam net mideme yumruğu yer iki saat kıvranırım. Benim bunu kızmayacağı şekilde sormam lazım.

Tedirgin bir halde yüzümü gözümü şekilden şekile sokarak "Benimle paylaşmanı istesem haddimi aşmış mı olurum?" dediğimde neyse ki korktuğum başıma gelmedi. Nerede duracağına karar veremeyen şaşkın gözlerime bakarken ifadesinin yumuşadığını görünce rahatladım. Ellerimi daha net kavradığı anda söylediği şeyler de tamamen tahminim dışında bir nedeni olduğunu alenen ortaya koydu.

"Annem çarşamba sabahı beni aradığında rüyasında babamı gördüğünden bahsetti. Yanında yüzünü göremediği küçük bir erkek çocuğu varmış. Babam ona ahşabı oyup nasıl şekil verebileceğini gösteriyormuş"

"Güzel bir görüntü"

"Yanındaki çocuğun benimle alakalı olup olmadığı belli değilmiş ama annem öyle hissetmiş. Bana görürsün bak bebek erkek olacak dedi. Bunu duymak bana ne hissettirdi tam olarak çözemedim ama sonrasında bir şekilde öğrenmek istedim işte"

Büyük ihtimalle bahsi geçen çocuğun babasıyla birlikte görülmüş olması etkilenmesine neden olmuş. Hamileliğin verdiği duygusallık eminim ki bu detayı görmezden gelmesine olanak tanımamıştır. Sessizliğin uzadığını fark edince gözümü bir an olsun üzerinden ayırmayıp "Benimle ilgili bir şey söylemiş mi? Yani baban..." diye sordum. Böyle bir soru sorarak şu an etrafımızı yoğun bir şekilde saran o duygusal havanın canına okudum gibi görünüyor ama Eylül karşımda dişlerini sıkarak yüzünü düşürünce bir şey yapmam gerektiğini hissettim.

Sorumun ardından Eylül bir süre yüzüme anlamsızca bakıp sonra da "Söylemiş" deyince gülümseyerek bu defa da "Ne demiş?" diye sordum. Bunu soruyorum ama kafa bulacak benimle hissedebiliyorum. Elini yanağıma koyup tenime tatlı tatlı vuruşlar yaparak "Belma söyle o kaşı gözü oynayan doktor efendiye kızımın etrafında dolanıp durmasın demiş" dediğinde dudağımı büküp gözlerimi kısa kısa "Dememiştir" dedim.

Bana iyi ki böyle kelalaka bir soru sormuşum dedirten o muazzam gülüşünden onu öpmek isterdim ama bakışlarını muzur bir ifadeyle yeniden benim gözlerimle buluşturup "Ama yaşasaydı derdi" deyince teşebbüs bile edemedim. Ne demek yaşasaydı derdi? Bir kere babası yaşasaydı ben elimden geleni ardıma koymaz yine de kendimi ona sevdirirdim. Hatta iddia ediyorum ki babası bana başta kuşkulu bile yaklaşsa bir haftaya kalmaz onunla karşılıklı tavla atma kıvamına bile gelirdik.

Neyse ki sözlerini güzel bir şekilde toparlamayı başardı. Önce tarz anlamında klasikleşmiş sorularından kendisine bir tane gönderip "Peki ben uslu bir kız olup söz dinler miydim? Hemen düşünüyorum bekleyin" dedi sonra da cevabını "Aah! Gerçeği söylemem gerekirse eğer hiç sanmıyorum. Kafamı sıklıkla bozuyorsun ama cidden şeytan tüyün var be doktor! Gıcık olayım derken kendimi aşık olmuş bulmam da bu şeytan tüyünün gücünü alenen ortaya koyuyordur herhalde" diyerek verip yanağıma konan hoş bir buse ile de gönlümü almayı başardı.

"Bir Gürsoy kapı dinlerken asla altına kaçırmaz çirkin şey! Burada sadece minnak teyzen ve ben olduğum için şanslısın yoksa bu rezaletin üstünü kolay kolay kapatamayabilirdik"

Tam sarılmışken kapının önünden gelen fısır fısır sesle birlikte ikimiz de o yöne doğru baktık. Kenan'ın söylediği şeye gülmeden yapamayıp bir yandan da "Kapı dinledikleri için onlara bozuk atmalı mıyız?" diye sorduğumda Eylül kısa bir an dursa da "Bence böyle bir şey yapmayalım çünkü bazen ben de kapı dinliyorum ve o ikisi bunu biliyor. Kendilerini savunurken bunu ortaya dökerlerse mevzuyu çeviremeyiz" diyerek içimi rahatlatan bir yanıt verdi. İçim rahatladı diyorum çünkü bunu zaman zaman ben de yapıyorum. Bence bu kötü niyet içeren bir şey değil. Tamam yapmamak lazım ama insan bazen elinde olmadan kendisini kapının önünde buluveriyor.

Kendimi deşifre etmeden ortaya herkes açısından şahane bir fikir atıp "O halde iki tarafı da sıkıntıya sokmayıp onları duymamış gibi yapalım" dediğimde Eylül de yumruk yaptığı elini iki kez göğsüne vurup "Seninleyim doktor!" diyerek işaret parmağını da bana doğru uzattı. Artissst! Benimlesin tabii Eylül Acar! Başka bir yerde olman için en ufak bir şans bile bırakır mıyım ben sana?

"Harika! Hadi yemeğimizi bitirelim de hediye almak için biraz alışveriş merkezi tozu yutmaya gidelim. Hava da almış oluruz iyi olur"

"Alışveriş merkezi mi? Seni çarşı pazar gezdireceğim doktor! Yok öyle ilk gördüğün mağazadan ruhsuz bir hediye alıp çıkmak"

"Yoldan yeni gelmiş halimle çarşı pazar gezemem"

"Ben yedi buçuk aylık halimle o kundakçının kardeşine hediye almaya gidiyorum ama"

"Eylül şu an beni ikna edemezsin hiç boşuna uğraşma"

"Demek seni ikna edemem. Var mısın iddiaya Atahan?"


khguvjk.gif


"Cesaretine hayran kaldım ama sana şimdiye kadar girdiğim hiçbir iddiayı kaybetmediğimi söylemiştim diye hatırlıyorum"

"Bu iddia "Ahmet Atahan'ın kaybettiği ilk iddia!" olarak tarihe geçecek o zaman"

"Hiç sanmıyorum"

"Öyle mi?"

"Öyle"

"Sana kumru alırım"

"Tamam kabul! Ben ceketimi alayım çıkalım"

"Aa aa! Bu ilk oldu desene"

"Yemekten vurdun sayılmaz"

"Sen öyle san!"


........::::::::__Eylül / 3 Saat Sonra__::::::::........

"Bu ayakkabılar nasıl Ahmet?"

"Beğenmedim"

"Peki Neva bu toz pembe olanı sever mi?"

"Ben sevmedim"

"Sen beğen ya da sen sev diye sormuyorum zaten tanımadığım için Neva sever mi onu öğrenmeye çalışıyorum"

"Sevmez"

"Senin gözüne çarpan herhangi bir şey var mı?"

"Yok"

Verdiği negatif cevaplar yüzünden artık boğazıma kadar dolmuş bulunduğum için daha fazla dayanamayıp derdini öğrenmek için ona doğru döndüm. Beyefendi kollarını kavuşturup duvara yaslanmış suratı beş karış halde tek bir noktaya bakıyordu. Sanırsın arkadaşları sokakta top oynarken tuttum kolundan komşu teyzeye altın gününe getirdim. Tövbe estağfurullah!

Yanına gidip son derece sakin olmaya gayret ederek "Ahmet sen iyi misin? Önce susmak bilmedin şimdi de ne desem ters cevaplar veriyorsun. Ne derdin var söyle sen de kurtul ben de kurtulayım" dediğimde çattığı kaşlarıyla sağına soluna tip tip bakıp "Sıkıldım acıktım susadım yoruldum ihtiyaç molası da vermem lazım. Mis gibi de kumpir koktu. Ne biçim hamilesin Eylül insanın canı biraz olsun çekmez mi?" dedi ve beni an itibarıyla şok etti. Kumpir mumpir kokmuyor ki nereden uydurdu şimdi?

"Şaka yapıyorsun herhalde çünkü daha bir buçuk saat önce kumru yiyip ayran içtin üstüne de İzmir lokması yedin. Ha! Bir de tatlı içini bayınca üzerine boyoz gömdün!"

"Benim metabolizmam hızlı"

"Metabolizmanı andığımız da iyi oldu"

Hayda! Bildiğin yüzü düştü yerlerde sürünüyor. Memnuniyetsizlik havası yayan yüzüne doğru yaklaşıp bana bakmasıyla da "Of! Tamam biraz daha sabret hangi ayakkabıyı alacağımıza karar verelim sonra söz veriyorum sen ne dersen ne istersen onu yapacağız" dediğimde çatık kaşları ortadan kaybolup gülüşü göründü. İster istemez ben de gülümsedim çünkü yüzündeki hoş ifade tepki vermememe olanak tanımadı.

O da bundan mı cesaret aldı bilinmez bileklerimi tutup beni kendisine doğru yaklaştırdıktan sonra kulağıma sokulup "Ne istersem mi?" diye sordu. Hiçbir şey diyemeden başımı ona doğru döndürdüm. Burun buruna durup birbirimize bakarken iyi niyetli olmaya gayret ederek ne kastettiğini anlamaya çalıştım ama yok bir netice çıkmadı. O da yüzüme baka baka "Bana çok tehlikeli bir söz verdin Eylül Acar!" dedikten sonra pıtırcık avlamış çapkın doktor bakışı atarak yanımdan artist artist uzaklaştı. Yalnız burada bahsi geçen pıtırcıkta ben oldum değil mi? Ben bu adamı boğarım he!

........::::::::____::::::::........

Neva'nın hediyesini ve pastasını aldıktan sonra Ahmet beni Nevin ablanın yani Ela'nın teyzesinin evine bırakıp kendisi de hastaneye Tolga'nın yanına gitti. Ela'nın ne durumda olduğunu kendi gözleriyle görüp sonra da Tolga ile birlikte eve geri dönecekler ve akşam için hazırlanıp beni almaya gelecek. En azından şu anki mevcut plan bu.

Nevin abla yaklaşık bir saat önce nöbet değişimi için Ela'nın yanına gittiğinden eve girdiğimde kimse yoktu. Montumu ve çantamı astıktan sonra mutfağa girip kendime bir bardak su alarak kaldığım odaya gittim. İçeriye girer girmez de yatağa oturup sırtımı dayayarak ayaklarımı uzattım ve yorulduğumu da ancak şimdi anlayabildim. Birkaç yudum su içtikten sonra bardağı komodinin üzerine bırakıp telefonun alarmını kurarak biraz uyumak için yatağa uzandım. Gözlerimi kapatmamla uyumam bir oldu sanki.

Ancak uykumun en tatlı yerinde zır zır çalan telefonun sesini duymam büyük bir talihsizlik oldu. Gözlerim kapalı bir halde elimi komodine atıp telefonu aldığımda sesin ondan değil de evin telefonundan geldiğini anlamam da yüzümü ekşitmedi diyemem. Kim kalkıp da içeriye gidecek şimdi? Tabii ki Eylül!

Önemli bir durum olabileceğini düşünüp kendimi yataktan zar zor kaldırdıktan sonra odadan çıkıp salona girdim. Telefonun sesi o an kesilince bir sinirim bozulmadı değil ama tam arkamı dönüp odaya giriyordum ki lanet şey bir kez daha çalmaya başladı. Olmadık biri çıkarsa vay haline diyerekten telefonu açıp "Nevin Öztürk'ün evi ben Eylül nasıl yardımcı olabilirim?" dediğimde ses çıkmadı. Ses çıkmadı ama telefonun diğer ucunda birinin olduğunu anlayabiliyorum. Kısacık bir an bekleyip "Orada mısınız?" diye de sordum ama yine tık yoktu.

Aklımdan da hınzırlık geçmiyor değil. Bu sakın Nevin ablanın bir hayranı falan olmasın. Sonuçta bekar ve gayet hoş bir kadın. Belki de amca bey onun yerine benim sesimi duyunca telefon başında panikleyip teklemiştir. Bunun olabilirliği yüzümde sırıtışa neden olurken son bir kez de "Tamam madem ses çıkarmıyorsunuz o halde ben kapatayım çünkü takdir edersiniz ki tek taraflı konuşunca anlaşma sağlanması mümkün olamıyor" deyip telefonu kapattım ama tam kapatacağım saniyede de karşı tarafın sesini duydum. Tuhaf bir andı. Kim olduğunu bilemesem de garip bir şekilde elimi telefonun üzerinden çekemedim.

Az önceki hınzır halimin yerinde yeller estiğine adım kadar eminim çünkü ne düşüneceğimi bilemeden huzursuz bir halde olduğum yerde kaldım. Aklımdan malum şahsın ismini geçirmek istemesem de ister istemez o olabilir mi hissiyle boğuşur haldeyim. Umarım kulağını çınlattığımız için burayı arayacağı tutmamıştır. Telefonun başında dudağımı kemirerek boş boş bakarken telefon yeniden çalmaya başladı. Sesi duyduğum anda istemsizce telefonun kablosunu çıkarıp geri çekildim. Yalan yok telefonu açmak ve eğer arayan Buğra ise onun sesini duymak istemedim.

Geri geri gidip odaya girdikten sonra da kapıyı kapatarak yatağın ucuna oturdum. Az önce bu kadar değildim ama şu an telefondakinin o olduğuna dair sevimsiz bir hisle çevrelenmiş gibiyim. Yapmasın bunu ne olur! Yeniden çıkmasın ortaya yok olsun hayatımızdan. Ellerimi yatağa dayayarak destek alırken karnıma vuran minik tekme eşliğinde cep telefonum çalmaya başladı. Başımı önce karnıma sonra da komodine doğru çevirip ekrana baktığımda Ahmet'in aradığını gördüm. O anla birlikte hayatla olan bağlantım yeniden sağlandı sanki.

Yerimden kalktıktan sonra telefonu elime aldığım gibi açıp "Evi arayan sen miydin yoksa?" diye sordum. Pür dikkat bir şekilde cevabını beklerken Ahmet'in "Evet iki telefondan da aradım açmayınca da çok merak ettim Eylül" demesiyle biraz rahatladım ama bu rahatlık kısa sürdü çünkü ona "Açtım da sen sesimi dinleyip dinleyip cevap vermeyince kapattım" deyip hemen ardından da "O ben değildim çünkü ben aradığımda açmadın" diye bir cevap alınca huzursuzluğum yeniden geri dönüş yaptı.

"Eylül sen iyi misin?"

"İyiyim"

"Sesin kötü geliyor"

"Uyuyordum da telefon sesiyle aniden uyandım. Ondandır belki"

"Emin misin?"

Yatağa oturup elimi gergin bir halde saçlarımın içinden geçirirken emin olduğumu söyledim ama doğru söyleyip söylemediğime inanamadı herhalde çünkü "Tamam şöyle yapalım. Ben oraya geleyim hazırlanıp öyle çıkarız çünkü benim aklım şu an sende kaldı muhtemelen de görmeden rahat edemeyeceğim. Anlaştık mı?" dedi. Sanki görecekmiş gibi başımı sallayıp anlaştığımızı söylediğimde telefonları kapattık.

Aklımı meşgul etmek için gardolabın önüne geçerek askılar arasında gidip gelmeye başladım ve akşam için giyebileceğim bir elbise seçip yatağın üzerine bıraktım. Of! İşin yoksa şimdi bir de o köstebeğin imalı bakışlarını çek! Ahmet onu sevdiğimden şüphe götürmez bir şekilde emin olabilir çünkü beni o köstebekle aynı ortamda iki saniyeden fazla tutabilecek biri şu an bu dünya üzerinde yok diye düşünüyorum.

Seçtiğim elbiseyi giyip üzerime çekidüzen verdikten sonra odadan çıktım. Gözümde hemen kablosu çıkık telefona gitti. Durup dururken gerildim iyi mi! Pencereye yaklaşıp sokağa bakarken kısa bir süre sonra Ahmet geldi. Onu görür görmez antreye gidip hemen kapının önüne çıktım. O da merdivenleri çıkarken bir yandan da "İyisin değil mi?" diye soruyordu. Yanıma ulaştığında iyi olduğumu söylemek yerine "İyi ki geldin" diyerek boynuna sarıldım. O da şaşırmıştır herhalde ama gerçekten de iyi ki geldi.

"Hadi gel içeriye girelim"

Ceketini çıkarıp asarken ben de su almak için mutfağa girdim. Elimde bardakla çıkıp suyu içe içe gelirken Ahmet'te "Telefonun kablosu çıkmış fark etmemişsin herhalde" diyerek kabloyu yerine takıyordu. Bir şey de diyemedim kaldım öyle. Onu tedirgin bir halde izleyip telefonun yeniden çalmamasını dileyerek salona doğru gittikten sonra koltuğa geçip oturdum. Ahmet'te hemen ardımdan gelip yanıma oturarak sorgular bir ifadeyle bana bakmaya başladı. Halimden bir terslik olduğunu anlamış olmalı.

Gergin oluşumu perdelemek için tebessüm edip "Ela nasıldı?" diye sorduğumda sanki bu perdeleyişi anlamış gibi şefkatle saçımı okşadı ve hemen ardından da "Onu tahmin ettiğimden daha iyi gördüm. Doktoru her şeyin yolunda olduğunu söylüyor ve gördüğüm kadarıyla da başarılı bir tedavi süreci geçiriyor yani içiniz bu konuda kesinlikle rahat olsun. Tolga'yı da ilk defa bu kadar rahatlamış gördüm" dedi. O rahatlamasın da kim rahatlasın be doktor! Bu gözler son birkaç ayda adamın ömründen ömür gidişine şahitlik etti.

"Tolga da seninle birlikte geldi değil mi?"

"Evet birlikte geldik. Ben çıkarken de kızıyla hasret gideriyorlardı"

"Bu da neydi şimdi?"

"Ne neydi?"

"Yüzündeki ifade"

"İçinde kıskançlık barındıran mı?"

"Evet o"

Elini "Ah be!" der gibi dizine vurup "Tamam senden saklamayacağım" deyince oturduğum yerde ona doğru döndüm. Bakalım doktor beyden ne inciler dökülecek. Bakışlarımla onu dikkatle dinlediğimi belli ettiğimde iç çekerek önce "Tolga'nın kızına annesiyle ilgili güzel haberler verişini ve o sırada da oynarken birbirlerine gösterdikleri sevgiyi izleyince biraz kıskanmış olabilirim. Aslında daha çok imrendim demeliyim. Evet bu daha doğru olur" dedi sonra da bana bakıp gözleri parıldayarak sözüne devam etti.

"Çok güzellerdi Eylül. Hele eve ilk girişimiz... Rüya'nın Mine ile sakince oynarken babasını görür görmez bir heyecanlanışı vardı kelimelerle anlatılacak gibi değildi. Tolga'nın kucağına gitmek için ortalığı yıktı sonra da amacına ulaşınca susup babasının omzuna yaslanmış küçücük masum bir prensese dönüştü. Çok şanslı adam ve eminim ki o da bunun farkındadır"

Bunları söylerken dalıp gitti. Onlarda gördüğünü şu an kendisini de içine koyarak hayal ettiğini gözlerindeki ışıl ışıl bakıştan ve yüzündeki gülümsemeden çok net anlayabiliyorum. Heyecanını birebir hissettim ama ona "Ah! Özendin mi sen? Ee! Sen iste ben yaparım sana küçücük bir prenses" diyemeyeceğim için konu üzerine konuşmaya hiç yeltenmedim.

Benim sessiz ve mesafeli kalmam onun da sessizleşmesine neden oldu. Ahmet'i bilmem ama benim gözümün önünden az önce tam da onun hayal ettiğini düşündüğüm şey geçiyor. Şu omzuna konmuş masum prenses detayı yani. Hem de şöyle eteği en tütülüsünden. Yalan yok çok hoş bir görüntü. Tabii bunu ona da söyleyecek değilim.

Yaklaşık bir dakikayı bulan sessizliğimiz Ahmet'in "Çok tatlı olurmuş" demesiyle son buldu. Neden bahsettiğini anlayamadığım için afalladım ama yine de "Ne tatlı olurmuş?" diye sormadan duramadım. Aldığım cevap aydınlanmama pek olanak sağlamadı çünkü Ahmet elimi tutarken bir yandan da soruma "Yaseminler..." diyerek yanıt verdi. Onun gibi ben de ona bakıp kaldım. Ne demek istedi şimdi?

Onu anlamaya çabalayıp gözlerimi gözlerinde mekik dokurcasına gezdirirken "Yaseminler ne alaka?" dediğimde cevap vermeden gülümsedi. İfadesinin üzerimde yarattığı his hoşuma gittiği için ister istemez gülümsedim ama bir yandan da olaya yabancı kalmamın verdiği rahatsızlığı üzerimde taşımıyor değilim. Gerçekten bir şey anlamadım resmen saf anıma denk geldi.

Kendisini baskı altında hissedip aklındakini söylesin diye hiç vakit kaybetmeden gözlerimi kısarak ona dik dik bakmaya başladım tabii. Birkaç saniyeyi bulan bu sıkıştırıcı bakışın ardından da baktım çetin ceviz çıkıyor "Söylemeyecek misin?" deyip üsteledim. Önce uzanıp yanağıma bir öpücük bıraktı sonra da geri çekilmeden söylese de en azından şimdilik söylemeyeceğini belli eden bir cevap verdi.


hhjh.png


"Belki bir gün söylerim.
Tabii kaderimizde böyle bir güzelliği yaşamak varsa..."

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
dtfghjhkj.png


40.Bölüm : Gün geliyor sana taş atana gül attırıyor bu hayat

........::::::::__Eylül__::::::::........

Hazır olduğumu haber vermek için odadan çıktığımda Ahmet'i girişteki aynanın önünde üzerine çekidüzen verirken gördüm. Tüm ciddiyeti ile kravatını bağlıyordu. Onu bu halde görünce ne geldiğimi belli edebildim ne de ağzımı açıp tek kelime edebildim. Sadece hissetmeye çalıştım... Yani onunla yaşamanın nasıl bir his uyandırdığını.

Eninde sonunda olacağı da bu çünkü adam aklıma düşeni gerçekleştirmezsem hatırım kalır diyenlerden. Ama şöyle bir şey var ki ben de bir süredir bunu yapabilmesini isteyen taraftayım. Sadece aklına düşeni gerçekleştirmeye çalışırken bir öncesinde benim kafamı attırmamış olması gerekiyor. Ben kendimi biliyorum eğer beni üst seviyede kızdırmış olursa ne kadar istesem de tam tersi hareket edip yoluna itinayla taşları dizer canına okumadan da yolu tahliye etme çalışmalarına başlamam. Huyum kurusun ki keşke kurusa çünkü bana zararı da oluyor ama elden gelen bir şey yok ben de bildiğin domuz inadı var denilen insanlardanım.

Her neyse! Onunla yaşamanın nasıl bir his uyandırdığını düşünürken epey bir dalmışım. Yalan yok hissettiğim şeyler çok güzeldi. Odadan çıkıp onu evde ve aynanın karşısında sanki hastaneye gitmek üzere hazırlanıyormuş gibi görünce hoşuma gitmedi diyemem. Eve bakıyorum kendime bakıyorum ona bakıyorum ve bu halimizi ciddi ciddi sevmeye başlıyorum. Adam adını kalbime yazmakla kalmayıp beynime de kendisini nakış gibi işledi resmen.

Kim derdi ki bir gün onunla ilgili böyle şeyler düşüneceğimi ya da onunla yaşadıklarımızın bizi şu an bulunduğumuz noktaya getireceğini. İnsan hayatta başına gelenlerle ilgili çok da dertlenmemeli ya da isyan etmemeli galiba. Ahmet'in de dediği gibi kaderinden kaçmaya çalışma çünkü onun gücüne asla karşı gelemezsin. Eğer bunun yaşanması gerekiyorsa kii öyle görünüyor. Bu istesen de istemesen de er ya da geç yaşanacak demektir. Demek ki bugüne kadar iyi ya da kötü her ne yaşadıysam tüm bunlar beni ona getirecek şeylerdi yoksa benim annemin yanında İzmit'te olmam gerekirken İstanbul'da ne işim olur değil mi?

Düşünüyorum da... Değdin be doktor! Akıttığım her gözyaşına üzüldüğüm her saniyeye sonuna kadar değdin. Seninle olmak için zor zamanlar atlatmam gerekmişse onlarsız sana ulaşmam zaten imkânsızsa yine gözüm kapalı yaşatırsın bana her şeyi. Yeter ki yan yana olalım seninle başka bir şey isteyeceğim yok bu hayattan.

Düşüncelere dalmışken aynanın kıyısından köşesinden mi göründüm bilmem aniden "Umarım bunca hazırlığın Derya'ya karşısında nasıl bir kadın olduğu hakkında gözdağı vermek için değil sadece bana güzel görünmek içindir" dedi. Daldığım için ne dediğini bile zor anladım ama o bana kalmadan omzunun ucundan çekici olduğunu düşündüğüm bir bakışla bakıp bu sözünü de "Gerçi sen bana her halinle güzel görünüyorsun ama yine de benim için ekstra bir çaba harcıyor olman gururumu fena halde okşayabilirdi" diyerek noktaladı. Gerçek şu ki Ahmet'i izlerken aklımdan geçenler o kadar güzeldi ki ona çemkiresim gelmedi. Yani bu seferlik duygusal anıma denk gelip ucuz atlattın Atahan!

Ses etmeden ağır adımlarla ve sanırım biraz da onu tedirgin ede ede yanına gittim. Ama korkmasın kötü bir şey yapmayacağım. Yanına gelip aynadaki görüntüsüne... Tamam tamam! Yine yalan yok. Aynadaki görüntümüze şöyle bir baktıktan sonra düzgün görünmesine rağmen el atmadan duramadığım kravatını düzeltmiş gibi yaptım.


vaoZgp.gif


Aslında aynadan bakarken üstü başı ne halde diye kontrol etme niyetim yoktu. Bu hiç de dikkatimi çekmedi çünkü o zaten görüntüsüne son derece dikkat eden ve canımı sıkacak kadar da önem veren bir adam. Bu kadar iyi görünmesi canımı sıkıyor çünkü bu yanında kız arkadaşı var demeden ona bakan pıtırcıklarla alakalı kafamda Kenan'ın deyimiyle türlü türlü işkence fikirleri canlanmasına neden oluyor. Neyse! Yani demem o ki eminim bir kusur varsa da benden önce görüp çoktan düzeltmiştir bile.

Ben bunu yaparken sadece bize baktım. Yani aynı karenin içine bir daha asla giremeyeceğimi düşündüğüm bu adamla bir nevi aynı karenin içine girip o olumsuz düşüncemi pozitif bir görüntüyle değiş tokuş yaptım. Bunu da kravatını düzeltme süsü vererek yaptım. Meral bana böyle bir değiş tokuşun ruhen çok işe yaradığını söylemişti ki öyle de oldu galiba.

Bu sırada Ahmet tek kelime bile etmedi ama yaptığım şeyden mutlu olduğu yüzündeki ifadeden alenen belli oluyordu. Elimi sırtına koyup başımı da omzuna yasladığımda o da elini belime sararak saçımı öptü ve hemen ardından da aynaya yansıyan görüntümüze baktı. İkimiz de aynı şeyi yaptığımız için ayna vasıtasıyla göz göze gelince gülümsedik. Neler düşünüyor aklından neler geçiyor bilemem ama ben şu an ona bakarken içimden "İyi ki sensin be doktor" diye geçirip hayatımın son anına kadar da benimle olmasını dilemekle meşgul oluyorum.

Saatin ilerliyor oluşundan mütevellit evde daha fazla oyalanmamamız gerektiğini de düşünüyorum çünkü bir İstanbul kadar olmasa da burası da trafik açısından hiç fena bir yer değil. "Çıkalım mı Ahmet?" dememle birlikte bizim muzur doktor başına gelecekten habersiz bana takılarak "Çıkalım derken... Sen bana çıkma mı teklif ediyorsun? Eski usul aşıkları gibi yani. Bu arada kabul ettiğimi söylemiş miydim? Ben böyle bir teklifi havada kaparım çünkü" demesin mi?

Cevap veremeden yüzüne bakıp kaldım. Bir şey diyemedim çünkü bunu söylemesiyle birlikte benim için bu dünya üzerindeki en ama en saçma sapan şey oldu. Sessiz kalıp gözlerimi bir sağ bir sol yaptırmam da onu telaşlandırmış olmalı ki yüzüme doğru yaklaşarak bir yandan da mecburen şaka yaptığını söyledi. Şaka maka ani gelişen bir durumla işin rengi değişti.

"İyi"

"İyi mi? Eylül ne oldu sancın falan mı var?"

"Yok bir şey"

"Nasıl yok bir şey? Bak söylemezsen bütün gece sana neyin olduğunu sorup dururum çıldırırsın"

Doğru bunu yaparsa net çıldırırım. İyi de şimdi söyleyeceğim gülecek sonra ben de ümüğünü sıkmak zorunda kalıp yine canına kastetmiş olacağım. Of! Yüzüme söyle der gibi baskı yaratarak bakınca söylesem mi söylemesem mi diye düşünüp sonra da gözlerimi kısa kısa bir anda "Muhallebi!" dedim. Heeh! Şimdi de doktor iptal oldu yayına kısa bir ara veriyoruz. Söylemiştim saçma sapan bir şey olduğunu!

"Ne muhallebisi Eylül?"

"Pirinç unlu sütlü şekerli üstü bol tarçınlı kiii ben tarçından nefret ederim ama yine de yiyeceğim. Hay ben bu hamileliğin!"

"Ne?"

"Hep senin yüzünden Ahmet ya!"

" Ne-Ne benim yüzümden?"

"Eski usul aşıkları gibi demedin mi? Eskiler muhallebici de buluşur muhallebi yerlermiş annemlerde öyleymiş yanında da limonata içerlermiş. Madem aşığız üç beş dakika daha bir arada duralım en olmadı şeker komasından hastanelik olur yan yana sedyelere düşeriz demişler demek ki. Bu arada benim muhallebinin yanına bir de limonata söyleyelim. Allah kahretmesin! Limonata da midyeyi çağrıştırdı ama işe bak ki benim midye yemem yasak. Neden? Çünkü hamileyim! Öldüreceğim seni Ahmet!"

Al işte güldü!

Hâlâ gülüyor... Gülmeye de devam edecek gibi görünüyor.

Başlatacak şimdi aşkına da flörtleşmesine de çıkmasına da inmesine de!


uylkduykıdytu.gif


Gözlerimin önünden tuhaf bir şekilde muhallebi kasesi geçerken omzuna vurup "Ne diye aklıma bunları getirecek şeyler söylüyorsun? Kendinde ye diye mahsus yapıyorsun değil mi?" dediğimde gülmeye devam ederek bana sarıldı. Ben bu hallere düşecek insan mıydım ayarındaki söylenmelerim sürerken de ceketlerimizi alıp "Hadi gidelim de bir yerlerden muhallebi bulalım. Arabada yersen gecikmeyiz" dedi. Evden çıkarken limonatayı da hatırlattım çünkü adını anmayınca unuttu gibi geldi.

Sonrası malum... Birkaç kaşık attığım tatlıma ve limonatama beni şaşırtmayarak ortak oldu. Yol boyunca da sürekli benimle uğraşıp durdu ama yine de Meral gibi gecenin bir vakti künefe aşermediğim için kendisini çok şanslı hissettiğini söyledi. Açık yer bulamayınca Selim malzemeleri alıp bir tanıdığına sıfırdan yaptırmak zorunda kalmış çünkü. Tabii bizimkinin bu şansı uzun sürmedi çünkü bana künefe diyerek ham maddesi olan kadayıftan ekmek kadayıfını hatırlatması diline bir süre hâkim olması gerektiğini de ona acı bir şekilde öğretti. Şimdi arasın dursun bakalım. O değil de bu Cilveli Köstebek'e de sanki ona bayılıyormuşuz gibi eli kolu dolu gideceğiz iyi mi!


........::::::::__30 Dakika Sonra__::::::::........

"Biz şu an ciddi ciddi kutlama yapmak için Cilveli Köstebek'in evine geldik değil mi? Bana bunu yaptırdığına gerçekten inanamıyorum"

"Cilveli derken?"

"Ardından köstebek demiştim neden onu değil de cilveli kısmı cımbızladın?"

"Kulağa daha hoş geliyordu"

yfguy.gif


Hiçbir şey söylemeden "Demek istediğimi alevler saçan gözlerimden anla" der gibi baktığımda o güleç ifadesini hiç bozmadan kolunu bana doğru uzattı. Artist! Bunun üzerine gözlerimi devirdim ama yine de elimi koluna dolayıp onunla birlikte yürümeye devam ettim. Çok geçmeden de geldiğimizi söyleyip bakışlarıyla evi işaret etti.
Tuhaf bir şekilde evi sevdim çünkü pencere önü çiçekleri ve kapı üstüne konan hoş geldiniz süsüyle Bayan Sağ Kol'un aksine oldukça sempatik bir havası var. Ama bu gerginliğimi aldı mı? Maalesef almadı.

Hani gelmeye pek gönüllü olmadığınız bir yere mecburen gelir kapıda gergin gergin durarak zili çalmak için doğru anı beklersiniz ya işte ben onu yapamadım çünkü kapının önüne gelir gelmez tam derin nefesimi almıştım ki bizim yedi aylık Atahan bir anda zile basıverdi. Yahu insan önce bir basıyorum diye haber verir değil mi? Bir kere benim içeriye girmeden önce kendimi buna ruhen hazırlamam gerekiyordu. Herkesi kendisi kadar rahat sanıyor herhalde.

Kapı sanki önünde bekliyorlarmış gibi bir anda açılınca bir şey de diyemedim ve Üstündağ ailesinin annesini karşımda bulunca otomatikman gülümsedim. Gülümsedim ama bir yandan da şok oldum çünkü annesi de sima olarak büyük kızının kopyası gibiydi. Huyu benzemiyordur inşallah yoksa onunla da papaz olmamız kaçınılmaz olur. Şu geceyi kazasız belasız çıngarsız atlatayım yarın sabah Nezoş'u ekarte edip Ahmet'in patatesli omletini ellerimle yapmazsam bende Eylül değilim!

"Hoş geldiniz!"

Sarılmalar öpüşmeler derken kendimizi içeride bulduk. Bu yedi buçuk aylık halimi kilo aldım diye yutturamayacağımız için kendimi direkt Ahmet'in yakın bir arkadaşı olarak tanıttım çünkü bebek Ahmet ve ben üçgeni hakkında kafalar karışsın istemedim. Neyse ki Ahmet beni bozmadı. Ciddi ciddi deplasmandayım ve sanırım o da kendimi rahat hissetmem için bu defa dürüstlük yapmaya kalkmadı. Ya da her ne düşündüyse iyi düşündü diyeyim.

Koltuklara geçtiğimizde anneleri Nehra Hanım kızını getirmek için içeriye gitti. Ahmet babalarıyla sohbet ederken benim gözlerim de fıldır fıldır etrafı incelemekle meşguldü. Ev gerçekten çok tatlı. Şık ama yine de evin doğasına uyacak şekilde eski izler taşıyor. Hani şu üzerine kestane konan iç gözünde de börek çörek pişirilen kuzineler vardır ya şu an tam karşımda o duruyor mesela. Etrafta capcanlı çiçekler ve içinde aile fotoğraflarının olduğu vitrinlerden bile var. Bizim Bayan Sağ Kol ile bu ev kafamda hiç birbirine oturmadı. O ne kadar soğuk nemrut sevimsiz bir kadınsa bu ev ve anne babası tam tersine çok sıcaklar. Ben bu kadın en yaşadı da böyle gıcık birine dönüştüye kafam yorarken babası da oturduğu yerden aniden "Derya da çok gecikti. Bir arayayım bakalım" diyerek ayaklandı. Ben de onun ardından direkt Ahmet'e sokulup gözlerim etrafı kolaçan ede ede "Benim de geleceğimi biliyor değil mi?" diye sordum. Yine yüzü gözü şekilden şekle girdi. Altından ne çıkacağı belli olmayan bu ifadelerini sevmiyorum ama ya!

"Derya mı?"

"Söylemedin değil mi? Kadın evine gelip beni salonlarının baş köşesinde oturmuş görünce harakiri yapacak senin yüzünden!"

"Aslında sen hazırlanırken birlikte geleceğimizi haber vermiştim"

"İyi bari... Telefonla mı konuştun?"

"Mesaj attım"

"Ne cevap verdi peki?"

"Aslında mesajımı gördü ama hâlâ bir cevap yazmadı"

"Harika! Neden geciktiği de belli oldu. Kesin çayıma ekeceği etkili bir zehir arıyordur"

Kadının sinirini zıplatmış sonrasını da top benden çıktı dercesine oluruna bırakmış. Ah Ahmet ah! Sendeki rahatlık bende olsa bu dünyadaki en lay lay lom insan ben olurdum. Artık ne saçım beyazlardı ne yüzüm kırışırdı fıstık gibi yaşımı alır salınırdım ortalarda. Gözlerimi dikmiş ona bakarken içeriye tekerlekli sandalyede genç bir kız girdi. Yani Neva. İkimiz de onu görür görmez aynı anda oturduğumuz yerden kalktık.

"Ahmet ağabey gelmişsin!"

Ahmet Neva'ya sıkıca sarılarak ona verdiği sözü tutup şimdide burada olduğunu söylerken ben de kıza bakıp kaldım. O çok genç ve çok da güzel bir kız. Bu halde olması onu gördüğüm anda yüzüme tokat gibi çarptı desem yeridir. Ahmet'in onun hakkında söyledikleri geldi aklıma. Yürüme şansı var ama bu konuda istekli değil demişti. Şu an yanına gidip kollarından tutarak onu sarsmak ve onu bu konuda istekli hale getirmemek için kendimi zor tutuyorum. Eğer huyunu suyunu bildiğim biri olsaydı bunu yapmaktan bir an bile olsun çekinmezdim. Karışmadan duramam çünkü...

"Neva seni Eylül ile tanıştırayım"

Ahmet'in sesiyle Neva'nın üzerinde olan dikkatim ona kaydı. Yanıma geldiklerinde Neva bana "Merhaba" derken çok tatlı gülümsüyordu. Bu güzel gülüşü karşılıksız bırakmak olmazdı. Malum sebepten dolayı eğilmek konusunda zorluk çektiğim için ellerini tutup önce doğum gününü kutladım sonra da yine kendimi Ahmet'in yakın bir arkadaşı olarak tanıttım. Ancak bu sefer bizimki müdahale etmeden duramamış olacak ki kızın kulağına doğru eğilip "Biz arkadaşız masalına inandın mı? Ne zaman böyle söylese bana bir gülme geliyor da" demesin mi? Ahmet ya!

Neyse ki yakınım diye sadece ben duydum. Yani öyle olduğunu umuyorum. Neva da Ahmet'in soruş şeklinden herhalde inanmadım dermiş gibi gülerek başını iki yana salladı. Resmen ayak üstü ikisi tarafından dalgaya alındım. Bu da yetmemiş gibi bir de üstüne kapı açılıp içeriye pat diye Derya Üstündağ hanımefendi girmesin mi? Buna da hazırlıksız yakalandım iyi mi!


mjmjhmhjm.png


Göz göze geldiğimiz an eminim ki onun da gözünün önünden bugüne kadar ki karşı karşıya gelişlerimiz geçmeye başladı. Bizim aramızdaki yüksek gerilim hattı tanıtım gecesinde kurulmuştu. O günü düşünüyorum da galiba ben Meral'in muazzam sunumu sebebiyle etkilenip içten içe o gün Ahmet'i gözüme kestirmişim ve bu cilveli hatunu da yanında ona karşı pek bir ilgili görünce farkında olmadan bilenmişim.

Tabii üstüne Atahanların yüzüne gülüp arkalarından da iş çevirdiğini öğrenmem ve o gece Meral'in üzerine gittiğini görüp kendisine laf çarparak şampanya banyosu yaptırmam da karşılıklı olarak kılıçları çekmemize neden olmuştu.

Kılıçlar çekildiğinde bana "Bunu kenara yazdım Eylül Acar! Seninle yeniden karşılaşacağız ve inan bana bu karşılaşma hiç hoşuna gitmeyecek" demişti ki gerçekten de dediğini yaptı ve beni en zayıf anımda Ahmet ile vurdu. Henüz hamile olduğumu kendim bile algılayamamışken Ahmet'in gözlerinin önünde beni kurnazca tebrik edip eline nasıl geçtiğini bile bilemediğim ultrason kağıdımı ortalığa sermişti. Şu an gözlerine bakarken hâlâ o günkü küstahlığını görüyorum.

Sanırım buraya gelmem büyük bir hataydı çünkü o gün içime düşürdüğü ateş hâlâ sönmemiş olacak ki şu an içten içten beni kışkırtmaya çalışıp "Biz onu ne zaman yakıyoruz Eylüüüül Acaaar!" demeye başladı. Bak bu da benim kulağıma çok hoş gelmeye başladı işte.

Elindeki anahtarı çantasına atıp ceketiyle birlikte girişteki portmantoya koyduktan sonra imalı bir tonlamayla "İyi akşamlar" diyerek yanımıza geldi. Benim dışımda herkes iyi akşamlar dilerken o da bir gözü bende olarak Ahmet'i öpüp merhabalaştı sonra da ona fısır fısır bir şeyler söyledi. Şeytan diyor tut kolundan bir düş şu adamın yakasından de çarp duvara! Sakin ol Eylül sakiin ol...

Ahmet takdirimi kazanıp mesafeli bir tavırla "Neva için buradayım. Ona geçen seneden bir sözüm vardı ve Eylül'de ricamı kırmayıp bu sözümü yerine getirebilmem için bana eşlik etti" dediğine göre ona fısır fısır burada olmamıza şaşırdığını belirten bir şey demiş olmalı. Ooops! Bayan Sağ Kol annesini öptü babasını öptü şimdide bana doğru yaklaşmaya başladı.

Önümde tüm iticiliğiyle durup "Seni yeniden görmek ne hoş Eylül Acar" dedikten sonra saniyelik bir şekilde karnıma bakıp kinaye içerdiğini düşündüğüm bir ses tonuyla da "Bebek nasıl? Umarım ikinizin de sağlığı iyidir. Son görüşmemizde biraz gergindin çünkü" dedi. Beni kışkırtıp üzerine gitmemi ve bu doğum günü ortamını bozmamı istiyor ama zor olsa da düşmeyeceğim tuzağına Üstündağ!

Gözlerine her ne yapmak istiyorsa bunu yapmayı başaramayacağını belli edercesine dik dik bakıp "Haklısın galiba. O gün gerçekten de kötü bir gün geçiriyordum" dedikten sonra huzursuz bir halde müdahale edeceği anı gözleyen Ahmet'e "Relax doktor!" der gibi bir bakış atıp tebessüm ettim. Rahatladı mı bilmem ama hemen ardından da Üstündağ'a geri dönüp "Ama neyse ki insana yaşadığı kötü günleri kalbinin iyiliğiyle unutturmayı başaran Ahmet gibi biri var hayatımda" dediğimde bariz bir şekilde bozuldu. Ama dur daha bitmedi. O kadar kolay bitirmem ben bu işi.

Ahmet konuşmanın nerelere uzanabileceğini bilmediğinden telaşlanıp "Otursak mı acaba? Ayakta kaldık" derken ben de o sırada fırsatı değerlendirip Derya hanımefendiye sessizce "Adam sihirbaz gibi biliyor musun? Bir parmak şıklatmasıyla hooop! Seni cehennem gibi bir hayatın içinden çıkarıp cennet gibi bir hayatın tam ortasına bırakıveriyor. Görüyor musun bak yine kendime ne kadar şanslı olduğumu sana da ne kadar bahtsız biri olduğunu hatırlatıverdim" dediğimde kadın fıtık oldu. Gözleri şu an öfke püskürüyor resmen. Neyse laf altında kalmayıp haddimizi de bildirdiğimize göre oturuyor muyduk ne yapıyorduk?

Bana nefretle baksa da kardeşi bizi izlerken bir şey diyemedi ve telefonunu şarja takma bahanesiyle içeriye gitti. Şimdi cevap veremedi ya kesin içeride sinirden tepinecek sonra da cool bir tavır takınıp yanımıza dönerek kasım kasım kasılacak. Her neyse! O gider gitmez biz de koltuklara geçip oturduk. Benim üzerime bir rahatlık çökmüştü ama Ahmet pek benim kadar rahat gözükmüyordu.

Neva ve babası kendi aralarında konuşup Nehra Hanım'da pastayı hazırlamaya gidince bu sefer de Ahmet meraklı bir tavırla bana doğru sokulup "Korkutuyorsun beni Eylül! Derya'ya ne dedin öyle fısır fısır?" diye sordu. İki kadının arasına herhangi bir sebepten ötürü girmemen gerektiğini bir öğrenemedin be doktor!

"Önemli bir şey değil. Sadece kendisine saçlarının ne kadar güzel ve sağlıklı gözüktüğünden bahsettim"

"Eylül!"

"Tamam tamam! Bir de insanın ne kadar sağlam olduğunu test etmek için şöyle bir eline dolayıp duvardan duvara çarpası geliyor dedim"

"Demedim de! Demiş olma ihtimalin var çünkü"

"Korkma ya! Kadın kadına ayak üstü latifeleştik biraz. Özlemişiz de biliyor musun? İyi geldi yani bir de elimde bir bardak su olsaydı on numara beş yıldız bir deja vu yaşar geceyi mükemmel şekilde noktalardık"

"Saçlarıma ak düşüreceksin Eylül"

"Aaa! Bak sana kır saç efsane yakışır hatta beni bir kez daha fena halde aşık edebilirsin kendine"

"Bittim ben değil mi? Hep böyle kontrol edilemez biri olacaksın"

"Sen istedin be doktor! Kim dedi sana benimle olan hayatın çok kolay geçeceğini?"

Gözlerime bitik bir halde bakarken bu son dediğimle birlikte yüzüne harika bir gülüş yerleşti. Bakışlarından anladığım kadarıyla bu konuda herhangi bir pişmanlığı yok. Güzel! Ben de öyle düşünmüştüm zaten.

Biz konuşurken Nehra Hanım çok oturamayacağımızı bildiğinden herhalde elinde mumları ışıl ışıl parlayan pastayla içeriye girdi. Ahmet'in yardımıyla oturduğum yerden kalkıp onunla birlikte herkes gibi masanın başına geçtik. Tüm gözler doğal olarak mutlu bir halde Neva'ya kilitlendi. Tebrik seremonisine geçmek için dileğini dileyip mumları üflemesini bekliyoruz ama pastadaki mumlara olan dalgın bakışları sanki dileyeceğim bir dileğim yok der gibiydi.

Hâl böyle olunca gözlerim tepkileri kontrol etmek için anında teftişe çıktı. Anne ve babası endişeyle karışık heyecanla dileğini dilesin diye kızlarının gözünün içine bakıyor bizim nemrut suratlı bildiğimiz Bayan Sağ Kol'da sandalyeyi sıkıca tutarken bir yandan da dudağını kemirip üzgün bir halde kardeşini izliyordu. Tuhaf... Bu dokunsalar ağlarım ama güçlü durmalıyım bakışlarına ilk defa şahit oluyorum. Şu kadını zerre kadar sevmem ama üçünün de Neva'ya olan bakışları resmen içime oturdu. Bu içe oturuş çeneme hâkim olmama da imkan tanımadı ve belki de haddime değil ama "Bir değişiklik yapıp senin yerine bizler sana birer dilek dileyelim mi? " deyiverdim.

Herkes bana bakıyor farkındayım ama ben o an Neva'yı daha çok önemsediğim için tamamen ona odaklandım. Gözlerime düşünür gibi birkaç saniye bakıp sonra da dediğimi onaylar bir şekilde başını sallayınca gülümsedim ve açılış amaçlı ilk dileğini dileyerek "Bu mumları söndürdüğün andan itibaren içinde bir daha asla sönmeyecek bir ışık yansın ve bu ışıkta hayatın önüne serdiği tüm güzelliklerin farkına varabilmen için ömrün boyunca yolunu aydınlatsın" dedim. Gözleri nemlense de yine de o güzel gülüşü ortaya çıktı. Ben de ona gülümseyip hemen ardından da bu dahiyane fikrimde tek kalarak rezil olmayayım diye Ahmet'i devam et dercesine dirseğimle dürttüm. Sonra da Ahmet bir dilek diledi hemen ardından da anne ve babası...

Ama bizim ağzı iyi laf yapan doktor beyin dileğini de sevdim. Gerçi tarzımdan ilham aldığı ayan beyan ortadaydı ama günün anlam ve ehemmiyetine saygı gösterip biz bir elmanın iki yarısıyız ondan öyle oldu herhalde diyerek kendisine bu benzeşmeyle alakalı herhangi bir ima yapmadan konuyu kapatacağım. Ne mi dedi? Neva'nın yanına "Bu mumları söndürdüğün andan itibaren kulağına ömrün boyunca hatırlayıp gülümseyeceğin bir melodi yerleşsin" diyerek gitti ve elini tutup onu tekerlekli sandalyesiyle birlikte kuğu gibi zarif görünmesini sağlayarak bir tur döndürdükten sonra da sözünü elini öperek tamamlayıp "Ve bu melodi onu her duyduğunda seni dünyanın en mutlu insanıymışsın gibi hissettirip içindeki dans etme aşkını da yeniden alevlendirsin" dedi. Cansın doktor!

Yanıma geldiğinde Ahmet'e sordum da Neva küçükken bale yapıyormuş ve en büyük hayali de büyüdüğünde çocuklara dans hocalığı yapmakmış çünkü hem dans etmeyi hem de o dönem ki hocasını çok severmiş. Ahmet bunları ailesinden öğrenmiş tabii. Şu dans etme sözü de ona yürüme konusunda biraz itici güç olsun diye verilmiş yani. Neden bilmiyorum ama onun bir gün yürüyeceğini kalben hissediyorum ve bu yüzden de karamsar bir havaya kapılmıyorum. Umarım hislerimde yanılmam.

Buraya kadar her şey yolundaydı. Ancak herkes dileğini ilettikten sonra tam sıra ablasına gelmişti ki hiçbirimizin beklemediği tatsız bir durum yaşandı. Derya'ya ismiyle hitap edip lakaplarını şimdilik bir kenara bırakacağım çünkü karşımdaki o bile olsa bir insan olarak haline gerçekten üzüldüm.

Derya sona kalmıştı ve tedirgin bir tavırla kardeşi için dileğini söylemeye hazırlanıyordu. Bizler de bunu fark edip dikkatimizi ona vermiştik. Ama Neva onun ağzını bile açmasına izin vermeden bir anda ablasını yok sayıp pastanın üzerindeki mumları üfleyiverdi. Böyle yapınca da salonda sessizlik yaşandı. Bakışlarımı Derya'nın üzerinden çektim çünkü o an göz göze gelmemiz ona kendisini muhtemelen çok daha kötü hissettirecekti. Benim acısını üzüntüsünü ya da kırgınlıklarını aramızdaki meseleye dahil edip onu onların üzerinden vurmak gibi bir niyetim yok. Yaşanan şey yeteri kadar üzücü zaten bir de üstüne marifetmiş gibi tüy dikmenin bir manası yok.

Herkes ortamdaki soğukluğu hissetti ama bir şey yapamadı. Sadece Nehra Hanım pastayı apar topar tabaklara bölüştürüp bizlere ikram etti. Ahmet ile göz göze geldiğimde içimden de keşke böyle bir şey yaşanmasaydı diye geçiriyordum. Neva'nın ablası ben olsaydım ve az önce yaptığı şeyi bana yapmış olsaydı canım çok yanar kendimi hiç hissetmediğim kadar da kötü hissederdim. Aralarında her ne varsa umarım bunu en kısa zamanda aşarlar.

Ahmet Neva'yı bizler de tabakları alıp yerlerimize geri dönerken benim telefonum çalmaya başladı. Annem arıyordu. Bugün konuşamadık merak etti tabii. Elimde telefonla nerede konuşsam acaba diye bakınırken Neva odasında konuşabileceğimi söyleyince tarif ettiği odaya girip telefonu açtım. Annemle konuşurken odaya da istemdışı şöyle bir göz attım. Kasvetli olmayan tam bir genç kız odasıydı. Çalışma masasındaki rengarenk eşyalara duvardaki fotoğraflara ve mantar panosundaki notlarına bakarken gülümsemeden edemedim.

"Emin değilim ama çok kalmayacağız diye biliyorum anne"

"Tamam canım Ahmet yanındaysa sorun yok zaten. Ben sadece iyi misin onu merak ettim"

"İyiyim hiçbir sorun yok. Yarın da Nezaket teyzelere kahvaltıya gideceğiz. Sonra ne yaparız bilmiyorum"

"Çok selam söyle. Öpüyorum seni kendine iyi bak çok da yorulma"

"Merak etme. Öpüyorum anne sen de kendine iyi bak"

Annemle olan konuşmam sona ererken Yiğit'ten gelen tekmeyi hissedip karnımı tuttum. Tam o anda da Neva odasının kapısından bakıp "İyi misin Eylül abla?" dedi. İyiyimdir herhalde. Ona bakıp kısacık bir an durduktan sonra her ne kadar söylemesi tuhaf hissettirse de "Az önce oğlum tarafından okkalı bir tekme yedim. Bunu neden yaptı bilmem ama ben bu tekmeyi unutmaaam!" dedim. Komik tonlamamdan ötürü gülümseyerek odaya girdi. Tekerlekli sandalyesini yatağının yanına çektiğinde ben de yatağa oturdum.

"Nasıl bir his?"

"Ne?"

"Tekmelemesi ya da hareket etmesi..."

"Bunu normal bir anne adayına sorsan muhtemelen sana çok tatliş cevaplar verebilirdi"

"Nasıl mesela?"

Bu anlarda Ahmet'in odanın önüne geldiğini ve bizi dinlediğini henüz fark edememiştim. Gerçi birazdan Derya'da gelecek ve onu da fark edemeyecektik ya neyse...

Sorusu üzerine Meral'i düşünerek gülümsedim. Onunla yaptığım bir konuşma geldi aklıma. Bu yüzden de "Ahmet'in kardeşinin eşi de bebek bekliyor. Onunla aramızda da benzer bir konuşma geçmişti. Ona "Sana da biraz garip gelmiyor mu?" dediğimde neyin garip gelmediğini sordu. Ben de ona bebeği kastederek "Hani böyle kıpırdıyor falan" demiştim ve o da bana tuhaf tuhaf bakmaya başlayıp "Niye garip gelsin ki? Bence bu çok güzel ve tarifi de imkânsız bir his" dedi. Böyle yüzünde güller sümbüller çeşit çeşit çiçekler falan açıyordu. Sessiz kalıp konu üzerine düşünürken benim nasıl hissettiğimi sordu. Verdiğim cevap içler acısıydı ama yine de tüm samimiyetimle ne hissediyorsam onu söylemeye çalışıp "Ne bileyim sanki bir Alien yutmuşum gibi hissediyorum. Her an seni almaya geldim Eylül diyerek elini ağzımdan çıkaracak ve yüzümü avuçlarının arasına alarak içeriye çekmeye çalışacakmış gibi" dedim. Yüzündeki ifadeyi görmen lazımdı" dediğimde ikimiz de gülmeye başladık.

"Ee! O ne dedi? Beklenmedik bir cevap olduğu için epey şaşırmıştır herhalde"

"Hiçbir şey diyemedi çünkü söylediklerim yüzünden midesi bulanınca yanımdan hızla uzaklaşmak zorunda kaldı. Ben de bir daha bu tarz düşüncelerim olursa onları kendime saklamaya karar verdim"

"Hâlâ öyle mi hissediyorsun? Yani Alien yutmuş gibi"

"Pek değil. Sanırım artık Meral'in tarifi imkânsız bir his derken ne demek istediğini daha iyi anlar hale geldim"

"Sevindim. Eylül abla sana özel bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii ki"

"Bebeğin babası..."

"Ahmet değil. Ama keşke o olsaydı. Hayatımda değiştirmek istediğim tek ve belki de en önemli şey bu. Babasıyla anladığım kadarıyla çok ayrı dünyaların insanlarıydık. Şimdi çok uzaklarda ki ailesine iyi olduğunu haber vermesinden başka hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Nerede kimlerle meçhul yani"

"Ama Ahmet ağabeyle dünyalarınız eşleşmişe benziyor. Ben onu daha önce hiç böyle görmemiştim. Bakışları bile sana bakarken çok farklı"

" Nasıl?"

"Yanında olduğun her saniyeye şükrediyormuş gibi"

"Ben de pek farklı sayılmam. Onu seviyorum ve ayrı da olsak bir arada da olsak sevmeye devam edeceğimi biliyorum. Daha önce hiç kimseyi kaybetmekten bu kadar çok korkmadım. Ailem dışında tabii. Hani paramı alın eşyamı alın oyumu alın buyumu alın ama ona dokunmayın denir ya... Ahmet benim için öyle galiba. Sahip olduğum her şeyi elimden alabilirler ve buna rağmen bana hiçbir şey olmaz hatta vız gelir tırıs gider ama onu alırlarsa tüm sistem çöker. Bebeği öğrendiğimde uzaklaşıp onsuz bir ay geçirdim yani küçük bir tecrübe yaşadım. Her gün biraz daha ölüyordum sanki... Ama o bir ayın sonunda karşıma gelip her şeye rağmen ben varımı bana hissettirdiğinde her şey tersine döndü. Kalbi duran bir hastayı geri döndürmek gibiydi bu. Eğer doğru kişinin eli değiyorsa o kalbe işte o zaman hayatta gerçekten mucizeler olduğuna inanmaya başlıyorsun"

"Bir şey daha sorabilir miyim?"

"Sor bakalım"

"Ablam sizin için sorun oluyor mu? İçeride karşılıklı olarak biraz gerildiniz sanki"

Bunu sormasını gerçekten beklemiyordum. Şaşırdım yalan yok. Ancak ona ablasının yaptıkları hakkında detay vermek istemiyorum. Bu yüzden de sadece "Birbirimize bayıldığımızı söyleyemem" dedim. Sessiz kaldı. Ellerini ovuşturmasını izlerken aklımdan milyon tane şey geçiyordu. Bunları soruya dökmesem büyük ihtimalle çatlardım.

"Ben de sana özel bir soru sorabilir miyim?"

"Sorduğum onca sorudan sonra sorma dersem biraz haksızlık olur sanki"

"İstemezsen cevaplamayabilirsin. Sorun değil yani"

"Dinliyorum"

"Ahmet bana yaşadığın kazadan bahsetti. Küçükken ablanla koşuşurken kazara merdivenden düşmüşsün ama..."

"Öyle mi olmuş?"

Olmamış mı? Bak bunu da söylemesini hiç beklemiyordum işte. Ne düşünmem gerektiğini bilemeden Neva'ya bakarken o da o günü düşünüyor olacak ki sessizliğini koruyordu. Konuyu devam da ettiremedim saçma sapan bir halde kaldım öyle. Sadece bir süre sonra üzüldüğünü hissedince elimi yumru yaptığı ellerinin üzerine koydum. O da bunu yapmamla birlikte "Bile bile yaptı" dedi. Bakışlarını yavaşça bana doğru çevirirken onu duymama rağmen hâlâ söylediği şeyi idrak edemediğimi fark ettim. Bilerek yaptı derken ablasını kastetmiyordur inşallah diyeceğim ama olay ikisinin arasında cereyan ettiği için diyemiyorum.

"Neva ben anlayamadım"

"Ablamın odasındaydık. Kalem ararken çalışma masasında bir kart buldum. Kitaplarının arasına sıkıştırmıştı. Elime alıp bakmamla birlikte sinirlenerek "Bırak onu!" demeye başladı. Ben de kartı ondan kaçırıp gülerek uzaklaştım. Kötü bir niyetim yoktu. İstemediğini bile bile başkasına ait bir notu okumaya da... Oyun oynamak gibi gelmişti bana ama ablam çok kızdı ve bağıra çağıra üstüme geldi. O elimden çekip almaya çalışıyordu ben de vermek istemeyip ondan kaçıyordum. Evin içinde koşuşmaya başladık. Sonra ben merdivenlerin önüne geldim. Her şey bir anda oldu Eylül abla. Hızla gelirken kaydım ve bir ayağım yukarıdaki basamakta diğer ayağım da aşağıdaki basamakta kaldı. Ablamda hemen arkamdaydı. Ona "Tamam dur! Vereceğim" dediğimi hatırlıyorum ama dedim ya her şey çok ani oldu diye. Kızgın halde yanıma gelip bana bağırarak elimdeki kartı hızla çekti ve ben de bunu yapmasıyla dengemi kaybedip aşağıya doğru yuvarlanmaya başladım. Üzerime gelirken düşebileceğimi umursamadığı gibi beni tutmaya da çalışmadı. Tek derdi o kartı almaktı."

Bunları anlatırken gözleri doldu. Ama ben ne hissettim söyleyeyim mi? Sanki kızgınlıktan çok kırgınlığı var gibi. Ve hepimiz biliriz ki bu tarz kırıklıklar epey can yakar. Ben de çok tuhaf bir pozisyonda kaldım. Konunun diğer muhatabı belli olunca insan ister istemez tedirgin oluyor. Neva'nın söylediklerini düşünüyorum olay anını kafamın içinde canlandırıyorum kendimi o nemrut suratlının yerine koyuyorum ama olmuyor. Bir şeyler yerli yerine oturmuyor.

"Neva ben orada değildim bilemem ama çok ani oldu diyorsun. Seni tutamamış olması senin oradan düşmeni istediği anlamına gelmez. Belki de olayın şokuyla dondu kaldı ya da ne bileyim bir şekilde tutamadı. Böyle bir şey olacağını düşünmediği için ne olduğunu algılayamadı belki de"

"Neden o günden sonra bu konu hakkında hiç konuşmadı kimseyi de konuşturmadı peki? Yanıma gelip bilerek yapmadım özür dilerim deseydi o zaman. Açıklasaydı kendini. Ne o gün ne de şimdi karşısına geçip onu suçlamadım. Bir gün olsun senin yüzünden oldu çünkü beni tutmaya bile çalışmadın demedim. Ne olursa olsun gelip sarılsaydı onu geri çevirir miydim sanıyordu? Ama o yürüyemediğimi öğrendiğinde yanımda olmak yerine günden güne uzaklaştı bizden. Önce teyzemlerden gelmez oldu sonra da on sekizine girer girmez İstanbul'da okumak istedi ve oraya yerleşti. Buraya da ara sıra gelip birkaç gün kalarak gidiyor. Onda da akşamdan akşama görüyoruz zaten"

"Bak açık konuşacağım bende yalan yok tamam mı? Ablanı günahım kadar sevmem. Hatta bana yaptıklarından sonra şu hamilelik mevzusu bir geçsin de yaptıklarını burnundan fitil fitil getireyim diye sık sık hayaller kurmuşluğum bile var. Ama buna rağmen onun kardeşine böyle bir şey yapmak isteyeceğine inanmıyorum. Aklından bir an bile geçirmiş olabileceğini de düşünmüyorum. Onun için her şeyi yapmış olabilir her lanet işin başındaki kişi bu Cilveli Köstebek çıkabilir şaşırmayın derim ama bunu diyemem be Neva. Orada dururum çünkü ağzım demeye çalışsa kalbim ikna olmadığı için dedirtmez bunu bana. Hani ben onu hiç suçlamadım dedin ya... Belki de o kendi kendisini suçladığı için senin onu suçlamana gerek bile kalmamıştır. Herkesin olaylara verdiği tepkiler farklı. En basit örnek mesela bizde Ahmet son derece sakin ve soğukkanlıyken ben tam aksine fevri ve kavgacıyımdır. Birimiz yangına suyla gider diğerimiz körükle. Bir başkası nasıl davranır bilmem ama belki de ablan suçlu olduğunu düşündüğü için sessiz kalıp sizden uzaklaşarak kendi cezasını kendisi vermek istemiştir. O da en az senin kadar üzülmüş senin kadar acı çekmiş ama yine de sesini duyuramamıştır. Ben inanıyorum ki bu konuyu benimle konuştuğun gibi onunla da konuşsan ikiniz de birbirinizi anlayıp sünger çekersiniz bu olanlara. Sen Ahmet'in bana karşı olan bakışlarını görmüşsün ben de ablanın sana karşı olan bakışlarını gördüm. Tanıştığımız andan beri Derya Üstündağ'ı ilk defa savunmasız gördüm biliyor musun? Acımasız dediğim kadının sana bakarken gözleri nemleniyor muhtemelen de canı acıyordu"

Neva ağlamamaya çalışırken elini tutuyordum ama tam o anda gözüm kapı yönüne gitti. Nasıl gitmesin ki? Ahmet oradaydı ve dikkatimi çekmek için bana türlü türlü işaretler yapıyordu. Sadece o da değil kulaklarını çın çın çınlattığımız Derya Üstündağ'da tam yanında duruyordu. Aah! Umarım sen hangi cüretle benim aile mevzularıma karışıyorsun deyip ortamı germez. Şu kadını salmayayım üzerime diyorum yine bir şey oluyor çorba oluyoruz iyi mi! Gözlerim tepkilerini ölçmek için onların üzerindeyken Neva da bir anda ablasını kastederek "Onu çok özledim" demesin mi?


dghdffd.gif


Bu dediğini duyar duymaz bakışlarım önce Neva'ya sonra da Ahmet ile Derya'ya gitti. Ahmet beni yanına çağırıyordu. Oturduğum yerden kalkarken de odaya Derya girdi. Tuhaf ötesi bir andı. Ben Ahmet'e o Neva'ya doğru yürürken tam odanın ortasında denk gelmiştik ki aniden kolumu tuttu. Kolumun bu şekilde tutulmasından hoşlanmıyorum ama yan gözle ona baktığımda her ne kadar dik duruşunu bozmasa da gözleri dolmuştu. Buna şaşırmam yetmiyormuş gibi bir de üstüne "Sağ ol" deyince bana mı söylüyor diye tereddüde düşmem kaçınılmaz oldu.

Bakışlarımızla anlaşıp ifademi yumuşattığımda o da kolumdaki elini çekti. Bomboş bir kafayla Ahmet'in yanına gittim. Beni kollarını açarak karşılayıp alnımı öptü ve hemen ardından da sıkıca sardı. Tam o anda da arkamda bir hareketlenme oldu. İkimiz de odaya baktığımızda abla kardeş kendi aralarında konuşarak birbirlerine sarılıyorlardı. Başta buraya gelmem büyük bir hataydı diye düşünmüştüm ama yine yanıldım çünkü buraya gelmeseydim Neva bunları dile getirmeyecek ablası da onu duyamadığı gibi kardeşinin kendisini özlediğini de bilemeyecekti. Yine bir şeyin yaşanması gerekiyorsa bu istesen de istemesen de er ya da geç yaşanacaktır mevzusuna geri dönüş yapıyoruz anlayacağın.

Rahat rahat konuşsunlar diye odanın önünden çekildik. O sırada bizim yerimizi de anne ve babası aldı. Gördükleri sahneden epey etkilendikleri ve bir o kadar da mutlu oldukları hallerinden belli oluyordu. Biz de onlar geri dönene kadar biraz hava almak için balkona çıktık. Sonra hediyemizi verir yavaş yavaş izin isteyip kalkarız herhalde.

Temiz havayı içime çekerken bir yandan da Neva ile yaptığımız konuşmayı ve o konuşmanın sonucunu düşünüyordum. O sırada Ahmet'in "Nefret hisleri beslediğin bir Cilveli Köstebek'i ölümüne savunmak he!" diyerek yanıma geldiğini hissettim. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde sözünü "Bak bu yaptığınla beni gerçekten çok şaşırttın işte" diye devam ettirip noktayı da beni öperek koydu.


uykdsythkytdsy.gif


Bir süredir bunu yapmak için izin almasına ya da tedirginlik yaşamasına gerek olmuyor. Yani eskiden olduğu gibi beni çat diye öptüğünde bir anda parlayıp ona kızmıyorum. Aksine ben de ona tüm kalbimle ve de tüm sevgimle karşılık veriyorum çünkü beni öptüğü an artık umursadığım tek şey o oluyor. Tabii bunu umuma açık bir yerde yapmaya yeltenmediği sürece yoksa bunu yapacağını anlar anlamaz karşısına "Kapalıyız" yazısı çıkıyor. Aynı havaalanında olduğu gibi yani.

"Öyle yaptım değil mi? Of! Ben bir de bu kadından intikam alıp onu sürüm sürüm süründürecek yaptıklarını da burnundan fitil fitil getirecektim iyi mi! Hevesim kursağımda kaldı resmen"

"Sen var ya sen!"

Yakalarını tehditkar bir tavırla tutup tek kaşımı havalandırarak "Ben ne?" dediğimde dudağının kenarında hoş bir gülüş belirdi. Bu gülüşü görünce şirinlik yapma dercesine gözlerine dik dik baktım o da sorumu gözlerini çekici bir tavırla kısarak cevaplayıp "Hasta olarak değil ama kadın olarak tam tipimsin Eylül" dedi. Tersi olmadığıma sevindim doğrusu.

Sonra içeriden sesler gelmeye başladı. Üstündağ ailesi yeniden kenetlenmiş bir haldeydi ve Bayan Sağ Kol'a rağmen itiraf edeyim çok güzel görünüyorlardı. Şu "Seven Kalplere Destek Olma Timi" işleri yakamı bırakmayacak herhalde. Bu beni mutlu ettiği kadar korkutuyor da. Hani herkese bir şekilde faydan dokunur ama zamanı geldiğinde kendi keline sürecek merhemin olmaz ya... İşte bana da böyle olacak diye korkuyorum biraz.

Her neyse! Yanlarına gidip Neva'ya doğum günü hediyesini verdik. Kutudan dans ayakkabıları çıkınca buruk bir tebessümle bir süre elini ayakkabıların üzerinde gezdirdi. Sevdiğini düşünüyorum. Aferin bize! İyi seçim yapmışız. Ayakkabının tekini kutudan çıkarıp ablasına doğru tutarak "Giymeme yardım eder misin?" dediğinde bir müzik sesi duyuldu. Ahmet müzik setine bir CD takmış yanımıza geri dönüyordu.

Neva'nın ayakkabısını giymesini beklerken Ahmet ile bakışıyorduk. Giyim işi bitince de bana sessizce "İzninle" deyip onayımı alır almaz da Neva'nın önüne geçti. Elini uzatıp "Sözümü yerine getirebilmem için bana bu dansı lütfeder misiniz küçük hanım?" dediğinde Neva önce bunu nasıl yapabileceğini bilemedi ama Ahmet kendisine güvenmesini istediğinde elini tuttu.

Ahmet onu tekerlekli sandalyesinden nazikçe kaldırdıktan sonra müziğin ritmine uyarak dansı başlattı. Neva tabii ki de filmlerdeki gibi bir anda mucizevi şekilde yürüyemedi ama en azından ağırlığını mecburiyetten dolayı Ahmet'e verip dans ettiği günleri yeniden hatırlayabildi. Hatırladığını biliyorum çünkü gözlerini kapatıp yüzündeki kocaman gülümsemesiyle çok mutlu görünüyordu.

Ahmet genç bir kıza dans etme sözü verdiğini söylediğinde fıtık olmuştum ama şimdi onları izlerken gözlerimi üzerlerinden ayıramıyorum. Ne tuhaf adam! Bana bir yandan haşarılıklarıyla "Biz seninle nasıl olacağız?" dedirtirken bir yandan da bu tarz ince dokunuşlarıyla tam tersine "Oluruz oluruz! Bir şekilde oldururum ben" dedirtiyor. Ah! Öyle ya da böyle hayat seninle güzel be doktor!

Onları izlerken bilin bakalım ne oldu? Yanıma "Bana hâlâ Cilveli Köstebek dediğini bilmiyordum" diyen yani bu lakabı zamanında bileğinin hakkıyla kazanmış olan Derya Üstündağ geldi.

Ona yan gözle bakarken dudağımı büküp "Ağız alışkanlığı" dedikten sonra önüme dönüp istemsizce sırıtarak "Yakışıyor ama" dedim. O da gülmeye başladı ve hiç ummadığım bir şekilde "Ben de seni ne zaman görsem arkandan çatal dilli diyorum. Aslında hemen ardından bir şey daha diyorum ama şu an ki barış ortamını zedelemek istemediğimden dile getirmesem daha iyi olacağını düşünüyorum" dedi. Yılan diyor değil mi? Çatal dilli yılan... Köstebek ne olacak!


duyhukjdyh.gif


Şaşkın bakışlarım Derya'ya döndüğünde imalı bir tavırla "Ağız alışkanlığı" dedi ve hemen ardından gülüp "Sana da yakışıyor ama... İtiraf et çok ağır ve altından kalkılması güç laflar sarf ediyorsun Eylül Acar" dedi. Birbirimize bakarken karşımdaki kadının kim olduğunu bana neler yaptığını unutmuş gibiydim. Bu hormonlarımın keçileri kaçırmasından dolayı oluyordur herhalde.

Ahmet dans bitip Neva'yı tekerlekli sandalyesine geri oturturken bana da iki arada bir derede işaret attığına göre birazdan izin isteyip kalkacağa benziyoruz.

Derya ile birbirimize dönüp ne diyeceğimizi bilemeden yüzümüze bakarken "Bu barış şeysi yüzünden daha da ileri gidip birlikte alışverişlere ya da çay kahve içmelere gitmek gibi bir şuursuzluk yapmayacağız değil mi? Bu beni biraz aşar da" dediğimde gözlerini devirip "Asla!" dedi. İyi bari bir an elimi verip kolumu mu kaptırıyorum yoksa olduydum.

Ahmet'in anne ve babasıyla vedalaştığını görünce gideceğimizi anlayıp başı yukarı da bir şekilde "Eylül Acar" diyerek elini uzattı. Kısa bir an gözlerim elinde takılı kaldı ama sonra pilavdan dönenin kaşığı kırılsın deyip elini başım aynı onun gibi dik bir halde "Derya Üstündağ" deyip sıktım. Sarılmadığımıza şükretmeliyiz bence. O değil de şu halimize güler misin ağlar mısın? Ben karar veremedim de.

Öyle bir gün geliyor ki aynı bu günkü gibi sana taş atana gül attırıyor bu hayat.

Sırf insanlığını kaybetme...

Kaybettirme diye.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

........::::::::__Yazar Notu__::::::::........

Neva karakterine aslında Son Mektup'ta yer verecektim ama bir türlü gidişat izin vermemişti bu yüzden onu Beni Kalbine Yaz'da gördük ki Eylül ve Ahmet'in Derya ile olan mevzusu yüzünden daha uygun oldu galiba bunu SM'de anlatmam zor olacaktı. Açıkçası bu tatlı kızı küçük bir rolle "Bir Sevda Masalı" adlı hikayeme de alma niyetindeyim (Belki yürür ve o hikayede yer alan çocuklardan birinin dans hocası olur belli mi olur ;) ) Bu yüzden Eylül ile geçmişe dayalı bir bağları da olsun istedim ;) "
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
15a8b9226e64db06179186560611.png


41.Bölüm : Bu geceden en sevdiğim üç şey...

........::::::::__Eylül__::::::::........

Olumlu anlamda söylüyorum ki "Ne umduk ne bulduk" tadındaki misafirliğimizin bu şekilde sonlanacağını rüyamda görsem hayra yormazdım. Biz bu gece itibarıyla Cilveli Köstebek ile anlaşmalı olarak savaş baltalarımızı toprağın altına gömmüş bulunuyoruz öyle değil mi? Gördüklerime inanamadığım gibi duyduklarıma da inanamıyorum. Kim derdi ki Eylül Acar ile Derya Üstündağ savaşının böyle bir sonla neticeleneceğini. Resmen şaka gibi!

Hayatımdaki sorunlardan bir bir uzaklaşıyor olmak bana kendimi çok garip hissettiriyor. Önce başıma bela olacak diye korktuğum Buğra çekip gitti şimdi de birbirimizi tenha yolda yakalasak gözümüzü oymaktan bir an bile olsun tereddüt etmeyeceğimizi düşündüğüm Derya Üstündağ çıktı hayatımdan. Her şey bir anda olumsuzdan olumluya dönüyor. Sanırım bu ilk defa doğru bir yoldan gittiğim için oluyor.

"Aklından neler geçtiğini tahmin etmek gerçekten çok zor. Deniyorum ama düşüncelerim sürekli "Sen kendi işine bak doktor!" diyen sesinle kesintiye uğruyor. Üzerimde öyle bir hakimiyet kurdun ki oturduğun yerden zihnime bile müdahale ediyorsun Eylül"

Ahmet'in serzenişini duyar duymaz bakışlarımı ona doğru çevirdim. Yüzündeki "Hey! Ben de buradayım!" diye bas bas bağıran ifadesini tebessümle incelerken bir yandan da "Laf dinle o zaman be doktor! İç ses bile olsam kendi işine bak diyorsam kendi işine bak işte" dedim. Suratı ekşidiğine göre kesin bozuldu.

Bozuldu ama hemen ardından da "Laf dinlemek..." diyerek beni kolunun altına aldıktan sonra sanki çok matah bir meziyetmiş gibi "Atahanların uslu çocukları her daim Selim ve Kaan olmuştur. Ben laf dinlemiyor oluşumla nam salmış bir Atahan'ım" demeyi de ihmal etmedi. Haah! O namını saldı piyangosu da bana mı vurdu yani?

Şikayetçi olduğum sanılmasın tamamen latife yapıyorum yoksa ara sıra beni bu huyuyla delirtse de seviyorum bu adamın haşarı ve ele avuca sığmayan hallerini. Bu arada biz şu an Ela'nın teyzesi Nevin ablanın evindeyiz daha doğrusu içeride değil de verandasında oturuyoruz. Ahmet beni eve bıraksa da ben onu bırakamadım çünkü daha bugün geldi ve biz alışveriş yapmaktan Üstündağlara misafir olmaktan birbirimizle doğru dürüst vakit geçiremedik. Bu yüzden de onu hemen salmak istemedim. Onun da canına minnet tabii. Vaktini bizim vırvırcı Kenan ile geçireceğine benimle geçiriyor fena mı?

"Ben sadece olanları düşünüyordum. Her şey bir anda yoluna girmeye başladı ve bu beni gerçekten çok şaşırtıyor"

"Neden?"

"Benim hayatımda genelde bir şeyler yolunda gitmez. Ben tam yoluna sokuyorum galiba derken bir bakarım yine bir sebepten ötürü arapsaçına dönmüşüm. Ama bu defa işler değişiyor gibi"

"Sana uğurlu mu geldim acaba?"

"Kendine pay biçmesen şaşardım"

"Asıl ben bu yüzden bana laf çarpmasan şaşardım"

anigif.gif


Birbirimize yan yan bakarken önce ben gülümsedim sonra da benim gülümsediğimi görünce o gülümsedi. Bana iyi geldi tabii bu saatten sonra bunun onayına gerek var mı? Başımı omuzuna dayayıp "Bakma böyle dediğime bana iyi geldiğinin gayet farkındayım. Sadece seninle uğraşmak fena halde hoşuma gidiyor doktor" diyerek elini tuttuğumda o da beni sıkı sıkı sarıp "Biliyorum merak etme. İtiraf etmeliyim ki benimle uğraşman da benim fena halde hoşuma gidiyor Pembe Panter" dedi. Pembe Panter mi? Bu Kenan'ı ilk gördüğüm yerde öldüreceğim ki o da Nezaket teyzenin kahvaltı sofrasında olacak gibi görünüyor. Bu lakap hep onun yüzünden dilden dile dolanır hale geldi.

"Bence şu sıralar Kenan ile görüşmeyi kesmeniz çok iyi olur. Sakın Eylül'ün arkadaşı diye de düşünme sana bu yaptığınla ilgili asla gönül koymam. Hatta gönül koymayı bırak takdirimi bile kazanırsın"

"İzmir'e geldiğimde adamın evinde kalıyorum ve sen bana görüşmeyi kesmemi mi öneriyorsun?"

"Aynen öyle ama Tolga ile dışarıda görüşebilirsin onda sıkıntı yok. Bütün maraz küçük Gürsoy'da..."

"O halde bana kalacak daha uygun bir yer önermen gerekecek. Nevin Hanım'a boş odanız olup olmadığını bir sorsan mı acaba? Şöyle seninkinin yanında duvardan duvara iletişim sağlanabilenden olursa çok sevinirim"

"Olumlu bir yanıt alabileceğimi umarak bunu Nevin ablaya sormamı mı istiyorsun? Bak bu dediğin deveyi hendekten atlamaya ikna etmekten daha zor"

"Niye?"

"İki bekar kadının yanında hangi sıfatla kalacaksın sorabilir miyim?"

Zor bir soru sormuş olmalıyım ki gözleri kısık bir halde bana bakıp kaldı. Aklından bir sürü sıfat geçirdiğine ve hangisine uygun olduğuna karar vermeye çalıştığına adımın Eylül olduğu kadar eminim. Umarım manitan olarak kalabilirim demeye kalkmaz diye düşünürken karar vermiş gibi kendinden emin bir tavırla doğrulup "Nişanlanalım mı?" diye sordu. Gülmeye başladım ama o gülmüyordu. Ciddi galiba.

"Niye böylesin sen?"

"Nasılım? Yakışıklı mı hoş mu çekici mi karizmatik mi karşı konulamaz mı eğlenceli mi bir ömrü birlikte paylaşılmak istenen biri mi yoksa..."

"Dur dur bekle! Sanki bu soruyu sormamı bekliyormuşsun gibi bütün özelliklerini saymaya başladın. Bir nefes al lütfen"

"Bütün özelliklerini saymaya başladın derken... Senin için bunların hepsiyim yani"

"Çarpıtma! Ben demek istiyorum ki olmadık anlarda ya küt diye evlenelim mi diyorsun ya da nişanlanalım mı diyorsun. Sen hayatınla alakalı hep böyle düşünmeden etmeden ani kararlar mı verirsin?"

"Düşünmediğimi de kim söyledi? Ben üstüne düşünmediğim bir şeyin ağzımdan çıkmasına izin vermem. Hele ki bu kadar önemli bir konudaysa asla! Ee! Nişanlanmak hakkında ne düşünüyorsun? Takalım mı yüzükleri Eylül Acar?"

Ne bileyim ben! Gündemim de olan bir şey değildi ki üzerine yoğunlaşayım. Düşünürken başımı eğince otomatikman karnımla karşı karşıya geldim. İçimden gelen "Bu halde mi? Yok artık!" sesiyle birlikte de keyfim kaçık bir halde "Konu kilit!" dedim ama kaçan keyfim Ahmet'in komik bir tavırla dizine vurup "Hay ben bu hamileliğin!" demesiyle yerine geldi. Ruh halim geçirdiği değişim sonrası beni gülmeye zorlarken bir yandan da Ahmet'in omuzuna vurup "Bak bu iyiydi işte! Gerçi bu benim lafımdı ama olsun tam yerinde kullandın" dedim. Bakışımdan aklımdan geçeni okumuş demek ki. Hay sen çok yaşa doktor!

"Eylül..."

"Ne oldu?"

"Yiğit doğduğu andan itibaren artık bana sunabileceğin hiçbir bahanen kalmayacak bunu biliyorsun değil mi? Ve ben o zaman çok tehlikeli biri olup hiçbir hayırını da cevap olarak kabul etmeyeceğim"


sdfhghj.jpg


Ahmet'e bakarken durumun gerçekten de böyle olacağı gerçeğiyle yüz yüze geldim. Beni fena yerden yakaladın doktor! Yaklaşık bir buçuk ay sonra artık hamile bir kadın olmayacağım gibi Ahmet'e insanlar hakkımızda ne düşünür deyip onun açmaya çalıştığı konulara istediğim gibi kilit falan da vuramayacağım. Bu an hazırlan Eylül çünkü yakında önemli kararlar vermen gerekecek dediğim bir andı. Bu da suskun kalmama neden oldu. Ama o susmadı.

Başımı sessizce omuzuna dayadığımda benimle uğraşma fırsatını kaçırmak istememiş olacak ki "Çeyizindeki eksik parçaları tamamlamak için az da olsa hâlâ vaktin var. Aaa! Sakın lacivert üzeri gümüş çizgili ropdöşambırımı da koymayı unutma çünkü onu giyip evin içinde karizmatik turlar atarak senin aklını başından alma planlarımın suya düşmesini istemiyorum" diye fısıldadı. Neyi unutmayayım neyi? Ahmet ya... Düşündüğü şeye bak tövbe estağfurullah!

Bu dediği o sahnenin gözümde canlanmasına yol açıp beni güldürse de yine de ona "Demek beni nikah masasına oturtabileceğinden bu kadar eminsin. İddia aklımda ve senden gelebilecek her türlü taarruza karşı da hazırlıklıyım. Yani beni o kadar da çantada keklik görme doktor" dememi engellemedi. Bu sefer de o sustu. Ama Ahmet bu... Ne kadar süre suskun kalabilir ki? Yine kalamadı.

"Bu geceden en sevdiğim üç şey ne oldu biliyor musun?"

Tam başımı kaldırıp ona bakmıştım ki işaret parmağını dudağıma dayayıp "Dur sakın sen söyleme!" dedi. Böyle yapınca huylandım tabii. Bu yüzden de yüzündeki kuşku uyandıran ifadeye baka baka "Duymak istemiyorum galiba" dedim ama o da her zamanki Ahmet tavrını sürdürüp önce "Neyse ben yine de söyleyeyim. Birincisi! " dedi sonra da gülerek "Hayatında değiştirmek istediğin tek ve belki de en önemli şeyin bebeğinin babasının ben..." demeye kalktı. Lafını tamamlamasına izin vermeden bu sefer de ben elimle onun dudaklarını kapatıp "Hop hop hooop! O kısmı an itibarıyla hafızalarımızdan kalıcı olacak şekilde silip geride de hiçbir kalıntı bırakmıyoruz" dedim. Hoppala! Üzerinden kaç saat geçmiş durup dururken nereden geldi şimdi aklına?

Aah! Tabii ki şimdi geldi. Adama demek beni nikah masasına oturtabileceğinden bu kadar eminsin diyorum ama aynı ben daha birkaç saat önce bebek ve onunla alakalı böyle bir itirafta bulunuyorum. Bu adam ne diye hep duymaması gereken şeyleri duyuyor gerçekten anlayamıyorum.

Bileğimi tutup elimi dudaklarından uzaklaştırırken "Hayatta olmaz!" dedi ve benim devam etmemesine yönelik müdahalelerime aldırış etmeden "Hem sen onu hiç dert etme çünkü ben evlendikten sonra Yiğit'in Ahmet ağabeyi olsam da hayatım boyunca onu kendi çocuklarımdan ayrı koymadığım gibi aile planlamamız konusunda da harikalar yaratacağıma adım gibi eminim. Sen sadece nikah masasında evet de geri kalan her şeyi bana bırak" dedi. Ondan ben de eminim canım emin olmaz mıyım hiç? Yahu bu adamın aklına uyarsak evin girişine Atahan kreşi açmak zorunda kalırız. Ayrıca nereden çıktı şimdi evlilikmiş aile planlamasıymış çocuklarmış falanmış filanmış... Gece gece kafa mı buluyor benimle!

"Ahmet başlatma şimdi planına programına!"

"Şişşt! O güzel ağzımızı bozmuyoruz"

"Ağız benim değil mi? İster bozarım ister toplarım zât-ı âlînizden icazet mi alacağım?"

Söylediğimi hiç takmamış gibi yüzüme baka baka eliyle dudağımı sıkıştırıp "Bu geceden en sevdiğim ikinci şey ise..." demeye başladı. İlla söyleyeceğim sen de paşa paşa dinleyeceksin diyor yani. Benim konuya katılımım da tabii ki de susmayacağını bile bile "Sen bir sussan mı acaba?" diyerek oldu. Elbette susmadı ve elini kalbimin üzerine koyup gözlerimin içine de aşık aşık bakarak "Kalbi duran bir hastayı geri döndürmek gibiydi bu. Eğer doğru kişinin eli değiyorsa o kalbe işte o zaman hayatta gerçekten mucizeler olduğuna inanmaya başlıyorsun" dedi. Bir şey diyemedim. Sadece "Benimle kal Eylül... Benimle kal!" diyen gözlerine takılı kalıp içimden de iyi ki kalbime dokunan elin sahibi o diye geçirdim.

"Mucizesever bir doktor olduğuma göre sanırım burada bana gizli bir gönderme var ki bu gönderme sahibinin üzerimdeki etkisi sebebiyle kalbimi bir hayli hoşnut etti"

"Hey şeyi de duy Ahmet ya! Senin kulaklarınla işimiz var"

"Bu sözünü çok tuttum. Hatta günlük hayatımda da kullanmaya niyetliyim. Umarım bana bu konuda arıza çıkarmazsın"

"Sen günlük hayatında bu sözü kazara bir kadına karşı kullan da o zaman arıza çıkarmak nasıl oluyormuş görürsün"

"Nasıl oluyormuş o?"

"Tam olarak şöyle oluyor ki..."

"Niye sustun?"

"Düşündüm de aslında o kısım seni pek ilgilendirmiyormuş be doktor! Orası daha çok toplanan cemaatin helalliğini verip vermeme mevzusuyla alakalı. Yani senin o saatten sonra yapabileceğin bir şey olmaz. Hayattayken yaptım yapacağımı deyip kuzu kuzu yatacaksın yattığın yerde"

"Harika! Yine hızlı yaşa genç öl cesedin Eylül Acar tarafından tanınmaz hale gelsin mevzusuna giriş yaptık"

"Ne yapayım yani Ahmet? Her seferinde başını yakan şu mübarek çenene hakim olamıyorsun sonra da mızmızlanıyorsun"

"Çene benim değil mi? İster hakim olurum ister başı boş bırakırım zât-ı âlînizden icazet mi alacağım?"

Birbirimize bakıp kaldık çünkü çenem kilitlendi vızır vızır işleyen beynim yapı paydos dedi ve bunun sonucunda da ağzımdan tek bir kelime bile çıkamadı. Hem de benim... Eylül Acar'ın! Bu resmen kıyamet alameti sayılabilecek bir durum. Manasızca tutulup hiçbir şey diyemediğim için Ahmet bana doğru şaşırmış gibi bakıp sonra da epey bir keyiflenerek "Ne o şah mat mı oldun Eylül Acar?" deme fırsatını kaçırmadı. Oldum valla yalan yok.


efrdtfhygj.gif


Hay aksi! Çok acayip çünkü hâlâ bir şey diyemiyorum. Benim vurduğunu hiç acımadan devirip nakavt garantili olan canım kelimelerim nereye kaçtı? Halbuki "Şah mat mı oldun Eylül Acar?" derken ki alaycı ses tonu için bile söyleyecek bir dünya şeyimin olması gerekirdi.

Boş boş bakarken önce tebessüm etmeye sonra da gülmeye başladım. Ahmet'te bu tuhaf halim sebebiyle bana katılıp bir yandan da "Ne oldu?" diye soruyordu. Karşılıklı gülerken omuzlarımı kaldırıp "Cevap veremiyorum. Gecenin bir yarısı arayıp o an sana manasız gibi gelen şeyler söylersem bil ki onlar şu an söyleyemediğim şeylerdir" dediğimde gülüşünü tebessüme dönüştürüp gözlerini de gözlerimde gezdirmeye başladı. Neden böyle yaptığını anlayamadım ama bakışlarını boş bırakmayıp aynı şekilde ona bakmaya başladım.

Birkaç saniye geçmişti ki "Bu dediğini lafta bırakma. Gecenin ya da sabahın kaçı olursa olsun hiç beklemediğim bir anda ansızın ara beni. Uyku sersemi bir halde uyanmaya çalışırken senin sesin gelsin kulaklarıma" dedikten sonra önüme düşen saçlarımı okşar gibi çekerek tam "Ne güzel bir histir kim bilir... Her an senin sesini duyabileceğimi umarak gözlerimi yummak" deyip beni öpüyordu ki Nevin ablanın içeriden "Eylülcüğüm! Geldin mi kızım?" diyen sesi duyuldu. Tüh! Teyze engeline takılıp gider ayak buseleşemedik.

"Bu nasıl bir denk gelmedir"

"Sen bu seslenişi denk gelmiş olarak mı algılıyorsun?"

"Değil mi?"

"Perdecilik!"

"Anlayamadım"

"Perdenin arkasından ne oluyor ne bitiyor asayiş berkemal mi diye bakmak işte. Bütün teyzeler yapar bunu Ahmet"

Gözlerini kısıp yaramaz bir ifadeyle dudağını büzerek tuhaf tuhaf bakınca bir anda gözümde canlanır koskoca mazi durumu vuku buldu. Sahi ya o da eski perdecilerdendi. Merallere gittiğimiz gün ben bahçede Gizem'i tatlı tatlı sıkıştırırken Ahmet'te bizi perdenin ardından izliyordu. Bu durumlara yabancı değil yani sadece ismini bilmiyor.

Tam bu konu hakkında yorum yapayım dediğim anda oturduğu yerden kalkıp akıllıca davranarak lafı değiştirme yolunu seçti. Bunu yaparken de "Bu geceden sevdiğim üçüncü şey ise..." diyerek elimi tuttu ve kalkmama yardım ettikten sonra da birlikte evin kapısına doğru yürürken "Zaman zaman çok katı olsan da gördüğüm en otoriter en agresif en kavgacı en anlaşılması zor kadın olsan da senin hakkında yanılmamış olmam beni tahmin bile edemeyeceğin ölçüde mutlu etti" dedi. İyi de bu ne demekti ki şimdi?

İlk anda bir şey diyemedim çünkü iyi bir şey mi dedi kötü bir şey mi dedi bunu bir türlü ayrıştıramadım. Hani övdü mü gömdü mü anlamadım denir ya işte Ahmet'in yaptığı şey şu an tam olarak buydu. Kapının önünde durup birbirimize bakarken tek kaşımı "Derleme toparlama yapmak için son üç saniyen!" dercesine kaldırdığımda mesajı almış olacak ki hemen söze giriş yaptı. Umarım şu eve girmeden önce talihsiz bir açıklamaya imza atmaz.

"Şu an beni bu denli mutlu eden şeyin ne olduğunu merak ediyor olmalısın"

"Yalan olmasın daha çok anlaşılması zor otoriter agresif ve kavgacı bir kadın olarak gördüğün beni nasıl sevebildiğini düşünüyorum. İnsan bu kadar olumsuzluğu bir arada bulunduran biri için bu kadar özverili davranabilir mi?"

"Eğer o kadın kendisine karşı acımasızca yaklaşıp canını kanata kanata yakan birine dahi o katı kalbini yumuşatabiliyor insani değerleri kendisinden bile önde tutabiliyor ve en önemlisi de patatesli omleti Müberra Sultan'dan bile daha şahane yapabiliyorsa evet davranabilir"

Tam duygusallaşırken patatesli omlet detayıyla beni güldüren doktor efendinin omuzuna dalga geçme babında bir vuruş yapmazsam olmazdı. Gıcık! Ama hemen ardından ona sarılmasam da olmazdı. Gıcıklığı da buradan ileri geliyor. Öyle ya da böyle benim içimde ona sarılma isteği uyandırıyor.

Ahmet'in de bana sarıldığını hissettiğim an kulağıma "İstersen ömrümüzün sonuna kadar huysuz olabilir agresif olabilir kavgacı olabilir anlaşılması zor biri olabilirsin benim için bunların hiçbir önemi yok çünkü ben her hâlükârda seni doğruya yönlendiren çok güzel kalbin olduğunu bileceğim. Tanıtım gecesi seninle terasta konuşurken de böyle hissetmiştim hâlâ daha öyle hissediyorum. Şartlar ne olursa olsun karşısındaki kim olursa olsun vicdanının sesine kulağını kapatmayan insanlara karşı saygım gibi sevgim de sonsuzdur. İşte sana aşık olmam için bir sebep daha" dediği çalındı. Kendimle ilgili övücü sözler duyduğumda genel tavrım konuyu hızlıca kaynatıp dikkati başka yöne kaydırmak oluyor. Bunu da istemsizce yaptığımı söyleyebilirim. Aynı şimdi de olacağı gibi.

Geri çekildikten sonra gözlerine denk gelmemeye çalışarak "Nevin abla bir kez daha seslenmeden önce içeriye girsem iyi olacak" dediğimde tavrımdan ötürü gülümsedi. O da artık neden böyle yaptığımı anlıyor tabii. Elimi tutup avucuma bir öpücük bıraktıktan sonra "Yarın sabah seni almaya geldiğimde görüşürüz" dedi ama hemen bir düzeltme yapıp onun yüzünü ekşitmesine neden olacak bir şey söyleyerek "Siz direkt Nezaket teyzelere geçin. Orada görüşürüz" dedim. Birkaç saniye birbirimize bakıp kaldık. Bu söylediğimden hoşlanmadı ama el mahkum. Sonrası da malum. Karşılıklı olarak iyi geceler dilendi ve ben onu istemeye istemeye dışarıda bırakıp içeriye girmek zorunda kaldım.

Neyse ki pencere denen bir şey var. Ahmet'in evin önünden çekilip uzaklaşmasını izlerken beklenen oldu ve Nevin ablanın "Ahmet gitti mi?" demesi duyuldu. Az önce gittiğini söyleyerek arkamı döndüğümde Nevin abla da yüzünde belli belirsiz gözüken gülümsemesiyle "Kendime süt ısıtmıştım sana da getireyim de salonda biraz sohbet edelim" deyip mutfağa girdi. Süt müt bahane birazdan Ahmet ile ilgili sorguya çekileceğimi düşünüyorum.

Şu an manasız bir tedirginlik duydum ve bu tedirginlikte bana "Saçmalama Eylül! İlişkinize annen karışmazken Nevin abla mı karışacak? Daha neler!" diye düşündürüp gülümsememe neden oldu. Aslında bakmayın Nevin ablanın böyle tatlı olduğuna zamanında teyze hanım Tolga'ya topla pılını pırtını çık git Ela'nın hayatından demiş bir kadın. Tabii bunu yapma sebebi sadece öz kızı gibi sevdiği yeğenini korumak istemesindenmiş ama yine de konu sevdikleri olunca sivrice törpülenmiş tırnaklarını çıkarmaktan hiç çekinmeyen biri olduğu artık herkes tarafından biliniyor. Umarım bizim tarafımızdan da gözüne çarpan ters bir durum olmamıştır.

Ceketimi ve çantamı bıraktıktan sonra salona geçip koltuğa oturdum. Beklerken de gözüm ister istemez avucumun içine doğru kaydı. Ahmet'in gitmeden önce avucuma kondurduğu öpücüğü düşünürken ne yalan söyleyeyim kalbimde bir kıpraşma meydana geldi. Mine'ye bir kolyeye mi tav oldun derken şimdi resmen avucuna konan buseye tav olan bir kadına dönüştüm. O değil de ben ciddi ciddi kendimi bu adama fena kaptırdım. Umarım tam her şey yolunda gidiyor derken yine hiç beklemediğim yerden gelen darbelerle alt üst olmam. Bu defa olmaz. Sahiden olmaz.

"Al bakalım. Sen tarçın sevmiyorsun diye sütüne koymadım"

"Sağ ol Nevin ablacığım"

"Afiyet olsun canım. Geceniz nasıl geçti?"

"Büyük bir tedirginlikle gittim ama tuhaf bir şekilde çok iyi geçti"

"Buna sevindim ama Ahmet ile birlikte çift olarak bir davete katılmış olmanıza daha çok sevindim"

"Sözlerinin içindeki gizli anlamı bulmam gerekiyor sanırım"

"Gözlemlediğim kadarıyla arkadaş grubunuzun içinde bir nebze daha rahatsın ama dışarıda ya da bizlerin yanında aynı rahatlığı göremiyorum. Sanki Ahmet ile baş başa görünmekten de birlikte olduğunuzun göze batmasından da çekiniyor gibisin"

"Çekinmek değil de..."

"Ne o zaman?"

Birbirimize bakarken ilk anda sorusuna ne cevap vereceğimi bilemedim ama bakışlarımı düşürüp karnımla karşı karşıya gelince "Sence biz normal bir çift miyiz Nevin abla?" diye sorup cevabını beklemeden de "Ben şu an normal şartlarda asla onaylamayacağım bir durumun içindeyim. Sanki birini kınamışım ya da çok büyük konuşmuşum da başıma gelmiş gibi hissediyorum. Ahmet ben bu durumu kendi içimde çözdüm ve senden vazgeçemeyeceğim için de yanında olmayı seçtim kimin ne düşüneceği umurumda bile değil diyor ama ben yine de başka birinin çocuğunu taşırken aslında böyle bir şey yokmuş gibi rahat davranamıyorum. Denemeye çalışıyorum ama olmuyor Nevin abla. Dışarıdan nasıl göründüğümüze bir baksana. Bizi tanımıyor olsaydın hakkımızda ne düşünürdün? Özellikle de benim hakkımda" dedim. Beni izlerken gülümsemeye başladı.

"Sizi tanımasaydım ne kadar güzel bir çift ikisine de anne baba olmak çok yakışacak derdim"

"Bebeğin babası Ahmet değil ki"

"Bunu bilemem... Sizi tanımıyorum ki"

wsefdgrtyu.jpg


"Pekala! O zaman bize yakın olmayan ama bebeğin babasının başkası olduğunu bilen biri olarak ne düşünürdün onu söyle. Gerçek düşüncelerini istiyorum ama beni memnun edip içimi rahatlatmaya yönelik olanları değil"

"Bu sorunu yakın olmayan biri olarak değil de Nevin Öztürk olarak cevaplamama izin verir misin? Sana gerçek düşüncelerimi ancak o zaman söyleyebilirim"

Ne duyacağımı kestiremesem de yine de derin bir iç çekip "Tabii ki" dediğimde Nevin abla da elimi tuttu. Bakışlarımı ona doğru çevirirken benim diğer elimde otomatikman onun elinin üzerine doğru gitti. Kısa bir an birbirimize baktıktan sonra da buruk bir tebessümle söze girdi.

"Nevin Öztürk olarak yaşadıklarınıza rağmen sizi bir arada tutmayı başaran sevginin büyüklüğüne saygı duyuyorum. Aynı zamanda senin çok şanslı bir kadın olduğunu Ahmet'in de sevgisine sahip çıkıp bunu lafta bırakmayan biri olarak yanında gururla durulabilecek bir adam olduğunu düşünüyorum"

"Beni memnun edip içimi rahatlatacak şeyler söylüyorsun"

"Kimseyle paylaşmadığım bir şey var Eylül. Hayatımla ilgili..."

"Nevin abla özelse bunu yapmak zorunda değilsin"

"Biliyorum ama sana anlatmak istiyorum. Ela'nın ailesi paramparça olduğunda o daha çok küçüktü. Babasının yaşadıklarını zaten biliyorsun. Annesi de şimdiki halinden çok daha kötü bir haldeydi. Ne konuşuyor ne bizlere tepki veriyor ne de tedavilerine olumlu bir yanıt veriyordu. Anlayacağın ablam Ela'ya bakabilecek bir durumda değildi. Ela o yangının ardından yapayalnız kaldığında hiç düşünmeden onu yanıma aldım ve kendi öz çocuğummuş gibi gözünün içine bakarak büyüttüm. Bunun için birçok şeyden de vazgeçmek zorunda kaldım"

"Ne gibi?"

"Ela lise çağlarındayken bana hep neden hayatımda kimse olmadığını ve beni neden hep yalnız gördüğünü sorar dururdu. Ona bu işlerin kısmet olduğunu ve belki de gönlüme göre biri karşıma çıkmadığı için yalnız olduğumu söylerdim. Aslında öyle biri olmuştu. Gençlik dönemlerimde yani..."

"Ne oldu ona?"

"Haldun ile birbirimizi seviyorduk. Kendi aramızda evlenme kararı bile almış o yolda ilerliyorduk ama henüz ailelerimizle bu kararımızı paylaşmamıştık. Ama sonra Elaların evinde yaşanan yangın herkes gibi benim hayatımı da etkiledi. Ela'yı yanıma aldıktan sonra ablamın iyileşme adına hiçbir aşama kaydedememesi Ela'nın da ondan bundan duyduklarıyla annesinden günden güne nefret eder hale gelmesi onun artık benim himayemde olacağını iyice kesinleştirmişti. Biz artık teyze yeğenden çok anne kız gibi olacaktır. Ve bu geçici bir durum değildi. Ama Haldun bundan pek hoşlanmadı ve ona en çok ihtiyacım olduğu anda bana bir teklifle geldi. Bir seçim yapmak zorunda kalmıştım. Onu seçersem hayatımda Ela olmayacaktı Ela'yı seçersem de hayatımda Haldun olmayacaktı"

"Sen de Ela'yı seçtin"

"Birbirimizi sevdiğimiz için muhtemelen kendisini seçeceğimi sanarak bana böyle bir teklif sunmuştu ama ben onu ne kadar sevsem de bunu yapamadım. Yaşadıklarını bile bile Ela'yı yapayalnız bırakıp Haldun ile mutlu bir hayat süremezdim. Ayrıca bana böyle zor bir seçim yaptırması da kalbimi çok kırmıştı"

"Sonra ne oldu?"

"Onu seçmemiş oluşum Haldun'a ağır geldi. Severken ayrı düştük. Hem kalplerimiz kırıldı hem de birbirimizin sevgisinden şüphe duyduk"

"O yüzden mi hiç evlenmedin Nevin abla? Kırgın olsan da Haldun Bey'i hiç unutamadın mı?"

"Sadece ben değil ikimizde evlenmedik. Onun nedenini bilmem ama ben belki onu unutamadığımdan belki de Ela'nın istenmeyebileceğinden ya da ona kötü davranılabileceğinden korkup kimseye o gözle bakamadım"

"Bunu bilmiyordum. Çok üzüldüm Nevin abla"

"Üzülme sevin çünkü senin hayatındaki adam seni her şeyin üzerinde tutan ve sevgisinin de sorgulanmaması gereken bir adam. Ahmet gibi adamlar her kadının karşısına kolay kolay çıkmaz Eylül. Bence düşüncelerini önemsemen gereken tek kişi Ahmet başkaları değil. Günün sonunda yapayalnız kaldığında seni o düşüncelerini merak ettiğin insanlar teselli etmeyecek ama Ahmet her şartta elini uzattığın yerde olacak. Birbirinizin değerini bilin ve onun da sana dediği gibi kimsenin ne düşüneceğini umursamayın"

Bir şey diyemedim ama Nevin ablaya bu konuşmayı yaptığımız için teşekkür maiyetinde sıkı sıkı sarıldım. O da bana sarılırken bir yandan da aynı annem gibi saçlarımı okşadı. Hoşuma gitti bu. Geri çekildiğimizde ikimizin de gözleri nemlense de birbirimize tebessüm ettik. Ellerimizi üst üstte koyarken "Hadi odana çık da yatıp dinlen biraz bugün çok dolaştınız" deyince yanağına bir öpücük bırakıp "İyi geceler Nevin abla" diyerek yanından ayrıldım.

Kulağımda Nevin ablanın anlattıklarıyla çantamı alıp kaldığım odaya geldim ve üzerimi değiştirip makyajımı temizledikten sonra yatağıma uzandım. Yattım ama düşünmekten uzun süre uyuyamadım. Keşke şu bir buçuk aylık süre bir çırpıda geçip gitse de sonrasında neler hissedeceğimi de neler yaşayacağımızı da bir an önce görsem. Şu an sanki hayatım durmuş ve ilerlemiyormuş gibi hissediyorum. Arada bir yerde sıkışıp kalmış gibiyim. Umarım Yiğit'in doğuşuyla birlikte ben de yeniden doğmuşum gibi hissederim de hem mutlu olup hem de mutlu edebilirim.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Zavallı gözlerimin yana yana açılmasına neden olan ses sebebiyle yattığım yerden doğrulup direkt saate baktım ve yaşadığım 03:48'lik ilk şokun ardından telefonuma uzanıp "Ahmet benim Eylül" diyen ikinci bir şokla daha karşı karşıya geldim. İsteğimin bu kadar çabuk yerine geleceğini hiç düşünmemiştim. Rüya mı görüyorum acaba?

Algılama güçlüğü çekip "Eylül..." dediğimde telefonun diğer ucunda oflayıp "Şimdi söyleyeceğim şeyler burada konuşulup burada kalacak tamam mı? Yarın ya da başka bir gün karşı karşıya geldiğimizde bu konu hakkında tek kelime bile etmeyeceğiz" dedi. Açıl Ahmet açıl! Sırtımı yatak başına dayayıp "Tamam da sen iyi misin?" dediğimde iyi olduğunu söyledi sonra da bana duymayı hiç beklemediğim şeyler söylemeye başladı.


ytguyhıj.jpg

"Sen hiçbir şey söyleme sadece beni dinle tamam mı? Her şeye rağmen yanımda olduğun ve bana sırtını çevirmediğin için teşekkür ederim. Severken beni yokluğunla cezalandırmadığın ve beni ömrüm boyunca seni özlemek zorunda bırakmadığın için de teşekkür ederim. Başkalarının düşüncelerini gereğinden fazla önemseyerek seni zaman zaman kırdım mı bilmiyorum ama eğer kırdıysam bunun için senden çok özür dilerim. Her hafta bıkmadan usanmadan buraya gelip tek boş vakitlerini de benimle geçirmek istemen benim için o kadar kıymetli ki. Bunca zamandır yaptıklarınla hissettirdiklerinle gözümde değerin o kadar arttı ki... Bu hayatta daha kaybedeceğim ne kaldı bilmiyorum ama umarım seni kaybetmekle sınanmam çünkü bu sınavdan sağlam çıkmamın pek mümkün olacağını sanmıyorum. Bazı zamanlar bundan kuşku duyuyor musun ya da emin olmakta zorlanıyor musun bilmem ama seni gerçekten çok seviyorum Ahmet! Muhtemelen tahmin edebileceğinden çok daha fazla. Kalbimin durmasını engelleyip o hayati değer taşıyan masajı yapan eller hâlâ sana ait. Doğru ellerdeyim yani. Neyse... Ben sadece bunları söyleyecektim. Hadi sen yat uyu sabah erken kalkacaksın. Sana küçük bir tüyo da vereyim mi? Yerinde olsam kahvaltıya gecikmezdim. Sana çok leziz bir sürprizim var çünkü"

Söylemek istediklerini söyleyip kapattı ama ben hâlâ telefonu kulağımdan çekemedim. Kapatmasaydı keşke. Araması iyi ama kapatması fena oluyormuş. İyi de bu beklenmedik sözlerin sarhoşluğunu hâlâ üzerimde taşırken ben nasıl uyuyacağım ki şimdi? Bu saatte kapısına da gidemem. Telefonu indirip Eylül'e yazdığım mesajı gönderdim ve uyuyamayacağımı bildiğimden yataktan kalkıp mecburen odadan çıktım. Bunun üzerine bir bardak su içsem iyi olacak.

"Hayatın bize güzel şeyler yaşatacağına inan çünkü ben buna adım gibi eminim.
Bu arada ben de seni seviyorum. Muhtemelen senin de tahmin edebileceğinden daha fazla"


Ses çıkarmamaya gayret ederek kapıyı kapattıktan sonra mutfağa girip kendime bir bardak su doldurmaya başladım. Bu sırada kulağıma da birtakım sesler gelmeye başladı. Bardağı alıp çıktığımda sesin Rüya'nın kaldığı odadan geldiğini anlayıp kapıyı aralayarak içeriye baktım ama belli ki Kenan benden önce davranmıştı. Tolga ile Nevin Hanım dönüşümlü olarak Ela'nın yanında kaldığı için Kenan'da işlerini evden yürütüp Rüya'ya bakma görevini aldı. Elbet yardımlar oluyor ama itiraf etmeliyim ki bu işte tek başınayken gerçekten çok iyi.

"Seninle bu nahoş konuda anlaştığımızı sanıyordum çirkin şey! Bu tarz kokulu atıkları baban ya da minnak teyzen varken yapıyordun öyle değil mi? Tamam amcanı çok seviyor ve sadece onun yanında kendini rahat hissedebiliyorsun bunu anlayabiliyorum çok normal ama bunu bana günde iki seferden fazla yapma oldu mu fındık burunlu meleğim?"

Bu anlaşmanın uzun ömürlü olacağını pek sanmıyorum. Yardıma ihtiyacı olup olmadığını sorarak Kenan'ın yanına geldiğimde "Harika olur! Şu kokulu şeyi iki saniye içinde benden uzaklaştırırsan sana gerçekten minnettar kalırım" diyerek bana içi full dolu olan bir bebek bezi uzattı. Bezi atıp geri döndüğümde gözlerinden uyku akar bir halde Rüya'yı kucağında sallayıp uyutmaya çalışıyordu. Kenan'a küçük kızı bana vermesini ve gidip uyumasını söylediğimde gerek olmadığını söyledi ama ona zaten uyumaya niyetimin olmadığını söyleyince ikna olup Rüya'yı bana doğru uzattı.

"Sana şöyle yap ya da böyle yap demiyorum sonuçta doktor adamsın. Herhalde yeğenimi emanet edebileceğim en ehil kişilerden de birisin. Sadece bu küçük hanımın sana gülücük atmasına aldanıp onu havaya kaldırarak sallamaya kalkma çünkü bunu yaparsan büyük ihtimalle seni kandırmış olup üzerine kusacaktır"

"Bunu hatırlattığın iyi oldu çünkü Tolga'ya yaparken şahit olmuştum"

"Tamam o halde ben gidiyorum. Bir şey olursa hemen uyandır gelirim"

"Merak etme benim çocuklarla aram iyidir"

"Güzel"

Kenan gittikten sonra oda havalansın diye pencereyi aralayıp küçük hanımı da yanıma alarak salona geçtim. Yatağından aldığım ince battaniyesini Rüya'nın sırtına koyup salonda turlarken kulaklarımda Eylül'ün sesi gözlerimde de elinde biberonla mutfaktan çıkıp yanıma doğru yaklaşan görüntüsü vardı. Bu gece güzel bir alıştırma oldu çünkü bu gözümde canlanan görüntünün gerçeğini çokça yaşayacağımızı düşünüyorum.

Uyumamakta direnerek bıcır bıcır sesler çıkaran Rüya'nın gülüşüyle dayanamayıp ben de gülümsemeye başladım. Bu küçük tatlı kızı ne zaman görsem içimden "Çok şanslı adamsın Tolga" demeden edemiyorum. Yalan söyleyemem gerçekten bu baba kızı gördükçe içim gidiyor. Ah! Benim de böyle tatlı mı tatlı güzeller güzeli küçük bir Yasemin'im olur mu acaba? Annesini kafalarsam neden olmasın değil mi? Ama işte anne çok ters bir kadın olunca lafın ağzıma tıkılma olasılığı da epey bir yüksek oluyor.

"Ben senin bu Eylül teyzenle ne yapacağım Rüya? Çetin ceviz çıktı beni çok uğraştırıyor. Ama değiyor da biliyor musun? O benim hayatımın aşkı. Bunu biliyorum çünkü kulağıma öyle fısıldandı. Bu yalan olamaz. O benim ömrümü birlikte geçireceğim kadın. Bundan adımın Ahmet olduğu kadar eminim. O hâlâ bazı korkular yaşıyor ama laf aramızda boşu boşuna korkuyor. Onunla ilgili harika planlarım var. Onu çok kızdıracağım ama çok da mutlu edeceğim. Bana bu konuda şans dile olur mu?"


........::::::::__Eylül / Ertesi Gün__::::::::........

"Eylülcüğüm senin belin ağrıyordu ya ne diye geldin yine ocağın başına be kızım?"

Kestiğim patatesleri fritöze atarken bir yandan da "İyiyim ben Nezaket teyze merak etme. Hem bunu benim yapmam lazım" dedim ama hemen ardımdan bizim yer cücesi beni deşifre ederek "Kendi elleriyle Ahmet için omlet yapıyor anneanne karışmayalım biz" deyiverdi. Eline megafon alıp bağırsaydın Mine belki tüm İzmir bu dediğini duymamıştır. Hayır yani amacına ulaşamadın be arkadaşım!

Ben yanına yaklaştığım Mine'ye çimdiği basarken aynı anlarda Nezaket teyze de Ahmet'i sevdiğinden "İyi hadi yapsın bakalım. Aramıza sonradan geldi ama bak ben onu da çok sevdim. Çok efendi adam bir de cana yakın ki sorma bal damlıyor ağzından. Aynı benim sarı oğlanla Tolga gibi hiç ayıramıyorum onu da. Damattan yana çok şanslıyız. Pırlantalar pırlanta!" diyordu. Ne damadı? Kız Mine neler anlatıyorsun sen anneannene!

dsfdgfhjklşil.jpg


"Aman Nezoş'um Ahmet'in yanında da damat falan deme sakın"

"Niye kızım? Eninde sonunda olacağı da bu değil mi?"

"Sen şimdi deme de olursa dersin"

"İyi tamam siz gençlere de bir şey denmiyor. Mine kızım Kenan oğlumun çiğ böreklerini uzat bakayım bana"

"Al anneanne"

"Hadi siz de fazla uğraşmayın her şey hazır zaten gelin oturun masaya"

"Tamam geliriz hemen"

Nezaket teyze sarı oğlunun çiğ böreklerini alarak bahçeye çıkınca Mine'de haliyle tırsıp "Patatesciklerin yanıyor Eylül!" diyerek benden uzaklaşmaya başladı. Dua etsin o patatesciklere! Fritöze bakarken "Ben bunu yazdım bir kenara birazdan sofrada görürsün Mine Hanım! Hulki amca dükkandan dönmeden azıcık eski defterleri açayım da rezil kepaze ol" dedim ama sözüm biter bitmez içeriye "Bakıyorum benim atarlı manitam yine formunda" diyen Ahmet ile "Acar bile olsa hiç kimse bir Gürsoy adayını tehdit edemez Pembe Panter" diyen Kenan girdi. Arkamı döndüğüm gibi de Ahmet bana Kenan'da Mine'ye sarılıp niye didiştiğimizi sordular.

erdtghjk.gif


Şu damat mevzusu sebebiyle Mine'ye susmasını işaret ederken Ahmet'te patateslerden aşırıp "Of! Omleti sen mi yapıyorsun? Başka bir şey dilesem olacakmış" dedikten sonra "Ee! Biz girdiğimizde ne konuşuyordunuz?" diye sordu. Ben önemli bir şey olmadığını söyleyecekken Mine Hanım Kenan'ın yanında olmasından mı güç buldu bilinmez Ahmet'e "Anneannem senin için şey dedi de.." demeye kalktı. Kız sus! Neyse ki araya girip "Mine!" dememle lafını toparlayıp "Çok efendiymişsin aynı Kenan ile Tolga gibi seni de çok sevmiş" dedi. Kuşku uyandıracak şekilde gülmesene kızım ya! Yok yok bu Mine'nin sonu cidden iyi değil.

"Sağ olsun! Nezaket Hanım'la Hulki Bey de harika insanlar ben de onları çok sevdim de sanki başka bir şeyler daha demiş gibi benim atarlı manitam pek bir telaşlandı çünkü"

"Söyletmiyor ki!"

"Mineee!"

Aramızda tatlı tatlı atışırken beyler bir yandan da masaya gitmesi gereken ufak tefek şeyleri alıp bahçeye götürdüler. Ben de dışarıdan gelen konuşmalar eşliğinde omleti bir tabağa koydum ve ocağı söndürüp mutfaktan çıktım. Masaya geldiğimde tabii ki de tabağı Ahmet'e yakın bir bölgeye koydum. Sonuçta yapılma amacı belli değil mi? Şimdi ortaya koyup caanım omleti Kenan'a kaptıramam. Ahmet bu çabamı fark edip tebessüm ederken bir yandan da Tolga ile Ela'yı soran Nezaket teyzeye cevap veriyordu.

"Tolga biz evden çıkarken geldi ama yorgun görünüyordu. Rüya'yı da özlemiş tabii biraz baba kız baş başa kalmak istedi. Bu arada size de selamlarını iletmemizi söyledi. Şimdi gelemese de gün içinde muhakkak uğrayacakmış"

"Sağ olsun onca işin arasında hiç de unutmaz bizi"

"Biz de zaten kahvaltı sonrası hep birlikte hastaneye geçeceğiz. Ben Ela'nın doktoruyla sürekli irtibat halinde olduğum için güzel haberini alıyorum. Sizler de artık endişe etmeyin olur mu? Zor olan kısmı atlattılar şimdi Ela'nın günden güne toparlanması beklenecek"

İçeriden çıkan Kenan "Bizimkiler mi?" derken biz evet der gibi başımızı sağladık Nezaket teyze de üzgün bir ifadeyle "Perişan oldular. Hele o küçücük yavrucak... Ela'ya en çok ihtiyacı olduğu dönemde ayrı düştü anneciğinden. Çok üzülüyorum onlar için. Elamız da iyileşip evine yuvasına bir dönse de yine eskisi gibi cıvıl cıvıl dolansanız etrafımızda" dedi. Bu dediği hepimizi buruklaştırdı.

İçimden "Buna sebep olanın..." diye başlayan cümlem üzüldüğümü hisseden Ahmet'in masanın altından elimi tutmasıyla yarıda kaldı. Ağız tadıyla beddua da edilmiyor yani. Durgun bir halde sessiz sakin otururken Nezaket teyzenin "Aa! Ferdacığım hoş geldin. Buyur gel hep beraber olalım sofrada" dediğini duyup bakışlarımı direkt Ahmet'e çevirdim. Ama tuhaf bir şey oldu çünkü Mine ile ikisinin tedirgin bir halde birbirlerine baktıklarını fark ettim. Bunu yadırgasam da anlık bir şekilde bahçe kapısına bakınca Ferda teyzeyle de göz göze geldim. Bana bakarken neredeyse ağlayacak gibiydi. İyi de gözükmüyor bir şey mi oldu acaba? Gerçi bir şey olduysa da bunu duymak isteyip istemediğimden pek emin değilim.

Buğra ile ilgili bir konu illa konuşulur diye masada durmak istemeyip "Ben gidip tabak getireyim" diyerek ayağa kalktım. Ancak tam arkamı dönüp kapıya doğru yönelmişken Ferda teyzenin "Eylül ben seninle konuşmaya geldim kızım" dediğini işitip olduğum yerde kaldım. Ne için gelmiş? Duyduğum şeyi algılayamayıp arkamı döndüğümde Ahmet sanki ne konuşacağını biliyormuş gibi eliyle alnını ovalıyor Mine'de fısır fısır Kenan'a bir şeyler söylüyordu. Bir dakika bir dakika! Burada benim bilmediğim bir şeyler dönüyor galiba. Ferda teyzenin durup dururken benimle konuşmak istemesinin tek bir sebebi olabilir öyle değil mi? Kahretsin!

Nezaket teyze de şaşırdı ama kadıncağız o halde bile bizi yönlendirmeye çalışıp "İçeride konuşabilirsiniz salon müsait" dedi. Bakışlarım Ahmet'e kaydı ama ona benimle gel diyemem ki. Bu çok garip olur. Ferda teyze benden onay beklediği için başımı tamam dercesine sallayıp "Salona geçelim o zaman" dedim ve birlikte içeriye girdik.

Ne konuşacağımızı bilemediğim için çok tedirgin oldum. Açıkçası buraya gelirken böyle bir şeyle karşılaşabileceğimi de beklemiyordum. Acayip bir sürpriz oldu yani. Ferda teyze koltuğa otururken elimi tutup benim de yanına oturmamı sağladı ve karnıma gözleri dolarak bakıp sonra da bakışlarını yüzüme çevirerek "Buğra aradı Eylül" dedi. Bunu duymamla birlikte başımdan aşağıya kaynar sular döküldüğünü hissettim. Yalan söyleyemem geri döneceğini duymayı şu an kaldıramam gibi geliyor. Hayatıma yeniden girmesini istemiyorum. Ne olur böyle bir şey olmasın.

"Bir şey demeyecek misin kızım?"


tgrrthhtr.jpg


Buğra ile ilgili söyleyebileceğim birçok şey var.

Ama bunları Ferda teyzenin duymak isteyeceğini hiç mi hiç sanmıyorum.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
15cd418c9eb694ad975933416506.png


42.Bölüm : Hayallerimin de ötesindesin

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Bir şey demeyecek misin kızım?"

Buğra ile alakalı tek kelime bile etmek istemiyorum ki aradığı konusunda sohbet ortamı oluşturayım. O adamla ilgili değil konuşmak varlığını bile unutmak istiyorum çünkü uzun süredir onunla ilgili tam anlamıyla "Canı cehenneme! Benden uzak olsun da nereye yakın olursa olsun" kafasındayım. Tabii annesinin yüzüne baka baka da bu hissettiğim şeyleri patavatsızca söyleyebilecek biri de değilim.

Buğra'nın aradığını söylemek için benimle özel olarak konuşmak istemesi de üzerimde ayrı bir gerginlik yaratmıyor değil. Normal şartlar altında bu bilgiyi herkesin içinde söylerdi ama şimdi öyle yapmadı. Umarım bunu sadece bizi bir zamanlar yakın arkadaş gördüğü için yapmak istiyordur yoksa birazdan Ferda teyzeyle birlikte hiç de hazır olmadığım bir konuşmaya doğru yol alabiliriz gibi geliyor.

Ferda teyze gözümün içine bakarak konuşmamı beklerken saygısızlık olmasın diye suskunluğuma bir son verip "Sizin adınıza sevindim. Eminim Tamer amcada biraz olsun rahatlamıştır. Oğlunuzdan aylardır haber alamamış olmak gerçekten çok zor olmuş olmalı" dedim. Gözleri dolu dolu bir halde bana bakıp "Çok zor hem de" deyince bakışları gibi ses tonu da içimi dağladı.

Ferda teyzeyi sevdiğim için onu bu halde görmek beni ister istemez üzüyor. Keşke ona iyi hissedebileceği bir şeyler söyleyebilseydim ama buna gücümün yetmeyeceğini biliyorum. Ona kendisini iyi hissettirecek tek şey eminim ki oğlunu karşısında görüp ona sıkı sıkı sarılabilmek olacaktır. Yani bu noktada bizim elimizden pek de bir şey gelmez.

Buğra'ya kızmayı bırakıp dediğim gibi onun yaşadığını bile unutmaya çalışıyorum ama kızgınlığım ailesini her gördüğümde ikiye katlanıyor. Onları Ela'nın sevdiklerine karşı zor bir durumda bıraktığı yetmiyormuş gibi bir de üstüne evlat hasreti çektiriyor ya içimden yatacak yerin yok Buğra diyesim geliyor. Yazık değil mi bu insanlara? Bir kişinin yanlışı herkesi yaktı kavurdu.

Bu düşünceler içerisindeyken Ferda teyze ellerimi sıkı sıkı tutup "Çok ısrar ettim ama nerede olduğunu söylemedi. Sadece beni merak etmeyin dedi. Ama anne yüreği işte ettim. Sesi hiç iyi değildi. Bilmez miyim ben oğlumu? O da acı çekiyor belli. Ela'nın yaşayıp yaşamadığını ve senin nasıl olduğunu sordu bana. Senin için Ela iyi olup hastaneden çıkana kadar İzmir'de kalacakmış şu an Nevin'in yanında dedim. Hamile olduğunu da söyledim ama hiç şaşırmadı. Biliyormuş zaten. Onca zamandan sonra şimdi aramasının bir nedeni de buymuş meğer" dedikten sonra bana ikinci bir kaynar su banyosu yaptırıp "Neden bunca zamandır bize hiçbir şey söylemedin Eylül?" dedi. Kahretsin! Bebeği kastediyor ama ne olur ben yanılmış olayım.


ytuyıuşopğ.jpg


Duyacağım şeyin korkusuyla hâlâ renk vermemeye çalışıp "Neyi söylemeliydim?" dediğimde elini çekinerek karnıma koydu ve hemen ardından da gözleri yaşlı bir halde "Oğlumun canından oğlumun kanındanmış ya bu bebek... Tamer ile bizim torunumuzmuş. Buğra'dan geriye kalan tek şeymiş" dedi. Hay ben bu en olmadık anda keçileri kaçıran hormonlarımın! Onlar yüzünden duygusallaşıp gözlerimin dolmasına engel olamadım. Kolay kolay ağlamam ki ben... Ağlaklığı sevmem çünkü.

Kadına bir şey de diyemedim. Sadece Ferda teyze yalvarır gibi "Affet oğlumu ne olur. Ela'ya yanarken meğerse sen de Buğra'm yüzünden çok sıkıntılar yaşamışsın. Bilemedim. Bilseydim yalnız kalmazdın. Bırakmazdım ben seni. Buğra olmasa da bizim yanında olduğumuzu bilirdin" diyerek bana sarılınca ben de ona sarıldım. Allah'ım neler yaşıyorum ben?

"Ferda teyze tamam üzme kendini ne olur. Ben gerçekten iyiyim. Lütfen beni düşünüp kendini kötü hissetme"

"Nasıl üzmeyeyim Eylül? Kahroldum ben kaç aydır. Ela oğlumun yüzünden ölümle burun buruna geldi bunca zamandır çocuğundan ayrı canıyla cebelleşiyor. O kızcağız elimizde büyüdü bizim. Buğra ne ise o da bizim için öyleydi. Sen desen az mı yardımın dokundu az mı destek oldun ona? Arkadaşlarıyla arası açıldığında bir sen vardın yanında..."

Geri çekildiğimizde kendi gözyaşlarını silmek yerine benimkileri silip "Bu çocuk nasıl bu hale geldi? Şimdi nerelerde kimlerle aç mı açıkta mı bilmiyorum ama hepinizin ahı var oğlumun üzerinde" deyince her ne kadar ilgili şahsa zaman zaman çeşitli beddualar etmiş olsam da sırf annesinin hatırına bunları bir kenara bırakıp "Üzerinde kimsenin ahı falan yok merak etme. Her ne olduysa ben şu andan itibaren hepsini unutuyorum ve onu yaptıklarıyla ilgili affediyorum. Benlik bir durum yok ve biliyorum ki Ela'da bir zamanlar kardeşi gibi gördüğü birine ah edecek biri değil. Sana yalan söyleyemem Ferda teyze bir daha Buğra'nın hiçbir sebepten ötürü karşıma çıkmasını istemiyorum ama bu onun canına bir zarar gelmesini isteyeceğim anlamına gelmez. Umarım yakın bir zamanda görüşme fırsatı da elde edersiniz ama ben Buğra ile ilgili her konunun dışında kalmak istiyorum. Ne olur bana bu konuda anlayış gösterin. Benim sorunlardan uzak kaygısız tasasız içinde huzur bulabildiğim yepyeni bir hayat kurmam lazım. Ama Buğra'sız..." dedim. Sessiz kaldı. Ben de bu sessizliğini kendi isteğiyle bozana kadar başka bir şey söylemeden yanında oturdum.

"Eylül..."

"Efendim Ferda teyze?"

"Dışarıdaki genç adam..."

Ahmet'i kastediyor. Konu kırmızı çizgime dayanınca "Ne olmuş ona?" derken tek kaşımda elimde olmadan hafifçe havalandı. İster istemez aklıma Buğra'nın hastanedeyken Ahmet için "Çocuğumun yanında olamaz ve dolayısıyla da onun yanında olamayacağı için senin yanında da olamaz" dediği an geldi. Yine diken diken oldum ama annesine sözüm var hakkında kötü şeyler demeyeceğim. Ferda teyzenin oğlunun söylediği gibi bir şey demeyeceğini elbette biliyorum ama yine de Ahmet'i kastedişi üzerimde bir gerginlik yaratmadı değil. Tamam adama epeyce bir çemkiriyorum ama kimseye de laf ettirmem.

Ferda teyze huzursuz bir halde söylesem de nasıl söylesem havasına büründükten sonra "O genç adamla mı kuracaksın o huzurlu hayatı? Torunum öz babasına değil de ona mı baba diyerek büyüyecek?" deyince bu sefer de ben onun gözünden akan yaşları silip "Ahmet çok iyi kalpli merhametli ve gerçekten mükemmel bir baba olabilecek tarzda bir adam" dedim. Bana sorusuna evet diyecekmişim gibi endişeyle bakmaya başladı.

"Madem her şeyi açık açık konuşuyoruz ben de sana bu konuda açık olacağım Ferda teyze. Ahmet başından beri evlenmemizi çok istiyor. Hatta bu bebeği kendi çocuklarından ayrı koymayacağını da söylüyor ki ben bunu yapacağına zaten adım kadar eminim. Ama ben onu böyle bir yükün altına sokmak istemiyorum. Buğra'nın ne yapacağı belli değil. Ani bir kararla gittiği gibi bir gün yine ani bir kararla geri döner mi emin olamıyorum. Bu yüzden de Ahmet'in Yiğit'e soyadını vermesini istemiyorum. Yarın öbür gün olur da Buğra geri dönüp oğlu hakkında hak talep ederse ikisinin karşı karşıya gelmesini de istemiyorum çünkü Ahmet soyadını verip onunla baba oğul ilişkisi kurarsa Yiğit'i gerçekten öz oğlu gibi görür ve ben de ona olası bir durumda sen bu olayın dışında kal diyemem. Dedirtmez. Bu da Buğra ile arasında ciddi bir çatışma yaratır. Yiğit ile ilgili tüm sorumluluk ve tüm söz hakkı bende olmalı. Yani sorunun cevabı hayır. Yiğit Ahmet'e baba diyerek büyümeyecek ama ben onun gibi iyi bir adamı kendisine rol model olarak almasını çok isterim çünkü oğlumun büyüdüğünde vicdan sahibi bir adam olmasını istiyorum"

Gönlünü biraz olsun rahatlattığımı umuyorum ve Ahmet'in de bir yerlerden beni dinlememiş olabileceğini düşünüyorum. Malum bilmemesi gereken ne kadar konu varsa hepsinden ne yapıyor ediyor haberdar oluyor. Çok ballı adam çok!

Sessizliğimiz sürerken Ferda teyze tebessüm etmeye çalışıp "Demek adı Yiğit olacak. Buğra bir oğlu olacağını biliyor muydu?" deyince bir an Buğra'nın öğrenme şansını elinden aldığımı hatırlayıp yüzümü astım. İçten içe keşke bilmesine engel olmasa mıydım diye düşünmedim değil. Ona karşı olan kızgınlığım yüzünden bencillik mi ettim acaba?

Başımı hayır dercesine iki yana sallayıp "Bilmiyordu ama doktor kontrolüme geldiğinde bebeği ultrasonda görmüştü" dediğimde gözleri tekrardan yaşararak "Görünce ağlamıştır" dedi. Oğlunu iyi tanıyor. Ağladığını ima edip "Duygusallaştı ama sonra ben çıktım onlar da doktorla konuştular. Bir araya gelip sonradan hislerini sorma fırsatım da olmadı" dedikten sonra Ferda teyzenin "Yiğit... Yiğit Çelik" dediğini duydum. Şu soyadı mevzusu biraz sıkıntılı olunca haliyle bir miktar gerildim.

Gözlerim Ferda teyzenin üzerindeyken uzun uzun düşünüp "Aslında ben..." dedikten sonra derin bir nefes alarak tedirgince "Yiğit Acar olmasını istiyorum" dedim. Söylediğim şeye bir mana verememiş gibi bakmaya başladı. Bunu duymak onu biraz kırdı sanki. Ama benim amacım onu kırmak değildi ki.

"Oğlunuza neden babasının soyadını vermek istemiyorsun Eylül?"

"Bu konuyu tartışmaya açmak istemiyorum. Benim kararım net"

"Buğra burada değil diye mi? Ben bir sonraki arayışında söylerim bebeğini nüfusuna kaydettirmek için ne gerekiyorsa yapar"

"Lüzum yok"

"Ama Eylül..."

"Sırf Yiğit'in bundan sonraki hayatını düşündüğüm için baba hanesini boş bırakmayıp Buğra yazdıracağım ama oğlum benimle aynı soyadını taşıyacak. Reşit olduğunda aksini isterse buna karşı çıkmam ama o yaşa gelene kadar ben ne dersem o olacak"

Biraz sert mi kaçtı bilmiyorum ama bu konuda dediğim gibi çok netim. Bu defa aramızdaki sessizlik biraz uzun sürdü. İkimiz de düşüncelere dalmıştık ve çıtımız çıkmıyordu. Ama bu sessizliği Ferda teyzenin buruk bir sesle "Peki biz torunumuzu görebilecek miyiz? Buğra ortalarda değil diye bizi yok saymayacaksın değil mi kızım? Torunumuz dedesini babaannesini bilsin bu eksikliği yaşamasın istiyoruz" demesiyle bozdu.

Aslında onlara hamile olduğumu söylemek istemeyişim yok saymak istediğimden değildi daha çok karşılarına geçip böyle bir şey söylemeye utandığımdandı. Bir şey demeden önce ellerini tutup söyleyeceklerimi kafamda toparlamaya çalıştım. Benim için gerçekten zor bir konuşma olduğunu inkar edemem.

"Bir buçuk ayım kaldı. Doğum muhtemelen burada yani İzmir'de olacak"

"Ben öncesinde ve sonrasında yanında olmak isterim. Annen gelir muhakkak ama ben de destek olayım olur mu? Mahrum etme beni bu güzel anlardan"

"Nasıl istersen Ferda teyze"

"Eylül ben Mine'ye söylemiştim ama sana da yüz yüzeyken söyleyeyim. Sen artık bizim de kızımız sayılırsın. Bir sıkıntın ya da bir ihtiyacın olursa ilk önce bize gel olur mu? Tamer amcan da aynı benim gibi düşünüyor"

"Mine mi?"

"Sana bu konularla alakalı Mine ile haber yollamıştım. Söylemedi mi?"

Kız yer cücesi yedim seni! Bana söylemeden gitti Ahmet'e söyledi değil mi? Yahu mevzu beni ilgilendiriyor gidip adama ne anlatıyorsun? Tevekkeli değil ondan Ferda teyzeyi görünce birbirlerine tuhaf tuhaf bakıp durdular. Resmen al birini vur ötekine! Neden böyle şeyleri önce bana söylemek varken bunu yapmıyorlar anlamıyorum. Haberim olsa en azından ne ile karşı karşıya olacağımı bilip panik yapmayacağım. Hep hazırlıksız yakalanıyorum böyle şeyler olduğunda.

"Hiç kızmadınız mı bize Ferda teyze?"

"Oğlumun yaptıklarından sonra kızacak yüz mü kaldı bende be kızım? Buğra'nın evlenip çoluğa çocuğa karışacağıyla alakalı ne hayaller kurmuştum bilemezsin. Hiçbiri olmadı. Nasip kısmet değilmiş. Keşke bu yaşananların hiçbiri olmasaydı da seni telinle duvağınla oğlumun kolunda görüp bu güzel heyecanları layıkıyla yaşayabilseydim"

Az kalsın yüzüne karşı "Tövbe! Allah yazdıysa bozsun!" diyecektim son anda sus Eylül deyip ne söyleyeceksem içimden dedim. Şu teller duvaklar rica ediyorum bir süre benden uzak dursunlar.

Birbirimizin ellerini tutarken Ferda teyze biraz olsun rahatlamış gibi görünüyordu. Yalan olmasın ben de rahatlamış oldum. Ne zaman karşılaşsak onlardan bir şeyler sakladığım için kendimi kötü hissediyordum. En azından ben onlardan bir tepki görmeyeceğimi anlamış oldum onlar da oğulları ne yaparsa yapsın torunlarından mahrum kalmayacaklarını öğrenmiş oldular. Yani yer yer gerilsem de bu konuşma olumlu geçmiş oldu.

........::::::::____::::::::........

Ferda teyzeyi geçirmek için birlikte evden çıktığımızda masadaki herkes ayaklandı. Ama benim gözüm şu an onların arasında olmayan Ahmet'in boş sandalyesine takıldı. Neden orada olmadığıyla alakalı ister istemez endişelenirken Kenan'ın bana doğru bakarak dışarıda telefonla konuştuğunu işaret etmesiyle rahatladığımı inkar edemem. Hemen ardından da bana "Kendine iyi bak kızım" diyen Ferda teyzeye sarıldım. Beni sıkı sıkı sarıp "Hiçbir şey için canını sıkma olur mu? Her şey yoluna girecek inşallah" dediğinde beni merak etmemelerini söyleyip geri çekildim.

Ferda teyze bahçeden çıkıp gözden kaybolur kaybolmaz Mine'nin yanına sokulup "Neden geldiğini biliyormuşsun da ne hikmetse bana söylememişsin. Bittin kızım sen!" dedim ve onun maviş gözleri pörtlerken de Nezaket teyzeye Ahmet'i çağırıp hemen geri geleceğimi söyledim.

Hemen geliriz dedim ama bahçeden çıkıp etrafa göz attıktan sonra ileride Ahmet'i hâlâ telefonla konuşurken gördüm. Onları biraz daha masada bekleteceğiz yani. Ahmet'in yanına doğru yaklaşırken sıkıntılı bir şekilde alnını ovalayınca hastanede mi bir sorun var diye düşünmeden edemedim ama biraz daha yaklaşınca telefondaki kişinin Selim olduğunu anladım. Meral'e bir şey olmamıştır inşallah.

"Ben bu durumu başından beri biliyordum ama Meral'e bundan bahsetmek için uygun zaman değil diye düşünüyordum. Bu yüzden size de bir şey söylemedim. Gerçi hâlâ öyle düşünüyorum. Kemoterapinin etkileri onu çok yordu bir de bunu kafasına takmasını istemem zaten yapabileceği bir şey de yok. Öğrenmesi sadece boşu boşuna kendisini strese sokmasına neden olur. Zamanı geldiğinde ona usulünce anlatırız"


awrtryf.jpg


Ne demek bu şimdi? Bu kız bir gün yüzü görmeyecek mi ya! Konuşmasını bitirmesini beklerken kafamın içinde bir sürü şey dönüp durdu. Hepsi de kötü şeylerdi tabii. Halbuki iyi düşün iyi olsun derler ama iyiye alışık olmayınca akıl hep olumsuza gidiveriyor. Neyse ki çok geçmeden Ahmet "Sen de sıkma canını Selim neler atlattık biliyorsun. Bu zamanları da birlikte aşacağız. Hadi sen Meral'in yanına git sesleniyordu merak etmesin" diyerek kaldırıma oturdu.

Telefonu kapatıp canı sıkkın bir halde ensesini ovalarken yanına gidip elimi omuzuna koydum. Elimi hisseder hissetmez bana doğru bakınca da "Yanına oturmak isterdim ama malum otursam oturamıyorum kalksam kalkamıyorum. Ne yapsak ki?" dedim. Kibar adam tabii ben oturamayınca o kalktı.

"Selim ile konuşuyordun. Sorun ne?"

"Bir şey yok Eylül konuştuk sadece"

"Meral'e söyleyemediğiniz şey ne peki?"

"Duydun demek"

"Yerin kulağı vardır doktor"

"Meral kemoterapiye başladı biliyorsun. Hesaplanana göre doğumdan sonra da son bir kür daha alması gerekecek"

"Ee! İşe yaramıyor mu yoksa?"

"Hayır hayır! Sorun o değil. Sadece doğumdan sonra bebeğini uzun bir süre emziremeyeceğini bilmiyor. Kemoterapinin izleri vücudundan tamamen silinene kadar yani. Gerçi Meral'in de bunları düşünmeye pek fırsatı olmadı çünkü o çok bitkin ve günün büyük bir bölümünü uyuyup dinlenerek geçirmeye çalışıyor"

"Bu Meral'i çok üzer Ahmet"

"Biliyorum ama bu konuda yapılacak bir şey yok. Aldığı ilaçlar anne sütüne de geçtiği için emzirmesi uygun görülmüyor. Selim bugün doktoruyla konuşunca durumu öğrenmiş şimdi de ne yapmalıyım diye soruyor. Yavaş yavaş bu fikre alışmasını sağlayabilir miyiz dedi ama Meral şu an o psikolojiyi kaldıracak halde değil. Sırf bu yüzden kendisini suçlamasını istemiyorum zaten kemoterapiyi hamileyken alması konusunda onu zor ikna ettik bir de bunu duyarsa ara vermek isteyebilir. Bu da hiç iyi olmaz. Doğum gerçekleşip bebeğini kucağına alsın öyle söyleriz"

"Bebek ne olacak?"

"Bir şey olmayacak Eylül o da aynı kaderi paylaşan bebekler gibi özel mamalarla beslenecek. Annesi biraz alerjik bünyeli umarım bu konuda Meral'e benzeyip o mamalara karşı bir alerjisi gelişmez. İşte o zaman gerçek anlamda sıkıntı yaşarız"

Ahmet'e bakarken dalıp gittim. Gözümün önünden Meral'in oğlunu emziremeyeceğini öğrendiği andaki olası tepkileri ve o küçücük bebeğin ağzına mama sokulurken ki ciyak ciyak ağlamaları geçip gitti. İyi de bu bebek zaten anne karnındayken bile normal bir süreç geçirmiyor ki. Anne sütünün önemi bu kadar vurgulanırken Barış'ın bundan mahrum kalacak olması beni bile etkiledi ki Meral'i hiç düşünemiyorum. Boğazım düğümlenmiş bir halde düşünürken Ahmet "Sizin konuşmanız nasıl geçti?" diye sordu. Kafam başka yerde ama yine de merakını gidermeye çalışmak lazım tabii.

"İyi"

"Detay vermeyecek misin?"

"Sen biliyorsundur diye düşündüm. Mine Hanım söylemedi mi?"

"Özür dilerim. Mine söyler söylemez sana bundan bahsetmem gerekiyordu"

"Evet öyle yapman gerekiyordu ama yine yapmadın"

"Kızmadın mı?"

"Kızmıştım ama konuşmamız sorunsuz ilerleyince ortamı germeyeyim dedim. Aksi olsaydı vay haline!"

"Konuşmanızın ne şekilde ilerlediğini anlatmayacak mısın?"

"Özet geçsem olur mu?"

"Nasıl istersen"

"Buğra evi aradığında ailesine bebeği söylemiş. Ben de Ferda teyzenin olumlu yaklaşımından ötürü Yiğit'in hayatında dedesi ve babaannesi olarak bulunmalarında bir sakınca görmediğimi söyledim. O da doğumda ve sonrasında bana destek olmak istediğini söyledi. Onu da kabul ettim. Aa! Bu arada annesi karşımda iki gözü iki çeşme bir halde ağlayıp şimdi nerelerde kimlerle aç mı açıkta mı bilmiyorum ama hepinizin ahı var oğlumun üzerinde deyince kıyamadım ve o ara Buğra'yı da affetmiş bulundum. Cilveli Köstebek bir Kenan'ın deyimiyle Müfettiş Gadget iki yani... Bana neler oluyor anlamıyorum. Bir anda iyilik meleğine dönüştüm ve bu halimden hoşlanıp hoşlanmadığımdan henüz emin değilim"

"Bu Eylül'de favoriler arasına girmeye aday çünkü ben onu da çok sevdim"

"Bakalım bunu da sevecek misin? Soyadı konusu da açıldı ama ben Yiğit'in Çelik soyadını almasını kabul etmedim. Sadece Yiğit'i düşündüğüm için baba hanesine Buğra yazdıracağımı söyledim"

"Beni gerçekten şaşırtıyorsun"


dxgfcghjkl.jpg


Son dediğinden sonra bir şey söyleyemedim çünkü başka bir mevzuyla alakalı aklımdan bir şeyler geçmeye başladı. Sadece uygunluğu konusunda emin olamıyorum. Ahmet'in meraklı bir bakışla "İyi misin?" dediğini duyunca önce karnıma baktım sonra da düşünmeyi sürdürerek bakışlarımı Ahmet'e çevirdim. O da afalladı ama henüz kendimi konuşmaya hazır hissetmedim. Biraz bekleyecek yani.

Elimi alnıma götürüp ovalarken aniden düşüncelerimi bıçak gibi kesip "Mamayı falan boş ver de sütü başkası verse..." dediğimde Ahmet şaşırmış bir halde bana bakıp kaldı. Halbuki çok basit bir soru sorduğumu zannediyorum. Ya olur diyecek ya olmaz diyecek ne diye bu kadar düşündüyse...

Sessizliği uzayınca tek kaşımı kaldırıp "Sütü diyorum sütü! Anne sütünü Barış'a başka bir kadın verse ne olur diyorum?" dedikten sonra Ahmet'in ne düşüneceğini bilememiş gibi bana bakıp "Olur da..." demesiyle de daha fazla düşünmeden "Tamam ben veririm o zaman" dedim. Böyle bir şey söyleyeceğimi beklemediği yüzündeki ifadeden o kadar belliydi ki...

"Niye yüzüme garip garip bakıyorsun Ahmet?"

"Eylül sen ne dediğinin farkında mısın?"

"Çok şükür ağzımdan çıkanı kulaklarım duyar"

Atahanlara mandıra hattı kurma konusunda ciddi olduğumu anlayınca bir şey diyemeden öylece bana doğru bakıp kaldı. Böyle anlarda içimden hep "Konuşsana be adam!" bağrışları yükseliyor. Düşündü taşındı sonra bir daha düşünüp bir daha taşındı en nihayetinde bana sarıldı ve "Hayallerimin de ötesindesin" dedikten sonra geri çekilerek gözlerimin içine bakıp "Yalnız bu çok önemli bir karar. Selim ile paylaşmadan önce iyice düşün olur mu?" dedi. İyi de az önce düşündüm ya zaten. Kararımı verdim ben nokta!


jkgk.gif


Birlikte bahçeye geri dönerken Nezaket teyzenin çıktığını görünce ne olduğunu şaşırdık ama meğerse Hulki amca bir antikaseveri dükkanında ağırlayacakmış o yüzden de kahvaltıya gelemeyecekmiş. Nezaket teyze de masadan toplamış eşinin sevdiği şeyleri koymuş sefer tasına yesin diye ona götürüyormuş. Aşk her yaşta başkadır diyelim mi? Bence diyelim.

O sırada küçük bir aydınlanma yaşayıp sadece biz bize kaldığımızı anlayınca yüzümde sinsice bir gülüş belirmesine engel olamadım. Mine Hanım'ı yakacağım an bu andır. Hem Ferda teyze meselesini bana değil Ahmet'e söylediği için hem de Nezaket teyzenin Ahmet'ten damat diye bahsettiğini onun yanında özellikle ağzından kaçırmaya çalıştığı için bir bedel ödemek zorunda.

Ahmet bu kuşku uyandıran gülüşümü fark edince küçük bir açıklama da bulunup "Bu aralar iyilik melekliği konusunu abarttım" dedikten sonra tek kaşımı acımasızca kaldırarak "Birazdan bu konuda bir dengeleme yapacağım ama senlik bir durum yok sakın alıcılarının ayarıyla oynama doktor. Sen keyifle otur patatesli omletini afiyetle ye" dedim ve bahçeye girip masanın önüne geldim.

"Nerede kaldınız Eylül?"

"Geldik ya Mineciğim"

"Siz oturup başlayın ben de hemen çayları getiriyorum"

"Kendi çayına bol bol limon da sık"

"Neden?"

"Sen sık"

Mine söylediğim şeyin altında bir mana arar gibi bakarak içeriye girerken ben de yan gözle yanımda duran Ahmet'e baktım. O da neden böyle bir şey söylediğimi anlayamamış gibi bakıyordu. Onun merakını gidermek adına "Önlem için..." dedikten sonra şeytani bakışlarımdan üç numaralı olanı ortama salıp bir yandan da "Birazdan bilinçli olarak küçük hanımın tansiyonunu fırlatacağım da" dedim.

Ya söylemeyeyim dedim ama bu adama cidden bayılıyorum! Endişeleneceğine engel olacağına bana katılıp kendi şeytani bakışlarından savurarak "Tıbbi bir müdahale gerekirse bir göz kırp yeter. O ana kadar seni keyifle izleyeceğimden emin olabilirsin" dedi ve hemen ardından da düşünceli bir bakışla dudaklarıma sırıtarak bakıp "Vazgeçtim göz kırpma sonra yanlış yorumlar Mine'yi unutup müdahaleyi sana yapmaya kalkabilirim" dedi. O flörtöz bakışlı muzur ifadeni yesinler diyeceğim ama çevresindeki hatunları düşününce dilim varmıyor. Şimdi Mine'yi yakalım derken kendi başımızı belaya sokmanın bir manası yok.

Öyle diyemedim ama kendimi durduramayıp onu daha çok mutlu edecek bir şey yaptım çünkü veremediğim tepkim içimde patlasın istemedim. Sinsice birbirine bakan gözlerimiz kendi aralarında cilveleşirken yumruğumu iki kez hafifçe göğsümün sol tarafına vurduktan sonra işaret parmağımla da onu göstererek "Kalbimdesin doktor! Hem de adına tahsis edilmiş en özel yerinde" deyince an itibarıyla doktor pert oldu.

Ama bu ışık saçan gülüşünü de o az önceki şeytani bakışlarını da çok sevdim ki ben. Sanırım onları daha sık görmek için kantarın topuzunu ara sıra bile isteye kaçırmam gerekecek. Ben de bu iyi halimle de kötü halimle de bana çanak tutan doktoru çok sevdim ne yapacağız şimdi?


to_s05e11_0037.png


Kapıdan çıkan Mine'nin "Alın bakalım çaylarınızı" demesiyle aramızdaki tatliş bakışmaya bir son verip masadaki yerlerimize geçtik. Manitayı pert ettik sıra yer cücesinde!

Bardaklar paylaşılırken gözlerimi hedefime kilitleyip "Nereden nereye! Bu bahçeyi görünce insan maziye dalıveriyor değil mi?" dedikten sonra Mine'nin saf saf "Öyle gerçekten. Kenan'ın şu pencerenin önünden beni gizli gizli dışarıya çıkmaya ikna etmeye çalıştığı ve o sırada da altındaki taş kayınca yere yapıştığı gün dün gibi aklımda" demesiyle tam Kenan "Hatırlaya hatırlaya bunu mu hatırladın Mine?" diyordu ki Mine'nin yudumlamaya başladığı çayını boğazına kaçırma riskini göze alarak "Kenan biz sana Mine'nin sana aşık olduğunu bize nasıl itiraf ettiğini anlatmış mıydık?" dedim. Bu dediğim Kenan'ın epey bir ilgisini çekerken Mine beklediğim tepkiyi verdi ve iki gıdım çayı genzine kaçırıp öksürmeye başladı. Helal helal!

Neyse ki masada bir adet doktorumuz mevcut yani telaşa mahal yok. Ee! Mine Hanım biraz da ben bir şeyleri ağzımdan kaçırayım yok öyle vur kaç yapmak. O değil de bahsettiğim itiraf çok eğlenceli nereden başlasam acaba? Atarlı Yelda sonra muzur ben ve o sıralar yolunu kaybetmiş olduğu için bir hayli hassas olan Ela resmen Mine'nin ağzından girip burnundan çıkmıştık. Düşününce bile gülme geliyor. Birlikte ne günler geçirdik şaka gibi...

"Ben seviyorum"

"Bilmediğimiz bir şey söyle kızım cümle alem öğrendi sevdiğini!"

"Ama Onur'u değil"

"Bir dakika bir dakika! Onur'u sevmiyorsan ne milleti başınıza toplayıp nişan mişan muhabbeti yaptınız kızım? Arkadaşının baby shower partisi mi bu! Hem niye ben şimdi öğreniyorum bunu? Ay bu Mine benim gruptaki bütün otoritemi sarsıyor!"

"Böyle olmaması gerekiyordu tamam mı! Benim Onur'a evet deyip hayatıma çekidüzen vermem ve o Kenan Efendi'yi de unutmam gerekiyordu. Ama o sevimsiiiiz! O kendini beğenmiş zengin bebesiiiii! O kaşı gözü oynak iki dakika sonra ne yapacağını kendisi bile bilmeyen şirazesi kayık ukalaaa dümbeleği buraya gelip her şeyi mahvetti!"


uk.gif


"Mine hiçbir şey için geç değil bunu biliyorsun değil mi?"

"Kenan ile bir geleceğim olamaz Ela anlamıyor musun?"

"Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun Mine?"

"Onu görmüyor musun Allah aşkına? Bir göründüğü kızla bir daha görülmemiş lakayt kendinden başkasını düşünmeyen megolamanın teki!"

"Sen magazinlerden Kenan'ı mı takip ediyorsun Mine?"

"Şimdi konumuz bu değil Eylül!"

"Mineciğim bak ben de Kenan'ı yeni tanıdım ama inan bana o düşündüğün gibi biri değil. Gerçekten sevildiğini önemsendiğini hissettiğinde bambaşka biri oluyor. Gerçek Kenan oluyor. Bunu onunla birebir yaşadım sen biliyorsun. Ve inan bana ben o Kenan'ı gerçekten çok sevdim"

"O seni dinler Ela söyle gitsin buradan"

"Mine seviyorum diyorsun bak o da seni seviyor. Hatta bugün ikiniz için hâlâ umut var dememi dört gözle bekledi. Yapma böyle gözünde hiç mi iyi yanı yok bu çocuğun hep mi kötü düşünüyorsun?"

"Valla bu Mine sopalık! Asıl kendine güvenemiyor suçu çocuğa atıyor"

"Ne yani sorun onda değil de bende mi Eylül?"

"Kızım senin bu Kenan'ı görünce kalbin pır pır atıyor mu?"

"Resmen ritim şov yapıyor! Bana yaklaşıp tatlı tatlı bakarken sağım solum elim kolum birbirine dolaşıyor. Uyuz şey bilerek yapıyor biliyorum"

"Çocuk aşık herhalde bilerek yapıyor. Ay deli bu ya! Valla yapılacak şey belli güzelim"

"Tüüh! Gitti bizim yarım altın!"

"Ne demek gitti yarım altın Yelda?"

"Hayatını kafanda kurduğun acabalarla mahvetme aşkının peşinden git korkma diyorlar. Sonra çok pişman olursun ama iş işten geçmiş olur diyorlar. Daha fazla Onur'u ümitlendirmeden nişanı at ve asıl sevdiğinle ol hayat güzelleşsin mutlu ol diyorlar"

"Evet Ela'nın dediği gibi bir şeydi"

"Peki ben Onur'u kırmadan bu nişanı nasıl atacağım?"

Düşünürken istemsizce kahkaha atmışım. Herkes tuhaf tuhaf bana bakıyordu ama sonra Kenan'ın "Şu itirafı alabilir miyim artık!" demesiyle tam söze başlıyordum ki Mine aniden lafımı kesip işaret parmağını bana doğru uzata uzata "Söylersen hiç acımam sizinle kaldığım gün gördüğün rüyayı ve o sırada ne sayıkladığını Ahmet'e anlatırım" dedi. Bu gerçekten beklemediğim bir şeydi. Bacak kadar boyuna bakmadan bir de karşı atağa geçiyor yer mantarı!

Önce bir efelenip "Ben sayıklamam! Ayrıca rüya falan da görmedim uydurma" dedim ama gözlerini belerte belerte "Hani şu bir sen bir o birçok da Yas..." demeye kalkınca tüm efeliyim yerle bir oldu. Hay aksi! Rüyamda Ahmet ile evli olup etrafımızın çoluk çocuk kaynadığını gördüğümü hatırladım çünkü. Hani şu her kapıdan biri çıkar ya işte bizim de her kapımızdan küçük küçük Ahmetler küçük küçük Eylüller çıkıyordu. Korku evi gibi! Tam bir kabustu anlayacağın. Neyse ki Mine'yi tam zamanında "Hop hop hooop!" diyerek durdurmayı başardım.

O anda da masada bir kaos yaşandı çünkü biz Mine ile birbirimizi susturmaya çalışırken bir yandan Kenan kulağımın dibinden "Bana o itirafta hangi kelimelerin kullanıldığını tek tek söylemek zorundasın!" diyor bir yandan da Ahmet heyecanla karışmış meraklı bir tavırla Mine'ye "Tamamlayamadığın kelime Yasemin miydi? O rüyanın tüm detaylarını en ince ayrıntısına kadar bilmek istiyorum!" diyordu.

Sonuç ne mi oldu?

İkisi de bütün gün başımızın etini yeseler de ne itirafı ne de rüyayı öğrenemediler.

Mine ile birbirimizi yakmaya çalışırken olan bizimkilere oldu yani.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
15d7f87fa5cc1ac7966462964304.png


43.Bölüm : Kalbine bir sor bakalım bana inanmaya gönlü var mıymış?

........::::::::__Ahmet / İstanbul__::::::::........

Hastanede her zamankinden daha yoğun olmama rağmen bu son iki haftam bitmek bilmedi. Sanki cuma gününe yaklaşırken bir anda yapraklar geri sayıyor ve beni pazartesi gününe geri döndürüyordu. Aynı şey küçükken de olurdu. Okulun son günü olsa da dedemle babaannemin yanına gidebilsem dedikçe o cuma bir türlü gelmek bilmezdi ama geldiğinde de tatil günlerim bir çırpıda bitiverirdi.

Yine aynı şey oldu ve ben hafta sonlarına daha doğrusu Eylül'e bir an önce ulaşmaya çabalarken sanki bana garezleri varmış gibi günler saatler hatta dakikalar bile aheste aheste aktı gitti ve benim gibi pozitif bir adamı zıvanadan çıkma aşamasına kadar getirdi. Bu durumdan nefret ettim ve muhtemelen aklıma geldikçe huysuz ihtiyarlar gibi söylenmeye devam edeceğim.


xzxzzx.gif


Saniyeleri bile gözetecek duruma gelmiş olmamın sebebi Eylül'ün artık doğum için sayılı günlerinin kalmasından kaynaklanıyor. O her ne kadar ben iyiyim sorun yok beni kafana takma annem dahil herkes yanımda dese de şu son bir ay benim için çok zor geçti. Telefonumun her çalınışında içimde alışık olmadığım bir telaş başlıyor. Sanki Kenan ya da Mine arayacak ve Eylül'ün sancısı tuttuğu için onu hastaneye götürdüklerini söyleyeceklermiş gibi geliyor.

Bu haberi İstanbul'da olduğumda alırsam İzmir'e nasıl varırım gerçekten hiç bilmiyorum. Açıkçası bunu öğrenmek de istemiyorum ama içimde o haberi bugün alabilirim hissi epey yüksek seyrediyor. Bu hisse sahip olmamın bir nedeni var elbet. Kenan'ın Eylül ile ilgili bana aktardığı izlenimlerden dolayı biraz huzursuzum. Umarım ben İzmir'e gidene kadar ufaklık bir sürpriz yapıp benden önce gelmez.

Böyle bir zamanda Eylül'ün yanında bulunup ona manen destek olmak bir yana herhangi bir şeye ihtiyacı olduğunda bir telefon kadar uzağında olduğumu bilmesini de istiyorum ama maalesef bu istekler sadece istek olmakla kalıyor çünkü yaptığım meslek "Ben gidiyorum ve bir ay ortalarda yokum" dememe imkan tanımıyor.

En kötüsü de yanına son gidişimin günübirlik bir ziyaretten öteye geçememiş olmasıydı çünkü o günlerde takiplerini aksatmamam gereken yatış yapmış hastalarım vardı. Bu aralar ameliyat sezonu açılmış gibi birinden çıkıp diğerine girdim. Aslında ilk başlarda kendimi işime verirsem kafam dağılır günler de çabuk geçer dedim ama başta da söylediğim gibi hiç de öyle olmadı. Ne yalan söyleyeyim benim de keyfim kaçtı.

Aslında keyfimi kaçıran bir şey daha oldu. Eylül bir süredir bana İzmir'e gelmemem konusunda ciddi bir baskı uyguluyor. Hatta sözler verdirmeye ve bu konuda yeminler ettirmeye çalışıyor. Önceleri benim de hastanedeki yoğunluk sebebiyle kafam çok doluydu ve bu çabasını yanına gelmemi istemiyor yoksa benden uzaklaşmaya mı başlıyor diye algılayıp biraz bozuldum ama sonra Mine ile konuşunca Eylül'ü de anlamaya çalıştım. İşin aslı başkaymış meğerse.

Mine'den öğrendiğime göre doğum yaklaştığı için Buğra'nın ailesi özellikle de annesi sıklıkla yanlarında oluyormuş ve Eylül de o ortamda olmamın doğru olmayacağını düşünüyormuş. Neden mi? Çünkü konuşmalardan ve etraflarında dönen tatlı telaştan dolayı kendimi kötü hisseder herkes sevinç yaşarken üzülen taraf olurum diye endişeleniyormuş. Bu yüzden de onu dinlemeyeceğimi bile bile bana oraya gelmemem için baskı yapıyormuş işte. Ah Eylül ah!

Evet onu dinlemeyeceğim. Hatta dinlemediğimi de hastaneden zorlukla aldığım beş günlük izinle ona belli edeceğim. Aslında haftanın başında on günlük izin alma isteğim vardı ama ne kadar dil döksem de maalesef buna pek sıcak bakılmadı. Ee! Ben de baktım ikna edemiyorum bari durumu kılıfıma uydurayım demek zorunda kaldım. Bunu küçüklüğümden beri yaparım zararından çok faydasını gördüm.

Bugün hastaneden çıkıp önce Rıfat Bey'in yani Meral'in babasının yanına uğrayacağım sonra da evden eşyalarımı alarak uçağıma yetişip hafta sonlarını da işin içine kattığım için dokuz gün boyunca Eylül'ün yanında olabileceğim. Ben bir şeyi istiyorsam alırım. Önüme çıkılması sadece vakit kaybettirir o kadar. Gerçi bana da bir gün kaybettirdi ama yine de halimden memnunum.

Bunu yaptığımı duyunca Eylül'ün çok kızacağını adım kadar iyi biliyorum ama benim için boşuna telaşlanıyor çünkü düşündüğü gibi ne kendimi kötü hissedeceğim ne de onların sevinci sebebiyle üzüleceğim. Asıl burada her şeyden uzak elim kolum bağlı bir halde durmak zorunda kalırsam benim için endişelenmeli.

Ona bu durumları kabullendiğimi ve aylar önce yanına geldiğimde her şeye hazırlıklı olduğumu zaten söylemiştim. Ben ilerisini düşünemeyen tartıp biçemeyen toy bir adam değilim. Eylül'den kopamayacağımı anladığım anda hayatımızda bir Buğra gerçeği olacağını da onun bir de ailesi olacağı gerçeğini de düşünüp kabullenip ona göre net adımlar atmıştım. Eğer kabullenemeyişim sevgimden daha baskın gelmiş olsaydı daha en başta onun yanında yer almazdım.

Ayrıca ben bu kadınla evlenmeyi düşünüyorum ve onu ikna etmek için de tabir-i caizse kırk takla atıyorum öyle değil mi? Evlenmeye niyetli olduğum bir kadını bu durum seni ilgilendiriyor beni karıştırma diyerek yalnız bırakacak değilim.

Gerçekçi olmak gerekir ki biz öyle ya da böyle Yiğit'i birlikte büyüteceğiz yani en azından benim planlarımda bu var. Biz tahminlerime göre iki buçuk üç hadi aksilik oldu diyelim en fazla dört ay sonra imzaları atıp aynı evi paylaşmaya başlayacağız. Eylül birlikte yaşayacağımız evi sırf üzülmeyeyim kötü hissetmeyeyim diye ikiye bölüp bir tarafa beni diğer tarafa da Yiğit'i koyamayacağına göre bu durumlara alışmaya başlasa iyi olur.

Her neyse! Demem o ki Eylül'ün şu sıralar İzmir'e gelme demesi beni pek ilgilendirmiyor. Ben seviyorum dediğim ömrümü geçireceğim dediğim kadının her türlü yanında olurum yoluma da kimse engel koyamaz. O bile!

........::::::::____::::::::........

"Hocam!"

Aman Allah'ım! Bu sesi çok iyi tanıyorum. Odadan çıkıp asansöre doğru yürürken Koray'ın sesiyle yüzüme zoraki bir gülücük kondurup "Nereden bildin Koray?" diyerek ona doğru döndüm. Şaşkın bakışlarının seri hareketleri bana şu an neyi bildiğini düşünürken içten içe büyük bir karmaşa yaşadığını düşündürüyor

Tereddütlü bir tavırla "Neyi bilmiş olabilirim hocam?" dediğinde ona işkence etmeyip kolumu omuzuna atarak "Seni özlediğimi Koray! Yaklaşık sekiz dakika otuz iki saniyedir görüşmüyoruz farkında mısın? Beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım. Halbuki gün boyunca belli aralıklarla önüme fırlayıp durdun. Aramızda ne değişti bilmek istiyorum. Her ne olduysa bana bunu düzeltmek için bir fırsat ver lütfen" deyip onu da kendimle birlikte asansöre doğru yürütmeye başladım. Böyle yapıyorum çünkü hastaneden bir an önce çıkıp işlerimi halletmem ve evden eşyalarımı alarak uçağıma yetişmem gerekiyor.

Asansörü çağırırken Koray'ın boş boş baktığını görünce elimin tersiyle omuzuna hafifçe vurup "Takılıyorum Koray! Her şeyi ciddiye alma" dedikten sonra bana seslenme sebebinin ne olduğunu sordum. Yüzüme bakıp kaldı. Bakışmamız uzadığı için tebessüm ederek "Neyin var senin?" dediğimde düşündü taşındı nihayet konuşmaya karar verdi ama pek kayda değer bir şey söylemedi çünkü yüzüme boş boş bakmayı sürdürerek "O kadar çok şey söylediniz ki ne diyeceğimi unuttum hocam" dedi. Bingo! İşim acele olduğu için her ne söyleyecekse bunu unutmuş olması işime geldi doğrusu.

Asansöre "Önemli bir şey değilmiş demek ki" diyerek geçtikten sonra "O halde döndüğümde görüşürüz Koray! Balıklarıma iyi bak yoksa uzun süre ameliyathanenin önünden bile geçemezsin" dedim. Asansörün kapısı kapanırken "Merak etmeyin hocam yemlerini aksatmam filtresini de kontrol ederim daha önce de balık bakmıştım" diyordu. Bu çocuk görevinin başındayken ne kadar dikkatli zeki ve pratik çözümlere sahip olsa da bizlerle olan günlük sohbetlerinde bir o kadar şaşkınlaşıyor. Halbuki bizim gibi şakacı doktorları olan bir hastanede çalışıyorsa biraz uyanık olmayı öğrenmesinde fayda var.

Asansörden çıkar çıkmaz kucağında tatlı mı tatlı küçük bir prenses olan Sinan ile karşı karşıya geldik. Birbirimize yaklaştığımız gibi daha selam bile veremeden küçük hanım "Ahmet ağabey bak senin hediye ettiğin Elsa'lı çantamı taktım fark ettin mi?" diyerek kucağıma atladı. Ah! Allah'ım sesimi duy ve bana da bu güzelliği yaşama şansı ver ne olur.

Şu kız çocuklarının cıvıl cıvıl süslü püslü halleri beni mahvediyor. Bir de kahramanları gibi gördükleri babalarına düşkün olmaları yok mu? Herhalde bir kızım olsa onu bir dakika bile olsun yanımdan ayırmazdım. Giyerdik beyaz önlüklerimizi yapışık ikiz gibi dolaşır dururduk buralarda.

"Fark etmez miyim hiç? Çok yakışmış çok! Bu küçük hanım nereden çıktı Sinan?"

"Didem'in işleri varmış az önce o bıraktı. Ama çok da iyi oldu. Kızımla birlikte hafta sonumuzu baba kız günleri yaparak geçireceğiz değil mi tatlım?"

"Evet çok eğleneceğiz! Upuzun bir liste yaptım biliyor musun? Sana kek yapacağım sonra da çay partime davet edeceğim. Birlikte çadırda da kalacağız tabii parka ve sinemaya da gideceğiz. Ooo! Daha bir sürü şey... Sen de bizimle gelir misin Ahmet ağabey?"

Baba kız günü mü? Kekli çay partisi mi? Çadır mı? Park sinema ve dahası mı? Ah! Bunları ben de istiyorum. İstiyorum da Eylül'e bundan bahsedersem beni ne yapar bilmiyorum. Herhalde hakkımda pek hayırlı şeyler olmaz. Henüz nikah masasına bile oturtmayı başaramadığım bir kadına böyle bir isteğim olduğundan bahsetmem için ya zil zurna sarhoş olmam ya da canıma susamış olmam lazım.

Melisa'nın iki eliyle yanaklarımı tutup yüzüne bakmamı sağlamasıyla kendime geldiğimde bana "Gelecek misin?" diye sordu. Üzülerek gelemeyeceğimi çünkü birkaç saat sonra İzmir'e gideceğimi söyledim. Ufaklık yüzünü asınca da yanağından koca bir öpücük alıp "Ekşitme o güzel yüzünü prenses! Bir daha ki sefere birlikte de bir şeyler yaparız" diyerek hanımefendiyi Sinan'a doğru uzattım.

"Hocam!"

Koray bağırıyor değil mi? Kesin o. Ayrılalı kaç dakika olduğuna bile bakamadan yine buldu beni. Bu defa "Sal beni gideyim Koray!" diyerek hızla arkamı döndüm. Bu çocuk benim peşimden koştuğu kadar nişanlısının arkasından koşturmuyor. Günün birinde Gözde'yi kıskandıracak yine olan bana olacak. Sinan bana iyi yolculuklar dileyip yanımdan ayrılırken Koray'da "Size ne soracağımı hatırladım" diyerek bana doğru yaklaştı.

"Sor ama lütfen çabuk ol. Eğer senin yüzünden uçağımı kaçırırsam bir sonraki uçuş vaktine kadar bütün huysuzluklarıma katlanmak zorunda kalırsın çünkü yakanı asla bırakmam"

"Tek soru merak etmeyin"

"Dinliyorum"

"Yine bütün haftanın manşetindeydiniz. Gerçi bunu zaten biliyorsunuz"

"Bu bir soru değil. Hızlan Koray!"

wetrdgf.gif


"Tamam tamam! Hemen soruyorum. Kulislerde Meral Atahan'ın ameliyatında gösterdiğiniz başarının kulaktan kulağa yayılması sebebiyle Singapur ve Tayland'da bulunan beyin cerrahisi tabanlı iki önemli hastaneden reddedilemeyecek ölçüde teklifler aldığınız ve seçiminizi de hangisinden yana kullanacağınızın henüz kesinlik kazanmamış olduğu konuşuluyor. Ne yapmayı düşünüyorsunuz hocam bizi bırakıp gidecek misiniz? Gitmeyin ne olur. Hem giderseniz ben kimin peşinden koşup tüm sorularıma yanıt bulacağım?"

Bahsi geçen kulislere bu haberi ilk kim düşürdü merak ettim doğrusu. Kapı dinleme konusunda bayağı ehilmiş takdir ettim. Meral'in ameliyatı öncesi gözümden kaçan bir şeyler olabilir diye mesleki yeteneklerine ve kritik vakalar üzerindeki görüşlerine önem verdiğim birkaç dostumla konuşup hata yapma olasılığımı en aza indirmeye çalışmıştım. Başarı şansı pek verilmese de bir yandan da heyecan hissi uyandıran bu ameliyatın sonucunu haliyle onlarda merakla bekliyorlardı. Onlara her şeyin yolunda gittiğini haber verirken tümörü çıkarma öncesinde ve sonrasında nasıl bir yol izlediğimi de detaylıca anlatmıştım. Beni heyecanla dinledikleri gibi içlerinden iki meslektaşım çalıştıkları hastanelerde de adımı "İmkansızı başaran doktor" olarak sıklıkla geçirmişler. Hâl böyle olunca o iki önemli hastaneden de ayrı ayrı reddedilmesi güç teklifler aldım. Yani ortaya atılan bu haber doğru.

Tam Koray'a ciddi bir yanıt verecekken son söylediğiyle bunu yapmaktan vazgeçip kulağına doğru yaklaştım ve "Sana söylerim ama tek şartım var o da hiç kimseye söylemeyeceksin. Bu hiç kimseye Gözde'de dahil ona göre" dedim. Hani canımı al ama bunu bana yapma denir ya şu an Koray için de böyle bir andı çünkü herkesin merak ettiği bir bilgiyi aldığında onu yayamazsan net içinde patlar.

Epey bir zorlansa da merakına yenilip "Kabul" demesiyle ses tonumu iyice kısıp "Tayland mutfağıyla özellikle de sokak lezzetleriyle aram hiç iyi değil. Aç kalmayı da pek sevmem bilirsin. Singapur'un da kızarmış tatlı patatesli börekleri aklımdan çıkmıyor ama Tayland gibi onun da gece hayatı beni bitirir ki o bitirmezse Eylül bitirir. Biz erkeklerde biraz hanım köylülük vardır onu da bilirsin değil mi? Öğrendin artık. Gözde öğretmiştir diye düşünüyorum. Ben de düşündüm taşındım üçüncü seçeneğimin benim için en iyisi olduğuna karar verip onu kabul ettim. Hem aşık olduğum yer hem yemekleri şahane hem de hayati tehlikem yok. Bir saniye! Bu son söylediğimi geri alıyorum. Eylül hayatımda olduğu sürece her yerde hayati tehlikem var benim" dedim.

Gülmek istedi gülemedi bir şey söylemek istedi onu da yapamadı. Hastanenin ortasında garip bir yüz ifadesiyle kalınca ben de "Geç kalıyorum Koray" diyerek kendisine gelmesini sağlamak zorunda kaldım. Kalıyorum çünkü! Buradan çıkıp daha Rıfat Bey'in yanına gideceğim.

"Nasıl? Ee! Üçüncü teklif nereden geldi hocam? Yoksa..."

"Onu da ben mi söyleyeceğim Koray? Sen araştır öğren geri döndüğümde de doğruluğunu teyit etmek için beni bul"

Koray'ı afallamış bir halde bırakıp çıkışa doğru giderken yine insaflı yanıma denk gelmiş olacak ki başka bir konuya açıklık getirmek için arkamı dönüp "Koray!" diye seslendim. Bakışları bana doğru dönünce de "Benim balığım yok. Bütün hafta balıklarımın kaybolduğunu düşünüp panik yapmanı istemem" deyip hastaneden çıktım.

O sırada kulaklarıma da "Yine mi düştüm hocam ya!" sesleri geliyordu. Öyle oldu gibi görünüyor. Bunu sadece ben yapmıyorum ki bu hastanedeki Koray dahil herkes yapıyor. Sadece bu işi ciddiye aldığım için benim blöflerime henüz düşmeyen biri olmadı. Bu konuda listenin başında olduğumu gururla söyleyebilirim.

........::::::::____::::::::.......

Hastaneden çıkıp doğruca Rıfat Bey'in atölyesine geldim. Seri adımlarla kapıdan içeriye girdikten sonra daha önceki gelişlerimde sıkça karşılaştığım birkaç tanıdık yüzle selamlaşıp Rıfat Bey'in alt katta olduğunu öğrenir öğrenmez de vakit kaybetmeden merdivenlere yönelerek aşağıya indim.

Tam da tahmin ettiğim gibi kendi el emeği olan ahşap oymalı masasının başına geçmiş klasik müzik eşliğinde önündeki mücevhere sihirli dokunuşlarını yapıyordu. Meral'in bu kadar yetenekli olmasına şaşırmamak lazım çünkü babası tam bir zanaatkâr.


rwetsgrfhdcgforum.jpg


Rıfat Bey'i konsantre olmuş bir halde görünce dikkatini bozmaya biraz çekindim ama o yine de geldiğimi anlayıp başını hiç kaldırmadan "Gelişin sürpriz oldu Ahmet" dedi. Şaşırmadım diyemem. Hatta bu şaşkınlığım arkama bakıp yeniden önüme dönmeme neden oldu.

"Habersiz geldim kusura bakmayın"

Yanına giderken o da tek tarafında büyüteç olan özel gözlüğünü çıkarıp "Ne kusuru olur mu öyle şey? Hadi gel otur. Sesiniz geliyordu oradan anladım geldiğini" deyince gülümseyerek diğer tekli koltuğa oturdum.

"Bir şey ikram edeyim sana"

"Hiç zahmet etmeyin zaten fazla kalamayacağım"

"Nasıl istersen. Bugün Selim de geldi. Kaan'ın okul dönüşü baba oğul birlikte uğradılar"

"Öyle mi? Bilmiyordum"

"Kaan çok sevdi burayı. Meral bana bu işlere ilgisinin olduğunu söylemişti ama kendi gözlerimle görünce ne demek istediğini daha iyi anladım. Her şeyi merak edip ne ne değildir kullanılan aletler ne işe yarar hepsini tek tek sorup öğrendi"

"İlgisini çeken bir şey varsa onunla alakalı en ince detayları bile bilmek ister"

"Öyle öyle! Meraklı olduğunu görünce gel otur bakalım masanın başına bir de elin yatkın mı onu görelim dedim çok mutlu oldu. Anlatılanı hemen anlayabildiği gibi el mahareti de olan bir çocuk. Yeteneğini köreltmesine izin verilmemeli ki gördüğüm kadarıyla Selim de oğlunu her türlü destekleyeceğe benziyor"

"Meral'in eli değiyorken o yeteneğin körelmesi mümkün görünmüyor"

"Selim'den Meral'in haberlerini de aldım. Bugün biraz daha iyiymiş hep beraber olalım diye bizi yemeğe davet etti. Ben de Verda'nın hazırlanıp yanıma gelmesini bekliyordum"

"Buna çok sevindim Meral'e de moral olur. Gittiğinizde bitkin görünmesi üzmesin sizi her şey yolunda gidiyor. Tedavi yönünden doktorundan da olumlu şeyler duyuyorum. Sadece hem hamileliğinin ilerlemiş olması hem de verilen ilaçlar onu biraz yoruyor ama inanın çok iyi idare ediyor. Aylar önce ne kadar zor bir ameliyat geçirdiğini siz de çok iyi biliyorsunuz. Açıkçası benim bile tahminimden daha hızlı toparladı"

"Toparlayabildi mi gerçekten?"

"O çok güçlü bir kadın Rıfat Bey bakmayın böyle kırılgan göründüğüne aslında her zorluğa karşı çelik gibi dayanıklı"

"Kızımı sağlığına kavuşmuş olarak göreceğim günleri iple çekiyorum. Onu hasta görmeye hiç alışkın değilim"

"O günler yakın merak etmeyin"

"Umarım öyledir. Selim bana İzmir'e gideceğini söylemişti. Ne oldu yolculuk ertelendi mi?"

"Hayır ertelenmedi. Buradan çıktıktan sonra evden eşyalarımı alıp uçağa yetişeceğim. Aslında ben buraya şey için..."

Lafımı tamamlayamadan Rıfat Bey gülümseyerek oturduğu yerden kalktı ve "Galiba ben neden geldiğini biliyorum" dedikten sonra odanın içindeki büyük dolabın yanına gitti. Cebinden çıkardığı anahtarı dolabın içindeki kilitli çekmecelerden birine taktıktan sonra da eline aldığı kutuyla geri dönüp masasına geçti. Kutudan şekerleme çıkmasını bekleyen çocuklar gibi heyecanla oturduğum yerden uzanıp Rıfat Bey'in kutuyu açmasını bekledim. Ve işte o an...

Kutunun kapağını açıp "Bak bakalım istediğin gibi olmuşlar mı?" derken o sırada ben de görüş alanımı kapatan kapağın üzerinden içine bakmaya çalışıyordum. Fazla bir çaba harcamama gerek kalmadan Rıfat Bey önce Eylül için özel olarak yaptırdığım minik broşu önüme koydu sonra da ben o broşu beğeniyle incelerken küçük kutuyu da açarak Eylül'ün yüzüğünü önüme koydu. İkisi de tam hayal ettiğim gibi olmuşlar.


yeu6ry7ıtdukgcjforum.jpg


Yüzüğü elime aldığımda bir anlığına dalıp gittim. Bu yüzük benim Meral'e tasarlattığım ve bir aksilik olmazsa birkaç ay sonra Eylül'e doğru uzatıp ona evlenme teklif etmeme yardımcı olacak olan yüzüktü. Ona bakarken duygulanmadım diyemem. Şimdiden böyleysem zamanı gelip onunla birlikte Eylül'ün karşısına çıktığımda ne hissederim hiç bilmiyorum.

Meral ile karşılıklı oturup öyle mi olsun böyle mi olsun abartılı olmasın çok sade de olmasın derken Eylül'ün sevebileceği tarzda bir yüzük ortaya çıkarabilecek miyiz diye çok endişelenmiştik ama şimdi elimdeki yüzüğe bakıyorum da daha uygunu olamazdı herhalde. Bu yüzüğü Eylül'ün parmağında göreceğim günü heyecanla bekliyor olacağım. Ona çok yakışacağına adım gibi eminim.

"Nasıl buldun? Aklına takılan bir şey varsa benimle paylaş hâlâ vaktimiz varken düzeltme yoluna girelim"

"Harika! Hiçbir kusuru ya da şöyle mi olsaydı acaba diyebileceğim bir yanı yok. Çok teşekkür ederim Rıfat Bey"

"Asıl ben bu denli özel bir yüzüğün benim elimden çıkmasını istediğin için teşekkür ederim. Umarım Eylül teklifine olumlu yanıt verip bu yüzüğü parmağına takmana izin verdiğinde layık olduğunuz mutluluğu ömrünüzün sonuna kadar yaşarsınız"

"Çok sağ olun. Size ne desem gerçekten az kalır"

"Meral'im için yaptıklarından sonra hiçbir şey demene gerek yok. Sen bana kızımı geri verdin Ahmet inan bu mutluluğa karşılık gelebilecek hiçbir şey yok bu hayatta"

"Mahcup ediyorsunuz beni"

"Mahcup olma ailemiz için ne kadar değerli olduğunu bil yeter. Hadi bakalım uçağa yetişeceğini söylemiştin bana yardım et de broşla yüzüğü teslim etmeye hazır hale getirelim"

"Yardım derken... Nasıl?"

Şaşırmış olduğum yüzümden okunuyordur herhalde diye düşünürken Rıfat Bey çekmecesinden yumuşak dokulu bir bezle minik bir fırça çıkarıp önüme bıraktı ve "Sen temizleyip parlatmaya başla ben de sana broş için güzel şık bir kutu getireyim" dedikten sonra üst kata çıktı.

Bir elime yüzüğü bir elime de bezi alıp yüzümden silinmeyen bir gülümsemeyle Rıfat Bey'in dediği gibi yüzüğü yapabildiğim ölçüde temizlemeye başladım. Bezle yaptığım her dokunuş sonrası daha bir göz alıcı olmaya başladı sanki. Ya da bana öyle geldi. Umarım şu anın güzelliğine dalıp uçağımı kaçırmam.

Gözlerimin önüne de sürekli Eylül ile geçirdiğimiz günler ve ona yapacağım evlilik teklifi geliyor ama tam duygusallaşacakken vereceği olası tepkiyi düşününce istemsizce gülmeye başlıyorum. Ona öyle şeyler yaşatacağım ki ömrümüz boyunca unutamayacak. Hatta bu yüzden kesin beni öldürmeye de teşebbüs edecek ama olsun şu yüzüğü parmağında göreyim de ondan sonra bana ne yaparsa yapsın kabulümdür. Çok eğleneceğiz Eylül Acar çok!

Yüzüğü ve broşu teslim alıp Rıfat Bey ile vedalaştıktan sonra atölyeden ayrıldım ve çok güzel hislerle eve gittim. Bavulum zaten aynı benim gibi dünden hazırdı. Bu yüzden hiç vakit harcamadan dedemin ve babamın yanından da dokuz gün sonra yeniden görüşmek dilekleriyle ayrılıp havaalanına gittim.

Gittim ama işlemlerimi yapmadan önce küçük bir işim daha vardı. Yani Eylül'ü aramaktan bahsediyorum. Eğer o beni aradığında ulaşamazsa illa başka birine ulaşmayı dener ve bir şekilde İzmir yolcusu olduğumu anlar. Ben yanına gidene kadar sinir küpüne dönmesini istemiyorum. Beni direkt karşısında görsün de kızsa da ben onu sakinleştirmenin bir yolunu bulurum.

etrdtgyuıforum.jpg


........::::::::__Eylül / İzmir__::::::::........

"Mine hâlâ acil durum bezlerini mi arıyorsun sen? Nevin abla Tolga'nın getirdiği yedek paketi ardiye gibi kullandığı odaya koyduğunu söylemişti"

Ses yok. Nerede bu kız Allah aşkına? Rüya cırlasa da nerede olduklarını anlasam bari. Elimdeki mama kasesinin ısısını kontrol ede ede evin içinde ağır vasıta gibi dolaşıp Mine'yi ararken tuhaf bir durum cereyan etti ve bir anda bir yerlerden oynak bir şarkı çalmaya başladı. Bunun ne manaya geldiğini anlamaya çalışırken "Seveceğim gezeceğim görürsün sana neler edeceğim. Bir yerine bin cezayla hakkından geleceğim senin" sözleri evin içinde yankılanmaya devam edince sese doğru bakıp kaldım. Benim telefonum değil mi o? İyi de ne diye bu şarkıyı evin içinde inletiyor ki?

Ne düşüneceğimi bilemeden televizyon ünitesinin önüne gelip telefonumu elime aldığımda bunun Kenan'ın işi olduğunu anladım çünkü ekranda Ahmet yerine "Doktor House!" yazıyordu. Telefonumu kurcalayıp manitamın ismini kafasına göre değiştiren bu Kenan Efendi'yi ne yapsam acaba?

Dün gece bizdelerdi ve sohbetimizin bir bölümünde Kenan ile Mine birlik olup beni Ahmet konusunda haddinden fazla sıkıştırıp durdular. Ben adamı çok geriyormuşum ters davranıyormuşum bir rahat vermiyormuşum iki güler yüze hasret bırakıyormuşum o da ileride bunun acısını benden illaki çıkarırmış unutmazmış şu an köprüyü geçene kadar he he diyormuş falan filan dediler. Şarkı seçimindeki "Görürsün sana neler edeceğim. Bir yerine bin cezayla hakkından geleceğim senin" sözleri de bu sözlerin Ahmet arayınca çıkması da bana gönderme yapıyor anlayacağınız. Ama ben bunu o çokbilmiş Kenan'ın da yerden bitme cücesinin de yanına bırakmam. Kim kimin hakkından geliyormuş görürler!

Telefonumu açıp konuya selamsız sabahsız "Diyelim ki birine... Hayır hayır! İki kişiye zarar vermek istiyorum ama bunu yaparken de elimi kana bulamak istemiyorum. Sence nasıl bir yol izlemeliyim?" diyerek girince haliyle Ahmet'in de sesi soluğu çıkmadı. Böyle olunca "Ahmet orada mısın?" diye sormak zorunda kaldım.

Tamam kabul ediyorum çok tuhaf bir telefon açış şekli oldu. Adam büyük ihtimalle hoş bir hitapla açmamı bekliyordu ama ne umdu ne buldu durumu oldu. Benim şu tuhaflıklarımı biraz törpülemem gerekecek galiba.

"Umarım o bahsettiğin iki kişiden biri ben değilimdir"

"Sen rahatsın merak etme. Bu defa Barney ve Betty Moloztaş çiftinin başı belada!"

"Benlik bir durum yoksa o zaman elinden geleni ardına koyma"

"Şüphen olmasın"

"Sen ne yapıyordun Eylül her şey yolunda mı?"

"İyiyim hiçbir sorun yok merak etme"

"Yalnız değilsin değil mi?"

"Annem bütün gün arkamızı topladı birkaç dakika önce de hem biraz nefes almak hem de mutfak alışverişini yapmak için dışarıya çıktı. Nevin abla da hastanedeydi muhtemelen nöbet değişimini bekliyor olmalı. Kenan'ın nerede olduğuyla alakalı en ufak bir fikrim bile yok ama sevgili Mineciği benim yanımda birlikte Rüya'ya bakıyoruz. Aslında hakkını yemeyeyim daha çok Mine bakıyor çünkü ben çocuğun yanına kağnı hızıyla gidene kadar bebe neye ağladığını unutup susuyor"

"Olsun çaban yeter"

"Şu an gülüyorsun değil mi? Uzaktasın diye dalga geçme telefondan da yeterim ben sana biliyorsun"

"Hiç öyle deme çünkü yetmiyorsun Eylül. Sen yokken hayatımdaki her şey eksik gibi. Halide ablanın tavuk sotesinin bile tadı tuzu yok. O derece yani. Bir hafta sonlarım vardı kayda değer gördüğüm ama onları da aldın elimden"

"Ahmet..."

"Bir şey söyleme. Hatta dur unutmadan ben sana bir şey söyleyeyim çünkü fazla vaktim yok"

"Ne oldu?"

"Sinan'ı bekliyorum birlikte yemeğe çıkacağız. Didem ile atışmışlar biraz laflayıp kafa dağıtalım dedik. Beni arayıp ulaşamazsan merak etme demek için aradım seni"

"O kafaları baş başa dağıtın eğer üçüncü ya da dördüncü bir kafa kulağıma gelirse şu halime bakmam fena can yakarım haberin olsun"

"Senin gibi bir kadın tarafından kıskanılmak ne büyük bir lütuf"

"Sen beni dinle başını da belaya sokma tamam mı Atahan?"

"Emriniz olur Sayın Acar! Sinan geldi bile şimdi kapatmam gerek. Birkaç saate görüşürüz"

"Ne görüşmesi?"

"Ararım. Yani eve döndükten sonra..."

"Ahmet!"

"Efendim Eylül?"

"Buraya gelmiyorsun değil mi? Bak geliyorsan ve şu an beni uyutuyorsan çok fena papaz oluruz haberin olsun"

"Gelecek olsam bunu sana söylemez miyim? Sen gelme dedin ben de söz dinleyip gelmemeye çalışıyorum"

"Sana inanayım mı?"

"Kalbine bir sor bakalım bana inanmaya gönlü var mıymış?"


wretdytgu.gif


"Ona bir süreliğine seninle alakalı bir şey sormamaya karar verdim"

"Niye? Aa! Yoksa her sorduğunda benim hoşuma gidecek şeyler mi söylüyor sana?"

Akıllı adam olunca tam da üstüne bastı tabii. Kalbim şu an bile bana "Keşke yanımda olsan be doktor... Herkes burada olabilir ama ben sadece seni istiyorum" dedirtmeye çalışıyor. Ama demeyeceğim. Başka bir durum olsa derdim ama şimdi demeyeceğim. Bu hakkım şimdilik saklı kalsın sonra kullanırım.

"Eylül orada mısın?"

"Bu sorunun cevabını o süre sona erdiğinde versem senin için beklemek sorun olur mu doktor?"

"Cevabını alacaksam tabii ki sorun olmaz"

"Hadi sen git bekletme Sinan'ı. Aramanı bekleyeceğim"

"Eylül..."

"Efendim?"

"Çok özledim seni"

Ses tonu o kadar sakindi ki ister istemez bu dediği içime oturdu. Sanki bir gel desem işini gücünü bırakıp yanıma koşacak gibiydi. Buraya gelerek doğum telaşlarına şahit olmasını istemiyorum ama belli ki bu şekilde de kendisini iyi hissetmesini sağlayamıyorum. Aynı durum değil biliyorum ama şu an Meral'in yaşadığı ikilemin ne kadar zorlayıcı olduğunu daha iyi anlıyorum galiba. Sevdiğin adam her an yanında olsun isterken ona gelme demek gerçekten çok can sıkıcı bir şeymiş.

Ben susunca aramızda sessizlik oldu ama o sırada telefonun diğer ucundan "Görüşürüz Eylül" dediğini duyunca tam kapatacakken "Ahmet bekle!" deyip onu durdurdum. Hiçbir şey demedi ama beni dinlediğini anlayabiliyorum. Bunu bildiğimden dolayı da orada mı değil mi diye sormadan sadece "Seni birçok anlamda zorluyorum farkındayım ama biraz daha sabret olur mu? Yakında her şey daha güzel olacak" dedim. "Biliyorum" derken kendinden çok emindi. Bu da söylediğim şeye daha da çok inanmamı sağladı. Birbirimize hoşça kal dedikten sonra telefonları karşılıklı olarak kapattık.

Umarım dediğim gibi olur ve yakında her şey daha güzel bir hâl almaya başlar. Ona belli etmemeye çalışsam da Ahmet'in karşısına hamile halimle çıkmaktan hoşlanmıyorum. Ne yalan söyleyeyim beni böyle karnım burnumda görsün istemiyorum. Sanki Buğra zebani gibi başımda bekliyor Ahmet'te bana her bakışında onu da görüyor gibi geliyor. Bu yüzden de Ahmet'i ne zaman bana bakarken yakalasam aklından neler geçtiğini anlamaya çalışıp yerin dibine girdiğimi hissediyorum. Doğum bir an önce gerçekleşse de bu histen kurtulsam artık.

Kasedeki mamaya şöyle bir bakıp "Rüya! Bu minnak teyzenden hayır yok sen ses ver bari!" diyerek yürürken Mine'nin "Buradayım Eylül bağırıp durma!" dediğini duyup ardiye gibi kullanılan odanın önüne geldim. İçeriye girmeden önce de kapının önündeki ponponlu rengarenk terliği "Bu ne Mine ya! Buraya da mı getirdin şu garip terliklerini?" diyerek ayak ucumla kenara itip içeriye girdim ama bunu yapmamla birlikte Mine gözlerini kocaman açarak "Tut tut! Eylül kapıyı tut!" diye bağırmaya başladı. Aniden bağırınca afallayıp tutamadım tabii ki.

"Ya Eylül ne diye bilmeden etmeden çekiyorsun terliği ya!"

Kız bağırmakta haklı gibi görünüyor çünkü kapı kolunu tutup açmaya çalışsam da bu lanet şey bir türlü açılmadı. Zorluyorum ama tık yok maalesef. İşin kötüsü ha doğurdu ha doğuracak halde olan bir kadın küçücük bir bebek ve yanındaki hamilenin sancılanmasından korkup üç buçuk atmaya hazır panik bir kız olarak hep beraber aynı odada kilitli kaldık iyi mi! Hay ben böyle işin!

aswdefghukjı.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
44.png


44.Bölüm : Neden kararıma saygı duymuyorsunuz?

........::::::::__Eylül / İzmir__::::::::........

"Nevin abla kilitte bir sorun olduğunu fark edip kapının üzerine de dikkat edelim diye gazino tabelası gibi janjanlı bir not yazmış. Bunu nasıl görmezsin? Keyfimden mi koydum o ponponlu terliği Eylül ya!"

Dikkat etmedim yahu! Sanki her gün yanardönerli not alıyorum. Ne yapacağımızı düşünerek arkamı döndükten sonra Mine'nin endişeli gözlerine baka baka "Tamam benim yüzümden saçma sapan bir şekilde bu odada kilitli kaldık ama yine de panik yapmaya gerek yok. Rüya'nın maması yanımızda bezleri de burada..." dedim ve hemen ardından da bulunduğumuz odaya bakarak derin bir nefes alıp sözümü de "Annem de bir iki saate kadar burada olur zaten hemen çıkarız. Hatta hiç beklemeyelim ara Kenan'ı neredeyse gelsin çıkarsın bizi" diyerek tamamladım. Kenan bizi çıkarabilir çünkü son günlerim olması dolayısıyla acil bir duruma karşı kendisine yedek anahtar verilmişti.

Her ne kadar doğum için geri sayım başlamış olsa da ben nasılsa annem gelecek o gelene kadar doğuracak değilim ya kafasındayım ama Mine benim aksime hiç de rahat görünmüyor. Rüya'nın yeleğini ilikleyip kucağına alırken bir yandan da telaşla "Rüya ile ilgilenirken telefonumu üzerimde taşımıyorum ki. Ne yapacağız Eylül ya! Hadi bir şey düşün ne olur" deyince zar zor sandalyeye oturup annemi beklemekten başka çaremiz olmadığını söyledim.

Gerçekten de şu an için yapılabilecek bir şey yok. Hamile olmasam pencereden bahçeye atlayıp atlayamayacağımı muhakkak test etmek isterdim ama şu halimle değil bunu yapmak sandalyenin üzerine bile çıkamam.

Mine elimden Rüya'nın mamasını alıp pencerenin önüne geçerek birinden yardım isteyebilir mi diye bakınıyor ama o iş yaş gibi çünkü bu saatlerde evin önünden geçen pek olmaz. Yemek saati bir kere! Herkes ailece bir sofranın etrafına oturmuş büyük ihtimalle çorbalarını içip birbirlerine günün özetini geçiyordur. Dediğim gibi bekleyeceğiz. Sonuçta dağ başında mahsur kalmadık ya birinden biri illa eve gelecek.

"Mine şu kaşığı düzgün tutsana çocuk deminden beri savaş yaptı iki gıdım şey yiyecek diye"

"Ay! Gelen giden var mı diye bakıyordum fark etmemişim"

"Mamayı çocuğun ağzı diye kulağına sokma da Ela döndüğünde seni elinden zor almayalım"

"Aşk olsun Eylül! O kadar da değil herhalde"

"Valla ben uyarayım da sonra Eylül kurtar beni diye ağlama"

"Atarlı teyzen sıkıldı herhalde Rüyacığım baksana yine bana sarmaya başladı"

"Bu fındığa çok güvenme o bir dillensin sana ne cevaplar verecek ne cevaplar... Şuraya yazıyorum beni mumla arayacaksın. Onun amcası Kenan Gürsoy bir kere! Genlerinde var edilen lafın altında kalmayıp ettiğine edeceğine pişman etmek"

"Rüyacığım büyürken Kenan amcanla Eylül teyzen sana ne öğretmeye çalışırlarsa çalışsınlar bir kulağından geçirip diğerinden hemen çıkarıyorsun tamam mı teyzeciğim? O ikisini asla dinlemiyoruz. Kaka onlar..."

"He he! Tamam teyzesi görürsem söylerim"

Bu konuşmanın üzerine kendi halimde otururken Mine'nin bana tuhaf tuhaf baktığını fark edince bunun nedenini öğrenmek için "Ne oluyor?" dercesine ona birkaç mimik yapmadan duramadım. Aklından bir şeyler geçiyor ama söyleyecek mi yoksa vaz mı geçecek belli olmuyor.


gkgk.jpg


Bana bakmayı hatta süzüm süzüm süzmeyi sürdürerek "Sen niye deminden beri karnını tutuyorsun ki sancın falan mı var?" diye sorunca gözlerimi devirmeden edemedim. Başladı yine! Sadece ikimizin olduğu bir ortamda sancım tutacak o da beni doğurtmak zorunda kalacak diye ödü patlıyor. Gün içinde annem var diye rahattı ama şimdi kapalı bir yerde baş başa kalınca tutuştu tabii. Ela'nın doğum sancısı başladığında yalnızlarmış kimseye ulaşamayınca da çok korkmuş. Şimdi de aynı şey olur sanıyor herhalde. Kızı da gencecik yaşında gebefobik ettik ya aferin bize.

Elimi karnıma koyuş şeklime bakıp "Yoo... Elim boşta kalmasın diye üzerine koydum" dedim ama inanmadığı bakışlarından belli oluyordu. Tamam yalan olmasın sabahtan beri ara sıra yoklayan bir ağrım var ama şimdilik korkmasını gerektiren bir şey olduğunu sanmıyorum. En azından burada doğurmayacağım kesin. Yani umarım...

Beni dikkatle inceleyip tedirgin bir ses tonuyla da "Bana bak Eylül sabahtan beri yüzün gözün bir tuhaf bakıyor sakın burada doğurayım deme valla Ela'da bayılmadım sen de düşer bayılırım hem kendi kendini doğurtur hem de o sırada Rüya'ya bakmak zorunda kalırsın" deyince doğal olarak bir kez daha gözlerimi devirmeme neden oldu.

"Sabahtan beri durdum durdum da şimdi mi doğuracağım Mine? Of! İyi ki bir kilitli kaldık"

"Ne bileyim korkup panikliyorum diye böyle şeyler de hep beni buluyor"

"Ona bakarsan ben de bebeklerden tırsıyorum ama şu an hem karnımda bir bebek hem de karşımda bir bebek var ve onlarla birlikte bir odada mahsur kalmış olmama rağmen ortalığı birbirine katmıyorum"

"Bebekten korkanı da ilk defa sen de duydum zaten. Çok tuhafsın Eylül"

"Öyleyimdir. Tuhafımdır ben"

"Of! Keşke benim yerimde Ahmet olsaydı en azından doğurmaya kalkarsan müdahale ederdi"

"Adam beyin cerrahı Mine ne yapacak çocuğu beynimden mi çıkaracak? Meral'in ameliyatından sonra bir de bunu başarırsa tıp camiasının kralı ilan edilir herhalde"


grthg.gif


"Gülme ya! Hem ne diye hemen dalga geçiyorsun? Doktor ya sakin kalıp ne yapacağını bilir diye öyle dedim"

"Biliyorum tatlım benim ama seninle uğraşmadan da vakit mi geçer burada?"

"Hepinizin gücü de bir bana yetiyor zaten. Hiç demiyorsunuz küçücük kızla uğraşmayalım diye"

"Acındırma kendini Küçük Chucky! O minnacık halinle Kenan gibi adamı tokat manyağı yapmış kızsın sen. He! Otuz altı numara ayaklarınla attığın tepikleri de unutmayalım. Çocuğun her yanı mosmor oldu senin yüzünden"

"O da beni kızdırmasın rahat dursun o zaman! Yalnız sen de Kenan'ın yüzüne demediğini bırakmayıp bana gelince hemen onu savunmaya geçiyorsun fark etmedim sanma. Benim kaynanam da sen olacaksın herhalde"

"Ne o Mine yoksa Belgin Gürsoy'u mu tercih ederdin? İyi halden yırtsın da gelsin oğluyla gelininin başına diye toplu duaya başlayalım mı?"

"Ay sus! Ağzından yel alsın. Adını duyunca bile elim ayağım titriyor. Kenan'ın annesi diye kötü bir şey demeyeceğim ama o kadın beni çiğ çiğ yerdi biliyor musun? Hem de parmağını bile oynatmadan yapardı bunu"

"Hakkında öyle şeyler duydum ki yapmazdı diyemiyorum"

"Ahmet'in annesi nasıl biriymiş acaba?"

"Meral aile bireylerinden dinlediği kadarıyla Zülal Hanım'ın mükemmel bir kadın olduğunu söylüyor. Babaanneleri Behiye Hanım'da öyleymiş. Ben de duydum bazı şeyler ama çok değil. Keşke yaşasalardı da birebir tanışma fırsatımız olabilseydi. Dedeleri Selim Bey'de babaları Haluk Bey'de çok büyük bir aşkla bağlıymış eşlerine..."

"Aman da aman! Kayınvalidesiyle tanışmak mı istermiş bizim müzmin bekarımız? Olsun sonuçta kayınpederinle tanıştın. Anlaştınız da değil mi? Sevdi seni..."

"Rüya ısır minnak teyzeni de gündemi değişsin yoksa ben geleceğim fena olacak"

"Sen dinleme onu teyzeciğim onun evlilik fobisi var. Böyle kayınvalideydi kayınpederdi damattı gelindi duyunca fazla bir yüklenme oluyor o zaman da sigortaları atıyor. Gel biz seninle dışarıyı izleyip bir yandan da mamamızı bitirelim"

Oturduğum yerden Mine'yi izlerken Ahmet ile aramızda geçen konuşmayı düşündüm de "Birkaç saate görüşürüz" demesi de "Ararım. Yani eve döndükten sonra..." diye düzeltmesi de beni ciddi ciddi şüphelendirdi. Bu sebepten ötürü de Mine'nin ağzını aramak için "Bu arada Ahmet geliyor zaten merak etme" dedim. Gelip gelmediğini bilmiyorum ama geliyorsa da kesin Kenan'a da Mine'ye de söylemiştir diye düşünüyorum.

Mine tek kelime bile etmeden şaşkın bakışlı gözleriyle bana doğru bakarak kalınca onu biraz daha zorlayıp "Senin yanına gelmeden önce telefonda konuştuk sıkıştırınca söylemeye mecbur kaldı" dedim ama yine de sessizliğini korumaya devam etti. O ne ketumdur o! Hâlâ renk vermemeye çalışıyor ama hayır öyle bir şey yok dememesi de beni fena halde kuşkulandırıyor. Hatta kuşkulandırmanın da ötesinde emin olmaya başlıyorum. Mine'nin ağzı dediğim gibi sıkıdır ona bir şeyi söyleme dediğinde kimseye söylemez o yüzden onu mecbur bırakmak için zor kullanmam gerekiyor. Başka türlü dökülmez o şimdi.

Hafifçe doğrulup canım acıyormuş gibi yüzümü buruşturarak karnımı iki yandan tutunca etekleri tutuşa tutuşa yanıma gelip "Ne oldu birdenbire!" demeye başladı. Palavradan bir çığlık patlatıp "Mine çok şom ağızlısın ya! Git şimdi pencereden mi atlıyorsun bacadan mı çıkıyorsun ne yapıyorsan yap Ahmet'i arayıp neredeymiş öğren. Ben doğuruyorum galiba!" dediğimde beti benzi attı ve iki ayağı bir pabuca girmiş bir halde de bana nefes aldırmaya çalışıp "Ahmet'i arayamam şimdi uçaktadır o ama iner inmez Kenan getirecek onu merak etme" deyiverdi.

Ben bu üçünün arasında bir haltlar döndüğünü biliyordum arkadaş! Bir kere de yanıltsınlar beni cidden utanıp önlerinde paşa paşa özürümü dileyeceğim. Ama yok! Israrla yanıltmıyorlar.

"Ne dedin? Bana Sinan ile yemeğe çıkacağım ararsan merak etme deyip uçağa mı bindi o!"

"Ne oluyor be! Hani doğuruyordun sen?"

"Ben değil sen doğurdun haberin yok! Yahu ben bu adamı hiç kontrol altında tutamayacak mıyım hep kendi bildiğini mi okuyacak böyle?"

"Ne diye Ahmet'e kızıyorsun ki sanki onun yerinde olsan farklı davranırdın. O seni merak ediyor Eylül! Aklı sürekli burada... Sende! Neyse ki hastaneden beş günlük izin almayı başarmış da..."

"Beş gün mü? Ben adama doğum olana kadar gelme ben gider bizimkilerle doğururum diyorum ama o ne yapıyor? Gidiyor sanki aksini söylemişim gibi beş gün izin alıyor! Demek kendi çocuğu olsa yıllık izne çıkacak"

"Eylül dur bir sakin ol! Şimdi gerçekten doğuracaksın sonra al başına belayı!"

"Sen de ne korkup duruyorsun kızım millet çatır çatır tarlada doğuruyor ben burada mis gibi yerde mi doğuramayacağım!"

"Sen onu da yaparsın Eylül inan şaşırmam"

"Onu bunu bırak da Ahmet gerçekten geliyor mu şimdi?"

"Aa! Geliyor diye heyecanlandın mı sen? Bak yanakların da al al oldu. Aşk işte!"

"Soruma cevap ver Mine!"

"Geliyor valla şu an uçaktadır"

"Sakin ol Eylül... Sakin ol Eylül... Sakin ol Eylül..."

"Korkma Rüyacığım atarlı teyzen doktor eniştene birazcık kızdı ama yüzünü görünce yelkenleri suya indirir merak etme"

"Enişte deyip durma Mine yiyeceksin şimdi şu bez torbasını kafana!"

"Aa! Değil mi? Evlenmeyeceksen ne diye evlenecekmişsiniz süsü verip oyalıyorsun ki adamı? Bırak bari var olan kısmeti kaçmasın daha çoluğa çocuğa karışacak"

"Bir dakika bir dakika! Var olan kısmeti derken... Kimmiş o eceli gelmiş kikirik?"

"Bizim Cemre..."

"Hangi sizin Cemre?"

"Senin ilaçlarını aldığımız eczacı kız var ya o işte! Hani kızıl saçlı yeşil gözlü beyaz tenli... Tanıştırmıştım sizi hatta sen çok tatlı kız insan yüzüne bakınca otomatikman gülümsüyor demiştin. Hatırlamadın mı?"

"Hatırlıyor olmam o kızıl için pek iyi olmadı sanki!"

"Neyse kız pek de kikirik değil yani. Kenan'ı da tanıyor birkaç kez karşılaşmıştık. Ahmet'in son gelişinde Kenan ağrı kesici almak için uğramış kız da onun yanında Ahmet'i görünce ilk görüşte çarpılıvermiş"

"Yok daha çarpılmamıştır beni görsün o zaman çarpılacak o!"

"Onu bilemem ama geçen gün dedemin tansiyon ilacını almaya gittiğimde Ahmet ile ilgili ağzımı arayıp durdu. Kenan'ın yanındaki kimdi yakın arkadaşınız mı diye sorup hayatında hiç bu kadar pozitif enerji yayan hiç bu kadar güzel gülen bir adam görmediğini söyledi. Ahmet'ten bahsettiğini anlayınca tam sizin birlikte olduğunuzu söylüyordum ki benden ikisiyle alakalı aracılık yapmamı istedi. Sanki onun da haberi yokmuş gibi ikisini yakıştırdığım için bir araya getirecekmişim. Çöpçatanlık gibi yani... Yok artık dedim!"


yuı.gif


"Ha o kızıl bir de utanmadan benim manitamı görücü usulü fırın kapama yapmaya çalıştı demek! Sen de bunu bana şimdi mi söylüyorsun Mine? Aferin sana valla aferin! O değil de ben bir de gittim bu kızla folik asit muhabbeti yaptım iyi mi!"

"Ben olmaz o iş adamın sevdiği var arkadaşımla ciddi düşünüyorlar dedim ama kıza yalancı çıktım baksana sen ciddi düşünmüyormuşsun. Yarın gideyim de kızın yüreğine bir su serpeyim bari umudunu kesmesin"

"Ne diyorsun kızım sen? Başlatma şimdi yüreğine de suyuna da kızına da!"

"Olanı söylüyorum Eylül ama sen sakın Ahmet'e bir şey deme onun hiçbir şeyden haberi yok"

"Yok yok o kesin hissetmiştir. Baksana iki dakikada pozitif enerjiler yaymış hafızalara kazınacak şekilde tatlı tatlı gülmüş... Yahu ağrı kesici almaya gittiği yerde ne diye gülmüş ki bu adam? Komik bir şey mi bu!"

"Kızın yüzüne bakınca otomatikman gülümsüyorsun demiştin ya ona da öyle oldu herhalde"

"Fıttıracağım şimdi! Benim bu adamın enerji kaynaklarına bir çözüm bulmam gerekiyor yoksa katil olacağım!"

"Katil olacağına sevdiğin adamın parmağına alyansı geçir evli barklı olduğu belli olsun"

"Ha anladım! Sen beni alttan alta işliyorsun değil mi? Ahmet mi istedi bunu? Eylül'ü kıskandır yavaş yavaş evliliğe alıştır falan..."

"Aa! Ne münasebet! Biz Ahmet ile hiç bu mevzular hakkında konuşmuyoruz. Günahımızı alma durduk yere"

"Yok yok siz kesin konuşuyorsunuz. Aslında bu Cemre olayı da yok değil mi?"

"Ha o var! Kıza şimdi o iş tamam desem iki güne düğün hazırlıklarına başlar. Ciddi etkilenmiş yazık Ahmet'ten bahsederken gözleri ışıldıyor eli ayağı birbirine giriyor. Konuşurken neredeyse eczaneyi başıma yıkıyordu"

"Kikirik işte! Yalnız adam da doktor değil denizci mübarek! Gittiği her yerde bir hatunun gönlünde iz bırakıyor"

"Asıl önemli olan onun gönlünde hangi kadının izi kaldığı değil mi? Halbuki adamın iki lafından biri Eylül ama işte hak ettiği ilgiyi alakayı göremiyor. O da olur inşallah ölmeden o günleri de görürüz"

"Gerdin beni Mine! Tut kolumu iki tur yürüyeyim şurada otur otur üstüme ağırlık çöktü. Şu pencereyi de arala da içeriye hava girsin. Boğulacağım şimdi!"

"Aman doğurma da!"

"Sakin ol Eylül... Sakin ol Eylül... Sakin ol Eylül..."

"Tamam tamam sakin ol sustum"



........::::::::__Ahmet / İzmir__::::::::........

Elim kolum dolu bir halde telefonumu açmaya çalışırken Kenan'ın seslendiğini duyunca başımı kaldırdım ama ben onu görene kadar o çoktan insan kalabalığından sıyrılıp benim yanıma geldi bile. Geldiği gibi de selamlaşıp çantalarımdan birini alarak konuşa konuşa çıkışa doğru yürümeye başladık.

"Kenan niye buraya kadar gelip zahmet ettin ki ben bir taksiye atlar gelirdim"

"Bu sefer uzun kalacaksın ya çantan çoktur diye düşündüm. Ayrıca öyle düşünme zahmet falan olduğu yok"

"Sağ ol o halde"

"Yalnız buraya habersizce gelerek başına büyük bir bela aldın farkındasın değil mi? Şimdi işin yoksa bütün gece Eylül'ü dinle dur"

"Yanında olayım da isterse yirmi dört saat hiç susmasın"

"İki saat sonra bu düşünceni hâlâ koruyup korumadığını sormak için yanına geleceğim ve bil bakalım ne olacak?"

"Ne olacak?"

"Seni bulamayacağım çünkü sen o sırada neden sıcacık yatağında değil de burada olduğunu sorgulayarak kendini İzmir sokaklarına atmış olacaksın"


rdfgykjlaaaa.gif


"Bu kadar emin olma. İki saat sonra da daha sonraki saatlerde de beni bulup bulabileceğin tek yer Eylül'ün yanı başı olacak"

"Yaşayalım ve de görelim!"

"En sevdiğim!"

Arabanın yanına geldikten sonra çantalarımı bagaja yerleştirip Nevin Hanım'ın evine doğru yola çıktık. Varana dek Kenan'dan başta Eylül olmak üzere herkesle ilgili ufak tefek haberler almayı da ihmal etmedim. Sağ olsun o da önemli gördüğü her detayı benimle paylaşıp merakımı gidermeye çalıştı.

Trafiğe yakalanmadan ara yolları kullanarak gayet rahat bir şekilde evin önüne geldikten sonra kapının ziline bastık. Ben heyecanla içeriden "Ben açardım ama Rüya bile emekleyerek benden hızlı gider o yüzden hiç yeltenmiyorum" diyen Eylül'ün sesinin gelmesini bekliyordum ama bu isteğim gerçekleşmedi ve kapıyı Eylül yerine annesi Belma Hanım açtı. Kendisine saygım sonsuz o yüzden hayal kırıklığına uğramış gibi davranmayacağım.

Ama bir sorun var gibiydi çünkü kapıyı açar açmaz tam kendisine selam veriyordum ki benden önce davranıp endişeli bir tavırla "İyi ki geldiniz" dedi. İyi ki geldiniz mi dedi yoksa başımdan aşağıya kaynar sular mı döktü ayırt edemedim.


twet6ymoıp.jpg


Belma Hanım'ı duyduğum anda hiçbir şey düşünemeden direkt içeriye girip etrafa bakınmaya başladım. Tabii ki Eylül'ü görmeyi umuyorum ama ne Eylül ne de Mine ortalarda görünmüyor. Aklıma ilk gelen şey sancısının başladığıydı ancak içeriye girdiğimde evin içi o kadar sessizdi ki bu ihtimal yavaş yavaş ortadan kalktı. Tek istediğim başına kötü bir şey gelmemiş olması çünkü evde değillerse bu hastanede oldukları anlamına gelebilir.

Belma Hanım durumu açıklamaya "Kızlar Rüya ile birlikte ardiyede kilitli kalmışlar" diyerek başlayınca devamında ne söyleyeceğini beklemeden direkt bahsettiği odaya doğru yöneldim. O sırada Belma Hanım'da Kenan'a eve geleli çok olmadığını ve çilingire de bir türlü ulaşamadığını anlatmaya devam ediyordu. Orada kilitli kalmayı nasıl başarmışlar gerçekten çok merak ettim.

Odanın kapısına yaklaştığım sırada ne dedikleri anlaşılmasa da Eylül ile Mine'nin sesleri geliyordu. Sakin bir ses tonuyla konuşuyor olmaları içimi rahatlatmadı diyemem. Kapı kolunu kavrayıp biraz zorlarsam açabilir miyim diye yoklarken bir yandan da "Benim Ahmet! Sizi birazdan çıkaracağız merak etmeyin. Bu arada iyi misiniz her şey yolunda mı?" diye sordum ve hiç de şaşırmadığım bir tepkiyle karşı karşıya kaldım. Bekliyordum böyle bir şey olacağını hatta olmaması tuhaf olurdu.

"Eylül yavaş kalksana ya!"

"Bir dur Mine! Sen de bırak şimdi iyi miyiz değil miyiz diye sormayı arkadaş! Ben sana gelme demedim mi?"

"Ben de seni çok özlemişim Eylül hislerimizin karşılıklı olması ne hoş!"

"Ahmet!"

"Tamam kızma! Gelme dedin ben de geldim"

"O zaman niye laf dinlemiyorsun? Ben sana gelme diyorsam bir bildiğim var ki gelme diyorum değil mi? Bir de bana telefonda yalan söylüyorsun doktor! Ben seni arkadaşınla yemeğe gidiyorsun diye biliyorum ama sen uçağa binmiş buraya geliyorsun. Mine'yi sıkıştırmasam haberim bile olmayacak bir anda seni karşımda görüp..."

Eylül bir türlü susmak bilmeyince kapıyı açmamıza yardım edecek bir şeyler arayan Kenan'a seslendim ve bana bakmasıyla birlikte de omuzumu işaret edip "Eski usulle halledelim" dedim. Biz aramızda anlaşırken Eylül de kendi kendine konuşmaya devam ediyordu tabii. Bana sinirlenmişken hiç susar mı? Susmaz!

"Telefonla konuşurken bir hafta sonlarım vardı kayda değer gördüğüm onları da aldın elimden deyip vicdan yaptırdın sen bana ya! Beni göz göre göre kandırırken hiç mi çekinmedin hiç mi Eylül duyunca ne der demedin? Bir de gitmişsin bana sormadan beş gün izin almışsın hastaneden!"

"Aslında hafta sonlarıyla birlikte kemiksiz dokuz gün"

"Dokuz... Bir de marifet yapmış gibi söylemiyor mu keçilerimi kaçırtacak bana! Senin bu başına buyrukluğun kafamı çok fena bozuyor Atahan demedi deme!"

"Hitaplar konusunda bir karmaşa mı var? Açılışı arkadaşım kapanışı da Atahan diyerek yapman beni biraz tedirgin etmedi diyemem. Yanlış duymadıysam araya doktorla Ahmet'i de sıkıştırdın. Sen çıkmadan ben mi geri dönsem acaba? Burada can güvenliğim yok gibi görünüyor çünkü..."


estrdgkhkl.jpg


"Bak bir de kabahatimi bilip susayım demiyor dalga geçiyor! Şu an yan yan gülüyorsun değil mi Ahmet? Kesin gülüyor. Çıldırttı ya beni keyiflenmiştir o! Yalnız sana bir şey diyeyim mi?"

"Dinliyorum"

"Hani Cemre var ya Cemre!"

"Ne Cemre'si?"

"Böyle havaya suya toprağa falan düşer"

"Eyvah! Bunun ardından ne geliyor acaba?"

"Diyorum ki buradan bir çıkayım bir yere daha düşecek ama bu düşüş senin hiç hoşuna gitmeyecek kolla kendini diyorum"

"Dikkat etmeye çalışacağım. Uyardığın için teşekkür ederim"

"Eylül ne oldu?"

"Bir şey yok!"

"Sen bir otursana şuraya"

"Bir şeyim yok diyorum sen de ne pimpiriklisin be Mine!"

"Otur diyorsam otur"

"İyi oturduk!"

Kenan konuşmaları dinleye dinleye yanıma gelip "Eylül'ü şu haldeyken çıkarmak istiyor musun gerçekten? Eğer istiyorsan bence bir daha düşün çünkü senin yerinde olsaydım kulağıma bir tıpa takar Eylül sakinleşene kadar üçlü koltukta biraz kestirirdim" deyince istemsizce tebessüm ettim çünkü bunu yaptığım takdirde başıma Eylül tarafından neler gelebileceği gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçip gitti.

Kenan'a cevap veremedim çünkü bu sefer de Mine kızdığı için benden önce davranıp "Doğru yapar! Bu sevimsiz yaptı bana böyle bir şey zaten! Ben gardolabın içindeydim ki neden diye sormayın çok uzun hikaye hatta o gün Eylül'de vardı. Orada olduğumu bile bile sandalyesini çekti dolabın önüne telefonda Tolga ile bir güzel muhabbet etti. Havasızlıktan ölüyordum içeride" dedi. Şu an içim çok rahatladı çünkü sonunda en az bizim kadar tuhaf bir çifte denk gelebildik. Selim ile Meral'in yanında çok sırıtıyorduk çünkü.


gjhkjlşkkhgff.gif


Mine'nin bahsettiği şeyi gerçekten yapmış olabilir mi diye anlamak için Kenan'a baktığımda tam bana "İçeride bir kadın olduğunu iddia ederek evimi arayan ve bulamamasına rağmen yine de beni suçlamaya devam eden kıskanç prensesimi öpüp uyandırmak için dolabın önünde bayılmasını bekliyordum. Beni incittiğinin farkına varsın diye değil tamamen romantizm merakımdan kaynaklanan bir şeydi ama bu şirin şey beni bir türlü anlamadı" diyordu ki Eylül sert bir tavırla araya girip "Kenan canım burnumda zaten başlatma şimdi romantizm merakına!" diye bağırdı.

Eylül'ün canım burnumda derken ki değişen ses tonu sebebiyle Kenan ile aynı anda birbirimize baktık. Neden baktığımızı açıklamaya bile gerek duymadan ben geri çekildim Kenan'da Mine'ye Eylül ile Rüya'yı alarak kapıdan uzaklaşmalarını söyleyip yanıma geldi. Üç deyince de aynı anda tüm gücümüzle kapıya yüklendik. İlkinde sarsılsa da açılmadı ama ikinci vuruşumuzda nihayet açıldı. İçeriye girdiğimiz gibi de Eylül ile göz göze gelmemiz kaçınılmaz oldu. Bu bakışmamızı hiç unutamayacağım galiba. Onu görür görmez az önceki halimin aksine bir endişe kapladı içimi.


to7yup9ıp.gif


Ben iyi olup olmadığını anlamaya çalışırken karşımda zorlukla yutkunup "Beni dinlemediğin için sana çok kızgınım doktor" dese de yanına gidip ona sarılmamla birlikte o da bana sıkıca sarıldı. Gerçek anlamda kızmadığı belli yoksa beni engelleyerek anında geri çekilirdi.

"Ben sadece yanında olmak istedim"

Başımı eğip omuzunu öptüğüm sırada sessiz kalsa da bana sarılmayı bırakmadı. Ama birkaç saniye sonra bana sarılış tarzında bir tuhaflık olmadı diyemem. Sarılmaktan çok sıkıca tutunuyor gibiydi. Bunu yaptığını hissettiğim anda yüzüne dikkatle bakıp iyi olup olmadığını sordum ama o sanki beni başından savarmış gibi "İyiyim" dedikten sonra geri çekilip "Hadi çıkalım buradan" dedi. Bunu söylerken yüzüme bile bakmadı. Bir sıkıntısı olduğu belli ama neden bir şey söylemeyip saklıyor ki?

Karşımda alışık olmadığım bir Eylül olduğu için bu halini garipseyip "Bekle!" diyerek kolunu tuttum ve bana bakmasıyla birlikte de "Sancın mı var senin?" diye sordum. Yüzündeki ifade beni onaylıyordu ama o sorumdan rahatsız olup kolunu kurtardığı gibi "Olsaydı emin ol bu kadar sessiz olmazdım" diyerek odadan çıktı. Neden emin olamadım acaba?

Aklımda doğru mu söylüyor yoksa beni mi geçiştiriyor düşünceleri kol gezerken Kenan'ın "Az önce bana bağıran kadın yanımdan tek kelime bile etmeden geçip gitti. En azından öldürmeyeceğini ama süründüreceğini belli eden bir bakış beklerdim. Şu an beni hatta seni bile unuttuğuna göre uzun bir gece olacağa benziyor. Ben en iyisi arabanın anahtarlarını yakın bir yerde tutayım. Ne olur ne olmaz" dediğini işitip hiçbir şey söylemeden yanından geçerek odadan çıktım.

Eylül ortalarda görünmüyordu. "Nerede?" der gibi Mine'ye baktığım sırada Kenan "Eylül nereye kayboldu?" diye sorunca ona doğru döndüm ve Belma Hanım'ın banyoda olduğunu söylemesiyle de banyo kapısına doğru bakıp koridorun ortasında öylece kaldım. Kenan da cevabını alınca Mine'ye doğru yaklaşıp içeride kilitli kalmalarıyla alakalı merak ettiği şeyleri sormaya başladı.

"Siz ne kadardır içeridesiniz Mine?"

"Bilmiyorum ki... Ama Eylül yanıma gelmeden az önce Ahmet ile konuşmuş"

"Uçağa binmeden önce! Çok uzun kalmışsınız. Eylül nasıldı peki bir sıkıntısı var mıydı?"

"İlk başta iyiydi hatta benimle uğraşıp durdu ama zaman geçtikten sonra sessizleşti. Birkaç kez sancısının mı olduğunu sordum bana iyi olduğunu sadece sıkıntıdan nefes egzersizi yaptığını söyledi. Şimdi Ahmet'e kızarken de sanki iyi değilmiş gibi belini tutup duruyordu ondan otur dedim ona"

"Tamam sen Rüya'yı bana ver de oturup dinlen biraz"

Konuşmalarını dinleyerek beklerken Belma Hanım da durdu durdu sonunda dayanamayıp banyonun kapısını tıklatarak "Kızım iyi misin?" diye sordu. Benim yapmak istediğim şeyi Belma Hanım yapınca rahatladım çünkü deminden beri gidip Eylül'e iyi olup olmadığını sormak istiyorum ama annesi varken benim sormam uygun olmaz diye yapamıyorum.

Aynı anda hem Nevin Hanım tarafından evin kapısı hem de Eylül tarafından banyonun kapısı açılınca refleksle kapıya bakıp sonra da bakışlarımı Eylül'e çevirdim. Saçlarının önü sırılsıklamdı. Kendisini iyi hissetmeyip yüzüne epey bir su çarpmış olmalı. Hay aksi! Bir şey olduğunu hissediyorum ama o kadar sert canlı bir kadın ki belirgin bir tepki vermediği için endişelerimin doğru mu yoksa boş yere mi olduğunu anlayamıyorum.

Annesiyle kendi aralarında sessizce konuşurken bir yandan da odalardan birine doğru yürümeye başladılar. Bir yere de geçip oturamadım sadece her an bir şey olacakmış gibi tetikte bekleyip olduğum yerde durdum. Normal zamanda durum ne olursa olsun bana bulaşmadan duramaz ama şimdi eline bana sarması için harika nedenler vermiş olmama rağmen böyle bir şey yapmıyor. Şu an önceliği değişmiş olmalı. Yani Kenan'ın bu gece uzun olacak anahtarları yakın tutayım demesi çok da yersiz değil gibi.

Eylül odaya annesinin kolunu sıkıca tutarak girince hiç düşünmeden "Mine!" diye seslendim. O da sağ olsun söylememe bile gerek kalmadan neden seslendiğimi anladı ve yanımdan "Bakıp haber veririm" diyerek bir hışımla geçip odaya girdi. Kapının dışında kalınca gerilmedim diyemem. Bu tarz durumlarda Selim gibi olmayı çok isterdim çünkü şu an benim yerimde kardeşim olsaydı uygun olur mu olmaz mı diye düşünmez çoktan o odaya girip neler olduğunu öğrenirdi.

İster istemez kapıya doğru yaklaştım çünkü Mine'nin çıkmasını bekleyemeyip ne konuştuklarını bir an önce anlamak istedim. Gözlerim tek bir noktaya sabitlenirken de duyabileceğim en ufak tıkırtıyı bile algılamaya çalıştım. Zor oldu ama birkaç saniye sonra Eylül sesini yükselttiği için ne dediğini net bir şekilde duyabildim.

"Neden biraz olsun beni anlamaya çalışmıyorsunuz?"

"Anlıyoruz kızım sadece..."

"Hayır anlamıyorsunuz! Ahmet'in burada ve yanımda olmak istemesi benim için çok önemli çok da değerli bu tamamen ayrı bir şey ama asıl olay şu ki ben sevdiğim adamın başka bir adamın çocuğunu doğurduğum anlara şahit olmasını istemiyorum. Ona böyle bir şey yaşatamam. Bu nereden bakarsanız bakın normal bir şey değil çünkü! En başından beri de değildi. Bunu daha açık nasıl söyleyebilirim inanın bilmiyorum"

"Tamam kızım sen şimdi sakin ol ve biraz dinlen"

"O zaman dediğimi yapın anne! Mine hemen git Kenan'a söyle götürsün Ahmet'i buradan"

"Saçmalama Eylül! Ben bunu Kenan'a söylesem de Ahmet seni bu halde bırakıp gider mi hiç?"

"O zaman sen de iyi olduğumu dinlenmek için uyuduğumu söyle merak etmesin. Kenan'da Tolga çağırıyor desin ne bileyim başka bir şey desin. Ben de o sırada Selim'i ararım bir sebep uydurup acil olduğunu söyleyerek geri çağırır onu"

Şu haldeyken bile benim ne hissedeceğimi önemsemesi çok kıymetli ama hâlâ Yiğit ile beni hayatının iki ayrı köşesine koyuyor olmasına çok üzülüyorum. Bizi bir türlü kafasında bir araya getirmeyi başaramadı. Beni bir yana koyuyor Yiğit'i diğer yana koyuyor ortamıza da bir set çekip ne tam olarak bana gelebiliyor ne de oğluna gidebiliyor. Aramızda ne yapacağını bilemeden savrulması canımı çok sıkıyor.

Eylül'ün sözlerini düşünürken Kenan da "Sen onun böyle konuştuğuna bakma gitmeni istese de aslında şu an yanında olmasını istediği tek kişi sensin. Sadece bu hamilelik olayı üzerinde çok büyük bir baskı yarattı. Ama geçecek. Çok yakında geçecek" diyerek elini omuzuma koydu. Konuşamadan başımı salladığım anda da kapı açıldı ve Mine dışarıya çıktı. Eylül'ün isteğini bize nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. O da hiç istemese de arada kaldı.

Mine yüzü asık bir halde Kenan'ın kolunu tutup "Bir gelsene benimle" derken benim gözlerimde aralık olan kapıdan Eylül'e takıldı. Sadece takılmakla da kalmadım elbet. Eylül'ün söyledikleri aklımdan bir bir geçerken böyle durumlarda kendi doğrusuna göre hareket eden kardeşimin vardır bir bildiği deyip aynı onun gibi davranarak kapıyı tıklatıp içeriye girdim.

Tabii Eylül beni görür görmez Mine'nin isteğine uymadığını düşünmüş olacak ki "Mine ya!" deyip başını diğer yana çevirdi. Kızın bir suçu yoktu ki ne duyduysam kendi kulaklarımla duydum. Durgun bir halde Eylül'e bakıp ona bu konu üzerinden nasıl yaklaşmam gerektiğini düşündüğüm sırada Belma Hanım yanıma geldi. Koluma dokunup beni kapının önüne yönlendirdiğine göre bana her ne söyleyecekse kızının duymasını istemediği belliydi.

"Mine korkuyor diye içerideyken söylememiş ama sancısı düzenli bir şekilde gelip yavaş yavaş da onu zorlamaya başlamış. Eylül kolay kolay zorlandığını söylemez Ahmet. Böbrek taşı düşürürken de acısını belli etmek istemezdi. İyi misin derdim bir şeyim yok deyip kızar sonra da ortadan kaybolurdu. Onu kan ter içinde bulup zorla hastaneye götürdüğümde de o çoktan taşı düşürmüş olurdu"

"Şimdi de belli etmek istemiyor ve bunu başaramadığını anladığı için de sinirleniyor. Peki sancıları ne sıklıkla geliyormuş?"

"Söylemiyor ki sadece Ahmet'i gönderin deyip duruyor"

"Anladım"

"Belki de hastaneye gitmemiz daha iyi olur. Böyle inat ederek olmaz. Ben doktorunu arayıp bilgilendireyim ona göre hareket edelim"

Belma Hanım'ın gitmesiyle ben de odaya geri dönüp Eylül'ün yanına oturdum ve hiçbir şey söylemeden sadece elini tuttum. Hem kendisini iyi hissetsin istedim hem de sancısı geldiğinde istemsizce elimi sıkar da ne kadar sıklıkla geldiğini anlarım diye düşündüm. O da elimi kavrasa da yüzüme bakmamayı sürdürdü. Birazdan bakar ama...

"Annenle Mine'ye söylediklerini duydum. O sırada kapının önündeydim sesiniz az da olsa dışarıya geliyordu. Onlara sevdiğim adamın başka bir adamın çocuğunu doğurduğum anlara şahit olmasını istemiyorum ona böyle bir şey yaşatamam dedin"

"Neden kararıma saygı duymuyorsunuz?"

"Sen benim kararıma saygı duymuş muydun Eylül?"

Sorumu duyar duymaz bakışlarını bana doğru çevirdi. Neden bahsettiğimi anlayamadı ama ona küçük bir hatırlatma da bulunup "Vurulduğum gün yanı başımdaydın. İlk müdahalem sırasında orada yaşanacaklara şahit olmanı istemediğim için Sinan'a seni oradan götürmesini söylemiştim. Kurşunun bedenimde yarattığı hasarı görmeni istemedim çünkü hem çok üzülecektin hem de gördüklerini aklından silmen zor olacaktı. Peki ben gitmeni isterken sen ne yaptın hatırlıyor musun?" dediğimde gözlerini kapatıp başını öne eğdi. Hatırlamış olmalı.

Cevap vermeyince onu zorlamadan diğer elimi de elinin üzerine koyup konuşmama da "Hiçbir yere gitmeyeceğini söyleyip elimi sıkı sıkı tuttun. Ben o anlara şahit olmanı istemezken kanım sevdiğim kadının ellerine bulaştı Eylül" diyerek devam ettim. Konuşurken bir yandan da yüzüne bakıyordum ve anladığım kadarıyla beklenen sancı da geldi çünkü bana belli etmemeye çalışsa da tek gözünü hafifçe kısıp dişleri gibi elimi de sıkmaya başladı. Ancak artık saklayabileceği bir aşamada değil gibiydi.

Yanımda iki büklüm olunca bir gözüm kolumdaki saatte olarak onu yönlendirip "Derin bir nefes al... Yavaşça ver" dedikten sonra bana doğru çevirdiği endişeli gözlerine baka baka "Şimdi sakin ol ve benimle birlikte normal bir hızla nefes alıp vermeye devam et. Bittiğinde tekrar derin bir nefes alacaksın" dedim. İlk defa ne dediysem hiç itiraz etmeden yaptı. Ya da yapmak zorunda kaldı diyelim.

Sancısı geçip elimi sıkmayı bıraktığında oturduğum yerde bacağımı diğer bacağımın altına alarak tamamen ona doğru döndüm. Bir şey söylemeden o bana baktı ben de ona. O güzel gözleri kızarık ve bitkin görünüyordu. Burada olup onun bu hallerini görmemi istemiyor farkındayım ama ben yanında olabildiğim için mutluyum. Annesi ve arkadaşları her ne kadar etrafında olsa da sanki yanında ben yoksam yapayalnız kalıyormuş gibi hissediyorum.

Ellerini avuçlarımın içinde tutarken bu sessizliğimizi bir sonraki sancısı gelmeden önce bozup "Eylül biz bu küçük adamı birlikte büyüteceğiz farkındasın değil mi? Sen beni bu olayın dışında tutmak için uzaklaştırmaya çalışıyorsun ama bana bu önemli detayı atlıyorsun gibi geliyor" dedim. Ne düşüneceğini bilememiş gibi gözlerini gözlerimde gezdirmeye başladı. Farkına şimdi vardı gibi görünüyor. O küçük bir aydınlanma yaşarken ben de bir şey söylemesini beklemeden konuşmama devam ettim.

"Ben tek kişilik bir gelecek planlamadım Eylül. Benim geleceğimde siz de varsınız. Kısa bir süre sonra aynı evi aynı hayatı paylaşacağız. Yiğit senin olduğu kadar benim kültürümle de büyüyecek. Hayatının en önemli anlarında yanında ben de olacağım. İlk adımlarını atmaya başladığında ilk kelimelerini söylediğinde okula ilk gidişinde mezuniyetlerinde... Hangi mesleği seçmesi gerektiğine karar vermeye çalışırken yaşadığı o kafa karışıklığını da birlikte atlatacağız. Belki de annesine söyleyemediği birçok derdini benimle paylaşmak isteyecek. Birlikte erkek erkeğe çözümler bulacağız. Evlenmeye karar verdiğinde sevdiği kıza ailem diye tanıtacağı kişilerin arasında ben de olacağım. O kadar şanslı mıyım bilmiyorum ama bir gün çocuklarım olduğunda onlar Yiğit ile kardeş olacaklar Eylül. Yiğit'e ağabey deyip ömürleri boyunca sırtlarını birbirlerine dayayacaklar. Damarlarında aynı annenin kanı dolaşacak. Yiğit'in babası değilim bunu biliyorum. Bana hiçbir zaman baba da demeyecek bunu da biliyorum çünkü onun zaten burada olmasa da bir babası var. Ama adım gibi eminim ki bir baba oğul ne yaşarsa biz de Yiğit ile birlikte onları yaşayacağız. Buğra geri dönse de dönmese de fark etmez. Biz Yiğit ile birçok şey paylaşacağız ve birbirimizin hayatındaki en önemli insanlardan biri olacağız"


tdrfyguyhujlkşl.jpg


Bu defa anlamasını sağladım galiba. Ama söyleyeceklerim daha bitmedi. Gözleri dolmaya başladığında derin bir nefes alıp "Şimdi senden tek bir şey istiyorum. Eğer olmaz dersen yine de kararın değişmezse sana hiç karşı çıkmadan şu kapıdan çıkıp gideceğim ve sen bana gel diyene kadar da yanına gelmeyeceğim" dedim. Bakışları gözle görülür ölçüde huzursuzlaştı. Ben de çok rahatım diyemem çünkü bana ne cevap vereceğini kestiremiyorum.

Eylül'ün tedirgin duruşu eşliğinde ister istemez duygusallaşıp "İzin ver hayatım boyunca birçok önemli anında yanında bulunacağım bu küçük adamın doğduğu ana da şahit olayım. Beni engelleme de yıllar sonra hep beraber evimizde oturup çocuklarımıza doğdukları günleri anlatırken benim de Yiğit'e söyleyecek birkaç güzel şeyim olabilsin. Ona doğduğun gün annenin yanındaydım sana hayatındaki en büyük mucizenin gerçekleştiğini hissetmiş gibi bakıyordu diyebileyim. İzin ver yapayım bunu Eylül" dedikten sonra ben elimin üzerinde duran elini öperken o da tek kelime etmeden alnını bana yasladı. İçimde bir sıkıntı oluşmadı diyemem çünkü bunu yaparken bir yandan da bana sessizce "Git Ahmet" diyecekmiş gibi hissettim. Bunu derse nasıl giderim ya da gittiğim yerde nasıl rahat durabilirim bilemiyorum.


rhfdtgjfy.gif


Eylül'ün ne cevap vereceğine odaklanmışken kapı tıklatıldı ve içeriye "Birsen Hanım ile konuştum hastanede bizi bekliyor" diyen Belma Hanım girdi. Tam da zamanı! Annesi gelince Eylül de hemen benden uzaklaştı. Hay aksi! Uzaklaştığı yetmiyormuş gibi cevabını da alamadım. Belma Hanım dolabı açıp askıdan bir şeyler alırken bir yandan da omuzunun ucundan Eylül'e imalı bir bakış atarak konuşmasına devam etti. Öğrendiklerinden sonra biraz kızmış gibiydi sanki.

"Sen bugün doktorunu aramışsın zaten neden bana söylemiyorsun? Birsen Hanım biz konuştuk her şeyden haberdarım doğumun bugün yarın olacağını da bekliyordum Eylül'e hastaneye ne zaman gelmesi gerektiğini söylemiştim dedi. Şu her şeyi kendi başına halledip yardım almama huyunu ne zaman bırakacaksın çok merak ediyorum. Ne yapacaktın peki? Vakti geldiğinde hastaneye kendi kendine gidip bize de doğum yaptığını telefonla mı bildirecektin? Bilseydim dışarıya çıkmazdım ya da illa çıksam da oyalanmadan çabucak dönerdim. Ya bir aksilik olsaydı da daha uzun bir süre gelmeseydik ne olacaktı? Ardiyede mi doğuracaktın kızım?"

Annesine de cevap vermedi. Belki de benim yanımda konuşmak istememiştir. Rahat konuşsunlar diye oturduğum yerden kalkarken Eylül aniden "Dur!" deyip elimi yakaladı. Ona baktığım gibi sancının daha sert bir şekilde geri döndüğünü anlayıp saatime baktım ve içeriye doğru "Kenan arabayı evin önüne al!" diye seslenip Eylül'e de sakin olmasını sadece az önce yaptığı gibi nefesine odaklanmasını söyledim. O sırada Belma Hanım'da kimliği çantasında mı diye bakıp bir yandan da Mine'ye hastane çantasını almasını söylüyordu.

rytfuyıuıo.gif


"Ahmet!"

"Konuşma sadece benimle birlikte nefes al"

"Gitme!"

"Tamam sen şimdi düşünme bunları"

"Hiçbir yere gitme!"

"Gitmem merak etme"

O anla birlikte Eylül'ün "Neden geçmiyor bu!" bağırışı eşliğinde evde bir hareketlenme oldu. Sonrası tahmin edilebileceği üzere evden çıkış ve hastaneye varış şeklinde ilerledi. Neyse ki Eylül inadını kırdı da yanında kalmamı isteyip elimi de bir an olsun bırakmadı. Hatta doktorunun odasına girene kadar sanki bıraksa gidecekmişim gibi o korkuyla tuttu ellerimi.

Sancılarının doğum sancısı olduğu kesinleşince Eylül'ü burada olduğu sürece kalacağı odasına aldılar. Belli aralıklarla kontrolleri sürerken sancılarının sıklığı daha da azaldı. O karşımda bağırıp kıvrandıkça sanki ben de onunla birlikte aynı sancıyı çekiyormuşum gibi hissettim. Ne tuhaf iş! Hiç böyle hissedeceğimi düşünmemiştim. Heyecanım bana da sürpriz oldu.

Ama sonrasında gülerek anlatacağımız şeyler de olmadı diyemem. Bu doktorunun odaya gelip Eylül'e doğuma tek mi yoksa kendisine destek olacak biriyle mi girmek istediğini sormasıyla başladı. O an sancısı geçtiği için hiç düşünmeden tek başına gireceğini söyledi ama bu durum sürekli değişkenlik gösterdi. Sancısı yokken tek başına girmek istediğini söyleyen kadın sancısı başlar başlamaz odada eleme usulü ilerleyerek günün talihlisini belirleme telaşına girdi.

Ben sürekli kenardan köşeden el kaldırarak sessizce "Beni seç!" deyip durdum ama o tabii ki de beni kaile almayıp önce annesine baktı. Baktı da baktığı gibi de vazgeçti. Sebebi de olur da doğum sırasında acıya dayanamayıp ağzını bozmak isterse bunu annesinin yanında yapamayacağıydı. Annesinin yanında her ne kadar kendisine sansür uygulamaya çalışsa da bir yerden sonra ipin ucunu kaçırabileceğini tahmin etmek zor değil.

Ben hâlâ bana yönelmesi için çabalarken bu defa da Mine'ye baktı ama ondan da vazgeçip "Şimdi bana destek olacağına bayılır kalır bir de onu ayıltmakla uğraşmayalım" dedi. Haklıydı çünkü Mine daha evdeyken paniklediğine göre içeride ona çok da yardımcı olamayabilirdi.

Aaa! Sancısının geldiği anlardan birinde Kenan ile istemsizce göz göze gelişleri de ayrı bir olaydı. Aynı anda Eylül gözlerini kocaman açarak "Yok artık! Hayatta olmaz!" derken Kenan'da panikle geri geri gidip "Bu odada bulunan herkes için her türlü belaya gözüm kapalı atlarım ama şu an hiç bana bakma çünkü doğum koçluğu işleri beni aşar!" dedi. Onların bu konuşmasına güldüğümüz için o arada Eylül'den azar da işitmedik değil. Ama hallerine gülmemek imkansızdı.

Gerçekçi olmak gerekirse odadaki en iyi seçenek bendim ama kendimi her belli edişimde Eylül ısrarla başını iki yana sallayarak bana "Olmaz!" deyip durdu. Beni istememesini anlıyorum ve bu konuda da ona asla gönül koymuyorum. Ancak orada sakin kalmak güvende hissetmek ve her şeyin tıbbi anlamda yolunda gittiğinden emin olup bunu düşünmemek istiyorsa giderken beni de yanına almalı. Ama istememekte diretti tabii yapacak bir şey yok.

Doğuma kim girecek krizi de Buğra'nın anne ve babasının gelmesiyle son buldu. Ancak bu noktada beni mutlu eden bir şey de oldu. Ferda Hanım ve Tamer Bey'in gelişiyle uygunsuz görülen bir durum olmasın diye Eylül'ün yanından kalkmak için bir atılım yaptım ama Eylül buna izin vermeyip elimi sıkıca tutarak "Yanımda kal yoksa herkesi odadan çıkarmalarını söylerim" dedi. Ona tebessümle bakarken bir yandan da yerime geri oturdum.

Neyse ki Buğra'nın ailesi tanıdığım kadarıyla sorun yaratacak insanlar değillerdi. Tek bir ters bakışlarına bile maruz kalmadım. Bundan sonraki hayatımızın da nasıl şekilleneceği az çok belliydi yani birbirimizi ne kadar çabuk kabullenirsek o kadar sorunsuz bir yaşam süreceğimizin hepimiz farkındayız.

Ve en kritik an! Yani doğum izninin çıkış anı. Biz dışarıda beklerken doktoru son kez odaya girdi ve çıktığında da Eylül'ü çektiği onca sancının ardından sonunda doğumhaneye alacaklarını söyledi. O an çok rahatladım çünkü ilk zorlu kısmı atlatmıştı.

Eylül'ün sesine odaklandığım için konuşmanın devamını kaçırdım ama tepki vermediğim için olacak ki Birsen Hanım yanıma gelip kolumu tutarak dikkatimi kendisine doğru çekti. Başımı çevirip doktorla yüz yüze geldiğimde de söylediği şey afallamama yol açtı çünkü Eylül'ün doğuma girerken yanında beni de istediğini söyledi.

İstemsizce gülüp sonra da tek gülen ben olduğum için ifademi düzelterek "Siz ciddisiniz" dedim. Evet ciddiyim dercesine gülümseyerek başını sallayınca ne düşüneceğimi bilemedim. Aslında muayene sırasında birkaç kez karar verip sonra da vazgeçmiş ama son kararı buymuş. Çok şaşırdım dememe gerek yoktur herhalde. Oysaki tüm çabama rağmen beni ısrarla konu dışında tutmuştu. Korku insanın olmazını da olduruyor demek ki.

İlk anda yanlış anlamış olabilirim diye düşündüm ama doktor yanımdan gitmeden önce "Eylül gözü kara bir beyin cerrahı olduğunuzdan bahsetti. Çok daha gergin ortamlara alışıksınız o yüzden eşinizin doğumu sırasında nasıl davranmanız gerektiğini söylememe gerek olmayacak diye düşünüyorum. İçeride görüşürüz Ahmet Bey" deyince doğru duyduğuma emin oldum. Ayrıca neden böyle düşündü bilmiyorum ama Eylül'den eşim olarak bahsetmesi kulağıma çok hoş geldi. Sanırım buna alışabilirim. Hatta alıştım bile...

O andan sonra her şey çok hızlı ilerledi. Eylül odasından alınıp doğumhaneye götürülene kadar hatta doğum başlayana kadar birçok kez fikrini değiştirdi ve bana dışarıda beklememi söyleyip durdu. Sonra ne oldu söyleyeyim. Tam gidecekken bana dışarıda bekle diyen kadın Yiğit'in de yardımlarıyla elimi preslercesine sıkıca tutup beni salmayarak yanında kalmamı istedi. Büyük ihtimalle odasına geri döndüğünde "Ben o haldeyken herhalde kal derim sen ne diye beni ciddiye alıp kalıyorsun ki arkadaşım!" deyip başımın etini yiyecek ama benim de cevabım hazır olacak çünkü ona "Ben tam gidiyordum sen kal diye yalvarıp beni bırakmadın. İstersen şahitler getirebilirim" diyeceğim. Beni kurtaracak olan savunmam hazır yani.

Sonradan başıma çokça ekşiyeceğini bilsem de doğumhaneye birlikte girdik. Benim için de değişik bir deneyim oldu ama neyse ki mesleğim dolayısıyla bu tarz ortamlara hiç yabancı değilim. Sanırım doktorluğun güzel bir getirisi olarak Eylül'e profesyonelce destek oluş şeklim de işe yaradı çünkü bir süre sonra beni tamamen unutup sadece oğluna ve yönlendirmelerimize odaklanarak doğumun sorunsuz bir şekilde gerçekleşmesini sağladı.


yghjghj.jpg


Yaşadığı onca zorluğun ardından Yiğit'i Eylül'ün kollarına verdiklerinde gözlerimi üzerlerinden ayıramadım. Sanki her şey hayal gibiydi. Bebeği olacağını öğrendiği andan şu ana kadar oğluyla alakalı içinde hiçbir duygu barındırmamaya çalışan heyecanını bir an olsun paylaşmayıp buz gibi bir tavır sergileyerek hakkında hiç konuşmayan kadın gitti ve yerine bambaşka bir kadın geldi. O kadar güzellerdi ki...

Eylül'e farklı zamanlarda birçok özelliğinden ötürü tekrar tekrar aşık olduğumu hissettiğimi bilirim ama o an oğluna bakarken içinde hem endişe hem de sevgi barındıran bakışlarına ayrı bir vurulduğumu söylemek isterim. Yiğit onu olumlu anlamda değiştirecek hissediyorum bunu. Oğlunun varlığı Eylül'ü hem daha sabırlı hem daha toleranslı hem de daha yumuşak bir kadına dönüştürecek.


rewtry6tyu.gif


Yiğit'e karşı olan sevgi dolu bakışları da küçücük eline ilk anne öpücüğünü bırakışı da yaşadığı pişmanlıkla ağlayarak "Özür dilerim. Sana sevgimi hissettiremediğim için çok özür dilerim" deyişi de bende derin izler bıraktı. Anladığım kadarıyla hamileyken oğluna hissettiremediğini düşündüğü sevginin kat be kat fazlasını bundan sonra hissettirecek. O kadar uğraştık başaramadık ama oğlunun bir bakışı yetti o çelik gibi sağlam duvarlarını yıkmaya. Eylül ne düşünürse düşünsün ne hissederse hissetsin harika bir anne olacak. Ben bundan adım gibi eminim.

Kalbimi bıraktığım bu güzel anlara şahit olduktan sonra Yiğit kontrolleri yapılmak üzere geçici bir süreliğine annesinin kollarından alındı ben de Eylül'ün çıkış için hazırlanması sebebiyle doğumhaneden çıktım. Gözlerim tüm engel olma çabalarıma rağmen dolduğu için kimseye görünmek istemedim ve kuytu bir yerde biraz hava alıp kendime gelmek için oradan uzaklaştım. Bu kadar etkilenebileceğimi gerçekten hiç düşünmemiştim. Eylül ile Yiğit'in ilk buluşma anları gözümün önünden bir an olsun gitmedi. Uzun sürede gideceğini sanmam.


etryuhıjkol.gif


O doğumhanede beraberken bir an kendimi çok garip hissettim. Ben bu kadar isterken kendimden bu kadar eminken ya bir aksilik yaşanır da hayatımda olamazlarsa diye düşündüm. Ya onları kaybedersem diye çok korktum. Sanki içimde uyanan korku dört bir yanımı sarmış gibiydi. Ne kadar uğraşsam da kurtulamadım o kaygı veren histen.

Doktor olduğum ilk günden bu yana kaç kişinin hayatına dokundum sayısını ben bile bilmiyorum. Hastanedeki odama gözleri yaşlı bir halde umutsuzca girip gülen yüzlerle sağ salim çıkan ve yıllar sonra karşılaştığımızda bile bana hâlâ her dualarında olduğumu söyleyen nice hastalarım oldu. Bizi çok mutlu ettin sen de çok mutlu ol... Kalbin mutluluğun adına ne için çarpıyorsa senin uğraşmana gerek kalmadan o gelsin seni bulsun dediler.

Öyle de oldu. Hiç beklemediğim bir anda Eylül beni ben de onu buldum. Ama şimdi bir daha ayrılmamak üzere birbirimizde kalıp mutlu bir aile olmamız gerekiyor. Yani o dualara her zamankinden daha fazla ihtiyacım olacak çünkü onlar olmadan artık mutlu olmamın bir yolunu bulmam imkansız.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
X Hashtag : BKY
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
15f50aeae16ea19a718343442104.png

45.Bölüm : Sadece o an için mi en doğru kişiydim?

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Doğumhaneden çıkalı çok olmuş. Seni ararken bütün hastaneyi köşe bucak dolaştık desem yeridir"

Omzuma dokunan eli hissetmemle birlikte arkama baktım. O kadar dalgındım ki sesin kime ait olduğunu bile ancak Tolga'yı karşımda görünce anladım. Bir basamak inip yanıma oturduktan sonra "Sizin ardınızdan Selim aradı. Eylül'ün doğum yaptığını senin de onun yanında olduğunu söyledim. Müsait olduğunda muhakkak sesini duymak istiyormuş" dediğinde kendi kendime "Sessizliğine bir son ver artık Ahmet" demeden edemedim.

Tolga'ya kardeşime yaptığı açıklama için teşekkür edip "Birazdan ararım. Sen ne zaman geldin?" dediğim sırada diğer yanıma da "Neyse ki aynı hastanedeyiz. Siz doğuma girdiğinizde haber verdim hemen geldi. Gerçi geç haber verdiğim için o kadar çok söylendi ki bir an haber vermese miydim acaba diye düşünmedim değil. Bir daha ki sefere ağabeyime karşı üç maymunu oynama niyetindeyim" diyen Kenan oturdu. Oturur oturmaz da Eylül ile giderken ona bıraktığım telefonumu uzattı. İyi ki geldiler. Onlar gelmese Eylül'den haber çıkana kadar burada sessiz sedasız bir başıma otururdum herhalde.

İşin tuhaf yanı onları beklemediğim bir anda karşımda görünce ne diyeceğimi de şaşırdım. Bu şaşkınlığımın neticesinde de garipsenecek bir sakinlikle "Ela nasıl?" diye sordum. Tolga bu sorumu tebessüm ederek karşıladı. Belki de Eylül ile ilgili bir şey söylememi ya da sormamı bekliyordu. Sahi neden öyle yapmadım acaba?

Tolga elini dizime koyarak "Ela iyi de asıl sen nasılsın? Doğumhaneden çıktıktan sonra yanımıza gelmeyip ortalarda da görünmeyince seni merak ettik" dediğinde alnımı ovuşturdum ve "İçim karmakarışık" dedikten sonra derin bir nefes eşliğinde "Toparlanmak için de Eylül'ü görmeyi bekliyor gibiyim" dedim. Gerçekten de böyle hissediyorum. Sanki Eylül'ü görsem bana bir iki laf çarpsa karşılıklı atışsak eski halime hızlı bir dönüş yapabilirim gibi geliyor.

"O halde fazla beklemene gerek kalmamış çünkü Eylül'ü birazdan odasına alacaklarmış"

"Biliyorum. Eylül ile ilgilenecek olan hemşireden rica etmiştim ara sıra gelip beni bilgilendiriyor ya da başka biriyle haber yolluyor. Siz Yiğit'i görebildiniz mi?"

Tolga gülümseyerek gördüklerini ve çok tatlı olduğunu söylerken Kenan'ın "Eylül'ün kopyası gibi!" demesiyle ona doğru baktım. İyi bir şey söyleyecek sandım ama bahsettiği şey tatlılığı değilmiş. Benim kendisine bakmamla sözüne devam edip "O da atarlı" dedikten sonra gülümseyerek "Kontrollerini yapan hemşireyi epey zorladı. Dokunana bağırıyor. Kameraya da çektim zaten annesine gör bak oğlunun yaptıklarını diye göstereceğim" dedi.

Kenan'ı dinlerken kulaklarıma Yiğit'in doğumhanedeki ağlaması geldi. Gerçekten gür bir sesi var. Bunun dışında söylediği şeyler de gülümsememe yol açmadı diyemem. Yiğit'in annesine benziyor oluşu hoşuma gitti doğrusu.

Aramızda sessizlik yaşanırken bakışlarım elimde olmadan Tolga'ya doğru kaydı. Bunda Yiğit'in annesine benziyor olmasına sevinmiş olmamın da etkisi vardı elbet. Bu ister istemez bazı çağrışımlar yapmama sebebiyet verdi. Eminim ki Tolga'da bir anlığına da olsa neden böyle baktığımı kendi içinde sorgulamıştır. Ama o hem aramızdaki tek baba hem de yaşanan olayların en önemli muhataplarından biri. Düşüncelerini merak ettiğimi fark ettim. Aslında daha çok düşüncelerimizin uyuşup uyuşmadığını...

"Hayat ne tuhaf değil mi Tolga?"

Neyi tuhaf bulduğumu anlayamamış gibi bakmaya başladı. Açıkçası aklımdan geçen şey tuhaf olduğu kadar üzücü de bir şeydi. Söyleyeceklerimi karşı tarafın hislerinin ne olabileceğini hissetmeye çalışarak düşünürken bir yandan da aklımdan geçenler bir bir dilimden dökülmeye başladı.

"Buğra'nın durumundan bahsediyorum. Seni öz çocuğundan uzak tutmak isterken onu sana göstermemek için büyük bir çaba sarf ederken şimdi kendi çocuğunun doğduğundan bile haberdar değil. Ailesini aramadığı sürece de haberi olmayacak. Baba oldu ama o bunu bilmiyor. Çocuğunun yüzünü görmüyor iyi mi değil mi sağlıklı mı kime benziyor bunların hiçbirini bilmiyor. Rüya'nın yanında sadece kendisi olmak isterken seni yok sayarken şimdi oğlunun yanında onun yerine ben varım. Sana yapmaya çalıştığı her şey gün geldi onu buldu. Lütfen birazdan söyleyeceğim şeyi yanlış anlama niyetim asla senin yaşadıklarını önemsiz kılmak değil. Bunu kimse yapamaz zaten. Çok zor ve herkesin kolay kolay kaldıramayacağı şeyler yaşadınız ama ne olursa olsun insan böyle bir durum karşısında buruklaşıyor. Onun yerinde olmayı istemezdim ama şu an kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum da bu kadar özel bu kadar güzel ve telafisi olmayacak bir anı yaşamaktan mahrum kalmayı hiç istemezdim. Şartlar ne olursa olsun kimsenin kalmasını da istemem"


anigifasgrhkjlkj.gif


Benzer düşüncelere sahip olduğumuzdan mıdır bilinmez ikimiz de sessizleştik ama Kenan bu dediklerim karşısında bizim gibi sessiz kalamadı. Önce hak edilmiş bir durum olduğunu düşünüyor gibi "Ben buna ilahi adalet diyorum. Siz iyi adamlarsınız dile getiremezsiniz ama ben getiririm. Birinin hayatından neyi çalmaya çalışırsan ona darbeyi nereden indirirsen gün gelir senin hayatındaki en büyük boşlukta oradan açılır ve sen de elin kolun bağlı bir şekilde olanları izlemek zorunda kalırsın" dedi sonra da başını benim önümden Tolga'ya doğru uzatıp "Kenan'dan özlü sözler defterin yanındaysa bu dediğimi not al da unutma. Malum bana kendi sözlerimle laf çarpmaya bayılıyorsun" deyip ağabeyine takılmadan edemedi.

Tarzı tavrı Eylül'e benzediğinden ötürü herhalde Kenan'ın ilişkilerini yürütüş şekli yüzümü güldürüyor. İkisi de sevdikleri için her şeyi yaparlar ama bir yandan da çeneleri en çok kalplerinde yer verdikleri insanlara işler. Severim böyle insanları içleri gibi hisleri de temiz oluyor.

"Eve gittiğimde hâlâ unutmadıysam notumu alırım Kenan"

"Ben sana ses kaydı yollarım hafızanı çok zorlama"

"Şu sonu "Hadi öptüm byee!" ile bitenlerden mi? Rica ediyorum zahmet etme"

"Adama iyilik yaramıyor"

"Her neyse! Konuya geri dönecek olursam eğer..."

"Şimdi Ahmet bizim aramızdaki muhabbeti bilmez o yüzden küçük bir açıklama yapmam lazım. Konuşurken cevap vermeyi kesip diğer konuya ani geçiş yapma olayı ağabeyim gibi kibar adamlar için "Yürü git işine!" demek oluyor. Yani şu an beni yürü git işine Kenan diyerek susturdu aslında"

"Tonlamasından anladım"

"Sen de o adamlardansın değil mi?"

"Kişiyle olan samimiyetime göre değişir diyelim"

Biz kendi aramızda konuşurken Tolga'nın "Konuya gerçekten geri dönecek olursam eğer..." demesiyle Kenan "Ah! Yine aynı şeyi yaptı" dedi ben de Tolga'ya ayıp olduğunu düşünüp ona doğru dönerek "Düşünceni gerçekten merak ediyorum. Bu konuyu açma nedenim de buydu zaten" dedim. Sahiden de öyleydi. Ben mi çok hassas davranıyorum anlamak istedim galiba.

"Baba olmamın verdiği hassasiyetle kalbimi dinlediğimde yaşadıklarımıza rağmen senden çok da farklı şeyler düşünemiyorum. Söylediklerini inan hiç yadırgamadım. Buğra sınırlarımı gerçekten çok fazla zorladı. Beni resmen kendi sabrıma hayran bıraktı desem herhalde mübalağa etmiş olmam. Ben bunları unutacak değilim. Ailevi sorunlarımla boğuşurken bir de onunla uğraşıp gölgesini sevdiğim kadının üzerinden çekmekle uğraştım. Sadece ben de değil Eylül dahil hepimiz uğraştık. Hem bana hem de Ela'ya yaşattıkları mazur görülebilecek şeyler asla değildi ama bana da her şey bir kenara bu ayrı bir kenara gibi geliyor. Açıkçası şu an burada olsa çocuğunu görüp bir zamanlar arkadaş oldukları için Ela'nın durumunu öğrenip tekrar çekip gitse bu bana hiç dokunmaz. Kenan söyleyeceğim şeye büyük ihtimalle çok kızacak biliyorum ama ben insan gibi insan olacaksa kimsenin hayatına burnunu sokmadan kendisine yeni bir hayat kuracaksa gidip gitmemesini de umursamam"

"Cidden fıttıracağım ama! İşte başına da ne geliyorsa hep bu iyi niyetli düşüncelerin yüzünden geliyor sonra da yetiş Kenan başımız dertte nağmeleri dinliyoruz!"

"Neyse ki bu yönümü dengeleyen bir kardeşim var"

Kenan gözlerini kısıp ağabeyine "Laf çarparken her zaman çok zarif olmuşsundur" dedikten sonra bana doğru bakarak "Hiç öyle bakma Ahmet! Sende de gereksiz bir iyi niyetlilik hali var. Neyse ki seni de Eylül dengeliyor. Gerçi o da nadiren..." deyip sustu. Lafını tamamlamayıp susunca merakıma yenilip "Nadiren ne?" diye sordum.

Normalde çok hazırcevaptır ama bu son dediği şeyi istemeden ağzından kaçırdığı belli. Bir şey söylemeden önce Tolga ile bakıştılar sonra da uygun kelimeleri seçmeye çalışıyormuş gibi tane tane konuşarak ne demek istediğini açıklamaya başladı.

"O da nadiren iyi niyetinden vuruluyor ama onda en sevdiğim şey kendisine yapılan ilk büyük hatada geri dönüş yollarını tamamen kapatıp kendi yoluna güçlü bir şekilde bakabilmesi oluyor. İzmir'den ayrılıp ani bir kararla İstanbul'a gelmesi ve verdiği karar doğrultusunda tavrını bozmaması ne yalan söyleyeyim takdirimi kazandı. Ela ve bu yanındaki arkadaş beni bu konuda epey bir çıldırttılar da Eylül de bu ikisi gibi olsaydı herhalde kafamda yolunmadık saç kalmazdı"

Olay yine Tolga'ya patladı. Eylül'de her konuyu ilgili olsam da olmasam da hep bende patlatıyor yani bu yönden de benziyorlar. Kenan konuşurken dalmışım herhalde bir an "Çok mu sevmişti? Yani Buğra'yı..." dediğimi işitip bunu da sesli dile getirmiş olmama şaşırarak kendime geldim. Hazır ikisini yakalamışken aklıma takılan ne varsa paylaşayım mı dedim acaba? Ben kendi içimde sorduğum soruyu yadırgarken sorum ilk anda afallatsa da sonra iki kardeş arasında fikir ayrılığına yol açtı.

Tolga memnuniyetsiz bir tavırla "Sevmiş" derken Kenan buna kati suretle karşı çıkıp "Reddediyorum! O herifin sevilebilecek hiçbir yanı yok. Eylül sadece onu sevdiğini sandı o kadar. Herkesin hayatının bir döneminde şuursuzlaştığı bir an vardır. Bu insan müsveddesi de öyle bir anın hatasıydı" dedi. Aldığım cevaplar farklı olunca ne düşüneceğimi bilemedim ama yine imdadıma Tolga yetişti.

"Ben ikisini kafamda hiçbir zaman bir araya getirip eşleştiremesem de Kenan bunun düşüncesine bile tahammül edemese de Eylül bana da Ela'ya da sevdiğini söylemişti. Ancak karşılıklı konuşmalarımıza ve gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki bu bir zamanlar olduğunu söylediği sevgi asla sana olan sevgisiyle boy ölçüşebilecek bir sevgi değildi. Bir kere insan sevdiğini kaybetmekten korkar öyle değil mi? Eylül gördüğüm kadarıyla Buğra'yı kaybetmekten hiç korkmadı ama seni kaybetmekten çok korktu. Bana sorarsan hâlâ daha korkuyor. Ona karşı riske girebileceği birçok adımı sonrasını düşünmeden gözü kapalı attı. En önemlisi Buğra ile olan çatışmalarımızda bizim yanımızda onun karşısında durdu. Ama senin için bırak göz göre göre riske gireceği bir adım atmayı şu an attığı sıradan bir adımın bile risk içerip içermeyeceğinin hesabını yapar hale geldi. O Ela gibi ya da Mine gibi sevgisini rahatça dile getirmiyor farkındayım. Hatta hepimiz farkındayız ve her ne kadar üstüne gitmeyin desem de bazı arkadaşlar bu yüzden onu sürekli tenkit eder haldeler..."

"Bazı arkadaşlar derken Mine ile beni kastediyor. Bu aralar seninki ile çok uğraşıyoruz da..."

Söylediği şeyden ötürü Kenan'a tebessüm ederek bakarken Tolga'nın "Bazen sevginin sadece sözle ifade edilmediğini unutuyorlar" demesiyle ona doğru döndüm. Bir an karşımda Haluk Atahan var sandım. Duygusal adamların hali bir başka oluyor galiba. Babam kelimeleri özenli ve etkileyici kullanabildiği gibi sevgisini sözleri işin içine katmadan da çok güzel bir şekilde muhatabıyla buluşturur bize de bu yönüyle örnek olurdu. Gülümsememle birlikte Tolga'da beni bu yönden yakalayan sözlerine devam etti.

"Ben sevgisini dile getirse de getirmese de Eylül'ün kalbinden geçenleri sana hissettirebildiğini düşünüyorum. Hatta bunun için çaba sarf etmesine bile gerek yok. Sen muhtemelen bunu anlıyorsun ve emin ol hissettiğin şeyde de yanılmıyorsun. Bu öyle bir şey çünkü. Kalbindeki sevgi hissettiğin aşk ne yapar eder sen saklı tutmaya çalışsan da çalışmasan da bunları hissetmene neden olan kişinin kalbine kıvılcımını düşürür. Burada olduğu süre boyunca Eylül ile konuşma fırsatımız çok oldu. Onu ilk tanıdığımız zamanı düşünüyorum da şu an onda senin varlığından kaynaklanan bir tamamlanmışlık hali olduğunu görüyorum. Bu benim Ela'yı Kenan'ın Mine'yi Selim'in Meral'i bulması gibi bir şey. Aynı bizim gibi Eylül'ün de artık ikinizle alakalı bir tereddüdü olduğunu sanmıyorum. Hatta belki de hayatıyla alakalı emin olduğu tek şeysiniz"

Kıvılcım benzetmesi biraz hafif kaldı sanki. Eylül içimde ne yangınlar çıkardı farkında değil. Her sözünden her hareketinden umutlanır haldeydim. Çok istedim... Hayatlarımızın birbiriyle bütünleşmesini onun da beni benim onu sevdiğim gibi sevmesini çok istedim. Yan yana olduğumuz her an bana ne kadar şanslı bir adam olduğumu tekrar tekrar hatırlatıyor. Hatırlatmaya da bir ömür devam etsin istiyorum.

Eylül'ün bizimle ilgili neler anlattığını bilmiyorum ama anlattıklarıyla Tolga'ya bunları düşündürmüş olması beni çok mutlu etti. İyi ki konuyu açmışım yoksa bunları başka türlü öğrenemezdim.

"Ahmet Bey"

Konuşmamız bu seslenişle sonlanırken üçümüz de aynı anda ayağa kalktık. Görünen o ki beklenen haber gelmişti. Eylül odasına alınmak üzereymiş ve geliş anına yetişmek istiyorsak acele etmemiz gerekiyormuş. İşte duymak istediğim şey!

Haber verdikleri için teşekkür edip Kenan ve Tolga ile birlikte hızlı adımlarla Eylül'ün odasına doğru yürümeye başladık. Kata geldiğimiz sırada Eylül'ü de getiriyorlardı. Onu görür görmez hızımı arttırıp yanına gittiğim gibi elini tuttum. Benim gibi o da hiçbir şey söylemedi. Sadece gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirip durduk o kadar. Sonra odasına alındı ve bize de yine kapının önünde beklemek düştü.

........::::::::____::::::::........

Bekleme süresinin çabuk geçmesi için fırsat bu fırsat diye düşünüp Selim'i aradım. Telefon yanlarında Meral ile birlikte benim aramamı bekliyorlarmış çünkü bizi çok merak etmişler. Her şeyin yolunda olduğunu ve az önce Eylül'ü odaya aldıklarını anlatırken de kapı açıldı ve artık içeriye girebileceğimiz söylendi. Gözlerim ve bir kulağım onlarda olarak durumu kardeşime anlatıp daha sonra Eylül ile birlikte onları görüntülü arayacağımı söylerken aynı anda da herkes bir bir odaya geçti.

Telefonumu kapatıp cebime koyarken bir yandan da ağır adımlarla kapının önüne geldim. Belma Hanım ve Ferda Hanım Eylül'ün rahat olup olmadığıyla ilgileniyor Tolga ile Kenan da Tamer Bey'in yanında durup onunla sohbet ediyordu. Tebrikler sunulup Yiğit hakkında görüşlerde bulunulurken Eylül yattığı yerden Kenan'a ne demek istediğini anlayamadığım enteresan bir bakış attı. Bu kadının jest ve mimiklerine gerçekten hayranım. Çenesi dursa eli kolu kaşı gözü rahat durmuyor. Bu bakışın ardından Kenan arkasına doğru bakıp Eylül'e de beni işaret edince göz göze geldik. Benim nerede olduğumu sormuş demek ki.


erdtfyghlı.jpg


Eylül eliyle yanına gelmemi işaret ederken maalesef bunu yapamadım çünkü önce bir ağlama sesi geldi sonra da yanımdan Yiğit ile birlikte geçen hemşire "Benden nefret etmeyecekseniz eğer sizleri biraz dışarıya alabilir miyiz? Yiğit'in karnını doyurmamız lazım yoksa hastaneyi birbirine katacak" dedi. Açlığın verdiği agresifliği bilirim o yüzden küçük beye karşı boynum kıldan ince kalıyor.

Belma Hanım dışında herkes teker teker odadan çıkarken olduğum yerden kıpırdamadan Eylül'ün bebeğini kucağına alış anını izledim. Yine çok güzellerdi. Karşılarına oturup onları saatlerce izleyebilirim. Anlık bir şekilde Eylül ile göz göze gelirken aksilik bu ya Tamer Bey'in de odadan çıkışıyla kapı bakışlarımızın üzerine kapandı.

"Ben artık Ela'nın yanına çıkayım Mine de yanınıza gelip Eylül ile Yiğit'i görsün. Nasılsa aynı hastanedeyiz yine gelirim. İhtiyaç olursa haber verin tamam mı?"

Tolga'nın sesiyle arkamı döndükten sonra Ela'nın nasıl olduğuna bakmak için yanlarına muhakkak uğrayacağımı söyledim. O da koluma dokunarak istediğim zaman gelebileceğimi söyleyip uzaklaşmaya başladı. Onun ardından bulduğum ilk boş yere geçip oturdum ama oturmamla birlikte telefonuma peş peşe iki tane mesaj geldi. Biri Gözde'den diğeri de bir doktor arkadaşımdandı. İkisinin yazdıklarını da hızlıca okuyup yeniden ayaklanmak zorunda kaldım. Bir arama yapmam gerekecek çünkü.

"Kenan bir doktor arkadaşım hastasıyla alakalı benimle konuşmak istiyormuş. Eylül nerede olduğumu sorarsa öyle söylersin olur mu?"

"Olur söylerim

"Sağ ol. Çabuk dönmeye çalışacağım"


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Karnı doyunca nasıl da sustu görüyor musunuz?"

Gözlerimi benim bebeğim olduğuna hâlâ inanamadığım bu minicik tatlı yüzden ayıramadan "Evet şimdi sakin görünüyor" dediğimde burada kaldığımız süre boyunca bizimle ilgilenecek olan hemşiremiz Gülin de yanımıza gelip "Eşiniz duymasın ama oğlunuz babasından çok size benziyor sanki" dedi. Annemle göz göze geldiğimizde ne o ne de ben tek kelime edemedik.

Gülin'in bu benzerlikten bahsederek beni gülümsetmek istediğinin farkındayım ama bunu söylediği an yüzüm elimde olmadan asıldı. Durumlar hiç de bildiği gibi değildi çünkü. Eşiniz derken de Ahmet'ten bahsediyor olmalı. Doğumda yanımda olduğu için doğal olarak hakkımızda yanlış bir izlenim oluşmuş. Bu yanlış anlamayı düzeltmek için bir şeyler söylemem gerekiyor biliyorum ama nedense bunu yapamadım. Sanki bir şey söylersem lafın sonu şu an olduğu gibi yine Buğra'ya dayanacak gibi geldi. Böyle olmasını da bir açıklama yapmak zorunda hissetmeyi de istemedim.

Sessizliğimi "Artık içeriye girebilirler mi? Yani yakınlarım..." diyerek bozduğumda Gülin de gülen bir yüzle girebileceklerini söyleyip kapıya doğru gitti. Yakınlarım dedim ama daha çok Ahmet'i görme isteğindeyim. Az önce de yanıma gelemedi zaten. İyi mi kötü mü nasıl hissediyor yakından görüp anlamak istiyorum.

Yiğit kucağımda uyuyakaldığı için onu uyandırmadan yavaşça kokusunu içime çekip hemen ardından da bakışlarımı kapıya doğru çevirdim. Yalan yok içeriye ilk Ahmet girer ve bana o muzur gülüşlerinden birini atar diye beklediğim için biraz heyecanlandım ama bu heyecanım onun dışında herkesin bir bir içeriye girmesiyle yerini tedirginliğe bıraktı. Neden herkes buradayken o yok ki?

"Ay Eylül ya! Söyleye söyleye doğurttum seni kusura bakma"

Kusura bakmayayım mı? Deli bu kız! Bana ardiyedeyken söylediklerini düşünüp yüzümü ekşiterek "Lafı bile olmaz Mineciğim! Ama sen yine de gel bir öp de konuyu tatlıya bağlayalım" dediğimde gözleri dolarak yanıma geldi. Beni öptükten sonra Yiğit'e de bakarak "Ama o tombiş tombiş yanaklarınla çok tatlısın sen be teyzeciğim" dedi. O sırada yanıma doğru gelen Kenan'a endişeli bir halde bakıyordum o da sağ olsun gelir gelmez kulağıma doğru sokulup bana Ahmet'in neden burada olmadığını açıklamaya başladı.

"Ahmet'in bir doktor arkadaşıyla görüşme yapması gerekti ama merak etme birazdan burada olur. Gideli bayağı oldu eli kulağındadır"

"Bizlerle alakalı bir sorundan dolayı mı görüşme yapıyor?"

"Hayır ya! Adamın kendi hastasıyla alakalı bir durum. Ahmet ile fikir alışverişi yapacak herhalde"

"İyi mi peki? Moralinde herhangi bir bozukluk falan yok değil mi?"

"Gayet iyi sadece senin onu görmeyi beklediğin gibi o da seni görmeyi bekliyor"

"Kenan benim için bir iyilik yapar mısın?"

"Sormana bile gerek olmadığını ne zaman öğreneceksin çok merak ediyorum. Sen iste ben gerçekleştireyim"

"Ahmet geldiğinde bir bahane uydurup herkesi odadan çıkarır mısın? Tek bir kişi bile kalmasın ama..."

Kısa bir an birbirimize bakıp kaldık ama sonra Kenan'ın yüzündeki sırıtışa "Aklında ne var Pembe Panter? Bizi çıkarıp odaya Doktor House'u mu atacaksın?" demesi eklenince duyacaklar diye telaşlanıp "Milletin içinde abuk sabuk konuşmasana duyacaklar şimdi! Sen yapabilir misin onu söyle" dedim. Yapacağını biliyorum da yine de soruyor insan işte.

Soruma cevap vermesini beklerken "Ben tahliye çalışmalarına başlayayım o zaman" deyip bana bakışlarıyla kapı tarafını işaret etti. İşareti aldığım gibi Ahmet'in geldiğini anlayıp o yöne doğru baktım. Gerçekten de gelmişti. Hadi Kenan göreyim seni çil yavrusu gibi dağıt herkesi!

"Eveet! Hazır Ahmet gelmişken hep beraber Ela'yı görmeye gidelim mi? Mine'ye sizleri özlediğini ve görmeyi de çok istediğini söylemiş ama malum odasından çıkma izni yok zaten çıkacak hali de yok. Neyse! Hem ona da sizleri görmek moral olur"

İşte bu! Damardan girip Ela'yı öne sürerek herkesi bağladı. Yalnız Mine de hangi ara böyle bir şey söyledim diye şaşkın şaşkın bakıyor. Söylemedin canım seninki az önce uydurdu diyesim gelmedi değil. Bu çocuk insana doğrusunu yanlışını şaşırtır. Olur mu olmaz mı kim gelsin kim gitsin derken Kenan allem etti kallem etti herkesi toparlayıp odadan çıkarmayı başardı. Bir an sallandıklarını görünce "Ee hadi ama hızlanın!" diye bağırmak istemedim değil. Lohusa şeysi herhalde afakanlar basabiliyor bir anda.

En son kendisi kaldığında da bana "İşlem tamam" dercesine baş parmağını kaldırıp göz kırptı ben de ona yumruğumu hafifçe göğsüme vurup parmağımla da onu işaret ederek "Kalbimizdesin Kenan!" dedim. Kalbimizdesin derken Ahmet ile ikimizi kastettim tabii ki. Malum şu an ortak faydamız lehine bir iş yapıldı. Kenan da bu işaretimle sırıta sırıta gitti. Öyle böyle ama öz kardeşimmiş gibi seviyorum bu çocuğu yapacak bir şey yok.

Onların ardından Ahmet kapıyı kapatıp ağır adımlarla yanımıza doğru gelmeye başladı. İster istemez onu incelemeye aldım çünkü iyi mi değil mi bir an önce anlamak istedim. Aslında iyi gibi görünüyordu ama sessizdi. Bunu yadırgamadım ya da altında bir mana aramadım çünkü benim de ondan bir farkım yoktu. Nedense birbiriyle yarışan çenelerimiz anlaşmalı olarak ağızlarına fermuar çekmiş gibiydi.

Sandalyeyi yanımıza çektiğinde yüz yüze geldik ve o anla birlikte de karşılıklı olarak gülümsemeye başladık. Bu vesileyle herhangi bir sorun olmadığını anlayıp ikimiz de rahatlamış olduk tabii. Onu gülerken görünce üstümden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim. Doğumhaneden çıktığımdan beri aklımın bir köşesinde Yiğit varsa diğer köşesinde de Ahmet vardı.

"İyi misin Eylül?"

"İyiyim merak etme. Ya sen?"

"Yanındayken kötü olmam mümkün olabilir mi?"

Söylediği şey yüzüme bir gülücük yerleştirirken "Beni şaşırttın. Şu an bebeklerden korkan biri gibi görünmüyorsun" deyince önce Ahmet'e sonra da Yiğit'e baktım. Sahiden öyle. Normalde bebeklerin yanına yaklaşmayan Rüya ile aynı ortamda kaldığında ne yapacağını şaşırıp o küçücük kızı bir an önce birinin eline tutuşturmaya çalışan ben şimdi biri gelip Yiğit'i elimden alacak diye resmen korkuyorum. Garip işte...

Gülümseyerek korkunun ecele faydası olmadığını söylediğimde gözleri kucağımda kıpırdanmaya başlayan Yiğit'e doğru kaydı ve aynı anda da "Sana benziyor" dedi. Keşke bana bunu çok daha farklı şartlarda söyleseydi de onunla bunun makarasını yapabilseydim. Gözlerimin dolacağını anlayınca bunu fark etmesin diye bakışlarımı yeniden Yiğit'e doğru indirdim.


sdrtfghkuj.gif


Saatlerdir neler yaşadığımızı düşünürken doğumhanedeki hallerimiz geldi gözlerimin önüne. Elini var gücümle sıkmama rağmen onun benim elimi bir an olsun bırakmayışını ve bana mükemmel bir şekilde destek oluşunu asla unutmayacağım. Hangi adam yapar ki onun yaptığını? Sanki çoktan evlenmişiz de ortak çocuğumuz için çabalıyormuşuz gibiydi. Beni gerçekten sevdiğine bir kez daha ikna oldum. Beni yer yer çıldırtsa da sevgisi konusunda şüpheye hiç yer bırakmıyor.

Düşüncelere dalmışken sessizliğime "Yahu ne işin var senin doğumhanede! Sen ebe misin be adam! Kadın doğumcu musun? Sen paşa paşa Kenan ile voltanı atsana kapının önünde de gelip benimle kendini paralıyorsun oralarda" diyerek son verince ikimiz de hem bu duruma hem de bunları söyleyiş tarzıma gülmeden edemedik.

Sandalyesini biraz daha yaklaştırırken "Sen gel dedin ben de geldim. Gelmese miydim? " dediğinde elini sıkıca tutup "Uslu olup laf dinleyeceğin tuttu yani" dedim. Çaktırmamaya çalışarak kaçamak kaçamak attığı gülüşünü sevsinler. Düzeltiyorum! Gülüşünü seveyim olacak o. Yalnız kesin eczacı kıza da böyle kalp çalıcı şekilde gülmüş kızın şaftı ondan kaymış. Aslında bu kız yönünden hafifletici neden sayılabilir çünkü bu gülüşe nasıl kaydığını bile anlamazsın.

O bu değil de asıl bu adamın gülüşüne bir çare bulmak lazım. Mimiksiz kalsın diye bölgesel botoks falan mı yaptırsak acaba? Şu silikon diyarının bağrından kopup gelmiş esmer çirkini anlar bu işlerden. İstanbul'a döndüğümde bir uğrayayım yanına. Konu Ahmet dersem balıklama atlar zaten yakası dikilesice! Bak şimdi durduk yere yine adamın cariyeleri geldi aklıma gülerken asabım bozuldu iyi mi! Kesin bu da o lohusa şeysinden.

Benim gündemim kendi içimde değişime uğradı ama şükürler olsun ki Ahmet hâlâ odağında beni bulunduruyordu. Uzanıp saçıma bir öpücük kondurarak "Bu defa laf dinlemek işime geldi diyelim" dedikten sonra Yiğit'e bakıp bakışlarını yeniden bana doğru çevirerek "Sen bana gel derken ben seni oraya tek başına gönderseydim kendi kendimi hayal kırıklığına uğratmışım gibi hissederdim çünkü benim bildiğim Ahmet ne olursa olsun orada senin yanında olurdu" dedi. O Ahmet artık benim de bildiğim bir Ahmet.

"Güvende hissettirdin. Ne güzel ki seninle ilgili bu hissim hiç geçmiyor. Sen varsan sorun çıkmaz ya da çıksa da bir şekilde halledilir sorun sorun olmaktan çıkar gibi geliyor. Gözümde hep bir süper kahraman halin var yani. Verdiğin sonsuz destek için teşekkür ederim. O an yanımda olması gereken en doğru kişi gerçekten de senmişsin"

Söylediklerimi ışıl ışıl bakan gözleriyle dikkatle dinlerken "Sadece o an için mi en doğru kişiydim?" demişti ki kapı tıklatıldı ve içeriye Gülin girip "Yiğit'i almaya geldim. Hem kontrolleri yapılsın hem de annemiz biraz dinlensin. Merak etmeyin bir daha ki gelişimizde oğlunuz hep yanınızda kalacak" dedi. Kontrolleri deyince biraz tedirgin olup ne ile ilgili olduğunu sordum ama rutin bir kontrol olduğunu söyleyip Ahmet'te doktorla konuştuğunu bir sorun olmadığını onaylayınca rahatladım.

"Ne kadar sürer bu kontroller?"

"Fazla sürmez. Siz şimdi dinlenin çünkü geri döndüğümde size koridorda yürüyüş yaptıracağız"

"O sırada Yiğit'i getirirsiniz herhalde değil mi? Gözümün önünde dursun istiyorum da"

"Tamam tamam çabuk getireceğim söz veriyorum"

Yiğit'i dikkatli bir şekilde Gülin'in kollarına geçirip onlar kapıdan çıkana kadar da gözlerim üzerlerinde olarak onları takip ettim. Gerçi niye tedirgin olduysam sonuçta kız hemşire değil mi? Bir sürü çocukla muhatap olduğu açık. Ayrıca itiraf etmeliyim ki kendi çocuğumu benden daha iyi tutuyor. Rüya'yı da düzgün tutamıyordum zaten. Bir öğrenemedim gitti şu işi!

Gözlerim kapıdayken kendime gelişim de Ahmet'in "Endişelenme Yiğit'e çok iyi bakıyorlar" deyişiyle oldu. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde kısa bir an sessiz kalsam da hemen ardından "Yaklaşsana biraz" dedim. Az önceki sorusu cevap alamadan rafa kalkınca keyfi kaçmış gibiydi. Yaklaşmasını istememe de şaşırdı ama yine de dediğimi yaptı. Gözlerine baktığımda ona olan sevgimin gerçekten de katlanarak büyümüş olduğunu hissettim. Başka bir şey daha hissediyorum. Artık bizim için her şey çok daha güzel olacak. İnanıyorum buna...

Yüzüme ne olacağını bilememenin masumluğuyla bakarken "Sadece o an için değil sen her zaman her yerde benim için en doğru kişi olacaksın" diyerek yanağını uzunca öptüm sonra da sözümü "Aksini söylemeye kalkarsam da sakın bana inanma çünkü muhtemelen öncesinde beni kızdırmışsındır. Bak böyle kilit bir tüyoyu da kimseye vermem" diyerek tamamladım. Gülümsedi. Ben de bir şey demesine fırsat vermeden onu kendime doğru çekerek sıkıca sarıldım.

Aslında sarılır bırakırım diye düşünmüştüm ama o da bana sarılınca ne yalan söyleyeyim hiç bırakasım gelmedi. O an kendimi daha iyi hissedebileceğim başka bir yer yokmuş gibi geldi. Bir süre gözlerimi kapatıp öylece kaldım. O da benden farklı değildi. Çok büyük bir sınavdan lehimize bir kararla geçmiş gibiyiz. Arkamdan iş çevirip buraya habersizce gelmesine kızdım çok da söylendim biliyorum ama yine de iyi ki gelmiş diyorum. İyi ki gitmesini istediğimde de gitmeyip yanımda kalmış. Ona o kadar ihtiyacım varmış ki bunu görememişim. Ama buradan sözümü veriyorum bundan sonra git demek yok kal demek var.

"Senin için bir broş yaptırdım"

İkimiz de aynı anda geri çekilip birbirimize baktık. Neden bana bir broş yaptırdığını sorduğumda içinden geldiğini söyleyip odadaki dolapta duran ceketinin cebinden bir kutu çıkardı. Yanıma "Seni bırakıp eve gidemediğim için Mine'den rica etmiştim buraya gelirken yanında getirdi" diyerek geldikten sonra kutuyu bana doğru uzatıp "Beğenir misin bilmiyorum ama takmak istemezsen de onu benim için hep sakla olur mu?" deyince şaşırdım tabii. Kesin saklarım o ayrı zaten ama onun elinden gelen bir hediyeyi niye takmak istemeyeyim ki? Seve seve takarım da saklarım da.

Sessizliğimi koruyarak kutuyu aldım ama gözlerim Ahmet'ten bir türlü kopamayınca içinde ne olduğuna hemen bakamadım. O da haklı olarak "Açmayacak mısın?" diye sordu. Açacağım da neden bana bir broş yaptırdı ve neden saklamamı istedi onu çözmeye çalışıyorum. Muzur bir tonlamayla "Doktor şaşırtmaya devam ediyorduuu!" deyip ona takılırken bir yandan da kutuyu açtım. Karşıma üzeri kıymetli taşlarla süslü zarif bir yusufçuk broşu çıktı.

Benim ara sıra görünüp o sırada da yapacağını layıkıyla yapan keskin nişancım sahalara geri dönmüşe benziyor. Zamanında yasemin çiçeğiyle alakalı pek bir şey bilmediğim için ona boş boş bakmıştım ama şimdi öyle bakmıyorum çünkü bir erkeğin sevdiği kadına yusufçuk modelli takılar hediye etmesinin ne anlama geldiğini biliyorum. Dönem dönem bununla ilgili bazı yazılara denk gelmişliğim olmuştu. Yusufçuk şeklini alan takılar sadakatle bağlanacağını ne olursa olsun vazgeçmeyeceğini ve sevdiğinle geçecek tek bir an için ölmeyi göze alabileceğini anlatır sevilen kişiye. Yalan yok bir kez daha sağlam vurdu beni.

Broşu elime aldıktan sonra bir süre yüzümdeki tebessümle üzerindeki işlemeleri inceledim. Her şeyi ile o kadar güzel o kadar özenliydi ki kendimi bir kez daha değerli hissettirdi bana. Broşu senin için yaptırdım demişti değil mi? Yani bu broşun her detayı Ahmet'in onayından geçti. Beni düşünerek verdi her kararı. Öyle hazır halde bir yerden alıp gelseydi bu kadar etkilenebilir miydim bilmiyorum ama böyle ince düşünmesi ve benim için çaba sarf etmiş olması her şeyin üzerindeydi.

Broşu ona doğru tutup "Takmama yardım eder misin? Yiğit geldiğinde çıkarmak zorunda kalacak olsam da o gelene dek üzerimde taşımak istiyorum" dediğimde Ahmet de onu elimden alıp iğnesini açarak yakama taktı. Geri çekilmeden önce bakışlarını bana doğru çevirince gülümseyerek elimi yanağına yerleştirdim. Hiçbir şey demeden sadece beni izledi. Her ne kadar eski muzip hallerimize bir an önce geri dönmek istesem de ona söylemem gereken bir şey vardı. Böyle duygusal anlar bizim gibi deli bir çift için kolay kolay yakalanmıyor çünkü.

Önce yakamdaki broşa sonra da Ahmet'e bakıp "Şundan emin ol ki bu broşu kıyafetimin üzerine değil aslında kalbimin üzerine taktın. Sana olan sevgim gibi onun da sonsuza dek kalbimde kalacağını bil" dedim. Bunları söylediğimde gözleri dolacak gibi oldu ama hemen buna engel olup bana sarılarak omuzuma bir öpücük kondurdu. Ahmet'in ardından ben de onun omuzunu öpüp daha sıkı sarılmaya başladım. Bundan sonra böyle doktor! Kaçak dövüşmek yok. Ne hissediyorsam aklımdan ne geçiyorsa anında dilimde olacak.


haylijah-gif-ii-june-9-15.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
160f86e716129dd6154821873231.png

46.Bölüm : O kadar alıştım ki size...

........::::::::__Eylül / Bir Hafta Sonra__::::::::........

"Yusufçuk çiftinin ilk romantik gecelerinin nasıl sonlandığını bilir misiniz? Erkek olan gayet safiyane duygularla aşk sarhoşluğu yaşarken ansızın canından olur çünkü dişi olan erkek olanın kafasını kopartıp onunla beslenerek geceyi sonlandırır. Tatlı niyetine yani! Tabii bu bazı türler için geçerlidir genel düşünmeyin. Ama işin ilginci..."

Bir dakika bir dakika! Buraya kadar her şey normaldi de mevzu şimdi mi ilginçleşiyormuş yani doğru mu anladım ben? Yemin ederim bu çocuk bazen beynime kısa devre yaptırıyor o gibi anlarda da direkt Ahmet'e dönüp bu bölge senin uzmanlık alanın gözünü seveyim bir el at doktor diyesim geliyor. Bugüne kadar demediysem de demem yakındır.

Şurada ağız tadıyla Ahmet'in bana hediye ettiği yusufçuk broşunu Mine'ye gösteriyorum ama bizim çokbilmiş Gürsoy her konuda bir fikri olduğu gibi bu konuda da bir fikri olduğunu belli edip inceden inceden bana gönderme yapıyor. Hayır yani ne demeye çalışıyor olabilir ki? Ahmet bu kadından uzaklaş yoksa en mutlu olduğun anda kafanı uçuşa geçirebilir mi demek istiyor? Tamam seviyoruz ediyoruz ama bir gün gerçekten elimde kalacak bu çocuk demedi demeyin!

Lafını da tamamlayamadı çünkü içinde bulunduğumuz hoş ve kalpçikler saçan atmosferin içine eden Kenan Efendi'nin kafasına sırtımdaki yastığı fırlatmam şart olmuştu. Mesafe uygun olunca Mine de bücürlüğünün hakkını verince hedefi on ikiden vurmam hiç de zor olmadı. Yahu ben burada Ahmet bir incelik gösterip bana bu broşu yaptırmış diye anlatıyorum adam gelmiş yok kafa koparmaymış yok tatlı niyetineymiş diye diye olayı amacından saptırıp ruhsuzlaştırıyor. Yedirir miyim ben o broşu ona? Yedirmem!

Ben Kenan'ın hakkından gelirken o ana kadar şaşırtıcı bir şekilde sessiz kalan Ahmet'in bana doğru avucunu açtığını görünce herhalde güzel atıştı demek isteyip çak yaparak beni tebrik ediyor diye düşündüm ama meğerse işin rengi başkaymış. Elimi coşkuyla eline çakmamla birlikte şaşkın bakışlı gözlerini benim o an için muzurlukta rakip tanımayan gözlerimle buluşturup bir de üstüne ne yapıyorsun der gibi "Solüsyon Eylül" demesin mi? Gönül ister ki demesin ama maalesef dedi.

Bunu söylemesiyle sessizleşip birbirimize bakarak kaldık. Solüsyon derken ne demek istediğini idrak eder etmez de bakışlarımı eğdim ve önümüzde kuzu gibi yatan Yiğit ile yüz yüze geldim. Sahi ya biz burada birbirimizle uğraşırken Ahmet de çocuğun göbek bağı bakımını yapıyordu. Hay aksi! Benim cücenin de bütün gece cırlayıp şimdi sessiz olacağı tuttu iyi mi!

"Siz ikiniz bu küçük adamı bana kilitleyip başımda makara mı yapıyorsunuz?"


YULDYUU.jpg


Gözlerimi kocaman açarak "Kenan'ın zevzekliği yüzünden dikkatim dağıldı. Adam susmak bilmiyor ki!" deyip suçu karşı tarafa atmaya çalışırken Kenan da "Sen kiminle dans ediyorsun?" dercesine hemen savunmaya geçerek "Zevzek sensin! Bana laf yetiştirirken bir gözünü bir kulağını manitana verebilirdin. Çemkireceğine bana bak biraz örnek al. Farkındaysanız hem senin gibi bir çenebazla muhatap oluyorum hem de aynı anda bu güzeller güzeli kızın ahenkle dans eden saçlarına kılçık örgüsü yapabiliyorum" dedi. Kılçık örgüsünün ne olduğunu gerçekten biliyor mu acaba? Ben biraz şüpheliyim de...

Mine omzunun ucundan arkasına doğru bakarak "Kenan atma! Sen kılçık örgüsünden ne anlarsın Allah aşkına!" deyip karmakarışık olan zavallı saçlarını kurtarmaya çalışırken Kenan da kollarını kızın omuzlarına sarıp "Niye anlamayayım canım iki ters bir düz işte" diyerek yanağına ısırır gibi bir öpücük bıraktı. Şimdi yiyecek o güzeller güzeli dediği kızın okkalı tokadını görecek iki ters bir düzü.

Kızın saçlarını örmekten çok düğümlediğini söylerken aynı anda da istediği solüsyonu Ahmet'e uzattım ama almadı çünkü çak yaparken el temasımız olduğu için devam etmeden önce ellerini yıkaması gerektiğini söyledi. Şimdi anasıyım ben bu bebenin benden mi mikrop kapacak diyeceğim ama adam doktor ya o da hijyen kurallarının birinci maddesinden girecek bilmem kaçıncı maddesinden çıkmaya çalışacak attıracak tepemin tasını! O değil bir de tepemin tasının attığı yetmiyormuş gibi işin sonunda haklı da çıkacak ya bunu bile bile açamıyorum da o mübarek ağzımı.

Bunlar ayan beyan ortadayken de bana göre o an için yapılabilecek en mantıklı şeyi yapıp ellerimi ovuşturarak "Sana iyi köpürtmeler doktor! Havlu tutmak gerekirse seslen gelirim" deyip ister istemez sırıttım. Bugün üstümde ekstra bir enerji var ya sonum hayrolsun bakalım.

Ahmet bu muzurluk saçan enerjimin farkında olacak ki bana gülümseyerek yan bir bakış atıp "Zevkle sesleneceğimden emin olabilirsin" dedikten sonra Kenan'a hitaben de "Bu arada az önce laf karıştı ama ben de konu üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Yusufçuğun orada öleceğini bile bile kendisini feda ediyor oluşu sevdiğimiz kadına sana tüm sadakatimle bağlanıyorum ve seninle geçecek tek bir an için ellerinde ölmeyi kabul ediyorum demek oluyor ve bu broşta tam olarak bunu sembolize ediyor. Adım kadar eminim ki bunu sen de çok iyi biliyorsun ama nedense benim atarlı manitamı kızdırma fırsatını da elden bırakmak istemiyorsun" deyip açtığım elime gerçek bir çak yaparak odadan çıktı. Ah! Bu adama bayılıyorum. An itibarıyla şeref tribünümdesin doktor!

Topu ağlara gönderip tüm karizmasıyla ortamı terk eden keskin nişancımın ardından başımı Kenan'a doğru uzatıp "Atahan biiiir... Gürsoy sıfıııır!" dedim. Elimle de skor hanesini gözüne gözüne sokunca gıcık oldu tabii ama tam "Bu kadar anlam kondurdunuz bari boşa gitmesin. İleride bir oğlunuz daha olursa adını Yusufçuk Atahan koyun da arkasından seslenir seslenir bu günleri yâd edersiniz" deyip kafasına da ikinci yastığı yemişti ki benim olduğum yöne doğru tuhaf tuhaf bakarak "Kenan Gürsoy'un yüz puanlık uzman sorularını kimler özledi?" diye sordu. Özleyip özlemediğimi hemen test ediyorum. Tabii ki özlemedim!

Mine ile sözleşmiş gibi aynı anda "Hiç kimse!" dediğimizde Kenan da gözlerini kısıp "Tamam durumun ciddiyetini de göz önüne alarak çok kısa keseceğim. Yiğit'in göbeğinde sallanan o mandallı zımbırtı nerede?" dedi ve doğal olarak ikimizi de şoka soktu. Ne demek göbeğinde sallanan zımbırtı nerede? Az önce neredeyse şimdi de oradadır herhalde diyeceğim ama sahiden yok. Kahretsin! Çocuğun göbeği nerede?

Çarşafın altına üstüne bakıp "Hay ben böyle işin! Az önce burada değil miydi?" derken Kenan da Mine ile bana yardım edip bir yandan da laf çarparak "Çocuğun göbeği bile o düşük çenene dayanamayıp saldı kendisini bence biraz susmayı dene Pembe Panter" dedi. Aranıyor ama he! Sanki keyfimden konuşuyorum o susarsa ben de susarım elbet.

"Kenan çeneni kapatıp yerlere bakar mısın lütfen! Ahmet gelmeden önce çocuğun göbeğini bulmamız lazım"

"Ahmet gelmeden mi? Eylül saçmalamasan mı acaba! İstersen silikon tabancası da getireyim göbeği bulunca çocuğa geri yapıştırır Ahmet bu ne diye sorarsa da kendin yap furyasına kapılıp atıkları değerlendirdik dersin"

"Mine bunca zamanlık arkadaşlığımızın hatırına al şu müstakbel nişanlını dibimden valla elimden bir kaza çıkacak!"

"Of ya! İkinizle tek tek başa çıkmak bile zorken bir de bir araya geliyorsunuz insanı iyice yoruyorsunuz. Yemin ederim oturup ağlayacağım şimdi!"

Biz atışarak etrafı ararken "Siz kafa kafaya vermiş ne yapıyorsunuz orada?" diyen Ahmet'in sesini duyunca başımızı hafifçe kaldırıp Kenan ve Mine ile göz göze geldik. Hay aksi! Bu kadar çabuk yakalanacağımızı tahmin etmemiştim. Bizimkilere "Saçmalarsam hemen müdahale ederek konuyu toparlayın" deyip yerimden doğrulduktan sonra "Ne kadar çabuk geldin. Bence git ellerini bir tur daha yıka çünkü bu kadar kısa sürede yeterince steril olmamıştır şimdi çocuk durduk yere mikrop falan kapmasın" dedim. Cevap vermedi ve saçma sapan bir sessizlik oldu. Yazlık sinemada film izler gibi duracağınıza müdahale etsenize be!

O sırada Mine kulağıma doğru "Adam cerrah Eylül emin ol senden benden daha iyi el yıkıyordur" derken tam Ahmet yatağın üzerinde yatan Yiğit'e bakıp "Küçük adamın göbek bağı nerede?" demişti ki Kenan elinde sallanan mandallı zımbırtıyla hızlı bir dönüş yapıp "Kaçağı buldum!" deyiverdi. Bittik! Kıvırmayı başaramazsak dikkatsizliğimiz yüzünden bir ton laf yiyeceğiz şimdi iyi mi!

Ahmet bizim aksimize direkt Yiğit'e doğru yönelerek "Kendi kendisine mi düştü yoksa siz mi müdahale ettiniz?" deyip bir yandan da göbek bölgesini incelemeye başladı. Biz niye müdahale edelim ya dokunmadık bile! Zaten kaç gündür hangimizin elimde kalacak diye aklımız çıkıyor bu korkuyla eller miyiz hiç?

Töhmet altında kaldığımız için o sırada sınıfın yaramaz öğrencileri gibi yan yana dizilip sen konuş yok hayır sen konuş der gibi birbirimize dirsek atmaya başladık. Tabii ihale Mine'nin "Annesi varken bize laf düşmez değil mi Kenan? Hem biliyorsun ki anneannem bizi yemeğe bekliyordu yani hemen çıkmamız lazım yoksa geç kalacağız" demesi Kenan'ın da "Aklını seveyim bücür cadım benim!" diyerek onun saçını öpmesiyle bana kaldı. Gidin bakalım gidin! Canınıza okumama neden olacak sebeplerim arttıkça artıyor artık bir ara hesaplaşırız.


gfgh.png


"Hâlâ bir cevap bekliyorum. Eylül..."

Nasıl olduğunu göremesem de elimizi bile sürmediğimiz için Ahmet'e kendi kendisine düştüğünü söyleyerek Yiğit'in yanına oturdum ve paçamızı kurtarmanın verdiği rahatlıkla da dayanamayıp "Yiğit hadi sana öğrettiğim gibi giderayak bir dil çıkar bakalım o çokbilmiş Kenan dayınla yer mantarı Mine teyzene" dedim. Ahmet bir yandan Yiğit'in göbek bölgesini kontrol edip bir yandan da gülerek "Yedi günlük çocuğa dil çıkarmayı mı öğrettin?" diye fısıldarken tam "Şimdiden öğrensin fena mı? Sonuçta Kenan'ı her gördüğünde lazım olacak" demiştim ki Kenan yüzünü gözünü ekşitip "Dayı mı?" diye sordu. Dayı tabii başka ne olacak halası mı deseydim?

"Niye memnun olmadın anlamadım. Sen anne tarafından yakını olduğun için otomatikman dayı oluyorsun işte"

"Bir Gürsoy asla ismiyle uyum sağlamayan sıfatları kabul etmez"

"Başlatma şimdi çocuğun yanında bir Gürsoyluğundan!"

"Sanırım Rüya'ya yaptığım gibi Yiğit'i de kampımıza almam gerekecek yoksa çocuk senin gibi çığırtkan bir kadının elinde heba olacak. Bu arada bu dayı işini seninle daha sonra neticelendireceğiz çünkü Nezaket anneannemizin mis kokulu yemeklerini soğutmak istemiyorum. Ahmet istersen bizimle gelip kendini bu kadından birkaç saatliğine kurtarabilirsin"

"Benim keyfim gayet yerinde Kenan o enfes yemeklere rağmen de asla bozmayı düşünmüyorum ama yine de nazik davetin için teşekkür ederim"

"Bırakın şimdi daveti falan! Sen benim oğlumu inceden inceden işleyemezsin Kenan onun damarlarında Acar kanı var yani senin hiçbir yönlendirmen Yiğit'in üzerinde işe yaramaz. Asıl sen dikkat et de ana oğul baskın yapıp o ruhsatsız kampını başına yıkmayalım"

"Bu dediğin kayıtlara geçsin çünkü on beş bilemedin yirmi yıl kadar sonra karşına bu konuyla alakalı tekrardan geleceğim hatta yanımda ustalık eserlerim olan Rüya ve Yiğit de olacak. Bakalım o zaman da aynı şeyleri düşünüyor olacak mısın Pembe Panter!"

"Anlaştık!"

Heyecanla el sıkıştıktan sonra "O zaman Ahmet ile Mine de şahit olsun da arıza çıkaran olursa olaya el koysunlar" dedim ama bunu söylerken de bir an kulağıma Ahmet'in Mine'ye doğru fısır fısır "O yıllarda hâlâ beraber olacağımızı Eylül'ün ağzından da duydum ya içim çok rahatladı. Umarım medeni durumumuz da değişmiştir çünkü o yıllarda yaşlı bir Atahan'dan manitam olarak bahsetmesi çevremizce tuhaf karşılanabilir" dediği çalındı. Bu adam bunu ciddi ciddi söyledi mi diye düşünürken aynı anda da ağır çekimdeymişçesine onlara doğru döndüm.

Bunu söylemiş olduğu Mine ile muzur muzur bakışıp sırıtışlarından belli oluyordu. Bildiğin benimle dalga geçiyorlar iyi mi! Zihnimden söylediği şeyler geçerken bir yandan da gözlerimi kısıp "Valla o medeni durumumuzdaki değişiklik sana bağlı be doktor! Nikah masası iddiasını ortaya atan sen değil miydin? Yiğit de doğduğuna göre artık meydan senin gücün yetiyorsa elinden geleni yap da görelim" diyerek topu ona attım ama yüzünde öyle bir gülüş oldu ki huylanmadım diyemem. Şu an aklından neler geçtiğini okumayı o kadar çok isterdim ki anlatamam.

Yüzündeki kuşku uyandıran ifadeyi çözmeye çalışıp sessizliğimi korurken Ahmet de gözlerimin içine dik dik bakarak "Henüz bir atak gelmemiş olması korkup geri çekildiğim anlamına gelmiyor. Huyum kurusun ben biraz sessiz ve derinden ilerleyenlerdenimdir. Emin ol ne olduğunu bile anlayamadan bir gün kendini Eylül Atahan olarak bulacaksın ve önlem alma fırsatın bile olmayacak" dedi. Onu dinlerken bir an donup kalmışım.

Hayır yani daha önce de dediğim gibi ben evet derim bu adam evet denmeyecek bir adam değil de bunu beni oyuna getirerek yapacak sonra da sittin sene bunu kimseye unutturmayacak ya onu kendime yediremiyorum yoksa evlenmekten ne korkacağım o benim gibi bir kadınla aynı çatının altına girecek diye korksun. Sonuçta o andan sonra normal bir hayatı olacağını düşünmesin çünkü ona bakıyorum kendime bakıyorum çevremize bakıyorum o çatının altında bulunan evin az buçuk tımarhaneden hallice olacağını tahmin edebiliyorum.

Gözlerimi iyice kısıp ne planlıyor dercesine bizimkilere baktığımda önce bakıştılar sonra da bir ağızdan "Bir Gürsoy asla gevşek ağızlılık yapmaz" dediler. Aynı anda nasıl söylediler anlayamadım ama yine de sorgulamak yerine bulduğum açığı değerlendirip "Mine bir Gürsoy değil ki soyadı hâlâ Arman" dedim. Ah! Buna da bir cevapları olacak ki Kenan işaret parmağını bana bırak dercesine anında Mine'nin dudağına götürüp "Henüz değil ama bu yakın bir zamanda olmayacağı manasına gelmez" dedi. Ketumluğunuz batsın!

Her olayın içinde olan ben bu defa konu dışında kaldım ya o çok fena içime oturdu. Şimdi zorlasam da söylemezler. Keşke odada kilitli kaldığımızda Mine'ye doğuruyorum derken bu konuyu da aradan çıkarsaydım. Acaba kimin ağzından kaçırma olasılığı var? Tabii ki Meral! Ben bir ara onu arayayım en iyisi. Nasılsın iyi misin derken o sırada ağzından da laf almaya çalışırım. Of! İyi de kız kemoterapi görüyor konuşmaya hali var mıdır ki? Şimdi bayık bayık konuşursa sıkıştırmaya da kıyamam ki ben onu..

"Hu huu! Eylül..."

"Ne oldu Mine?"

"Dalıp gittin bir anda biz çıkıyoruz. Dışarıdan istediğiniz bir şey var mı? Özellikle de eczaneden... Malum Ahmet'in eczane giriş çıkışları yasaklandı"

Ahmet'in bu yasaktan hoşlandığını belli ederek Kenan'a fısır fısır "Beni deli gibi kıskanıyor olması ruhumu okşuyor" demesiyle ona omuz atıp Mine'ye de "Sağ ol canım ya annem her şeyi almıştır o da neredeyse gelir zaten. Bu arada Nezaket teyzeyle konuştuk ama sen yine de Eylül patiklerle yelekleri çok beğendi Yiğit'e muhakkak giydirecekmiş de tamam mı?" dedim. O da bana sarılıp "Söylerim merak etme. Kendinize iyi bakın ihtiyacınız olursa da arayın tamam mı? İkimiz aynı anda olamasak da birimizden biri muhakkak gelir" dedikten sonra teşekkür etmemle birlikte Kenan ile el ele kol kola çıktılar.

Yalnız her fırsatta söyleniyorum ama bu ikisi de bu aralar joker oyuncu gibiler. Kendi dertleri yetmiyor gibi bir de saat kaç olursa olsun bir bize koşuyorlar bir Tolga'ya koşup Rüya'ya bakıyorlar aylardır gıkları çıkmadı. Haklarını nasıl ödeyeceğiz bilmem. Toplaşıp Hulki amcanın ayaklarına kapanarak ver artık şu kızı şu çocuğa hepimiz kefiliz mi desek ne desek acaba?

Onların ardından Ahmet'in yaptıklarını izleyip "Ee! Ne olacak şimdi doktor göbekte düştüğüne göre hemen iyileşir mi?" diye sordum. Elindekileri bırakıp Yiğit'in bezinin göbeğine denk gelen kısmını hafifçe kıvırarak "Bunun için bu bölgeyi temiz ve kuru tutmamız lazım. Yara dokusu tam olarak geçene kadar da birkaç gün sadece silme banyosu yapalım olur mu? Tulum da giydirme havayla temas etmesini engellemeyelim. İki gün daha buradayım zaten birlikte hallederiz" dedikten sonra Yiğit'e de komik komik mimikler yaparak "Hallederiz değil mi küçük adam?" deyince gözlerimi üzerinden ayıramadım. Ona baktığımı fark etmedi bile. İyi de oldu çünkü onun doğal hallerini izlemek çok hoşuma gidiyor.

"Beni az önceki arıza üçlüyle bir başıma bırakmazsan tabii ki de hallederiz diyorsun değil mi? Haklısın galiba anneannenle ben daha emin elleriz. Merak etme burada olduğum sürece gözümü üzerinden ayırmam. Ama annen de fena değil bu konuda endişelenme. Gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki Kenan dayının onu delirtmediği zamanlarda gayet iyi iş çıkarıyor. İtiraf edeyim çuvallayacağını düşünmüştüm ama beni olumlu anlamda şaşırtıp duruyor. Bence o çok yakın bir zamanda harika bir anne olacak"


fgcgvhb.gif


Yalan yok bu söyledikleri de benim ruhumu okşayan şeylerdi. İkisinin birbirlerine karşı olan bakışmalarını mutluluk verici hislerle izlerken Ahmet'in "Söylediklerimi anlıyormuş gibi bakması çok hoşuma gidiyor. Sanki konuşabilse bana cevap verecek gibi" demesiyle tek kelime etmeden uzanıp yanağına bir öpücük kondurdum.

Böyle bir şey yapacağımı beklemediği için şaşırmış bir halde bana baktı ama hemen sonra "Boşluğumdan faydalandın!" deyip parmağıyla yanağını işaret ederek "O öpücüğü hemen geri alıyorsun Eylül" dedi. Bir daha öpeyim diye uyanıklık yapıyor biliyorum ama bu defa arıza çıkarmayacağım. Uzanıp yeniden yanağını öptüğümde başını iki yana sallayarak "Süreleri aynı değildi" demesiyle dayanamayıp güldüm. Şimdi "Başlatma sürene!" demek vardı ama bu defa onu da demeyeceğim.

Başımı omzuna dayayıp kollarımı da koluna sardıktan sonra iç çekerek "Keşke hiç gitmesen" demeden edemedim. O da başını benim başıma yaslayıp "Keşke kalabilsem ya da siz benimle gelebilseniz. Bu sefer ki gidişimin çok daha zor olacağını hissediyorum. O kadar alıştım ki size... Gece Yiğit'in sesiyle uyanıp yanınıza gelmeye bütün gün yan yana olmaya ve seni istediğim her an görebilmeye o kadar alıştım ki şimdi eve geri dönünce çok bocalayacağım. Her yerden siz çıkıyormuşsunuz gibi gelecek. Baktığım her yerde sizi göreceğim ama ne yazık ki gerçek olmayacaksınız. Bunu da dedemin "Bu Ahmet yine ne aval aval bakıyor oraya buraya dürtün şu haytayı!" demesiyle anlayacağım" dediğinde bunu hiç yadırgamadım çünkü dedesinin müdahalesi haricinde tüm bunlar bana da olacağı için şu an onu çok iyi anlıyorum.

"O kadar üzülme canım ben Yiğit'in ağladığı anlarda sana naklen yayın yapar uykunun canına okurum merak etme. Telefon başından taktik verirsin bana çocuğu öyle tutma şöyle tut bezi sıkıştırmadan yap Eylül kırk kere söyledim önce ellerini yıka diye falan..."

İkimiz de gülmeye başladık ama gerçekten böyle yapıyor. Yıkadım diyorum doğru yıkayamamışsındır hadi git öğrettiğim gibi bir daha yıka diyor. Adam bana bu yaşımda el yıkamayı baştan öğretmeye kalktı ya ne desem bilemiyorum. Son birkaç gündür odaya ameliyathaneye girer gibi ellerim havada girmeye başladım desem yeridir.

"Sebep ne olursa olsun beni aramandan asla şikayetçi olmayacağım. Aksine sesini duyabildiğim her an bana kendimi daha iyi hissettirecek"

"Gecenin bir yarısı o tatlı uykundan uyandırsam bile mi?"

"İyi bir cerrahta bulunması gereken en önemli özelliklerden biri neydi?"

"Yakışıklı olması mı?"

"Hop hop! O hoş gülüşünle dikkat dağıtmaya çalışma"


dfyvgbh.jpg


"Neydi?"

"Hani hastane refakatçiliği konusunda beni üst sıralara taşıyıp ipi göğüslememe neden olmuştu"

"Aaa! Uykuyu sevmemesi"

"Yani bu aramızda saatler konusunda bir sıkıntı olmadığını gösteriyor. Emin ol ben her hâlükârda sesinizi duymaktan hatta görüntünüzü görmekten mutlu olacağım"

"Az önce Yiğit'e söylediğin şey konusunda ciddi miydin?"

"Çuvallayacağını düşündüğüm konusunda mı? Evet ciddiydim. Hatta bahis oynasak gözümü bile kırpmadan bire on verirdim"

Tek kelime etmeden işi dizini sıkıştırarak doktor beyi kıvrandıran iki parmağımla halledip sonra da "Onu demiyorum! İyi iş çıkardığım ve yakın bir zamanda da harika bir anne olacağım konusunda söylediklerin" dedim. Parmaklarımı dizinden çekip bacağını esnetirken "Aslında şu an şüphelerim oluşmadı değil. Umarım Yiğit'i de böyle mengeneye takmış gibi terbiye etmeye kalkmazsın" deyince canı bir daha istiyor herhalde diye düşünüp elimi yeniden dizine doğru uzattım ama bu defa buna izin vermeden elimi havada yakalayıp bugünkü dozunu yeterince aldığını söyledi. Bunu da öğrendiğim iyi oldu işime çok yarıyor.

"Vazgeçtim senden cevap falan beklemiyorum çünkü beni acayip kızdırıyorsun"

"O konuda da ciddiydim. Doğumdan beri annelik adına neler hissettiğini ya da Yiğit'i kucağına aldığında nasıl bir hissiyata kapıldığını hiç söylemedin biz de seni sıkıştırmamak için sormadık ama o içinde olan biten ne varsa hareketlerine de bakışlarına da yansıdı. Mesela Yiğit'e baktığında ona karşı hissettiğin sevginin büyüklüğünü gözlerindeki ışıltının artışından ölçebiliyorum. Bizim yanımızda değil ama baş başa kaldığınız anlarda bunu daha rahat görebiliyorum"

"Sen kapı önünden bizi mi izliyorsun?"

"Kapıyı açık bırakıyorsun insanın ister istemez bu güzelliğe gözü takılıyor"

"Sadece Yiğit'e olan sevgimi gördüğün için mi harika bir anne olacağımı düşündün yani?"

"Bir çocuğun sadece sevilmeye ihtiyacı var Eylül. Seven bir anne de zaten çocuğunun iyi olması için elinden gelenin en iyisini yapan annedir"

"Birkaç gündür Yiğit'e bakarken içimden ağlamak geliyor ama yapamıyorum. Hıçkırığım boğazımda düğümleniyor sanki. Şimdi hiçbir şeyin farkında değil ama büyüyüp bana hayatımızla alakalı sorular sormaya başladığında ne olacak diye düşünüp duruyorum. Ya cevaplarım yeterli gelmezse ya..."

"Devreye ben girerim. Ağzım iyi laf yapıyor biliyorsun. Bunu da hallederiz endişelenme"

"Senin varlığın paniklememi engelliyor zaten. En çok da neden korkuyorum biliyor musun?"

"Neden?"

"Ya sorularına cevap ararken kendime hakim olamayıp aksileşirsem ve plansızca öfkeyle söylediğim şeyler yüzünden onu istemeden kendimden uzaklaştırırsam diye korkuyorum. Benden uzaklaşıp ona yakınlaşmasını daha da kötüsü peşine takılmasını asla istemem"

"Ona derken Buğra'yı kastediyorsun herhalde. İsmiyle hitap ediyorduk ya..."

"Alışmam zaman alacak"

"Ne yapalım biliyor musun? Yiğit'in sana sorabileceği tüm soruları bir yere not alıp onlara verilecek cevapları uygun bir dille yazalım. Böylece öyle bir an gelirse sen de plansızca ve öfkeyle değil oğluna gayet bilinçli derli toplu cevaplar verirsin. Unutup metin dışına çıkarsan ben sana yandan sufle veririm zaten"

"İyi fikir doktor"

"Bence de"

"Bugün Yiğit'in kimliğini çıkarmak için başvurduk ya..."

"Sorun mu var?"

"Baba adı olarak Buğra'nın adını yazıp görevlinin de bilgileri sesli olarak teyit ettirmesi eziyet gibiydi. Her an vazgeçecekmişim gibi hissettim. Oğlumun kimliğine her baktığımda o ismi görecek olmak sinirlerimi bozacak gibi geldi"

"Ama babası o... Bunu değiştiremeyiz. Ayrıca eğer bunu yapmasaydın ileride bu konuda daha büyük sıkıntılar yaşanabilirdi. Yiğit babaannesiyle dedesinin yanına gittiğinde orada Buğra'nın bahsi illaki geçecek. O zaman Yiğit neden babamın ismi kimliğimde geçmiyor demeyecek miydi? Bence seni rahatsız etse de oğlun için en doğru kararı verdin"

"Buğra avukatını aramış biliyor musun?"

"Bunu bilmiyordum"

"Ben de bu sabah Nevin abladan öğrendim. Ortak oldukları mimarlık ofisinin kendisine ait olan haklarının tek kuruş bile istemeden Ela'ya devredilmesi için avukatından işlemlere başlamasını istemiş. Bizimkiler de boşanma işleri kolaylaşsın diye avukatla görüşmüş bir daha ararsa avukat ona iletecek. Ne cevap verecek bilmem"

"Devir işlemini iyi niyet göstergesi olarak algıladım. Boşanma konusunda da sıkıntı çıkarmazsa bu gerçekten de bir şeyleri düzeltme yoluna girdiğini gösterir"

"Şimdi iyi niyeti batsın diyeceğim yine başlayacaksın içinde öfke biriktirme biraz pozitif yanından düşün demeye"

"Laf dinle ki hayat çekilemez bir hâl almasın"

"Sen bu sevgi içimizde denen seminerlere hiç katıldın mı? Doğru söyle bak hani böyle enerji falan verip seni aydınlatıyorlar pamuk gibi olup her şeye toz pembe gözlüklerle bakıyorsun ya..."

Söylediğim şeye gülerken bir anda ciddileşip "Belki de sevgi dolu bir annenin ellerinde yetiştiğim için böyleyimdir" deyince gözlerindeki ışıltıya dikkatle bakıp "Umarım bir gün Yiğit'te benden bahsederken gözlerinde aynı senin gözlerinde oluşan ışıltıdan olur" dedim. Sarılmış halde Yiğit'i izlerken kapının açılıp sonra da kapanmasıyla dikkatimizi o yöne verdik. Annem gelmiş olmalı.

Ahmet az önce kullandığı malzemeleri toparlarken ben de Yiğit'in üstünü başını düzelte düzelte içeriye doğru seslenip "Odadayız anne!" dedim. Karşı cevap gecikmezken Ahmet de elindekileri banyoya bıraktıktan sonra salona geçeceğini söyleyip odadan çıktı.

Onun ardından Yiğit'e bakıp Ahmet'i kastederek "Çok tatlı adam değil mi? Sen de sevdin fark ettim. Kenan dayınla ikisinde şeytan tüyü olduğu söyleniyor. İnsanları zaman zaman deli etseler de yine de bir şekilde hayatlarındaki vazgeçilmezler olmayı başarıyorlar yani. Ama bu çıtırlar üzerinde de etkili olduğu için bazen işler tehlikeli boyutlara varabiliyor. Minnak teyzenin bahsettiği eczane yasağı da bu yüzden geldi. Hadi çabuk büyü de o ikisinin tüylerini birlikte yolalım" dedikten sonra eğilip minik elini öptüm. Ahmet'in de dediği gibi gerçekten de karşısındakine cevap vermeye çalışır gibi bakıyor. Bunu daha önce fark etmemiştim.

Birkaç dakika sonra yanımıza annem de geldi. O da koridordan geçerken Ahmet'e yakalandı herhalde çünkü üstü başı değişmiş saçlarının önündeki ıslaklığa bakılacak olunursa da eli yüzü yıkanmıştı. Yazık kapıyı bile kola dokunmadan ayağıyla itip içeriye öyle girdi.

"Doktor randevunuz nasıl geçti kızım?"

"Her şey yolundaymış ikimizde de bir sorun yok. Kimlik başvurusu da tamam"

"Buna sevindim. Ela'nın yanına da uğrayabildiniz mi?"

"Evet Ela'nın yanına da gittik"

"Nasıldı peki?"

"İyi görünüyordu ama Yiğit'i teyzesini görmeye getirdiğimizi söyleyince biraz duygusallaşıp ağladı haliyle beni de ağlattı"

Yiğit'i kucağıma alıp o anları düşünürken ne yalan söyleyeyim yine duygusallaştım. Ela hamile olduğumu ve bebeğin babasının Buğra olduğunu öğrendiğinde de çok ağlamıştı. Hatta onunla tanışmamıza vesile olduğu için de özür dileyip kendisini affetmemi istemişti. Ama onun bir suçu yoktu ki. Sonuçta aklımı kullanıp aptallık etmeseydim bunların hiçbiri olmayacaktı. Neyse olacağı varmış o günlerin kârı da bu küçük böcük olacakmış diyelim ve de geçelim.

"Anneannesi sen yokken ne aksiyonlar oldu ne aksiyonlar!"

"Yüreğime indirme Eylül yine ne oldu?"

"Korkma korkma kötü bir şey değil Yiğit Bey'in göbüşü düştü sadece"

"Ne! Kendi kendine mi düştü yoksa siz mi bir şey yaptınız?"

"Hayda! Ahmet ile senin olaylar karşısında sorduğunuz sorular bile aynı farkında mısın? O da söyler söylemez aynı soruyu sordu"

Annem yanıma gelip Yiğit'i kucağımdan alırken "Hep gelin kaynana toprağına çekecek değil ya bu sefer de damat kaynanasının toprağına çekmiş işte" deyince telaşlanıp kapıya doğru bakarak "Sana deme diyorum öyle Ahmet duyacak şimdi!" dedim. Annem de ne var der gibi omuz silkip "Bu konuşmalardan gerilen bir tek sensin Eylül" dedikten sonra yine hayda diyebileceğim bir şey söyleyip "Siz aile arasında nişan takmayı hâlâ düşünmüyor musunuz? Günlerdir aynı evde elinizde çocuk kaç yıllık karı koca gibisiniz. Artık bir adını koyun şu işin" dedi. Şimdi anneme oynatmaya az kaldı doktorum nerede diye şarkıyla karşılık vereceğim ama cevabının "İçeride içeride!" olacağını bildiğimden ağız tadıyla isyan da edemiyorum.

Kapıyı örtüp üzerimi değiştirmek için dolaptan birkaç parça şey çıkarırken anneme de hoşlanmayacağı bir yanıt verip "Nişanı falan unut anne öyle antin kuntin işlerle uğraşamam ben" diyerek güldüm ama annem hiç de gülmedi. Kadın fenalık geçirecek benim yüzümden. İnşallah Yiğit bu yönden bana benzemez yoksa böyle vurdumduymazlık kokan cevaplar karşısında annem gibi sakin olabilir miyim gerçekten bilemiyorum.

"Ahmet'e de böyle şeyler söylemiyorsun değil mi? Belli etmese de gönlü kırılır"

"Yine Ahmet'in tarafına geçtiğine göre konu kilit diyebiliriz herhalde"

"Sıkışınca da hemen kilidi vur kızım. Ee! Düşen göbeği ne yaptınız? Sakın atmayın verin bana ben ne yapacağımı biliyorum"

"Pilava mı koyacaksın anne?"

"Dalga geçme Eylül! Torunum iyi eğitimli olsun diye okul bahçesine gömeceğim"

"Zamanında benimkini kafe bahçesine mi gömdün ne yaptın kafamı yıllarca kafelerden çıkaramadım"

"Seninkini hemşire ol diye hastane bahçesine gömdüm ama olmadı. Neyse kızım hemşire olamadı ama damadım doktor oluyor bir yerden yakalamışım demek ki"

"Anne!"

"Tamam tamam konu yine kilitlendi anladık! Bu arada göbeğin düştüğünü kim gördü?"

"Kenan fark etti. Neden ki?"

"Düştüğünü gören bebeğe küçük bir hediye getirir ya ondan sordum. Neyse Mine bilir böyle adetleri zaten"

"Of! Gider şimdi beni kızdırmak için abuk sabuk bir şey alır gelir"

"Abartma Eylül! Niye öyle bir şey yapsın?"

"Abartmayayım mı? Doğum hediyesi olarak bana bir kutu kulak tıkacı Yiğit'in altını bezlerken burnumda kullanmak üzere de bir paket sincap desenli mandal getiren bir adamdan bahsediyoruz anne"

"Çok esprili çocuk seviyorum ben Kenan'ı"

"Ben de seviyorum canım bakma böyle dediğime sadece bazen saçlarımı diken diken ediyor o kadar"

"Hadi sen burada oyalanma da içeriye git Ahmet tek kaldı. Ben torunuma bakarım özledim zaten burnumda tüttü kuzum"

"Hayır diyemem. Bir şey olursa seslenirsin"

"Tamam git sen"


fsefdgt.gif


Komodinin üzerinden kupamı da alıp odadan çıktım. Suyumu içerek koridorda ilerlerken telefonla konuşuyor olacak ki Ahmet'in de sesi geliyordu. Yanından ensesine gıdıklar gibi dokunarak geçtikten sonra bana bakmasıyla da göz kırpıp koltuğa oturdum.

Sehpanın üzerinde duran kitabı elime alıp içini kurcalarken Ahmet de konuşmasına devam etti ama bir yerden sonra anlattıkları benim de dikkatimi çekmedi diyemem. Karşı taraf ne diyor doğal olarak duyamadım ama bizimki salonda cirit atıp ciddi ciddi konuşurken bir anda olayı bambaşka yerlere götürerek afallamama neden oldu.

"Titremesi çok şiddetliyse denenen tedavilere rağmen de bir düzelme sağlanamıyorsa titremenin durdurulması için dediğin gibi beyin pili yöntemini rahatlıkla uygulayabiliriz. Ama öncesinde uygun olup olmadığını görebilmek için hastanın genel durumuna da detaylıca bakmak ve bazı testler yapmak lazım. Tamam o iş sende zaten. Döndüğümde seni bulurum hem dosyasını inceler hem de daha detaylı konuşuruz. Evet pazartesi hastanede olacağım ama o gün yoğunluktan kafamı kaldıramam herhalde. Sağ olsun Gözde turne programı gibi bütün hasta randevularını peş peşe aralıksız ayarlamış. Sen bahsettiğin hastanın randevusunu sonraki günlere paslayabiliyor musun bir bak bakalım ama çarşamba gününü de hiç düşünme o gün epey uzun sürecek çetrefilli bir ameliyatım var. Sen Gözde ile konuş sonra da beni bilgilendirirsiniz. Rica ederim efendim görevimiz. Ee! Hastane kafeteryasının fokurdama seviyesi kaçlarda? Yokluğumda havadisler birikmiştir diye düşünüyorum. Tamam başla bakalım dinliyorum. Nasıl... Bilginin doğruluğu netleşti mi? Ooo! Yönetimde taht savaşları başlıyor demek. Başka neler var? Hmm... İlhan Taner diyorsun. Bu transfer haberi bana pek olumlu gelmedi. Ne zaman geliyormuş günü belli oldu mu? Başladı bile... Aynı katta olacağımız kesin ama umarım odalarımız yakın yakına değildir. Tanıyorum tabii doktorluğa başladığım ilk senelerde aynı hastanede görev almıştık. Birbirimizi sevdiğimiz pek söylenemez hatta saklamayayım vakalar konusunda epeyce didişmişliğimiz vardır. Kendisi bir konu üzerine bilgisi olmadan fikri olanlardandır da. Hâlâ evli miymiş yoksa boşanmış mı? Evli... İkinci evliliği sürüyor mu yoksa üçüncüye mi geçmiş? İkinci... Bak bu da kulağıma pek olumlu gelmedi. Boş ver öylesine dedim"


fdxgfvjbh.gif


"Neyse bu sevimsiz haberleri unutturacak başka bir haber var mı? Hayda! Dilara'ya ne oldu? Çetin yine mi evlilik yıl dönümlerini unutmuş? Önceki senelerde o kadar çok muhabbeti döndü ki ben bile geçen salı olduğunu hatırlıyorum. Unutacağı aklıma gelseydi uyarmak için arayıp kurtarırdım adamı yazık olmuş. Seneye birimizden biri hatırlatsın bari. Bulut'a da söyle şu aralar Dilara'yı çok da ciddiye almayın o bir sebep yaratıp Çetin'i iki üç ayda bir boşuyor zaten. Hamilelik dönemindeki davranışları yüzünden taktı adama her şeyi gözüne batıyor. Siz he he deyip Çetin için ağzınıza geleni söyleyin o zaman hemen kocasını korumaya geçip adama kızgınlığını unutuyor. Ben hep öyle yapıyorum her seferinde de yarıyor. Koray'ın durumu ne? Onu da giderayak öyle bir tutuşturdum ki son hali gözümün önünden gitmiyor. Hâlâ benimle alakalı ajanlık peşinde mi? Gözde de bir gün onun eline yüzüğü tutuşturacak çok tehlikeli sularda geziniyor haberi olsun"

Elimdeki kitabı bırakıp hayretler içerisinde Ahmet'i izliyorum da adam hastasıyla alakalı durumu konuşurken nasıl ciddi ve konsantre ise gıybet haberleri alırken de bir o kadar keyifli ve heyecanlı. Resmen yüzüne gözüne kan can geldi. Bizim kızları gıybetsever bilir laf edip dururdum ama bu doktor camiası bizimkilerin tozunu dumanına katar. Hastane hastane değil magazin ağı servisi.

Meraklı doktor pencereden dışarıya bakarak etrafı kolaçan ettikten sonra arkadaşından son havadislerini de alıp nihayet konuşmasını sonlandırdı. Yanıma doğru gelip otururken ona nasıl baktım bilmiyorum ama oturur oturmaz "Ne oldu Eylül niye öyle bakıyorsun?" diye sordu. Az önceki konuşmanın etkilerini üzerimden atmaya çalışıyorum da ondan suskunum.

"Konuştuğun kişi de doktordu değil mi?"

"Nöroloji uzmanı"

"Koskoca nöroloji uzmanı koskoca beyin cerrahı hastane dedikodularını konuşmaktan hiç mi utanmadınız? Arkadaş size ne Dilara'nın kocasından size ne elalemin bilmem kaçıncı evliliğinden siz adabınızda milleti şarjlayıp pillerini taksanıza. O değil de birinin beynine pil takmaktan bahsederken senin kafan bir anda nasıl magazine kaydı gerçekten merak ettim. Bu nasıl bir çağrışımdır yemin ederim aklım almadı"

"Gündemi takip etme alışkanlığı..."

"Bu arada kimmiş o gelişine bozulduğun kişi?"

"Söylediğim gibi eskiden tanıdığım bir meslektaşım"

"Bir soru daha! Neden adamın evlilik durumlarını kurcaladın hatta didik didik ettin? Ha ikinci ha üçüncü sana ne faydası ya da zararı var ki?"

Gözlerime bakarken bakışlarında resmen nasıl söyleyeceğini bilememe gibi bir hâl vardı. Sevimsiz bir şey duyacağım herhalde bir doğrulayım en iyisi. Yastığı kucağıma alıp bedenen ona doğru döndükten sonra içgüdüsel olarak "Sen adamın eşini tanıyor musun?" diye sordum ve de nokta atışı yaptığımı ağzını burnunu büzüp "İlk eşini mi ikinci eşini mi?" demesinden anlayıp içten içe kaynamaya başladım.

"Sondan başlayalım. İkinci olan..."

"Çok eskiden tanırım"

"Mesela nasıl tanırsın? Çok mu yakın bir tanımadan bahsediyoruz yoksa sadece ismen tanışıyoruz gibi bir şeyden mi bahsediyoruz?"

"Doktorluğa ilk başladığım sene beraberdik"

"Bu kadar çabuk söyleyeceğini düşünmemiştim. Neyse! Nasıl bir beraberlikten bahsediyoruz? Öylesine bir şeyden mi..."

"Eylül..."

"Yoksa bayağı oturmuş sağlam bir ilişkiden mi?"

"Bir yıl içinde benden ayrılıp İlhan ile evlendi"

"Çürük çarık bir ilişki yani..."

"Ne?"

"Kusura bakma ama kız da aptalın tekiymiş. Hangi kafayla seni bırakıp o adamla evlenmiş anlamadım"

"Nasıl mukayese edebiliyorsun ki? İlhan'ı tanımıyorsun bile"

Ayıpsın be doktor! Dirseğimi omzuna dayayıp "Seni tanıyorum ya yetmez mi?" dedikten sonra afallamış bakışlarına aldırmadan da sözümü "Onu tanımasam da senin gibi bir adamın yanından bile geçemeyeceğinden adım kadar eminim. Bu arada kızın aptal olmasına da bayağı sevindim. Seni tanımadan kaybetmiş olmak hayatımın en büyük kaybı olurdu" diyerek tamamladım. Benden böyle şeyler duymaya alışık olmadığı için doğal olarak doktorun sinyali gitti.

Yüzüme bakıp kalınca dirseğimi omzundan çekip elimi gözlerinin önünden "Şişşt! Ahmet..." diyerek geçirmek zorunda kaldım ama yine tık yoktu. Aslında o kadar da güzel bakıyordu ki içimden bir ses bırak elleme öylece kalsın demedi değil. Tabii annemin gelme olasılığını düşünüp bu süreyi uzatamadım.

Bir iki kez ıslık çaldıktan sonra tam üçüncüyü çalıyordum ki ıslığımın sesi Ahmet'in kendisine gelerek beni öpmesiyle son anda çıkamadı. Asıl annem şimdi gelirse yandık! Zaten nişan muhabbetlerine başladı anında paketler bizi asla affetmez. Bunun telaşını yaşarken geri durup "Annem içerideyken bu ne cesaret doktor..." demeye çalıştım ama o sırada sanki beni duymamış gibi "Benimle gelmeniz lazım. Sizsiz hiçbir yere gitmek istemiyorum" diyerek lafı ağzıma tıkıp beni yeniden öpünce sözümü tamamlayamadım.

İstanbul'a döneceği son ana kadar onunla birlikte gelmemizi çok istedi bunu da hep dile getirdi ama yeni doğum yaptığım ve Yiğit'te çok küçük olduğu için bu pek mümkün olmadı. Bunu Ahmet'te biliyordu tabii ama olamayacağını bile bile içinden geçeni de söylemeden edemedi. Ama bu isteğini gecikmeli de olsa Meral'in doğum yapacağı gün beklenmedik bir sürprize imza atarak gerçekleştirebildim. Yüzündeki ifadeyi ve beni görür görmez yanıma gelip özlemle sarılışını hiç unutmayacağım.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
161072bec23ce0e682303845580.png


47.Bölüm : Atahan ailesinin sıcacık yuvasına hoş geldiniz!

........::::::::__Eylül / İstanbul__::::::::........

Annemle birlikte İzmir'den arabayla yola çıkıp dinlene dinlene İstanbul'a geldik. Küçük çocukla yollarda zorlanırız diye düşünüyordum ama benim minik kuşum tam bir gezici kuş çıktı. Yolun çoğunluğunda uyuyan çocuk uyanık olduğu anlarda da etrafa fıldır fıldır bakınıp anneannesiyle kendi dilince sohbet muhabbet etti. Arızaya bağlamamasına sevindim çünkü mızmızlanmalar beni çileden çıkaran şeyler oluyor. Bu arada Ahmet'e yanına geleceğimizi tabii ki de haber vermedim çünkü ben biraz kindar bir kadınım ve güzel sonuçlar elde etsek de gelme dememe rağmen yine de beni uyutarak İzmir'e gelmiş olmasını hâlâ unutamadım. Gün tatlı tatlı öç alma günüdür yani.

Buraya gelişimize de Meral'in yarın doğum yapacak olması sebep oldu. Malum hamilelik sürecimiz de birbirini takip etmişti. Aslında gelemeyecektim hatta Ahmet'in son gelişinde Selim'e teslim etmesi için Barış'a süt bile yolladım ama yine de içim rahat etmedi. Meral'in oğlunu emziremeyeceğini öğrendiği an yanında olup ona destek olmak istiyorum. Şimdi Ahmet ile Selim'i karşısına geçmiş yine o ciddi yüz ifadeleriyle kendisine bir şeyler açıklamaya çalışırken bulursa haddinden fazla tedirgin olur ve o panikle ne dediklerini de anlayamaz. Her zaman iyi ya da kötü kadın kadının dilinden daha iyi anlar diye düşünüyorum.

Tabii böyle diyorum ama o iki harika kardeşin hakkını da teslim etmem gerekiyor. Aylardır stres altındalar ve onlarda sürekli sıkıcı haberler vermekten ve sürecin nasıl ilerlemesi gerektiğini planlamaktan helak oldular. Meral'in bebeği doğurmak için diretip hamile olduğu için kemoterapiyi de zar zor kabullenmesi bir yana hamilelik sürecinin de zorlu geçmesi haliyle hem eşi olarak Selim'i hem de doktoru olarak Ahmet'i büyük stres altında bıraktı. Yarın Barış'ı kucaklarına aldıklarında eminim ki üçü de rahat bir nefes alıp ayrı ayrı moral depolayacaklar.

Ahmet'in pozitif ve umut dolu bir adam olduğu hepimizce bilinir ama belli etmese de onun da psikolojik açıdan yorulmaya başladığını hissediyorum. Ne zaman bir sorun olsa tüm gözler hemen "Hadi bir şey yap" dercesine ona dönüyor ve bir şekilde o soruna çare bulması bekleniyor. Yalan söyleyemem bunu bazen elimde olmadan ben de yapıyorum çünkü Yiğit o kadar küçük ben de o kadar acemiyim ki en ufak bir şey de gözüm annemden önce hemen Ahmet yanımızdaysa ona kayıyor.

Paniklemek heyecanlanmak ya da "Durun bir dakika! Nefes alıp düşünmem gerek" demek gibi bir lüksü yok sanki. Hem aile bireyi olup hem de doktor olmak gerçekten çok zor olmalı. Her neyse! Demem o ki iki kardeşin de şu sıralar desteğe çok ihtiyaçları olduğunu düşündüğüm için onlara kendi çapımda omuz vermeye geldim.

........::::::::____::::::::........

Annem Yiğit'in pusetini ben de bagajdan bavullarımızı aldım ve nihayet apartmana girişimizi yaptık. Asansöre geçip yukarıya çıkarken yüzümde de İstanbul'da olmamızın verdiği saçma salak bir sırıtış vardı. Annemin bunu fark etmemesi için epey bir çaba sarf ettiğimi söylememe gerek yok herhalde. Bir keskin nişancı uğruna düştüğün şekle şemale bak Eylül Acar! Ama yapacak bir şey yok adam gönlümüze kurdu tahtını bir kere kurtuluşumuz da yok.

Anahtarı kilide sokup içeriye girmemle birlikte fark ettiğim şey annemin dilinden "Eylül evin haline bak! Aylardır kapalı tabii her yer toz içinde kalmış" şeklinde döküldü. Biraz daha bakınınca annemin az bile söylediğini fark etmem hiç de uzun sürmedi. Tozdan eşyaların rengi bile değişmeye başlamış resmen. Camı pencereyi açık mı unuttuk anlamadım ki.

Saate bakıp ne yapabiliriz diye düşünürken annem olaya hemen el koyup "Tamam telaş yok şöyle yapalım. Sen Yiğit'i de al Meral'e gidin zaten yarın erkenden doğum var hastaneye beraber gidersiniz. Ben de buraları kabaca bir temizleyeyim yarın gündüz gözüyle de detaylı temizlik yapar siz gelmeden her yeri pırıl pırıl ederim. Şimdi akşam vakti çocuğu bu tozun içine sokmayalım deterjan kokusu da iyi gelmez zaten" dedi güzel de dedi ama ben Meral'e gidemem çünkü yarın ona sürpriz yapacağım.

"Meral olmaz anne sürprizimi erkenden patlatamam"

Ne yapabilirim düşünceleri içerisindeyken gözüm tekrardan saatime kaydı. Aa! Birilerinin çıkış saati mi yaklaşmış yoksa? Yüzüme yerleşen sinsi bir gülüş ile Yiğit'in pusetine doğru eğildim ve bana boncuk boncuk bakan bakışları eşliğinde "Biz en iyisi seninle hastane ziyareti yapıp doktor amcalar ne yapıyorlar bir görelim değil mi oğlum?" dedim. Doktor kelimesini cımbızlamış gibi oturduğu yerde eli ayağı kıpır kıpır oldu. Anladı tabii kimi kastettiğimi aslan oğlum benim!

Baktım oğlanın da gönlü var onun o pamuk gibi elini öpüp "Güzel fikir bence! Seni birazdan görüp görebileceğin en eğlenceli hastaneye götüreceğim" dedikten sonra annemin ağzını bile açmasına fırsat vermeden odalardan birine girdim. Büyük ihtimalle annem de ardımdan "Yarına kadar bekleyemedin mi?" diye söyleniyor olmalı. İyi de Ahmet ile aynı şehrin havasını solurken yarına kadar nasıl bekleyebilirim ki? İnsanın kalbi aklını bir anda çeliveriyor işte.

Odaya girer girmez bavulu açıp içinden havlu çıkardım. Onca yol geldik bir duş alıp kendime de geleyim öyle gideriz nereye gideceksek. Hızlı bir duşun ardından üstümü başımı toparlayıp Yiğit ile ikimize küçük bir çanta hazırladım. Gerekli olabilecek şeyleri alıp almadığımı kontrol ettikten sonra da salona geri döndüm. Annem de Yiğit'in altını değiştiriyordu.

"Sen o kadar işi tek başına halledebilecek misin anne?"

"Aa! Kızım bunca yıldır etrafımda yardımcılar ordusuyla iş yapmıyorum ben herhalde hallederim. Hem kutu gibi ev elimin tersiyle düzenlerim ben buraları"

"Yine de çok zorlama kendini baktın yoruldun bırak devamını beraber de yaparız"

"Al bakayım sen çocuğunu!"

Annem Yiğit'i elime tutuşturup "Hadi benden de selam söyleyin Ahmet'e" dedikten sonra oğlanla birbirimize bakıp "Anneannen kapı dışarı etti bizi düş önüme küçük böcük!" dedim. Tabii annemin "Aşk olsun Eylül!" demesi gecikmedi. Belma Hanımcığımızı daha fazla kızdırmadan yanağına birer öpücük bırakıp evden çıktık. Annemin arabasını kullanabilecek olsam da ben yine de taksiyi tercih ettim çünkü malum benim gözler biraz bozuk olunca yanımda da çocuk olunca cesaret konusunda birtakım sıkıntılar yaşandı. Hem belki araba anneme lazım olur. O şimdi deterjandı oydu buydu kesin market turuna çıkar. Hatta bizim ardımızdan çıkmıştır bile.

İş çıkış saatine denk geldiğimiz için de haliyle trafik biraz yoğundu ama sağ olsun taksici beyefendi ara yollardan yağ gibi süzülüp bir şekilde bizi hastaneye ulaştırmayı başardı. Tek dileğim Ahmet'in hastaneden çıkmamış olması çünkü ona sürpriz yapayım derken bana kötü bir sürpriz olsun istemiyorum. Yiğit'in pusetini elime alıp hastaneye giriş yaptığımda oradaki tanıdık kızlarla biraz sohbete girişerek onlardan Ahmet'e geldiğimi haber vermemelerini rica ettim ama ne kadar dinlediler bilmem. Sonuçta burası benim değil Ahmet'in mıntıkasına giriyor. Neyse haber verip vermediklerini de birazdan Ahmet'in tepkisinden görürüz.

Odasının bulunduğu kata çıkıp elimin ağırlığı sebebiyle yavaş yavaş ilerlerken Aygün beni fark edip bir hayli de şaşırarak "Aa... Eylül Hanım!" deyiverdi. Biraz daha bağırsaydı keşke radyoloji katı duyamamıştır belki! Selam verip sessiz olmasını isterken bir yandan da elimdeki puseti Ahmet'in odasının bitişiğinde bulunan koltuğa bıraktım. Kolum kopmuş da haberim yokmuş meğerse.

Kolumu ovalarken gözüm kapısının yanındaki isimliğe takılmasa ve o sırada da epey karizmatik görünen ismine muzur bir gülüş atmasam olmazdı herhalde. Adamın ismi tek başına bile parlıyor resmen öyle önüne operatörmüş profesörmüş uzmanmış doktormuş falanmış filanmış eklemeye gerek yok yani. Yalnız onunla bu hastanede olmayı da özlemişim yalan yok. Bir de koridorda peşine takılıp agucuklu gugucuklu bir "Hey doktor!" diyerek şoktan şoka girmesini sağladım mıydı tamamdır bu iş.

Olduğum yerde dönüp Aygün'e tam Ahmet'in içeride olup olmadığını soruyordum ki bu sefer de Koray beni görüp koridorun başından gülümseyerek "Kırmızılı kadın!" diye seslendi. Üzerinden onca zaman geçti ama bu kırmızılı kadın imajım bir türlü silinip gitmedi. Demek ki burada manşete ilk nasıl düşüyorsanız o şekilde de kalıyorsunuz.

Koray'ın seslenişinin ardından Ahmet'in odasından çıkan Gözde de aynı şaşkınlığı yaşadı ve coşkulu bir halde "Bu ne güzel bir sürpriz!" deyiverdi. "Ya Allah aşkına bir susun ya!" diye bağırasım var ama yapamıyorum çünkü ortam hiç müsait değil. Yalnız Ahmet dışında da herkes hastanede olduğumu öğrendi asıl bilmesi gereken adam ortalarda yok. Hoş geldin beş gittin sohbeti sırasında gözlerim etrafı tararken neyse ki sonunda ondan bir haber alabildim. Ahmet uzun süredir ameliyathanedeymiş ama iyi haber şu ki bir aksilik olmadıysa eğer bu aralar ameliyatı sonlandırması bekleniyormuş.

Gözde ile Aygün beni bırakıp Yiğit'i kapma yarışına girerken Koray da bana "Odada beklemek ister misiniz? Size yiyecek içecek bir şeyler de getirebilirim" diye sordu. Gözlerim odaya doğru şöyle bir gitti de kapalı yerde sıkılırmışım gibi geldi. Bir de beklerken kesin kendi kendime vır vır konuşur sonra da içeriye girip beni dinleyen Ahmet'e yakalanıveririm. Yapmadığım şey değil çünkü var o potansiyel bende.

Aslında karnım da kazınmıyor değil. Hasan ağabeyin tost makinesi hâlâ eski formunu koruyor mu acaba? Ben en iyisi kafeteryada bekleyeyim ama öncesinde Yiğit'i emzirmezsem bütün hastaneyi başımıza yıkar yemeye çalıştığım lokmalarım da bir bir boğazıma dizilir. Kızlara emzirme odalarının nerede olduğunu sorduktan sonra Gözde ve Koray ile sohbet ede ede bahsi geçen odanın önüne geldik.

Onlardan Ahmet gelirse bana haber vermelerini isteyip Koray'ın elinden Yiğit'i aldım ve yardımları için teşekkür ettikten sonra içeriye girdim. Odada benim yaşlarımda bir anne daha vardı ama gördüğüm kadarıyla onun ikizleri vardı. Kendisine büyük sabırlar diliyorum çünkü bir tanesi bile insana "Ben artık aksesuar olarak kolye küpe değil de başıma huni mi takmaya başlasam acaba? O yola girdim sanki" dedirtmiyor değil.

Merhabalaştıktan sonra sırt çantamı ve puseti kenara bırakıp ellerimi dezenfekte ettim ve hazırlıklarımı hızlıca tamamlayarak Yiğit'i kucağıma aldım. Ortamda da sessizlik olunca insan kendisini konuşmak zorundaymış gibi hissediyor ama aksilik bu ya her ne kadar çenesi düşük biri olsa da konuşacak bir şey bulamıyor. Neyse ki bu defa şanslıydım çünkü sohbeti başlatan ben olmadım.

"Siz de kontrole mi geldiniz?"

"Hayır biz Ahmet'i... Yani bu hastanenin doktorlardan Ahmet Atahan'ı ziyarete geldik"

"Eşi misiniz?"

Şimdi kucağımda çocukla "Yok eşi değilim kendisi benim manitam olur" diyeceğim kadının şaftı kayacak onun şaftı kayınca da çocuğunun emdiği süt kulaklarından fırlayacak. Kısacık bir an düşünüp "Eşi değilim ama gönlümüzde yer etmiş biridir kendisi. Bu arada siz kontrole geldiniz galiba doktorunuz kim?" dediğimde kulaklarıma tanıdık birinin ismi yeniden çalındı.

"Bizim doktorumuz Sinan Bey... Sinan Öztürk"

"Aa! Selam Sinan... Eğlenceli doktordur tanırım. Yalnız muayene ettiği çocuklara lolipop falan veriyor haberiniz olsun. Gerçi sizinkiler çok küçük ama yine de gözünüz üzerinde olsun neme lazım görmeden pusetinin kenarına şekeri sıkıştırıverir falan aman ha!"

"Evet biliyorum son gelişimizde bize de patlayan şeker verdi. Ne yazık ki onu eşim yedi ve ben de eve dönene kadar bitmek tükenmek bilmeyen çocukluk anılarını dinlemek zorunda kaldım"

"Buranın doktorları bir değişik zaten. Hastasına şeker veren doktor mu olur ya!"

"Öyle ya da böyle çocuklar ona bayılıyor. Biz Ahmet Bey ile de tanışmıştık o da çok matrak bir doktor"

"Sahi mi? Gerçi o daha çok hastanenin en flörtöz doktoru olarak tanınır ama matrak daha iyimiş tabii"

Yalnız güzel değişimler bunlar takdir ettim yalan yok. Demek unumu eledim eleğimi astım çapkınlığa da istifamı bastım olayına iyice giriş yapmış. Keskin nişancım sadece sözle değil icraatla da ciddiyetini ortaya koyuyor ya daha da bir gönlüme yer ediyor. Ediyor da tam ben bunları düşünüp mutlu olurken "Evet biraz flörtöz tavrı var gerçekten" deyince bakışlarımı hızla döndürerek "Nasıl yani?" deyiverdim. O nasıl dönüş Eylül ya bir dikkat çekme!

"Biz hep bu hastaneye geliriz o yüzden de bir tavsiyede bulunup en yakın arkadaşımızı da anneannesi için buraya yönlendirdik. Allah daha uzun ömür versin kendisi 89 yaşında. Sağ olsun biraz asabidir kulakları da ağır işitiyor. Biz ak dedik o kara anladı "Ölüyor muyum ben ondan mı getirdiniz beni buraya?" diye diye katı birbirine kattı. Gerçi bunda Murat'ın yani eşimin de kabahati var çünkü araç için park yeri ararken biz önden gidip oturalım dedi ama kadıncağızı ortopedi ve travmatoloji bölümü yerine yanlışlıkla morga indirince haliyle ortalık biraz karıştı"

"Şaka yapıyorsunuz!"

"Keşke şaka olsa çünkü hâlâ Murat'a takık halde ve ne zaman görse "Alın şu zebaniyi önümden" deyip duruyor. Halbuki hep bana sarar onunla da çok iyi anlaşırlardı"

"Eyvahlar olsun"

"Neyse ben de fırsattan istifade edip çocukların tahlil sonuçlarını almaya gitmiştim geri döndüm ki bir de ne göreyim? Torunuyla Ahmet Bey aralarına girmiş Latife teyze de Murat'ı işaret edip "Öleyim diye getirdiler ya beni bak ikametgahın artık burası der gibi morgunuzda ön gösterim yapıyor bu hayta!" diye diye iki arada bir derede bastonuyla eşimin bacağına vuruyor"

"Kusura bakmayın güldüm ama şu an o kaos anı ve tepkiler resmen gözümde canlandı"

"Ne kusuru canım sonradan biz de çok güldük. Neyse ki Ahmet Bey hemen olaya el koydu da Latife teyzemizle sohbet edip dikkatini başka yöne çekerek sakinleşmesini sağladı. Bayağı da konuştular sağ olsun. En son çapkın bakışlar savurarak "Sizin gibi alımlı bir hanımefendinin 89 yaşında olduğuna hayatta inanmam yoksa kimsenin bulamadığı gençlik iksirini siz mi buldunuz Latife Hanım?" diye soruyordu Latife teyzemizde eşime "Artık seni değil bu tatlı dilli doktoru seviyorum" deyip Ahmet Bey'e de dirsek atarak dediği kadar genç olsaydı onu hayatta kaçırmayacağını söylüyordu"

"Vay! 3,5'tan 89'a... Bizimki çıtayı bayağı yükseltmiş"

"Efendim?"

"Dili tatlıdır enerji falan da yayar onun aklını çelemeyeceği kadın yoktur diyorum"

"Ama o aklını bir ömür boyu çelmek istediği kadını bulmuş. Yanlış hatırlamıyorsam eğer iki ay içinde evleneceklerini söylemişti. Aslında daha önce olsun istemiş ama hastane yönetimiyle anlaşıp izinleri denk getiremeyince ertelenmiş"

Ne demiş ne demiş! Evleniyor muymuş? Hem de iki ay içinde! Yok canım yanlış anlaşılma olmuştur nereye evleniyor iki ay içinde kolay mı o kadar? Belki de hastanedeki Ahmetleri karıştırmıştır olamaz mı? Buradaki tek Ahmet benim Ahmet olamaz herhalde. Ama 89 yaşında da olsa bir kadına gençlik iksirini bulup bulmadığını soracak da benimkinden başkası olamaz. Ama iki ay çok az... Yok yok değildir. Kesin değildir yanlış anlaşılma olmuştur. Of! Biraz sıcak mı oldu? Benim şu an bir boğulasım geldi sanki.

Etrafa bakınıp içten içe "Düşünme Eylül düşünme Eylül! Hadi ama dikkatini dağıt" derken pusetinin içinden bana doğru boncuk boncuk bakan bebişle göz göze geldik. O anla birlikte de "Nazarımın değmemesini umut ederek söylüyorum ki bebeğinizin gözleri çok güzel" dedim. Gerçekten öyle çünkü oturduğum yerden bile cam gibi parladıklarını görebiliyorum. Ona kayıtsız kalmak çok zordu.


rdygh.jpg


"Teşekkür ederiz. İkisi de simaları gibi göz renklerini de babalarından almış"

"Ne güzel ikisi de maviş çocuklar olacak. Adları ne?"

"Kucağımdaki Can pusetteki de Toygar"

"İki erkek demek..."

"Aslında bir de gözlerini benden alan Emre'miz var. O da şu sıralar bir dediğini iki etmeyen babaannesini peşinden koşuşturmakla meşgul olmalı"

"Üç erkek! Zor olmuyor mu diyeceğim ama eminim ki oluyordur. Benimki şimdiden keçilerimi kaçırmak için çitlerimi zorlamaya başladı bile"

"Zor olmaz mı hiç? Çok zor ama eşim canına susamış olacak ki bir de kız istiyor. Kıyamam dört çocuk hayali var da... Allah başka dert keder vermesin"

"Siz ne dediniz?"

"Dördüncüyü de sen doğurursan kabul dedim ama vücudu bozulur diye yanaşmadı"

"Konu da şakayla karışık kapandı yani"

"Şimdilik öyle ama beni ikna etmeye çalışacağına adım gibi eminim. Sizin bebeğinizin adı ne?"

"Yiğit"

"Kaşlar gözler... Büyüdüğünde epey yakışıklı bir bey olacağa benziyor"

"İyi kalpli olsun kimseyi de üzüp kırmasın yeter"

"İyi gençler olmaları bizim elimizde çünkü o temelleri aileleri olarak bizler oluşturuyoruz"

Yiğit'in parmağımı kavrama çabasını izlerken bir yandan da ister istemez burukluk hissederek "Aynen öyle" dedim. O temeli oluştururken yanlış bir şey yapmaktan ve Yiğit'in hiç istemeyeceğim tarzda birine dönüşmesinden o kadar çok korkuyorum ki... Umarım bu olmaz ve oğlum insanların hayatlarına da seçimlerine de saygı duyan biri olup tüm endişelerimi yerle bir eder.

"Bu arada biz tanışmadık değil mi? Ben Aylin... Aylin Akman"

"Ben de Eylül Acar"

"Memnun oldum"

"Ne yalan söyleyeyim ben de oldum"

Bu konuşmanın ardından da konu konuyu açtı ve biz bir anda Aylin ile yakın bölgelerde oturduğumuzu anlayıp çocukların park gezintilerini birlikte yapmaya karar verdik. Bu noktaya nasıl geldik gerçekten anlamadım ama çocuklu annelerle bir araya gelmenin bana iyi geleceğini düşünüyorum çünkü fikir almaya ihtiyacım olacak gibi görünüyor. Gerçi benim birkaç güzel sebep uğruna kısa bir süreliğine İzmir'e dönme durumum var ama hem o zamana kadar hem de kesin dönüş yaptığımda park havasını birlikte alabiliriz diye düşünüyorum.

........::::::::____::::::::........

Güzel bir sohbet eşliğinde Yiğit'i doyurduktan sonra kafeteryaya inmek üzere koridorda ilerlemeye başladım. Ahmet'in şu çatının altında olduğunu bilirken yine de ona ulaşamıyorum ya bu canımı çok sıkıyor. Ameliyatta olmasa büyük ihtimalle "Doktor Ahmet Atahan! Doktor Ahmet Atahan! Acilen odanızdan bekleniyorsunuz!" diye anons geçmeye teşebbüs ederdim. Sesimi duyunca gözleri yuvalarından fırlardı herhalde.

Asansöre girerken Koray yeniden yanıma gelip "Durun size yardım edeyim" diyerek elimden puseti aldı. Heyecanlı bir tip olsa da yine de kibar çocuk sağ olsun geldiğimden beri yardımını esirgemedi. Giriş katına basıp ağır ağır inerken Koray da bir ıkındı sıkındı sonra ona ne oluyor der gibi bakmamla birlikte "Size bir şey sorabilir miyim?" diye sordu. Hayırdır inşallah...

"Bilmem sorabilir misin Koray?"

"Eylül Hanım Ahmet Hoca gibi uğraşmayın benimle ne olur!"

"Tamam sor bakalım"

"Ahmet Hoca'nın Meral Atahan'ın ameliyatındaki başarısının oldukça dikkat çektiğini duymayan kalmamıştır herhalde"

Açılan kapıyla birlikte asansörden çıkarken yüzümü gözümü buruşturarak "İyi de bu bir soru değil ki" demeden edemedim. Bitik bir halde başını eğip bana Ahmet ile ne kadar benzediğimizden bahsetmeye başladı. Anladığım kadarıyla Ahmet ile üç aşağı beş yukarı benzer yanıtlar veriyoruz ama bu şaşırtıcı olmamalı çünkü bu çocuk soru sorduğunu zannediyor ama aslında soramıyor.

"Ee! Ne yapayım yani Koray başarı üstüne başarı koyun diye elimde çocukla sokağa çıkıp size yeni vakalar mı bulayım?"

"Hayır benim derdim bambaşka. Bildiğiniz üzere Ahmet Hoca'ya bir süredir başka hastanelerden teklif üstüne teklif yağıyor. Singapur ve Tayland'dan gelen teklifleri reddettiğini söyledi ama..."

Ani bir şekilde olduğum yerde kalıp Koray'a döndüm o da bu tepkimle lafını tamamlayamadan sustu. İyi de ben böyle bir şey bilmiyorum. Bu bilgi bende yok. Hafızamı zorluyorum ama Ahmet'in bana bu tekliflerden bahsettiğini asla hatırlamıyorum. Tamam hemen yükselmeyelim belki de kabul etmediği için söyleme gereği de duymadı.

Derin bir nefes alıp "Reddetmiş işte" dediğimde beni şaşırtarak "Onları reddetmiş ama üçüncü teklifi kabul etmiş. Hangi hastane olduğunu ya da hangi ülke de olduğunu size söyledi mi? Bana asla söylemiyor çünkü" dedi. Kabul etmiş kısmını bir derece anlayabilirim ama hangi ülke kısmını anlayamadım.

"Ahmet'in seninle kafa bulmadığından emin misin? Yapar çünkü muzur bir adam rahat duramaz"

"Evet eminim. Bana diğerlerini reddetme nedenini açıkladıktan sonra kabul ettiği hastaneyle ilgili hem aşık olduğum yer hem yemekleri şahane hem de hayati tehlikem yok dedi"

Ahmet yurt dışındaki bir hastaneden bahsetmiyor o İzmir'deki bir hastaneden bahsediyor. Onunla ilk tanıştığımız zamanlarda bana İzmir'in tam da yaşanılacak yer olduğunu ve oradaki güzellikleri bırakıp İstanbul'a gelmeye nasıl karar verdiğimi sormuştu. Orası aşık olduğu bir yer ve bunca zamanlık gözlemlerime dayanarak söylüyorum ki yemeklerine de ayrı bir bayılmışlığı var. Hayati tehlikem yok demesine de büyük ihtimalle orada benden çok ona arka çıkanların çokluğu sebep olmuş olmalı.

Ama yine de bunu yapmamış olmasını diliyorum. Kafasında evlilik planları kurarken bir yandan da benim arkadaşlarım çevrem İzmir'de diye orada bir yaşam alanı oluşturmaya çalışmıyordur değil mi? Ben bunu asla istemem. İzmir artık benim yaşayabileceğim bir yer değil. Orası bana sadece arkadaşlarımı hatırlatsın kâfi. Düşüncelere dalıp tüm kalbimle bunu yapmamış olmasını dilerken kulağıma bazı konuşmalar çalındı ama dalgın olunca ne dendiğini anlayamadım.

Dikkatimi onlara verirken de Koray önümüzden geçen genç bir doktoru durdurup ne olduğunu sordu ama aldığımız cevap benim açımdan biraz endişe verici oldu çünkü Ahmet ameliyathaneden çoktan çıkmış ve şu an bu ikisinin konuştuğundan anladığım kadarıyla da dinlenme odalarının önünde başka bir doktorla hararetli bir şekilde tartışmaya başlamış. Ya arkadaş sen yapmışsın ameliyatını gelsene paşa paşa odana ne diye milletle kavga edip akşam akşam arıza çıkarıyorsun? Ah Ahmet ah! Akşam vakti başhekim odalarından toplatacaksın kendini bana!

Bunları duyar duymaz Yiğit'in pusetini alıp "Koray hadi yanlarına gidelim!" diyerek önden hızlı hızlı ilerlemeye başladım. Sağ olsun yönlendirmesiyle de bahsi geçen yere çabucak geldik. Burada da hasta giriş çıkışları olmadığı için in cin top oynuyor gibi görünüyor. Ben de milletin içinde iki doktor ne diye tartışıyor çıldırmış mı bunlar diye düşünüyordum. Meğerse sakin bir yer bulmuşlar birbirlerinin gözlerini tenhada oyuyorlarmış. Oymak yok oymak yok! Sadece ağız dalaşı...

Geldiğimiz yere bakarken Ahmet'in derinden derinden duyulan sesi eşliğinde Koray'ın da "İşte oradalar!" dediğini duydum ve hemen işaret ettiği yere baktım. Gerçekten de oradalardı ama Ahmet ile tartıştığı diğer doktoru görsem de yanlarına gitmedim. Şu an benimle birlikte dört kişiydik ve kimse de yanlarına gitmiyor sadece uzaktan izlemekle yetiniyordu. Sonuçta boğaz boğaza değillerdi ve o hale gelecek gibi de görünmüyorlardı. Araya girip tartışmayı körüklemek ya da sonuçlanmadan halının altına süpürülmesini sağlamak istemedik belki de. Acısı sonradan daha kötü çıkabilirdi çünkü.

"Sakın bir daha benim yürüttüğüm bir ameliyatta onayımı almadan kendi bildiğini okumaya kalkma! Beni en başından beri manipüle etme çabana rağmen ben nasıl senin önerilerine kulak asıp onları değerlendiriyorsam sen de benim için aynı şeyi yapmak zorundasın. Benimle kişisel bir derdin varsa da bunu kapının dışında bırak çünkü orası senin oyun alanın değil. Talimatlarıma uymak ya da benden onay beklemek zoruna gidiyorsa da git istekte bulun bir daha ikimizi aynı operasyonlarda bir araya getirmesinler. Ama şunu da bil İlhan Taner! Benim bulunduğum bir ameliyathanede masada yatan hasta oradaki herhangi birinin üstünlük kurma çabası yüzünden hayatını kaybetmekle burun buruna gelemez! Bunun olmasına hiçbir zaman izin vermedim bundan sonra da izin vermem. Orada yatanın adı sanı unvanı hangi önemli kişilerle bağlantısı olduğu umurumda bile değil. Eğer o hastayı riske atacak herhangi bir şey yaparsan ben de onca yıllık doktorluğunun canı cehenneme der seni aynı bugün olduğu gibi yine ameliyathaneden atarım. Bunu yapmama da hiç kimse engel olamaz!"

Oops! Bu İlhan Taner bana bahsettiği adam olmalı. Şu hastaneye transfer oluşuna sevinmediği doktor. Şimdide aynı operasyona girmek zorunda kalmışlar demek ki. Bildiğin istemediğin ot burnunun dibinde bitermiş hikayesi yani. Ahmet'in hastaları konusunda çok hassas olduğunu biliyorum. Onlarla ailesinden biriyle nasıl ilgileniyorsa aynı o şekilde gönülden ilgileniyor. Eğer bu kadar kızmışsa eminim ki içeride bu adam onun sinirlerine epey bir baskı yapmış. Ameliyatın stresi bir yana bir de böyle bir tatsızlık yaşamış olmak onu iyice germişe benziyor.

"Bana ahlaklı doktor pozları kesmeye kalkma! Sen sırf geçmişimizden ötürü benim burada olmamı haz etmediğin için beni ameliyathaneden kovdun Atahan! Sen beni tüm ekibin önünde kişisel sorunların olduğu için bilerek küçük düşürdün ve şimdi de gelmiş benimle olan derdini kapının dışında bırak mı diyorsun?"


eyahil.gif


"Ameliyathaneden atılışını buna bağlıyorsan burada hazımsızlığın büyüğünü asıl sen yaşıyor olmalısın. Ben konu hastalarım olduğunda istisnasız bir şekilde Ahmet'i ve onun iç hesaplaşmalarını bir kenara bırakır sadece işini en iyi şekilde yapmak zorunda olan doktor kimliğime bürünürüm. Profesyonellikte bunu gerektirir öyle değil mi? Evet sen ameliyat ekibinin önünde küçük düştün ama emin ol ki bunu ben değil sen kendin yaptın. Orada stres içinde geçen saatler boyunca bir yandan hastanın durumunu kontrol altında tutmaya çalışıp bir yandan da senin bana karşı olan çocukça laf çarpmalarını dinledim. O masada yatan bir insandı insan! Yaşasın diye saatlerdir hiç durmadan dualar eden ailesinin bize güvenip emanet ettiği biriydi o! Bana yaptığın saygısızlıkları o anlık göz ardı edebilirim ama orada canını bize emanet etmiş birine yaptığın saygısızlığı göz ardı edemem. Ayrıca ameliyathanede takındığın tutum lakaytlık ve kendi başına karar verip beni hiçe sayarak o kararı uygulamaya çalışmaktaki inadın da meslek etiğine aykırıydı bunu sen de çok iyi biliyorsun"

"Şimdi de beni tehdit mi edeceksin yoksa?"

"Hayır ama bana soracak olursan eğer burada benimle tartışarak vakit kaybedeceğine savunmanı nasıl yapacağını düşünsen çok daha iyi edersin çünkü bugün olanlar rapor edildiğinde yaptıkların başını çok ağrıtacak İlhan!"

"O ameliyathanedeki sorumlu cerrah sendin Atahan unutma! Benim başım yanarsa seninkini de yakmaktan hiç çekinmem"

"Benim hiçbir korkum yok çünkü yapılması gerekenler ne ise onu yaptım. Hayatım boyunca hesabını veremeyeceğim tek bir kararım tek bir davranışım tek bir sözüm olmadı. Bu saatten sonra da olmaz. Sen istediğini söyle suçlamaları da dilediğince yap ben yine de o odadan alnım ak bir şekilde çıkar giderim ama sen bunu yapamayacaksın"

Tartışmaları bu sözlerle sonlandıktan sonra Ahmet sinirini çıkarmak istercesine yumruk yaptığı elini kapıya sertçe vurarak odadan bir hışımla çıkıp yan koridora yöneldi. O an tartışmalarının sertliğinden mi yoksa onu daha önce hiç böyle görmediğimden mi tutuldum anlayamadım ama neyse ki çabuk toparlanıp hemen peşine takıldım. Odanın önünden geçerken de tartıştığı doktorla karşı karşıya geldik. Kusura bakmamamı isteyip bana yol açsa da elimde olmadan ona ters bir bakış atıp koridora yöneldim.

Of! Ahmet normal zamanda da hızlı yürürdü zaten bir de kızınca iyice turboya takıyormuş onu da şimdi daha iyi anladım. Koridordan koridora hızlı geçişler yaparken elimdeki ağırlık sebebiyle bir yerden sonra durmak zorunda kalıp ardından bitik bir halde "Hey doktor!" diye seslendim. Ona bu şekilde seslenmeyi planlamıştım ama bunu daha sempatik bir ambiyans eşliğinde yaparım diye düşünmüştüm. Kısmet işte.

Sesimi duyduğu anda son hız gidip ani bir şekilde de fren yapan arabalar gibi sarsılarak durdu ama sesin benden gelmiş olabileceğine inanamıyor olmalı ki arkasını dönmeden sadece "Sevgili aklım bana oyun oynama" dercesine başını eğip alnını ovuşturmaya başladı. O İlhan denen adamla olan kavgasına zihninde devam ederken kulağına gelen sesin gerçek olabileceğini düşünemedi herhalde.

Onu izlerken Yiğit'in pusetini yanımda duran oturma yerine bıraktım ve Ahmet'e bir kez de adıyla seslenmek isterken ani bir fikir değişikliğiyle ellerimi belime yerleştirip "Arkadaş niye rahat durmuyorsun sen? Kırk yılın başında bu sefer de ben ani bir baskın yapayım da şaşırtmak nasıl oluyormuş bir görsün diyorum ama işe bak ki şaşıran yine ben oluyorum!" dedim. Bu defa duyduğunu teyit etmek istercesine yavaşça arkasını döndü ve benimle göz göze gelip şaşkın bir halde bize bakmaya başladı.

Tek kelime de etmedi ama sonra sakin adımlarla bana doğru yaklaşıp karşı karşıya geldiğimiz anda da kolunu kolumun arasından geçirerek belime sarıp sanki o an ihtiyacı olan tek şey benmişim gibi beni öptü. Hmm... Ne yalan söyleyeyim bana "Hoş geldin" deme şeklini sevdim. Nerede olduğumuzu umursamadığımız bu anlar Ahmet'in geri çekilmesiyle kesilirken ben de ondan uzaklaşmadan gözlerine kışkırtıcı bir bakış gönderip "Birkaç günlüğüne başına bela olmaya geldim. Umarım müsaitsindir doktor!" dedim ve sonunda onu gülümsetmeyi başardım.

dtgfhu.gif


Gözlerini gözlerimde gezdirirken bir şeyler söylemesini bekledim ama o bunun yerine bana sıkıca sarılmayı tercih etti. Sanırım bu hallerini biliyorum. Meral'in ameliyatı bitip onunla ilk karşı karşıya geldiğimizde de çok suskundu ve tek yaptığı şey bana sarılmak olmuştu. Teni de yine o zamanki gibi buz kesmiş. Sanırım birini kaybetme endişesi yaşadığı zamanlar o korkuyla sessizleşip ister istemez böyle bir hâl alıyor. Bu korkuyu ve endişeyi ameliyat anında örtmeye çalıştığından da kendi içinde bastırıp rahatladığı ilk anda açığa çıkarıyor.

Kollarımı boynuna dolayıp ona sıkıca sarılırken "İyi misin? Adamı böyle haşladığına göre kafanı fena attırmış olmalı" dedim ama o sadece iyi olup olmadığını sorduğum sorumu cevaplayıp diğeriyle alakalı yorum yapmadan "Şu an çok iyiyim" diyerek dudaklarını omzuma dayayıp öylece durdu. Umarım dediği kadar iyidir.

"Yorgun görünüyorsun. En son sabah uyanınca konuşmuştuk kaç saattir ameliyathanedesin sen?"

"Şu an saat kaç?"

"Taksideyken yediye geliyordu"

"Yediye geliyorsa... Dokuz buçuk on saat civarı olmuş"

"Diğer cerrahla dönüşümlü mü devam ettin?"

"Dönüşümlü olması gerekiyordu ama birtakım aksilikler yaşanınca son birkaç saat kala tek devam ettim"

"Hastan nasıl peki her şey yolunda mı?"

Geri çekilip ellerini boynuma yerleştirerek baş parmaklarıyla yanağımı okşarken ben de içten içe olumsuz bir şey söylememesini dileyip durdum. Durgun halde alnımı öperek "Ölüme meydan okuyan hastaları severim. En kritik anlarda bana epey yardımcı oluyorlar" dedikten sonra alnını alnıma dayayıp gözlerime bakarak "Eren de güçlü bir genç... Hayatta kalmayı başardı" deyince sonucun güzel olmasına sevindiğimi söyledim. Gülümsediğimde o da gülümsemeye başladı.

"Sen Yiğit ile beraber mi geldin Eylül?"

"Annemle beraber arabayla geldik ama eve girdiğimiz gibi her yeri toz içinde görünce bana hadi sen çocuğu al da Meral'e gidin bu tozun içinde kalmayın dedi. Gidemedim tabii çünkü yarın doğum öncesi moral olsun diye karşısına bir anda çıkmak istiyorum. Ben de düşündüm taşındım dediğim gibi en iyisi gidip Ahmet'in başına bela olayım dedim. Ee! Bize tahsis edebileceğin boş bir odan var mı doktor?"

Bu gece yanında olacağımızı duyunca feri gitmiş olan gözleri yeniden eski formuna geri döndü. Yalnız odalar doluysa da an itibarıyla boşalttı gibi görünüyor. Yiğit'in pusetini "Gel bakalım küçük adam eve gidiyoruz" diyerek eline aldıktan sonra bana hitaben de "Çıtırlara baskın yaptığını haber vereyim de biz gelmeden evi boşaltsınlar" deyip elimi tuttu. Doluysa da derken çıtırları kastetmemiştim. Yürürken gülümsüyor olsam de diğer elimin tersiyle koluna bir tane patlatmayı ihmal etmedim. Neyse en azından biraz olsun yüzü gülmeye başladı. Eve gidince de iyice fabrika ayarlarına döndürürüm ben onu bir şeyciği kalmaz.

"Sen hemen çıkabiliyor musun ki?"

"Hastanın ailesine güzel haberi verdikten sonra çıkabiliriz. Gerçi haber çoktan uçmuştur ama yine de benim de bir görünmem gerek"

"Hadi gidelim o zaman"

Odasının bulunduğu kata geldiğimizde asansörden elimi tutmaya devam ederek çıkıp o şekilde de yürüyünce ister istemez bakan var mı diye etrafı kolaçan ederek "Ya hastanenin ortasında elimden tutmasana şey olduğumuzu anlayacaklar" dedim. Güldü tabii. Gülerken de "Az önce seni öptüğüm çoktan kulaktan kulağa yayılmıştır zaten elini tutsam ne olacak ki?" deyince ister istemez yüzümü ekşitip "Bu konuda ciddi misin? Ama o sırada yanımızda kimse yoktu ki!" dedim. Yoktu tabii ondan rahattım.

"Telaş yapma zaten herkes beraber olduğumuzu biliyor kimseden saklamadım"

"Ne! Sakın bana hastanenin gıybet ekibine hakkımızda röportaj verdiğini söyleme!"

Sesli bir gülüşün ardından "Ben sadece ufak tefek açıklamalar yaptım" dedikten sonra yan gözle bana bakıp saçıma da bir öpücük kondurarak "Röportajı da bir ara birlikte yaparız diye düşündüm" dedi. Ne düşünmüş? Başlatacak şimdi röportajına da düşüncesine de!

Odaya yaklaştığımız sırada tartıştığı doktor da kendi odasından çıkıp önce Ahmet'in elindeki pusette uyumaya başlayan Yiğit'e sonra da bana baktı ve başıyla selam verip hiçbir şey söylemeden de yanımızdan geçip gitti. Bir an laf çarpmaya devam edip ortamı gerecek sandım ama neyse ki yapmadı. Belki de kat kalabalık diye suskun kaldı.

Ahmet'in ters bakışları onu takip edince mecburen çenesinden tutup "Şişşt! Bu akşamlık bu kadar tantana yeter şampiyon!" diyerek yavaşça başını kendime doğru çevirdim. Gözlerime bakarak derin bir nefes alırken hastasının ailesi de yanımıza doğru gelmeye başladı. Ahmet'in elinden puseti alıp Aygün'ün yanında onu bekleyeceğimi söyledikten sonra yan yana geçtiğimiz gencin annesine babasına ve muhtemelen kardeşi olan kıza gülümseyip "Geçmiş olsun" dedim. Onlar da bana gülümseyerek teşekkür ettikten sonra Ahmet'in yanına geçtiler.

Olduğum yerden onları izlerken yüzümde de silinmek bilmeyen bir gülümseme belirdi. Ahmet her şeye rağmen başarıyla sonlanan bu ameliyatın rahatlığı yüzüne yansımış bir halde güzel haberle ilgili bilgi verirken gencin annesi de mutluluktan ellerini öpmeye çalıştı ama Ahmet'in "Yapmayın ne olur" demesiyle bu sefer de ona sıkı sıkı sarılıp bir yandan da beni işaret ederek "Allah seni de eşine çocuğuna bağışlasın. Sen oğlumuzun iyi olmasına vesile oldun bizden koparmadın ya Allah'ta sizi ne şimdi ne de sonra hiçbir sebepten ötürü ayırmasın inşallah" diye diye hoş temenniler de bulunmaya başladı. Ahmet'in eş ve çocuk mevzusunda bozuntuya vermeden "Amin amin!" derken bana karşı olan bakışlarını gördükçe gülmeden edemedim. Şu halde bile bana göndermeler yapıyor ne muzur adam ya...


jfggf.gif



........::::::::____::::::::........

Hastaneden ayrıldıktan sonra annemi arayıp geçerken onu da almayı teklif ettik ama Belma Hanım temizliğe kendisini o kadar kaptırmış ki ne desek fayda etmedi. Ben de Ahmet'in babasının evine gideceğimizi zannederken Tolga'dan satın aldığı eve gelince küçük bir şaşkınlık yaşamadım değil. Evin tadilatta olduğunu ve işlerin hâlâ bitmediğini sanıyordum ama meğerse çoktan bitmiş.

Arabadan eşyaları ve yiyecek içecek torbalarını alıp o güzelim bahçenin içinden geçerek kapıya geldik. Tolga satış sırasında Mehmet Efendi'nin yerinin baki kalmasını istemekle çok iyi yapmış çünkü bahçe gerçekten de harika görünüyor. Nezaket teyzenin rengarenk çiçeklerle süslenmiş bahçesini gördükten sonra bu bağ bahçe işleri benim de hoşuma gitmeye başlamıştı zaten. Ahmet'in de bahçesi en az onun kadar güzel olmuş.

Ahmet'in kapıyı açıp imalı bir bakışla "Atahan ailesinin sıcacık yuvasına hoş geldiniz!" demesi üzerine kıstığım gözlerimi içeriye doğru döndürüp Yiğit ile birlikte eşikten ilk adımımı attım. Ahmet de arkamdan elinde torbalarla girip onları antreye bıraktıktan sonra bir bir ışıkları açmaya başladı.

Etrafı inceleye inceleye salona doğru giderken Ahmet'in daha rahat bakınmam için Yiğit'i kucağımdan almasıyla salonun ortasında tam tur dönüp "Ev bu eşyalarla bildiğin efsane olmuş" dedim. Bu evin Ahmet'e geçmeden önceki halini de bildiğim için aradaki farkı çok net görebiliyorum çünkü Tolga yıllar boyu bu eve hiç gelememiş eşyalarda haliyle yıllar geçtikçe yıpranmaya başlamıştı. Ama şimdi bambaşka bir eve gelmiş gibiyim acayip modern olmuş.

Çerçevelerin önüne gelip önce bizim resmimize sonra da aileler ve arkadaşlarla çekilen birbirinden güzel fotoğraflara bakarken Ahmet'in Yiğit'e fısır fısır "Eşya seçiminden anlamadığım gerekçesiyle her şeyi annene seçtirdim ya şimdi kendisine methiyeler düzelim diye efsane diyor ki "Ee! Kim seçti? Tabii ki Eylül Acar!" diyelim" dediğini işitip eğildiğim yerden ona ters ters bakarak doğruldum.

Kurtuluşunu tabii ki de şirinlik yapmaya çalışarak "Yiğit acıkmış da gezmeyi bırakıp yemeğe geçsek mi diyor" demekte buldu. Üzgünüm karavana! Yiğit'in acıkması şu an için olası değil. Gözlerimi üzerine dikip yanlarına doğru tırstıracak sakinlikle gittikten sonra "Çocuğu alayım" dedim ve Yiğit'e el değişikliği yaptırdıktan sonra da Ahmet'in bacağına bir tane patlatarak salondan çıktım. Sanırım ne demek istediğimi anladı.

Kattaki odalara bakıp her birinden gözlerim ışıldayarak ayrıldıktan sonra üst kata çıktım. Duvarlardaki tablolardan minik minik etrafa serpiştirilmiş objelerden gözlerimi ayırmadan hangi odaya bakacağıma karar vermeye çalışırken elim yanında durduğum odanın kapı koluna gitti ama yoklasam da açamadım. Tam o anda da "O oda şimdilik ulaşıma kapalı" diyen Ahmet'in sesini duyup arkama baktım. Gözlerim bir ona bir de odaya giderken üzerinde durmamı istemiyormuşçasına daha önce benim kaldığım odanın kapısını açtı.

Burayı yatak odası gibi değil daha çok çalışma odası tarzında dekore etmişti. Yönlendirmesiyle içeriye girdiğimde de bir an bu odada yaşadıklarım aklıma geldi. Önce üzgün olduğum anları hatırlasam da sonrasında yüzümün gülmesine engel olamadım çünkü şu balkonda elimizde çekirdeklerle Ela'nın beni Ahmet konusunda sıkıştırması geldi aklıma. Truva atı benzetmesiyle içeri sızmasını anlatışım onun da beni sıkıştırışları sanki dün gibi. Ahmet'e karşı gardımın düştüğünü anladığımda nasıl da telaşlanmıştım. Tamam dedim kale de gitti geçmiş olsun bu adam beni topraklarına katacak ve ben bunun farkına ancak iş işten geçtikten sonra varacağım. Hele ona keskin nişancı dememizi sonuna kadar hak ettiği gece...

"Sana karşı daha ilk andan beri farklı bir şeyler hissettiğimi inkar edemem. Beni bile şaşırttı bu kadar yoğun bir ilgi. Senin hakkında yeşermeye başlayan duygularım seni temin ederim ki kayda değerler. Ama bırak uğraşayım Eylül... Senin için çabalayayım. Bırak seni gerçekten hak ediyor muyum ben de öğreneyim. Eğer seni gerçekten hak etmişsem o kalbin yolunu bulur yaşaması gereken tüm güzellikleri de yaşatırım ona. Söz veriyorum yaparım bunu"

Meral'den duyduğum kadarıyla Selim dede bazı zamanlar Ahmet için "Ne inat adam be! Yaptı dediğini affetmedi hayta!" dermiş. O gece bana dediklerini de bir bir yaptı hiç affetmedi. İyi ki de yaptı yoksa bana kalsa hayatıma bir şekilde devam etsem de yine de hâlâ bir hiç uğruna kendi kendimi hırpalayıp duruyor olurdum. Ama bu defa kalbim emin ellerde hissediyorum bunu. Güzel de bir hismiş bu...

Ela ve Tolga ile kalırken onların bir konuşmasına şahit olup birbirlerine karşı olan sevgilerinden o kadar eminler ki bunun gerçekten büyük bir lüks olduğunu ve bu duyguyu nedense hiçbir zaman yaşayamayacağımı düşünmüş hatta bu hisse yaklaşsam da onlar gibi %100'ü yakalayamam herhalde demiştim. Şimdi yanımda duran adama bakıyorum da kendi kendime ne çabuk umutsuzluğa kapılmışsın be Eylül diyorum. Ee! Yakaladım işte. Hem de hiç ummadığım biriyle hiç ummadığım bir anda yakaladım. Şanslı kesimde olduğumu hatırlatan bu tatlı adam da kalbinin emin ellerde olduğunu bilsin.

xftfvgyh.jpg


Ahmet onunla alakalı düşündüklerimi hissetmiş gibi elimizi kenetleyip beni de kendilerine doğru çekerek sarılınca bir ona bir de kolumda bize izleyen meraklı cüceye baktım. Güzel şeyler hissettirdiler bana. Bu üçlü halimizi sevdim yalan yok.

"Siz bu gece karşıdaki odada kalırsınız. Senin için de daha rahat olur"

Yönlendirmesiyle el ele o odaya doğru gittikten sonra içeriye şöyle bir bakıp "Ama burası senin yatak odan galiba. Yerinden etmeyelim şimdi seni" dedim ama ev düzenlendikten sonra burada hiç kalmadığını söyleyip beni içeriye doğru çekince bu gece burada kalacağımızı anlamış oldum. Bu odanın mobilyasını da beraber seçmiştik. Hatta sürekli birbirimizin beğendiklerine bir kulp takıp duruyorduk. Sonunda ortak beğenimizi kazanan da bu oda takımı olmuştu.

"Ahmet..."

"Bir sorun mu var?"

"Hayır sorun değil sadece merak ettim de neden bu evi dekore ettirmene rağmen hâlâ babanlarla kalıyorsun?"

Birkaç saniye gözlerime bakarak durduktan sonra "Hâlâ bu ev ile alakalı çok büyük bir eksiğim var. Onu da tamamlayıp kalmaya öyle başlarım diye düşündüm" dedi ve elimden tuttuğu için beni de kendisiyle beraber odadan çıkarıp "Hadi gel mutfağa bakmayı unuttuk. Evin en önemli yerlerinden biri sonuçta" diyerek aşağıya indirdi.

Ona bakarken aklıma Aylin'in "Ama o aklını bir ömür boyu çelmek istediği kadını bulmuş. Yanlış hatırlamıyorsam eğer iki ay içinde evleneceklerini söylemişti" dediği geldi. Adam evlilik hazırlıklarını halletmiş bir de üstüne ben bu mobilya seçme işinden anlamıyorum yardım etsene diyerek bütün evi de bana düzdürmüş iyi mi? Kim bilir daha neler yaptı da benim haberim olmadı.

Yok yok... Bana fazla bir rahatlık gelmiş etrafımda olanları da anlayamaz olmuşum. Yahu ben net bir kadınım ne yapacaksam ne söyleyeceksem nasıl davranacaksam pata küte yapar söyler öyle davranırım bu yüzden de böyle alengirli işlerde sürekli boşluğuma denk gelip kaleme gol yiyip duruyorum.

Yalnız bir şey diyeyim mi? Ben o girdiğimiz iddiayı kesin kaybedeceğim ve dediği gibi bunun nasıl olduğunu bile anlayamayacağım. Daha önce öylesine demiştim ama ben gerçekten de o evet cevabını hangi tonlamayla vereceğime şimdiden çalışmaya başlasam iyi olacak çünkü elimden gelecek tek şey bu olacak gibi görünüyor.

•●●·٠•●●•٠·˙
Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız


Bu arada Aylin Akman benim "Bir Tutam Aşk" adlı hikayemdeki Aylin'di :D Çocukların hikayesini yazdığımda çocuklar hep birlikte büyümüş olacak hikayeler arası böyle bir bağlantı olsun dedim.
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
16178b8445fde805632618810898.png


48.Bölüm : Hissikablelvuku!

........::::::::__Eylül__::::::::........

Ahmet ameliyattan çıktığı için duş alıp üstünü değiştirmek isteyince Yiğit'in uyumasını fırsat bilip mutfağa girdim ve torbaları boşaltarak ne yapabiliriz diye bir bakmaya başladım. Başladım ama bunu yaparken de bu nasıl alışveriş yapmak arkadaş aklımız başımız kaç karış havadaymış demeden de edemedim. Biz birbirimize laf yetiştirmekten doğru düzgün bir şey alamamışız ki. Tamam kahvaltılıklar bizi sabah gayet güzel idare eder ama akşam yemeği mevzusunda net patladık!

Yeşillikleri suya basıp makarna için de su ısıtıcısını açtıktan sonra etrafa şöyle bir göz attım da hani içeride bir ben yokum denir ya... İşte Ahmet'in mutfağı da aynen öyle. Boğazına düşkün insanın hali de bir başka oluyor tabii. Tencere ararken dolaplarda ekmek yoğurt ve dondurma yapma makinaları olduğunu gördüm o kadar yani.

Aa! Waffle makinesinin şekerleme yapma bilmem nesinin varlığından hiç bahsetmeyeyim çünkü kendi kendime hâlâ "Saçmalama Eylül yanlış görmüşsündür" demeye devam ediyorum. Ben kadın halimle ev düzmeye çalışsam aklıma gelecek en son şey bile olmazlar. Olmadığını da gördük zaten çünkü mutfağımda bu saydıklarımdan bir tanesi bile yok. Bu adam yemeye içmeye bu kadar meraklıyken nasıl obez olmamış gerçekten aklım almıyor.

Kaynayan suyu tencereye devirip tuzladıktan sonra makarnanın paketini elime aldım ama tam açıp döküyordum ki yanıma konan görüntülü telsizin verdiği şaşkınlıkla bunu yapamadan olduğum halde kaldım. Telsiz de mi almış?

Boş bakışlı gözlerle telsize bakarken dikkatim belime dolanan kollara kaydı ve o anla birlikte de Ahmet çenesini omzuma dayayıp "Yanlış görüyorum herhalde değil mi?" diye sordu. Başımı arkaya doğru çevirip onunla göz göze geldiğimde bunu kendi kendime ben de sormuyor değildim. İyi de burada "Yanlış görüyorum herhalde bekar bir adamın evinde bebek telsizi ne arıyor?" diyecek kişi ben değil miyim?

Kendime gelişim Ahmet'in "Bu evdeki ilk günümüzde bana yapıp yapabileceğin en iyi şey makarna ve yeşil salata mı Eylül?" demesiyle olunca olduğum yerde ona doğru dönüp bir yandan da sakin sakin yakalarını kaldırarak "Aldığımız kıt malzemelerle sana bir Cordon Bleu ya da bir Chateaubriand yapamayacağıma göre bence bu saatte bunları bulmuşsun öp de başına koy doktor!" demesem içimde kalır gibi geldi. Neyse ki söyledim ve rahatladım. Gören de marketi indirdik de onca şey varken beceriksizlikten makarna yapıyorum zanneder.

Başparmağını dudağımın üzerinden geçirirken aynı anda da "Ben onları değil de şu an karşımda durup eşsiz güzelliğiyle gözlerimi kamaştıran bu şahane kadını öpsem olmuyor mu?" diye sordu ve cevabını da tezgahtaki kaseden aldığım kiraz domatesi ağzına tıkıp "Olmuyor ama yalan yok ağzın iyi laf yapıyor doktor! Flörtöz ünvanını bileğinin hakkıyla aldığın belli" dememle almış oldu. Bana bunlarla gelme doktor! Üzgünüm ama beni etkileyebildiğin anlar böyle anlar değil.

Ahmet gülümseyerek domatesini yerken makarnayı tencereye döküp kaşımla gözümle de yeşillikleri işaret ederek "Hadi bakalım Atahan salata görevi de senin ellerinden öper! Madem iki aya imza atma aşamasına geçmeye niyetleniyorsun görelim marifetlerini de cevabımızı ona göre ayarlayalım" deyip çekildim kenara. Bunu söylememle birlikte çok ama çok fena afalladı. Yarının manşetini giriyorum bekleyin... Doktora Büyük Şok!

Benden böyle bir şey duymayı ummadığı o kadar açık ki resmen tutulup kaldı. "Hayırdır ne oldu?" der gibi tek gözümü kırptığımda şaşırdığı her haline yansısa da bozuntuya vermiyormuş gibi davranıp musluğu açtı ve ellerini yıkarken de "Sen bunu nereden biliyorsun? Yani imzanın iki ay içinde olacağını" dedi. Ha haa! Söyler miyim? Düşünüyorum bekleyin... Hayatta söylemem!

Koluna dirseğimle şımarıkça bir vuruş yaparak bana bakmasını sağladıktan sonra yüzüne doğru yaklaşıp "Hissikablelvuku!" dedim ve kusura bakmasın ama haline gülmeye başladım çünkü yüz ifadesi çok tatlıydı. Şeytan diyor tut çenesini sallaya sallaya "Şaşırdın mı sen? Planların ortaya çıkınca elin ayağın mı karıştı ne diyeceğini mi bilemedin?" de ama çok da üstüne gitmeyeyim şimdi fena vurgun yedi ona da yazık.

ydtyuk.gif


"Henüz yaşanmamış bir olayı önceden hissedebilirim mi demek istiyorsun?"

"Yeterince odaklanırsam aynı şu an olduğu gibi bu konuyla alakalı başka nokta atışları da yapabilirim gibime geliyor. Mesela şu an biraz daha odaklanıyorum ve hastane yönetiminden izin alma konusunda birtakım sıkıntılar yaşandığını ama bunun bir şekilde aşıldığını da hissediyorum. Yanılıyor muyum? Yanılıyorsam söyle odağımı değiştirip bir de öyle deneyeceğim çünkü"

Kısacık bir an sessiz kaldıktan sonra "O halde sık sık tarih değiştirsem iyi olacak" diyerek yeşillikleri doğramaya başladı. Hay aksi! Söylemeyip üç maymunu mu oynasaydım acaba? Şimdi en azından zamanla ilgili bilgi sahibiyim ama değişime giderse her ne yapacaksa beklemediğim bir ana denk gelmiş olacak. Bir tutamıyorsun çeneni Eylül!

Bunları düşünürken gözüm de elinin üzerindeki kızarıklığa takıldı. Yumruğunu kapıya sertçe vurduğunda olmuş olmalı. Ah be doktor! Senin ellerin kıymetli ne diye böyle şeyler yaparsın diyeceğim ama işte sinirini de bir yerden çıkarmak istedi herhalde. Şimdi krem sürelim desem tartıştığı doktoru hatırlayıp keyfi kaçacak. Neyse ben bir ara konuşurken çaktırmadan kremlerim onu. Eline bakıp düşünürken sessiz kaldım ama "Peki sen tüm bunları kimden öğrendin?" diye sorunca hemen nerede kalmıştık tadında konuya geri dönüşümü yaptım.

"Kimseden..."

"Birinden öğrenmişsin yoksa bu kadar kilit detayları bilmen mümkün olmazdı. Aslında hiç ihtimal veremiyorum ama Kenan ile konuşurken ağzından mı kaçırdı?"

"Hayatımla alakalı bana söylemediğin şeyleri Kenan'a mı anlatıyorsun? Arkadaş hiç değilse gidip kendi kardeşinle konuşsana o daha aklı başında ve mantıken daha tercih sebebi olabilecek bir adam!"

"Karnı burnunda karısı canıyla cebelleşirken Selim'in karşısına geçip bana organizatörlük yapmasını mı istemeliydim yani? Adamın derdi başından aşkın Eylül! Ayrıca serinin son parfümünü çıkarmaya çalışıyor ve o konuda da şansı çok yaver gitmiyor. En iyi seçeneğim Kenan'dı çünkü hem seni çok iyi tanıyor hem de harika fikirleri var. Aaa! Bir de kusur yakalamada ve o kusuru yok edip planı tıkır tıkır işlenir hale getirme de önünde şapka çıkartılır"

"Benim sizin aranızı acilen bozmam lazım çünkü ikiniz bir arada olunca tehlikeyi de ikiye üçe katlıyorsunuz. Sen Kenan ile arkadaş olmamalısın. Sen Tolga Selim ne bileyim Bora falan onlarla takılırsan tadından yenmez"

"Bunu Kenan'ın en yakın dostu olarak sen mi söylüyorsun Eylül?"

"Bir kere biz bir aradayken etrafa değil birbirimize sarıyoruz. Zararımız karşılıklı oluyor yani başkalarına dokunmuyoruz"

Bir şey söylemeyip düşünceli halde yeşilliklerini doğramaya devam etti. Dikkatim tamamen onda olarak bir kap alıp içine yumurta kırdıktan sonra biraz peynir biraz tereyağ biraz Ahmet'in malzemelerinden aşırdığım maydanozu ve kafama göre baharat ekleyip karıştıra karıştıra yanına sokuldum. Sessiz olduğuna göre benim planına uyanmam sebebiyle taktik değişikliğine gidiyor olmalı.

Gözlerim üzerinde bir halde çırpmaya devam ederken omuzuna hafifçe bir omuz atıp "Sen gerildin biraz" dediğimde yan gözle bana doğru bakarak "Gerildiğimi de nereden çıkardın? Sadece güzel bir salata yapmak için dikkatimi önümdeki malzemelere veriyorum o kadar" dedi. Tabii tabii eminim öyledir.

"Seninle yeni bir anlaşma yapalım mı?"

"Ne üzerine?"

"Sen bana ne planladığını en ince ayrıntısına kadar anlat ben de sana arıza çıkarmadan direkt evet diyeceğime dair bir söz vereyim"

"Olmaz"

"Niye?"

"Bana zaten evet diyeceksin neden planımı sana anlatıp bütün eğlenceyi berbat edeyim ki?"

Düşer sanmıştım ama düşmedi. Pişip tüm suyunu da çeken spagettiyi hazırladığım karışıma dökmemle birlikte Ahmet bir anda panikleyip "Yapma! Yine mi bilmediğim bir şey yedireceksin bana?" dedi ama korkmasın çünkü her şey kontrol altında. Bizim kızlar konuşurken Yelda'nın böyle bir tarifi Mine'ye verdiğini duymuştum. Var böyle bir şey yani durup dururken kafamdan uydurmadım.

Yağlayıp kızdırdığım tavaya karıştırdığım soslu makarnayı devirirken bir yandan da sitemkar bir tavırla "Sen azıcık güvensene bana" dedim. Cevap belliydi. Yüzüme garip garip bakıp "Bana yedirip içirdiğin onca şeyden sonra sana mutfak konusunda güvenebileceğimi gerçekten düşünüyor musun?" dediğinde ister istemez güldüm çünkü adam haklı. Ne yalan söyleyeyim ben olsam güvenmezdim.

Tavanın altını kısıp "Telaş yok doktor! Şuraya yazıyorum yarısından fazlasını sen yiyeceksin" dediğimde bana bundan pek de emin değilmiş gibi bakmaya başladı. Beğenecek biliyorum. Zihnen pişirip tadımını yaptım ortaya iyi bir şey çıkacağını hissediyorum. Şimdi bunu ona da söylersem kesin bana gönderme yapıp "Başlatma şimdi hissine!" deyiverir. Ciddi ciddi demez de beni taklit ederek takılma amacıyla illaki der.

Isının tavaya eşit bir şekilde dağılıp dağılmadığını kontrol ederken bir gözüm de ister istemez yine telsize takıldı. Yiğit uyumaya devam ediyordu da benim kafama bir şey takıldı onu sormazsam rahat edemem.

"Allah bağışlasın seninki kaç aylık?"

"Hangi benimki?"

"Bekar adamın evinde bebek telsizi falan... Hayırdır doktor?"

Önündeki salatalık dilimlerinden birini benim diğerini de kendi ağzına attıktan sonra düşündü taşındı sonunda da "Odalardan birinde buldum. Rüya'nın telsizi herhalde burada kaldıkları dönemde unutmuş olmalılar" dedi ama yuttun mu derseniz eğer cevabım "Ben kaçın kurasıyım yutar mıyım?" olur. Ağzımda sessizce "Ve sen o telsizi bulmana rağmen bu zamana kadar unutmuşsunuz babında İzmir'e getirmedin. Hadi canım!" diye gevelerken Ahmet de bana doğru dönüp "Sen kendi kendine ne konuşuyorsun?" diye sordu. Bunu da söylemem şansına küssün.

Tavadaki makarnanın altını üstüne getirip "Önemli bir şey değil" dedikten sonra şaheserime gereken önemi versin diye ellerimi hızla havada döndürüp parmaklarımla da tavadaki makarnamı işaret ettim. Önce gördüğü şeyden hoşnut bir halde gülümsedi sonra da beni kızdıracak ya bu fırsatı kaçırmayıp "Fena görünmüyor ama yine de tadına bakmadan net bir şey söylemek istemiyorum. Sonuçta bir Müberra Sultan değilsin" dedi. Bak şimdi yorgunum argınım demiyor akşam akşam nasıl da sinirimi bozuyor!

Tadına bakmak için tavadaki makarna böreğimin ucundan koparmaya çalışırken eline bir tane patlatıp "Vermiyorum sana makarna falan git Müberra Sultan'ın doyursun karnını!" deyip tavayla Ahmet'in arasına girdim. Taarruzlarını engelleyebildim mi? Tabii ki hayır!

Sağımdan solumdan geçmeye çalışırken her ne kadar engel olmaya çalışsam da omuzuma kondurduğu öpücüğün sebep olduğu dikkatsizlikle makarnadan aşırmasına engel olamadım. Ama yemesine müsaade ettim mi? Ona da hayır!

Tam kopardığı parçayı ağzına atacakken bir kartal gibi elinden kapıp gözlerine baka baka ağzıma attım. Sinir bozan sırıtışımla makarnayı ağzımda evirip çevirirken o da mecburen önündeki salatalıklardan yemek zorunda kaldı. Bugün onunla çok uğraştım ama güzel de uğraşılıyor yapacak bir şey yok.

O salatasını ben de makarnamı tabaklar tabaklamaz mutfaktaki masayı hazırlamaya başladık. Karşı karşıya oturduğumuzda kollarımı etrafına sardığım makarnama melül melül bakınca yumuşak tarafıma denk gelip dayanamayarak ona da servis yaptım. Aslında daha uğraştırırdım da saatlerdir doğru düzgün bir şey yemeden ameliyathanede olduğu detayı aklıma gelince kıyamadım.

Ben ona makarnayı o da bana yaptığı salatayı servis ederken makarnanın üzerindeki kızarmış peynirler sebebiyle tarifi yanlış yaptığımı da fark etmem uzun sürmedi. Hay aksi! Peynir sosun içine değil de börek gibi ortasına konuyordu galiba. Neyse hazır Ahmet afiyetle yiyorken bunu dile getirip akşam akşam diline düşmeyeyim şimdi.

........::::::::____::::::::........

Yemek masasını ve bulaşıkları toplamak bana kaldı çünkü Yiğit uyanınca Ahmet alt değiştirme görevine gönüllü olup içeriye gitti. Ama birazdan "Eylüüül!" diye bağırmak zorunda kalacak çünkü benim küçük yaygaracının da şu sıralar karnı zil çalıyor olmalı. Son tabağı da sudan geçirip bulaşık makinesine koydum ve o sırada beklenen oldu içeriden de Ahmet'in "Eylüüül!" diyen yetiş seslenişi duyuldu. Demiştim!

Ellerimi kuruladıktan sonra mutfaktan çıkıp odaya girmemle birlikte Ahmet elinde bezle birlikte "Görev değişimi!" deyip yanımdan geçti ama sonra aniden geri dönüp "Yiğit uyuduktan sonra film izleyelim mi?" diye sordu. Düşünürken gözlerimi kısıp "Normal çiftler gibi mi?" dediğimde gülmeye başladı ve hemen ardından da "İstersen Mortal Kombat da oynayabiliriz. Bunu Scorpion Kitana'dan rövanş istiyor olarak da algılayabilirsin" dedi. Rövanştan ziyade acımasız yelpazemin tadına yeniden bakmak istiyor gibi algıladım. Son oynadığımızda kendisini perişan etmiştim diye hatırlıyorum. Bahtsız Scorpion'ın kanı hâlâ yelpazemin üzerinde duruyor olmalı.

"Sana kızgın değilken Kitana olursam etkili bir performans gösteremem. Bu rövanşı sana kızdığım bir an için saklı tutalım"

"Nasıl istersen. O halde film mi izliyoruz?"

"Film değil de... Sende konser DVD'leri var mı?"

"Konser... Sheryl Crow olur mu?"

"Aaa! Yine keskin nişancılığını konuşturuyorsun ve beni benden alıyorsun doktor!"

Gülümsedi ve "Ben gidip sen gelene kadar ortamı hazırlayayım o zaman" dedi ama öncesinde elindeki bezden kurtulması gerektiği için banyoya doğru gitti. Onun ardından bir süre bakıp sonra da kapıyı kapatarak Yiğit'in yanına geldim. Benim yaygaracı da ne hikmetse suskunlaştı. Yolculuk mayıştırdı herhalde. Ahmet'i kastederek "Çok kafa adam! Müzik zevkimiz de benziyormuş" dediğim sırada Yiğit de kucağıma alır almaz "Bunun bana ne faydası var?" dermişçesine yanında olma nedenimi bana çattığı kaşlarıyla cırlayarak hatırlattı. Yine de iyi dayandı diyebiliriz.

Yiğit'in karnını doyurup zar zor uyuttuktan sonra çıkmak için kapıya yöneldim ama bakın burada kim varmış? Odadaki pufa yaklaşıp üzerinde duran peluş koalayı elime aldıktan sonra geçmişe küçük bir yolculuk yapmasam olmazdı. O gün bu koalaya çok kızmıştım ama şimdi o anı düşününce yüzümde ancak gülümseme oluşmasına neden oluyor.

Odadan çıkıp salona girdiğimde Ahmet yere oturmuş bir yandan televizyonu ayarlıyor bir yandan da telefonla konuşuyordu. Ameliyat ettikleri hastanın genel durumunu soruyor olmalı. Etrafa şöyle bir baktım da ışıklar ayarlanmış perdeler sıkı sıkı çekilmiş sehpaya da içecekler ve bilumum ıvır zıvırlar konmuştu. Yüzümdeki tebessümle Ahmet'e doğru yaklaşırken o da karşı tarafa "Harika! Siz yine de olağan dışı bir durum hissederseniz haber verin hemen gelirim. Sorun olmaz uyanığım zaten. Bilgilendirme için de teşekkürler sonra görürüz" diyerek telefonunu kapatıp yere bıraktı. Benim geldiğimi fark etmedi bile.

Arkasından sessizce yaklaşıp eğilerek boynuna sarıldıktan sonra koalanın burnunu sıktım ve onun Ahmet'in sesinden "Ey-lüüül!" demesi eşliğinde de "Bu herkesin içinde "Eylüül!" diye kendisini paralayıp beni de rezil kepaze eden koala değil mi?" diyerek onunla birlikte gülmeye başladım. Koalayı yere koyarak gülümsemeyi sürdürürken yanına oturdum.

"Başka kelimeler de öğretmeye çalıştım ama ille de Eylül diyor başka bir şey demiyor. Artık nasıl etkilediysen koalanın bile gözü senden başkasını görmüyor"

"Koalanın bile derken... Başka kimin gözü benden başkasını görmüyor ki? Küçük domuzcuk Peppa'nın mı yoksa?"

İçten içe "Uğraşma şu adamla Eylül" desem de rahat duramıyorum bir türlü. Yan yan bakarken cevabını saçımdan seçtiği bir tutamı öperek verince yalan yok hoşuma gitti. İşte bana bunlarla gel doktor! Diğer süslü püslü laflar ben de kaşıntıya sebebiyet verirken böyle ince hareketler kalbimde tatlı tatlı hissedilen kıpraşmalara neden oluyor. Bir yandan konserdeki şarkıya hem sözlü hem de oturduğum yerden dansla eşlik edip bir yandan da Ahmet'e "Senin uykun yok mu Allah aşkına?" dedim çünkü saatlerce ayakta kalıp ameliyat masasında kafa patlatan o değilmiş gibiydi. Onun yerinde olsam çoktan şu koltuklardan birine devrilmiştim.

Soruma karşılık düşük bir tonlamayla "Var ama o kadar da değil" derken Sheryl'nin şarkıdaki yükselişiyle sözleşmiş gibi aynı anda sanki önümüzde bateri varmış gibi havaya doğru hayali çubuklarımızı vurup şarkının sözlerine kendimizi kaybetmişçesine eşlik ettik. Bunu aynı anda yaptığımızı fark eder etmez bizde de bir yükselme meydana geldi ama Yiğit'in uyuduğunu hatırlayınca birbirimizin ağzını kapatıp ses tonumuza bir ayar çekmek zorunda kaldık. Telsizden gördüğümüz kadarıyla benim küçük böcük hâlâ uyuyordu ama bir dahaki sefere bu kadar şanslı olamayabiliriz.

Konserdeki şarkılara eşlik edip bir yandan da bir şeyler yiyip içerken gerçekten uzun süreden sonra ilk defa bu kadar çok eğlendiğimi fark ettim. Arada böyle şeyler yapmak lazım yoksa insan o sorun bu sorun derken kafayı sıyırma etabına giriş yapabiliyor.


ddrgthkj.png


Gece hiç istemesek de sona erdi çünkü hem Ahmet'in yorgun olduğunu ve benim için ayakta durduğunu fark ettim hem de yarın büyük gündü. Sabah erkenden kalkıp Meral ile Selim'den önce hastanede olmamız gerekiyor ki onlar gelmeden önce odayı bir güzel süsleyebilelim.

Ahmet'in yardımıyla yerden kalktıktan sonra etrafı toparlayıp Yiğit'i de odadan alarak üst kata çıktık. Bizi kalacağımız odaya yerleştirdikten sonra ellerimiz birbirinden zar zor kopsa da yine de iyi geceler dileyip kendi kalacağı odaya gitti. Birbirimizi gördüğümüz dakikalar sabaha dek sona erince yüzümde hafiften bir asılma meydana gelmedi diyemem. Bana kendisini öyle bir alıştırdı ki o yokken ruhen kapanışa geçiyormuşum gibi hissediyorum.

Ahmet'in ardından yatağın ortasında mışıl mışıl uyuyan oğluma tebessümle bakıp pencerenin önüne geldim. Maziye geçiş yaptığım anlarda aklıma gelen ilk şey Ahmet'in beni eve bıraktıktan sonra şu bahçe kapısından çıkıp gidişi oldu. Keşke o gün onu buradan buruk hislerle değil de daha mutlu göndermiş olsaydım. Benim için sarf ettiği o güzel sözlere hissettiği o kıymetli duygulara karşılık hak etmemişti o buruk gidişi. O günkü hali içime oturmuş olacak ki her aklıma düşüşünde tüm detaylar gözlerimin önüne dökülüveriyor.


mhhghj.jpg


Dalmış bir halde bahçeye bakıp yaşadıklarımızı düşünürken dakikalar sonra Ahmet'in "Eylül..." diyen sesi çalındı kulaklarıma. Sese doğru dönüp aralık olan kapıdan Ahmet'i görünce neden geri geldiğini anlayamayıp merakla yaklaşarak kapıyı açtım.

Kapının önünde masum bir ifadeyle elindeki yastığı sıkı sıkı tutarak öylece duruyordu. İyi olup olmadığını sorduğumda "Uyuyamadım" dedikten sonra gözleriyle Yiğit'in sağ yanındaki boşluğu işaret edip "Uyuyana kadar şurada biraz kıvrılabilir miyim?" dedi. Gözlerine bakarken ister istemez bu isteğiyle gülümsemeye başladım. Bütün gece yanınızda olayım diyemiyor da bin dereden su getirmeye çalışıyor.

Omzumun ucundan Yiğit'e doğru baktıktan sonra "Orada uyuyup kalırsan seni kucaklayıp odana götüremem haberin olsun. Kalırsın sabah kadar yanımızda" diyerek Ahmet'e döndüğümde bana omuz silkip sorun olmayacağını söyledi. Masum görünmeye çalışarak verdiği kısa cevaplar gözüme kadar o kadar tatlı geldi ki gülümsemeyi sürdürerek onu kolundan tutup "Gel hadi gel! Bütün gün perişan olmuşsun zaten yat uyu bir an önce de dinlen" demeden edemedim.

Yiğit'in sağına ve soluna geçtikten sonra o anki halimize baktım da Ahmet'in daha önceden "Biz bu küçük adamı birlikte büyüteceğiz farkındasın değil mi?" sorusunu şu an çok daha iyi anladığımı hissettim. Bu hissedişle birlikte de "Uyuyana kadar elini tutabilir miyim?" diye fısıldayarak elimi Ahmet'e uzattım. Gördüğüm en güzel gülümseyişlerinden biri eşliğinde uzattığım eli tutup öptükten sonra "Olur ama sabaha kadar bende kalır haberin olsun" diyerek kalbinin üzerine koydu.

Gözlerini kapatmasına rağmen gülümsüyordu. Bir elimle onun elini tutarken diğer elimle de Yiğit'in elini tutup başımı yastığıma koydum ama onları izlerken ne kadar zaman sonra uyudum bilemedim. Çok güzellerdi çünkü...


........::::::::__Ertesi Gün / Ahmet__::::::::........

Göğsüme çarpan minik ellerin verdiği hisle gözlerimi açtığımda Yiğit ile göz göze geldik. Ona bakmamla birlikte göğsüme vurmayı kesip bir şeyler anlatmak istermiş gibi bana bakmayı sürdürdü. O an gözlerim Eylül'e doğru kaydı. Hâlâ uyuyordu. İnsan böyle bir görüntüyle karşı karşıya gelince gözlerine inanmakta zorluk çekiyor. Hayatım boyunca hiç bu kadar güzel bir sabaha uyanmamıştım.

Ben sabah olup gözlerimi araladığım anda açılmayı beklemeden direkt yataktan kalkarak güne hazırlanmaya başlayan biriyimdir ama şimdi bunu yapmayı hiç istemiyorum. Yiğit'in parmağımla oynayışı eşliğinde Eylül'ün uyurken ki halini izlemek o kadar güzel ki bu kelimelerle anlatılmaz. Burada saatlerce kalsam yine de şu anın güzelliğine doyamam gibi geliyor.


ghgfh.png


Yataktan kalkmadan Yiğit ile sessizce oynayarak eğlenceli vakitler geçirirken küçük adamın bezini doldurması maalesef eğlencenin sona ermesine neden oldu. Her ne kadar yataktan kalkmamak için dirensem de bu nahoş gelişme karşısında fazla bir şansım olmadığı belliydi. Eylül'ü uyandırmamaya çalışarak yataktan kalktıktan sonra Yiğit'i kucağıma aldım ve alt değiştirme malzemeleriyle birlikte sessiz sedasız odadan çıktım.

Eylül'ün dün akşam bakmaya yeltendiği ama kapısı kilitli olduğu için içeriye girmeyi başaramadığı odaya geçtikten sonra Yiğit'i bez değiştirme minderine yatırıp onun tavandaki ışıltılı yıldızlara ve gezegenlere bakması eşliğinde de altını temizlemeye başladım. Etrafa boncuk boncuk bakarken aklından neler geçiriyor acaba?

"Odanı beğendin mi küçük adam? Bunlar annenin İstanbul'a dönüş yaptığında sana almak istediği mobilyalardı hatırladın mı? Hani sana resmini gösterip tepkinden sevip sevmediğini anlamaya çalışmıştık sen de cevabını ekranı yalayarak vermeye çalışmıştın. O işte... Ama şu duvarlardaki stickerları ve alıntı sözleri ben düşündüm. Bak bu duvarda "İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez" yazıyor. Pencerenin üzerindeki sözde de "Acaba yıldızlar günün birinde herkes kendi yıldızını bulsun diye mi yanıyorlar?" yazıyor. Çok hoş değil mi? O sözlerin içinde bulunduğu kitabı da aldım yanıma geldiğinizde sana da okuyacağım. Kaan ağabeyin çok sevmişti. Senin de seveceğini düşünüyorum çünkü tüm çocuklar sever. Biliyor musun? Kaan ağabeyin odana asmak için sana bir Küçük Prens tablosu yapmaya çalışıyor. En iyisi olması için birçok deneme yaptı ama ben en çok son çizimini beğendim. Büyük ihtimalle odanı o süsleyecek. Dün akşam da anneni özellikle bu odaya sokmadım çünkü henüz evli olmadığımız için böyle bir şey yapmış olmam hoşuna gitmeyebilirdi. Bu konularda biraz takıntılı olabiliyor. Ama sonradan hazırlamaya fırsatımız olmayacak çünkü evliliğimiz biraz ani olacak. Bu eve geldiğimizde her şeyin hazır olması lazım. Sen de o zaman ilk kez görüyormuşsun gibi yap da seni de arkasından iş çevirenlerle aynı kefeye koymasın"

Küçük adamın altını temizledikten sonra etrafı toparlayıp arkamızda hiç iz bırakmadan konuşa konuşa aşağıya indik. "Annene özel bir şeyler yapalım mı? Aslında ben çok güzel pancake yaparım Kaan ağabeyin bayılır ama yeterli malzememiz olmadığı için maalesef onu eliyoruz" dedikten sonra çay suyu koyup aldığımız kahvaltılıkları bir bir dolaptan çıkarmaya başladım. Bir yandan sofrayı kurup bir yandan da diğer kolumda sessizce beni dinleyen Yiğit'e "Rahatın epey yerinde bakıyorum. Annen hâlâ düzgün tutamıyor seni değil mi? Bir öğretemedim gitti ama sen büyümeden alışacak merak etme" dedim.

Bunu dedim ama elimde ekmeklerle döndüğüm esnada kapının önünden bizi izleyip imalı bir ses tonuyla da "Günaydın" diyen Eylül ile göz göze geldim. Umarım yeni gelmiştir diye düşündüğüm sırada içeriye girip "Gayet de düzgün tutuyorum neyini beğenmedin anlayamadım" diyerek Yiğit'i kucağımdan aldı. Ağzımı bile açmadan cevabını aldı çünkü Yiğit yer değişimini sevmeyince bir anda ağlamaya başladı.

Bakışlarımı laf işitmemek için Eylül'ün dışında her yerde gezdirirken o da baktı Yiğit susmuyor mecburen "Tamam sen al! Kahvaltıyı ben hallederim" diyerek Yiğit'i bana geri verdi. Küçük adam da bana geldiği gibi sustu. Sessiz olmaya çalışarak "Beni istediğini bu kadar belli etme sonra annen bileniyor bana" derken Eylül önümden yan yan bakarak geçince ne tarafa gideceğimi şaşırıp pencerenin önüne geldim.

Yiğit ile balkon demirliğine konan serçeye bakarken bir yandan da kendimi Eylül'ün cama yansıyan görüntüsüne bakmaktan alıkoyamadım. Elinde tabaklarla durmuş bize doğru bakıp gülümsüyordu. Alışıyor. Bizim bir aile olma fikrimize alışıyor ve bu beni çok mutlu ediyor. Nerede o ilk tanıdığım evlilikten ve çocuktan köşe bucak kaçan Eylül nerede bu Eylül? Demek ki ona bir şeyleri söyleyerek değil yaşatarak göstermek gerekiyormuş. Bunu da öğrendiğim iyi oldu. Kuş sesleri çıkararak Yiğit ile ilgilenmeye devam ettim çünkü onu gördüğümü fark etsin istemedim. Böylesi daha güzeldi çünkü.

Saatte ilerliyordu ve bizim bir an önce evden çıkıp hastaneye geçmemiz gerekiyordu. Bu yüzden de kahvaltı hazır olur olmaz fazla oyalanmadan bir şeyler atıştırıp sonra da hazırlanarak evden ayrıldık. Bugün Meral ile birlikte hepimizin derin bir oh çekeceği bir gün olmasını temenni ediyorum çünkü buna hepimizin çok ihtiyacı var.


........::::::::__Hastane__::::::::........

ggg.jpg


"Sence de çok iyi olmadı mı?"

Ne düşündüğünü öğrenmek için Eylül'e doğru döndüğümde gülümseyip bir yandan da işaret parmaklarıyla kendisini gösteriyordu. Ne bekliyordum ki? Yanına yaklaşıp düzenlediği şekerlemelerden bir tane aşırarak ağzıma attıktan sonra "Çok da mütevaziyiz. Tamam aksesuarları sen seçtin ama oda süsleme fikri benimdi" dedim ama itirazı gecikmedi. Ben söylemesem o zaten bana söyleyecekmiş aklında böyle bir şey varmış. Ama bu beni ilgilendirmiyor çünkü resmi anlamda dile getiren bendim. Nokta!

"Sen onu bunu bırak da yeniden amca olmak sana kendini nasıl hissettiriyor onu anlat doktor"

"Tarif edilemeyecek kadar tatlı bir heyecan hissettiriyor ama aklımın bir köşesi Meral'de olunca kendi kendime "sakin ol Ahmet sakin ol" deyip duruyorum"

"Niye ki? Doğum sırasında bir sorun yaşanır mı?"

"Öyle bir şey olmayacağını umuyorum ama olsa da doğuma girecek olan ekibe güvenim tam. Sadece Meral'in sürprizlerle dolu bir hasta olması beni biraz strese sokuyor. Ameliyatı sırasından bana öyle şeyler yaşattı ki ömrümün en az on yılını götürmüştür herhalde"

Meral'in kalbinin durduğu anı ve onu geri döndürmek için verdiğim çabayı düşünürken farkında olmadan nefesimi tutmuşum. Bunu yaptığımı da Eylül'ün yanıma gelip bana işveli nazlı bir omuz atarak "Ben o giden on yılını geri koyarım merak etme" demesiyle fark ettim ve tuttuğum nefesi serbest bıraktım. Başımı döndüren tuttuğum nefesim miydi yoksa Eylül müydü artık ona da sen karar ver.

onyıleklerim.gif


Yanımdan çekici bir tatlılık taşıyan gülüşüyle çekilirken bakışlarımı üzerinden çekmekte bir hayli zorlandım. Bu dediğini nasıl yapacağını merak ettim doğrusu. Eylül tüm dikkatimi üzerine toplayarak Yiğit'in yanına doğru giderken telefonum çaldı ve kardeşim nihayet hastaneye yaklaştıklarını haber verdi. Telefonu kapatır kapatmaz "Yaklaşmışlar Eylül! Ben Meral'i alır gelirim sen de hazırlıklı ol" dedikten sonra merak etmememi söylemesiyle omzuna bir öpücük bırakıp odadan çıktım.

Seri adımlarla koridorları aşıp asansörle aşağıya indikten sonra bizimkilerden bir tekerlekli sandalye ayarlamalarını isteyip hastaneden çıktım. Kapının önünde bizim çocuklarla sohbet ederken de Selim'in aracı çok geçmeden hastanenin önünde durdu. İşte başlıyoruz! Tekerlekli sandalyeyi getirsinler diye içeriye işaretimi gönderdikten sonra yanlarına gidip Meral'in kapısını açtım. Heyecanlı oldukları o kadar belliydi ki sormaya bile gerek duymadım.

Meral'i bir türlü sevemediği tekerlekli sandalyesine aldıktan sonra Selim'e de "Meral benimle aklın kalmasın. Sen de arabayı otoparka alıp işlemleri yapar yanımıza gelirsin" deyip genç annemize döndüm. Güzel bir sebep uğruna gelmiş olsalar da yine de hastaneye gelmiş olmasının onu biraz strese soktuğunu görebiliyorum.

Tekerlekli sandalyeyi içeriye doğru ilerletirken bir yandan da "Bugün harika görünüyorsun Meral yoksa bu güzelliğinin sebebi oğlunu görecek olmandan mı kaynaklanıyor?" diye sordum. Bunu gerçek anlamda söylediğime inanmıyormuş gibi bakmaya başladı. Tamam biraz morale ihtiyacı var gibi görünüyordu ama yine de söylediğim şey de ciddiydim. Onu o kadar kötü hallerde gördüm ki şu hali gerçekten de gözüme toparlanmaya başlamış gibi geldi.

"Bu hafta içi verdiğiniz serumlar gerçekten çok iyi geldi"

"Onlara gerek kalmayabilir biliyorsun. Tek sefer de az ama gün içinde bol bol sıvı almalısın Meral. Bu hem daha iyi hissetmeni sağlar hem de bulantılarını azaltır. Vücudunda yeterli sıvı olmazsa toksinlerden arınman zorlaşıyor ve bu da sıkıntı yaratıyor. Gerçi bunu sana sürekli söylüyoruz ama dinleyen kim acaba?"

"Sona gelirken dank etti biliyorum ama artık çok daha fazla dikkat etmeye çalışacağım çünkü ilk defa kendimi önceki günlerden daha iyi hissettim. Şu an seninle konuşuyorum ve inan bana her dediğini kelimesi kelimesine anlıyorum. Dikkatim de hiç dağılmıyor. Diğer zamanlar hiç böyle değildim. Selim ya da Kaan bir şey söylüyor o an onları duyuyorum ama tam olarak anlayamıyorum. Cevap vermem gerekirken böyle boş boş bakıyorum yüzlerine. Halbuki o sırada aklımın da bedenimin de tek istediği şey uyumak. Çoğu zaman evde gözümü bile açamıyorum Ahmet ağabey ben hiç bu kadar zorlanacağımı düşünmemiştim. Selim yardım ederek beni koltuğa oturtuyor ya sonra gelip beni almasa günlerce bıraktığı halde kalırım herhalde"


gggggf.gif


"Tüm bunlar çok yakında bitecek merak etme. En zor kısmı yine de iyi geçtik ki ben tomografi sonuçlarının ve diğer tahlillerin de gayet iyi çıkacağına inanıyorum. Doğumun ardından da kendini daha iyi hissedeceksin. Kolay değil Meral... Bu kadar ağır bir tedavi alıp bu bitkinlikle bir de üzerine bebek taşıyorsun. Bence ufak tefek sorunlara rağmen bu zamana kadar çok iyi idare ettin. Seninle gerçekten gurur duyuyorum. Kariyerimdeki en özel hastam sen olacaksın gibi görünüyor"

"Dalga geçme lütfen"

"Dalga geçtiğimi de nereden çıkardın? Sana bu güçlü duruşundan ve her şeye rağmen pes etmeyen tavrından ötürü inanılmaz bir saygım oluştu. Adım gibi eminim ki Selim'de aynen benim gibi düşünüyordur"

"Selim... O olmasa gerçekten bitmiştim. Tamam bir süredir babası yardımcı oluyor ama yine de şirketle uğraşması yetmiyormuş gibi hem bana hem de Kaan'a ayrı ayrı yetişmeye çalışıyor ve bir gün bile olsun şikayet ettiğini ya da sızlandığını duymadım. İnsanın bir gün olsun yüzü asılmaz mı? Onun asılmıyor"

"Sizi seviyor ve iyi olmanız için çabalıyor. Aksi beklenemez ki"

"Onu bunu bilmem ama kardeşin her yönüyle mükemmel ötesi bir adam"

"Biliyorum"

"Biliyorsun çünkü o bir Atahan değil mi?"

"Aynen öyle! İşte odanıza da geldik"

"İnanmıyorum! Kapıyı çok güzel süslemişsiniz Ahmet ağabey teşekkür ederim"

"Ne demek efendim az bile yaptık. Aaa! Bak bakalım içeride kim var?"

"Seninki var. Ey-lüüüül! Selim söyledi de..."

"Evet benimki var ama yanında bir de eşantiyon getirdi"

"Şaka yapıyorsun"

"Bak bakalım şaka mı yapıyorum"

Ağabey kardeş Eylül'ün sürprizini patlatmış olduk umarım o da öğrenince bizi patlatmaz. Tek umudum Meral'in şaşırdığını belli edip Selim ile benim onların burada olduğunu söylediğimizi belli etmemesi. Ama yine de işi şansa bırakmayıp karşılaşma anını kaynatsam hiç fena olmaz.


........::::::::__Eylül__::::::::........

Kapının tıklatılmasıyla geldiklerini anlayıp yerimi aldım ve kapı açılır açılmaz da Yiğit ile birlikte "Meral teyzeye sürpriiiiz!" diye bağırdım. Enerjik bir şekilde bağırdım ama Meral'in bizi gördüğündeki mutluluğu Ahmet'in "Eylül kaç kere söyledim şu çocuğu elinde patlamak üzere olan düdüklü tencere gibi tutma diye! Geriyorsun çocuğu farkında değilsin" diyerek Yiğit'i kucağımdan almasıyla gölgede kaldı. Delirtecek bu adam beni!

"Bir şey deme Eylül! Sakın bir şey deme çünkü buraya güzel bir amaç için geldik. Sakiin!"

Tavana bakarken bakışlarımı gülümseyerek indirip Meral'in tekerlekli sandalyesini odanın ortasına getirdim. Yalnız bu kızı çok özlemişim ne zamandır yüz yüze görüşememiştik. Kucaklaşıp birbirimizi öptükten sonra Ahmet'i kastederek "Bırak ilgilensin bu sayede dinlenmiş olursun" dediğinde gözlerimi devirip "Kucağından düşürmüyor ki yorulayım. O mu doğurdu ben mi doğurdum anlamadım gitti. Ayy! Adam bir de her şeyi biliyor arkadaş! Gören de dört beş çocuklu kırk yıllık baba zanneder" dedim ama o sırada yine Ahmet'in meşhurlaşan fısıltıları kulağıma gelmeye başladı. Aranıyor yine farkında değil.

"Bunlar hep annenin kıskançlıkları! Bu kadar iyi anlaşıyor olmamız ve onun kucağında ağlayıp benimkinde ağlamıyor oluşun kendisinde fena halde sıkıntı yaratıyor. Ama bu bizim umurumuzda değil öyle değil mi? Hadi gel biz seninle biraz hastaneyi gezip pıtırcıkların dikkatini çekelim"

Bak yine araya pıtırcık mıtırcık sokup benim kıskançlık seviyemle oynamaya çalışıyor görüyor musun? Kendi mıntıkasında kendi ailesiyle olunca belli ki bir rahatlama geldi yine. Meral'e doğru dönüp söyledikleriyle ilgili "Bir de rahat ki sorma gitsin. Böyle yapa yapa elimde kalacak haberi yok" dedikten sonra Ahmet'e seslenip "Benden de selam söyleyin bari onlar benim selamımın manasını bilirler!" dedim. Cevap gecikir mi hiç?

"Efendim? Haklısın yakışıklı! Bizim gözümüz annenden başkasını görmez değil mi? Yanımızda annen gibi harika bir kadın varken pıtırcık da neymiş öyle! Biz şimdi seninle gidelim ve ellisine merdiven dayamış hemşire Zehra teyzeyi bulalım da Meral teyzeni yatağına alıp hazırlamaya başlasınlar çünkü birazdan sana harika bir oyun arkadaşı gelecek"


xfhch.gif


Tam hafiften hafiften kızıp bilenmeye başlayacağım yine işin sonunda gönlümü almayı başarıyor. Çok profesyonel adam çok!

Ağır ağır yürüyüp "Biz birazdan döneriz Meral teyzesi" diyerek yanımıza geldikten sonra Meral'in Yiğit'in elini koklayarak öpmesiyle de odadan çıktı. Arkalarından bakarken dalıp gitmişim. Ne yalan söyleyeyim Yiğit ile Ahmet'i bu denli yakın görmek aralarında hiçbir soğukluk ya da yabancılaşma hissetmemek beni çok mutlu ediyor. Bana Yiğit'in babası olmasa da onunla bir baba oğul ne yaşarsa onu yaşayacaklarını söylediği anı düşünüyorum da gerçekten de öyle olacak gibi görünüyor. Ve bu hiç de öyle zorla ite kaka olmayacak gerçekten öyle hissettikleri için olacak gibi.

Meral'in elimi tutup imalı imalı "Şu dört dörtlük kaynıma da bir basamadın nikahı Eylül!" dediğini duyunca Meral'i de aynı benim gibi konu dışında tuttuğunu anlayıp bozuntuya vermeden "Onu bana değil kaynına söyle çünkü beni nikah masasına oturtacağını iddia edip ortalığı alevlendiren kendisi" dedim. Gülümserken yüzü bir anda normalleşti.

"Araya bir sürü tatsız durum girdi tabii. Sen de aylarca İzmir'de kaldın zaten"

"Hiç hatırlatma Meral kabus gibi günlerdi. Neyse ki geçti gitti"

"Buğra'dan hâlâ haber yok mu?"

"Yok! Adam yaptı yapacağını toz oldu gitti. Ailesini ara sıra arıyormuş ama nerede olduğunu söylemiyormuş"

"Çocuğunu hiç merak etmiyor mu acaba?"

"Tanıyorum onu... Ela'ya olanlardan sonra kendisini affedemediğine adım gibi eminim. Böyle yaparak kendi kendisini en ağır şekilde cezalandırmaya çalışıyor olmalı yoksa ne yapar eder yine de gelir görürdü Yiğit'i"

"Belki de doğum yaptığında hastaneye gelip görmüştür ama biz bilmiyoruzdur"

"Sanmıyorum çünkü gelip de yüzünü görseydi bir daha hiçbir yere gidemezdi"

Meral elimi sıkı sıkı tutup "O da doğru" derken kapı tıklatıldı ve içeriye aileler girdi. Kalabalık aile olmak ne güzel şey bir anda onlarla beraber odaya neşe de geldi. Selamlaşıp konuşurken sıra Selim dedeye gelince ne yalan söyleyeyim kırk yıllık ahbabımı görmüşüm gibi sevindim. Nedense dedeye karşı ayrı bir sevgim oluştu.


dhfd.jpg


O da yanına yaklaşmamla ellerimi tutup "Ooo! Eylül kızım da buradaymış" dedikten sonra beni öpüp "Nerede bizim hayta? Senin gibi hoş bir hanımefendiyi tek başına bırakmak için geçerli bir nedeni vardır herhalde" dedi. Ahmet'in kulakları çınlamaya başlamış mıdır acaba?

"Hemşire bulma bahanesiyle Yiğit ile beraber çıktılar birazdan gelirler. Hastaneyi gezdiriyor olmalı"

"Geçmiş olsun! Sen şimdiden şu buz gibi şerbetten al bir bardakta içini ferahlatmaya çalış"

"Niye?"

"Bu Ahmet tek başına bile delifişekken hiç elinde çocukla ortalığa salınır mı? O şimdi senin oğlanın sayesinde etrafını birbirinden güzel kızlarla doldurmuş havasından da geçilmiyordur"

Tek kelime edemedim çünkü o an gözümün önüne Selim dedenin söylediği şeylerin görüntüsü gelince tutulup kaldım. Yok canım yapmaz öyle şey zaten buradakiler de beni biliyormuş yanlış bir durum olmaz. Hastanenin yarısını tanıdım artık tehlikeli bir durum da sezmedim. Feride Yakasıdikilesice bile ortalarda görünmüyorken daha ne isteyeyim?

Selim dedeye Ahmet'e güvenimin tam olduğunu söylerken kapı tıklatıldı ve içeriye Meral'i yatağına almak için hemşireler girdi. Bize yol görününce hep beraber odadan çıkıp kapının önüne dizildik. Benim gözüm tabii ki de çıkar çıkmaz Yiğit ile Ahmet'i aradı ama ortalarda yoklardı. Nereye gittiler acaba?

"Ahmet ağabeye mi bakıyorsun Eylül abla?"

"Evet canım ya Ahmet'e baktım ama henüz gelmemişler"

"Biz gelirken karşılaştık Yiğit ile beraber ikinci kata çıkıyordu"

"Sağ ol Yağızcığım"

Odasına gidiyor olmalı diye düşünüp asansörle ikinci kata geldim. Koridorda ilerlerken Aygün'ü göremeyince de Ahmet'in aralık halde duran kapısını açıp "Ahmet burada mısınız?" dedim ama içeriye girmemle birlikte arkamdan yaklaşan biri "Ahmet'i arıyorsanız az önce bıraktığımda hastanenin çocuk oyun bölümündeydi" dediğini işitip hemen arkamı döndüm. Bu kadını bu hastanede daha önce hiç görmemiştim. Yeni doktorlardan mı acaba?

Kadını çaktırmadan göz ucuyla şöyle bir süzüp "Teşekkürler" dedikten sonra yanından geçip yürümeye başladım ama tam köşeyi dönerken içimden gelen bir hisle arkamı dönünce az önceki kadının Ahmet'in tartıştığı doktorla konuşup sonra da onunla el ele tutuşarak uzaklaştığını gördüm. Hemen gidemedim tabii.

zdfghjk.gif


Kadının kim olduğunu anlayınca biraz afakanlar basmadı diyemem. Seçimlerinden ötürü biraz aptallık hali var ama yine de güzel kadınmış değil dersem net çarpılırım. Bacak boyu kaç acaba? Beli de pek insani boyutlarda gibi gelmedi bana. Hangi markanın korsesini kullanıyor olabilir ki?

Onlar gözden kaybolurken kadının Ahmet için "Az önce bıraktığımda..." dediğini hatırladım ve elimde olmadan sinirlenip "Sen kimi nereye bırakıyorsun acaba? Hem senin haddine mi Ahmet'i bir yerlerde bırakmak! Başlayacağım şimdi bacak boyuna da belinin inceliğine de korsenin bilmem neyi de!" diye diye nerede bu adam düşünceleri eşliğinde yürümeye devam ettim. Durup dururken yine asabım bozuldu iyi mi!

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
gdfhghk.png


49.Bölüm : Ne yani benim düşüncemin hiçbir önemi yok mu?

........::::::::__Eylül__::::::::........


"Eylül!"

Benim acilen yürüyüşe başlamam lazım. Hatta su koy vermemek için despot birinin tepemde "Asla vazgeçmek yok. Devam et tavşan o kilolar gidecek!" diyeceği bir spor salonuna yazılmam lazım. Yiğit'ten sonra iyice saldım kendimi olmaz böyle. Ahmet de boğazına düşkün bir adam zaten ona bir uyarsam bir daha kendimi zor toparlarım çünkü metabolizmamın onun önüne gelene depar atan metabolizmasıyla aşık atabileceğini hiç sanmıyorum. Of! Çok lazımmış gibi nereden çıktı bu çiroz kadın karşıma ya!

"Eylüüüül!"

Ahmet'in yanında ne arıyordu acaba? Konuşmuşlardır değil mi? Konuştularsa ne konuşmuşlardır ki? Kesin ellerini o incecik belini vurgulamak için iki kalçasına dayamış sol bacağını da hafifçe diğerinden uzaklaştırıp gözlerini kısa kısa "Görüşmeyeli nasılsın Ahmet?" deyip hâlâ Ahmet'in üzerinde etkisi sürüyor mu diye anlamaya çalışmıştır. Gerçi Ahmet'in vermediği yüzle sayemde yerinde yeller estiğini anlaması iyi olmuştur da... Of! Sen yine neler diyon Eylül ya? Bir kere kadın evli yapmaz öyle şeyler saçmalama! İyi de Mine de başkasıyla nişanlıydı bozdu nişanı Kenan'a kaçtı. Kız Mine bacak kadar boyunla ortalığı hep sen karıştırıyorsun he!

"Eyy-lüüüül!"

Düşüncelerimle boğuşarak dalgın bir halde yürürken pat diye önüme geçen Ahmet ile Yiğit'in korkusuyla sıçrayıp elimi hızla çarpan kalbimin üzerine koymam bir oldu. Yaşadığım şoku atlatmaya çalışırken bu da yetmezmiş gibi diğer yanımdan da bir anda "Selam Eylül!" diyen Sinan ile kızı geçip önümde durdular. Tek tek gelin arkadaş! Şu koca hastanenin iki güzide doktoru az önce bildiğiniz canıma kastetti ki içlerinden biri manitam oluyor.

Gözlerimi ikisinin arasında gezdirirken hafiften bir rahatlama hissederek "Siz oyun bölümünde beraber miydiniz? Böyle dörtlü halde yani" dediğimde birbirlerine ve kucaklarındaki çocuklara bakıp şükürler olsun ki "Evet" dediler. Bu da demek oluyor ki Bayan Bacak benimkini tek yakalamamış yanında Sinan da varmış. Sinan'ın yanında aralarında hoşlanmayacağım tarzda bir konuşma geçmiş olamayacağına göre rahatlamaya devam edebilirim.

"Sen burada ne yapıyorsun Eylül?"

"Seni arıyordum. Meral'i birazdan doğuma alacaklar yanında olalım diyorum. Gitmeden önce illaki seni de görmek ister. Malumunuz güven teşkil eden bir yanınız mevcut doktor! Şaka bir yana kardeşin de ekstra stresli görünüyor onu şu dakikalarda yalnız bırakmasan iyi olur"

Yiğit'i kucağıma alırken bir yandan da Sinan'ın telefonu çalmaya başladı. Aslında daha çok çaldırıp kapatma şeklindeydi. Sinan sesin ardından ekrana bakıp bize de imalı bir bakış atarak "Didem hastaneye yaklaşmış olmalı. Biz kızımızla biraz çıkıyoruz çünkü önemli işlerimiz var. Sizinle de sonra görüşürüz" dedikten sonra Melisa babasının kucağından uzanıp önce Ahmet'i sonra da beni ve Yiğit'i öptü. Ona el sallayıp hoşça kal diye diye uğurlarken bir yandan da yürümeye başladık.

"Yeniden bir araya mı geliyorlar diyeceğim ama Sinan'ın bakışından daha çok birbirlerinden illallah ediyorlar gibi görünüyor"

"Sinan illallah etme kısmını biraz geçti. Şimdi üçü birlikte pedagogla görüşmeye gidiyorlar. Didem yeniden evlenmeye karar vermiş ve bu süreçle ilgili Melisa'yı en doğru şekilde bilgilendirmeye çalışacaklar"

"Ooo! İşleri epey zor. Peki neden çıkıyorlar ki bu hastanede pedagog yok mu? Tanıdığınız falan..."

"Var tabii ama burası Melisa'nın mutlu olduğu ve babasıyla ilişkilendirdiği bir yer olduğu için ona ailesiyle ilgili olumsuz gelecek bir haberi bu hastanede vermek istemediler. Buraya her geldiğinde o anları düşünüp kendisini mutsuz hissedebilir ve belki de bu duygudan kaçınmak için babasını görmeyi aksatabilir"

"Doğru aslında. Ee... Sinan'da bir hareketlenme yok mu?"

"Ne hareketi?"

"Gönül işleri be doktor!"

"Yakın zamanda biri vardı ama uzun sürmedi"

"Tüh! Sinan'a ayarlayacak bekar arkadaşım da kalmadı yoksa ben onu çoktan..."

"Niye sustun?"

"Kaldı! Ahmet biz Selim ile Meral'e oğlunuzu güle güle büyütüne giderken Sinan'ı da yanımıza alalım tamam mı? O iş sende bak!"

"Neden böyle bir şey yapıyoruz?"

"Belki Barış'ı görmeye aynı anlarda Berna ile Gizem de gelmiş olur değil mi? Sinan da artık kime kısmet olursa ona doğru yavaş yavaş bir kayış yapar"

"Fikir güzel ama Gizem olmaz çünkü o evli"

"Ne! Bir de evli miymiş o?"

"Selim'den öğrendiğim kadarıyla buraya geldiğinde eşiyle boşanma arifesindeymiş ama geçen hafta içinde eşi Orhun şirkete gelmiş ve birlikte çıktıkları yemek sonucunda da boşanma fikrinden vazgeçmişler"

Onlar adına güzel bir gelişme ama nedense bir burukluk hissettim. Gizem'e de o kadar tepki göstermiştim ama kız baktı Selim evli mutlu çocuklu geri dönüş sebebiyle alakalı tek kelime etmeden kendi yolunu çizmeye başladı. Başkası olsa karısının hastalığını fırsata çevirmeye çalışıp kene gibi yapışır kalırdı. Ama o öyle yapmadı. Hatta şahit olduğum kadarıyla buna yeltenmedi bile. Umarım bu geri dönüş eşini gerçekten sevdiği içindir çünkü iyi biri olduğunu düşündüğüm için onun da bir şekilde mutlu olmasını isterim.

Düşünceli halim dikkat çekmesin diye "O zaman Meral'in arkadaşı Berna'ya kaldık. Neyse o da fıstık gibi kız zaten Sinan ile daha çok yakışırlar. Tamamdır oldu bu iş!" dediğimde Ahmet de şaşkın şaşkın gülüp "Eylül çok fenasın! Pedagog konuşurken hangi ara Sinan'ın başını bağladın anlamadım" dedi. Alış bunlara doktor!

"Affedersin de bizimkiler bana boşuna Seven Kalplere Destek Timi'nin kurucusu demiyorlar"

"Ne diyorlar ne diyorlar?"

"Fena çöp çatarım ben doktor adamın şaftını kaydırırım! Birilerini gözüme bir kestireyim anında analizlerini çıkarır uygunlar mı değiller mi karar verir sonra da sen sağ ben selamet"

"İkimizi birbirimize çatman neden bu kadar uzun sürdü Eylül?"

Ahmet'e baktığımda bunu sadece bana takılmak için sormadığını fark ettim. Ne diyebilirim diye düşünürken dudak büküp "Bizim şansımıza şartlar çok kötüydü be doktor! Neler yaşadık görmüyor musun?" dedim ama Yiğit'e bakarak yüzü asılınca kötü hissetmesin diye sözümü hemen devam ettirip "Ama sana bir şey itiraf edeyim mi?" dedim. Olduğu yerde kalıp bana doğru döndü. Meraklanmış gözüktüğüne göre et demek istiyor herhalde.

Söyleyeceğim şeyi düşünüp öyle olacağından gerçekten emin olduktan sonra "Eğer şartlar uygun olsaydı yani ben birkaç sene önceki dertsiz tasasız Eylül olarak senin karşına çıkmış olsaydım seni asla kaçırmazdım. O an anlardım geleceğimizin bir olacağını ve zaman kaybetmemek için de elimden geleni ardıma koymazdım. Sen çok çabaladın ya bizim için... Bunlara hiç gerek kalmazdı. Tamam bazı zamanlar beni gerçekten çıldırtıyorsun saçımı başımı yolasım geliyor ama yine de sen benim "Hayatında nasıl biri olmasını istersin?" sorusuna verilebilecek en güzel cevabımsın" dediğimde önce gözlerinin içi güldü sonra da dudağının kenarında hoş bir gülüş belirdi.

"Senin için çabalamak da güzeldi. Beklememe sonuna kadar değeceğini biliyordum"

"Bu düşüncenin değişmemesi dileğiyle..."

"Son nefesime kadar yanımda olman dileğiyle..."

Yiğit'i kucağımdan alıp boşta kalan elini de bana doğru uzatınca elini sımsıkı tutup birlikte yürümeye başladık. İkimiz de sessizdik ama yüzümüzde az önceki konuşmamızın sebep olduğu belirgin bir gülüş vardı. Nasıl olmasın ki? Bu gülüşün de hiçbir zaman silinmemesi dileğiyle...

"Eylül..."

"Söyle doktor"

"Akşam yine gelsenize"

"Nereye?"

"Benimle beraber eve"

"Belma Acar'a karşı şansını zorlamaya devam et diyorsun. Annem duruyor duruyor ama bir gün bana yine ağır patlayacak haberin olsun. İzmit'te yediğim fırçayı hâlâ unutmadım. Kadına hayal bile edemeyeceği şeyler yaşattım iyi bile sessiz kalıyor. Ayrıca dün akşam ortada bir mecburiyet vardı ondan karşı gelemedi"

"Ne yani sırf mecbur olduğun için mi yanıma geldin? Ne biçim bir cevap bu hiç sevmedim!"

"Öyle değil be doktor! Mecburiyeti fırsata çevirdim diyelim"

Ona bakarken muzurca göz kırpınca Ahmet de aynı muzur tavırla omuzuma attığı koluyla beni kendisine doğru biraz daha yaklaştırıp "O halde sana acilen yeni bir mecburiyetlik durum daha yaratalım çünkü burada olduğunuzu bilip daha bu sabah senin kokunla uyanmışken sizden ayrı bir yerde benim gözüme uyku muyku girmez. Düşünelim bakalım bu konuda neler yapabiliriz" dedi. Bak yine kaşı gözü ayrı oynamaya başladı. Hayatındaki aksiyonlar az geldi herhalde.

"Siteye yangın ihbarı yapayım mı?"

"Yok artık!"

"Evde gaz kaçağı çıksın ya da gidince vanaları bir yokla sular kesilsin. Aşağıdan sigortayı da attırabiliriz. Sinan'a söylerim güvenliği ayarlar"

Her daim yanında olmamızı istemesi hoşuma gitse de yine de gözlerimi devirip "Sen bir rahat dur bence" demesem içimde kalırdı. O sırada odanın bulunduğu koridorda yürüyüp ailelere doğru yaklaşmaya başlamıştık o yüzden de bana "Bu benim rahat duran halim zaten. Sen bir de beni evliyken gör nefes bile aldırmayacağım sana nereye baksan göz göze geleceğiz. Düş artık yakamdan Ahmet diyeceksin ama ne bil bakalım ne olacak? Düşünüyorum bekleyin.... Aaa! Asla düşmeyeceğim Eylül Acar!" demesine karşı tek kelime edemeden sadece güldüm. Sanki şu an böyle değilmişiz gibi ne de rahat söylüyor. Tanıştığımız ilk andan beri dönüyoruz dolaşıyoruz illa birbirimizin burnunun dibinde bitiyoruz. İyi ki de öyle oluyoruz.

"Hadi hızlan romantik Atahan! Odaya geri dönelim de Meral'in çıkışını kaçırmayalım"


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Odaya geri döndükten sonra sedyeye alınan Meral'i bu defa oğluna kavuşmak üzere uğurladık. Selim'in Meral'e ne kadar düşkün olduğu herkes tarafından bilinir. Bu yüzden de kardeşimle birlikte doğumhaneye doğru yol alan Meral'e gidebildiğimiz yere kadar eşlik edip sonra da birlikte sessiz sedasız odaya geri döndük. Mutlu bir olay için burada olmamıza rağmen yüzlerde bir miktar da endişe vardı. Onca yaşadığımız şeyden sonra haksızlar diyemem.

Eylül ile birlikte farklı köşelere dağılıp ailelerin morallerini yüksek tutmak için hoş bir sohbet ortamı yaratırken bir gözüm de ister istemez Selim'in üzerindeydi. Hediyelerin yerleştirildiği masanın önünde dururken peluş kaplumbağaları eline alıp onları dalgın dalgın incelemeye başladı. O sırada Kaan da babasına bir açıklamada bulunup bu oyuncağın ortaya nasıl çıktığını anlatıyordu. Bu işte benim de parmağım olduğu için konuşmalarına kulak kabartmadan edemedim.

"Harçlıklarımı biriktirip amcamın da yardımıyla üç tane kaplumbağa aldım sonra da Müberra teyzeme ikisini birbirlerine sarılmış gibi dikip üzerlerine de isimlerimizi işleyip işleyemeyeceğini sordum. Hiç düşünmeden yaparım dedi ve sonuç bu oldu. Ama Müberra teyzem bana söz verdi Zülal aramıza katıldığında üçüncü kaplumbağayı da bu ikisinin yanına dikecek"

Göbeklerinde Barış ile Kaan'ın ismi bulunan peluş oyuncaklar Selim'i duygulandırsa da Kaan'ın doğacak olan kardeşine yazdığı duygu dolu mektup ondan çok daha büyük bir etki sağladı ve o satırları okurken kardeşimin gözlerinin dolmasına neden oldu. Kaan mizacı gereği sevinince gülen üzülünce de ağlayan bir çocuk olduğu için babasının gözlerinin doluşuna farklı bir anlam yükledi ve yazılanlardan memnun olmadığını düşünüp biraz telaşlandı.

Canım kardeşim

Birazdan tüm ailemizle beraber sana kavuşmak için amcamızın çalıştığı hastaneye gideceğiz. O kadar heyecanlıyım ki sabah uyanamam korkusundan doğru düzgün gözüme uyku girmedi. Hatta önlem için iki tane saat kurmuştum ama onlardan bile önce kalkıp hazırlandım. Bu heyecan denen şey başa bela bir şeymiş.

Seni şimdiden çok seviyorum Barış!

Bence bir arada çok eğleneceğiz. Seni Elif ve Harun'la da tanıştıracağım çünkü onlar benim en sevdiğim arkadaşlarım. Elif bana senin için şirin şirin bebek kurabiyeleri yapacağını ve bizi eve döner dönmez hemen ziyaret edeceğini söyledi. Neden bilmiyorum ama o bile bir kardeşim olacağı için çok heyecanlı. Belki de anne ve babamızı sevdiği içindir emin değilim ama bana her gün doğup doğmadığını soruyor. Biraz fazla meraklı ve tuhaf şeyler söyleyen bir kız ama gerçekten çok iyidir.

Bana kardeşim olacağı söylendiği andan beri seninle neler yapacağımızın hayalini kuruyorum. Mesela seninle birlikte bisiklete bineceğiz ve kendi aramızda bir yarış yapacağız. Sonra kimin kazandığını söylemek için annemizin yanına gidip o sırada bize yememiz için verdiği tarçınlı süt ve meyveli kekleri yiyeceğiz. Ağaç evime tırmanıp orada oyunlar da oynayacağız. Dedem bana bir teleskop almıştı ama artık onu birlikte kullanırız. Sana yıldızlarla alakalı anlatacağım çok şey var.

Futbol da oynarız. Annemizin karnına savurduğun sert tekmeler yüzünden biraz çekinip babama seni kaleci yapmamız gerekebileceğini söyledim. Yani her oyunda kaleci olman bu yüzden olacak. Babam ve amcamla birlikte takım kurup basketbolda oynarız. Ben büyüyeceğim için artık beni omuzlarına alamazlar ama aynı bana yaptıkları gibi seni de omuzlarında taşıyıp mükemmel atışlar yaptıracaklarından adım gibi eminim.

Sana bildiğim ve babamızdan öğrendiğim her şeyi tek tek öğreteceğim. Bütün oyuncaklarımı hatta kimseye elletmediğim film figürü karakterlerimi bile seninle paylaşacağım. Çünkü biz kardeşiz! Kardeşler arasında böyle şeylerin lafı bile olmaz. Artık benim neyim varsa senindir. Ağabeylik bunu gerektiriyor ama hiç şikayetçi değilim çünkü sen benim için onlardan çok daha önemlisin. Hayatım boyunca üzüldüğümde de sevindiğimde de yanımda görmek istediğim ilk kişi sen olacaksın Barış...

Seni hayatım boyunca seveceğim gibi her zaman da koruyup kollayacağım kardeşim.

Umarım sen de beni benim seni sevdiğim kadar çok seversin.

Ağabeyin Kaan

"Güzel olmamış mı? Baştan yazayım değil mi? Kardeşim gelmeden yetiştirebilirim belki"

"Harika bir mektup yazmışsın. Emin ol kardeşin de bu satırları okuyabildiğinde çok duygulanacak ve ağabeyine olan sevgisi de her geçen gün büyüyecek"

"Sahi mi?"

Rıfat Bey ile konuşurken Selim'in Kaan'a "Sen kardeşinin sahip olduğu için kendisini çok şanslı hissedeceği bir ağabey olacaksın" dediğini duyunca konuşmadan kopup yeniden onlara odaklandım. Kardeşime kendisini şanslı hissettirecek bir ağabey olup olamadığımı düşünürken biraz buruldum ama sonra onlara bakınca Selim'in bu sözleri bana bakarak söylediğini fark ettim. Nasıl oldu bilmiyorum ama birbirimize bakarken aynı anda gülümsemeye başladık. Bu bana kendimi iyi hissettirdi. Umarım bu gülüş bana olduğu gibi onda da iyi bir his bırakmıştır. Selim bu bakışın üzerine Kaan'a döndü ve yeğenime beni hem şaşırtan hem de çok mutlu eden şeyler söylemeye başladı.

"Çoğu yönünün bana benziyor oluşunu çok seviyorum. Tanıdığımız insanların özellikle de Elif'in sana Küçük Selim demesi beni çok gururlandırıyor ama senden istediğim bir şey var Kaan o da kardeşlik bağları konusunda beni değil amcanı örnek alman. Biz küçük kardeşler bazen işleri olduğundan daha zor bir hale getirebiliyoruz çünkü. Ama amcan kardeşinden asla vazgeçmeyen araları gergin olsa da kendisine söylenmemesi gereken sözler işitse de hiçbir zaman o özel bağı koparma yoluna gitmeyen ve ne olursa olsun her şartta onun iyiliğini düşünüp gerçek anlamda kardeşini koruyup kollayan biri. O benim bu hayatta sahip olduğum ve asla kaybetmek istemeyeceğim en değerli dostum. Siz de kardeşinle böyle olun olur mu?"

Selim'in ağzından bunları duymak benim için paha biçilemez bir şeydi. Hakkımda böyle şeyler düşündüğünü hiç bilmiyordum. Yıllar boyunca benimle ilgili hissettiği öfke ona her baktığımda yüzüme bir tokat gibi çarpmıştı. Onu içinden nasıl söküp alabilirim bilmiyordum. Alamadım da. Ta ki Meral hayatımıza girip aramıza sarsılmaz bir köprü kurana kadar...

Meral bana her fırsatta sağlığına kavuşmasını sağladığım için minnettar olduğunu söyler durur. Farkında ya da değil ama asıl ben ona minnettarım. Bunca yıllık küslüğün sona ermesine vesile olup benim kardeşimi Selim'in de ağabeyini yeniden kazanmasını sağladı. Annemin gözü hiç arkada kalmasın çünkü Meral ailemizin yeni Zülal Atahan'ı olarak bizi her daim bir arada tutabilecek bir gücü ellerinde bulunduruyor.

Kaan babasına söz vererek Selim'e sıkı sıkı sarıldıktan sonra mutlu bir halde Eylül'ün yanına doğru gitti ve Yiğit ile ilgilenmeye başladı. Bu fırsatı kaçırmak istemeyip Selim'i tek başına yakaladım ve kolumu omzuna atıp konuşmalarına kulak misafiri olduğumu belli etmek için de "Sen de benim asla kaybetmek istemeyeceğim en değerli dostumsun" dedim. Şaşırdı ama yine de duyduğundan memnun olduğu yüzündeki ifadeye yansıdı.

"Bizi duydun mu?"

Selim aynı benim gibi kolunu omuzuma atarken "Konuşma sırasında adım geçince ekstra bir kulak kabartmadım dersem yalan olur" dedim ve gülümsemeye başladık. O anlarda bizi göz hapsine alan Eylül de ikimizi sıkı fıkı görmenin mutluluğuyla bize doğru bakıp bana "Aferin Atahan!" dercesine manalı bir göz kırptı. Ben dünden razı olan taraftım da Selim çetin ceviz çıkmıştı. Yani bu aferin benden ziyade kardeşime gelmeliydi.


........::::::::__Eylül__::::::::........

Meral'den bir haber çıkmasını sabırsızlıkla beklerken nihayet odaya giren hemşirelerden biri müjdemi isterim dercesine "Ahmet Hocam!" diye seslenip hepimizin ona doğru bakmasıyla da "Bebek çok iyi birazdan getirecekler. Ölçümleri yapılıp giydirilirken sizler de izleyebilirsiniz" dedi. Bu duyulur duyulmaz herkes sanki üzerindeki ölü toprağını attı ve bir anda heyecanlanarak ayaklandı.

Bu haber gelir gelmez Ahmet'e baktım çünkü amca olmanın verdiği duygusal hislerin yüzüne nasıl yansıdığını merak ettim. Ama hiç de öyle duygusallık yoktu. Hemşirenin verdiği haberin ardından sanki bu anı bekliyorlarmış gibi Kaan ile birbirlerine "Koş koş koş koş!" deyip el ele tutuşarak paldır küldür odadan çıktılar. Gören de mahalleye baloncu geldi de çocuklar peşinden koşturuyor zanneder. Arkadaş kaç yaşında adamsın bir sakin ol bir yaşının adamı ol. Ama yok! Büyümemek konusunda inadım inat takılıyor.

Selim haliyle Meral'in nasıl olduğunu öğrenmek için hemşirenin yanında kaldı. Kulağıma Meral'in çok şükür ki iyi olduğu çalınırken Yiğit ile birlikte odadan çıkıp bizim telaşe müdürlerinin yanına doğru yürümeye başladım. Çok komik görünüyorlardı. Kaan'ın boyu cemekandan bakmaya yetmeyince Ahmet onu havaya kaldırmış ikisi birden cama yapışarak heyecanlı bir halde konuşarak önlerindeki perdenin açılmasını bekliyorlardı.

Sonunda perde açıldı ve dünyalar güzeli bir melek ailesine merhaba dedi. Orada bulunan herkesin ne kadar mutlu ve ne kadar duygusal olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde. Barış'ın aileye gelişi aynı Meral'in ameliyattan sağ çıkabilmesi gibi bir mucizeydi. Meral'in sağlığını hiçe sayıp oğlunu doğurabilmek için verdiği çabayı düşünüyorum da ona bir kez daha saygı duyuyorum. Selim'i bile karşısına alıp doğurmakta diretti ve şu an bu dünyalar güzeli oğlan çocuğuna kavuşmalarını sağladı.

Tüm bunları düşünürken gözlerim ister istemez bu güzelliklerin yaşanmasında büyük rolü olan o gizli kahramana doğru kaydı. Yani Ahmet'e. Meral'in ona neden bu kadar çok güvendiğini artık o kadar iyi anlıyorum ki... Ne zaman bir kriz yaşansa yanında ilk Ahmet oldu ve olmayacak şeyleri bile bir çıkar yol bulup öyle ya da böyle bir şekilde oldurdu. Barış için verdikleri ortak mücadeleyi düşünecek olursak eğer şu an yaşanan bu mutluluğun ikisinin eseri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

gbb.gif


Ahmet'in neşe içinde ailesiyle olan konuşmalarını ve yeni ağabey olan Kaan ile şakalaşmalarını izlerken içten içe böyle bir adamın hayatımda oluşuna şükrettim. Böyle rahat neşeli dünya yansa umurunda olmayacakmış gibi görünüyor ama perde arkasında öyle işler başarıyor ve bunları o kadar normal bir şeymiş gibi görüyor ki şaşırıp kalıyorum. Son nefesime kadar onun benim için büyük bir şans olduğunu düşünmeyi sürdüreceğim galiba.

Barış'ın giydirilmesini izlerken bir an içime bir sıkıntı da çökmedi değil. Meral geldikten sonra onunla zorlu bir konuşma yapmamız gerekecek ve ben vereceğimiz nahoş haberi nasıl karşılayacağını şu an kestiremiyorum. Tek bildiğim belli etse de etmese de büyük bir üzüntü hissedeceği. Bu sıkıntımı Ahmet'te fark etmiş olacak ki Kaan'ı babasının yanına bıraktıktan sonra yanıma geldi ve kolunu belime sararken de "Aklından ne geçtiğini tahmin edebiliyorum ama endişelenme çünkü yapacağın şey ile Meral'in hissedeceği üzüntüyü hafifleteceksin" dedi. Umarım öyle olur demekten başka bir şey demek gelmedi elimden.

Bebeğin annesiyle buluşmadan önceki son kontrolleri yapılırken yeniden bir bekleme sürecine girdik. Ben de Yiğit'i Ahmet'e emanet edip hemşirelerin yardımıyla Barış'a verilecek sütü sağmak için bir süre ortalardan kayboldum. Bu bekleyişin ardından Meral'in de iyi olup odasına alınmasıyla topluca rahat bir nefes almayı başarabildik. Duygusal olduğu kadar güzel anlarda yaşadık. Meral'in bebeğiyle buluşması Selim dede başta olmak üzere herkesin bir anda bebeğin tepesinde toplanıp agucu gugucuk moduna girmesi epey keyifliydi. Barış ile Yiğit elden ele gezip dururken bu ilgi alakadan da hiç şikayetçi değillerdi doğrusu.

Ahmet ile kenar köşeden olanları izlerken Meral ile Selim'i tek görünce yanlarına gidip yatağın ucuna oturduk. Ahmet rahat duramadı tabii ki ve onlara hemen kendisiyle beni işaret edip "Darısı sizin de başınıza diyecekmiş gibi bakıyorsunuz ben sizi hiç bölmeyeyim" dedi. İnsanların aklından bile geçmeyen şeyleri zorla söyletme de üstüne yok. Selim ile Meral zarif insanlar oldukları için hemen "Tüm kalbimizle darısının başınıza olmasını diliyoruz" dediler ama Ahmet'in güleç ifadesi benim "Valla ben doğurdum bir tane darısı asıl senin başına doktor beni karıştırma çoluk çocuk mevzularına" dememle saniyeler içinde şekil değiştirdi. Böyle bir şey dememi beklemiyordu tabii.

Ahmet'in esprili bir yanıt vermesini beklerken o söylediğim şey sonrası bana bakıp kaldı. Kaldığı yetmiyormuş gibi kendisine geldiğini belli eden herhangi bir belirti de vermedi. İtiraf edeyim bu kadar dumur olmasını beklemiyordum. Sessizliği sürerken Selim'in "Kendine gel!" adlı imalı öksürüğüyle dünyaya geri döndü ama bu sefer de bana boş boş bakmayı sürdürüp "Nasıl karıştırma? Mevzuya seni karıştırmazsam çoluğu çocuğu nasıl yap..." demeye kalktı. Neyse ki Selim'den gelen "Saçmalama!" adlı ikinci imalı öksürük susmasının yerinde olacağını anlamasını sağladı ve laf dinleyip sustu. Meral'e baktım da o da Ahmet'ten farklı değildi. Hatta ifadeleri üç aşağı beş yukarı aynıydı. Bizim esamesi bile okunmayan ortak çocuk memleket meselesine döndü iyi mi!

Aramızda tuhaf bir sessizlik yaşanırken kapı tıklatıldı ve içeriye hemşire girdi. Girdiği gibi de az önceki mevzu Selim Ahmet ve benim açımdan gündemi terk etti çünkü üçümüz de hemşirenin elindeki biberonu görünce gerilip birbirimize bakmaya başladık. Beklenmedik bir anda gelince ortamı hazır etme şansı yakalayamadık maalesef.

Meral'in "Ne oldu?" demesinin ardından Ahmet'in verdiği işaretle Selim yanına eğilip elini tuttu ve ona "Bunu seninle daha önce konuşmadık çünkü hamileliğin zaten zor geçerken bir de bunun strese neden olmasını istemedik" dedi. Ama kız şu an bayağı stres oldu gibi görünüyor. Oops!

"Ne demek istiyorsun? Barış'ın bir şeyi mi var yoksa kemoterapi yüzünden hasta falan mı doğdu? Ama iyi demiştin. Ne olur ne varsa söyleyin bana"

Selim ile Ahmet korkmamasını söyleyip yattığı yerden kalkmasını engellerken bunun böyle olmayacağını düşündüm ve ortaya atılıp "Meral ile ben konuşayım mı? Baş başa..." dedim. İki kardeş birbirlerine bakıp bana onay verince konuya nasıl girmem gerektiğini düşünmeye başladım. O sırada önce Selim korku içinde bekleyen Meral'in yanağını öpüp "Korktuğun gibi bir şey değil. Barış da sen de gayet iyisiniz güven bana" dedi hemen ardından da Ahmet bebeği Rıfat Bey'in kucağından alıp Meral'in kucağına vererek ona "Korkma olaya hakimim ve bence bu Barış için harika olacak. Bu arada bilmen de fayda olacağını düşünüyorum. Birazdan duyacağın şeyler tamamen Eylül'ün fikriydi yani hoşlanmayıp kızacaksan ilk ondan başla sinirin geçmezse bizi daha sonra haşlarsın" dedi. Adam şu durumda bile kendi paçasını kurtarma derdine düşüp beni öne atıyor ya valla elimden bir kaza çıkacak sonra kim ne derse desin "Bana ne arkadaş hak etti!" deyip çekileceğim kenara!

Eceline susamış olan Ahmet Efendi sanki az önce beni satışa getirmemiş gibi havalı bir tavırla yanımdan geçerken yüzüne bile bakmadan bacağına arkadan bir tane patlatıp "Elimde kalacaksın Atahan!" dedim. Kalacak çünkü o yolda son hız ilerliyor. Ama Ahmet bu tabii öyle "Kusura bakma" diyen adamlardan olmadığı için yine yaptı yapacağını ve "Bu hayatta bir kadının elinde kalacaksam o ellerin senin ellerin olmasından dolayı şeref duyarım Eylül Acar!" deyip sırıta sırıta odadan çıktı. Her lafa da süslü püslü bir cevap!

dgfhjkl.gif


"Adam doğuştan artist arkadaş! O mübarek ağzı da öyle güzel laf yapıyor ki bir şey diyemediğim için sinirden etlerini didik didik edesim geliyor. Ama şuradan bir çıkayım beni ikinci kez ortaya atmaya çalışmasını burnundan fitil fitil getireceğim onun"

Ahmet'in çıkışının ardından hemşirenin yanına yaklaşıp elindeki biberonu aldım ve ihtiyaç halinde yardımına başvurabileceğim konusunda desteğini de alabileceğimi öğrendikten sonra Meral'in yanına geri döndüm. Hemşire de odadan çıkınca kaldık baş başa. Oturduktan sonra gözüm elimdeki biberonda olarak haliyle konuya giriş yapmamı sağlayacak kelimelerin peşine düştüm. O sırada Meral endişesi sesine yansımış bir halde "O biberon ne Eylül?" diye sordu. Bak buradan yürür giderim ben... Hadi Eylül göreyim seni!

"Anlatacağım ama önce beni biraz dinle olur mu?"

"Ne olur her ne varsa bunu bana bir an önce söyle çünkü ben çok hızlı endişeye kapılabilen biriyim ki şu an kapıldım bile"

"Tamam çok çabuk anlatıyorum. Şimdi sen Barış'a hamileyken kemoterapiye başladın ve hâlâ daha devam ediyorsun ya..."

"Evet son bir kür kaldı. Ne olmuş?"

"Şöyle olmuş... Selim aylar önce doktorunla bir görüşme yapmıştı"

"Ne görüşmesi? Bana bundan hiç bahsetmedi"

"Doğumdan sonraki süreç hakkında"

"Bir sorun var değil mi? Lütfen daha açık konuş Eylül"

"Doktorun o görüşme sırasında Selim'e bebeğin güvenliği için emzirmenin doğru olmayacağını söylemiş çünkü sana verilen ilaçlar yüksek düzeyde anne sütüne de geçtiği için bunu tıbben uygun görmüyormuş. Yani en azından bu ilaçlar vücudundan tamamen temizlenene kadar"

Hay aksi! Ağlamaya başladı. Kırmızı alarm kırmızı alarm! Meral kucağındaki oğluna baka baka ağlarken içini rahatlatmak için telaşla konuya geri dönüp "Meral bak kendini kötü hissettiğinin farkındayım ama bu her şeyin sonu değil. Değil çünkü benim iyi olduğunu düşündüğüm bir fikrim var. Bunu önce Ahmet ile konuştuk ve o da bunun iyi bir fikir olduğunu düşününce Selim ile paylaştı. Tabii annen de Selim vasıtasıyla haberdar oldu yani biraz zincirleme gittik diyebilirim. Sonuç olarak biz hepimiz bu konuda hemfikir durumdayız. Sadece senin onayın lazım. Sen olmaz dersen hiç kimse sana nedenini sorgulayıcı yaklaşmayacak merak etme" deyiverdim. Ağlıyor diye panikten çok hızlı konuştum umarım ne dediğimi tam olarak anlayabilmiştir.

"Yine neye onay vermem gerekiyor?"

"Barış'ın ne kadar zorluklarla dünyaya geldiğini herkesten daha iyi biliyorsun. Tamam o bu zamana kadar çok güçlü kaldı ama yine de o çok küçük ve savunmasız Meral. Normal şartlarda dünyaya gelen çocuklardan çok daha iyi bir bakıma ve bağışıklığının kuvvetli olması için de anne sütüne ihtiyacı var"

"Bana ne söylerlerse söylesinler kemoterapiyi ertelemeliydim. Bunu hesap edebilip en azından oğlum yeteri kadar anne sütü alana kadar başlamayı reddetmeliydim"

"Hayır hayır! Sakın böyle düşünme çünkü sen doğru olanı yaptın ve birazdan yine oğlun için doğru olanı yapacağını adım gibi biliyorum. Tamam bak benzer durumlarda olan aileler gibi siz de Barış için hazır mamalar kullanabilirsiniz. Eminim doktoruna sorduğunda sana birçok öneride de bulunabilir ama neden başka imkanlarında varken onları değerlendirmeyesin ki?

"Ne demek bu?"

"Ben diyorum ki eğer kabul edersen yani bunda bir mahsur görmezsen Barış'a başka biri anne sütü verebilir"

cfgvhb.gif


Ağlamıyor ya da herhangi bir tepki vermiyor. Söylediğim şeyi kafasında oturtamıyor olmalı. Ne düşündüğünü tam olarak bilemediğim için farklı şeyler hayal etmesin diye bu konuşmanın asıl amacına gelip tedirgin bir halde "Olur dersen ben yaparım bunu Meral" dedim. Çok mu ani söyledim? Meral sessizdi. Kızı endişelendirmeden bilgilendireyim derken şoka mı soktum ne ettim anlamadım. Ahmet umarım kapının önündesindir ve kulağını kapıya dayamış içeriyi dinliyorsundur çünkü ben bu işi batırdım galiba.

Telaşım en üst noktadayken Meral bir bana bir de kucağında acıkmış bir halde huysuzlanan oğluna baktıktan sonra sanki kendisini yetersiz hissetmiş gibi düşük bir ses tonuyla "Sen mi emzireceksin?" diye sordu. Hemen atılıp "Hayır ben emzirmeyeceğim" dedikten sonra bana şaşkın şaşkın bakmasına aldırmadan elimdeki biberonu ona doğru uzattım.

"Ben şimdi olduğu gibi sütü sağıp sana vereceğim ve sen de bebeğine içireceksin. O sırada bana değil sana dokunacak karşısında da beni değil seni görecek merak etme"

Bunu söyledikten sonra bana bakarken gözleri yeniden dolmaya başladı. Ne düşünüyor bilmiyorum ama birazdan boşluğuna gelip çocuğu fırlatarak boynuma sarılacakmış gibi bakıyor. Tabii ki böyle bir şey yapmaz ama bakışları o ayarda gibi geldi bana.

"Asıl sen bunu yapmak istediğinden emin misin Eylül?"

"Eminim tabii ki yoksa neden sana emin olmadan böyle bir şey söyleyeyim ki?"

"Ama senin de küçücük bir çocuğun var"

"Evet var. Belki de bu yüzden Barış'ın anne sütü alması konusunda bu kadar hassasım ya"

"Zor olmayacak mı? Ya sütünü Barış'a da verirken oğlunu yeteri kadar besleyemezsen?"

"Yiğit'e hiçbir şey olmaz merak etme. İkizi olan anneler gibi düşün Meral onlar nasıl ikisine birden yetiyor?"

Onu anlıyorum aslında en mutlu olduğu anda yeni bir sorunla daha burun buruna geldi ve şu an aylar önce verdiği bir karar yüzünden kendisini sorgular hale geldi. Ama buna da şükür diyebilecek bir durumda olduğumuzu anlayacağına adım gibi eminim. Meral düşünürken bu düşünme sürecini hızlandırmak için Barış'ın açlıktan annesine yapışa yapışa bir hâl olan haline bakıp "Hadi Meral çocuk öldü acından!" deyiverdim. O da Barış'a baktıktan sonra beni yanına çağırıp boşta kalan koluyla bana sarıldı ve ikimizi de duygusallaştıran şeyler söylemeye başladı.

"Bu yaptığın iyiliğe ne şekilde teşekkür edilir hatta hak ettiği ölçüde edilebilir mi gerçekten bilmiyorum. Arada Ahmet ağabey olur ya da olmaz orasını bilemem ama sen hepimizin hayatında çok özel bir yer edindin bunu sakın unutma. Seni tanıştığımız andan beri çok seviyorum öz kardeş olsak anca bu kadar severdim. Bu yaptığın iyiliği de ömrüm boyunca unutmayacağım. Hakkını helal et olur mu?"

Böyle şeyler duymaktan mümkün mertebe kaçan biri olduğum için gözlerimin dolmasına mani olup yine aynı şeyi yaptım ve konuyu kaynatmaya çalışıp "Aman Meral helal olsun tabii ki! Gören de çok acayip bir şey yaptım sanacak. Hadi içir şu sütü de rahatlasın çocuk" dedim. Göz göze geldiğimizde ben her ne kadar kendimi tutmaya çalışsam Meral ağlamaya devam ediyordu ama buna rağmen birbirimize gülümseyip yeniden sarıldık. Sakın beni de ağlatmaya kalkma Meral sakın...

Gözyaşımın "Geliyorum Eylül kaç!" demesiyle birlikte geri çekilip "Hadi ben kaçtım! Benim ufaklıkta mızmızlanıyor olabilir. Gidip bakayım şimdi seninki gibi o da Ahmet'e yapışmasın sonra çocuğu alır kafeteryaya indirip tost falan tırtıklatır ben de fıttırırım burada" dedim ve ikimiz de gülerken "Selim'i gönderiyorum yanına" deyip odadan apar topar çıktım. Ağlamaklı bir halde çıkınca haklı olarak Selim de bana endişe ile bakmaya başladı ama onun içini de hiç vakit kaybetmeden rahatlatıp "Kabul etti sorun yok" dediğimde omuzuma "Sana ne diyebilirim inan bilmiyorum ama çok teşekkür ederim. Bu yaptığını ne ben ne de Meral asla unutmayacağız" diyerek dokunup odaya girdi.

Kendimi toparlamaya çalışırken Ahmet'in bana baktığını görünce "Sakın bir şey deme zaten şuramda duruyor ağlamak istemiyorum" dedim. Bir şey demeden sadece kollarını açıp beni kendisine doğru çekerek sıkıca sarıldı. Bir süre öyle durduk ama sonra Ahmet buradaysa Yiğit nerede diye düşünüp aniden doğruldum.

"Yiğit nerede? Çocuğu Hasan ağabeyin yanına tost stajına vermedin inşallah"

"Sahi Yiğit nerede?"

"Ahmet!"

"Korkma tamam şaka yaptım"

"Şimdi şakana bir başlayacağım bitmek bilmeyecek. Nerede peki?"

"Az önce Belma Hanım geldi ben de küçük adamı anneannesine teslim ettim ondan böyle rahatım. Bizimkilerle birlikte kafeteryaya indiler"

"Ben bir gidip bakayım o zaman çocuk yüzüme hasret kaldı"

Tam giderken Ahmet elimi tutup beni kendisine doğru yaklaştırarak "Bir tek Yiğit mi yüzüne hasret kaldı?" deyince etrafa biri bakıyor mu diye şöyle bir göz atıp sonra da gözlerine dik dik bakarak "Sen onu bunu bırak da neydi o içerideki potun öyle? Mevzuya seni karıştırmazsam çoluğu çocuğu nasıl yap... Tövbe estağfurullah! Odada o kadar insan varken söylenecek laf mıydı bu şimdi? Neyse ki sadece Meral ile Selim duydu" dedim. Gülmeye başladı.

"Asıl senin söylediğin şey neydi? Neden seni çoluk çocuk mevzularına karıştırmıyormuşum Eylül?"

"Çünkü bir tanesi yetti de arttı bile"

"Yetmemiştir o"

"Yetti"

"İki tane daha lazım"

"Yok artık!"

"Bir tane..."

"Ahmet!"

Bu adamın level atlama merakı ne zaman geri dönecek acaba diyordum ahanda döndü. Kardeşinin baba oluşunu gördü ya yine başladı üçer beşer atlama denemelerine. Arkadaş daha nikahı basamamışsın çoluk çocuk mevzuları nereden çıktı şimdi derler adama!

Bu konuda ona laf dinletemeyeceğimi düşündüğüm için Ahmet'i kapının önünde bırakıp kafeteryaya doğru yürümeye başladım. Tabii olduğu yerde kalamadı ve yanıma sokulup "Bir tane de anlaşalım ikinciye kaza süsü veririm ben" deyince Allah yarattı demedim ve nerede olduğumuzu anlık bir şekilde unutup "Sen o kafanda kurguladığın imza işini unut Atahan uğraşamam ben seninle de çocuk merakınla da!" diyerek koluna bir tane patlattım. Niye gülüyor ya! Hayır yani komik bir şey mi söyledim burada anlamadım gitti. Bu adamın özgüveni saçımı başımı yolduracak bana!

"Bir dakika ya! Az kalsın unutuyordum. Sen içeride ne diye beni kızın önüne yem gibi attın? Yok Eylül'ün fikriymiş yok hoşuna gitmezse önce onu haşlaymış... Sen bunu bayağı alışkanlık haline getirmeye başladın bozuşacağız haberin olsun"

"İyi de fikrin sahibi sensin. Ben sana emin misin dedim düşün dedim bu düşünceni paylaşmadan biraz bekleyelim dedim ama sen inat ettin"

"Ne olursa olsun! Orada benim yanımda durman gerekirdi Atahan tırsıp ben bilmem Eylül bilir demen değil"

"Meral sana kızdı mı?"

"Hayır ama şu an kızmamış olması bu fikirden hoşlanmayabileceği ve senin çekilmenle benim orta yerde saf gibi kalabileceğim gerçeğini değiştirmez"

"Ben neticeye bakarım. Şu an bir sorun var mı? Yok"

"Ama olabilirdi!"

"Ah Eylül ah!"

Didişe didişe kafeteryaya indikten sonra ailelerin sohbetlerine katılıp biraz zaman geçirdik. Kalkmamıza yakın Verda Hanım Meral'in yanına çıkarken benim telefonuma da bir mesaj geldi. Açtığımda Selim'in müsaitsem gitmeden önce benimle biraz konuşmak istediği yazıyordu. Şaşırmadım diyemem. Meral vazgeçmemiştir herhalde düşünceleriyle görüşme isteğine olumlu yanıt verdiğimde bana birkaç dakikaya Ahmet'in odasında olacağını yazdı.

Ahmet de çenesi omzumda bir halde benimle aynı anda mesajı okuduğu için ona doğru dönüp "Kardeşin benimle ne konuşacak ki?" dedim. Bilmediğini belli edercesine bakıp "Birazdan öğreniriz" dedikten sonra ayağa kalkıp benim de kalkmama yardım etti ve Yiğit'i anneme emanet edip Ahmet'in odasına doğru yürümeye başladık.

"Ahmet biz sütü Barış'a verdirdik ama alerji falan olmamıştır değil mi? Ya da içmek istememe reddetme gibi bir şey..."

"Böyle bir şey olsa bana Meral'in hemşiresinden anında haber gelirdi"

"O da doğru. Bir an senin mıntıkanda olduğumuzu unutmuşum"

"Selim gelmiş bile"

İçeriye girerken Selim'in yüzündeki ifadeden bir ipucu yakalamaya çalıştım ama öyle gergin ya da endişeli bir hali yoktu. Aksine bugün hiç olmadığı kadar rahat görünüyordu. Ahmet'in Meral ile Barış'ı sorması eşliğinde koltuklara geçip otururken Selim'den iyi olduklarını ve şu an yanlarında Verda Hanım ile kontrollerini yapan hemşiresinin olduğunu öğrendik.

"Sizi de böyle apar topar çağırdım ama sonradan fırsat yakalayamayabilirim diye şimdi konuşmak istedim"

"Sorun değil biz de Ahmet ile ailelerin yanında öyle boş boş oturuyorduk"

Lafımı sorunun ne olduğunu sorarak devam ettirecekken Ahmet'in kulağıma sokulup "Ben boş boş oturmuyordum ki seni izliyordum. Yine şeftali aromalı rujundan sürmüşsün. Maziye bir bakıver neler neler bıraktı Eylül Acar!" demesiyle beni ilk kez öptüğü ana bir gönderme yaptığını anlayıp dizini iki parmağımla sıkıştırdım ve onu iki büklüm ederken aynı anda da Selim'e "Peki sorun ne?" diye sordum. Elimi dizinden uzaklaştırmaya çalışan ağabeyinin perişan haline gülerken "Sorun yok her şey yolunda. Benim sizi çağırma sebebim daha çok işle ilgili" deyince şaşırıp düşünmeye başladım.

"Şu başınıza bela açan Saygısız Saygıner ya da yırtmaçlı asistanla alakalı yeni bir sorun yoktur inşallah"

"Hayır o konuda bir problem yok. Emir'in şu an benimle uğraşacak hali kalmadı. Adnan Bey'in yani babasının şirketi yönetme şeklinden memnun olmadığı için geri döndüğü söyleniyor. Emir babasının izni olmadan nefes bile alamaz"

"Süpermiş! O halde gelelim asıl mevzuya..."

"Biliyorsunuz ki Meral'in "İki Hayal Tek Bir Şişede" tasarımını seri olarak düşünmüştük. Eylül sen de Meral için hazırlayacağım sürprizden haberdar olmuş olmalısın. Kemoterapi bitip hastalığının tamamen geçtiğini öğrendiğimizde Meral ile her şeye sıfırdan başlama isteğim var. Buna tanışma anımız ve evlenmemiz de dahil. Ama bunu yaparken serinin "Sonsuz Ol" adlı üçüncü parfümüne de ihtiyacım olacak çünkü o olmadan bizimle alakalı eksik bir şeyler kalmış gibi hissedeceğim. Biz Meral ile Hayal Et'in gelişim aşamasında yakınlaştık Esir Et sırasında birbirimize bağlandık şimdi de Sonsuz Ol ile ucu bucağı olmayan mükemmel bir hayata adım atalım istiyorum. Az bir zamanımız var ve ben parfüm hazır olur olmaz yapacağım sürprizin anlam ve önemini vurgulayan evlilik temalı romantik bir tanıtım filmi hazırlama niyetindeyim. Meral'i izlerken büyüleyecek bir şey..."

Selim güzel güzel anlatırken Ahmet ciddi bir tavırla araya girip "Peki tanıtım filmi için bir manken arayışına girdin mi? Meral'i düşünüyorsan hem sürprizinin bir anlamı kalmaz hem de böyle bir şey için onun şu aralar uygun olacağını pek sanmıyorum" dedi. Affedersin de ben neyim burada? Markanın yüzü değil de tanıtımda bile yer alamayacak bir bostan korkuluğu mu?

Konuşmanın nasıl ilerleyeceğini tahmin ettiğimden midir bilinmez sessiz kalıp müdahale etmeden sadece Ahmet'i izledim. Konuya dahil oluş sebebi ve oturduğu yerde hafiften gergin bir havaya bürünmesi beni biraz gıcıklandırdı çünkü. Lütfen takındığın tavır ve sarf ettiğin sözlerle beni sinirlendirme Atahan!

"Tabii ki manken arayışına girdim. O konuda her şey hazır iki gün önce Sefa Altınay ile anlaştık bile"

"Sefa Altınay... Karşısında kim olacak peki birini buldunuz mu? Evlilik temalı demiştin şu Sefa adlı mankene tek kişilik bir düğün konsepti hazırlamamışsındır herhalde"

"Ahmet bizim bir kadın mankenimiz zaten var. Eylül hem serimizde de yer alan markamızın yüzü hem de Meral'in çok sevdiği bir dostu. Bence ondan daha iyi hiç kimse olamaz"

"Eylül mü? Sefa Altınay ve Eylül... Hem de yapılacak çekim evlilik temalı!"

"Evet ne oldu?"

"Olmaz o!"

"Niye?"

"Olmaz çünkü... Çünkü Yiğit daha çok küçük! Eylül'ün bu iş için zaman ayırması zor olur. Benim düşüncem yeni birini bulmaktan yana. Yiğit biraz büyüsün ayaklansın Eylül de markanın yüzü olmaya öyle devam eder. Tabii şartlar uygun olursa"

gf.gif


Ne diyor bu adam ya! Susayım susayım diyorum ama söyledikleri susabileceğim gibi değil. Hatta bağır Eylül avazın çıktığı kadar bağır göm o fikrini dahi sormayan Atahan'ı oturduğu yere diyor. Bu noktada tabii ki de müdahalem kaçınılmaz oldu ve hafiften hafiften afakanlar basarken yine de sakin kalmaya gayret ederek "Yiğit'e de tanıtım filmine de vakit ayırabilirim. Hele ki bu Selim ile Meral için bu kadar özel bir çekim ise o vakti olmasa da bir şekilde yaratırım" demeden duramadım. Söylediklerimi dinlerken Ahmet'in kaşları çatıldı. Duyduklarından hoşlanmadı ama işe bak ki bendeniz de onun söylediklerinden hiç ama hiç hoşlanmadım. Şu an karşımdaki adamı tanımakta gerçekten güçlük çekiyorum.

"Ne yani benim düşüncemin hiçbir önemi yok mu Eylül?"

"Senin düşüncenin benim için tabii ki de çok büyük bir önemi olurdu ama şu duyduklarımdan sonra üzgünüm ama artık hiçbir önemi kalmadı"

"Ne demek o?"

"Bir de soruyor musun? Sen bana ne düşündüğümü bile sormadan neyi ne zaman yapabileceğime karar vermeye çalışıyorsun farkında mısın? Selim'e soralım o zaman... Bu karşındaki adam fikriyle konuşmalarıyla gerçekten Ahmet mi Selim?"

"Üzgünüm ama Eylül haklı Ahmet tepkin biraz fazla oldu gibi"

Birkaç saniye birbirimize ters ters baktıktan sonra Ahmet kardeşinden de umduğu desteği göremeyince yerinden kalkıp odada düşünceli bir tavırla dolanmaya başladı. Ne yalan söyleyeyim ona gıcık oldum diye bu yaptığını umursamayıp direkt Selim'i muhatap alarak "Ne zaman ve nerede olacak bu çekim?" diye sordum. Selim tam bana "Yer olarak hem konsepte uyan hem de Meral'in çok sevdiği bir yer olan Venedik'i seçtik. Ayrıca bizim gecikmiş balayı mekanımız da orası olacak" demişti ki Ahmet tavırlı bir ses tonuyla "Venedik mi?" diye sorup aniden durarak bize döndü. Bu adam beni bugün hatta hemen şimdi şu an delirtecek!

"Gizem ile konuşurken o da "Aşıklar Şehri" olarak anılan Venedik'in bu iş için çok uygun olacağını söyledi. Birkaç yıl önce Orhun ile orada tatil amaçlı bulunmuşlar ve çevreyle alakalı harika fotoğraflar çekerek geri dönmüşler. Açıkçası gösterdiği fotoğrafları görünce çok etkilendim"

"Yiğit ne olacak? Eylül çekimdeyken onunla kim ilgilenecek?"

"İsterse Belma Hanım da Eylül ile birlikte gelebilir. Ayrıca birkaç günlüğüne Belma Hanım'a yardımcı olacak birini de bulabiliriz"

"Bu kadar küçük bir bebeğin uçuş yapıp böyle karmakarışık ortamlarda bulunması hiç uygun değil"

"Hemen yarın gitmeyecekler ki Ahmet. Şu an seçilen konsept ile alakalı hazırlıklarımız sürüyor ve onların tamamlanması gerekiyor. Parfümün hazır olması kostümlerin dikilmesi mekana dekorların gitmesi orada platolar kurulması derken nereden bakarsan bak bir buçuk belki de iki ayı bulur diye düşünüyorum"

"Bu bir şey değiştirmez"

"Emin ol ki evlerinde gibi hissetmelerini sağlayacak konforlu bir yolculuk olacak. Yine de aklım kalır diyorsan onlarla gidersin sana da bir nefes alma fırsatı olur"

"O sıralar hastaneden izin almam mümkün değil çünkü izin kotamı fazlasıyla doldurdum. Ayrıca çok önceden ayarlanmış ameliyatlarım var"

"O halde bana güven çünkü herhangi bir sorun yaşanmaması için tüm önlemleri almış olacağım"

Ahmet bir süre sessiz kalıp sonra da bozulmuş gibi "Tamam bana rağmen gitmek istiyorsa buyursun gitsin. Sonuçta iş sizin işiniz benim söz hakkım yok gibi görünüyor" dedikten sonra kapıyı açtı ve yatış yapmış hastalarını kontrol etmesi gerektiği gerekçesiyle kapıyı çarparak odadan çıktı. Kafam o kadar attı ki içimden gelen bir ses "Sakın peşinden gidip onunla konuşmaya kalkma Eylül yoksa bu sinirle ipleri öyle bir koparırsın ki bir daha feriştahı gelse o ipleri birbirine tekrar bağlayamaz" diyor!

"Selim neydi bu şimdi?"

"Bilmiyorum ama istemeden aranızda tatsız bir duruma sebebiyet verdiğim için kendimi çok kötü hissettim. Ben Ahmet ile konuşurum eminim ki o da düşününce saçmaladığını anlayacaktır"

"Adama bak ya! Kendisi gidiyor benden habersiz İzmir'deki bir hastane ile anlaşarak yaşam şartlarını değiştiriyor sonra da gelip benim düşüncemin hiçbir önemi yok mu diyor! Acaba sen bu haltı yerken bana Eylül sen İzmir hakkında ne düşünüyorsun diye sordun mu? Sormadın!"

"İzmir'deki bir hastane derken... Nereden çıktı bu Eylül?"

"Koray söyledi. Üst üste bir sürü teklif almış onların arasından da kendisine göre en yaşanılası yeri seçip teklifi kabul etmiş"

"İyi de Ahmet bir yere gitmiyor ki aksine bu hastaneyle alakalı bağlarını daha da kuvvetlendirdi. Hatta bugün Sinan'dan duyduğuma göre başhekimlik gündemdeymiş"

"Başhekimlik mi? Ahmet mi başhekim olacak? Bu adam neden bana bir şey söylemiyor?"

"Kesinleşmeden bir şey söylemek istememiş olabilir"

"Tamam o zaman biz kendi işimizi netleştirmiş olalım. Ben ne dersen kabul ediyorum sen ne zaman nerede olmam gerekiyorsa bana söyle elimden gelen her şeyi yaparım"

"Önce bir Ahmet ile mi konuşsaydık acaba?"

"Bence hiç gerek yok. O tavrını değiştirmeyip beni daha da çok zıvanadan çıkaracak belli oldu"

"O zaman şöyle yapalım mı? Sen müsait bir zamanda Gizem ile bir araya gel birlikte hazırlanacak kostümlere ve diğer detaylara karar verin. Bunlar benim çok da anladığım konular değil o yüzden Gizem tek başına halletmeye çalışıyor. Ona destek olursan sevinirim"

"Olur yarın yanına uğrarım"

"Harika! Eylül sen Meral'in yanına çıkıp kontrolleri bitmiş mi diye bir bakar mısın?"

"Bakıp sana haber veririm"

"Sağ ol"


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Ahmet Hocam duvarın dibinde ne yapıyorsunuz?"

"Şişşt! Eylül'ün çıkışını bekliyorum Aygün sakın bana doğru bakma da beni fark etmesin"

"Neden Eylül Hanım'dan kaçıyorsunuz ki?"

"Kafasını attırdım çünkü. Kafasını attırdığın bir Eylül'den kaçman gerekir. Öğren bunları"

"Ama ned... Kapı açılıyor hocam!"

Yüzümü gizlemek için elimdeki gazeteyi açıp çaktırmadan Eylül'ün odadan çıkışını ve ayaklarını normalden daha sert bir şekilde yere vurarak gidişini izledikten sonra gazeteyi katlayıp kenara koydum. Odama yaklaşırken Selim de benimle aynı anda kapının önünde belirdi ve Eylül'ün asansöre girişiyle birlikte de "Amaç ne olursa olsun Eylül gibi bir kadını bu denli sinirlendirmek hiç akıl kârı değil. Ayrıca bu olaya dahil olmak benim açımdan da hiç akıl kârı değil. Beni nasıl ikna ettin bilmiyorum. Boşluğuma denk gelmiş olmalı" dedi. Nasıl bir işe giriştiğimizin farkında değilim mi sanıyor?

hmdnfgd.gif


Asansörün kapısı kapanıp yukarıya doğru hareket ederken "Öldürecek beni!" dediğimde Selim de benden çok farklı düşünmüyor olacak ki omzuma bir teselli vuruşu yapıp "Kalıntılarını bile bulamayacağız Ahmet" dedikten sonra Rıfat Bey ile babamızı bulacağını söyleyerek beni burada bırakıp gitti. Ardından bakarken biraz fazla mı ileri gittim diye düşünmedim değil ama yine de Eylül'ün öfkeli halini ve sonrasında olacakları düşününce yüzüme bir tebessüm yerleşti.

Ee! Sonuçta bizim normal bir çift olmadığımızı söyleyen Eylül'ün ta kendisiydi. Hâl böyleyken hayatımızda dönüm noktası sayılabilecek bir konu üzerine her şeyin normal seyrinde ilerlemesini beklemek biraz fazla iyi niyetli bir yaklaşım olur değil mi? Zaman az yapılacak şey çok. Kolla kendini Eylül Acar! Zira hayatının en hareketli günleri seni bekliyor. Eğlence başlasın mı? Düşünüyorum bekleyin... Kesinlikle başlasın!

gnhmjökçlş.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
wrextrfyhklk.png

50.Bölüm : Özürden daha fazlasına ihtiyacım var

........::::::::__Eylül__::::::::........

Ahmet'in söyledikleri bütün gece kulaklarımdan silinmediği için gözüme de doğru düzgün uyku girmedi. O sözleri sarf edebildiğine hâlâ inanmak istemiyorum. Kendi kendime "Rica ediyorum yanlış duymuş ol Eylül" deyip duruyorum ama onca şeyi de yanlış duymamın mümkünatı yok. Ayrıca hadi ben yanıldım diyelim ya Selim ne olacak? O da ağabeyini duydu ve söylediklerini onaylamadığını da çok net bir şekilde ifade etti.

Ama bu adam da Ahmet ya Ahmet! Benimle alakalı bir konuda fikrimi öğrenmeden nasıl tek söz sahibi kendisiymiş gibi hayatımı yönlendirmeye kalkabilir? O maço bir adam değil insanların hayatlarına bu ölçüde burnunu sokan biri hiç değil. Şimdi ne değişti de böyle kabul edilemez bir tavra büründü gerçekten anlamıyorum.

Asabım gerçekten çok bozuk. Keyfim o kadar kaçtı ki bir daha nasıl geri gelir bilmiyorum. Sabah kendimi berbat hissederek gözlerimi açtım ve emin ol ki Yiğit ile ilgilenmem gerekmese kafamı o gömdüğüm yastıktan asla kaldırmaz tüm günümü de yorganımın altında uyuyarak geçirirdim. Sırf dünü unutabilmek olmamış gibi yok sayabilmek için...

Şu an Ahmet çıksın karşıma ve bana "Sen de ne safmışssın be Eylül! Kafa buldum seninle hemen de yuttun" desin istiyorum. Bana şaka yapmış olsun mesela tepkimi falan ölçmüş olsun ama ne olursa olsun bu saçma sapan tavırları gerçek olmasın. Olursa bu aramızda büyük bir sıkıntıya sebebiyet verir. Bu tavırlar benim asla tolere edebileceğim tavırlar değiller çünkü ben kimsenin boyunduruğu altına girebilecek bir kadın değilim.

........::::::::____::::::::........

Yiğit'i kısa bir süreliğine anneme bırakıp Gizem ile görüşmek için Atahanların şirketine geldim ama o henüz yemekten dönmemiş. Erken gelince biraz etrafı dolaşıp sonra da Rana Hanım'ın yanına gelerek Selim'in odasında olup olmadığını sordum ve odasında olduğunu öğrenince de hem selam vermek hem de Ahmet ile konuşup konuşmadığını anlamak için odasına doğru yürümeye başladım.

Kapıya yaklaşırken gözüm ister istemez Selim'in bitişiğinde olan odaya takıldı. Boydan boya cam olan kapıdan içeriye şöyle bir göz attığımda yan duvarda Meral'in tanıtım için çekilmiş birbirinden güzel çeşit çeşit fotoğrafları asılıydı. Hani böyle poster gibi büyük olanlardan. Elinde de o şahane parfüm vardı tabii. Bir o odaya bir de Selim'in odasına baktıktan sonra kapıyı tıklatıp içeriden gelen "Gelebilirsiniz" onayıyla başımı içeriye uzatıp "Müsait misin?" diye sordum.


tuyun.jpg


Harıl harıl çalışırken beni görünce elinde ne var ne yoksa masasına bırakıp "Tabii ki! Gelsene Eylül" deyip bana doğru yürümeye başladı. Selamlaştıktan sonra koltuklara geçip oturduk ama benim gözüm odasındaki boydan boya cam olan kapıya ilişti. Masasından yan manzara şahane görünüyor olmalı. İnsan onları düşününce "Ne aşk be!" demeden edemiyor gerçekten.

"Kapının önündeyken yan odada asılı halde duran Meral'in resimlerini gördüm. Her biri birbirinden güzel"

Yüzünde ışıltıyla karışık farklı bir tebessüm belirirken "O oda Meral'in asistanım olduğu dönemlerde kullandığı odaydı. Ondan sonra kimsenin oraya girip çıkmasını istemediğim için kendime has arşiv odası gibi kullanmaya başladım. Şimdi masamdan ne zaman o tarafa doğru baksam Meral olmasa da bana doğru bakan fotoğraflarıyla karşı karşıya geliyorum. Onu her sabah o masada görmeye o kadar alışmıştım ki gittiğinde orayı boş görmek bana kendimi hiç iyi hissettirmedi. Ama şimdi bunaldığımda kafa karışıklığı yaşadığımda ya da herhangi bir olumsuzlukla karşı karşıya geldiğimde ne zaman o fotoğraflara baksam bana söylediği sözler aklıma geliyor ve ben bir anda sakinleşiyorum. Onu yanımda hissetmek bana iyi geliyor" deyince söyledikleri her ne kadar hoşuma gitse de aklım bir anda başka yöne kaydı ve "Eve dönünce ben de Ahmet'in fotoğrafını duvarıma asayım bari... Ama dart olarak kullanmak için" dedim. Bu defa yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. Ah be Ahmet! Durup dururken ne hallere soktun bizi şaka gibi!

"Bir şey içmek ister misin Eylül?"

"Hiç zahmet etme. Gizem de birazdan gelir herhalde onunla bol bol içeriz"

"Nasıl istersen"

"Meral ile çocuklar nasıl?"

"Ah! Şükürler olsun ki çok iyiler. Sizin durumlar nasıl?"

"Bizim durumlar Yiğit Bey'in yarattığı gündeme göre değişkenlik gösteriyor ama yine de her şey yolunda. Tabii bu yolunda oluş biraz da annemden kaynaklı bir şey. O olmasa ne yapardım gerçekten bilmiyorum"

"Belma Hanım'ın yanında olması büyük şans. Geri dönmeyi düşünmüyor değil mi?"

"Hayır düşünmüyor. Şu torun baldan tatlıdır mevzuları... İzmit'teki evi ve kafeyi kapatıp İstanbul'a yerleşme düşüncesi var"

"Taşınma işleri zordur bir yardımımız dokunursa muhakkak haberimiz olsun"

"Sağ ol"

"Meral sabah seni aramıştı ama sanırım telefonun kapalıydı. Sonradan konuşabildiniz mi?"

"Hayır konuşamadık ama konuşuruz. Aslında ben buradaki işim bitince Meral'in yanına da uğrayayım istiyorum ama malum şahısla karşılaşma olasılığım yüzünden iki arada bir derede kalıyorum"

"Meral seni görürse çok mutlu olur. Bu arada ben hastaneden çıkarken Ahmet de Meral ile Barış'a bakmaya geliyordu. Ayaküstü konuştuk biraz"

"Tavrı yine aynı mıydı?"

"Düne oranla daha sakin ama bu işten hoşlanmadığı açık. Ben yine de elimden geldiği kadar içini rahatlatmaya çalıştım"

"Ağabeyin beni çok şaşırttı. İtiraf edeyim onun gibi bir adamdan asla böyle bir çıkış beklemiyordum. Tamam yine bu işten hoşlanmayabilirdi bunu anlayabilirim ama düşüncelerini paylaşırken ki sözleri böyle olmazdı. Dün yanımda oturup konuyla alakalı fikirlerini söyleyen adam asla Ahmet değildi Selim"

"Eylül istersen vazgeçebilirsin. Yani arada ben ve Meral varız diye sakın huzurunuzu göz göre göre bozacak bir şeyi mecbur hissettiğin için yapma"

"Hayır canım ne münasebet! Sen bana güvenip bu köklü markanın yüzü yapmışken benim özel hayatımı işime karıştırma gibi bir lüksüm olamaz. O tanıtım filminin mankeni benim ve sen beni beceriksizlik ya da disiplinsizlik gibi sebeplerden dolayı kovmadığın sürece ben bu konuyu tartışmaya bile açmam. Şu an huzurumuzu kaçıran da bu iş değil Ahmet'in ta kendisi!"

Konuşurken kapı tıklatıldı ve içeriye bize selam vererek Gizem girdi. Mevcut konu da şimdilik rafa kalktı haliyle. Tokalaşırken "Kusura bakma Eylül seni de beklettim. Geleli çok oldu mu?" dediğinde sorun olmadığını ve yeni geldiğimi söyleyip çalan telefonuna bakmaya giden Selim'e döndüm. Onu da zaten kısıtlı olan zamanında işinden ediyoruz galiba. "Selim sen çalışmana geri dön biz de Gizem ile odasında görüşelim" dedikten sonra Selim'in olumlu yanıt vermesiyle de Gizem ile birlikte çıkıp onun odasına doğru yürümeye başladık.

O sırada gözüm Gizem'in parmağındaki alyansa takılınca elimle alnımı ovuşturup "Eşinle devam kararı aldığınızı duydum. Gerçi evli olduğunu da yeni duydum ya..." dedim. Bu dediğimle birlikte Ahmet ve Selim ile ilgili geçmişte yaptığımız konuşma ister istemez zihinlerde tekrardan yerini aldı. Malumunuz itirafında bana bahsettiği kişinin Selim değil Ahmet olduğunu söylemişti. Yani devirdiği çamı düzelteyim derken farkında olmadan daha büyük bir çam devirmişti. Ama ben yine de Ahmet'in konu dışında olduğunu bir şekilde öğrenmiştim. Sadece Gizem bunu bilmiyordu. O hâlâ eskiden beri aşık olduğu kişinin Ahmet olduğunu sandığımı biliyor.

İşin kötüsü "O gün sana yalan söyledim. Aslında bahsettiğim kişi Ahmet değil Selim'di" diyerek itirafını düzeltme yoluna gidebilecek uygun şartları da yok. Yani biri benim manitam diğeri de Meral'in eşi olunca bu yukarı tükürsem bıyık aşağı tükürsem sakal mevzusunu deşmek onun açısından pek akıllıca değil.

Neyse ki Gizem'de herhangi bir tehdit hissetmedim. Eğer Selim'e karşı Meral'i bırak beni bile rahatsız eden tavırları bakışları ya da sözleri olsaydı ne yapar eder onu bu şirkette barındırmazdım. Sonuçta Meral'e karşı da bir sorumluluğum var çünkü ona işin aslını anlatmamıştım. O da olayın muhatabının Selim değil Ahmet olduğunu sanıyor. Ama gördüğüm tanıdığım kadarıyla Gizem kaliteli bir kadın yani bıraktığı izlenim sebebiyle yaptığımız o konuşmayı unutup o dahil kimseye tek bir söz bile söylemeyeceğim.

"Sanırım benim geleceğimde Orhun'dan başka hiç kimseye yer yok"

"Peki sen eşini seviyor musun?"

Sorum sebebiyle gülümsedi. Ardından odasının kapısını açıp "Sevilmeye layık bir adam" dedikten sonra benim de gülümsememle birlikte "Bir şey içer misin Eylül?" diye sordu. Soğuk bir şeyler içebileceğimi söyleyip çantamı ve ceketimi çıkardıktan sonra tekli koltuğa geçip oturdum. Gizem içecekleri istedikten sonra karşımdaki koltuğa oturunca aramızda oradan buradan havadan sudan ayarında günlük sıradan bir sohbet başladı.

İçecekler geldiğindeyse artık burada olma sebebime giriş yapıp bana Venedik'te yapılması planlanan çekimden bahsetmeye ve önüme de bir sürü çeşit çeşit kataloglar koymaya daha doğrusu yığmaya başladı. Kiminde saç tasarımları kiminde giyilecek kostümler kiminde de aksesuar ve mekan dekorasyonlarıyla alakalı fikirler vardı.

Fikir alışverişinde bulunup birbirimize konsepte uygun bulduğumuz seçenekleri gösterirken zaman da su gibi akıp gitti. Gözüm saate takıldığında Gizem çıkmam gerektiğini anlamış olacak ki "İstersen bugünlük burada bitirebiliriz. İkimiz de biraz düşünüp taşınalım bir sonraki bir araya gelişimizde daha net kararlar alırız. Ben sana dijital katalogları da mail yoluyla iletirim evde zamanın olunca inceler notlar alırsın" dedi. İşte bu süper olurdu.

Elimdeki katalogu diğerlerinin üzerine bırakıp "Çok iyi olur çünkü eve dönmeden önce Meral'in yanına da uğramak istiyorum. Geç saate kalırsam Yiğit evde huysuzlanabilir" dedikten sonra kalkıp çantamı ve ceketimi de alarak Gizem ile birlikte odadan çıktım.

"Eğer Yiğit'ten ötürü buraya gelmen zor olursa işlerimi hallettiğim zamanlar ben senin yanına gelebilirim. Birbirimize bu tarz kolaylıklar sağlayabiliriz"

"Ne iyi olur bilemezsin"

"Bu arada kullanılacak kostümlere bir an önce karar verelim de üzerine göre dikilmeye başlansın. Provaları zamanımızı alacaktır"

"Bir sonraki görüşmemizde ilk bunu netleştirelim o zaman"

"Harika!"

"Görüşürüz Gizem"

"Görüşürüz Eylül kendine iyi bak. Meral'e de selamlarımı ilet lütfen"

"İletirim"

Gizem'in yanından ayrıldıktan sonra asansörü çağırıp gelmesini beklemeye başladım. Tam içeriye girerken de Rana Hanım'ın seslendiğini işitip arkama baktım ve o anla birlikte odasından çıkan Selim'in beklememe yönelik yaptığı işaretle yanıma gelmesini bekledim. O da çıkıyor herhalde. Rana Hanım'a birkaç dosya bıraktıktan sonra seri adımlarla yanıma yaklaşıp "Araban var mı?" diye sordu. Taksiyle geldiğimi anlayınca kendisinin de hastaneye gideceğini söyleyip beraber gitmeyi teklif etti. Aynı yere gidiyorsak neden olmasın denecek bir teklifti bu.

Gizem ile olan görüşmemiz hakkında sohbet ederek aşağıya indikten sonra şirketten çıkıp araca geçtik. Konuşmayı sürdürürken de kafama takılan şeyi bir an önce sorup ondan kurtulmak istedim. Sormasaydım nasıl olacak nasıl bitecek derken epey gerilirdim herhalde.

"Selim her şey iyi hoş ilerliyor ama ben sana bir şey sormak istiyorum"

"Tabii dinliyorum"

"Gizem'den duyduğum kadarıyla çekimi yabancı bir ekip gerçekleştirecekmiş"

"Evet buradan sadece kostüm sorumluları gidecek. Sorun ne?"

"Sorun şu ki benim bildiğim tek yabancı dil Almanca. Okulda herkes yabancı dil olarak İngilizce'yi seçtiği için aykırı olacağım ya ben de gittim şu yaşıma kadar bir gün bile olsun işime yaramayan Almanca'yı seçtim. Şimdi Venedik'e gidince Türkçe ve Almanca dışındaki dillere hakim olamadığım için büyük ihtimalle bana şunu yap bunu yap şöyle dur böyle poz ver diyen insanlara boş boş bakmak zorunda kalacağım"

"Dert ettiğin şeye bak Eylül! Birini buluruz sana ortamda konuşulanları tercüme eder"

"Aslında annem İngilizce'ye hakim o bir şekilde iletişim kurar ama işte o da Yiğit ile ilgileneceği için her an yanımda olamaz"

"Dediğim gibi bu bir sorun değil. Ben şirkete geçince bu konuyla ilgilenirim"

"Sağ ol içim rahatladı. Bir an çekimi aksatabileceğimi düşünüp karamsarlığa kapılmıştım"

"Sen bana ya da Gizem'e aklına takılan her şeyi sor. Eminim halledilmeyecek şeyler olmaz"

"Tamam sorarım"

........::::::::____::::::::........

Çok sürmeden hastanenin önüne gelip arabayı park ettik ama hiç inesim gelmedi. Bu bana ilk defa oluyor. Normalde Ahmet'e kızsam da kızmasam da taksiden indiğim gibi seri adımlarla hastanenin kapısından girer ve ne yalan söyleyeyim gözüm de sürekli Ahmet'i arayarak adımlarımı hızlı hızlı atmayı sürdürürdüm. Ama şimdi onu yine dünkü gibi bulacağım diye korkuyorum galiba. O halleri kafamda ve kalbime yer etmiş olan Ahmet'e zarar veriyor çünkü.

"Eylül gelmiyor musun?"

Selim'in sesiyle ona doğru döndükten sonra kısacık bir an düşünüp sonra da arabadan çıkarak ağır adımlarla ardından gitmeye başladım. Buraya kadar gelmişken geri dönersem biraz tuhaf olurdu zaten. Hastaneye girip girişteki tanıdık kızlarla selamlaştıktan sonra asansöre geçip Meral'in yatış yaptığı kata doğru çıkmaya başladık. Şu an nasıl duruyorum bilmiyorum ama Selim "Gerilme bu kadar" dediğinde ister istemez oflayıp elimden başka bir şey gelmediğini belli edercesine de omuz silktim.

Asansör kata geldi ve ben bir ilki yaşayarak Ahmet ile karşılaşmama ümidiyle odaya doğru yürümeye başladım. Bunu dilediğime gerçekten de inanamıyorum. Ama şans benden yana değildi çünkü içeriye girdiğimizde Ahmet tam karşımızdaki tekli koltukta oturuyordu. Yalan yok o anki hali içimdeki buzları bir miktar eritir gibi oldu. Kaan arkasından sarılıp omzunun ucundan kardeşine bakıyor Ahmet'te hem onunla şakalaşıp hem de kucağındaki Barış'a ağabeyini şikayet ediyordu. Bu adamın çocuklarla haşır neşir halleri zayıf noktam oldu galiba.


asfdghj.jpg


Tabii içeriye girip Selim'in selam vermesiyle bakışlar anında bize doğru döndü. Ahmet ile göz göze geldiğim anda da o az önceki tatlı halleri bir anda siliniverdi aklımdan. Kulaklarımda dünkü sözleri çınlamaya başlayınca içeriye girmekten vazgeçip "Selim ben annemi arayıp Yiğit ne durumda diye bir sorayım öyle gelirim" dedikten sonra odanın önünden uzaklaştım.

Hızlı hızlı yürüyüp sessizce "Her şeyi mahvediyorsun Ahmet!" derken arkamdan "Eylül!" diyerek bana seslendiğini duydum ama anlık bir duraksama yaşasam da içten içe kendime "Yürü git Eylül ya!" deyince arkama bile bakmadan yürümeye devam ettim. Konuşmaya başlarsak birbirimize gireceğiz tadımız tudumuz hepten gidecek gibi geliyor çünkü.

"Eylül bekle!"

Bu seslenişin birkaç saniye sonrası yanımda bitip "Biraz konuşalım mı? Seninle gergin olmak hoşuma gitmiyor" diyerek önüme geçti ve ben de mecburen durmak zorunda kaldım. Ağzımda "Ben böyle olmaya bayılıyorum çünkü!" diye gevelerken yüzüne bile bakasım gelmedi. O da bunu fark etmiş olacak ki elimi tutup "Yüzüme bakar mısın lütfen" dedi. İçimde bak Eylüller hayır bakma Eylüller havada uçuştu ama sonra "Eylül yapma" deyince başımı ona doğru döndürmeden sadece bakışlarımı çevirdim.


fgfhgjkjfgjkhjl.jpg


"Eylül yapma mı? Sen dün yapacağını yaptın şimdi de benden hak ettiğin karşılığı alıyorsun!"

"Sakin bir yere gidip biraz konuşalım mı?"

"Eğer dünkü tavrını sürdüreceksen hiç konuşmayalım çünkü o halin beni büyük bir hızla senden uzaklaştırıyor"

Hiçbir şey demedi. Sadece kendisi yürürken az önce tuttuğu elimi bırakmadığı için benim de onunla birlikte gitmemi sağladı. Sessiz sedasız koridoru geçip asansöre bindik ve aynı sessizlikle de hastanenin çatı katına çıktık. Neden burada olduğumuzu bile sormak istemedim.

Kapıyı açıp çıktıktan sonra çatı esiyor diye çıkardığı ceketini gözlerime baka baka omzuma yerleştirip yeniden elimi tuttu. Bu nezaketini hafifletici bir neden sayacağımı düşünüyorsa fena halde yanılıyor. Birkaç adım sonra etrafta çekirdek paketlerinin olduğu bir köşeye geçtik. Şaka gibi! Çatıya ciddi ciddi stok yapmışlar.

Yan yana dururken dirseklerimi çatının alçak duvarına dayayıp aşağıdaki hareketliliğe odaklandım. Benim hemen ardımdan Ahmet de ay ve kabak olmak üzere birer paket çekirdek açıp "Canı sıkkın olanın burada çekirdek çitlemesi adettendir" diyerek aramıza koyduktan sonra dirseklerini aynı benim gibi duvara dayadı.

Ne o konuştu ne de ben ama sonra bana bir tane kabak çekirdeği uzatıp "Üzülmene neden olduğum her saniye için özür dilerim" deyince dikkatimi kendisine çekmeyi başardı. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde ağzımdan ilk çıkan şey "Özürden daha fazlasına ihtiyacım var. Dün yaptığımız konuşmayı bir türlü unutamıyorum. Üslubundan da seçtiğin kelimelerden de hiç hoşlanmadım" oldu. Elindeki çekirdeği çitlettiğini görünce benim elimde ay çekirdeğine gitti. Hay gitmez olaydı! Bir kere bulaşınca bırakamıyorum da ben bu mereti!

"Selim ile konuştuk"

"Şirkete gittiğimde konuştuğunuzu söyledi"

"Tepkimin fazla olduğunu kabul ediyorum ama sizin için endişelenip telaşlanmam o kadar da garip olmasa gerek"

"Niye endişeleniyorsun? Kardeşin bana bu teklifi bizi yamyamların ortasına atıp kazanlarda kaynayalım diye mi yaptı? Yahu Selim dediğin adam çekimler dahil tanıtım gecesine kadar bir elimizi yağda bir elimizi balda tutup bize her türlü kolaylığı sağlamış bir adamken şimdi mi gözünü arkada bırakacak? Alt tarafı iki üç gün Ahmet! Belki orada kafamı kaşıyacak vaktim olmayacak ama bana da onca yaşadığım şeyden sonra bu küçük bir tatil gibi gelecek. Bak hayatımdaki bu farklılık bana çok iyi gelecek hissediyorum. İçimden bir ses oraya gitmelisin Eylül sakın bu teklifi kaçırma diyor"

Sessiz kaldı. O susunca ben de sustum çünkü diyecek bir sözüm kalmadı. Neyse en azından bu ılımlı haliyle kafamı yeniden attırmadı. Dünkü gibi davransaydı ne derdim bilmiyorum ama büyük ihtimalle şu çatının kapısını sinirle vurup çıkıyor olurdum.

Çevreden duyulan tek ses birbirini kovalayan çitlettiğimiz çekirdeklerin sesiydi. Birkaç dakika sonra da her ne kadar korumaya alsak da rüzgarın bir bir uçuşturduğu çekirdek kabuğu dağımız oluşmuştu bile. Bu dağı en son Ela ile yaptığımız balkon konuşması sırasında görmüştüm. Her iki konuşmanın da temelinde Ahmet olması enteresan. Adam beni çekirdekkolik yapacak belli oldu.

Son kalanı da sessiz sedasız yedikten sonra ağrıyan belimi tuta tuta aniden doğrulup "Dudaklarım şişti! Başlayınca bırakamıyorum ben bunu verme bana böyle şeyler botokslu gibi oldum" dedim. Ahmet de söylediğime istinaden belli belirsiz tebessüm edip kabukları temizleyerek köşede bulunan çöp kutusuna attı. Geri döndüğünde üzerimdeki ceketin yakalarını tutup gözlerime sanki bir şey söyleyecekmiş gibi bakınca ne diyeceğini bilmediğimden lafa ondan önce girdim.

"Bu işi yapmayı çok istiyorum ama bu konu üzerinden seninle anlaşmazlık yaşamayı da hiç istemiyorum. Şu hastaneye gelirken seni göreceğim diye ne kadar gerildim biliyor musun? Eskiden koşar adım geldiğim yere bu defa ayaklarım geri geri giderek geldim. Sevdiğim adamı göreceğim diye neden geriliyorum ben Ahmet? Çok daha büyük sorunları atlatıp onların içinden sapasağlam çıkmışken neden böyle ufacık bir konu yüzünden şu an bu haldeyiz? Onlara bile hakkınken böyle uç tepkiler vermedin farkında mısın?"


wasefdghj.gif


Gözlerini gözlerimde gezdirirken bir yandan da düşünüyor gibiydi. Normalde benden pek beklenmeyecek bir şey yapıp sırf karşımdaki adam Ahmet diye o can sıkıcı tavrını alttan almaya çalışıp hırçınlaşmadan "Lütfen ama lütfen bana ve kardeşine güvenip yanımda ol çünkü ne senin beni kontrol altına almanı ne de benim seni ezip geçmişim gibi olmamı istemiyorum. Hayatımın her alanında yanımda olduğunu bilmeye ihtiyacım var Ahmet" dedim. Cevap veremeden önce bir süre bekledi sonra da beni onayladığını belli edip başını tamam dercesine salladı. Hâlâ bu konuda isteksiz farkındayım ama birbirimizin hayatına böyle sert çıkışlı engeller koymaya kalkarsak daha en baştan çuvallarız. Bir şekilde birbirimizin isteklerine saygı duymak zorundayız.

"Eylül..."

"Dinliyorum"

"Tanıtım filmi..."

"Evet"

"Evlilik ve düğün temalı"

"Biliyorum Selim dün söylemişti"

Söylesem mi söylemesem mi der gibi bakıp "Detayları konuşmuşsunuzdur herhalde" dedikten sonra sanki onu kıracak bir şeymiş gibi buruk bir ses tonuyla "Gelinlik giyecek misin?" diye sordu. Normalde giyip giymeyeceğimi pat diye söylerdim ama bunu sorarken gözüme o kadar masum göründü ki bunu hemen yapamadım. Gözlerimin önüne Gizem'in odasında baktığımız kataloglar gelirken Ahmet'in "Giyeceksin galiba" dediğini duyup bakışlarımı ona doğru çevirdim.

"Kostümlerin arasında elbise görünümlü gelinlikler de var"

Gözlerime bakarken beni o halde hayal etmeye çalışıyor gibiydi. Sonra her ne olduysa donuklaşan bakışlarını aniden çekti. Bana bakmamaya çalışarak "Çekim dahi olsa seni başka bir adamın yanında gelinlikle düşünmek hiç kolay değil. Seni gelinliğinle ancak evlendiğimiz gün görürüm o heyecanı da o özel anı da sadece o zaman yaşarım sanmıştım. Ama şimdi zaten daha önce giymiş olacaksın ve senin için artık bir özelliği kalmayacak" dediğinde içini rahatlatır mı bilmem ama ona "Eğer bir gün evlenmeye ikna olursam yaşadığım her şey benim için bir ilk olacak. Giyeceğim gelinlikte daha önce giydiğim hiçbir kostüme benzemeyecek çünkü hiçbir gelinlik onun kadar güzel onun kadar anlamlı olamaz. Annem yıllardır saklıyor onu" dedim. Bunu dediğim anda şaşkınlaşan bakışları bana doğru döndü.

"Neyi saklıyor?"

"Gelinliğini... Babamla evlenirken giydiği gelinlik"

"Eyvah!"

"Ne?

"Sen evlenirken annenin gelinliğini mi giymek istiyordun yani?"

"Küçüklüğümden beri! Hatta annemle babamın nikah fotoğraflarını gördüğümden beri hep bir gün evlenirsem o gelinliği giyeceğimi söyler dururdum. Annem o fotoğrafta o kadar güzel ve asil görünüyordu ki sanki başka bir gelinlikle onun kadar güzel görünemezmişim gibi geliyordu. Bu yüzden de annem onu özenle saklamaya çalıştı. Gerçi ben evlenmek için biraz geciktim umarım dantellerinde yırtıklar oluşmamıştır"

"Düzelteceğiz artık"

Ne dediğini anlayamayıp "Mırıl mırıl ne söylüyorsun anlamıyorum ki" dediğim anda telefonu çalmaya başladı. İznimi isteyip omuzumdaki ceketinin iç cebinden telefonunu aldığı anda sesin kademeli olarak arttığı ambulans sirenleri duyulmaya başlandı. Ben acilin önündeki kargaşaya bakarken Ahmet bir yandan telefondaki kişiye "Hasta kaç yaşlarında?" diye sordu bir yandan da elimi sıkıca tutup beni kendisiyle birlikte asansöre doğru hızlı hızlı yürütmeye başladı.

İnşallah bu hızla giderken boşluğuna denk gelip beni de acile sokarak elime gazlı bez falan tutuşturmaz. Hayır yani şimdi gaza gelip bilip bilmeden yardım etmeye falan kalkarım sonra maazallah kendimizi başhekimin karşısında birbirimizi "Hep senin yüzünden oldu!" diye dürterken buluruz.

Paldır küldür asansöre geçip acil katına inerken "Konuşmamız yarım kalmış gibi oldu ama muhakkak telafi edeceğim" diyerek gevşettiği kravatını çıkarıp elime verdi. Bana bunu söylerken bile aklından birazdan yapacağı müdahalenin detaylarını geçiriyor gibiydi. Onu hiç bu halde görmemiştim bu yüzden de telafisini yapar mı yapmaz mı diye düşünmedim doğrusu. Haliyle ne yapacağımı da bilemedim. Sadece "Sen şimdi hiç düşünme bunları sadece hastana odaklan" diyerek gömleğinin kollarındaki düğmeleri açıp yukarıya doğru sıvarken ona yardımcı olmaya çalıştım.

Kata gelmemize ramak kalmışken ellerini boynuma yerleştirip beni kendisine doğru çekerek öptü ve hemen arkasından da "Seni ararım" deyip açılan kapıdan çıkarak koşar adımlarla yanımda uzaklaşmaya başladı. Asansörden elimde ceketi ve kravatıyla çıkarken bir yandan da ona doğru bakarak neden bilmiyorum ama acilin önüne doğru yürümeye başladım. Halbuki oraya gitmem değil Meral'in yanına çıkmam gerekiyordu.

Arkasından yetişen başka bir doktor arkadaşı Ahmet'e yaklaşıp ona hararetle bir şeyler anlatırken bir yandan da birlikte acil kapısına doğru koşmaya başladılar. Haliyle adımlarımı daha da sıklaştırdım. Acilin önüne geldiğimde aynı anda birkaç kişi seri halde Ahmet'e ve yanındaki doktora önlük bone maske ve eldiven giydirmeye başladı. Bir de kalabalık ki sorma gitsin. İçeridekilerin konuşmalarına odaklansam da zerre kadar bir şey anladıysam ne olayım! Benim acilen şu doktor terimlerini öğrenmem lazım. Önümde bir sürü olay cereyan ediyor ama ben boş boş bakıyorum resmen.

"Eylül sen ne yapıyorsun burada?"

Arkamı dönüp Gözde ile yüz yüze gelince hiç kıvırmadan doğrusunu söyleyip "Ahmet'e bir şey soramadığım için kendi imkanlarımla acilinizi röntgenliyorum. Saniyeler içinde karıştı burası acilin içi ana baba günü gibi" dedim. Yüzü asık bir halde beni hafifçe kenara yönlendirip "İnşaat alanında çökme meydana gelmiş. Ne yazık ki çok sayıda yaralı var" derken bir anda acilin bizim geçiş yapamadığımız yan kapısı açıldı. Dikkatimiz o yöne doğru kayarken de Ahmet'in üstü başı kan içinde "Aç aç aç aç!" demesiyle tuttukları sedyenin kapısı açılan asansöre doğru hızla gitmesi bir oldu.

Onlar hızla gittiler ama gördüğüm görüntü sebebiyle bu geçiş benim için ağır çekimdeymiş gibi cereyan etti. Sedyede kafatasında demir bir çubukla yatan hasta küçücük bir çocuktu. Tuttuğu oyuncağının o hızla giderken elinden düşmesi de ister istemez gözlerimin büyük bir hızla dolmasına neden oldu.

"O bir çocuk"

"İnşaat alanında ne işi vardı bilmiyoruz. Yasak olmasına rağmen büyük ihtimalle babası bırakacak bir yeri olmadığı için yanında götürmek zorunda kalmış olmalı. Ancak gördüğün üzere alınmaması gereken çok acı bir risk almış"

"Kafasına saplı halde duran o demir çubuk ne olacak? Bu haldeyken yaşama ihtimali ne ki?"

"Bazen çocuklar o küçücük görüntülerinin aksine bizlerden daha güçlü olabiliyorlar. O güçlü kalsın doktorlarımız hallederler merak etme zaten Ahmet Hoca tek olmayacak. Ameliyata girecek ekipte farklı branşlarda doktorlar da var"

Geçtikleri yere doğru yürüyüp yerdeki Demir Adam figürüne içim sızlayarak bakarken "Gözde sen o tarafa geçiş yapabiliyorsan yerdeki oyuncağı alıp bana verebilir misin?" dedim. "Tabii ki" der demez hemen yanımdan uzaklaşıp kapıda kartını okuttu ve oyuncağı alarak geri döndü. Demir Adam'ı "Kırılmış" diyerek bana doğru uzatınca yine de onu alıp bende kalıp kalamayacağını sordum. Almak istedim çünkü göğsünün ortasında "Cem" yazdığına göre bu oyuncak o çocuk için önemli olmalı.

Gözde de kırıldığından ötürü büyük ihtimalle atılacağı için almam konusunda bir sakınca görmedi. Oyuncağı incelerken kendi kendime "Merak etme Demir adam Cem'in yanında şu an başka bir süper kahraman var ve emin ol ki yakında yeniden buluşabilmeniz için ne gerekiryorsa onu yapmaktan çekinmeyecektir" demeden edemedim. Bunu söylemem hoşuma da gitmedi değil. O kadar fantastik film izledim ama aklıma hiç bir gün benim de bir süper kahramanım olacağı gelmemişti. Adama olan kızgınlığımda kırgınlığımda bir anda yok oldu görüyor musun?

"Eylül hadi gel burada boşu boşuna beklemeyelim"

Gözde ile oradan ayrıldıktan sonra o işinin başına geri döndü bendeniz de yukarıya Meral'in yanına çıktım. Tek başıma asansöre binip o upuzun koridorda elimde Ahmet'in ceketi kravatı ve kırık bir oyuncakla yürürken gözlerimin önünden ne o çocuk ne de Ahmet'in o kanlı önlüğüyle olan görüntüsü bir an olsun silinmedi. Şu an ne halde olduğunu ve o ameliyathanede olan diğer doktorlarla nasıl insanüstü bir çaba sarf ettiğini düşünüyorum da... Ben bu adama kızmayacağım ya! Sahiden bak kızmayacağım da kırılmayacağım da unuttum gittim dün olanları. Şu haline kısacık bir an şahit oldum ya resmen onu alıp pamuklara sarasım geldi. Birkaç saniyelik görüntü beni bu kadar etkilemişken onların psikolojileri saatler boyunca bunları görmeyi nasıl kaldırıyor gerçekten bilemiyorum. Doktorluk kutsal bir meslektir denir ya sahiden de öyle....


........::::::::__Saat 21.30__::::::::........

Yiğit'i uyutup yanına uzansam da uyumaya pek de niyetli değildim çünkü aklım Ahmet'e takılmışken gözüme uyku gireceği yoktu. Aslında o da seni ararım demişti ama büyük ihtimalle yoğunluktan ve de yorgunluktan bunu bugün yapamayacak. Hâl böyleyken biz ancak yarın sabah irtibat kurarız herhalde ama işte yine de bir umut "Ya ararsa?" dedirtip beni bekleme moduna alıveriyor. Neyse ki Gözde ile olan mesajlaşmalarımızda ondan ufak tefek haberler aldım da içim rahatladı.

Telefonumu elime alıp yattığım yerden Mine'ye mesaj atınca laf lafı epey bir açtı tabii. Aralarda da o bana Rüya'nın ben de ona Yiğit'in resim ve videolarını attım ve ufaklıklar ne çabuk büyüyorlar adı altında sohbetleşip konuyu darısı Kenan ile onun başına diyerek bağladım. O günleri bir görsek yemin ederim onlar kadar ben de rahatlayacağım. Yarım saate yakın mesajlaştıktan sonra birbirimize iyi geceler dileyerek konuşmayı sonlandırdık ama tam su almak için kalkmıştım ki yeni bir mesaj daha geldi.

Odadan çıkamadan geri dönüp telefonu elime aldığımda Mine kusuruma bakmasın ama feri gitmiş gözlerim bir anda ışıldadı çünkü "Eve dönmeden önce şöyle güzel bir Eylül havası alayım diyorum" yazan mesajı Ahmet göndermişti. Alayım diyorum dediğine göre buraya mı geliyor yani? Yok artık!

Pencereye doğru gidip geliyor mu diye yola bakacakken Ahmet'in çoktan geldiğini ve aşağıda beklediğini fark ettim. Beni görünce gözlerini kapatıp gülümseyerek havayı koklar gibi yapınca gülmeden edemedim. Artisst! Mesajına cevaben "Aldığın hava yeterli geldi mi bari?" yazdıktan sonra telefonu cebime koyup onun mesajımı okumasını bekledim.

Bir şey yazmadan o da telefonunu cebine koydu ve ardından yukarıya bakıp elindeki görünmez kementi salladı salladı sonra da bana doğru atıp iki eliyle hayali ipi benimle birlikte kendisine doğru çekmeye başladı. Bu yanıma gel demek oluyor herhalde.

Pencerenin önünden çekilip perdeyi kapattıktan sonra bir gözüm Yiğit'te olarak çantamdan Cem'in oyuncağını aldım ve hemen odadan çıktım. Annem de salondaki koltukta oturmuş kitap okuyordu. Birkaç saniye içinde kitap keyfine limon sıkacağım için şirin şirin bakmaya çalışıp "Anne biraz Yiğit'in yanında durur musun? Ahmet gelmiş de bir aşağıya inip geleceğim" dediğimde yerinden kalktı ve yine alttan alttan ihaleyi bana bırakıp "Yukarıya neden gelmiyor yoksa çağırmadın mı? Hava da soğuk donmuştur dışarıda" dedi. Biricik oğulcuğun iki dakikada donmaz dışarıda diyeceğim de sus Eylül diyorum kendi kendime.

"Niye donsun ki anne? Adamın arabası var kliması var aklı var fikri var bir şekilde ısıtır kendisini"

"Burada da sıcacık taze demlenmiş çay var sen varsın..."


dsfghjk.jpg

"Ooo!"

"Baban da ben de romantik insanlardık aslında birimizden birine nasıl çekmedin anlamıyorum"

"Beni evlat edinmiş olabilir misiniz?"

Ayakkabımı giyip üzerime de montumu aldıktan sonra annemin koridordan "Belki de hastanede karışmışsındır" demesi eşliğinde gülerek evden çıktım. Görünüş açısından annemin birebir kopyası olduğum için bu seçeneklerin pek oluru yoktu tabii.

Koşar adımlarla asansöre geçip sonra da apartmandan aynı hızla çıkarak Ahmet'in yanına geldim. Göz göze geldiğimizde sözleşmiş gibi o kollarını açtı ben de ona sarılıp "Neden yorgun argın buraya kadar geldin ki iyiyim ve de evdeyim diye mesaj atsan da yeterdi" dediğimde hiçbir şey demedi. Sadece sarılırken saçlarımı kokladığını hissettim.

Geri çekildikten sonra iyi mi değil mi diye anlamaya çalışıp bir yandan da "Aklım hep sendeydi. Ameliyat nasıl geçti Cem iyi mi?" diye sordum. Şaşırdığını belli eden bakışlarıyla "Sen Cem'i nereden biliyorsun?" dediğinde elimdeki oyuncağı kaldırıp göğsündeki ismi görmesini sağlayarak "Arkadaşı Demir Adam söyledi" dedim. Oyuncağı eline alıp gülümsedi.

"Siz küçük çocuğu acilden çıkarıp asansöre doğru götürürken elinden düştü. Aslında kırıktı ama..."

"Tamir mi ettin?"

"Meral'in yanına çıktığımda Selim ile Kaan'dan profesyonel yardım aldım onlar tamir etti. Ee! Çocuk nasıl peki?"

"Ameliyat çok zor geçti ama iyi olacak. Olması için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz"

Ne kadar zor geçtiğini sesindeki titreyişten de yüzündeki yorgun ifadeden de çok net görebildim. Tuttuğum eline bakarak düşünürken "Ellerinin ne kadar kıymetli olduğunun farkında mısın?" diyerek avucunun içine bir buse kondurdum ve bu yaptığıma mutlulukla bakarken de muzurlaşıp soruma yeni bir soru daha ekleyerek "Sigortalatmayı düşündün mü?" dedim. Cevabımı önce bitkin bir gülüşle sonra da "İleride benden çok daha başarılı olacak birbirinden yetenekli gençlere tüm bilgi birikimimi aktarıyorum. Benim sigortam onlar" demesiyle almış oldum.

"Bugün seninle alakalı bir karar aldım"

"Umarım hakkımda hayırlı bir karardır"

"Korkmasana hemen ya"

"Her kararınla aklımı çıkarıyorsun Eylül Acar nasıl korkmam?"

Bizim dairenin pencerelerine baktıktan sonra kollarımı Ahmet'in beline sarıp ikimizi de birbirimize yaklaştırdım ve bana bakan şaşkın bakışlarına aldırmadan "Bugün acilde olanlar sırasında görebildiğim ölçüde seni izledim ve ne hissettim biliyor musun?" diye sordum. O anları düşünüyor gibi baksa da tahmin etmesi zor olacağından cevabı hemen verip "Seninle gurur duydum. O kadar kıymetli bir şey yapıyorsun hatta hep beraber yapıyorsunuz ki sizi korumaya alalım hiç üzülmeyin hiç acı çekmeyin size hiçbir zarar dokunmasın hep iyi olun hep mutlu olun istedim" dedikten sonra kelalaka bir şey söyleyerek "Annem bakıyor mu?" dedim. Bunu neden sorduğumu anlayamadığı için garip garip baktı ama sonra "Eğer perdecilik konusunda profesyonelliğin de ötesine geçmemişse şu an bakmıyor gibi görünüyor" deyince gülümseyerek onu tüm sevgimle öpüp geri çekildim.


wrsedtrfygh.jpg


"Şu an tek ihtiyacımın o olduğunu hissettiğim bu hoş buse ne içindi?"

"İlla bir nedeni mi olmalı?

"Bileyim de senin tarafından öpülmek istendiğimde yine aynı yola başvurayım"

"Yol falan arayıp işi uzatma sen bana göz kırp ben anlarım"

"Ooo! Kırparım bak hatta gözüme tik gelir ne yapacağını şaşırırsın"

Omuzuna sırıtarak hafifçe vurduktan sonra "Bence içimden geldi öptüm deyip kararımı açıklamaya geçeyim" dedim ve kalp çarpıntılarıyla duymayı beklediğini söylemesiyle de "Bundan sonra sana kızmayacağım kırılmayacağım trip falan da atmayacağım böyle yumuşacık mülayim atarsız gidersiz pamuk gibi bir Eylül olacağım çünkü o kadar stresli o kadar gerginliğin had safhada olduğu bir iş yapıyorsun ki seni bir de ben yormak istemiyorum. Benim yanımdayken sessiz sakin bir şekilde kafanı dinle huzurlu ol dingin ol iki dakika sonra hangi sebepten dolayı pençelerimi çıkarıp üstüne atlayacağımı düşünme... Öyle işte!" dedim. Sustu. Bana bakıyor gözlerini kısıyor düşünüyor ediyor ama tek kelime etmiyor. Ne oldu ki?

"Sevmedim"

"Neyi sevmedin?"

"Atarsız gidersiz mülayim Eylül'ü! Sessiz sakin pamuk gibi bir kadın isteseydim başından beri öyle bir kadının yanında olur emekliliğimi bekliyor olurdum"

"Ha! Sızlandığın şeyler aslında hoşuna gidiyor yani?"

Montumun yakalarını tutup "Hem de nasıl! Özellikle şu pençe çıkarıp üstüme atlama detayı aklımı aldı. Yapsana bir gün" diyerek beni kendisine yaklaştırdıktan sonra bir de üstüne göz kırpınca bakışlarımla arkasını işaret edip "Güvenlik bakıyor" dedim. Yalan tabii baktığı falan yoktu.

Arkasına bakıp "Aah! Çabuk düştüm" diyerek yeniden bana doğru dönünce beklenmedik ikinci öpücüğün gelişiyle şaşırıp "İki etti! Ama sevdim o ayrı" dedi. Sevmedim dese kıyamet alameti sayardım zaten. Onun kolları belimi sararken benim ellerimde "Senin evin barkın yok mu arkadaşım? Hadi gitsene evine dondun kaldın burada" derken onun kollarını sıvazlar haldeydi.

"Sıcacık bir evde yalnız olacağıma buz gibi kapı önlerinde seninle olup nefesinle ısınmayı tercih ederim Eylül Acar"

"Şu an etkilenip pelte kıvamı almam gerekiyor biliyorum ama böyle şeyler söyleyince sana acayip gıcık oluyorum Ahmet ya!"

"Niye?"

"Konu kadınlara edilen hoş sözler falan olunca çok profesyonelsin arkadaş! İnan asabım çok bozuluyor. Aklımdan kim bilir daha önce kimlere neler neler dedi de o kikiriklerin aklı başından gitti diye geçirirken etlerini didik didik edesim geliyor. Bak dişlerimi de sıktım öyle konuşuyorum fark ettin mi?"

"Fark ettim de sen hani bana kızmayacaktın? Az önce aldığın kararı daha saati dolmadan bozdun bakıyorum"

"Sen de Pençeli Eylül seviyorum dedin. Ne ara fikrin değişti?"


sdtfgyhj.gif


"Fikrim değişmedi hâlâ ona karşı önlenemez bir zaafım var"

"Öyleyse?"

"Konuyu şöyle toparlayalım o zaman. Mülayim Eylül özellikleri taşımanı istemem ama şu sana kızmayacağım kırılmayacağım trip atmayacağım kısmı mantıklı geldi"

"Tamam anlaştık o zaman"

Yüzüme inanamamış gibi bakıp "Gerçekten anlaştık mı? Makul sınırlar içinde ne yaparsam yapayım kızmak yok kırılmak yok..." dedikten sonra çenemi eliyle sıkıştırarak yüzümü kendisine çekip "Sadece Pençeli Eylül var" dedi. "Aynen öyle. Söz ağızdan bir kere çıkar doktor!" derken buseleşelim diye bilinçli bir şekilde göz kırptım. Mesajı alıp beni öpmek üzereyken aniden geri çekilip "Evet geçmiş ama damlayı kullanmaya devam et yoksa tekrarlar" deyince ne olduğunu anlayamadım ama sonra bize "İyi akşamlar" diyen komşumu fark etmem uzun sürmedi.

Adama aynı anda "İyi akşamlar" diledikten sonra sesimi duyabileceği şekilde yükseltip "Kullanırım da şu kaşıntısı geçse iyi olacak" dedim. O sırada doktor bey az önce engel olunan öpücüğüne arzu ettiği şekilde kavuşup "Ben artık gideyim de daha fazla üşüme" dedi ve benimle beraber 3-5 basamaklı merdiveni çıkıp apartmana girmemle de Demir Adam'ın eliyle kapının camını tıklattı. Bunu da ona bakmak için dönerken fark ettim.

Ne yalan söyleyeyim elinde oyuncakla çok tatlı görünüyordu. Demir Adam'ın kolunu kaldırıp kendi eliyle onun elini birleştirerek kalp şekli yaptı ve bu yaptığıyla beni güldürüp ardından da aynı filmdeki gibi "Seni 3000 kez seviyorum Eylül" dedi. Hmm... Ses tonu ve masumane bakışları hoşuma gitti galiba. Pelteleşme Eylül pelteleşme!

Parmak uçlarımı öpüp "Ben de seni 3000 kez seviyorum doktor" diyerek kapının camına dayadım. O da camın ardından parmaklarıma dokunup "Aldım kabul ettim" dercesine parmak uçlarını dudaklarına götürdü. Ardına baka baka aracına doğru yürürken arkamı dönüp gidemedim. Evin önünden ayrılırken son kez el sallayıp gittiğinden emin olduktan sonra da geri dönerek asansöre doğru yürümeye başladım.

Yukarıya çıkıp eve girdikten sonra montumu çıkarıp odama doğru gittim. İçeriye girdiğim gibi annemin bakışları bana doğru döndü. Oturduğu yerde doğrulup sessizce "Yüzünde güller açarak gittin ama dönüşünde aynı yüzün sirke satar halde. Hayırdır?" deyince yanına oturup başımı omzuna koydum. Ellerimizi tutarken hiç planlamadan hatta düşünmeden "Keşke hiç gitmese" deyiverdim.

Peki bu dediğimi duyan Ahmetsever annem sence bana ne demiş olabilir? Tabii ki de önce tatlı tatlı "Gitmesini istemiyorsan aylardır senden duymayı beklediği cevabı verirsin o da her gece evine gitmek yerine senin yanına gelir sen de başını benim değil onun omuzuna koyarsın" deyip ardından da lafını bir güzel çarparak "Beklete beklete içini kuruttun adamın!" dedi. Bak bu ağır oldu işte!

Son dediğini öyle kinayeli tonladı ki aniden başımı kaldırıp "Yaşımız tutuyor olsaydı kesinlikle Ahmet ile hastanede karıştığımızı ve senin çocuğunun ben değil o olduğunu düşünürdüm" diyerek Yiğit ile annemin arasına yattım. Bir yandan gülüp bir yandan da saçlarımı okşadı ama sonra bana sarılıp "Sen benim bir tanecik kızımsın. Senin sevginle kimse yarışamaz ama Ahmet'i de sevdim bu yüzden de bir an önce hayatınızı birleştirip mutlu olun istiyorum" deyince gönlümü almayı başardı.

"Ben gidip yatayım da sen de uyu artık"

Annem beni öpüp odadan çıktıktan sonra üzerimi değiştirip yatağa geri döndüm. Gözüm Yiğit'te olarak düşüncelere daldığım sırada da telefonuma bir mesaj geldi. Telefonu komodinin üzerinden aldığım da yüzüm yine güldü çünkü Ahmet'in mesajında evdeyim anlamını taşıyan bir ev ifadesi ve yanında da "Seni gördüm ya şimdi iyiyim" yazıyordu. Yüzümdeki şapşal gülümsememle "Bilmukabele" yazıp yanına da mavi bir kalp koyarak ona gönderdikten sonra başımı yastığa koyup içimdeki pır pır uçuşan kelebekler eşliğinde gözlerimi yumdum.

........::::::::____::::::::........


51.Bölümde Eylül'ü Ahmet'e "Artık sana kızmayacağım" sözünü verdiğine vereceğine pişman edelim mi? Bence edelim çünkü tanıtım filminin çekileceği güne gideceğiz ve orada yaşananlar hiç de Eylül'ün düşündüğü gibi olmayacak :krizz:

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
adsedfghj.png

51.Bölüm : Aşıklar Şehri

........::::::::__Eylül__::::::::........

Günler günleri öyle büyük bir hızla kovaladı ki hazırlıklardı provalardı derken sonunda tanıtım filminin çekimleri için start aldık. Ahmet ilk başta çok tepkiliydi ama bu süre içinde o da biraz olsun bu fikre alışmaya başladı.

Sadece benden istediği tek bir şey oldu. O da çekim dahi olsa beni başka bir adamın yanında romantik bir tema içerisinde görmek istemediği için ne fotoğrafları göstermemi ne de tanıtım filmini ona izletmemi istememesiydi. Fikrini değiştirmek adına hiçbir şey söylemedim çünkü gerçekten de görmek istemediği belliydi. Ben de bu konuyu deşip onu istemediği bir şeye zorlamak istemedim.

Bu arada biz şu an Venedik'e ayak basmış vaziyetteyiz ama içim bir miktar buruk. Normalde Ahmet bize gelecekti ve birlikte vakit geçirdikten sonra bizi uçağa o bırakacaktı ama sabahın çok erken saatlerinde hastaneden çağırıldığı için maalesef bu isteğimizi gerçekleştiremedik. Aslında Ahmet açısından daha çok üzüldüm çünkü gitmeden önce bizi görmeyi çok istese de şartlar bunu yapmasına imkan tanımadı. Ne o gelebildi ne de biz ona gidebildik yani. Artık geri döndüğümüzde etrafında bir gönül alma turları atmam şart oldu.

Selim'in yönlendirmesiyle bizi çekim mekanı olarak belirlenen yerin yakınlarındaki bir eve yerleştirdiler. Açıkçası ev kiralanacağını bilmediğimden otelde kalacağımızı düşünmüştüm ama ne yalan söyleyeyim bu eve tek kelime ile bayıldım. İki katlı küçük ama çatı katı da olan harika bir ev. Manzara desen şahane o detaya sarf edilebilecek bir söz bile bulamıyorum. Resmen katla koy bavula getir İstanbul'a otur içine denilebilecek bir yer.

Sanırım burada geçecek olan üç günüm üzerimde rüya gibiydi izlenimi bırakacak. Anlaşılacağı üzere tek eksiğim Ahmet ama neyse ki ona da görüntülü olarak ulaşma şansım var. Üç günlüğüne buna da şükür diyeceğiz yani.

"Eylül banyodan çıktın mı kızım?"

Bornozumun kuşağına fiyonk atarak "Çıktım anne!" deyip kapıyı açtım ve açar açmaz da annemi elinde kocaman bir çiçekle karşımda buldum. İster istemez gülmeye başlayınca o da haliyle niye güldüğümü anlayamadı. Birazdan anlatırım ben ona. En muzur bakışlarımla "Ne o gelir gelmez Venedikli beylerin radarına mı yakalandınız Belma Hanım?" dediğimde hemen tek kaşını kaldırıp içeriye girdi ve "Benim sinyal bozucularım var unuttun galiba" diyerek vazoyu pencerenin önündeki sehpanın üzerine bıraktı. Kimin annesi be!

"İlk tanıştığınız andan itibaren babama mani olamayan sinyal bozucularından mı bahsediyorsun? Doğru çalıştıklarına emin misin?"

Yanına gidip pufa oturduğumda annem de bana doğru hafifçe eğilip "Belki de babanın yanındayken devre dışı bırakıyordum ne biliyorsun?" dedikten sonra yanağımı öptü ve "Sen giyin ben de bir Yiğit'e bakayım. Uyanmışsa yanına getiririm" diyerek kapıya doğru yürümeye başladı.

Çıkmak için kapıyı açtı ama odama bıraktığı çiçekleri nerede olduğumu bile unutacak mutlulukla koklarken "Ahmet de aynı baban gibi mesafe tanımıyor. Bak İstanbul'dan Venedik'e kadar uzanıp bir çiçekle senin sinyal bozucularına da duman tüttürmeyi başardı" demeyi de ihmal etmedi. Ahmet o dumanları tüttüreli epey bir oldu ya hadi neyse açmayalım şimdi bu mevzuları.


rthyjk.jpg


Annemin odadan çıkmasıyla birlikte çiçeğe iliştirilen minik zarfı elime almak için yerinden çıkardım. Ahmet için şaka gibi adam diye boşuna demiyorum. Zarfın üzerine "Geleceğin Eylül Acar Atahan'ına..." yazmış ama hemen altına da parantez içinde daha küçük harflerle "Acar'ı unutmayıp artı puan kazandığını umut eden biricik manitan" yazmayı da es geçmemiş.

Açıkçası şu sıralar ondan güçlü ve etkili bir atak gelmesini bekliyorum çünkü bu mevzuyu en son konuştuğumuzda iki ay sonra imza atmak için planları olduğundan bahsetmişti. Bir de hastanede tanıştığım Aylin'in söyledikleri var tabii. Bu süre doldu ve büyük ihtimalle İstanbul'a dönüşümüzde hiç beklemediğim bir anda teklifini yapıp duymayı arzu ettiği cevabı ona vermemi bekleyecek.

Aslında şeytan diyor madem kaçarı yok ummadığı bir anda sen bas teklifi ava giderken avlansın sen de girdiğiniz iddianın kazananı ol ama sonrasını düşününce hemen vazgeçiyorum. Böyle bir şey yaparsam ömrünün sonuna kadar bunu ağzına sakız edip "Sen istedin evlenmeyi ben teklif bile etmedim" adı altında benimle uğraşır durur.

Zarfı açarken ne yalan söyleyeyim Ahmet'in notta epey bir döktürmüş olacağını düşünüp acaba yine neler neler okuyacağım diye gülümsüyordum. Ancak bu defa beni iyi anlamda şaşırttı çünkü kartta sadece "Şu an sesini duymak ne iyi gelirdi bilemezsin" yazıyordu. Şu tek bir cümle benim için sayfalar dolusu aşk sözcüğüne bedel olduğu için daha makbule geçti tabii.

Çantamdan telefonumu alıp çiçeği koklarken fotoğrafımı çektim sonra da resmin altına "Şu an seni görmek ne iyi gelirdi asıl sen onu bilemezsin" yazarak Ahmet'e gönderdim. Üzerimi değiştirirken ara sıra da mesajımı gördü mü diye telefona bakıyordum. Neyse ki çok geçmeden cevap yazmaya başladı. Hastasının olmadığını düşündüğüm için müsaitse görüntülü aramak istediğimi söyleyecekken de cevap geldi. Mesajında "Üzerinde bornoz mu var senin?" yazdığını ve yanına da gözlüklü cool bir ifade konduğunu görünce gönderdiğim resme bir daha baktım. Evet az biraz üzerimde ne olduğu anlaşılıyormuş gerçekten.

Hiç cevap yazmakla uğraşmayıp direkt görüntülü aramaya bastım ve Ahmet karşıma çıkar çıkmaz da "Küçük detaylara takılma doktor ana konuya odaklan! Ana konumuzu da "Özlem şimdiden dürtmeye başladı" başlığıyla ortaya koyabiliriz" dedim. Dürttü çünkü! Hatta onu görünce dürtmeye de devam edeceğini daha iyi anladım.

Gülüyor ve aynı anda da şimdiden özlemiş gibi beni dikkatle inceliyor. Aynı şeyi yapmıyorum dersem yalan söylerim. Şu istediğin anda yanına gidemeyecek olmanın aynı zamanda da beklemediğin bir anda yanına gelemeyecek olmasının verdiği sevimsiz his var ya kafamı çok fena attırıyor. Aynı şehirdeyken o kadar dip dibeyiz ki böyle ayrı gayrılık bizi fena halde zorluyor gerçekten.

Birbirimize bakarak sessizleştiğimiz bir anda gülümseyişine odaklanıp "Bakıyorum yine zarifliğin üzerinde... Çiçekler çok güzel teşekkür ederim. Senden geldiğini duyunca sanki onlarla beraber senin kokun da geldi burnumun ucuna" dedim. "Kartın üzerine parfümümü sıktım ondandır" dedikten sonra ikimiz de gülerken kendinden emin bir tavırla "Ve bu daha başlangıç" dedi. Ne demek istediğini anlamaya çalışıp kuşkuyla gülümsedim. Aklıma düşen ilk şeyi onunla da paylaşıp "Ne için bir başlangıç? Aa! Yoksa önce kokunu yolladın sonra da kendin mi geleceksin?" diye sordum. Yapar çünkü yapmadığı şey değil.

Yüzündeki buruk tebessümüyle "Belki de çoktan gelmişimdir. Bir kapının önüne bak bakalım orada mıyım?" dediğinde doğru söyleyip söylemediğinden emin olamayıp gözlerimi kısarak "Sen şu telefonunla bana nerede olduğunu bir göstersene" dedim. Bir yandan da hissettiğim heyecanla pencereden dışarıya bakmadan edemedim. Hayır yani espri yapıyor zannederim sonra gerçekten kapının önünde olduğu ortaya çıkar yine şaşırıp kalan ben olurum.

Elindeki telefonu bulunduğu yerde gezdirince hastanedeki odasında olduğunu görüp "Tüh!" dedim. Yalan yok bir anlığına da olsa gelmiş olabilir mi olamaz mı ikilemi yaşamak bile beni içten içe heyecanlandırdı. O da benim ardımdan telefonu kendisine doğru çevirip aynı tavırla "Tüh!" deyip yolculuğumuzun nasıl geçtiğini sordu.

"İnanır mısın bilmem ama çok rahat geçti. Yiğit yine hiç öyle yolculuk falan çekemem tavrıyla vurdu kafayı yattı uyudu zaten"

"Biraz büyüyüp ayaklansın küçük adamı yolculuklar sırasında uyanık kalmaya alıştırmamız lazım. Yolculuğun keyfi bir başkadır büyüdüğünde geçip gittiği gezip tozduğu yerleri tanıyıp öğrenmeye alışmalı. Boş boş gidip gelmek olmaz"

"Büyüsün de alışır"

"Yerleştiniz mi peki?"

"Evet yerleştik. Aslında ben otelde kalacağımızı sanıyordum ama Selim bizim için bir ev tutmuş. Bir görsen bayılırsın. Kutu gibi ama içinde de yok yok. Yiğit için sallanan bir beşik bile var. Böyle bir düğmesine basıyorsun odanın tavanına hareketli yıldızlar çıkarıyor diğer düğmeye basıyorsun uyuması için sessiz sakin bir melodi çalıyor. Efsane bir şey! Hayat kurtardı"

"Küçük adamın senin korku salan ninnilerine maruz kalmayacak olmasına sevindim"

"Ninnilerin sözlerini ben yazmışım gibi davranma. Ayrıca hepimiz o ninnilerle büyüdük"

Kapısı tıklatılmış olacak ki söylediğime gülerken benden izin isteyip "Girebilirsiniz" diye seslendi. Aygün'ün sesini duyup "Kapatayım istersen sonra yine ararım" dediğimde de bana geri döndü. Yüzünü ekşitip "Evet öyle yapalım çünkü hastam gelmiş bekletmeden içeriye almam lazım. Kendinize iyi bakın tamam mı? Kalbimden taşıyorsunuz Eylül Acar! İstanbul'dan en derin sevgilerimle..." dedi ve benim de "Benim kalpten yana da size doğru bir taşma söz konusu Ahmet Atahan! Venedik'ten en derin sevgi ve saygılarımla..." dememle sırıtıp zorunlu bir vedalaşma yaşayarak telefonları kapattık.

Ekran kararınca benim yüzümdeki gülümseme de yavaş yavaş kayboldu. Keşke yirmi dört saat kesintisiz canlı bağlantımız olsa da yanımdaymış gibi aklıma estikçe ona buradan laf atıp durabilsem. Tabii o da bana... İlk zamanlar hayatıma sızmaya çalıştığı için küplere biniyordum ama şimdi o olmadan hiçbir şeyin tadını alamıyorum. Mesela şu an burada olsa bu ev böyle sessiz mi olurdu? Asla olmazdı. Hareket olurdu bir neşe falan olurdu. Ama Ahmet yok ses yok neşe desen bilmem ki nerelerde?

Bir süre Ahmet'i kendimi ve ilişkimizi düşünerek pencereden dışarıyı izledim sonra da telefonu yatağın üzerine bırakıp odadan çıktım. Annem Yiğit uyandıysa yanına getiririm demişti ama sesleri solukları çıkmadığına göre bizim uykucu şirin hâlâ yan gel yat takılıyor olmalı. Annemin kalacağı odaya gittikten sonra aralık kapıdan içeriye baktım ve durumun hiç de düşündüğüm gibi olmadığını gördüm. İkisi resmen beni unutmuş yatağın üzerinde oyun oynuyorlardı.

"Neden ortalarda görünmediğiniz şimdi anlaşıldı. Bensiz anneanne torun eğleniyorsunuz demek!"

"Geldik ama sesler duyunca telefondasın diye hiç girmeyip geri döndük"

Yatağa yaklaşıp yanlarına uzandıktan sonra Yiğit'in boğum boğum kollarını öpe öpe "Sen bacak kadar bile olmayan o cücük boyunla nerelere geldin öyle? Gondola bile bindin köprülerden kanallardan bile geçtin fındık burun!" dedim ve anneme yan bir bakış atarak "Ben senin kadarken anneannen bana ancak mahalle turu attırıyordur herhalde" deyip Belma Hanım'a da ufaktan bir taş attım. Aşk olsun Eylül demeler gecikmedi tabii.

"Yiyeceğim torununu anne! Kilo mu aldı ne bir lokumlaştı bu arkadaş"

"Sıkıştırma çocuğu diyeceğim ama hoşuna da gidiyor bak nasıl gülüyor yavrum"

"Güler tabii"

"Aa! Söylemeyi unutuyordum az önce Selim aradı"

"Ev için teşekkür etseydin"

"Ettim de çekimle alakalı bir sorun varmış"

"Ne sorunu? Bizim de ayağımız pek uğurluymuş gelir gelmez sorunlar eksik olmadı"

"Sana eşlik edecek diğer manken gelemiyormuş o yüzden de akıllarında olan diğer mankenlerle görüşme halindelermiş. Sonuç olumsuz olursa tanıtım filminin kurgusunu Eylül'ün üzerinden yeniden düzenleyeceğiz dedi"

"Aa! Niye gelemiyormuş? Yalnız Ahmet enerji falan göndermiş olabilir çünkü adamdan hiç haz etmedi"

"Evinde küçük bir kaza geçirmiş. Aslında önemli bir şeyi yokmuş ama kısa bir süre boyunluk takması gerekecekmiş"

"Bak bu kötü olmuş işte. Ee... Çekimlere bugün başlayamayacağız o zaman"

"Öyle olacak gibi. Selim bana bugünü kendinize ayırıp dinlenin yarın sabah her şey netleşmiş olur çekimlere de erkenden başlarız dedi"

"Hmm... Anladım. O zaman fırsat bu fırsat deyip dolaşalım mı biraz? Birkaç hediyelik şey almak istiyorum sonradan vaktimiz olmayabilir"

Annem uyumlu bir kadın olduğu için hemen kabul etti ve hazırlanmaya başladık. O sırada merak edilmemek için burada kaldığımız sürece bize her yönden yardımcı olacak olan Azra'yı aradım. Yolculuk sırasında epey bir muhabbetimiz oldu da o da tatlı cıvıl cıvıl eğlenceli bir kadın sevdim doğrusu. Neyse haber vermek için aradığımda o da bize katılmak isteyince anlaşıp annemle birlikte Yiğit'i de hazırlayarak evden ayrıldık. Ahmet'e çok zıpır bir hediye alma isteğim var. Umarım tam da düşündüğüm gibi bir şey bulabilirim.


........::::::::____::::::::........


rehjhjk.gif


Yoldan gelen biz değilmişiz gibi neredeyse girmediğimiz yer tatmadığımız yiyecek kalmadı. Annemle Azra sağ olsun ben "Eve dönsek mi artık?" dedikçe "Döneriz döneriz" deyip hemen ardından da "Bir de şuraya mı baksak?" adı altında beni oradan oraya çekiştirip durdular. Tabii ben almışım alacağımı işim bitmiş geri dönmenin en yakın yolunu arıyorum ama halden anlayan yok. İşin kötüsü derdimi anlatacak kadar bile dil bilgim olmayınca "Siz gezin ben Yiğit ile eve döneyim" de diyemedim. Ama kafaya taktım dönünce bu dil öğrenme işini muhakkak çözeceğim.

Eve geldikten sonra annemin yardımıyla Yiğit'e bıcı bıcı yaptırıp küçük beyi yatağın ortasına aldım. Yalnız Yiğit'i mi yıkadık yoksa annemi mi suladık anlamadım ama kadıncağız daha biz banyodan çıkamadan sırılsıklam bir halde odasına kaçmak zorunda kaldı. İşin kötüsü boşu boşuna eziyet çekmişiz çünkü evde zaten içi fileli bir bebek küveti varmış. Hani şu oradan oraya taşınabilen plastik olanlardan... Annem görüp de sinir olmasın diye yatağın altına sokuşturdum mecburen.

Günü düşünerek beyefendiyi üşütmeden hızlıca giydirmeye çalışırken bir an ana oğul göz göze geldik. Bugün usluluğuyla beni şaşırtmadı diyemem. Yurt dışına çıkmak için işlemler yapmamız gerektiğinde yaygara çıkararak beni her yönden engelleyen ve bu yüzden de birçok işi anneme yaptırdığımız çocuk bir anda başıma meraklı turist kesiliverdi. Fıldır fıldır gezerken sesinin çıkmadığını hatta keyfinin de epey bir yerinde olduğunu hatırlayınca ufaktan bir ifade almaya geçtim tabii.

"Ne o! Ahmet ağabeyin sahalardan çekilmek zorunda kalınca kaldığı yerden devam et diye sana mı el verdi küçük sincap? Bakıyorum daha yeni tanıdığın Azra ablanın kucağından inmemeler kadının lüle lüle saçlarını eline dolayıp biz konuşurken dikkati üzerine çekmeler kafayı omuza yaslayıp şirin şirin bakışlar atmalar... Hayırdır oğlum? Gülünce gamzen de çıkıyormuş kızlar sayesinde onu da yeni gördüm. Yoldan geçen her güzele de bir göz ucuyla bakıp şirinliğini kullanarak şovunu yaptın fark etmedim sanma. Sen daha yaşına girmeden utanmıyor musun annen yaşındaki kadınlara işve cilve yapmaya?


yetysgggg.gif


Yo yo yooo! Hiç öyle agucuk gugucuk tatliş sesler çıkarıp annemi yumuşatırım deme yemezler. Bak senin annen öyle çapkın mapkın tipleri sevmez tamam mı? Orada bir seninle anlaşalım. Sen şimdi bir de büyüyeceksin falan hiç öyle her çiçekten bal alma olayına alıştırma kendini oğlum demem Mr.Spock gibi uzatırım kulaklarını! Adam gibi işveni cilveni tek bir kadına yapmayı öğren!"

Attığım fırça Yiğit'in henüz olmayan yaşına biraz ağır kaçmış olmalı ki susmamla ağlamaya başladı. Ooops! Hayır yani şimdi kızdım diye mi ağlıyor yoksa kızlara giden yolunu kestim diye mi ağlıyor orasını bilemedim ama bunu gerçekten beklemiyordum. Tam o anda da "Mr.Spock benzetmenden ben bile korktum Eylül çocuğun ağlaması çok normal" diyen Ahmet'in sesini duyup arkamı döndüm. Tabii ki burada değildi. Görüntülü aramış annem de açıp yanıma getirmiş ve bu sayede yine duymaması gereken şeyler kulağına çalınmış. Bunun olmasını nasıl engelleyeceğim gerçekten bilemiyorum.

Annem telefonu bana verip Yiğit'i alarak odadan çıkarken Ahmet'e "Hiç bana veliahtını koruma doktor!" dedim ama sonra gördüklerimle ekrana şöyle bir bakıp tek kaşımı kaldırarak "Bir dakika bir dakika! Neredesin sen?" diye sordum. Arkasındaki renkli fıkır fıkır fon hiçbir şekilde tanıdık gelmedi çünkü.

Birkaç saniye durdu sonra da kuşku uyandıracak bir gülüşle "Karşınızdaki evdeyim ve şu an kaldığım odadan senin dışarıya yansıyan gölgeni izliyorum. Balkona çıksan da aynı havayı aynı anda mı solusak acaba?" dedi. Dalga geçiyor değil mi? Benimle kafa bulmaya çalışıyor ama inandırıcı da oluyor gibi. Burada olma olasılığı ne kadardır ki?

Pencereye yaklaşıp onu görme umuduyla perdeyi çektikten sonra tam hayal kırıklığıyla "Bizim karşımızda ev yokmuş ki!" diyordum ki Sinan ekranın yanından başını uzatıp "Sen Ahmet'e bakma Eylül arkadaşlarla dışarıda yemek yiyorduk sohbet uzayınca sıkıldı herhalde sana sarıyor" dedi. Bir itirafta bulunayım mı? Bu defa gerçekten de gelmiş olabileceğine inanmıştım. Tüüh!

"Sinan'ı görmeseydim burada olduğundan ciddi ciddi şüphelenecektim"

"O halde yarınki programda ben yokum diyeyim de Sinan etrafımda olmasın. Görünen o ki inandırıcılığımı yok ediyor"

"Beni kandırma denemelerin sürecek yani"

"Şu an başka eğlencem mi var Eylül? Yanımdaymışsın gibi sana takılmazsam zaman geçmiyor"

"Dönüşte telafi ederiz"

"Dönüşünüzü sabırsızlıkla bekliyor olacağım"

"Siz yarın için ne programı yaptınız ki?"

"Bugün Kenan ile konuştunuz mu?"

"Hayır konuşmadık neden sordun?"

"Aile işlerini ilgilendiren bir konuyla alakalı avukatlarıyla görüşmek için bugün İstanbul'a gelmiş"

"Siz görüşebildiniz mi peki?"

"Evet görüştük. Bir aksilik olmazsa yarın da Sinan ben Kenan birlikteyiz"

"Neyse ki yanınızda bir adet aklı başında Sinan var. Aklın başında değil mi Sinan? Böyle diyorum ama sonra olayı ilk koparan sen olma bak kız babasısın öyle uçarılıklar falan aman ha! Ekranı Sinan'a çevirsene Ahmet gözlerimi belertip işimi garantiye alayım"

"Ağzında lokma var konuşamıyor ama yüz ifadesinden meraklanmasın der gibi bir hali var. Yiğit'e attığın fırçayı o da duydu zaten onun da bir etkisi olmuş olmalı"

"Ee! Ne yapacaksınız peki? Birinizden birinin evinde takılırsınız herhalde. Gerçi ben babanın evinde yani siz de olmanızı tercih ederim tabii. Selim dede hazır yakalamışken şöyle üçünüzü bir elden geçirsin de Mine de rahatlasın ben de Berna da..."

Bunu dememle birlikte biri tıkanmış gibi peş peşe öksürmeye başladı. Gelen seslerden sırtına vuruluyor belli ki ama benimki "Çekilin ben doktorum!" deyip müdahale edeceğine "Eylül ben henüz Sinan'a Berna ile aralarını yapmaya çalıştığımızdan bahsetmemiştim" deyip adama karşı gülüp duruyor. Sinan boğuluyormuş demek ki. Adamın da yemeğini boğazına dizdik ama kız güzel kız değer!

"İyi mi ya? Başını bağlayalım derken ebediyete uğurlamayalım gencecik adamı. Hayır yani Berna'yı da o kadar işledim çabam boşa gitmesin"

"Yok yok iyi kendine geldi"

"Ee! Cevap vermedin. Yarınki planınız ne?"

"Aslında biz de bilmiyoruz. Kenan İstanbul'da gezip tozacak yerler benden sorulur siz bana bırakın hiçbir şeye de karışmayın dedi. Biz yarın direkt ona uyacağız yani"

"Ona mı uyacaksınız? Bana bak sen Kenan'ın şu anki hanımköylü hallerine aldanma adam magazincilerin peşinden koştuğu eski bir playboy diyorum sana. Öyle hastane manşetine düşmeye de benzemez bir anda etrafınızda mankenlerle Türkiye'nin magazin gündemine oturuverirsiniz haberiniz bile olmaz. İkinci bir Pelin vakası çıkarmayın başımıza bak fena yakarız canınızı!"

"Pelin vakası mı?"

"Kenan'a sor zaten kızın ismini duyunca yüzündeki ifadeden anlarsın başına neler geldiğini. Dediklerimi de kulak arkası etme bir şey biliyorum da söylüyorum. Doktor adamsın gazetelerde haberinin çıkması hoş olmaz"

"Abartma Eylül"

"Abartmayayım mı? Adam magazincileri görürse kılık değiştirebilsin diye araba bagajında kostüm taşıyor kostüm!"

"Sen bana güven için de rahat olsun çünkü asla düşündüğün şeyler olmayacak. Ne ben ne Kenan ne de Sinan sizi üzecek bir şey yapmayız"

"Berna'yı ima edip Sinan falan deme şimdi telaştan kaşığı yutacak adam"

Biz konuşurken içeriden de annemin seslenişleri gelmeye başladı. Yiğit acıkmış olmalı. Ahmet'e acil durum olduğunu ve gitmem gerektiğini söyledikten sonra onlara iyi eğlenceler dileyip ekrana sessiz sedasız bir öpücük atarak içeriye gittim. An itibarıyla emzir kolaysa uyut sonra da devril yat Eylül saatlerine girmiş bulunuyoruz.


........::::::::__Ertesi Gün__::::::::........

Sabah telefonuma gelen aramayla uyandıktan sonra çekime başlayacağımızı öğrenip paldır küldür hazırlanarak evden çıktım. Gün ışığını mı kaçırmamalıymışız ne öyle bir şey dediler. Araçtayken Selim ile de konuştum. Sefa Bey'in yerine başka bir manken bulmuşlar ama o ancak akşam saatlerinde burada olabileceği için çekimin geç saatlerdeki etabına katılabilecekmiş. Anladığım kadarıyla bugün çoğunlukla benim üstümde yoğunlaşacakları için benimle alakalı tüm kareleri bir güne sığdırıp hızlandırılmış bir çekim yapacağız.

Makyaja alındıktan sonra her şey çok hızlı ilerledi. Bunu daha önce başımdan geçen çekim maceramda da tecrübe etmiştim zaten. Meral ile o makyaj koltuğuna oturana kadar elimiz ayağımız birbirine dolaşmıştı ama sonra profesyonel yönlendirmeler olunca zaman su gibi akıp geçmişti. Aynı şimdiki gibi.


sfdgh.gif


Birbirinden güzel mekanlara gidip birbirinden güzel rengarenk görüntüler ve pozlar elde ettik. O kadar keyifliydi ki yorulduğumu bile hissetmedim dersem yalan söylemiş olmam. Yemek ve dinlenmek için ara verildiği anlarda bile ekip olarak epey eğlenceli anlar yaşadık. Tercüman ve kostüm sorumlusu dışında benim onların dilini anlayamamam onların da benim dilimi anlayamıyor olması anlaşılma çabalarımız sebebiyle tüm ekibi kırdı geçirdi.

En son İtalyan görüntü yönetmenimiz Nicolò ile setin ortasında birbirimizi anlamadan hararetli bir konuşma yaşadık ama o anlarda herkes gülmekten yerlerdeydi çünkü ne o beni dinliyordu ne de ben onu dinliyordum sadece birbirimize baskın gelmeye çalışırcasına nefes almadan konuşuyorduk. Sonuç ne mi oldu? Şu an o İtalyan arkadaş bana "Saklarini savuurarak don vi kammeraya dogru gul Eylul" diyor. Saçlarımı savurarak dönüp kameraya doğru gülecekmişim yani. Dönmeden önce Türkçe'yi söktürürüm ben ona.

Akşama doğru çekime kısa bir ara verip dağıldık. Şık bir balo salonunda dekor hazırlanıyordu ama henüz bitmemiş bu yüzden bitip ışıklar ayarlanana kadar işi olmayanları azat ettiler. Bu kısıtlı vakti eve gidip duş alarak değerlendirmek istedim zaten annemle Yiğit'i de görmek istiyordum iyi oldu.

Bir süredir de Ahmet'i arıyorum ama telefonunu açmıyor. Hastaneden de çıkmış yani görev başında değil. Yalan söyleyemem bu biraz canımı sıktı. Çekimler sırasında aradığında sesinin biraz bozuk olduğunu hissetmeme rağmen beni moralman yükseltip motive etmişti ama sonra hiçbir aramam sonuç vermedi. Canın mı sıkkın diye sormuştum ama onu da alakası olmadığını sadece yoğun bir gün olduğu için yorulduğunu söyleyerek geçiştirmişti. Doğru söylüyor olabilir ama onun en yorgun halinde bile ne kadar enerjik olabildiğini bildiğim için ister istemez aklımın bir köşesi ona takılı kaldı.

Üzerimi değiştirip çantamı aldıktan sonra annemin Azra'nın geldiğini söylemesiyle odamdan çıktım. Geç geleceğimden ötürü Yiğit'i öpüp koklayarak anneme beni beklemeden yatmalarını söyledim ama annemde de garip bir haller vardı. Nedense eve geldiğimden beri telaşlı heyecanlı halinin yanı sıra benimle göz göze gelmemeye de çalışıyor. Onun da yüzü asık olsa Ahmet ile ilgili bir şey oldu da söylemiyorlar mı diye endişeleneceğim ama yok annem bayağı güleç görünüyor.

Evden Azra ile çıkıp çok geçmeden de yeni çekim mekanımızın önüne geldik. Gerçek şu ki moralim bozuk olunca ayaklarım da geri geri gitmeye başladı. Ahmet'in sesini bir duysam iyi hissedeceğim ama yok! Adam bir anda ulaşılmaz oldu. Azra ile birlikte merdivenleri çıkarken bir yandan da Kenan'a aramalarımı cevaplamadıkları için mesaj atıyordum. Ahmet'e ulaşamadım bari ondan haber alayım dedim ama beyefendinin mesajıma geri dönüşü "Bir huzur ver Eylül!" olunca onun yerine Sinan'a mesaj atmadığıma bin pişman oldum.

Mesaj yoluyla nerede olduklarını ve Ahmet'in şu an yanında olup olmadığını sorduğumda henüz Ahmet ile Sinan'ın yanına gelmediğini söyledi. Yoldalarmış. Ahmet telefonunu açmadığı için geldiğinde beni muhakkak aramasını isteyip salondan içeriye girdim. Bana da hazırlıklar tamam denmişti ama ekip yine seri bir halde etrafı düzenleyip içerideki dev ekranın ayarlarını yapmaya çalışıyordu. Salonun son halini incelerken beni üzerimi değiştirip saç ve makyajımı yapmam için üst kattaki bir odaya aldılar. Odaya girer girmez de fazla zamanımız olmadığı gerekçesiyle bir yandan saçlarım bir yandan da makyajım yapılmaya başlandı.

Çevremdeki herkesin hareketliliğine telaşına rağmen benim içimde anlam veremediğim bir durgunluk vardı. Ne yalan söyleyeyim bir ara bu hazırlıklar ve Azra'nın konsept sebebiyle sürekli bana gelin hanım diye takılması "Benim burada ne işim var?" hissi yaşamama neden oldu. Ahmet'e ulaşamamış olmam da kafama çok takılıyor. Bir şeye mi bozuldu yoksa bilmediğim başka bir şey mi oldu bilmiyorum ama onu düşünmeden yapamıyorum.

Çok tuhaf... Şu an sanki gönüllü olmadığım bir evliliğe hazırlanıyormuşum ve Ahmet'in gelip beni buradan çıkarmasını bekliyormuşum gibi hissediyorum. İçten içe "Tamam gelinlik giyecek olabilirsin hatta birazdan tanımadığın bir adamla sanki büyük bir aşk yaşıyormuş gibi palavradan pozlar da verecek olabilirsin ama tüm bunlar çekimden ibaret. Hiçbiri gerçek değil" diyerek kendimi gerçek dünyaya davet etmeye çalışıyorum. Ama elimde olmadan çok gerildim. Odanın duvarları üstüme üstüme geliyor dersem herhalde halimi az biraz anlarsın.

Bu düşüncelerle etrafımda olan bitene bakarken birazdan giyeceğim gelinliği getirip kılıfıyla birlikte askıya astılar. O anla birlikte Ahmet'in "Gelinlik giyecek misin?" dediği ana küçük bir yolculuk yaptım. O anki hali ve bu soruyu sorarken ki tonlaması ne yalan söyleyeyim beni üzmüştü. Onu üzüyorum diye üzüldüm aslında. Oysaki bunu kafasına takabileceği hiç aklıma gelmemişti. Hâlâ bununla alakalı bir sıkıntısı var mı bilmiyorum ama umarım yoktur. Yarın öbür gün bu çekimde yer alan resimlere ya da görüntülere denk gelirse içinin burulmasını hiç istemem.

Son dokunuşları yapmaları için giyinmemi bekleyip sonra da hızla etrafımı sardılar. Kimi ayakkabımla ilgileniyor kimi vücut makyajımın rötuşunu yapıyor kimi saçlarımın toplu mu daha güzel yoksa açık mı daha iyi olduğuna karar vermeye çalışıyor kimi de gelinliğin sırtındaki ipleri beni nefessiz bırakma pahasına gerip üzerimde kusursuz görünmesini sağlamaya çalışıyordu.


kghhjk.jpg


Bu kargaşanın içinde gözüm boy aynasına yansıyan görüntüme takılınca kendimi çok garip hissettim. Serinin ilk parfümü olan Hayal Et'in çekiminde de bembeyaz bir elbise giymiştim hatta Meral gelinliğe benzediğini de söylemişti ama o gelinlik değildi yani o düşünceyle tasarlanmamış şık abiye bir elbiseydi. Ama bu öyle değil. Saçımda bir duvak olmasa da şu an üzerimdekilerle ciddi ciddi gerçek bir geline benzedim.

Elbisenin altına ekledikleri ekstra katmanlar ve kumaşın üzerine sık sık yerleştirilen beyaz dantel detayları onu ilk gördüğümden farklı bir boyuta taşımış. Provalar sırasında straplez düz kumaşlı kabarık olmayan krem rengi bir elbiseyi andırıyordu ama şimdi "Ben göz kamaştıran bir gelinliğim!" diye bas bas bağırıyor.

Bunu söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama Ahmet haklıymış. Hayatımda ilk kez giydiğim bir gelinlikle tanımadığım bir adamın yanında olmak değil Ahmet'in yanında olmak istermişim. Onun da dediği gibi özel bir şeymiş bu.

Düzensizleşen nefesimi kontrol altına almaya çalışırken kapı açılıp içeriye "Eylül sana eşlik edecek manken sonunda gelmiş onu da makyaja aldılar" diyen Azra girdi. Şu an kendimi öyle bir psikolojiye soktum ki söylediği şey umurumda bile olmadı. Donuk bakışlarımı sessizce ona doğru çevirdiğimde önce "Hazırsan seni aşağıya alalım çünkü dergilere servis edilecek birkaç fotoğrafın gerekiyor" dedi sonra da bana dikkatle bakıp "Sen iyi misin Eylül?" diye sordu. Bilmiyorum ama şu an Ahmet'in sesini duymaya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Haber bırakmama rağmen hâlâ geri aramamış olmasının bir anlamı olmalı. Biz hiç bu kadar süre iletişimsiz kalmazdık çünkü.

"Bana biraz izin verir misiniz? Sadece birkaç dakika... Arayıp sesini duymam gereken biri var"

"Sorun değil. O halde sen konuş ben de döndüğünde başlayabileceğimizi haber vermeye gideyim"

Azra'nın koluna dokunup "Sağ ol" dedikten sonra telefonumu aldım ve eteklerimi toparlayıp odadan çıktım. Merdivene doğru yürürken o uzun koridorda attığım her adım kalbimin daha da hızlı atmasına neden olunca aniden durup derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Kapattığım gibi de gözümün önüne tanıtım gecesi Ahmet ile daha tanışmadan birbirimize doğru yürüdüğümüz an geldi. Göz göze gelişimiz ve bakışlarımızı bir an olsun birbirimizden çekmeyişimizi ilk günkü gibi hatırlıyorum. Şu an burnuma o gün kullandığı parfümün kokusunun geldiğine de yemin edebilirim. Sanki az önce buradan geçip gitmiş gibi.

"İi mizin Eylul?"

Gözlerimi açtığımda karşımda Ahmet yerine bana "İyi misin Eylül?" demeye çalışan Nicolò duruyordu. Tek kelime etmeden mimiklerimle iyi olduğumu belli edip onu orada bırakarak merdivenlere yaklaştım. Basamakları teker teker inerken bir yandan da gözlerim etrafı tararmış gibi bütün salonu geziniyordu. Son basamağı da geçip eteğimi tutmayı bırakarak telefonumdan Ahmet'i aramaya başladım. Bu defa görüntülü aramadım çünkü açarsa beni gelinlik giymiş halimle görmesini istemedim. Sadece sesini duysam kâfiydi. Açarsa tabii...

"Ahmet Atahan'ın telefonu ben Sinan nasıl yardımcı olabilirim Eylül?"

Beynimden vurulmuşa döndüm demek bu olsa gerek. Şu an neden bu halde olduğumu anladım galiba. Annemin telaşlı tavırları Ahmet'e ulaşamıyor olmam ani manken değişimi ve bu düğün teması sanırım bu defa onun gerçekten de burada olabileceği kuşkusunu içime yerleştirmişti. Kalbimdeki alışılmışın dışındaki atışlar belki de "O an bu an olabilir mi?" hislerine sahip olduğum içindi.

Şimdi Sinan'ın sesini Ahmet'in telefonunda duyunca bunun mümkün olmadığını anladım ya içime bir şey oturdu sanki. Demek ki o an bu an olsun istemişim. Şu merdivenlerden inip bir anda onu karşımda görmeyi beklemişim. Ama olmadı. Neyse dikkat çekmeden önce toparlansam iyi olacak.

"Seni en son gördüğümde çocuk doktoruydun ne zamandan beri Ahmet'in telesekreteri oldun? Dur dur! Kesin seni arayınca da Ahmet çıkıp "Sinan Öztürk'ün telefonu ben Ahmet nasıl yardımcı olabilirim" diyor değil mi? Şakacılar sizi!"

"Ben de seni son gördüğümde sadece Ahmet ile uğraşan bir kadındın ne zamandan beri çöpçatanlığımı üstlendin?"

"Ama çok güzel kız be Sinan!"

"Fark etmedim mi sanıyorsun?"

"Razı mısın yani?"

"Sence?"

"Harika! Bu arada senin şu lolipoplardan bahsettim dinlerken gözleri ışıl ışıl oldu. İçi sakızlıları çok severmiş. Karşılaştığınızda kıza bir şapkadan şeker çıkarma cepten bir lolipop fırlatma falan isterim haberin olsun"

"Tüyo için teşekkürler"

"Sinan..."

"Ahmet'i ne zaman soracaksın diye merak ediyordum. Sesin titriyor gibi... İyi misin?"

"Ahmet ile konuşursam iyi olacakmışım gibi geliyor. Orada mı?"

"Arabaya kadar indi neredeyse gelir"

"Neden aramadı beni? O kadar da haber bıraktım"

"Fırsatı olmadı herhalde"

"Fırsatı olmadı demek"

"Eylül kapı çalıyor Ahmet gelmiş olmalı. Sonra görüşürüz"

"Görüşürüz"

Sinan kapıyı açmaya giderken ağır adımlarla salonun ortasında duran şık masaya doğru yaklaştım. O sırada kulağıma da derinlerden bazı konuşmalar geliyordu. Kenan da orada olmalı çünkü seslerden biri ona ait. Parmağımın ucuyla çiçeğin yanında duran ahşap oymalı isimliği düzettim ve Ahmet'in sesini duyacağım anı beklerken de bedenen masaya yaslanıp karşımda duran simsiyah ekrana yansıyan görüntüme odaklandım.

Ve beklenen an Ahmet'in telefona gelip "Eylül..." deyişiyle gerçekleşti. O an son derece şık dekore edilmiş bu bomboş salonda ikimizin olduğunu hayal ediyordum. Bu yüzden de konuşmaya Ahmet'in tereddütlü bir sesle ikinci kez bana seslenip "Eylül orada mısın?" demesiyle başladım.

"Şu an burada olmanı çok isterdim. Aynı İzmir'de yaptığın gibi habersizce gelmeni yani. Yüzünü görmeyi elini tutmayı senin yanımda olduğunu hissetmeyi çok isterdim. Gün içinde sanki buradaymışsın gibi beni kandırmaya çalışıp durdun ya sanırım içten içe gerçekten buraya geleceğini düşündüm. Az önce seni arayıp karşıma Sinan çıkınca da hâlâ İstanbul'da olduğun gerçeğiyle yüzleşip yüzüme yumruk yemişim gibi oldum. Hani bana çekim dahi olsa seni başka bir adamın yanında gelinlikle düşünmek hiç kolay değil demiştin ya... Bunu söylerken neler hissettiğini artık anlıyorum galiba. Şu an giyindim hazırlandım salona indim ve diğer mankenin makyajı biter bitmez çekime başlamayı bekliyorum ama birazdan yanıma gelecek olan o değil sen ol istiyorum. Sadece sen..."

"Eylül bir saniye bekler misin? Seni görüntülü arayacağım"

"Hayır beni bu gelinliğin içinde görmeni istemiyorum"

"Gelinlik umurumda bile değil Eylül ben yüzünü görmek istiyorum"

"Ahmet dur bekle..."

Sözümü tamamlayamadan telefon kapandı. Ne bekliyordum ki acaba? Gözüm telefonun ekranında olarak beklerken kulağıma gelen müzik sesiyle önümdeki dev ekrana baktım. Gün içinde yaptığımız dış çekimlerin görüntüleri peşi sıra akıyordu. Montajlanınca ortaya harika görüntüler çıkmış ama benim aklım yine de Ahmet'in neden aramak için bu kadar zaman kaybettiğindeydi.

Dalmış bir halde ekrana boş boş bakarken Ahmet hâlâ aramadı ama beni şaşırtan şeyler olmaya başladı. Dikkatli bakınca dış çekim görüntülerimizde benim haricimde Ahmet'in de görüntülerinin olduğunu fark ettim. Hem de bu görüntüler bizim çekim yaptığımız yerlerdeydi ve gayet de profesyonellerdi. Bir o bir ben derken aralara serpiştirilen yabancı lisana sahip sözler ve müziklerle video gayet romantik bir hâl almıştı.

Şaşkınlığım son sahnenin ardından ekranın yavaşça kararmasıyla daha da arttı çünkü bir anda ekran dörde bölündü ve açılan ilk kare karşıma Selim'i Meral'i ve çocukları çıkardı. Arkalarında da Berna Gizem ve sanırım eşi duruyordu. Hatta yanlarında Haluk Bey'e şanslı fularının düzgün olup olmadığını soran Selim dede bile vardı. Doğru görüp görmediğim konusunda kendimle çatışırken de diğer kareler bir bir açılmaya başladı. İkinci kare İzmir'deki sevdiklerimi bir arada görmemi sağladı. Mineler Elalar Yeldalar Nevin abla Nezaket teyzeler herkes orada bir aradaydı. Üçüncü karedeki coşku da gülmeme neden oldu çünkü o kare Ahmet'in hastanesindeki arkadaşlarına bağlanıyordu. O kadar kalabalıklar ki kime bakacağımı şaşırdım. Gözlerim karelerin içindeki sevdiklerimizde hızla gezinirken boş olan karede kalıp oradan da şu an Kenan ve Sinan ile birlikte olan Ahmet'in çıkmasını bekledim ama çıkmadı. O kare boş kaldı.

O karenin dolacağı anı heyecanla beklerken salona da derin bir sessizlik hakim oldu. Ekrana yansıyanlar da konuşmuyor sadece tutulmuş halime bakarak gülümsüyordu. Sonra birden ışıklar değişti ve yerler müzik sesiyle birlikte sislenip birkaç saniye içinde bulutların üzerinde duruyormuşum gibi hissetmeme neden oldu. Bunların ne anlama geldiğini anladığım anda şarkının sözleriyle birlikte yanımdan bir el uzandı ve "Bu anı o kadar uzun zamandır bekliyorum ki..." diyen Ahmet'in sesini duymamla da önüme açık halde bir yüzük kutusu bıraktı.


At last
Sonunda
My love has come along
Aşkım ortaya çıktı
My lonely days are over
Yalnızlık günlerim sona erdi
And life is like a song
Ve hayat bir şarkı gibi

Oh yeah yeah
Oh evet, evet
At last
Sonunda

The skies above are blue
Gökyüzü masmavi
My heart was wrapped up in clover
Kalbim yoncaya sarılı
The night I looked at you
Sana baktığım gece

I found a dream, that I could speak to
Bir rüya buldum, konuşabilecek
A dream that I can call my own
Benim diyebileceğim bir hayal
I found a thrill to press my cheek to
Yanağımı bastıracak bir heyecan buldum
A thrill that I have never known
Hiç bilemediğim bir heyecan

Oh yeah yeah
Oh evet
You smiled, you smiled
Gülümsedin, gülümsedin
Oh and then the spell was cast
Oh ve sonra büyü bozuldu
And here we are in heaven
Ve şimdi cennetteyiz
for you are mine...
Benimsin diye...

At Last
Sonunda


Gözlerimin dolmaması adına büyük bir savaş verirken hâlâ arkamda duruyordu ve çok geçmeden de kollarını belime sararak bana sarıldı. Kalbimin hiç bu kadar hızlı atabildiğine şahit olmamıştım. Omuzumu öptüğünü hissetmemle başımı ona doğru çevirdim. Burada olduğuna inanamıyorum. Biz onunla az önce konuştuk... Sinan'ın yanındaydı. Aynı anda hem İstanbul'da hem de burada nasıl olabilir ki? Şaşkın halime bakarken her zamanki muzur ifadesini takınıp "Biz artık evlenelim diyorum" dedikten sonra masaya bıraktığı kutuyu eline aldı ve meraklı bakışlar eşliğinde yüzüğü bana doğru tuttu.

gukj.jpg


"Sana olan sevgimden ne kadar eminsem senin bana olan sevginden de bir o kadar eminim. Sen bensiz olamıyorsun ben olmayı bırak sensiz bir hayatın düşüncesine bile tahammül edemiyorum. Seni gördüğüm ilk andan beri bugünün hayalini kuruyorum. Doğru anı yakalamayı o kadar çok bekledim ki... O anın gelmesini beklerken bir şey olacak ve seni kaybedeceğim diye o kadar çok korktum ki... Ama bize olan inancım sana olan sevgim ve geleceğe karşı olan umudum en karanlık günlerde bile sana uzanan yolumun ışığı oldular. Sana bir gün eğer seni gerçekten hak etmişsem kalbinin yolunu bulur yaşaması gereken tüm güzellikleri de yaşatırım ona demiştim hatırladın mı? Gizli saklı köşelerde kalmış kalbinin yerini bulmayı başardım Eylül Acar. Kolay olmadı ama ona ulaşma yolunda yaşadığım her zorluk bu anı yaşamama değerdi dedirtti. Şimdi de olumlu bir cevap alacağımı umut ederek o kalbin sahibine yani sana seni ömrümün sonuna kadar sevip çok da mutlu edeceğimin vaadini veriyorum ve iki ayrı hayatı tek ama daha anlamlı bir hayatta birleştirebilmem için benimle evlenmeyi kabul etmeni diliyorum. Hadi bana evet de ki o gün sana verdiğim sözü tutup hak ettiğin gibi aşk dolu mutluluk dolu güzelliklerle dolu bir hayatı önüne serebileyim"

gukj12.jpg


Heyecanlı olduğunu bana sonuna kadar hissettiren gözlerine bakıyorum bir şey söylemek istiyorum ama kulağıma çalınan "Evet de! Eylül hadi evet de!" yönlendirmelerine rağmen hiçbir şey söyleyemiyorum. Tutulup kaldım. Evlilik konularıyla alakalı o kadar konuştuk bazen de gülüp makarasını geçtik ama o an geldiğinde hiç böyle hissedeceğimi düşünmemiştim. Heyecanlandım mutlu oldum ve ona olan sevgimin bana bu soruya evet demekten başka bir seçenek bırakmadığını hissettim.

Boynuma yerleştirdiği elinin ve "Biz birbirimizin olmalıyız Eylül Acar" deyişindeki sıcaklığın etkisiyle başımı cevabımın evet olduğunu belli edecek şekilde salladıktan sonra dudaklarımın titrediğini hissetmeme rağmen gülümseyip sözlü olarak da "Seni bu kadar severken sana hayır demem imkansız. Seninleyim doktor! Hem de ömrümün sonuna kadar..." dedim. Verdiğim cevabın üzerine ıslık ve alkış sesleri yükselirken Ahmet de beni öpüp dedesinin "Önce yüzüğü takıp işini garantiye al zibidi kızı sonra öpersin!" demesiyle de elindeki yüzüğü hemen parmağıma geçirdi.

Şu an bunları yaşadığımıza gerçekten inanamıyorum. Çok değil daha dakikalar önce ona ulaşamadığım için kalbim sıkışırken şimdi parmağımda yüzüğünü taşıyorum. Birbirimize yaşananların verdiği mutlulukla gülerek bakarken boynuna sarılmamla o da kollarını belime sarıp bana sarıldı ama o sırada söylediği şeyler henüz yeni toparladığım kafamı yeniden karıştırmayı başardı.

"Üzerindeki gelinliğin içinde gözlerimi fena halde kamaştırdığın bir gerçek ama hayallerine de engel olmak istemem. Şimdi yukarıya çıkıp kendini gerçek bir gelin olarak hissedeceğin annenin gelinliğini giy ve mümkün olan en çabuk şekilde bana geri dön çünkü bir saat sonra nikah törenimiz başlayacak Eylül Acar!"

Ne dedi o? Nikah töreni mi dedi ne dedi bir şey dedi! Ellerimi omuzlarına koyup kendimi hafifçe geri çekerek benimle kafa bulup bulmadığını anlamaya çalışırken "Gelinin şahidi olarak bu romantik ortamı bozmayı hiç istemezdim ancak bir saat değil sadece elli iki dakika kırk üç saniyeniz kaldı. Bence hazırlanmak için acele edin çünkü burada kıyılan nikahlarda sizin keyfinizin gelmesini beklemiyorlar. Ben konuşurken yaklaşık on bir saniyeniz geçti bile" diyen Kenan'ın sesini duyup bakışlarımı sesinin geldiği yöne doğru çevirdim.

Aman Allah'ım Kenan burada! Sadece o da değil Sinan da burada ve şu an annemle Yiğit'in yanında duruyorlar. Bu arada şahit mi dedi o? Gelin şahidi... Nikahlarda olup "Siz de bu evliliğe şahitlik ediyor musunuz?" sorusuna "Ediyoruz" deyip deftere imzayı çakanlardan! Ne yani teklifi yaptık kabul ettik hadi dağılalım ve bilmem kaç hafta sonraki nikaha hazırlanalım demeyecek hemen şimdi burada direkt evlenecek miyiz? İyi de bundan benim niye haberim yok? Gelinmişim ya ben... Bunu önceden bilmem gerekmiyor muydu? Çok fena oyuna geldim ben şu an... Benden habersiz bir şeyler karıştırdılar ve ben de uyanık geçiniyorum ya bilmeden oltaya geldim.


dftghj.jpg


Duyduklarım ve gördüklerim sonrası aptallaşmış bir halde bakışlarımı Ahmet'e çevirip "Birazdan burada bir çekim olacak. Tüm gün hazırlıkları yapıldı. Kardeşinin ayarladığı ve uzun zamandır üzerinde çalıştığı bir çekim..." dediğimde Ahmet de yüzünü şekilden şekile sokarak "Birazdan burada bir çekim değil bizim nikahımız olacak Eylül" dedi. Bakışlarıyla bana bir şeyler ima edince dikkatimi çekmeye çalıştığı yere doğru bakıp masadaki ahşap isimliğin ön tarafındaki "Eylül Acar & Ahmet Atahan" yazısını gördüm. O hep orada mıydı ya!

"Sakın Selim'e kızma çünkü o sadece evlenebilmemiz için uygun bir ortam ayarlamam konusunda bana yardım etti o kadar"

"Ne yani şimdi çekim yok mu?"

"Yok"

"Bütün gün yaptığım şey neydi peki?"

"Venedik hatırası! Bugün ayrı ayrı yaptık yarın da birlikte dış çekimimiz var. Nikah görüntülerimizle beraber bizim için harika bir evlilik videosu hazırlayacaklar. Bitince bayılacaksın"

"Bu çekim için kavga ettik biz seninle... Trip attın istemiyormuşsun gibi ne yapacağımı şaşırdım Ahmet! Seninle aram açıldı tartıştık diye içim içimi yedi benim. Hepsi bu planın bir parçası mıydı yani?"

"İnada bindirip işi hemen kabul etmen ve aynı zamanda seni buraya evlilikle alakalı getirdiğimi anlamaman için karşı çıkmam gerekiyordu"

"Hastanenin çatısında yaptığımız konuşma?"

"Sanırım en zorlandığım kısım oydu"

Bu konuşmanın üzerine Kenan "Şu an kırk iki saniyeyi daha yediler ve korkarım ki Eylül'ün cevabıyla bir kırk ikiyi daha yiyecekler. Evlenemeyecek bunlar onca yolu boşuna geldik!" diyerek ceketini çıkarırken ben de kabarık eteklerimi tutup doğruldum.

Gülümsemeye çalışarak adım adım Ahmet'e doğru yürüyüp "Nikah masası... Teklif..." dediğimde Ahmet de beni çapkın bakışlarıyla süze süze geri gitmeyi sürdürüp bir yandan da zafer kazanmış bir edayla "İddia... Ben kazandım. Birazdan bir evetini daha alırım Eylül Acar!" dedi. Bu adam bir gün elimde kalacak diyorum kimse inanmıyor.

Girdiğimiz iddia sırasında ona "Tamam kabul! Sen beni nikah masasına oturtmayı başar sana evet demezsem ben de Eylül Acar değilim!" demiştim. Az önce bana süslü püslü bir nikah masasında evlilik teklif ettiğine ve benim de kabul ettiğime göre gerçekten kazandı. Hile yaptı beni çok fena oyuna getirdi ama dediğini yaptı sonuçta. Ben de lafımı yiyecek değilim her hâlükârda basacağım eveti kızsam da sonuçta seviyorum da adamı.

Haftalar boyunca beni uyuttuğu ve yer yer de gerçek bile olmayan şeyler yüzünden üzülmeme neden olduğu anları düşünerek yürümeye devam edip Kenan'a Sinan'a hatta az önce onlara katılan Azra'nın "Eylül dur! Ne yapıyorsun?" demesine rağmen Ahmet'i uzaklaşamadan ceketinden yakaladım ve onu kendime doğru çekip gözlerine tehditkar bir şekilde bakarak "Nikahı atlatıp bir baş başa kalalım canına okuyacağım senin Atahan! Beni bu kadar kandırıp oyuna getirip üzüp bu işin içinden tatlı tatlı sıyrılamayacaksın haberin olsun" dedim. Gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirirken yine o muzur ifade belirdi yüzünde. Bir kere de kork be adam!

Korkmadığı gibi cevabını da kulağıma "Beni bu gece olacaklarla alakalı heyecanlandırıyorsun müstakbel karıcığım!" diye fısıldayarak verip yanağımı öptü. Ben şimdi karıcığımlı kocacığımlı çıtırık pıtırık hitaplara fıtık oluyorum ya asabiyet seviyemi ölçmek için mahsus yapıyor. Sayende seviye tavana vurdu Atahan tavana!

Yüzüne yan yan bakıp "Başlatma şimdi karıcığına da müstakbeline de!" dememle de rahat tavrını hiç bozmadan "Ben gidip smokinimi giyeyim. Nikahıma kaç dakika kaldı Kenan?" diyerek sırıta sırıta uzaklaşmaya başladı. Erken kırışacağım bu adamın yüzünden!

Kenan tam kalan zamanı söyleyecekken gözlerimi belerterek "Sakın! Kenan sakın. Kız tarafısın kız tarafı kal" dedim ve önümde üç kişi etten duvar örmeleri sebebiyle de "Arkadaş siz de adam boğazlıyormuşum gibi kapatmayın önümü müstakbel şeyim o benim... Hay müstakbeline! Ciddi ciddi evlenecek miymişiz biz şimdi? Resmi anlamda yani... Hayır bileyim de ona göre gidip hazırlanayım temsili bir şey ise boş yere uğraştırmayın beni" dedim. Bir gülmeyin arkadaş ya!

Halimize güldüklerini görünce bir yandan Ahmet'in elleri ceplerinde bir halde merdivenleri artist artist çıkışını izleyip bir yandan da "Hem seviyorum hem sinir oluyorum yemin ederim kafamı çok arttırıyor bu adam benim" diyerek onlarla birlikte sinirden ben de gülmeye başladım. Bir gün içinde duygudan duyguya sokup tepetaklak etti beni yine! Kenan'ın omuzuma omuz atıp "Hadi git giyin artık Pembe Panter gerçekten az zamanınız var" demesiyle anneme gelmesini işaret edip kabarık eteklerimi yeniden toparladım.

"Gidip giyinelim bakalım. Bu arada nikahta ayağa basılıyordu değil mi? Bir acı eşiğini kontrol edeyim bakalım müstakbel eşimin! Uzun zamandır yapmıyordum onu ihmal ettiğimi düşünmesin"

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
sgsdssonyapilan.png


52.Bölüm : Seninle sonsuza dek evet

........::::::::__Eylül__::::::::........

Yukarıya çıktığımızda beni öncekinden farklı ve daha büyük bir odaya aldılar. İçeriye girdiğimde ilk gördüğüm şey de annemin yıllar önce babamla evlenirken giydiği gelinlik oldu. Onu hâlâ ilk günkü gibi görünce şaşırmadım diyemem. Yıllara meydan okumuş resmen.

Yanına yaklaşıp nostaljik bir ruh haline bürünerek elimi dantellerinin üzerinde gezdirirken annemin "Üzerindeki dantellerde yıllar içinde oluşan lekeler ve yırtılmalar vardı. Açıkçası ben gelinliği o haliyle giyebileceğine dair olan umudumu tamamen yitirmiş vaziyetteydim ve Ahmet'in üzüldüğünü gördükçe de ona üzülmemesini çünkü senin bunu anlayacağını söyleyip durmuştum. Ama Ahmet inatla bu gelinliği Eylül'e giydirmem lazım dedi ve ne yaptı etti aynı danteli buldurup gelinliği eski haline getirtti" dediğini duydum. Ne tatlı adam ya... Bak yine yumuşattı beni. Onca işinin arasında ayrı ayrı ne çok detayla uğraşmış inanılır gibi değil.

"Ahmet ve gelinlik kumaşları hiçbir yönden bağdaşmıyor. Benden kat be kat yaşlı olan bir kumaşı kime ulaşıp nereden bulabilmiş ki?"

"Tolga durumdan haberdar olunca Ahmet'e Hande Kızılkaya adlı bir tasarımcıdan bahsetmiş. Anladığım kadarıyla Kızılkayaların da moda dünyasında hatrı sayılır bir yeri varmış yani Gürsoylar ne ise onlarda markaları sebebiyle bir o kadar gözde bir aileymiş. Tolga kızın telefon numarasını Ahmet'e vermiş konuşmuşlar. Bir hafta bile geçmemişti ki kumaşı vintage çalışan yurt dışındaki bir modacıdan temin ettiğini söyledi ve biz de gelinliği ona gönderdik. Sipariş edilen kumaşlar eline ulaştığı gibi de gelinliği tadilata alıp bize geri gönderdi. Çok da zarif bir kıza benziyor çünkü gelinliğin yanına saç aksesuarını ve çiçeğini de ekleyip size mutluluklar dilediğini belirten bir not iliştirmiş"

Hande Kızılkaya... Ben bu kızın adını duymuştum. Mine bana ilk tanıştığımız zamanlar Ela ile Tolga'nın evveliyatından bahsetmişti ve o sırada kısa bir dönem Tolga ile Hande'nin nişanlı kaldıklarını Ela'nın da bunu flaş haber olarak verilen bir magazin programından öğrendiğini anlatmıştı. O dönem işler epey karışıkmış çünkü Tolga babasının geçmişte ortaya attığı bir yalan sebebiyle Ela ile aralarında kan bağı olduğunu zannedip Ela'dan uzaklaşmış ve Ela hayatına onsuz devam edebilsin diye de uzun zamandır ailelerinin birbirlerine uygun gördükleri Hande Kızılkaya ile nişanlanmış. Kız Tolga'yı uzun zamandır sevdiği için onun da günden güne kendisini seveceğini düşünmüş yani bu nişanı takarken arada bir aşk olmadığını biliyormuş zaten eskiden beri de arkadaşlarmış. Ama bu kızın hâlâ iyi anılmasının ve görüşülmesinin bir sebebi var çünkü Hande benim oğlanın lanet babası gibi odun olmadığı için Tolga'nın önünde asla bir engel oluşturmamış ve yeri geldiği anda çok asil bir şekilde ona mutluluklar dileyerek hayatından çıkmış. Böyle insan gibi insanlarda var bu hayatta işte.

"Şaka gibi! Ben bir gün evleneceğim ve giyeceğim gelinlik Hande Kızılkaya'nın ellerinden geçecek he! Hayat gerçekten çok garip"

"Onu tanıyor musun?"

"Yüz yüze tanışmadık ama ismen tanıyorum"

"Kenan ile konuşurken bana yakın bir zamanda onun da evlendiğini ve şu an bebek beklediğini söylemişti. Hamile halde bizim için uğraşıp durmuş sağ olsun"

"Onun da mutluluklar peşini bırakmasın diyelim o zaman"

"Eylül hadi kızım lafa daldık zaman geçiyor. Sen üzerindeki gelinliği çıkar da bir an önce giyin. Ahmet çoktan hazırlanmıştır birazdan seni almaya gelir"

Ahmet gelir... Birazdan gelir. Heyacan yok panik yok biz bizeyiz aşağıya inip bir sürü meraklı gözün önünde evet diyeceğiz imza atacağız sonra ben arkamdan çevirdiği dolaplar sebebiyle Ahmet'e dünyanın kaç bucak olduğunu öğreteceğim finali de işi tatlıya bağlamış bir halde yapacağız bitti gitti! Bu arada adın Eylül Acar sakın Kenan'ın oyununa gelip sorduklarında Pembe Panter deme papaz olmayalım Eylül! Ahmet'e odaklan Ahmet'te kal ve asla Kenan'a doğru bakma.

Anneme sırtımdaki ipleri gevşettirip paravanın arkasına geçtikten sonra üzerimdeki ağır gelinliği çıkarıp bana uzattığı diğer gelinliği giymeye başladım ama heyecandan da elim ayağım birbirine girdi. Ne zor işmiş bu yahu!

Gelinliğin sırtını kapatmayı bir türlü beceremeyip paravanın arkasından o halde çıktığımda annem de arkası dönük halde bir yandan kendisine su dolduruyor bir yandan da telefonla konuşuyordu. Sessizce çiçekli tokayı alıp aynanın önünde saçımı istediğim şekilde düzelterek tokayı arkasına taktım ve şık tulumuyla şirinliğin dibine vuran oğlumun yanına geçtim. Çocuğun iki tutam saçını iyice yapıştırmışlar biraz dağıtalım da yakışıklılığıyla damada "Ben de buradayım!" mesajı versin.

"Sen de biliyordun değil mi? Bu işin kıyısından köşesinden bir şekilde içindeydin. Konuşamıyorsun ya Ahmet ağabeyin kesin sana her şeyi anlatmıştır. Anneni kandıracağız iddiayı kazanacağız sonra da geçip karşısına dil çıkararak böbürleneceğiz dedi değil mi? Bak güldün işte! Kesin bir şeyler demiş. Şimdi birlikte yaşamaya başlayacağız ya sakın bana karşı çeteleşmeyin ikinizi de kulaklarınızdan tavana asarım haberiniz olsun. Onun şeytan tüyü olabilir ama sen her zaman Kenan dayın gibi benden taraf olmak zorundasın çünkü siz kız tarafısınız. Öyle evde kişi bazında fazlasınız diye erkek dayanışması yaptığınızı bir sezersem vay halinize!"

Biz anne oğul sohbet edip oynarken birkaç saniye sonra annemin titreyen bir ses tonuyla "Eylül..." dediğini duyunca ona baktım ve bir çift dolu dolu olmuş gözle karşı karşıya geldim. Bu anı yaşayacağımızı biliyordum. Hatta birazdan keşke baban da burada olsaydı deme olasılığı çok yüksek. Yiğit'in yanından kalktığım gibi "Senin kadar güzel bir gelin olabilmiş miyim?" diye sorarak gülümsedim. Ağlamaktan cevap bile veremedi.


erdtfgyhujı.gif


Yanına gidip olduğum yerde tam tur döndükten sonra annemle göz göze gelip "Benden daha güzel bir gelin olmuşsun. Çok daha güzel. Keşke baban da seni bu halde görebilseydi" demesiyle sıkıca sarıldık. Keşke bu dediği olabilseydi ama bizi bir yerlerden görüyordur diyerek içimizi rahatlatmaktan başka çaremiz yok maalesef.

Geri çekildiğimizde beni bir kez de yakından inceleyip "Çok mutlu olun ve birbirinizi de hep koşulsuz şartsız sevin olur mu? İkiniz de birbirinizden kıymetlisiniz. Kuracağınız yuvayı herkesten her şeyden koruyup birlikte uzun ve mutlu bir ömür sürün" dedikten sonra yanağımdan öptü ve kapının tıklatılmasıyla da "Bir saniye!" deyip arkamı dönmemle açık olan sırtımdaki fermuarı çekip düğmesini kapattı. Aslında şu fermuar işini annemin yerine Ahmet'e yaptırıp o sırada da aklını bir güzel almak vardı ya yine iyi kurtardı yoksa nikah masasında iyi kekeletirdim ben onu.

Annem kapıyı açmaya giderken her ne kadar Ahmet'e tripli olsam da kadınım sonuçta yine de güzel görünmek adına aynada bir saçımı başımı düzeltmeden edemedim. Kapının açılma sesiyle çekici bakışlarımı o yöne çevirdiğimde ise içeriye "Vaoouv! Gördüğüm en iyi üçüncü gelinsin Pembe Panter!" diyen Kenan girdi. Üçüncü mü? Pardon ama ben niye sıralamanın altındayım?

Söylediği şeyin manasını düşünüp "Sen diğer iki gelini nerede gördün acaba?" dedikten sonra Kenan'ın maziye dalmış gibi bakıp "Ela ağabeyimi nikah masasında bıraktığı ilk nikahları için gelinlik bakmaya gitmişti ve o sıralarda ben de damadın kardeşi olarak ağabeyimin yokluğunda onu modaevinden almaya gitmiştim. Gördüğüm ikinci en iyi gelin o olsa da ilki orada bulduğu kısa gelinliği üzerine tutup aynada kendisine hayranlıkla bakan maviş gözlü küçük Şirinem'di. Sanırım yanında beni hayal ettiği için o kadar derinlere dalmıştı" demesiyle de sesli bir şekilde gülerek "Seni mi hayal ediyordu? Bir kere Mine o dönemler sana acayip gıcık oluyormuş kızın masum bakışlarından kendine pay çıkarma" dedim. Öyleymiş gerçekten. Kıza ilk tanıştıkları dönem ufaklık demiş Chucky'e benzetmiş nikah şahidi olduğunu öğrenince ufak tefekliği yüzünden çocuk muamelesi yapıp reşit olup olmadığını sormuş. Ee! Sürekli üzerine oynayınca Mine de buna ayar olmuş tabii.

"Bir kere Mine doğal sürecinde ilerliyordu tamam mı? İlk aşamada benden nefret ettiğini düşündü ikinci aşamada sempatik bulmaya başladı üçüncü aşamada aradaki buzları eritti ve son aşamada bingo! Aşk çanları kulakları sağır edercesine çalmaya başladı ve o andan itibaren artık bensiz olamayacağını anladı. Bu sıralama hayatım boyunca bir kez bile şaşmadı"

"Sen hayatımda gördüğüm en megolaman insansın Kenan ve benim de bu düşüncem seni tanıdığım günden beri bir kez bile olsun değişmedi"

"Hasetliktendir o"

Biz iki huysuz kardeş gibi birbirimizle uğraşırken annem de Yiğit'e biraz hava aldırma gerekçesiyle odadan çıktı. Anlayışlı kadın tabii Kenan geldiğine göre birazdan Ahmet de gelir diye düşünüp kesin baş başa kalalım diye gitti.

Şifonyerin üzerinden küpelerimi alarak aynanın önüne geçtim. Yakışıp yakışmadığına bakarken kilit soruyu sorup "Ahmet ne durumda? Smokin falan dedi ama papyon takmayacak değil mi? Hayır yani onu karşımda papyonla görürsem gülmekten evet falan diyemem bunu göze alsın öyle taksın" dediğimde Kenan yere oturup Yiğit'in minik oyuncak topunu aldı ve "Oo! Senin henüz haberin yok değil mi? Sinan ile birlikte damadın aklına girmiş bulunduk o da dakikalar önce hoş bir hatunla burayı terk etti. Akıllı adam tabii ömrüne ömür katacak karnaval çıtırları varken ne yapsın senin gibi kara kuru bir ömür törpüsünü" diyerek yerden duvara doğru sektirmeye başladı. Ha ha haa! Eminim öyledir.

"Venedik'in hatunları benim oğlanın bile olmayan gamzesini ortaya çıkarmışken yılların flörtöz doktora neler etmezler neler... Ne yalan söyleyeyim iyi bile dayanmış takdir ettim doğrusu"

"Sen ciddi ciddi sakinleşmişsin. Aşağıdayken arenaya çıkmış kızgın boğa gibiydin şimdi yüzünde güller açıyor mu denir ne denir bilemedim"

"Bendeki gizli sinir... Yani gizli şeker gibi. Bugün tatlı tatlı evlenelim yarın tuzlu tuzlu acısını çıkarırım ben bunun. Şu yanındaki ruju atsana bana"

"Bu ne be! Böyle renk mi olur? Bir de adamın papyonuna laf ediyorsun"

"O kapatıcı! Diğerini at"

"Yakala!

"Sağ ol"

"Ne diyecektim ben? Bir şey diyecektim sana... He! Adam sana hayatının sürprizini yapmış kin tutacağına keyfini sürsene be kadın!"

"Onu oscarlık performans sergilemeden önce düşünecekti. Hepiniz de bu oyuna dahil oldunuz ve ben haftalar boyunca vicdanen rahatsız olurken Ahmet ile aramda soğuk rüzgarlar esiyor zannederken toplaşıp arkamdan kıs kıs güldünüz. Bir de arkadaşım olacaksınız ya biriniz bile çıtlatmadı Eylül uyan oyuna geliyorsun diye resmen kendi nikahıma yoldan geçen biri gibi geldim. Davetiyem bile yok!"

"İtiraf etmeliyim ki yüzünün alacağı şekil hepimizi heyecanlandırdı. Bahse girerim o an birçok evden ekran görüntünüz alındı ve arşive atıldı. Dönüşte slayt gösterilerine kendini şimdiden hazırla"

"Canlarım benim çok tatlısınız gerçekten! Kenan onu bunu bırak da aslında geldiğin iyi oldu. Şimdi benim bu olanlarla alakalı kafamı kurcalayan bazı şeyler var"

"Sor ve öğren o halde"

"Bu nikah nasıl olabiliyor ki? Biz Ahmet ile birlikte hiçbir yere evlenmek istediğimize dair resmi bir başvuru yapmadık ya da ne bileyim evlenmek adına bir belge falan düzenlemedik"

"Yoo... Belgelerinizi verip başvurunuzu yapmışsınız"

"Yapmadık Kenan yapsak bilirdim herhalde"

"Belma Hanım'a vekalet vermişsin Pembe Panter işlemleri annenle Ahmet beraber halletmişler"

"Ben anneme git beni evlendir diye vekalet falan vermedim"

"Vermişsin"

"Nasıl verdim ya!"

"Yurt dışına çıkmak için yapılacak işlemlere vaktin olmayınca bazılarını annenin halletmesi için vekalet vermeni istemişler o sırada evlilikle alakalı olan vekaleti de aradan çıkarmışlar. Tabii Yiğit'in de katkıları epey bir olmuş. O gün o kadar huysuzluk yapmış ki sen de dinlemeden etmeden basmışsın imzayı"

"Bana bu vekalet evlilik işlemleri için denmedi ama"

"Sen susması için Yiğit'e içeride tur attırırken annen de senin Türkçe'ye çok hakim olmadığını bu yüzden de vekaletin ne için olduğunu sana ilk önce İngilizce sonra da Türkçe olarak söylemelerini istemiş. Tabii Yiğit susmayıp memur da sana İngilizce'yi çatır çatır sıralayınca bunalıp direkt ne için olduğunu biliyorum bana nereye imza atacağımı gösterin yeter demişsin"

"Ben Almanca'dan başka dil bilmiyorum ki!"

"Ahmet de Eylül'ün İngilizce bilmediğine bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi dedi zaten"

"İşe bak ya! Adamı doktor diye aldık nitelikli dolandırıcı çıktı iyi mi? Bunun bir adım sonrası Ahmet'in karşıma nikah cüzdanıyla geçip biz bu sabah evlendik Eylül haberin olsun demesi olurdu herhalde"

"Kabul et fena keklenmişsin Eylül. Bu arada merak etme sonradan Ahmet'in başına ekşime diye kendi soyadını kullanabilmen için dilekçe de vermişsin. Yani dakikalar sonra artık Eylül Acar Atahan olacaksın"

Ben hâlâ o imzayı bilmeden etmeden nasıl attığımdayım. Kenan haklı fena keklenmişim. İnsan bu devirde annesine de güvenemeyecek mi canım! Elimdeki parfümden iki fıs alıp komodinin üzerine bırakırken Kenan da saatine bakıp "Hazırsan ben gidip Ahmet'e haber vereyim de aşağıya inelim artık" diyerek ayağa kalktı. Başımı hazırım dercesine salladığımda tam odadan çıkacakken "Kenan bir dursana" deyip onu durdurdum. Kapıyı açamadan bana doğru döndüğünde yanına yaklaşıp ona sıkıca sarıldım. Bu tarz sevgi pıtırcığı kucaklaşmaları sevmese de onun da bana sarıldığını hissetmem gülümsememe neden oldu.

"Bunca yol gelip burada yanımda olduğun için sana ne kadar teşekkür etsem az. Benim için o kadar değerlisin ki eğer o masaya şahidim sen olmadan otursaydım emin ol içim çok buruk olacaktı"

"Benim şahitlik yapmadığım bir nikahta evlenebileceğini mi sanıyorsun sen? Bomba ihbarı yapar yine de bensiz evlenmene müsaade etmezdim"

"Sen Kenan Gürsoy'sun ne zaman ne yapacağın belli olmaz bilirim"

"Güzel! Aslında Mine de gelmeyi çok istedi ama durumları biliyorsun işte dede engeline takıldık. Malum ateş barut ve aşıklar şehri biraz tehlikeli bir üçlü"

Deli ya! İmasına karşılıklı gülerken "Ahmet'e hazır olduğunu söylüyorum" deyip odadan çıkmak için kapı kolunu tuttu ancak çıkamadan onu bir kez daha durdurdum. Kapı açık bir halde ne diyeceğimi beklerken de "Sen kesin Ahmet ile konuşmuşsundur nikahtan sonra ne yapacakmışız?" diye sordum ama beklemediğim bir şekilde beni yanlış anlayıp yüzünü gözünü büzüştürerek "Onu da ben mi söyleyeyim Pembe Panter? Ne yaparsanız yapın beni karıştırmayın yeter!" deyiverdi. Ööh! Omuzuna "Onu mu diyorum ya!" diyerek bir tane patlatıp söylediğim şeye açıklık getirmeye çalıştım.

"Venedik'in kendine has bir gece hayatı yok mu? Şöyle eğlenceli bir nikah kutlaması hazırlamadınız mı?"

"Tüm gün çekimdi nikahtı derken akşam ekstra iş çıkarmayalım dedik ve tüm planları yarına attık"

"Yok yani bir şey... Nikahtan sonra direkt dağılıyoruz"

"Aynen öyle"

"İşte ben dağılmayalım diyorum. Şimdi Ahmet o kadar uğraşmış çabalamış bir sürü organizasyon hazırlamış gelin olarak benim de hediye babında damada bir karşılık vermem icab eder öyle değil mi?"

"Bu kuşku uyandıran bakışını hiç beğenmedim. İşgüzarlık yapacaksın değil mi?"

"Niye öyle bir şey yapayım ya! Benim amacım tamamen yeni evli bir çift olarak en mutlu günümüzde burada olan arkadaşlarımızı da yanımıza alarak Venedik'in tadını tuzunu suyunu çıkarmak"

"Evet yapacakmışsın"

"Sen şimdi Ahmet'e belli etmeden Sinan ile konuş kızları organize edin Nicolò'yu falan tüm set ekibini toplasınlar sabaha kadar sürecek güzel bir eğlence düzenleyin. Tüm masraflar benden!"

"Sabaha kadar... Ahmet'e bunu yapmasak mı acaba? Çünkü bu bana pek hediye olur gibi gelmedi"

"Yapmazsan Mine ile evleneceğiniz zaman Hulki dedenin aklına üç gün üç gece süren düğün geleneğini sokarım elinde mendille halay başlarında sürünürsün Kenan!"

Gözlerini kısıp kısa bir an düşündü sonra da ucu kendisine dokununca "Kız tarafıyım en iyisi kız tarafı kalmaya devam edeyim" dedikten sonra organizasyon konusunda ona güvenmemi isteyip gitti. Ne yani o kadar Venedik'e gelmişiz evlenmişiz bir eğlencesini yapmayalım mı? Gülerler adama ya!

Hem olaya bir de iyi yönden bakalım. Bana "Adam sana hayatının sürprizini yapmış kin tutacağına keyfini sürsene" diyen Kenan değil miydi? Ne güzel işte bak eğlenirken stresimi atmış olacağım ve böylelikle Ahmet'in başının etini de yememiş olacağım. Yani bu hamlemle yaşayacağımız şiddetli geçimsizliğin de önüne geçmiş oluyorum.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Her şey ayarlandığı gibi ilerliyor merak etme. İnternet bağlantıları kontrol edilmiş masa hazırlanmış çiçekler de geçeceğiniz yolun kenarlarına yerleştirilmiş. Şu an hiçbir sorun yok"

"Güzel!"

Sinan ile aşağıdaki durumların ne olduğunu konuşurken kapı açıldı ve içeriye "Kenan Gürsoy'dan 100 puanlık uzman sorusu geliyor. Hazır mısınız? Doğru cevap veren ilk kişiye gondolla kanal gezisi hediye ediyorum" diyen Kenan girdi. Kravatımı bağlamayı bırakıp "Eylül nasıl?" diye sorarak ona doğru döndüm ve merakla vereceği cevabı bekledim çünkü Eylül'ü en son yakama yapışıp o güzel kocaman gözlerinden bana doğru alevler püskürtürken görmüştüm.


dsfgyyj.gif


"Senin cevabın benim sorumda gizli o yüzden dinlemede kal. Başlıyorum hazır mısınız?"

"Kulağımız sende"

"Yaklaşık on kiloluk bir gelinlik taşıyan genç bir kadın son anda evlenmekten vazgeçerse odadaki bir yetişkin kadının bir yetişkin adamın ve kucağında yarım porsiyonluk bebeğini tutan annesinin markajından kurtulup kaç dakikada ortadan kaybolur? Süreniz başladı!"

"Dalga geçiyorsun değil mi? Doğru olsa bu kadar sakin olmazdın diye düşünüyorum"

"Gelinlik ne yakasıyla ne koluyla ne de beliyle Eylül'ün üstüne hiç olmamış bildiğin sapır sapır dökülüyor. Odaya gittiğimde büyük kriz vardı. Bunun evlenmemeniz için bir işaret olduğunu söyleyip duruyor. Anlayacağın ortalık yangın yerine döndü"

"Bu mümkün değil! Sinan ceketimi sen alsana ben gidip bir Eylül'e bakayım"

Büyük bir telaşla çiçekleri ve yanındaki küçük kutuyu alıp odadan çıktım. Eylül'ün hazırlandığı odaya doğru hızla yürürken gelinliğin üzerine nasıl bol gelmiş olabileceğini düşünüyordum çünkü bu gerçekten imkansızdı. Ölçülerine göre ayarlanmış bir gelinlik tam da böyle bir günde nasıl üzerine olmaz aklım almıyor. Bir aksilik olabileceğini biliyordum ama itiraf edeyim buradan bir gol yiyeceğimi hiç düşünmüyordum.

Hazırlandığı odanın önüne gelip girmeden önce kapıyı tıklattım ve Eylül'ün "Gelebilirsiniz" demesiyle birlikte de gelinliği nasıl düzeltebileceğimiz konusunda beyin fırtınası yaparak içeriye girdim. Ancak tam "Kostüm sorumluları hâlâ burada olmalı. Eminim ki yapılabilecek..." demiştim ki Eylül'ü gelinliğinin içinde kusursuz bir halde görüp sözümün devamını getiremedim. Devamının ne olduğunu da unuttum zaten. Aman Allah'ım çok güzel görünüyor. Bu kadın her zaman tahminlerimin ötesinde olmayı nasıl başarıyor anlamıyorum.


sdfghj.jpg


Ortada bir sorun olmadığını sadece Kenan'ın oyununa geldiğimi anlayınca rahat bir nefes alıp Eylül'ü baştan aşağıya inceleyerek yanına yaklaştım. Gelinlik adeta üzerine sıfırdan dikilmiş gibiydi. Bundan önce giydiği gelinlikle göz kamaştırıcı görünüyordu kabul ama bu... Bu gerçekten de özel bir gelinlikmiş. Onun da daha önceden söylediği gibi şu an tam anlamıyla gerçek bir gelin gibi görünüyor. Benim gelinim olması da şükretme sebebim tabii.

Gözlerim o güzel gözleriyle buluştuğunda "Bana kendimi çok şanslı hissettiriyorsun" dedim. Hiçbir abartı yok bunu gerçekten hissediyorum. Sadece gülümsedi. Bakışları elimde tuttuğum kutuya gidince üzerindeki örtüyü "Yaseminler de seni görmek istedi" diyerek açıp onları alması için Eylül'e uzattım. Almadan önce elimde duran cam kutunun içindeki yaseminlere bir süre bakıp kaldı. Aklından neler geçtiğini tahmin edebildiğim için daha fazla dalmasına müsaade etmeden "Bizimle birlikte yaşamalarına izin verirsek ömrümüzün sonuna kadar solmayacaklarına dair bana bir söz verdiler" dediğimde yine bir şey söylemedi ama bu defa çiçekleri elimden aldı. Yüzündeki gülüş bizimle yaşamaları konusunda bir mahsur görmediğini belli eder güzellikteydi.

Elindeki cam kutuyu düşürmekten korkuyormuş gibi sıkı sıkı tutarak "Yaseminleri seviyorum" dediğinde bakışlarını görebilmek adına başımı hafifçe eğdim ve "Ben de seviyorum" dedikten sonra onunla göz göze gelip "Çünkü bana seni hatırlatıyorlar" dedim. Bunu duymak hoşuna gitmiş olmalı ki dudakları çok hoş bir şekilde kıvrılıp gülümseyişini yeniden ortaya çıkardı.

"Nikahtan önce sinirinin geçtiğini görmek içimi rahatlattı"

"Doğruyu söylemem gerekirse eğer henüz tam manasıyla geçmedi. Ben sadece sinirimi yatıştırmanın bir yolunu buldum diyelim"

"Nasıl bir yol o?"

"Etrafına yaydığı olumlu enerjilerle nam salmış Ahmet Atahan ile evleniyorum öyle değil mi? Ben de müstakbel Eylül Acar Atahan olarak bunun hakkını vermek istedim ve hayatımızdaki en özel anlardan birini yaşarken negatife değil pozitife odaklanmaya karar verdim. Ayrıca üzerimdeki romantik izler taşıyan bu hoş gelinlikte sakinleşmemi sağlayıp bu kararı uygulayabilmem için bana manen çok destek oldu"

"Bu romantik izler taşıyan hoş gelinliğin içinde çok güzel görünüyorsun. Neden evlenirken bu gelinliği giymek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Buraya geldiğimde giydiğin gelinlikle de göz alıcı görünüyordun ama onda bir modelin onu çekim için giydiğini hissettiren bir hava vardı. Ama şimdi seni bu gelinliğin içinde görünce içimden evet biz gerçekten evleniyoruz ve bu muhteşem kadın dakikalar sonra benim hayatıma atılmış en güzel imza olacak dedim"

Gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirirken "Kadınları nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyorsun doktor" dediğinde gülüşünden kopamadan elindeki yaseminleri aldım ve "Oysaki ben tek bir kadını etkileme derdindeyim" diyerek komodinin üzerine bıraktım. Yanımda getirdiğim bir diğer kutuyu açıp "İzin verir misin?" diye sorarken bir yandan da arkasına geçtim. Neden izin istediğimi anlayamadı ama yine de başını evet der gibi sallayıp omzunun ucundan bana doğru baktı. Saçlarını tek bir tarafta toplayıp elimdeki kolyeyi boynuna geçirdikten sonra "Gelinliğini tamamlasın istedim. Bugünün bir hatırası olarak kabul et lütfen" deyip kokusunu içime çekerek alnına bir buse kondurdum.


rtskyıs.gif


"Ahmet bu çok güzel. Sen benim için bir sürü şey yapmışsın ama ben sana hiçbir şey alamadım"

"Sen bana sadece evet de yeter. Senin varlığın bana en büyük hediye"

Aklından neler geçtiğini anlamaya çalıştığım sırada kollarını boynuma sarıp bana sıkıca sarıldı. Keşke içinden geçenleri dışa yansıtıp benimle de paylaşsa. Böyle anlarda benimle ilgili aklından neler geçtiğini gerçekten çok merak ediyorum. Bir elimle belini sarıp diğer elimle de sırtından uzanan saçlarını omuzundan öperek tutarken "Hadi gidip evlenelim doktor" deyince onunla yüz yüze gelip "Hadi gidip evlenelim Eylül" dedim. Sözleşmiş gibi aynı anda gülümserken elimi ona doğru uzattım ve o da hiç tereddüt etmeden elini avuçlarımın içine bıraktı.

Elini sıkıca tutup Eylül'ü odadan çıkarırken hızımı bilinçli bir şekilde yavaşlatmaya çalışarak "Ceketin olmadan mı evleneceğiz? Kravatının ve yakanın başına buyruk hallerini hiç mevzu bahis etmiyorum bile doktor! Bu ne ciddiyetsizlik bu ne umursamazlığın dibe vurduğu bir özensizlik..." dese de koridorda rastladığımız Sinan'ın bana ceketimi uzatmasıyla cevabını benden "Asıl bu ne iki dakika bekleyememezlik bu ne tez canlılık bu ne sabırsızlık ve dahası!" dememle almış oldu.

Ceketimi Sinan'ın elinden alırken Kenan koşar adımlarla "Sonunda gelebildiniz!" diyerek yanımıza geldi ve "Gelin bende damat sende Sinan biz salon girişindeki yerimizi alıp sizi bekliyoruz. Acele edin oyalanmayın" deyip Eylül'ün koluna girerek onu hızla uzaklaştırdı. Onların ardından Sinan'ın yönlendirmesiyle koridorda bulduğu aynanın önüne geçip gömleğimin son iki düğmesini ilikledikten sonra bir yandan saçımı düzeltip bir yandan da açık halde duran kravatımı bağladım ve ceketimi de giyerek salonun kapısına doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Geldiğim gibi önce Sinan'ın sonra da Kenan'ın işaretiyle müzik başladı.


(Videodaki şarkıyı sonuna kadar dinlerken alttaki gif eşliğinde sözleri de takip etmenizi rica ediyorum ;) )


salonagiris.gif


Müziğin başlaması Eylül'ün de salona attığı ilk adımla yanına geçtim ve muhteşem gülümsemesiyle ellerimiz birleşirken alkışlar eşliğinde içeriye girdik. Yasemin kokuları saçan çiçekli yoldan el ele göz göze geçerken bakışlarımı ondan ayıracak gücü kendimde bulamadım. Sanki başka bir yöne baksam aniden kaybolacak gibiydi.

Nikahımızın kıyılacağı masaya doğru yürürken geçiş yollarımız sebebiyle ellerimiz kısa bir süreliğine ayrılmak zorunda kaldı ve ben yeniden kavuşacakları anın heyecanıyla adımlarımı biraz daha hızlı atmaya başladım. Bu onu daha da çok güldürdü. Sonunda yollarımız yeniden kesişti ve ben de bu sayede ellerinin sıcaklığına yeniden kavuşabildim.


jhgfgh.jpg


Bizim için süslenen masanın ardındaki yerimizi alırken bakışları dev ekrandan bu mutlu anlarımızı izleyen sevdiklerimize doğru gitti. Gülümseyişi kaybolmasa da tahmin ettiğim oldu ve o güzel gözlerinde bir nemlenme başladı. Ekrana baktığımda tam da düşündüğüm gibi olduğunu anladım çünkü ekrandaki son kare yanımızda olamayan annemin ve babasının resmiyle dolmuştu. Elimi ellerine kenetleyip dikkatini üzerime çektiğimde bana bakar bakmaz sessizce "Teşekkür ederim" dedi. Tek yapabildiğim avuçlarımda olan elini kaldırıp parmak uçlarını öpmek oldu.

Şahitlerimizin de yerlerini almasıyla nikahımız nihayet başladı. Heyecanımızı baskılamak adına birbirimizin elini sıkı sıkı tutarken bir yandan da bize sorulan sorulara cevap vermeye çalışıyorduk. Eylül'ün ne kadar heyecanlı olduğunu sesindeki titreyiş ele veriyordu. Ben ne durumdayım hiç bilmiyorum. Ondan çok da farklı değilimdir herhalde çünkü daha önce hiç böyle bir heyecan yaşamadığımı az önce test etmiş bulunuyorum. Sanırım heyecanım Eylül'ün ağzından çıkacak evet cevabını duyana dek beni zorlamaya devam edecek.

"Evlenme isteğinizi yaptığınız müracaatlarla bildirmiş bulunuyorsunuz. Beyanlarınız ve ibraz etmiş olduğunuz belgeleriniz incelendiğinde evliliğe engel teşkil edecek herhangi bir durumunuzun olmadığı anlaşıldı. Şimdi bir kez de değerli şahitlerinizin ve konuklarınızın huzurunda bu beyanlarınızı tekrar etmenizi istiyorum. Sayın Eylül Acar hiç kimsenin etkisi altında kalmadan kendi özgür iradenizle ve kendi arzunuzla Sayın Ahmet Atahan ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

Bu soru sonrası Kenan'ın Sinan'a sessizce "İster misin uyuzluğu tutup ben hiçbir beyanda bulunmadım desin" dediğini duyup tedirgince Eylül'ün vereceği cevabı bekledim. Tamam bana kızdı ama böyle bir şeyi şu an bu durumdayken yapmaz diye düşünüyorum. Sakın beni yanıltma Eylül! Tedirginliğim Eylül'ün bakışlarını bana doğru çevirip o güzel gülümseyişi ile "Evet Ahmet Atahan ile evlenmeyi kabul ediyorum" demesinin ardından yerini tarifi imkansız bir mutluluğa bıraktı.


mnbhvghcgf.jpg


Eylül'ün cevabı salonda ıslık ve alkış seslerinin yükselmesine neden olurken aynı soru bu sefer de bana yöneltildi. "Sayın Ahmet Atahan hiç kimsenin etkisi altında kalmadan kendi özgür iradenizle ve kendi arzunuzla Sayın Eylül Acar ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" dendiğinde bir saniye bile düşünmeden Eylül'ün gözlerinin içine bakarak "Evet Eylül Acar ile evlenmeyi kabul ediyorum" dedim ve ona da sessizce "Seninle her şeye sonsuza dek evet" diye fısıldadım.

"Sayın Eylül Acar ve Sayın Ahmet Atahan'ın evlenme isteklerine dair beyanlarını duydunuz. Sizler de bu evliliğe şahitlik ediyor musunuz?"

"Evet ediyoruz"

Şahitlerin onayının ardından Eylül imzasını atıp kalemi bana uzatırken aşağıda da küçük bir kaçma kovalama durumu yaşanmaya başladı. Bunun olacağını adım gibi biliyordum. Bu fırsatı hayatta es geçmezdi. İmzamı Eylül'ün bana doğru sokularak "Ayağın nerede ya? Basamıyorum bir türlü" diye fısıldaması eşliğinde attım ve gülerek nerede olacak dercesine "Aşağıda" deyip defteri şahitlerin önüne doğru verdim. Sinan ile Kenan imzalarını atarken bizim de aramızda "Versene şu ayağını doktor!" krizi yaşanıyordu.

Ayaklarımı çaprazlama olarak üst üste koyup sandalyenin altına kıvırdığım için bir türlü hedefine ulaşamıyordu. Eylül'ün basma çabasını gülerek izlerken "Ayakkabının o korkunç topuğuyla neler yapabileceğini tahmin edebiliyorum Eylül bu yüzden ayak basma kısmını atlamak zorundayız" dediğimde masadakilere çaktırmadan elini dizime doğru götürünce ne yapacağını çok şükür ki hemen anlayıp dizimi sıkamadan elini yakaladım. Tam zamanında yakalamasaydım şu an masadan fırlıyor olurdum herhalde.

Ancak tam kurtulduğumu düşünürken nikahın sonlanması için ayağa kalkmak zorunda kaldım. Eylül'ün yan yan bakıp tek kaşı kalkık bir halde savurduğu sinsi gülüşünü hayatım boyunca unutmayacağıma adım kadar eminim. Hangi an ayağımı ezeceğini bilemediğim için tetikte beklerken kaçınılmaz son "Birbirinize karşı olan sevginizi ve bağlılığınızı karşılıklı olarak verdiğiniz evetlerle taçlandırdınız. Ben de beyanlarınıza ve yasaların bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri herkesin huzurunda karı koca ilan ediyorum. Mutluluklar" sözlerinin ardından Eylül'ün tatlı dokunuşuyla gerçekleşti. Sadece nezaketen tatlı dedim yoksa Eylül suç aleti sayılabilecek olan ayakkabısının hakkını çok güzel bir şekilde verdi.

Alkışların ve ıslık seslerinin yeniden yükselmesiyle birbirimize doğru dönünce bir süre o güzel yüzüne baktım sonra da "Değdin Eylül... Tüm yaşanmışlıklarımıza tüm bekleyişlerime her şeye o kadar değdin ki ömrümün sonuna kadar seni bana bahşedilmiş bir armağan olarak görüp nefesim tükenene kadar da sana olan sevgimi aşkımı ve bağlılığımı hissetmeni sağlayacağım" deyip hayatıma hoş geldin manası taşıyan öpücüğümü o aşık olduğum şeftali kokulu dudaklarına bıraktım.


sdfhjk2.gif


"Kalbinden gelen o her zamankinden farklı sesin kaderin kulağına "İşte onu buldun! Sakın kaybetme" diye fısıldadığı ses olduğunu biliyor muydun? Bilmiyorsan da artık biliyorsun. Bu sesi duyduğunda artık yapman gereken tek şey karşına çıkan o özel kadını kalbine kazıyıp hayatını kendisine adamaya hazır olduğuna dair onu ikna etmek olmalıdır"

Bu sözleri söylediğim zamanları hatırladınız mı? O ses kulağıma Eylül'ü ilk gördüğüm gün onun sesiyle "Beni buldun Ahmet! Sakın ama sakın kaybetme" olarak çalınmıştı. Bu sesin kulağıma fısıldanışına şahit olduktan sonra bambaşka bir Ahmet olacağımı ve sevdiğim kadın için kendi hayatımı bile ikinci plana atıp mutluluğumu da onun mutlu olmasına bağlayacağımı söylemiştim. Dediklerimi yaptım. Onu kendi kalbime kendimi de onun kalbine kazıdım. Artık mutlu olmamamız için hiçbir sebep yok. Hayatıma hoş geldin güzel kadın!


........::::::::__Yazar Notu__::::::::........
Bu bir final değildi. Devamı kesinlikle gelecek ;) Yorumlarınızı da baz alarak finale giden yolda ekstra neleri işlemem gerektiğini de daha net anlıyorum o yüzden düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın lütfen. Ben kendi kafamdaki plana göre final yaptığımda ama biz bu hallerini göremedik derseniz iş işten geçmiş olur. Son Mektup'ta çocuklarıyla olan hallerini de okumak istediklerini söyleyenler olmuştu ama öncesinde bana söylemedikleri için maalesef o kısımları final özel bölümlerinde kısacık anlatmıştım bilsem ekstra eklenmiş bölümlerle okurlarımın isteklerini karşılardım. Yorumlarınız önemli fikirlerinizi ortaya koymaktan çekinmeyin ;)

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst