- Thread Starter
- #21
"Doğru zamanda gelen yanlış insana tanıdığın şansı,
yanlış zamanda gelen doğru insana tanımadığın sürece, üzülen hep sen olursun"
Anton Çehov
yanlış zamanda gelen doğru insana tanımadığın sürece, üzülen hep sen olursun"
Anton Çehov
19.Bölüm : Kitana VS Scorpion
........::::::::__Eylül__::::::::........
Gizem ile yaptığımız nahoş konuşmanın ardından bahçede kalıp biraz hava almak istedim. İçeriye hemen girersem o dört duvar üstüme üstüme gelecekmiş gibi hissettim çünkü. Delireceğim ya! Esmeri kumralı yetmedi bir de sarışını çıktı başıma. Gerçi bu defa doktor efendi durumdan habersiz ama olsun o da her gördüğü kadınla muhabbeti koyultmasın değil mi? Bir de utanmadan kadınlara derler kuyruk sallamıştır diye yahu adamın kırk tane kuyruğu var kırkının da ucu birbirine değmiyor ne profesyonel bir flörtözmüş anlamadım gitti. Benim konuşmamam lazım çünkü konuştukça daha da çok sinirleniyorum sinirlendikçe de gidip adamın gırtlağına yapışasım geliyor.
İçeridekiler de yokluğumu fark edip merak etmeden geri dönsem iyi olacak. Gerçi Meral kesin anlamıştır bir numaralar döndüğünü. Evin aralık kapısından içeriye girdiğimde karşı odada doktorla Kaan'ı mutlu mesut bir halde oyun oynarken görünce asabım bozulmadı diyemem. Biz nelerle uğraşıyoruz adamın umurunda bile değil. Biri çıkıp da "Ev yanıyor! Patlamaya üç saniye kaçııın!" dese bu doktor efendi "Dur şu bölümü de geçeyim geliyorum" diyecek resmen.
Onlara dik dik bakmayı sürdürürken Meral beni kolumdan tutup kenara çekti ve "Ne olduğunu anlatacak mısın artık? Gizem ile ikiniz o kadar garip davranıyorsunuz ki merak etmemek elde değil" dedi. Belki de kimseye anlatmamalıyım ama anlatacağım galiba çünkü biriyle konuşmazsam ortadan ikiye çatlayacağım gibime geliyor. Hem Meral de ağzı sıkılardan yani sıkıntı olmaz.
"Gizem ile sohbet ettik demiştim ya..."
"Evet ne oldu?"
"O konuşmada bana yıllar önce buradan kaçar gibi gitme sebebinin ne olduğunu anlattı. En yakın arkadaşına sırılsıklam aşıkmış ama olmayacak bir şey olduğunu düşündüğü için buralardan gitmiş. İşin kötüsü ona hâlâ aşık!"
Az önce benim yaşadığım şokun bir benzerini şu an Meral yaşıyor olmalı ama korkmasın çünkü onun cephesinde asayiş berkemal. Yani vukuat yine bendeniz bela çekici Eylül'ün mıntıkasında. Meral kısa bir an sessiz kalıp duyacaklarının korkusunu yaşayarak salona doğru bakarken bir yandan da "Selim miymiş yani?" deyince amca yeğene bakarken dalmışım herhalde çünkü düşünmeden etmeden "Yok sen rahatsın! Yine döndü dolaştı mevzunun ucu bana dokundu. Bela çekiciyim ya ben biri gidiyor biri geliyor!" deyiverdim.
Meral ne düşündü bilemiyorum ama tam bana bir şey diyecekken doktorun karşımda güle oynaya Kaan ile şakalaştığını görüp elimde olmadan yükseldim ve "Doktormuş!" dedikten sonra gözlerimi bu rahatlıkta bir dünya devi olan adamdan ayırmadan "Bu adam var ya benim sinirlerimi çok bozuyor!" dedim. Böyle deyince Meral de şaşırdı tabii.
"Sen bunu nereden biliyorsun?"
"Kendi ağzıyla söyledi"
"Gizem mi?"
"Evet az önce bahçede sıkıştırdım o da söylemek zorunda kaldı. Ben Selim'den bahsediyor sanıyordum ama bir baktım ki yine olayın başrolünde bizim flörtöz doktorun ta kendisi varmış"
"Ahmet ağabey biliyor muymuş peki?"
"Hayır bilmiyormuş çünkü gizemli Gizem'imiz ona bundan hiç bahsetmemiş. Bana sen de söyleme lütfen dedi"
"Ee! Ne olacak şimdi?"
"Bir şey olmayacak. Hadi sen git kocanın yanına ben de gidip bir hâl hatır sorayım şu şeytan tüylerini tek tek yolduğumunun doktoruna!"
"Eylül dur saçmalama! Ahmet ağabeyin ne suçu var?"
"Ben malımı bilirim Meral! Kesin kıza ümit verici birkaç kelam edip arada da çapkın çapkın bakışlar atmıştır o!"
"Sen niye bu kadar kızdın ki? Ahmet ağabeyin gönül işlerinin seni bu denli ilgilendirdiğini bilmiyordum"
"İlgilendiriyor çünkü adam tanıştığımız günden beri belli ki beni baş cariyesi yapmaya çalışıyor!"
Meral'in şaşkın bir halde "Ne yapmaya çalışıyor?" diye sorduğunu duyunca bir anda neler dediğimi idrak edip konuyu kapatarak "Neyse gidiyorum ben! Sinirim yatışmadan hıncımı almam lazım bu adamdan" dedim. Meral'in bir şey söylemesine bile fırsat vermeden doğruca odanın önüne gittim. Kapının önünde duruyorum ama nasıl daldıysa gözü beni bile görmüyor!
........::::::::__Ahmet__::::::::........
"Amca her seferinde beni yenmek zorunda mısın? Çocuk olduğum için belki arada sırada benim de yenmeme izin verebilirsin"
"Bu seni gerçekten mutlu edecek mi peki? Yani hakkın olmayan bir başarıya sevinmek..."
"Aynı babam gibi konuştun o da hep böyle söylüyor"
"Böyle söylüyoruz çünkü ikimiz de senin gerçek ve gurur duyulası başarılar elde etmeni istiyoruz. Başkasının hakkına girerek elde edilen başarı başarı değildir Kaan"
"Anladım galiba"
"Hadi bir daha deneyelim ama bu defa tüm gücünle savaşmanı istiyorum"
Kaan o yenilesi yüzünü daha da şirin bir ifadeyle asıp "Şimdi oynamayalım amca ben biraz çalışayım güçleneyim seni yenebileceğime inandığım zaman çıkarım karşına" deyince yumruğumu gururla omzuna dokundurarak "Aslanım benim! Bu karşılaşmayı sabırsızlıkla bekleyeceğim" dedim. Kaan kolumun altına girip saatimi yeni mi aldığımı sorarak onu bileğimde evirip çevirirken "O halde oyuncu değişikliği yapalım. Kaan'ın yerine şimdilik ben geçeyim ne dersin doktor?" diyen Eylül'ün sesini duydum ve bakışlarımı hemen kapıya doğru çevirdim. Ooo! Gözleri yine alev almış. En sevdiğim Eylülsel hâl!
Yüzündeki tedirgin edici ifadeye karşılık "Büyük bir zevkle kabul ederim" dedim ama özgüvenim iki saniye içinde yerle bir oldu çünkü Kaan bu konuşmaya şahit olunca kulağıma sokularak bana "Eylül abladan dayak yersen büyük ihtimalle gülerim gibime geliyor. Onun yanında güldüm diye bana bozulmazsın değil mi amca?" diye sordu. Duyduğum şeyin şokunu yaşayan bakışlarım ağır çekimde Kaan'a dönerken o da mesajı almış olacak ki gözlerini bir sağ bir sol yaptırıp "Ya da ben en iyisi annemlerin yanına gideyim çünkü kendimi tutamayabilirim" dedi. Beyefendi bununla da kalmadı. Koltuktan kalktıktan sonra yanından geçtiği Eylül ile birbirlerine göz kırpıp bana çaktırmamaya çalışarak da ellerini arkadan çak yaparak salona döndü. Anladığım kadarıyla az önce yeğenim tarafından güzeller güzeli bir kadına feda edildim.
Bakışlarımı kısa zamanda müptelası olduğum o muhteşem kokuyu yaya yaya önümden geçip yanıma oturan Eylül'e döndürdüğümde o da yan gözle bana "Ne oldu?" dermiş gibi bakmaya başladı. Neler olmuyor ki? Bugüne kadar beni peşinden sürükleyebilen tek koku fırından yeni çıkmış paskalya çöreği kokusuydu ama şimdi ona sen de eklendin desem büyük ihtimalle bu söylediğimin benim için ne kadar özel olduğunu anlamaz. Sanırım kendimi bu konuda riske atmayıp sussam iyi olacak zaten sinirli görünüyor bir de gereksiz yere ben yükseltmeyeyim.
"Demek amca yeğen Mortal Kombat oynuyordunuz. Ne güzel de denk geldi bilemezsin hatta şu an en çok ihtiyacım olan şeydi desem yalan olmaz"
"Bilir misin ki?"
"Eh! Bilirim biraz. Hadi seç bakalım birazdan önümde diz çöküp merhamet dilenmek zorunda kalacak olan karakterini"
Ooouuuvv! Gerçek hayatta yapamadı sanal hayatta öldürecek beni! Onu öptüğüm için bana hâlâ kızgın demek ki. Seçim ekranına gelip "Bakıyorum yine iddialıyız" dediğimde önce görmekten hiçbir zaman bıkıp usanmayacağım o kocaman gözlerini "İddialı değilim" diyerek üzerime çevirdi sonra da bakışlarını aniden sertleştirerek "Sinirliyim" dedi. Fark ettim. Edilmeyecek gibi değil ki. Bakışlarımı televizyon ekranına yöneltip "Scorpion'ı seçiyorum" dediğimde o da önüne döndü ve pek de emin değilmiş gibi "Ben de..." diyerek karakterler arasında gidip gelmeye başladı. Yardımcı olmak adına "Kitana nasıl?" diye sordum ama Eylül hafiften hafiften saldırıya geçerek "Oyun bahane maksat gözüm gönlüm bayram etsin diyorsun yani" dedi. Bunu dediğimden benim neden haberim yok acaba?
Söylemek istediği şeyi tam olarak anlayamayıp "Efendim?" deyince Eylül de buna istinaden "Adil bir yarış olması için kadın karakter seçip dikkatini dağıtmayayım diyorum doktor. Malum bu Kitana denen hatun da biraz esmer çirkini kod adlı Feride Hanımcığını anımsatıyor. Neme lazım şimdi tam oyunun ortasında aklın falan karışır sonra vay efendim ben niye yenildim diye mızıklarsın hiç çekemem inan ki" dedi. Bir oyun karakterini Feride ile ne ara bağdaştırdı anlamadım ama fena laf çarptı. Demek hâlâ Feride mevzusuyla alakalı bir takıklığı mevcut. Sanırım buna sevinsem hiç kimse bana neden sevindin diyemez. Resmen ilgilendiğim ama ısrarla benimle ilgilenmediğini söyleyen bir kadın tarafından kıskanılıyorum. Anlaşılması çok zor bir kadınsın Eylül Acar!
Bu arada ikinci keredir fark ediyorum kıskanırken de tam bir afet-i devran oluyormuş. Böyle gözler falan bırakın ateş etmeyi resmen alevli füze gönderiyor. Bu kız dünyaya aklımı başımdan alsın diye mi gönderildi bilmiyorum ama niyet ne olursa olsun beni perişan ettiği bir gerçek. Bu arada dikkat dağılmasından bahsetti değil mi? Bana lehime çevirebileceğim bir pas verince onun o güzel gözlerine baka baka golümü atmasam olmazdı.
"Bu zamana kadar dikkatimi dağıtmayı başaran tek bir kadın oldu o da şu an yanımda oturuyor. Yani seçtiğin karakterin pek bir önemi yok çünkü her halükârda karşımda o güzel çehreni göreceğimden adının Eylül olduğu kadar emin olabilirsin"
Tüh! Sarstım ama aramıza ördüğü duvarlar o kadar sağlam ki birkaç tuğla devirsem de hepsini yıkmayı başaramadım. Alevleri hâlâ sönmeyen gözlerini kısa kısa küçültüp oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Konu kilit! Oyunu başlat" deyince burnumun dibinde bitmesiyle nasıl büyülendiysem bir an gözlerim dudaklarına kaydı. Kullandığı ruj kaynaklı olsa gerek o güzel dudaklarından buram buram yayılan şeftali kokusu "Hey doktor beni hatırladın mı? diyordu sanki. Bir yerlerden çıkaracağım ama... Latife yapıyorum onu unutmam ne mümkün. Aklımdan Eylül'ü öptüğüm an geçerken bir yandan da bir kez daha öpsem en kötü bir tokat daha yerim diye düşünüyordum. Yalnız böyle bakmaya devam edersem öpemeden tokadı yiyeceğim gibi görünüyor. Ah! Kaderimde olduğunu hissediyorum Eylül Acar ve bu inancımın da o aramıza ördüğün duvarları eninde sonunda aşmamı sağlayacağını biliyorum.
........::::::::__Eylül VS Ahmet__::::::::........
Oyun başlar başlamaz neye uğradığımı şaşırdım. Sağdan soldan aşağıdan yukarıdan yediğim darbelerin haddi hesabı yoktu. Üzerime öyle bir geliyor ki bana yediğim yumruklardan sonra kendime gelme şansı bile tanımıyor. Gerçi kendime gelsem ne olacak? Oyun dahi olsa ona aynı karşılığı vermek istemediğim için olabildiğince ondan kaçmaya çalışacağım. İşin garibi ara sıra çaktırmadan Eylül'e bakıyorum da resmen kendisini kaybetmiş gibiydi. Bir yandan kızgın bakışlarıyla bana bir şeyler söylüyor bir yandan da sanki verdiğim cevapları beğenmemiş gibi ne dersem diyeyim Allah ne verdiyse dalıyordu. Umarım o da seçtiğim karakterin yüzünde beni görmüyordur.
"Dikişlerini aldırmışsın doktor"
"Aldıralı bayağı oldu. Ee! Malum olaydan sonra görüşemeyince..."
"Başlatma şimdi malum olayına! Bakıyorum iz falan kalmamış senin esmer çirkini kahrolmadı mı?"
"Feride mi?"
"Vay be! Kimden bahsettiğimi de hemen anladın. Helal olsun ne diyeyim"
"Dikişlerimden bahsediyoruz çağrışım yapması gayet normal değil mi? Ayrıca oyuna başlamadan önce de kızdan kod adı esmer çirkini diye bahsetmiştin"
"Her lafa da bir sayfa dolusu cevap!"
"Bir dakika bir dakika! O etrafımda dönüp başa bıçak saplama hareketini nasıl yaptın?"
"Bir ara mutfağa gel canlandırmalı olarak gösteririm. Ee! Kahrolmadı mı senin ki?"
"Niye kahrolsun ki?"
"Hastanenizin en gözde cerrahında iz bırakacağı için etekleri zil çalıyor gibi bir hali vardı da"
"Keşke birileri de kalbime attığı iz için endişeleniyor olsa... diyeceğim ama Eylül biraz soluk aldırsan diyorum en azından adam ayağa kalksın öyle vur"
"Karışma işime oyununu oyna kalbinin izine de başlatma şimdi! Dikişlerini kim aldı peki?"
"O gün sen de duydun"
"Neyi duydum?"
"Feride başkasına yaptırırsam bozulacağını söylemişti"
"Bu dikişlerini o mu aldı demek oluyor?"
"Ee..."
"Doğru söyle doktor yeminlen daha yere bile düşemeden komboyu çakarım şaftın kayar!"
İkinci raunt sonunda gücüm gibi baş parmaklarımda can çekişirken sorusunu hiç de hoşlanmayacağı bir şekilde "Evet dikişlerimi Feride aldı" diyerek yanıtlamak zorunda kaldım. Eylül verdiğim cevaptan nefret etti ve tam o anda da benim bahtsız Scorpion'ım göğsünün tam ortasına Kitana'dan yediği sert tekmeyle havaya uçup hakkın rahmetine kavuştu. Ölüm saati 20:17!
O an o tekme sanki benim göğsüme de gelmiş gibi hissettim. Eminim Eylül de bana vurduğunu düşünerek savurdu o tekmeyi. Soluğum kesilirken gördüğüm son şey Kitana'nın elindeki bıçaklarla süslü yelpazesini savurup yüzüne doğru tutarak ekrana göz kırpması duyduğum son şey de Eylül'ün "Hadi şimdi git sevgili Feride'ne de kaportanı düzeltebilirse düzeltsin!" demesiydi.
Eylül'ün yanımdan sinir içinde kalktığını görür görmez Feride hakkında bir açıklama yapmadan gidemesin diye bileğinden yakalayarak ayağa kalktım. Önünde durunca o da farkında olmadan biraz sertçe tuttuğum bileğine ters ters bakarak "Ha susadın sen!" dedikten sonra bakışlarını bana doğru çevirdi. Susamak mı? Neden bahsettiğini tabii ki de anlayamadığım için "Ne?" dediğimde kolunu kurtarıp gözlerini açarak "Eceline diyorum doktor! Böyle kol yakalamalar bilek tutmalar level atlama telaşına girmeler falan... Umarım hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun diyenlerden değilsindir" dedi. Bugün de ağzından bal damlıyor. Kabul etsen de etmesen de arızanın önde gidenisin Eylül Acar!
Gözlerimin önünde çeşit çeşit mimik kullanan o seyir zevki yüksek haline bakarken dalıp gitmişim. Gözlerine baka kaldığım bir an "Ben daha çok kalbinin sesini dinleyip bulduysan kaybetme adını kalbine yaz ölümsüzleşsin diyenlerdenim" dediğimde beklemediğim bir şekilde sessiz kalarak bana bakmaya başladı. Ne oldu yine mi yanlış bir şey söyledim?
Aah! İşte yine "Şu an hakkımda ne düşünüyorsun?" dediğim bakışlarından birini atıyor. Bu hoş bakışma ismini fısıldadığım anda aniden bozuldu. Eylül bana bakıp daldığını yeni fark etmiş gibi bir tavır takınarak tam yanımdan giderken aniden durdu. Neden durduğunu anlamaya çalışırken "Sana daha önce kafamı bozuyorsun demiştim hatırladın mı?" diyerek bana dönünce ne diyeceğinin merakıyla tebessüm edip "Seninle alakalı olan her şeyi hatırlıyorum" dedim. Yine bir garip bakıyor ya hadi hayırlısı...
"Şimdi ne hissediyorum biliyor musun?"
"Öğrenmeyi çok isterim"
"Canımı çok sıkıyorsun doktor!"
"Hisler konusunda yerimde saymadığıma ve iyi ya da kötü bir şekilde ilerleme kaydettiğime sevindim"
Gözlerini kısarak beni baştan aşağıya süzdükten sonra "Yemeğe bekleniyoruz. Bu dediğine cevabımı masada veririm" dedi. Eylül beni öylece bırakıp içeriye giderken ben de ardından bakıp bu cevabı herkesin içinde nasıl vereceğini düşündüm de o kadar insanın içinde pek de bir şey yapamaz herhalde. Yapmaz değil mi? Şu an yapabilir gibi geldi çünkü.
........::::::::__Eylül__::::::::........
Odadan çıktığım gibi Meral ile karşı karşıya geldim. O da bizi yemeğe çağırmaya geliyormuş. Beni görünce "Geçti mi bari sinirin?" dedi haklı olarak. Şöyle bir test ettim de pek geçmişe benzemiyor. Meral'in sorusunu "Tam geçiyor gibi oluyor yine beni heyheylendirmenin bir yolunu buluyor" diyerek yanıtlarken doktor efendi de odadan çıktı. Çıkar çıkmaz güya bana çarpmamak için elini belime koyunca ben de omzumun ucundan "Hayırdır?" dercesine ona doğru baktım. Ben kaşlarımı çatmış ona bakıyorum doktor da burnumun dibinden gözlerimin içine baka baka "Müsaadenle geçebilir miyim?" diye soruyor. Yahu o kadar yer var oradan geçse ya illa dibime gelecek. İyi alıştı ağzımızı burnumuzu birbirine karıştırmaya!
Hiçbir şey demeden bir adım yana çekildiğimde o da elini tek seferde çekmek yerine belimden aheste aheste uzaklaştırarak salona yöneldi. Bu artistik dokunuşların beni etkileyeceğini sanıyorsa çok yanılıyor. Bakışlarımla onu takip ederken Meral'in halimize gülerek "Ne oldu Gizem ile ilgili Ahmet ağabeyin ağzını arayabildin mi?" diye sorduğunu duyunca derin bir nefes alıp "Adamın haremi o kadar geniş ki Feride Hatun'dan Gizem Hatun'a sıra gelemedi!" dedim. Doğru ya ben Gizem ile ilgili sıkıştıracaktım bu adamı niye unuttum ki?
Meral'in muzurca bakan bakışlarını görünce yüzümü ekşitip "Bir tur daha mı oyun oynasaydık acaba? Ben bu adamı dövmelere doyamadım" dediğimde Meral hemen koluma girdi ve beni bahçeye yönlendirerek "Hadi gel sofrada harika yemekler var. Birkaç dakikaya sinir minir kalmaz sende merak etme" dedi. "Umarım öyle olur" hisleriyle birlikte bahçeye çıktık. Doktor bahçeye kurulan masadaki mumları yakarken Selim de hoş bir müzik ayarlıyordu. Bir an istek yapıp Orhan Gencebay'dan "Bana kaderimin bir oyunu mu bu?" şarkısını çaldırmak istedim çünkü daha dakika bir gol bir Gizem doktor ve ben masada inci gibi yan yana dizildik. Tamam bu kötü bir başlangıç oldu ama şu andan itibaren yan tarafı görmeyip tüm dikkatimi Merallere ve bu güzel sofraya vereceğim.
Müberra Hanım'ın leziz mezeleri elden ele geçerken masada da hoş bir sohbet vardı. Konu konuyu açarken de Meral tanıtım fotoğraflarının çekildiği gün şu mavi saçlı kaşında da kurukafa temalı piercing olan garip tavırlı kuaförümüzle olan imtihanımdan bahsetmeye başladı. Hani şu elimden zor aldıkları adam. Iyyy! O adamı hatırlamak bile saç diplerimde sızıya neden oluyor. Hiç beklemediğim anlarda elini babasının bağı gibi daldırıveriyordu saçlarıma. Meral perde arkasında yaşananları paylaşırken haliyle herkes çok eğlendi.
Suyumu yudumladıktan sonra Selim'e "O gün ikinizin arasında bir şeyler olduğunu anlamıştım" dediğimde Selim de Meral'in elini tutup parmaklarının üzerini öperken "O kadar belli oluyor muydu?" diye sordu. Hem de nasıl! Gözlerimi açıp gülümseyerek "Olmaz mı? O aşk dolu bakışlarınızı takip ederken kaç kere dalıp gittim kaç kere de o cırtlak sesli asistanın "Eylül Hanııım!" diye cırlamasını duyup yerimden sıçradım biliyor musunuz siz?" dediğimde yan tarafımda oturan doktor efendinin sessizce "Herkesi anladın da bir beni anlayamadın" dedikten sonra bu lafını örtmek için de masaya şöyle bir bakıp "Rica etsem biberliği uzatır mısın Eylül?" dediğini işittim. Adam bir rahat duramıyor. Demek herkesi anladım bir tek onu anlayamadım. Sen kendini doğru anlatabildin mi de benden seni anlamamı bekliyorsun derler adama!
Elbetteki bu güzel ortamı bozacak kötü bir şey yapmayacağım ama bu bir şey yapmayacağım anlamına da gelmez. Benden istediği biberliğin içinden pul biberini alıp doktorun gözlerine de "Şimdi de sen beni anla bakalım" dercesine bakarak etine dökmeye başladım. O sırada ben ona bakıyorum o da bana bakıyordu. Dökme işlemi bitene kadar da gözlerimizi bir an olsun çekmedik birbirimizden. Oops! Biberin miktarı da biraz elimden kaçtı ama etin kaplaması güzel oldu bence. Hem acı iyidir derler değil mi? O kısık kısık konuştuğu sesini de açar belki. Etinin can çekişen halini gördükten sonra bakışlarını bana döndürdü. Bak derdini düzgünce anlatınca anlaşılıyormuş işte.
Bakışı yüzünden tek kaşımı ister istemez kaldırıp ima içeriği yüksek bir ifadeyle de "Afiyet olsun doktor" dedikten sonra biberliği yerine bırakarak yemeğime geri döndüm. Belki gözlerim değil ama tüm dikkatim ondaydı. Etinden aldığı her lokma sonrası neredeyse yarım bardak su içti. Güldüğümü belli etmemek için büyük bir çaba harcadığımı itiraf etmem gerek. Hadi itiraf edeyim onu hiç bu kadar sempatik görmemiştim. Sesi çıkmadığı gibi Meral'in sessizce tabağını değiştirebileceğini söylemesine rağmen ona etinin acılı halini çok daha fazla beğendiğini söyledi. Ne beğenmesi Allah aşkına? Çaktırmadan gözlerine bakıyorum da şu an cayır cayır yanıyor olmalı. Ah be doktor! Ne yapacağız biz seninle?
........::::::::____::::::::........
Birbirinden güzel yemekleri afiyetle yedikten sonra kahve servisi için hazırlıklar başladı. Müberra Hanım özel günlerde kullandıkları tatlı tabaklarını çıkarırken benim gözüm de koyu bir sohbete dalan muhteşem ikiliye kaydı. Bir de bana herkesi anladın da bir beni anlayamadın diyor. Yahu sen kaç senedir şu kadının sana karşı duyguları olduğunu nasıl anlayamadın peki? O öyle çapkın çapkın ortalarda gezmeye benzemez doktor! Sadece bakmayacaksın bakarken göreceksin de...
Meral mutfakta boş durmamak için peçeteleri katlarken ben de doktorun Gizem'in bardağına su doldururken bir yandan da onu güldürecek bir şeyler söylediğini gördüm ve içimde tutamayarak "Bak nasıl da pis pis sırıtıyor kadına! Gidip arkasından iteklesem mi acaba daha rahat düşsün ağzının içine!" dedim. Meral elindeki peçeteleri bırakıp yanıma geldikten sonra pencereden onların haline bakarak "Sadece sohbet ediyor gibi görünüyorlar" dedi. Hee! Sadece sohbet ediyorlar. O kaşın gözün oynaklığı ne peki?
"Bu adam herkesle böyle sohbet ediyorsa işimiz var yani"
"Ne dedin?"
"Sohbetine diyorum... Turp sıkarım diyorum"
"Eylül sen ciddi ciddi Ahmet ağabeyi kıskanıyorsun farkında mısın?"
"Kıskançlık değil de..."
"Bu gördüklerim kıskançlık değilse ne peki?"
"Sadece bir yandan ona inanmamı bekleyip bir yandan da başka kadınlara böyle samimi davranıyor ya işte o an ellerimle boynunu kavrayıp gözünün içine baka baka onu boğasım geliyor"
"Kıskançlık değilmiş gerçekten"
"Gülme Meral!"
"Tamam gülmüyorum"
"Bak bak şu haline bak! Utanmasa peçeteyi alıp dudaklarını silecek kadının"
"Abartıyorsun bence"
"Müberra Hanım kahve yapıyor değil mi?"
"Evet ne oldu?"
"Henüz bir şey olmadı ama birazdan olacak. Ben şu kahve işine bir el atayım"
"Ne yapacaksın?"
"Sen beni düşünme misafirlerinle ilgilen. Şu kadını da doktordan uzak tut sinirimi bozuyorlar. Artık ortalarına mı oturursun Kaan'ı amcasının yanına mı gönderirsin yap bir şey işte"
"Eylül dur! Nereye gidiyorsun?"
"Zıkkımın peki denen çok özel bir karışımım var da gidip doktor için onu hazırlayacağım"
"Bu kadar da acımasız olamazsın. Yapma lütfen yazık adama"
"Kötü bir şey olmayacak korkma. Hatta damak zevki varsa inan ki çok beğenecek!"
Ben kahvelerin başına geçerken Meral ile Müberra Hanım da tatlıları tabaklara koyup dışarıya götürmeye başladı. Doktor da masadayken benden biberliği istemişti değil mi? Demek acı seviyor. Bu beğenisini göz önünde bulundurarak hatırı sayılır miktarda tuz karabiber ve sirke ekledikten sonra doktorun kahvesini de bir fincana koyup Müberra Hanım'ın ardından gittim. Tam da ondan beklediğim gibi herkesin fincanına baktıktan sonra iki dakika sabredemeyip kadıncağıza "Bana kahve yok mu Büberra Sultan'ım? Yoksa yine bir haylazlık yaptım da ceza mı aldım?" dedi. Sorusuna cevap Müberra Hanım yerine benden geldi. Kahvesini önüne koyup kinaye içeren bir tonlamayla da "Sen ve haylazlık etmek... Yan yana gelemeyecek iki uç şey" dedikten sonra yerime geçip oturdum. Tuhaf tuhaf bakıp duruyor. Onun kahvesini ben yapıp getirdim ya şok oldu.
Tatlılarımızı yemeğe başladığımızda Selim gelelim sebebi ziyaretinize dercesine söze girdi. "Bugün şirkette Meral ve Gizem ile birlikte biraz sohbet ettik. Bu sohbetin içeriği seninle ilgiliydi Eylül" dediğini duyup ne konuştuklarını merak ederek ona doğru baktım. Elimdeki suyu masaya bıraktığımda Selim sözüne devam ederek "Bu gibi durumlarda lafı dolandırmayı sevmiyorum. İki Hayal Tek Bir Şişede tanıtımlarında Meral ile birlikte harika bir iş çıkardınız ve açıkçası ben bunun bir devamlılığı olmasını istiyorum. Bugün bu düşüncemi Meral ve Gizem ile de paylaştım. Onlar da bu fikre çok sıcak baktılar. Demek istediğim şu ki ben Atahan markasının daimi yüzü olup bundan sonra tüm işlerimizde bizim markamızı temsil etmeni istiyorum Eylül. Tabii senin de iş konusunda başka bir düşüncen yoksa" dedi. Şaka yapmıyor değil mi? Bana mükemmel bir iş teklifi yapmasının şokunu yaşarken yanımda oturan doktordan öksürükle birlikte tuhaf sesler gelmeye başladı. Boğuluyor mu o?
Selim'e cevap veremeden "Harika! Masadaki tek doktor iki yudum kahveyle kendisini boğmayı başardı" diyerek doktorun sırtına peş peşe vurmaya başladım. Aslında onun suçu değil galiba. Kahvenin karabiberi fazla kaçmış olmalı. Adamın rengi mengi gidince telaşlanıp "Şişşt! İyi misin sen? Doktor korkutma beni" dedim ama o ne dese Eylül gıcık olur bir düşün bakalım. Tabii ki de "Durumla pek alakası yok ama sen yine de şöyle en şeftalilisinden bir suni teneffüs yapsan hayır demem" derse olur. Göstereceğim ben şimdi ona suni teneffüsü! Sırtına okkalı bir vuruş daha yaparken kardeşine dönüp beni kastederek "Sürekli göz önünde mi olacak yani?" diye sordu. Hoppala! Boğuluyordun doktor bırak şimdi göz önünde mi olacağım kulak arkasında mı duracağımları...
Bak şimdi küçücük çocuğu da halimize güldürdü görüyor musun? Meral kıkır kıkır gülen Kaan'ı susturmaya çalışırken konuyu kaynatmak adına Selim'e dönüp ağabeyinin boğulma girişimini kastederek "Selim kusura bakma malum olaydan dolayı cevap veremedim" dedim ve doktorun kısasa kısas yapar gibi "Başlatma şimdi malum olayından!" diye fısıldamasıyla aniden ona döndüm. Özellikle yapıyor değil mi? Beni sinirlendirmeye çalışıyor ki kızıp üzerine daha çok gideyim o da bu durumdan keyif alsın.
"Yapma şunu!" diye fısıldayıp o da belli belirsiz gülümseyerek önüne dönünce ben de Selim'e ve mevcut konuya geri dönerek "Teklifin beni gerçekten çok şaşırttı. Açıkçası Meral bana Selim seninle iş ile alakalı bir şeyler konuşmak istiyor demişti ama senin bana bu kadar büyük bir iş fırsatı sunacağını beklemiyordum. Tabii ki de kabul ediyorum. Etmemem mümkün değil zaten... Ben de böylesine köklü bir firmanın yüzü olmaktan dolayı mutluluk duyarım" dedim. İnanamıyorum ya tam yeni seçenekleri gözden geçirmeye karar vermişken hem harika bir ev hem de mükemmel bir iş buldum. Görünen o ki darmadağın olmuş olan hayatım yavaş yavaş düzene girmeye başladı.
Kahveler eşliğinde tatlılarımızı da yedikten sonra doktor sabah bir ameliyatı olduğunu ve hazırlanmak için de erkenden hastanede olması gerektiğini söyledi. Böyle deyince de bir tedirgin olmadım değil. Kimi ameliyat edecek acaba? İnşallah o aklını kaçırmış gibi etrafına saldıran adamın eşi değildir. Herkesin içinde soramıyorum da. Şimdi demezler mi sen nereden biliyorsun hayırdır diye? Derler tabii. Mesela ben olsam kesin derim. En iyisi onunla birlikte kalkıp aklıma takılan ne var ne yoksa hepsini yolda sorayım.
Tam benim de kalkmam gerektiğini söylerken Meral'in kaş göz işaretleri yaparak beni içeriye çağırdığını fark ettim. Tabii sorgulamadan hemen yerimden kalktım. Arkasından gidip salona girdikten sonra "Ne oldu Meral bir şey mi var?" dediğimde önce biri var mı diye koridora baktı sonra da bana dönüp "Annem Selim ve Ahmet ağabey dışında kimse bilmiyor" dedi. Dırı dı dıt dıııı dııııt! Duydunuz Meral'in sesini Eylül'ün kulaklarını kapatın çünkü muhtemelen yeni bir sır daha geliyor.
Duyacağım şeyin tedirginliğiyle yüzümü ekşitip "Böyle konuşulduğunda cidden çok korkuyorum. Bence söyleyeceğin şey her neyse ben de bilmemeliyim" dedim ama söyleyeceği şey kötü bir şey değil galiba çünkü gülümseyerek elimi tuttu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken de heyecanı gözlerinden okunur bir halde "Hamileyim!" dedi. Nasıl yani? Ama ona getirdiğim gebelik testini yaptığı zaman hamile olmadığını öğrenmişti. Yani bu o zaman hamile değildi ama şimdi hamile mi demek oluyor? Düşünürken onu baştan aşağıya inceleyip "Şaka yapıyorsun değil mi?" diye sorduğumda başını iki yana sallayarak "Hayır şaka falan değil. Telaş yapma diye sana söylemedim ama evdeyken düştüm ve o sırada kırılan çerçevenin camı omzuma girdi. Alelacele hastaneye gittik tabii. Pansumanım yapılırken de bayılmış olmam sebebiyle bir sürü test yapıldı o sırada öğrendik işte. Eylül bizim Selim ile bir bebeğimiz olacak" dedi. O kadar mutlu ki o mutluluğu bana da geçirdi. Şaşkın olmama rağmen "Sizin adınıza çok sevindim Meral harika bir haber bu tebrik ederim" diyerek sıkıca sarıldım. Tabii aklıma takılan şeyler de olmadı değil. Bu kızın tedavi olmaya devam etmesi lazım değil mi? Ama hamileymiş...
"Peki bir şey soracağım Meral bu senin durumun için biraz riskli değil mi?"
"O kısım biraz can sıkıcı"
"Niye ne oldu?"
"Normalde çok erken bir dönem olduğu için bebeği aldırmayı ve hemen kemoterapiye başlamayı öneriyorlarmış ama ben ondan vazgeçmek istemedim. Böyle bir anda gelmesinin bir nedeni olmalı. Bakma şimdi iyiyiz ama Selim de beni riske atmak istemediği için bu kararıma kâti suretle karşı çıktı. Onu çok zor ikna ettik. O günleri düşünmek bile istemiyorum onu o kadar üzdüm ki beni yeniden kaybetme ihtimalinin düşüncesi mahvetti onu"
"Haklı Meral. Sen ameliyathanedeyken neler yaşadığını gözlerimle gördüm. Kolay değildi hiçbir şey. O zaman bebek doğana kadar tedavin ertelenecek"
"Ahmet ağabey hamileliğin riskli dönemi atlatıldıktan sonra anneye uygulanan kemoterapinin bebeğe bir zararı olmayacağını söylüyor"
"Mucizesever doktor iş başında desene"
"Hastası ben olunca olmayacağı bile oldurmaya çalışıyor ne yapsın? Selim son derece kararlı bir şekilde ben Meral'i riske atmam konu kapandı derken ben de inatla doğuracağım deyince o da ikimizin de içini rahat ettirecek çıkar bir yol bulmaya çalıştı ve sonuç bu oldu"
"Demek bu yüzden günlerdir sesi soluğu çıkmıyordu"
"Efendim?"
"Şey... Kızıyorum falan ama doktorluğu on numara beş yıldız diyorum"
"Evet mesleğine aşık bir adam"
"Sadece mesleğine mi? Uçan kuşa bile aşık olacak neredeyse... Bak gider ayak yine sinirimi bozdu!"
"Eylül sizin Ahmet ağabey ile alıp veremediğiniz ne? Aranızda bizim bir türlü çözemediğimiz bir şeyler oluyor sanki. Masada da bir rahat durmadınız mırıl mırıl söylenip duruyordunuz birbirinize"
"Sadece şunu söyleyebilirim ki..."
Selim doktorla Gizem'in kalktığını haber verirken doğal olarak sözüm yarım kaldı ama Meral'in tam da bu noktada beni bırakmaya hiç niyeti yoktu. Selim'e "Hemen geliyoruz hayatım" dedikten sonra merakla bana doğru dönüp "Hadi söyle yoksa çok merak ederim. İki canlıyım ben öyle heyecandı meraktı yaramaz bana" dedi. Bak nasıl da iki canlıyım diyerek mecbur bırakıyor insanı! Neyse yapacak bir şey yok konuşacağım artık çünkü içimde tuta tuta patlayacakmışım gibi geliyor.
"Doktor dile geldi ama ne gelmek! Sonradan işi batırmasaydı buraya el ele kol kola bile gelebilirdik diyeyim sen anla artık nasıl bir dile gelmek olduğunu. Bu arada el ele kol kola derken gerçekten öyle gelebileceğimiz için değil sadece konuşmasının düzeyini anla diye dedim"
Haklı olarak bu duyduğuna hem çok sevindi hem de çok şaşırdı. İkimiz de birbirimize bakarken koridordan sesler gelmeye başlayınca "Bunu daha sonra detaylı konuşalım" dedi. İpin ucunu kaçırdım bir kere el mahkum konuşacağız. Birlikte salondan çıktığımızda Meral eşinin yanına ben de doktorun yanına geçtim. Öğrenmem gereken şeyler olduğundan dolayı onunla gitmem gerekiyordu ve bu yüzden de lafı hiç uzatmadan yanına sokulup "Beni de eve bırakırsın herhalde. Yolunun üstü değilse bile bir zahmet yolunun üstü ediver" dedim. Böyle demek de biraz tuhaf oldu ama ne yapayım canım ben de öyle cici bici bir kız değilim. Sonuçta eldeki malzeme de bu!
"Sen ciddi misin?"
"Ne o başka bir planın mı var yoksa?"
"Ne planım olacak Eylül yok tabii ki. Ayrıca olsaydı da anında iptal etmiştim"
"İyi o zaman hadi gidelim"
"Gidelim"
Merallere bu güzel gece için teşekkür ettikten sonra evden ayrılıp arabalara doğru yürümeye başladık. Gizem ile de vedalaşırken ona karşı kendimi hâlâ gergin hissediyordum. O da bana karşı pek rahat değildi doğrusu. Birbirimize iyi akşamlar diledikten sonra doktor Gizem'in arabasının kapısını açıp "Yıllar sonra yeniden karşılaşmak güzel oldu. Bir daha kendini bu kadar unutturma" demesin mi? Şimdi çantayı kafasına bir yiyecek bırak Gizem'i kendi adını bile unutacak haberi yok. Hadi şu kadın da binsin arabasına artık!
Kollarımı önümde kavuşturup başka yöne bakarken Gizem'in "Ben de seni gördüğüme çok sevindim. Artık buradayım zaten yine görüşürüz" dediğini duyup ağzımı oynata oynata taklidini yaptıktan sonra "Hava soğudu gitsek mi artık?" diye sordum. Hay sormaz olaydım çünkü böyle deyince de doktor centilmenlik gereği hemen ceketini çıkardı. Halbuki üşüdüğüm falan yoktu aksine hararet tavan yaptı ama ettik bir laf ceremesini çekeceğiz ne yapalım. Gerçi buna da şükür arabaya geçip klimayı açsaydı onun yerine ben bir şeylerimi çıkarmak zorunda kalırdım kiii üstümde çıkarılabilecek pek uygun bir şey yok.
Yüzündeki belli belirsiz tebessümle önümde durduktan sonra ceketi arkamdan geçirip diğer eliyle de tutarak omzuma yerleştirdi. Birbirimize gereğinden fazla yakın durduğumuzu bilmeme rağmen kendimi gözlerine bakmaktan alıkoyamadım. Aynı tanıtım gecesi yaptığı gibi sanki ona bakmam için ağını fırlattı ve ben de ister istemez kendimi ona bakarken buldum. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte. Üzerimdeki ceketin yakalarını tutup bu sayede de beni belli belirsiz bir şekilde kendisine çekince bir an yalan yok "Başlarım böyle işe!" deyip bu seferde benim onu öpeceğimi sandım ama neyseki böyle bir şuursuzluk yapmadım. Bunu şuursuzluk olarak adlandırıyorum çünkü hâlâ kafama takılan şeyler var.
Biz birbirimize kilitlenip kalmışken Gizem'in "İyi akşamlar" diyen sesini duydum. O anla birlikte doktor ceketi tutmayı bıraktı ben de bir adım geri çekilip sessizce "Hâlâ gitmedi mi bu ya!" diye söylendim. Doktorla Gizem'e iyi akşamlar diledikten sonra da kadın nihayet gitti. Başbaşa kalınca sessizleştik. Gecenin karanlığında dip dibe durmanın çok da akıllıca olmadığını düşündüğüm için aniden hareketlenip arabasına doğru yürümeye başladım. Yahu ben bu adamı sorguya çekecektim ne diye gevşiyorum anlamadım gitti. Kendine gel Eylül!
Sessizliğimiz aynı anda kapıyı ve dolayısıyla da ellerimizi tutmamızla birleşince garip bir an yaşanmasına neden oldu. Kapımı açmak için arkamdan geliyormuş fark etmemişim. Ellerimizde birbirine uyum sağlayan tehlikeli bir kıpırdanma olunca panikledim ve aniden geri çekilip bir avazda da "Açardım kapıyı ben... Yani ben açardım kapıyı... Amaan! Kendi kapımı kendim açabilirim Gizem miyim ben biri gelsin de kapımı açsın diye bekleyeyim?" deyiverdim. Of! Bu adam da ne diye gülüyorsa iyi ki bir kırk yılın başında dilim dolandı!
Hiçbir şey söylemeden sadece kapımı açtı. Niye bir şey demedi ki? Of Eylül sen de bir tuhafsın adam konuşsa bir dert sussa başka bir dert diyorsun değil mi? Haklısın sustum. Ona dik dik bakmama karşılık suskunluğunu bozarak "Tamam bu şekilde düşünüyorsan başka birine kapını açtırma hatta bu hoşuma bile gider ama bırak bu gece sana içimden geldiği gibi davranayım" deyince bu gece içimden geldiği gibi davranayımın manasını düşünerek sessizce arabaya geçtim. O da kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafından dolanıp direksiyonun başına geçti. Bence içinden geldiği gibi davranmasın yoksa işler fena karışır. Malum en son içinden geldiği gibi davrandığında noktayı dudaklarıma konan bir buse ile yapmıştı.
Arabayı çalıştırıp evin önünden ayrılırken ona bakmamaya çalışarak dudaklarımı kemirmeye başladım. Ben böyleyim ama o benim aksime ara sıra benim olduğum tarafa doğru bakıyor. Bunu fark etsem de bu kez bakışlarına karşılık vermek istemedim. Aaa! Az kalsın unutuyordum. Doktor yarın sabah bir ameliyatım var demişti değil mi? Ani bir şekilde "Hastan kim?" diyerek ona doğru baktığımda o da afallayarak bana bakıp "Efendim?" dedi. Artık ne düşünüyorsa beni duymadı herhalde.
"Hastan kim diyorum. Yarın ameliyat edeceğin hasta..."
"Niye sordun ki?"
"Şu sana saldıran manyağın karısı mı?"
"Hayır değil"
"İyi"
"Neden bu konuyla ilgilendin Eylül?"
"Adam karısını ameliyat etmeye kalkarsan ve o sırada da kadına bir şey olursa seni yaşatmayacağını söyleyerek tehdit etmemiş miydi?"
"Ettiyse etti ne olmuş yani?"
"Ne demek ne olmuş yani? O ameliyatı yapmayacaksın değil mi?"
"Ben doktorum Eylül"
"Yani?"
"Yani önceliğim her şartta hastamın kararına bağlıdır. Kendisi ameliyat olmayı istiyorsa ben de elimden geleni yaparım buna da kimse engel olamaz""
"Ama doktor!"
Bu konuşma burada kesilmek zorunda kaldı çünkü doktor garip bir yüz ifadesiyle gömleğinin üstten iki düğmesini çözüp emniyet kemerini de gevşetmeye başladı. Böyle olunca da konuyu unutup bütün dikkatim ona kaydı. Bir sıkıntısı mı var diye düşünüp tam soracakken de aniden arabayı kenara çekip "Midye yer misin?" diye sordu. O kadar şeyin üstüne... Yok artık!
"Durup dururken ne midyesi doktor? Tabii ki onca şeyin üzerine yiyemem"
"O halde bana bir yerlerden limon bulmamız lazım"
"Limon mu? Ne alaka ya!"
"Telaş etme ama ben şu an kendimi pek iyi hissetmiyorum galiba"
"Ne? Ne oldu neden öyle oldu? Doktoor! Kalbin falan yok değil mi?"
"Kalbim... En son kalbimi çok güzel bir kadına kaptırdım ve hâlâ kendisinde ikamet ediyor"
"Dalga mı geçiyorsun? Yapma bak elim ayağım titredi"
"Telaş etme demiştim sadece tansiyonumda hafif bir yükselme olmuş olmalı"
"Tansiyon mu?"
Bir an ona içirdiğim kahveyi düşündüm de içine epeyce tuz basmıştım. Hem kahve hem tuz yaramadı belli ki. Hay aksi! Ona her ne olduysa belli ki benim yüzümden oldu. Emniyet kemerimi hızla çözüp çantamdan çıkardığım mini kolonyayı elime döktükten sonra oturduğum yerde doğruldum. "Kokla hadi" diyerek avucumu burnuna tutunca bana uzaylıymışım gibi bakmaya başlaması da gecikmedi. Tamam şimdi tansiyonu çıktı diye bir doktorun burnuna kolonya tutmak biraz garip olabilir farkındayım ama bu da kişiyi rahatlatıcı bir çare sonuçta.
Tek dizimin üstünde dururken "İyi geleceğine emin misin?" diye sorunca elimi iyice yaklaştırıp "Babamın tansiyonu çıktığında annem ona hep kolonya koklatırdı. Bir de limonlu su içirirdi tabii sana da içireceğiz. Baktık olmuyor kendi kendine bir reçete yazarsın artık" dedim. Elimi tutup avucumun içini koklarken gülümsedi. Neden güldüğünü anlayamadım ama bana "Aynı sahneyi yaşıyoruz demek. Umarım kaderimizde onlara benziyordur" der demez gözlerine endişeyle bakıp "Tövbe de!" dedim. Şaşırdığını söylememe gerek var mı bilemedim ama bu tepkime çok şaşırdı.
"Niye?"
"Doktor tövbe de diyorum!"
"Tamam ama..."
"Tövbe diyecek misin sen!"
Sesim biraz yüksek çıktığı için buna bir anlam veremediğini görebiliyorum ama yine de ısrarım üzerine beni kırmayıp ellerini kaldırarak "Tövbe" dedi. Bilmeden etmeden dilediği temenniye bak. Gözlerine bakarken bir açıklama yapmam gerektiğini anlayıp "Annem babamı genç yaşta kaybetti tamam mı? Yani ağzından çıkan şeylere dikkat et" dediğimde o da gözlerini gözlerimde gezdirerek babam için üzgün olduğunu söyledi. Yerime geri oturduktan sonra arabadan çıkarak yanına gittim ve ona yan koltuğa geçmesini söyledim. Buradan sonra ben kullanacağım çünkü. Arabayı bana emanet etmekte biraz tereddüt yaşasa da itiraz edecek hali yoktu. Arabası bana canı da Allah'a emanetti yani...
"Bu arada özür dilerim doktor"
"Ne için?"
"Tansiyonun benim hazırladığım kahve yüzünden çıkmış olmalı"
"Garip bir kahveydi gerçekten. Tadı aynı şey gibiydi..."
"Ne gibi?"
"Biraz dedemleşmek zorundayım"
"Sorun değil Selim dedenin lisanını seviyorum. Ee! Kahvemin tadı ne gibiymiş söyle bakalım"
"Alınma ama... Zıkkımın kökü gibi"
"Gurmeliğin de varmış doktor"
"Kahveyi hep böyle mi yaparsın? Yani bir kez daha içmem gerektiğinde kendimi sonuçlarına hazırlayayım diye söylüyorum"
"Hayır aslında çok güzel kahve yaparım. Hatta çalıştığım kafelerde öğrenip binbir çeşidini yapmışlığım vardır"
"Buna rağmen masadayken kahvene dokunmadın"
"Bu aralar yıldızımız pek barışık değil"
"Reflü mü?"
"Bilmem doktor olan sensin tanıyı sen koy"
"Peki benim bugünkü talihsizliğimi neye bağlamalıyım?"
"Canımı sıkıyorsun demiştim ya ne çabuk unuttun"
"Bu kadar yüksek tepkiler vermene neden olacak ne yapıyorum inan anlayamıyorum"
"Ona bakarsan ben de aynı anda bu kadar kıza nasıl mavi boncuk dağıttığını anlayamıyorum doktor! Bu da özel bir yetenek olsa gerek"
"Bu kadar kıza derken?"
"Alfabetik sıraya göre mi gideyim yoksa ortaya karışık mı yapayım?"
Neden bahsettiğimi anlayamamış gibi bakınca ben de bir gözüm onda olarak "İlk sırada Cilveli Köstebek lakaplı Derya Üstündağ!" dedim. Şaşırarak "Derya mı?" diye sorunca ben de neden bu kadar şaşırdığını anlamadım ama açık olmaktan zarar gelmez diyerek sözüme devam edip "Aşıkmışsın ya kadına..." dedim. Çok mu direkt söyledim? Biraz öyle oldu galiba. Gözlerini kısa kısa bana doğru bakıp kalınca bunu garipsemiş gibi bakışlarımı ona yönlendirip "Hadi ama doktor! Ona aşık olduğunu kendi kulaklarımla duydum" demek zorunda kaldım. Alnını ovalarken aynı anda da "Nerede duydun bunu?" diye sorunca o facia sahneyi gözümün önüne getirip "Tanıtım gecesi terastayken kardeşine Meral'e değil Derya'ya aşığım dediğini duydum. Uzun zamandır da seviyormuşsun şu Bayan Sağ Kol'u. Ben de oradaydım doktor Meral ile canlı canlı sizi izliyorduk" dedim. Öylece bakıp kaldı. O an orada olduğumuzu fark etmemiş herhalde.
"Eylül ben Derya'ya aşık falan değilim"
"Ne demek değilsin? Kendi kulaklarımla duydum diyorum anlayamadın galiba"
"Hayır doğru duymuşsun ama o konu biraz karışık"
"Nasıl karışık?"
"Meral'in hastalığını kimseye söylemediğimiz için Selim onunla aramızdaki yakınlığı farklı yorumluyordu"
"Bunu konuşmalarınızdan anlamıştım"
"Tamam ben de ona Meral'in sadece doktoru olduğumu söyleyemeyeceğim için bu aslı astarı olmayan düşünce kafasından silinsin diye Derya'ya aşık olduğumu söyledim"
"Nasıl ya?"
"Durum bu..."
"Şimdi sen bu kadına hiçbir şey hissetmiyor muydun yani?"
"Hımm... Sanırım sana yalan söylemek istemiyorum"
"İyi edersin"
"Aslında uzunca bir dönem Derya'dan hoşlandığım doğru ama içten içe onunla hiçbir zaman olamayacağımızı da biliyordum. O her halükârda işini ön planda tutup duygularını da görmezden gelen hatta belki de önemsemeyen bir kadın. Ne yaparsam yapayım onun hayatında bir öncelik olamayacağım kesindi. Bu yüzden de ona karşı hiç gerçek bir adım atmadım"
Onu dinlerken boş bulunarak "Zaten aşık olsaydın..." dedim ama söyleyeceğim şeyin devamı bana garip hissettirdiği için lafımı tamamlamadım. Niye böyle bir şey dedim ki şimdi? Gerçekten boşboğazsın Eylül! Bu sözümün devamını düşünürken "Adım atardım" dedi. Dikkatim başka yerde olduğu için ne dediğini algılayamayıp ona baktım ve o da bana "Aşık olsaydım adım atardım. Hem de defalarca..." dedi. Yine yapıyor. Yine aklım gibi kalbimi de karıştırıyor. Bir gözüm onda bir gözüm yoldayken bana hoş bir bakış ve ona eşlik eden gülümsemesiyle birlikte "Sonra da sen geldin zaten" dedi. Hay aksi! Şu buram buram samimiyet kokan bakışı direkt aklımdaki düzeni yerle bir etmeye yetiyor.
Düşünceli bir halde yola döndükten sonra gördüğüm ilk kafenin önüne yanaştım. Arabayı durdurup anahtarı çıkardıktan sonra "Konuşmaya içeride devam edelim mi? Eminim burada senin için şekersiz bir limonata bulabiliriz" dediğimde emniyet kemerini çözüp kapısını açtı. Arabadan aynı anda çıktıktan sonra seri adımlarla yanına gidip koluna girdim. Şaşırdı ama şaşırmasın sonuçta tansiyonum çıktı demedi mi? Şimdi başı maşı döner düşer kaldıramam da yerden. Bir şey demedi ama sürekli kolundaki elime bakıp tebessüm etti. Onu birazcık tanıyorsam eğer şu an tansiyonu çıktığı için seviniyordur.
El ele kol kola misali kafeden içeriye girdik. Tenha bir köşeye geçip siparişi verdikten sonra da birbirine kenetlediği ellerini masanın üzerine koyup oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Hadi aklına takılan ne varsa sor bana" dedi. Böyle deyince ne soracağımı da ne söyleyeceğimi de unuttum iyi mi! Bir ona bir garsonun gelip gelmediğine bakıp "İkinci sıramızda esmer çirkini kod adlı Feride..." dediğimde sözümü tamamlayıp "Çetinkaya" dedi. Hay çok yaşa be doktor! Ben de bu kadının soyadı ne diyordum hatta biraz gecikse az kalsın kadına Feride Yakasıdikilesice diyecektim. Hayır yani aklımda öyle kalmış. Neden acaba?
Dudağımı büzerken yüzüne de sinirden gülümseyerek bakıp "Bu Feride Çetinkaya..." dedim ve hemen ardından gözlerimi kısıp ne ayak dercesine bir bakış savurarak "Tam olarak kim oluyor?" diye sordum. Dışardan bakınca kesin çok komik görünüyorum. O da beni izlerken büyük bir keyif alıyor olmalı çünkü içi gülen gözlerini bir an bile olsun üzerimden ayırmıyor. Ama çok şanslı çünkü cevap veremeden garson geldi ve şekersiz limonatasını masaya bırakıp yanımızdan ayrıldı.
"Bir şey içmek istemediğine emin misin Eylül?"
"Evet eminim. Bu arada lafı kaynattığına göre sorum beklemediğin yerden gelmiş olmalı"
"Affedersin hemen cevaplıyorum. Feride ile şu an çalıştığım hastaneye geldiğim ilk gün tanıştım. Haliyle ilk günün yabancılaşması vardı ama Feride bana her konuda çok yardımcı oldu"
"Belli belli o rahatlık var kadında"
"Eylül!"
"Tamam sen yorumlarıma takılma anlat dinliyorum"
"Anlatacak bir şey de yok aslında sadece hastaneden tanıdığım bir doktor arkadaşım o kadar"
"Sevmedim! Fazla esrarengiz oldu"
"Hangi kısmı sevmedin?"
"Sadece arkadaşım kısmını"
"Öyle ama"
"Pekala şimdilik inanmış gibi olalım bari"
"İnanmış gibi olma... Gerçekten inan"
"Esmer çirkini dosyası şaibeli olarak kapandı. Gelelim zurnanın zırt dediği yere"
Limonata bardağını masaya geri bırakırken gülümseyerek "Dedemin lisanını sevmene şaşmamalı çünkü belli ki ortak bir dil kullanıyorsunuz" deyince ben de dedeye saygılar gönderip gülümsedim ve "Üçüncü sıramızda gizemli Gizem..." dedim. Soyadını hatırlamaya çalışırken doktor gayet rahat bir tavırla "Gizem Ertuna" dedi. Pekala! Kimmiş bakalım şu Gizem Ertuna bir de doktorun ağzından duyalım bakalım.
Ona kendisini dinlediğimi söyleyip dikkatle mimiklerini incelerken doktor da "Gizem ile olan tek bağım kardeşim" dedi. Bir dakika! Şimdi bu kısımda bir sıkıntı var. Tek bağı Selim olamaz çünkü kadın bana en yakın arkadaşım diyerek onun adını vermişti. Onun gibi ben de kollarımı masaya dayayıp hafifçe yaklaştıktan sonra "Bir şey saklamıyorsun değil mi? Konuşmanın başlarında bana yalan söylemek istemediğini belirtmiştin diye hatırlıyorum" dedim.
Birkaç saniye yüzüme bakıp "Hâlâ söylemiyorum" dedikten sonra ona olan bakışlarımın nedenini anlayamamış gibi ifadesini değiştirip "Gizem kardeşimin en yakın arkadaşı ve ben de onu bu sıfatla tanıyorum. İkisi çok uzun yıllar birlikteydi ama yanlış anlama birlikte derken duygusal ilişki anlamında bir birliktelikten bahsetmiyorum. Onlar iki iyi dost hatta Selim için Gizem bir kız kardeş gibiydi. Bize gelecek olursak eğer evet Selim ve ortak arkadaşlar vesilesiyle bir araya gelerek sohbet etmişliğimiz ya da bugünkü gibi herhangi bir sebepten ötürü rastlaştığımız oluyordu ama benim Gizem ile senin düşündüğün gibi bir bağım yok. Aslında arkadaşız bile diyemem. Tanışıklık diyelim buna. Numarasını ya da nerede oturduğunu hatta şu zamana kadar ne yaptığını bilmem mesela... Gizem ile ilgili Selim ne anlatırsa onu biliyorum yani" deyince ağzıma dilime hakim olamayarak "Vay yalancı!" deyiverdim.
Doktor da ona yalancı dedim sanarak kendisini savunmaya aldı ama yok ben Gizem için dedim. Hale bak ya kadın resmen gözümün içine baka baka yalan söyledi. Hani doktorla yakın arkadaşlardı? Belli ki arkadaş bile değillermiş! Düşündükçe aydınlanıyorum. Bu kadın doktorla ilgili yalan söylediğine göre o zaman gerçekte aşık olduğu kişiyle alakalı da yalan söyledi. Yani yine döndük dolaştık aynı noktaya geldik. Dilim varmıyor ama kadının bahsettiği kişi kesin Selim'di. Şu an bundan çok daha emin oldum diyebilirim. Selim'in artık evli bir adam olduğunu öğrendiği için de adını veremeyip bir çam daha devirerek doktoru attı ortaya. Ooops! Ben şimdi boşuna mı dövdüm boşuna mı biberle yaktım bu adamı yani? Hay aksi! Durduk yere iğrenç bir kahve içirip tansiyonunu da fırlattım.
Doktorun yüzüne mahcup olduğumu belli eden bir ifadeyle bakarken limonatasını işaret edip "Bir yudum alayım mı?" diye sordum. Şimdi de benim tansiyonum fırladı galiba. Bardağı yavaşça önüme doğru sürüp "Başkasının bardağından içmeyi sorun etmiyorsan tabii ki içebilirsin" deyince normalde içmeyeceğimi söyledikten sonra bardağı alıp ona muzurca bir bakış atarak "Ama seninkiler doktordan temiiiz!" dedim. İlahi ben! Onu arabalar için demezler miydi? Nereden geldiyse aklıma... Neyse en azından ikimizi de gülümsetmeyi başardım. Doktor geri verdiğim limonatasından bir yudum daha alırken "Şimdi daha iyi misin?" diye sordum. O da uzun zamandır hiç bu kadar iyi olmadığını söyledi.
"Sormak istediğin başka biri yok mu?"
"Şimdilik yok ama olursa seni nerede bulacağımı biliyorum"
"Ama bir kişiyi atladın. Hatta en önemli kişiyi atladın"
"Kimi atla... Başka kim var ki?"
"Eylül Acar var mesela..."
"Hımm... Sen bana yalan söylemedin ben de sana söylemeyeceğim. Şu sıralar Eylül Acar ile ilgili senin ağzından bir şey duymak istemiyorum galiba"
"Halbuki bütün soru işaretlerini silecek cevaplar ondaydı"
Tamam da ben onları duymaya hazır mıyım onu bilmiyorum. Bana doğrulttuğu bakışlarıyla pişti olmamak için alnımı ovalama süsü vererek elimle yüzümü kapatırken bir yandan da "Tansiyonun düzeldiyse kalkalım mı?" diye sordum. Başta sessiz kalsa da sonra itiraz etmeden "Kalkalım" deyip hesabı istedi. Ben de o sırada onun dışında her yere bakıp dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum. Bir dakikayı bulmadan hesap geldi ve biz de masadan kalkıp kafeden çıktık.
Bu defa direksiyona doktor geçti. Kemerimi bağladıktan sonra düşünceler içinde kaybolarak yolu izlerken aklımdan da Ela ile konuştuklarımız geçiyordu. Ela haklı... Her yönüyle bana hitap eden bu adama aşık olmaktan korkuyorum galiba. Keşke karşıma Buğra'dan önce çıkmış olsaydın be doktor. Belki o zaman ben de kalp kırıklığının ne demek olduğunu bilmeyen bir Eylül olarak daha gözü kara çıkardım karşına.
Evin önüne geldiğimizde başta ikimizden de çıt çıkmadı ama sonra ona doğru dönüp bu sessizliği bozarak "Beni eve bıraktığın ve sorgu sırasında da hiçbir sorun çıkarmadığın için teşekkür ederim" dediğimde ikimiz de gülümsedik. Gerçekten de resmen sorguya çektim adamı o da paşa paşa her soruma cevap verdi. Emniyet kemerini çözüp "Benim için zevkti" deyince ona dikkatle bakarak "Benim için de öyleydi. İyi geceler doktor" dedikten sonra tam arabanın kapısını açarken "Eylül bekle" diyerek diğer elimi tuttu. Buz kesmiş elimin üzerinde sıcacık elini hisseder hissetmez ona doğru döndüm.
Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını belli belirsiz oynattıktan sonra bana hiç beklemediğim bir soru sorarak "Sana karşı hiç mi şansım yok?" diye sordu. Neden bu kadar açık sözlü olmak zorunda ki diye düşünürken ona ne diyeceğimi de bilemedim. İşin kötüsü o da benden bir cevap beklediğini belli eder gibi yüzüme bakıyordu. Net olmayınca o da iki arada bir derede kalıyor olmalı.
"O bahsettiğin şansı sana değil kendime veremiyorum doktor"
"Ama neden?"
"Hani doğru yer doğru insan ama yanlış zaman denen lanet olası bir şey var ya... İşte bizim seninle karşılaşmamız tam da öyle bir zamana denk geldi"
"Kötü bir ilişki miydi?"
"Efendim?"
"Meral ameliyat günü bana kalbinde bazı kırıklıklar olduğundan bahsetmişti. Bu yüzden de o sürekli peşinde koştuğum yemek davetini bir daha ki sefere eğer kalbimde ikimiz adına güçlü bir his varsa ve tuttuğum eli bırakmayacağımdan eminsem yapmamı istedi. Bana bir kez daha hayal kırıklığına uğramanı ve sana bunu yapanın da ben olmamı istemediğini söyledi"
"Sen ciddi misin?"
"Evet ve ben o gün Meral'e bir söz verdim"
"Ne sözü?"
"Seni asla incitmeyeceğime dair bir söz"
Sen ne iyi bir kızsın Meral! Ölüm kalım savaşı vereceği o gün onun gibi bana da doktorla alakalı bazı şeyler söylemişti. Demek o yüzden bana doktor bir şans daha isterse onu geri çevirmememi söyledi. O yüzden bir kez daha sorduğunda hiç düşünmeden git o yemeğe dedi. Beni benden bile çok düşünen arkadaşlara sahip olmak için ne gibi bir iyilik yaptım da onlarla ödüllendirildim gerçekten bilmiyorum. Bu hayatta yaptığım en doğru şey harika dostlar biriktirmek oldu galiba.
Doktorun "Kötü bir ilişki miydi?" sorusunu da düşünüyorum ama bir yumru oturuyor boğazıma. İlişki bile sayılamayacak bir yakınlık için iyi ya da kötü bile diyemiyorum ki. Sahi Buğra ile aramızda olan şey neydi Allah aşkına? Ben sadece duygularımla oynanmış ve sonra da hiç umursanmadan kenara atılmışım gibi hissediyorum da...
Doktorun o sorusuna cevaben zoraki bir tebessümle "Bir hata yaptım. Hem de bana göre büyük bir hata... Yanlış birine hak etmediği kadar değer verip sonra da... Neyse ya boş ver!" dedikten sonra sözümü tamamlayamadan arabadan çıktım. Benimle birlikte o da çıktı. Konuşmanın burada bitmeyeceğini anladığım için onun kapı sesini duyunca olduğum yerde kaldım. Ona doğru dönmedim ama ayak seslerinden doktorun bana doğru yaklaşmakta olduğunu anlayabiliyorum.
Tam arkamda durduktan sonra huzur veren bir ses tonuyla "Doğru olduğunu düşündüğün insanı geçmişte hatalar yaptığın için yanlış zamanda geldin diyerek itme Eylül. Belki de karşına çıkan o doğru insan seni yanlış olarak değerlendirdiğin o lanet olası zamanın içinden çekip çıkarmak için gelmiştir" dedi. Evet gerçekten de keskin nişancıymış...
Söylediklerinin etkisiyle dalmış bir halde yere bakarken doktor da yanımdan geçip "Eylül..." diyerek tam önümde durdu. Bakışlarımı kaldırıp ona çevirdiğimde sanki karşımda bambaşka bir adam vardı. O ara sıra ortaya çıkan ve kendisini ciddiye almamı sağlayacak şeyler yapan ya da söyleyen adam yani. Birbirimize bakarken aynı anda gülümser gibi olduk ve doktor da artık zamanının geldiğini düşünmüş olacak ki bana bir teklifte bulunup "Yanlış zaman ama doğru insanla geçecek bir buluşma için cumartesi akşamı saat sekiz diyelim mi?" diye sordu. Bakışları adeta "Hadi ama Eylül tamam de!" der gibiydi.
Yan gözle eve doğru şöyle bir bakıp ışıklardan birinin yandığını görünce "Aaa! Ela ile Tolga gelmiş bile" dedim ve doktoru bana birçok kez yaptığı gibi orta yerde bırakıp eve doğru yürümeye başladım. Yaa doktor efendi! Ortada sap gibi kalmak nasıl oluyormuş sen de bir anla bakalım.
Şu an nasıl görünebileceğini düşünürken gülümsememe de engel olamadım ama bir şeyler mırıldandığını duyar duymaz arkamı dönüp "Bu arada sen bana yeri mesaj at ben kendim gelirim" dedim. Şaşkın ama bir o kadar da mutlu bir bakışla "Tamam mı yani?" deyince ona daha fazla işkence etmeden tebessüm ederek "Tamam doktor" dedim ve evin kapısına gelip çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açarak içeriye girdim.
Pencerenin kenarından bakıyorum da hâlâ orada bekliyordu. Onu bir hayli şaşırtmış olmalıyım. Kabul edeceğimden çok da emin değildi herhalde. Yüzünde bir gülümseme oluştuktan sonra ellerini ceplerine sokup arabasına doğru yürümeye başlayınca ben de kenara çekilip sırtımı duvara yasladım. Onu bilmem ama içimde ilk defa doğru olanı yaptığıma dair bir his belirdi. Umarım tüm zamanlarımın en doğru insanı sensindir doktor.
•●●·٠•●●•٠·˙
Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
Bir sonraki bölümle birlikte bu defa çarşı pazar gerçekten karışsın mı? Düşünüyorum... Karışsın!
Son düzenleme: