Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.623
Tepki
84.270
Puan
113
Konum
İstanbul
"Doğru zamanda gelen yanlış insana tanıdığın şansı,
yanlış zamanda gelen doğru insana tanımadığın sürece, üzülen hep sen olursun"
Anton Çehov

tufdru8.png


19.Bölüm : Kitana VS Scorpion

........::::::::__Eylül__::::::::........

Gizem ile yaptığımız nahoş konuşmanın ardından bahçede kalıp biraz hava almak istedim. İçeriye hemen girersem o dört duvar üstüme üstüme gelecekmiş gibi hissettim çünkü. Delireceğim ya! Esmeri kumralı yetmedi bir de sarışını çıktı başıma. Gerçi bu defa doktor efendi durumdan habersiz ama olsun o da her gördüğü kadınla muhabbeti koyultmasın değil mi? Bir de utanmadan kadınlara derler kuyruk sallamıştır diye yahu adamın kırk tane kuyruğu var kırkının da ucu birbirine değmiyor ne profesyonel bir flörtözmüş anlamadım gitti. Benim konuşmamam lazım çünkü konuştukça daha da çok sinirleniyorum sinirlendikçe de gidip adamın gırtlağına yapışasım geliyor.

İçeridekiler de yokluğumu fark edip merak etmeden geri dönsem iyi olacak. Gerçi Meral kesin anlamıştır bir numaralar döndüğünü. Evin aralık kapısından içeriye girdiğimde karşı odada doktorla Kaan'ı mutlu mesut bir halde oyun oynarken görünce asabım bozulmadı diyemem. Biz nelerle uğraşıyoruz adamın umurunda bile değil. Biri çıkıp da "Ev yanıyor! Patlamaya üç saniye kaçııın!" dese bu doktor efendi "Dur şu bölümü de geçeyim geliyorum" diyecek resmen.

Onlara dik dik bakmayı sürdürürken Meral beni kolumdan tutup kenara çekti ve "Ne olduğunu anlatacak mısın artık? Gizem ile ikiniz o kadar garip davranıyorsunuz ki merak etmemek elde değil" dedi. Belki de kimseye anlatmamalıyım ama anlatacağım galiba çünkü biriyle konuşmazsam ortadan ikiye çatlayacağım gibime geliyor. Hem Meral de ağzı sıkılardan yani sıkıntı olmaz.

"Gizem ile sohbet ettik demiştim ya..."

"Evet ne oldu?"

"O konuşmada bana yıllar önce buradan kaçar gibi gitme sebebinin ne olduğunu anlattı. En yakın arkadaşına sırılsıklam aşıkmış ama olmayacak bir şey olduğunu düşündüğü için buralardan gitmiş. İşin kötüsü ona hâlâ aşık!"

Az önce benim yaşadığım şokun bir benzerini şu an Meral yaşıyor olmalı ama korkmasın çünkü onun cephesinde asayiş berkemal. Yani vukuat yine bendeniz bela çekici Eylül'ün mıntıkasında. Meral kısa bir an sessiz kalıp duyacaklarının korkusunu yaşayarak salona doğru bakarken bir yandan da "Selim miymiş yani?" deyince amca yeğene bakarken dalmışım herhalde çünkü düşünmeden etmeden "Yok sen rahatsın! Yine döndü dolaştı mevzunun ucu bana dokundu. Bela çekiciyim ya ben biri gidiyor biri geliyor!" deyiverdim.

Meral ne düşündü bilemiyorum ama tam bana bir şey diyecekken doktorun karşımda güle oynaya Kaan ile şakalaştığını görüp elimde olmadan yükseldim ve "Doktormuş!" dedikten sonra gözlerimi bu rahatlıkta bir dünya devi olan adamdan ayırmadan "Bu adam var ya benim sinirlerimi çok bozuyor!" dedim. Böyle deyince Meral de şaşırdı tabii.

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Kendi ağzıyla söyledi"

"Gizem mi?"

"Evet az önce bahçede sıkıştırdım o da söylemek zorunda kaldı. Ben Selim'den bahsediyor sanıyordum ama bir baktım ki yine olayın başrolünde bizim flörtöz doktorun ta kendisi varmış"

"Ahmet ağabey biliyor muymuş peki?"

"Hayır bilmiyormuş çünkü gizemli Gizem'imiz ona bundan hiç bahsetmemiş. Bana sen de söyleme lütfen dedi"

"Ee! Ne olacak şimdi?"

"Bir şey olmayacak. Hadi sen git kocanın yanına ben de gidip bir hâl hatır sorayım şu şeytan tüylerini tek tek yolduğumunun doktoruna!"

"Eylül dur saçmalama! Ahmet ağabeyin ne suçu var?"

"Ben malımı bilirim Meral! Kesin kıza ümit verici birkaç kelam edip arada da çapkın çapkın bakışlar atmıştır o!"

"Sen niye bu kadar kızdın ki? Ahmet ağabeyin gönül işlerinin seni bu denli ilgilendirdiğini bilmiyordum"

"İlgilendiriyor çünkü adam tanıştığımız günden beri belli ki beni baş cariyesi yapmaya çalışıyor!"

Meral'in şaşkın bir halde "Ne yapmaya çalışıyor?" diye sorduğunu duyunca bir anda neler dediğimi idrak edip konuyu kapatarak "Neyse gidiyorum ben! Sinirim yatışmadan hıncımı almam lazım bu adamdan" dedim. Meral'in bir şey söylemesine bile fırsat vermeden doğruca odanın önüne gittim. Kapının önünde duruyorum ama nasıl daldıysa gözü beni bile görmüyor!


ljkhjdfhgjvj.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Amca her seferinde beni yenmek zorunda mısın? Çocuk olduğum için belki arada sırada benim de yenmeme izin verebilirsin"

"Bu seni gerçekten mutlu edecek mi peki? Yani hakkın olmayan bir başarıya sevinmek..."

"Aynı babam gibi konuştun o da hep böyle söylüyor"

"Böyle söylüyoruz çünkü ikimiz de senin gerçek ve gurur duyulası başarılar elde etmeni istiyoruz. Başkasının hakkına girerek elde edilen başarı başarı değildir Kaan"

"Anladım galiba"

"Hadi bir daha deneyelim ama bu defa tüm gücünle savaşmanı istiyorum"

Kaan o yenilesi yüzünü daha da şirin bir ifadeyle asıp "Şimdi oynamayalım amca ben biraz çalışayım güçleneyim seni yenebileceğime inandığım zaman çıkarım karşına" deyince yumruğumu gururla omzuna dokundurarak "Aslanım benim! Bu karşılaşmayı sabırsızlıkla bekleyeceğim" dedim. Kaan kolumun altına girip saatimi yeni mi aldığımı sorarak onu bileğimde evirip çevirirken "O halde oyuncu değişikliği yapalım. Kaan'ın yerine şimdilik ben geçeyim ne dersin doktor?" diyen Eylül'ün sesini duydum ve bakışlarımı hemen kapıya doğru çevirdim. Ooo! Gözleri yine alev almış. En sevdiğim Eylülsel hâl!

Yüzündeki tedirgin edici ifadeye karşılık "Büyük bir zevkle kabul ederim" dedim ama özgüvenim iki saniye içinde yerle bir oldu çünkü Kaan bu konuşmaya şahit olunca kulağıma sokularak bana "Eylül abladan dayak yersen büyük ihtimalle gülerim gibime geliyor. Onun yanında güldüm diye bana bozulmazsın değil mi amca?" diye sordu. Duyduğum şeyin şokunu yaşayan bakışlarım ağır çekimde Kaan'a dönerken o da mesajı almış olacak ki gözlerini bir sağ bir sol yaptırıp "Ya da ben en iyisi annemlerin yanına gideyim çünkü kendimi tutamayabilirim" dedi. Beyefendi bununla da kalmadı. Koltuktan kalktıktan sonra yanından geçtiği Eylül ile birbirlerine göz kırpıp bana çaktırmamaya çalışarak da ellerini arkadan çak yaparak salona döndü. Anladığım kadarıyla az önce yeğenim tarafından güzeller güzeli bir kadına feda edildim.

Bakışlarımı kısa zamanda müptelası olduğum o muhteşem kokuyu yaya yaya önümden geçip yanıma oturan Eylül'e döndürdüğümde o da yan gözle bana "Ne oldu?" dermiş gibi bakmaya başladı. Neler olmuyor ki? Bugüne kadar beni peşinden sürükleyebilen tek koku fırından yeni çıkmış paskalya çöreği kokusuydu ama şimdi ona sen de eklendin desem büyük ihtimalle bu söylediğimin benim için ne kadar özel olduğunu anlamaz. Sanırım kendimi bu konuda riske atmayıp sussam iyi olacak zaten sinirli görünüyor bir de gereksiz yere ben yükseltmeyeyim.

"Demek amca yeğen Mortal Kombat oynuyordunuz. Ne güzel de denk geldi bilemezsin hatta şu an en çok ihtiyacım olan şeydi desem yalan olmaz"

"Bilir misin ki?"

"Eh! Bilirim biraz. Hadi seç bakalım birazdan önümde diz çöküp merhamet dilenmek zorunda kalacak olan karakterini"

Ooouuuvv! Gerçek hayatta yapamadı sanal hayatta öldürecek beni! Onu öptüğüm için bana hâlâ kızgın demek ki. Seçim ekranına gelip "Bakıyorum yine iddialıyız" dediğimde önce görmekten hiçbir zaman bıkıp usanmayacağım o kocaman gözlerini "İddialı değilim" diyerek üzerime çevirdi sonra da bakışlarını aniden sertleştirerek "Sinirliyim" dedi. Fark ettim. Edilmeyecek gibi değil ki. Bakışlarımı televizyon ekranına yöneltip "Scorpion'ı seçiyorum" dediğimde o da önüne döndü ve pek de emin değilmiş gibi "Ben de..." diyerek karakterler arasında gidip gelmeye başladı. Yardımcı olmak adına "Kitana nasıl?" diye sordum ama Eylül hafiften hafiften saldırıya geçerek "Oyun bahane maksat gözüm gönlüm bayram etsin diyorsun yani" dedi. Bunu dediğimden benim neden haberim yok acaba?

Söylemek istediği şeyi tam olarak anlayamayıp "Efendim?" deyince Eylül de buna istinaden "Adil bir yarış olması için kadın karakter seçip dikkatini dağıtmayayım diyorum doktor. Malum bu Kitana denen hatun da biraz esmer çirkini kod adlı Feride Hanımcığını anımsatıyor. Neme lazım şimdi tam oyunun ortasında aklın falan karışır sonra vay efendim ben niye yenildim diye mızıklarsın hiç çekemem inan ki" dedi. Bir oyun karakterini Feride ile ne ara bağdaştırdı anlamadım ama fena laf çarptı. Demek hâlâ Feride mevzusuyla alakalı bir takıklığı mevcut. Sanırım buna sevinsem hiç kimse bana neden sevindin diyemez. Resmen ilgilendiğim ama ısrarla benimle ilgilenmediğini söyleyen bir kadın tarafından kıskanılıyorum. Anlaşılması çok zor bir kadınsın Eylül Acar!

Bu arada ikinci keredir fark ediyorum kıskanırken de tam bir afet-i devran oluyormuş. Böyle gözler falan bırakın ateş etmeyi resmen alevli füze gönderiyor. Bu kız dünyaya aklımı başımdan alsın diye mi gönderildi bilmiyorum ama niyet ne olursa olsun beni perişan ettiği bir gerçek. Bu arada dikkat dağılmasından bahsetti değil mi? Bana lehime çevirebileceğim bir pas verince onun o güzel gözlerine baka baka golümü atmasam olmazdı.

"Bu zamana kadar dikkatimi dağıtmayı başaran tek bir kadın oldu o da şu an yanımda oturuyor. Yani seçtiğin karakterin pek bir önemi yok çünkü her halükârda karşımda o güzel çehreni göreceğimden adının Eylül olduğu kadar emin olabilirsin"

Tüh! Sarstım ama aramıza ördüğü duvarlar o kadar sağlam ki birkaç tuğla devirsem de hepsini yıkmayı başaramadım. Alevleri hâlâ sönmeyen gözlerini kısa kısa küçültüp oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Konu kilit! Oyunu başlat" deyince burnumun dibinde bitmesiyle nasıl büyülendiysem bir an gözlerim dudaklarına kaydı. Kullandığı ruj kaynaklı olsa gerek o güzel dudaklarından buram buram yayılan şeftali kokusu "Hey doktor beni hatırladın mı? diyordu sanki. Bir yerlerden çıkaracağım ama... Latife yapıyorum onu unutmam ne mümkün. Aklımdan Eylül'ü öptüğüm an geçerken bir yandan da bir kez daha öpsem en kötü bir tokat daha yerim diye düşünüyordum. Yalnız böyle bakmaya devam edersem öpemeden tokadı yiyeceğim gibi görünüyor. Ah! Kaderimde olduğunu hissediyorum Eylül Acar ve bu inancımın da o aramıza ördüğün duvarları eninde sonunda aşmamı sağlayacağını biliyorum.

........::::::::__Eylül VS Ahmet__::::::::........
rdytfuygju.png


Oyun başlar başlamaz neye uğradığımı şaşırdım. Sağdan soldan aşağıdan yukarıdan yediğim darbelerin haddi hesabı yoktu. Üzerime öyle bir geliyor ki bana yediğim yumruklardan sonra kendime gelme şansı bile tanımıyor. Gerçi kendime gelsem ne olacak? Oyun dahi olsa ona aynı karşılığı vermek istemediğim için olabildiğince ondan kaçmaya çalışacağım. İşin garibi ara sıra çaktırmadan Eylül'e bakıyorum da resmen kendisini kaybetmiş gibiydi. Bir yandan kızgın bakışlarıyla bana bir şeyler söylüyor bir yandan da sanki verdiğim cevapları beğenmemiş gibi ne dersem diyeyim Allah ne verdiyse dalıyordu. Umarım o da seçtiğim karakterin yüzünde beni görmüyordur.

"Dikişlerini aldırmışsın doktor"

"Aldıralı bayağı oldu. Ee! Malum olaydan sonra görüşemeyince..."

"Başlatma şimdi malum olayına! Bakıyorum iz falan kalmamış senin esmer çirkini kahrolmadı mı?"

"Feride mi?"

"Vay be! Kimden bahsettiğimi de hemen anladın. Helal olsun ne diyeyim"

"Dikişlerimden bahsediyoruz çağrışım yapması gayet normal değil mi? Ayrıca oyuna başlamadan önce de kızdan kod adı esmer çirkini diye bahsetmiştin"

"Her lafa da bir sayfa dolusu cevap!"

"Bir dakika bir dakika! O etrafımda dönüp başa bıçak saplama hareketini nasıl yaptın?"

"Bir ara mutfağa gel canlandırmalı olarak gösteririm. Ee! Kahrolmadı mı senin ki?"

"Niye kahrolsun ki?"

"Hastanenizin en gözde cerrahında iz bırakacağı için etekleri zil çalıyor gibi bir hali vardı da"

"Keşke birileri de kalbime attığı iz için endişeleniyor olsa... diyeceğim ama Eylül biraz soluk aldırsan diyorum en azından adam ayağa kalksın öyle vur"

"Karışma işime oyununu oyna kalbinin izine de başlatma şimdi! Dikişlerini kim aldı peki?"

kitana scorpion.gif


"O gün sen de duydun"

"Neyi duydum?"

"Feride başkasına yaptırırsam bozulacağını söylemişti"

"Bu dikişlerini o mu aldı demek oluyor?"

"Ee..."

"Doğru söyle doktor yeminlen daha yere bile düşemeden komboyu çakarım şaftın kayar!"

İkinci raunt sonunda gücüm gibi baş parmaklarımda can çekişirken sorusunu hiç de hoşlanmayacağı bir şekilde "Evet dikişlerimi Feride aldı" diyerek yanıtlamak zorunda kaldım. Eylül verdiğim cevaptan nefret etti ve tam o anda da benim bahtsız Scorpion'ım göğsünün tam ortasına Kitana'dan yediği sert tekmeyle havaya uçup hakkın rahmetine kavuştu. Ölüm saati 20:17!

O an o tekme sanki benim göğsüme de gelmiş gibi hissettim. Eminim Eylül de bana vurduğunu düşünerek savurdu o tekmeyi. Soluğum kesilirken gördüğüm son şey Kitana'nın elindeki bıçaklarla süslü yelpazesini savurup yüzüne doğru tutarak ekrana göz kırpması duyduğum son şey de Eylül'ün "Hadi şimdi git sevgili Feride'ne de kaportanı düzeltebilirse düzeltsin!" demesiydi.

Eylül'ün yanımdan sinir içinde kalktığını görür görmez Feride hakkında bir açıklama yapmadan gidemesin diye bileğinden yakalayarak ayağa kalktım. Önünde durunca o da farkında olmadan biraz sertçe tuttuğum bileğine ters ters bakarak "Ha susadın sen!" dedikten sonra bakışlarını bana doğru çevirdi. Susamak mı? Neden bahsettiğini tabii ki de anlayamadığım için "Ne?" dediğimde kolunu kurtarıp gözlerini açarak "Eceline diyorum doktor! Böyle kol yakalamalar bilek tutmalar level atlama telaşına girmeler falan... Umarım hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun diyenlerden değilsindir" dedi. Bugün de ağzından bal damlıyor. Kabul etsen de etmesen de arızanın önde gidenisin Eylül Acar!

Gözlerimin önünde çeşit çeşit mimik kullanan o seyir zevki yüksek haline bakarken dalıp gitmişim. Gözlerine baka kaldığım bir an "Ben daha çok kalbinin sesini dinleyip bulduysan kaybetme adını kalbine yaz ölümsüzleşsin diyenlerdenim" dediğimde beklemediğim bir şekilde sessiz kalarak bana bakmaya başladı. Ne oldu yine mi yanlış bir şey söyledim?

ghjhgjg.gif


Aah! İşte yine "Şu an hakkımda ne düşünüyorsun?" dediğim bakışlarından birini atıyor. Bu hoş bakışma ismini fısıldadığım anda aniden bozuldu. Eylül bana bakıp daldığını yeni fark etmiş gibi bir tavır takınarak tam yanımdan giderken aniden durdu. Neden durduğunu anlamaya çalışırken "Sana daha önce kafamı bozuyorsun demiştim hatırladın mı?" diyerek bana dönünce ne diyeceğinin merakıyla tebessüm edip "Seninle alakalı olan her şeyi hatırlıyorum" dedim. Yine bir garip bakıyor ya hadi hayırlısı...

"Şimdi ne hissediyorum biliyor musun?"

"Öğrenmeyi çok isterim"

"Canımı çok sıkıyorsun doktor!"

"Hisler konusunda yerimde saymadığıma ve iyi ya da kötü bir şekilde ilerleme kaydettiğime sevindim"

Gözlerini kısarak beni baştan aşağıya süzdükten sonra "Yemeğe bekleniyoruz. Bu dediğine cevabımı masada veririm" dedi. Eylül beni öylece bırakıp içeriye giderken ben de ardından bakıp bu cevabı herkesin içinde nasıl vereceğini düşündüm de o kadar insanın içinde pek de bir şey yapamaz herhalde. Yapmaz değil mi? Şu an yapabilir gibi geldi çünkü.


werdtgfhy.png

........::::::::__Eylül__::::::::........

Odadan çıktığım gibi Meral ile karşı karşıya geldim. O da bizi yemeğe çağırmaya geliyormuş. Beni görünce "Geçti mi bari sinirin?" dedi haklı olarak. Şöyle bir test ettim de pek geçmişe benzemiyor. Meral'in sorusunu "Tam geçiyor gibi oluyor yine beni heyheylendirmenin bir yolunu buluyor" diyerek yanıtlarken doktor efendi de odadan çıktı. Çıkar çıkmaz güya bana çarpmamak için elini belime koyunca ben de omzumun ucundan "Hayırdır?" dercesine ona doğru baktım. Ben kaşlarımı çatmış ona bakıyorum doktor da burnumun dibinden gözlerimin içine baka baka "Müsaadenle geçebilir miyim?" diye soruyor. Yahu o kadar yer var oradan geçse ya illa dibime gelecek. İyi alıştı ağzımızı burnumuzu birbirine karıştırmaya!

Hiçbir şey demeden bir adım yana çekildiğimde o da elini tek seferde çekmek yerine belimden aheste aheste uzaklaştırarak salona yöneldi. Bu artistik dokunuşların beni etkileyeceğini sanıyorsa çok yanılıyor. Bakışlarımla onu takip ederken Meral'in halimize gülerek "Ne oldu Gizem ile ilgili Ahmet ağabeyin ağzını arayabildin mi?" diye sorduğunu duyunca derin bir nefes alıp "Adamın haremi o kadar geniş ki Feride Hatun'dan Gizem Hatun'a sıra gelemedi!" dedim. Doğru ya ben Gizem ile ilgili sıkıştıracaktım bu adamı niye unuttum ki?

Meral'in muzurca bakan bakışlarını görünce yüzümü ekşitip "Bir tur daha mı oyun oynasaydık acaba? Ben bu adamı dövmelere doyamadım" dediğimde Meral hemen koluma girdi ve beni bahçeye yönlendirerek "Hadi gel sofrada harika yemekler var. Birkaç dakikaya sinir minir kalmaz sende merak etme" dedi. "Umarım öyle olur" hisleriyle birlikte bahçeye çıktık. Doktor bahçeye kurulan masadaki mumları yakarken Selim de hoş bir müzik ayarlıyordu. Bir an istek yapıp Orhan Gencebay'dan "Bana kaderimin bir oyunu mu bu?" şarkısını çaldırmak istedim çünkü daha dakika bir gol bir Gizem doktor ve ben masada inci gibi yan yana dizildik. Tamam bu kötü bir başlangıç oldu ama şu andan itibaren yan tarafı görmeyip tüm dikkatimi Merallere ve bu güzel sofraya vereceğim.

Müberra Hanım'ın leziz mezeleri elden ele geçerken masada da hoş bir sohbet vardı. Konu konuyu açarken de Meral tanıtım fotoğraflarının çekildiği gün şu mavi saçlı kaşında da kurukafa temalı piercing olan garip tavırlı kuaförümüzle olan imtihanımdan bahsetmeye başladı. Hani şu elimden zor aldıkları adam. Iyyy! O adamı hatırlamak bile saç diplerimde sızıya neden oluyor. Hiç beklemediğim anlarda elini babasının bağı gibi daldırıveriyordu saçlarıma. Meral perde arkasında yaşananları paylaşırken haliyle herkes çok eğlendi.

Suyumu yudumladıktan sonra Selim'e "O gün ikinizin arasında bir şeyler olduğunu anlamıştım" dediğimde Selim de Meral'in elini tutup parmaklarının üzerini öperken "O kadar belli oluyor muydu?" diye sordu. Hem de nasıl! Gözlerimi açıp gülümseyerek "Olmaz mı? O aşk dolu bakışlarınızı takip ederken kaç kere dalıp gittim kaç kere de o cırtlak sesli asistanın "Eylül Hanııım!" diye cırlamasını duyup yerimden sıçradım biliyor musunuz siz?" dediğimde yan tarafımda oturan doktor efendinin sessizce "Herkesi anladın da bir beni anlayamadın" dedikten sonra bu lafını örtmek için de masaya şöyle bir bakıp "Rica etsem biberliği uzatır mısın Eylül?" dediğini işittim. Adam bir rahat duramıyor. Demek herkesi anladım bir tek onu anlayamadım. Sen kendini doğru anlatabildin mi de benden seni anlamamı bekliyorsun derler adama!

esfdtfhy.png


Elbetteki bu güzel ortamı bozacak kötü bir şey yapmayacağım ama bu bir şey yapmayacağım anlamına da gelmez. Benden istediği biberliğin içinden pul biberini alıp doktorun gözlerine de "Şimdi de sen beni anla bakalım" dercesine bakarak etine dökmeye başladım. O sırada ben ona bakıyorum o da bana bakıyordu. Dökme işlemi bitene kadar da gözlerimizi bir an olsun çekmedik birbirimizden. Oops! Biberin miktarı da biraz elimden kaçtı ama etin kaplaması güzel oldu bence. Hem acı iyidir derler değil mi? O kısık kısık konuştuğu sesini de açar belki. Etinin can çekişen halini gördükten sonra bakışlarını bana döndürdü. Bak derdini düzgünce anlatınca anlaşılıyormuş işte.

Bakışı yüzünden tek kaşımı ister istemez kaldırıp ima içeriği yüksek bir ifadeyle de "Afiyet olsun doktor" dedikten sonra biberliği yerine bırakarak yemeğime geri döndüm. Belki gözlerim değil ama tüm dikkatim ondaydı. Etinden aldığı her lokma sonrası neredeyse yarım bardak su içti. Güldüğümü belli etmemek için büyük bir çaba harcadığımı itiraf etmem gerek. Hadi itiraf edeyim onu hiç bu kadar sempatik görmemiştim. Sesi çıkmadığı gibi Meral'in sessizce tabağını değiştirebileceğini söylemesine rağmen ona etinin acılı halini çok daha fazla beğendiğini söyledi. Ne beğenmesi Allah aşkına? Çaktırmadan gözlerine bakıyorum da şu an cayır cayır yanıyor olmalı. Ah be doktor! Ne yapacağız biz seninle?

........::::::::____::::::::........

Birbirinden güzel yemekleri afiyetle yedikten sonra kahve servisi için hazırlıklar başladı. Müberra Hanım özel günlerde kullandıkları tatlı tabaklarını çıkarırken benim gözüm de koyu bir sohbete dalan muhteşem ikiliye kaydı. Bir de bana herkesi anladın da bir beni anlayamadın diyor. Yahu sen kaç senedir şu kadının sana karşı duyguları olduğunu nasıl anlayamadın peki? O öyle çapkın çapkın ortalarda gezmeye benzemez doktor! Sadece bakmayacaksın bakarken göreceksin de...

Meral mutfakta boş durmamak için peçeteleri katlarken ben de doktorun Gizem'in bardağına su doldururken bir yandan da onu güldürecek bir şeyler söylediğini gördüm ve içimde tutamayarak "Bak nasıl da pis pis sırıtıyor kadına! Gidip arkasından iteklesem mi acaba daha rahat düşsün ağzının içine!" dedim. Meral elindeki peçeteleri bırakıp yanıma geldikten sonra pencereden onların haline bakarak "Sadece sohbet ediyor gibi görünüyorlar" dedi. Hee! Sadece sohbet ediyorlar. O kaşın gözün oynaklığı ne peki?

"Bu adam herkesle böyle sohbet ediyorsa işimiz var yani"

"Ne dedin?"

"Sohbetine diyorum... Turp sıkarım diyorum"

"Eylül sen ciddi ciddi Ahmet ağabeyi kıskanıyorsun farkında mısın?"

"Kıskançlık değil de..."

"Bu gördüklerim kıskançlık değilse ne peki?"

"Sadece bir yandan ona inanmamı bekleyip bir yandan da başka kadınlara böyle samimi davranıyor ya işte o an ellerimle boynunu kavrayıp gözünün içine baka baka onu boğasım geliyor"

"Kıskançlık değilmiş gerçekten"

"Gülme Meral!"

"Tamam gülmüyorum"

"Bak bak şu haline bak! Utanmasa peçeteyi alıp dudaklarını silecek kadının"

"Abartıyorsun bence"

"Müberra Hanım kahve yapıyor değil mi?"

"Evet ne oldu?"

"Henüz bir şey olmadı ama birazdan olacak. Ben şu kahve işine bir el atayım"

"Ne yapacaksın?"

"Sen beni düşünme misafirlerinle ilgilen. Şu kadını da doktordan uzak tut sinirimi bozuyorlar. Artık ortalarına mı oturursun Kaan'ı amcasının yanına mı gönderirsin yap bir şey işte"

"Eylül dur! Nereye gidiyorsun?"

"Zıkkımın peki denen çok özel bir karışımım var da gidip doktor için onu hazırlayacağım"

"Bu kadar da acımasız olamazsın. Yapma lütfen yazık adama"

"Kötü bir şey olmayacak korkma. Hatta damak zevki varsa inan ki çok beğenecek!"

Ben kahvelerin başına geçerken Meral ile Müberra Hanım da tatlıları tabaklara koyup dışarıya götürmeye başladı. Doktor da masadayken benden biberliği istemişti değil mi? Demek acı seviyor. Bu beğenisini göz önünde bulundurarak hatırı sayılır miktarda tuz karabiber ve sirke ekledikten sonra doktorun kahvesini de bir fincana koyup Müberra Hanım'ın ardından gittim. Tam da ondan beklediğim gibi herkesin fincanına baktıktan sonra iki dakika sabredemeyip kadıncağıza "Bana kahve yok mu Büberra Sultan'ım? Yoksa yine bir haylazlık yaptım da ceza mı aldım?" dedi. Sorusuna cevap Müberra Hanım yerine benden geldi. Kahvesini önüne koyup kinaye içeren bir tonlamayla da "Sen ve haylazlık etmek... Yan yana gelemeyecek iki uç şey" dedikten sonra yerime geçip oturdum. Tuhaf tuhaf bakıp duruyor. Onun kahvesini ben yapıp getirdim ya şok oldu.

Tatlılarımızı yemeğe başladığımızda Selim gelelim sebebi ziyaretinize dercesine söze girdi. "Bugün şirkette Meral ve Gizem ile birlikte biraz sohbet ettik. Bu sohbetin içeriği seninle ilgiliydi Eylül" dediğini duyup ne konuştuklarını merak ederek ona doğru baktım. Elimdeki suyu masaya bıraktığımda Selim sözüne devam ederek "Bu gibi durumlarda lafı dolandırmayı sevmiyorum. İki Hayal Tek Bir Şişede tanıtımlarında Meral ile birlikte harika bir iş çıkardınız ve açıkçası ben bunun bir devamlılığı olmasını istiyorum. Bugün bu düşüncemi Meral ve Gizem ile de paylaştım. Onlar da bu fikre çok sıcak baktılar. Demek istediğim şu ki ben Atahan markasının daimi yüzü olup bundan sonra tüm işlerimizde bizim markamızı temsil etmeni istiyorum Eylül. Tabii senin de iş konusunda başka bir düşüncen yoksa" dedi. Şaka yapmıyor değil mi? Bana mükemmel bir iş teklifi yapmasının şokunu yaşarken yanımda oturan doktordan öksürükle birlikte tuhaf sesler gelmeye başladı. Boğuluyor mu o?

Selim'e cevap veremeden "Harika! Masadaki tek doktor iki yudum kahveyle kendisini boğmayı başardı" diyerek doktorun sırtına peş peşe vurmaya başladım. Aslında onun suçu değil galiba. Kahvenin karabiberi fazla kaçmış olmalı. Adamın rengi mengi gidince telaşlanıp "Şişşt! İyi misin sen? Doktor korkutma beni" dedim ama o ne dese Eylül gıcık olur bir düşün bakalım. Tabii ki de "Durumla pek alakası yok ama sen yine de şöyle en şeftalilisinden bir suni teneffüs yapsan hayır demem" derse olur. Göstereceğim ben şimdi ona suni teneffüsü! Sırtına okkalı bir vuruş daha yaparken kardeşine dönüp beni kastederek "Sürekli göz önünde mi olacak yani?" diye sordu. Hoppala! Boğuluyordun doktor bırak şimdi göz önünde mi olacağım kulak arkasında mı duracağımları...

Bak şimdi küçücük çocuğu da halimize güldürdü görüyor musun? Meral kıkır kıkır gülen Kaan'ı susturmaya çalışırken konuyu kaynatmak adına Selim'e dönüp ağabeyinin boğulma girişimini kastederek "Selim kusura bakma malum olaydan dolayı cevap veremedim" dedim ve doktorun kısasa kısas yapar gibi "Başlatma şimdi malum olayından!" diye fısıldamasıyla aniden ona döndüm. Özellikle yapıyor değil mi? Beni sinirlendirmeye çalışıyor ki kızıp üzerine daha çok gideyim o da bu durumdan keyif alsın.

"Yapma şunu!" diye fısıldayıp o da belli belirsiz gülümseyerek önüne dönünce ben de Selim'e ve mevcut konuya geri dönerek "Teklifin beni gerçekten çok şaşırttı. Açıkçası Meral bana Selim seninle iş ile alakalı bir şeyler konuşmak istiyor demişti ama senin bana bu kadar büyük bir iş fırsatı sunacağını beklemiyordum. Tabii ki de kabul ediyorum. Etmemem mümkün değil zaten... Ben de böylesine köklü bir firmanın yüzü olmaktan dolayı mutluluk duyarım" dedim. İnanamıyorum ya tam yeni seçenekleri gözden geçirmeye karar vermişken hem harika bir ev hem de mükemmel bir iş buldum. Görünen o ki darmadağın olmuş olan hayatım yavaş yavaş düzene girmeye başladı.

Kahveler eşliğinde tatlılarımızı da yedikten sonra doktor sabah bir ameliyatı olduğunu ve hazırlanmak için de erkenden hastanede olması gerektiğini söyledi. Böyle deyince de bir tedirgin olmadım değil. Kimi ameliyat edecek acaba? İnşallah o aklını kaçırmış gibi etrafına saldıran adamın eşi değildir. Herkesin içinde soramıyorum da. Şimdi demezler mi sen nereden biliyorsun hayırdır diye? Derler tabii. Mesela ben olsam kesin derim. En iyisi onunla birlikte kalkıp aklıma takılan ne var ne yoksa hepsini yolda sorayım.

Tam benim de kalkmam gerektiğini söylerken Meral'in kaş göz işaretleri yaparak beni içeriye çağırdığını fark ettim. Tabii sorgulamadan hemen yerimden kalktım. Arkasından gidip salona girdikten sonra "Ne oldu Meral bir şey mi var?" dediğimde önce biri var mı diye koridora baktı sonra da bana dönüp "Annem Selim ve Ahmet ağabey dışında kimse bilmiyor" dedi. Dırı dı dıt dıııı dııııt! Duydunuz Meral'in sesini Eylül'ün kulaklarını kapatın çünkü muhtemelen yeni bir sır daha geliyor.

Duyacağım şeyin tedirginliğiyle yüzümü ekşitip "Böyle konuşulduğunda cidden çok korkuyorum. Bence söyleyeceğin şey her neyse ben de bilmemeliyim" dedim ama söyleyeceği şey kötü bir şey değil galiba çünkü gülümseyerek elimi tuttu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken de heyecanı gözlerinden okunur bir halde "Hamileyim!" dedi. Nasıl yani? Ama ona getirdiğim gebelik testini yaptığı zaman hamile olmadığını öğrenmişti. Yani bu o zaman hamile değildi ama şimdi hamile mi demek oluyor? Düşünürken onu baştan aşağıya inceleyip "Şaka yapıyorsun değil mi?" diye sorduğumda başını iki yana sallayarak "Hayır şaka falan değil. Telaş yapma diye sana söylemedim ama evdeyken düştüm ve o sırada kırılan çerçevenin camı omzuma girdi. Alelacele hastaneye gittik tabii. Pansumanım yapılırken de bayılmış olmam sebebiyle bir sürü test yapıldı o sırada öğrendik işte. Eylül bizim Selim ile bir bebeğimiz olacak" dedi. O kadar mutlu ki o mutluluğu bana da geçirdi. Şaşkın olmama rağmen "Sizin adınıza çok sevindim Meral harika bir haber bu tebrik ederim" diyerek sıkıca sarıldım. Tabii aklıma takılan şeyler de olmadı değil. Bu kızın tedavi olmaya devam etmesi lazım değil mi? Ama hamileymiş...

"Peki bir şey soracağım Meral bu senin durumun için biraz riskli değil mi?"

"O kısım biraz can sıkıcı"

"Niye ne oldu?"

"Normalde çok erken bir dönem olduğu için bebeği aldırmayı ve hemen kemoterapiye başlamayı öneriyorlarmış ama ben ondan vazgeçmek istemedim. Böyle bir anda gelmesinin bir nedeni olmalı. Bakma şimdi iyiyiz ama Selim de beni riske atmak istemediği için bu kararıma kâti suretle karşı çıktı. Onu çok zor ikna ettik. O günleri düşünmek bile istemiyorum onu o kadar üzdüm ki beni yeniden kaybetme ihtimalinin düşüncesi mahvetti onu"

"Haklı Meral. Sen ameliyathanedeyken neler yaşadığını gözlerimle gördüm. Kolay değildi hiçbir şey. O zaman bebek doğana kadar tedavin ertelenecek"

"Ahmet ağabey hamileliğin riskli dönemi atlatıldıktan sonra anneye uygulanan kemoterapinin bebeğe bir zararı olmayacağını söylüyor"

"Mucizesever doktor iş başında desene"

"Hastası ben olunca olmayacağı bile oldurmaya çalışıyor ne yapsın? Selim son derece kararlı bir şekilde ben Meral'i riske atmam konu kapandı derken ben de inatla doğuracağım deyince o da ikimizin de içini rahat ettirecek çıkar bir yol bulmaya çalıştı ve sonuç bu oldu"

"Demek bu yüzden günlerdir sesi soluğu çıkmıyordu"

"Efendim?"

"Şey... Kızıyorum falan ama doktorluğu on numara beş yıldız diyorum"

"Evet mesleğine aşık bir adam"

"Sadece mesleğine mi? Uçan kuşa bile aşık olacak neredeyse... Bak gider ayak yine sinirimi bozdu!"

"Eylül sizin Ahmet ağabey ile alıp veremediğiniz ne? Aranızda bizim bir türlü çözemediğimiz bir şeyler oluyor sanki. Masada da bir rahat durmadınız mırıl mırıl söylenip duruyordunuz birbirinize"

"Sadece şunu söyleyebilirim ki..."

Selim doktorla Gizem'in kalktığını haber verirken doğal olarak sözüm yarım kaldı ama Meral'in tam da bu noktada beni bırakmaya hiç niyeti yoktu. Selim'e "Hemen geliyoruz hayatım" dedikten sonra merakla bana doğru dönüp "Hadi söyle yoksa çok merak ederim. İki canlıyım ben öyle heyecandı meraktı yaramaz bana" dedi. Bak nasıl da iki canlıyım diyerek mecbur bırakıyor insanı! Neyse yapacak bir şey yok konuşacağım artık çünkü içimde tuta tuta patlayacakmışım gibi geliyor.

"Doktor dile geldi ama ne gelmek! Sonradan işi batırmasaydı buraya el ele kol kola bile gelebilirdik diyeyim sen anla artık nasıl bir dile gelmek olduğunu. Bu arada el ele kol kola derken gerçekten öyle gelebileceğimiz için değil sadece konuşmasının düzeyini anla diye dedim"

Haklı olarak bu duyduğuna hem çok sevindi hem de çok şaşırdı. İkimiz de birbirimize bakarken koridordan sesler gelmeye başlayınca "Bunu daha sonra detaylı konuşalım" dedi. İpin ucunu kaçırdım bir kere el mahkum konuşacağız. Birlikte salondan çıktığımızda Meral eşinin yanına ben de doktorun yanına geçtim. Öğrenmem gereken şeyler olduğundan dolayı onunla gitmem gerekiyordu ve bu yüzden de lafı hiç uzatmadan yanına sokulup "Beni de eve bırakırsın herhalde. Yolunun üstü değilse bile bir zahmet yolunun üstü ediver" dedim. Böyle demek de biraz tuhaf oldu ama ne yapayım canım ben de öyle cici bici bir kız değilim. Sonuçta eldeki malzeme de bu!

"Sen ciddi misin?"

"Ne o başka bir planın mı var yoksa?"

"Ne planım olacak Eylül yok tabii ki. Ayrıca olsaydı da anında iptal etmiştim"

"İyi o zaman hadi gidelim"

"Gidelim"

Merallere bu güzel gece için teşekkür ettikten sonra evden ayrılıp arabalara doğru yürümeye başladık. Gizem ile de vedalaşırken ona karşı kendimi hâlâ gergin hissediyordum. O da bana karşı pek rahat değildi doğrusu. Birbirimize iyi akşamlar diledikten sonra doktor Gizem'in arabasının kapısını açıp "Yıllar sonra yeniden karşılaşmak güzel oldu. Bir daha kendini bu kadar unutturma" demesin mi? Şimdi çantayı kafasına bir yiyecek bırak Gizem'i kendi adını bile unutacak haberi yok. Hadi şu kadın da binsin arabasına artık!

Kollarımı önümde kavuşturup başka yöne bakarken Gizem'in "Ben de seni gördüğüme çok sevindim. Artık buradayım zaten yine görüşürüz" dediğini duyup ağzımı oynata oynata taklidini yaptıktan sonra "Hava soğudu gitsek mi artık?" diye sordum. Hay sormaz olaydım çünkü böyle deyince de doktor centilmenlik gereği hemen ceketini çıkardı. Halbuki üşüdüğüm falan yoktu aksine hararet tavan yaptı ama ettik bir laf ceremesini çekeceğiz ne yapalım. Gerçi buna da şükür arabaya geçip klimayı açsaydı onun yerine ben bir şeylerimi çıkarmak zorunda kalırdım kiii üstümde çıkarılabilecek pek uygun bir şey yok.

Yüzündeki belli belirsiz tebessümle önümde durduktan sonra ceketi arkamdan geçirip diğer eliyle de tutarak omzuma yerleştirdi. Birbirimize gereğinden fazla yakın durduğumuzu bilmeme rağmen kendimi gözlerine bakmaktan alıkoyamadım. Aynı tanıtım gecesi yaptığı gibi sanki ona bakmam için ağını fırlattı ve ben de ister istemez kendimi ona bakarken buldum. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte. Üzerimdeki ceketin yakalarını tutup bu sayede de beni belli belirsiz bir şekilde kendisine çekince bir an yalan yok "Başlarım böyle işe!" deyip bu seferde benim onu öpeceğimi sandım ama neyseki böyle bir şuursuzluk yapmadım. Bunu şuursuzluk olarak adlandırıyorum çünkü hâlâ kafama takılan şeyler var.

fghgfh.jpg


Biz birbirimize kilitlenip kalmışken Gizem'in "İyi akşamlar" diyen sesini duydum. O anla birlikte doktor ceketi tutmayı bıraktı ben de bir adım geri çekilip sessizce "Hâlâ gitmedi mi bu ya!" diye söylendim. Doktorla Gizem'e iyi akşamlar diledikten sonra da kadın nihayet gitti. Başbaşa kalınca sessizleştik. Gecenin karanlığında dip dibe durmanın çok da akıllıca olmadığını düşündüğüm için aniden hareketlenip arabasına doğru yürümeye başladım. Yahu ben bu adamı sorguya çekecektim ne diye gevşiyorum anlamadım gitti. Kendine gel Eylül!

Sessizliğimiz aynı anda kapıyı ve dolayısıyla da ellerimizi tutmamızla birleşince garip bir an yaşanmasına neden oldu. Kapımı açmak için arkamdan geliyormuş fark etmemişim. Ellerimizde birbirine uyum sağlayan tehlikeli bir kıpırdanma olunca panikledim ve aniden geri çekilip bir avazda da "Açardım kapıyı ben... Yani ben açardım kapıyı... Amaan! Kendi kapımı kendim açabilirim Gizem miyim ben biri gelsin de kapımı açsın diye bekleyeyim?" deyiverdim. Of! Bu adam da ne diye gülüyorsa iyi ki bir kırk yılın başında dilim dolandı!

Hiçbir şey söylemeden sadece kapımı açtı. Niye bir şey demedi ki? Of Eylül sen de bir tuhafsın adam konuşsa bir dert sussa başka bir dert diyorsun değil mi? Haklısın sustum. Ona dik dik bakmama karşılık suskunluğunu bozarak "Tamam bu şekilde düşünüyorsan başka birine kapını açtırma hatta bu hoşuma bile gider ama bırak bu gece sana içimden geldiği gibi davranayım" deyince bu gece içimden geldiği gibi davranayımın manasını düşünerek sessizce arabaya geçtim. O da kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafından dolanıp direksiyonun başına geçti. Bence içinden geldiği gibi davranmasın yoksa işler fena karışır. Malum en son içinden geldiği gibi davrandığında noktayı dudaklarıma konan bir buse ile yapmıştı.

Arabayı çalıştırıp evin önünden ayrılırken ona bakmamaya çalışarak dudaklarımı kemirmeye başladım. Ben böyleyim ama o benim aksime ara sıra benim olduğum tarafa doğru bakıyor. Bunu fark etsem de bu kez bakışlarına karşılık vermek istemedim. Aaa! Az kalsın unutuyordum. Doktor yarın sabah bir ameliyatım var demişti değil mi? Ani bir şekilde "Hastan kim?" diyerek ona doğru baktığımda o da afallayarak bana bakıp "Efendim?" dedi. Artık ne düşünüyorsa beni duymadı herhalde.

"Hastan kim diyorum. Yarın ameliyat edeceğin hasta..."

"Niye sordun ki?"

"Şu sana saldıran manyağın karısı mı?"

"Hayır değil"

"İyi"

"Neden bu konuyla ilgilendin Eylül?"

"Adam karısını ameliyat etmeye kalkarsan ve o sırada da kadına bir şey olursa seni yaşatmayacağını söyleyerek tehdit etmemiş miydi?"

"Ettiyse etti ne olmuş yani?"

"Ne demek ne olmuş yani? O ameliyatı yapmayacaksın değil mi?"

"Ben doktorum Eylül"

"Yani?"

"Yani önceliğim her şartta hastamın kararına bağlıdır. Kendisi ameliyat olmayı istiyorsa ben de elimden geleni yaparım buna da kimse engel olamaz""

"Ama doktor!"

Bu konuşma burada kesilmek zorunda kaldı çünkü doktor garip bir yüz ifadesiyle gömleğinin üstten iki düğmesini çözüp emniyet kemerini de gevşetmeye başladı. Böyle olunca da konuyu unutup bütün dikkatim ona kaydı. Bir sıkıntısı mı var diye düşünüp tam soracakken de aniden arabayı kenara çekip "Midye yer misin?" diye sordu. O kadar şeyin üstüne... Yok artık!

"Durup dururken ne midyesi doktor? Tabii ki onca şeyin üzerine yiyemem"

"O halde bana bir yerlerden limon bulmamız lazım"

"Limon mu? Ne alaka ya!"

"Telaş etme ama ben şu an kendimi pek iyi hissetmiyorum galiba"

"Ne? Ne oldu neden öyle oldu? Doktoor! Kalbin falan yok değil mi?"

"Kalbim... En son kalbimi çok güzel bir kadına kaptırdım ve hâlâ kendisinde ikamet ediyor"

"Dalga mı geçiyorsun? Yapma bak elim ayağım titredi"

"Telaş etme demiştim sadece tansiyonumda hafif bir yükselme olmuş olmalı"

"Tansiyon mu?"

Bir an ona içirdiğim kahveyi düşündüm de içine epeyce tuz basmıştım. Hem kahve hem tuz yaramadı belli ki. Hay aksi! Ona her ne olduysa belli ki benim yüzümden oldu. Emniyet kemerimi hızla çözüp çantamdan çıkardığım mini kolonyayı elime döktükten sonra oturduğum yerde doğruldum. "Kokla hadi" diyerek avucumu burnuna tutunca bana uzaylıymışım gibi bakmaya başlaması da gecikmedi. Tamam şimdi tansiyonu çıktı diye bir doktorun burnuna kolonya tutmak biraz garip olabilir farkındayım ama bu da kişiyi rahatlatıcı bir çare sonuçta.

Tek dizimin üstünde dururken "İyi geleceğine emin misin?" diye sorunca elimi iyice yaklaştırıp "Babamın tansiyonu çıktığında annem ona hep kolonya koklatırdı. Bir de limonlu su içirirdi tabii sana da içireceğiz. Baktık olmuyor kendi kendine bir reçete yazarsın artık" dedim. Elimi tutup avucumun içini koklarken gülümsedi. Neden güldüğünü anlayamadım ama bana "Aynı sahneyi yaşıyoruz demek. Umarım kaderimizde onlara benziyordur" der demez gözlerine endişeyle bakıp "Tövbe de!" dedim. Şaşırdığını söylememe gerek var mı bilemedim ama bu tepkime çok şaşırdı.

"Niye?"

"Doktor tövbe de diyorum!"

"Tamam ama..."

"Tövbe diyecek misin sen!"

Sesim biraz yüksek çıktığı için buna bir anlam veremediğini görebiliyorum ama yine de ısrarım üzerine beni kırmayıp ellerini kaldırarak "Tövbe" dedi. Bilmeden etmeden dilediği temenniye bak. Gözlerine bakarken bir açıklama yapmam gerektiğini anlayıp "Annem babamı genç yaşta kaybetti tamam mı? Yani ağzından çıkan şeylere dikkat et" dediğimde o da gözlerini gözlerimde gezdirerek babam için üzgün olduğunu söyledi. Yerime geri oturduktan sonra arabadan çıkarak yanına gittim ve ona yan koltuğa geçmesini söyledim. Buradan sonra ben kullanacağım çünkü. Arabayı bana emanet etmekte biraz tereddüt yaşasa da itiraz edecek hali yoktu. Arabası bana canı da Allah'a emanetti yani...

"Bu arada özür dilerim doktor"

"Ne için?"

"Tansiyonun benim hazırladığım kahve yüzünden çıkmış olmalı"

"Garip bir kahveydi gerçekten. Tadı aynı şey gibiydi..."

"Ne gibi?"

"Biraz dedemleşmek zorundayım"

"Sorun değil Selim dedenin lisanını seviyorum. Ee! Kahvemin tadı ne gibiymiş söyle bakalım"

"Alınma ama... Zıkkımın kökü gibi"

"Gurmeliğin de varmış doktor"

aesrdtfg.gif


"Kahveyi hep böyle mi yaparsın? Yani bir kez daha içmem gerektiğinde kendimi sonuçlarına hazırlayayım diye söylüyorum"

"Hayır aslında çok güzel kahve yaparım. Hatta çalıştığım kafelerde öğrenip binbir çeşidini yapmışlığım vardır"

"Buna rağmen masadayken kahvene dokunmadın"

"Bu aralar yıldızımız pek barışık değil"

"Reflü mü?"

"Bilmem doktor olan sensin tanıyı sen koy"

"Peki benim bugünkü talihsizliğimi neye bağlamalıyım?"

"Canımı sıkıyorsun demiştim ya ne çabuk unuttun"

"Bu kadar yüksek tepkiler vermene neden olacak ne yapıyorum inan anlayamıyorum"

"Ona bakarsan ben de aynı anda bu kadar kıza nasıl mavi boncuk dağıttığını anlayamıyorum doktor! Bu da özel bir yetenek olsa gerek"

"Bu kadar kıza derken?"

"Alfabetik sıraya göre mi gideyim yoksa ortaya karışık mı yapayım?"

Neden bahsettiğimi anlayamamış gibi bakınca ben de bir gözüm onda olarak "İlk sırada Cilveli Köstebek lakaplı Derya Üstündağ!" dedim. Şaşırarak "Derya mı?" diye sorunca ben de neden bu kadar şaşırdığını anlamadım ama açık olmaktan zarar gelmez diyerek sözüme devam edip "Aşıkmışsın ya kadına..." dedim. Çok mu direkt söyledim? Biraz öyle oldu galiba. Gözlerini kısa kısa bana doğru bakıp kalınca bunu garipsemiş gibi bakışlarımı ona yönlendirip "Hadi ama doktor! Ona aşık olduğunu kendi kulaklarımla duydum" demek zorunda kaldım. Alnını ovalarken aynı anda da "Nerede duydun bunu?" diye sorunca o facia sahneyi gözümün önüne getirip "Tanıtım gecesi terastayken kardeşine Meral'e değil Derya'ya aşığım dediğini duydum. Uzun zamandır da seviyormuşsun şu Bayan Sağ Kol'u. Ben de oradaydım doktor Meral ile canlı canlı sizi izliyorduk" dedim. Öylece bakıp kaldı. O an orada olduğumuzu fark etmemiş herhalde.

"Eylül ben Derya'ya aşık falan değilim"

"Ne demek değilsin? Kendi kulaklarımla duydum diyorum anlayamadın galiba"

"Hayır doğru duymuşsun ama o konu biraz karışık"

"Nasıl karışık?"

"Meral'in hastalığını kimseye söylemediğimiz için Selim onunla aramızdaki yakınlığı farklı yorumluyordu"

"Bunu konuşmalarınızdan anlamıştım"

"Tamam ben de ona Meral'in sadece doktoru olduğumu söyleyemeyeceğim için bu aslı astarı olmayan düşünce kafasından silinsin diye Derya'ya aşık olduğumu söyledim"

"Nasıl ya?"

"Durum bu..."

"Şimdi sen bu kadına hiçbir şey hissetmiyor muydun yani?"

"Hımm... Sanırım sana yalan söylemek istemiyorum"

"İyi edersin"

"Aslında uzunca bir dönem Derya'dan hoşlandığım doğru ama içten içe onunla hiçbir zaman olamayacağımızı da biliyordum. O her halükârda işini ön planda tutup duygularını da görmezden gelen hatta belki de önemsemeyen bir kadın. Ne yaparsam yapayım onun hayatında bir öncelik olamayacağım kesindi. Bu yüzden de ona karşı hiç gerçek bir adım atmadım"

Onu dinlerken boş bulunarak "Zaten aşık olsaydın..." dedim ama söyleyeceğim şeyin devamı bana garip hissettirdiği için lafımı tamamlamadım. Niye böyle bir şey dedim ki şimdi? Gerçekten boşboğazsın Eylül! Bu sözümün devamını düşünürken "Adım atardım" dedi. Dikkatim başka yerde olduğu için ne dediğini algılayamayıp ona baktım ve o da bana "Aşık olsaydım adım atardım. Hem de defalarca..." dedi. Yine yapıyor. Yine aklım gibi kalbimi de karıştırıyor. Bir gözüm onda bir gözüm yoldayken bana hoş bir bakış ve ona eşlik eden gülümsemesiyle birlikte "Sonra da sen geldin zaten" dedi. Hay aksi! Şu buram buram samimiyet kokan bakışı direkt aklımdaki düzeni yerle bir etmeye yetiyor.

Düşünceli bir halde yola döndükten sonra gördüğüm ilk kafenin önüne yanaştım. Arabayı durdurup anahtarı çıkardıktan sonra "Konuşmaya içeride devam edelim mi? Eminim burada senin için şekersiz bir limonata bulabiliriz" dediğimde emniyet kemerini çözüp kapısını açtı. Arabadan aynı anda çıktıktan sonra seri adımlarla yanına gidip koluna girdim. Şaşırdı ama şaşırmasın sonuçta tansiyonum çıktı demedi mi? Şimdi başı maşı döner düşer kaldıramam da yerden. Bir şey demedi ama sürekli kolundaki elime bakıp tebessüm etti. Onu birazcık tanıyorsam eğer şu an tansiyonu çıktığı için seviniyordur.

El ele kol kola misali kafeden içeriye girdik. Tenha bir köşeye geçip siparişi verdikten sonra da birbirine kenetlediği ellerini masanın üzerine koyup oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Hadi aklına takılan ne varsa sor bana" dedi. Böyle deyince ne soracağımı da ne söyleyeceğimi de unuttum iyi mi! Bir ona bir garsonun gelip gelmediğine bakıp "İkinci sıramızda esmer çirkini kod adlı Feride..." dediğimde sözümü tamamlayıp "Çetinkaya" dedi. Hay çok yaşa be doktor! Ben de bu kadının soyadı ne diyordum hatta biraz gecikse az kalsın kadına Feride Yakasıdikilesice diyecektim. Hayır yani aklımda öyle kalmış. Neden acaba?

Dudağımı büzerken yüzüne de sinirden gülümseyerek bakıp "Bu Feride Çetinkaya..." dedim ve hemen ardından gözlerimi kısıp ne ayak dercesine bir bakış savurarak "Tam olarak kim oluyor?" diye sordum. Dışardan bakınca kesin çok komik görünüyorum. O da beni izlerken büyük bir keyif alıyor olmalı çünkü içi gülen gözlerini bir an bile olsun üzerimden ayırmıyor. Ama çok şanslı çünkü cevap veremeden garson geldi ve şekersiz limonatasını masaya bırakıp yanımızdan ayrıldı.

"Bir şey içmek istemediğine emin misin Eylül?"

"Evet eminim. Bu arada lafı kaynattığına göre sorum beklemediğin yerden gelmiş olmalı"

"Affedersin hemen cevaplıyorum. Feride ile şu an çalıştığım hastaneye geldiğim ilk gün tanıştım. Haliyle ilk günün yabancılaşması vardı ama Feride bana her konuda çok yardımcı oldu"

"Belli belli o rahatlık var kadında"

"Eylül!"

"Tamam sen yorumlarıma takılma anlat dinliyorum"

"Anlatacak bir şey de yok aslında sadece hastaneden tanıdığım bir doktor arkadaşım o kadar"

"Sevmedim! Fazla esrarengiz oldu"

"Hangi kısmı sevmedin?"

"Sadece arkadaşım kısmını"

"Öyle ama"

"Pekala şimdilik inanmış gibi olalım bari"

"İnanmış gibi olma... Gerçekten inan"

"Esmer çirkini dosyası şaibeli olarak kapandı. Gelelim zurnanın zırt dediği yere"

Limonata bardağını masaya geri bırakırken gülümseyerek "Dedemin lisanını sevmene şaşmamalı çünkü belli ki ortak bir dil kullanıyorsunuz" deyince ben de dedeye saygılar gönderip gülümsedim ve "Üçüncü sıramızda gizemli Gizem..." dedim. Soyadını hatırlamaya çalışırken doktor gayet rahat bir tavırla "Gizem Ertuna" dedi. Pekala! Kimmiş bakalım şu Gizem Ertuna bir de doktorun ağzından duyalım bakalım.

Ona kendisini dinlediğimi söyleyip dikkatle mimiklerini incelerken doktor da "Gizem ile olan tek bağım kardeşim" dedi. Bir dakika! Şimdi bu kısımda bir sıkıntı var. Tek bağı Selim olamaz çünkü kadın bana en yakın arkadaşım diyerek onun adını vermişti. Onun gibi ben de kollarımı masaya dayayıp hafifçe yaklaştıktan sonra "Bir şey saklamıyorsun değil mi? Konuşmanın başlarında bana yalan söylemek istemediğini belirtmiştin diye hatırlıyorum" dedim.


llşş.gif


Birkaç saniye yüzüme bakıp "Hâlâ söylemiyorum" dedikten sonra ona olan bakışlarımın nedenini anlayamamış gibi ifadesini değiştirip "Gizem kardeşimin en yakın arkadaşı ve ben de onu bu sıfatla tanıyorum. İkisi çok uzun yıllar birlikteydi ama yanlış anlama birlikte derken duygusal ilişki anlamında bir birliktelikten bahsetmiyorum. Onlar iki iyi dost hatta Selim için Gizem bir kız kardeş gibiydi. Bize gelecek olursak eğer evet Selim ve ortak arkadaşlar vesilesiyle bir araya gelerek sohbet etmişliğimiz ya da bugünkü gibi herhangi bir sebepten ötürü rastlaştığımız oluyordu ama benim Gizem ile senin düşündüğün gibi bir bağım yok. Aslında arkadaşız bile diyemem. Tanışıklık diyelim buna. Numarasını ya da nerede oturduğunu hatta şu zamana kadar ne yaptığını bilmem mesela... Gizem ile ilgili Selim ne anlatırsa onu biliyorum yani" deyince ağzıma dilime hakim olamayarak "Vay yalancı!" deyiverdim.

Doktor da ona yalancı dedim sanarak kendisini savunmaya aldı ama yok ben Gizem için dedim. Hale bak ya kadın resmen gözümün içine baka baka yalan söyledi. Hani doktorla yakın arkadaşlardı? Belli ki arkadaş bile değillermiş! Düşündükçe aydınlanıyorum. Bu kadın doktorla ilgili yalan söylediğine göre o zaman gerçekte aşık olduğu kişiyle alakalı da yalan söyledi. Yani yine döndük dolaştık aynı noktaya geldik. Dilim varmıyor ama kadının bahsettiği kişi kesin Selim'di. Şu an bundan çok daha emin oldum diyebilirim. Selim'in artık evli bir adam olduğunu öğrendiği için de adını veremeyip bir çam daha devirerek doktoru attı ortaya. Ooops! Ben şimdi boşuna mı dövdüm boşuna mı biberle yaktım bu adamı yani? Hay aksi! Durduk yere iğrenç bir kahve içirip tansiyonunu da fırlattım.

Doktorun yüzüne mahcup olduğumu belli eden bir ifadeyle bakarken limonatasını işaret edip "Bir yudum alayım mı?" diye sordum. Şimdi de benim tansiyonum fırladı galiba. Bardağı yavaşça önüme doğru sürüp "Başkasının bardağından içmeyi sorun etmiyorsan tabii ki içebilirsin" deyince normalde içmeyeceğimi söyledikten sonra bardağı alıp ona muzurca bir bakış atarak "Ama seninkiler doktordan temiiiz!" dedim. İlahi ben! Onu arabalar için demezler miydi? Nereden geldiyse aklıma... Neyse en azından ikimizi de gülümsetmeyi başardım. Doktor geri verdiğim limonatasından bir yudum daha alırken "Şimdi daha iyi misin?" diye sordum. O da uzun zamandır hiç bu kadar iyi olmadığını söyledi.

"Sormak istediğin başka biri yok mu?"

"Şimdilik yok ama olursa seni nerede bulacağımı biliyorum"

"Ama bir kişiyi atladın. Hatta en önemli kişiyi atladın"

"Kimi atla... Başka kim var ki?"

"Eylül Acar var mesela..."

eree.gif


"Hımm... Sen bana yalan söylemedin ben de sana söylemeyeceğim. Şu sıralar Eylül Acar ile ilgili senin ağzından bir şey duymak istemiyorum galiba"

"Halbuki bütün soru işaretlerini silecek cevaplar ondaydı"

Tamam da ben onları duymaya hazır mıyım onu bilmiyorum. Bana doğrulttuğu bakışlarıyla pişti olmamak için alnımı ovalama süsü vererek elimle yüzümü kapatırken bir yandan da "Tansiyonun düzeldiyse kalkalım mı?" diye sordum. Başta sessiz kalsa da sonra itiraz etmeden "Kalkalım" deyip hesabı istedi. Ben de o sırada onun dışında her yere bakıp dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum. Bir dakikayı bulmadan hesap geldi ve biz de masadan kalkıp kafeden çıktık.

Bu defa direksiyona doktor geçti. Kemerimi bağladıktan sonra düşünceler içinde kaybolarak yolu izlerken aklımdan da Ela ile konuştuklarımız geçiyordu. Ela haklı... Her yönüyle bana hitap eden bu adama aşık olmaktan korkuyorum galiba. Keşke karşıma Buğra'dan önce çıkmış olsaydın be doktor. Belki o zaman ben de kalp kırıklığının ne demek olduğunu bilmeyen bir Eylül olarak daha gözü kara çıkardım karşına.

Evin önüne geldiğimizde başta ikimizden de çıt çıkmadı ama sonra ona doğru dönüp bu sessizliği bozarak "Beni eve bıraktığın ve sorgu sırasında da hiçbir sorun çıkarmadığın için teşekkür ederim" dediğimde ikimiz de gülümsedik. Gerçekten de resmen sorguya çektim adamı o da paşa paşa her soruma cevap verdi. Emniyet kemerini çözüp "Benim için zevkti" deyince ona dikkatle bakarak "Benim için de öyleydi. İyi geceler doktor" dedikten sonra tam arabanın kapısını açarken "Eylül bekle" diyerek diğer elimi tuttu. Buz kesmiş elimin üzerinde sıcacık elini hisseder hissetmez ona doğru döndüm.

setdrfhtgjhu.gif


Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını belli belirsiz oynattıktan sonra bana hiç beklemediğim bir soru sorarak "Sana karşı hiç mi şansım yok?" diye sordu. Neden bu kadar açık sözlü olmak zorunda ki diye düşünürken ona ne diyeceğimi de bilemedim. İşin kötüsü o da benden bir cevap beklediğini belli eder gibi yüzüme bakıyordu. Net olmayınca o da iki arada bir derede kalıyor olmalı.

"O bahsettiğin şansı sana değil kendime veremiyorum doktor"

"Ama neden?"

"Hani doğru yer doğru insan ama yanlış zaman denen lanet olası bir şey var ya... İşte bizim seninle karşılaşmamız tam da öyle bir zamana denk geldi"

"Kötü bir ilişki miydi?"

"Efendim?"

"Meral ameliyat günü bana kalbinde bazı kırıklıklar olduğundan bahsetmişti. Bu yüzden de o sürekli peşinde koştuğum yemek davetini bir daha ki sefere eğer kalbimde ikimiz adına güçlü bir his varsa ve tuttuğum eli bırakmayacağımdan eminsem yapmamı istedi. Bana bir kez daha hayal kırıklığına uğramanı ve sana bunu yapanın da ben olmamı istemediğini söyledi"

"Sen ciddi misin?"

"Evet ve ben o gün Meral'e bir söz verdim"

"Ne sözü?"

"Seni asla incitmeyeceğime dair bir söz"

Sen ne iyi bir kızsın Meral! Ölüm kalım savaşı vereceği o gün onun gibi bana da doktorla alakalı bazı şeyler söylemişti. Demek o yüzden bana doktor bir şans daha isterse onu geri çevirmememi söyledi. O yüzden bir kez daha sorduğunda hiç düşünmeden git o yemeğe dedi. Beni benden bile çok düşünen arkadaşlara sahip olmak için ne gibi bir iyilik yaptım da onlarla ödüllendirildim gerçekten bilmiyorum. Bu hayatta yaptığım en doğru şey harika dostlar biriktirmek oldu galiba.

Doktorun "Kötü bir ilişki miydi?" sorusunu da düşünüyorum ama bir yumru oturuyor boğazıma. İlişki bile sayılamayacak bir yakınlık için iyi ya da kötü bile diyemiyorum ki. Sahi Buğra ile aramızda olan şey neydi Allah aşkına? Ben sadece duygularımla oynanmış ve sonra da hiç umursanmadan kenara atılmışım gibi hissediyorum da...

Doktorun o sorusuna cevaben zoraki bir tebessümle "Bir hata yaptım. Hem de bana göre büyük bir hata... Yanlış birine hak etmediği kadar değer verip sonra da... Neyse ya boş ver!" dedikten sonra sözümü tamamlayamadan arabadan çıktım. Benimle birlikte o da çıktı. Konuşmanın burada bitmeyeceğini anladığım için onun kapı sesini duyunca olduğum yerde kaldım. Ona doğru dönmedim ama ayak seslerinden doktorun bana doğru yaklaşmakta olduğunu anlayabiliyorum.

Tam arkamda durduktan sonra huzur veren bir ses tonuyla "Doğru olduğunu düşündüğün insanı geçmişte hatalar yaptığın için yanlış zamanda geldin diyerek itme Eylül. Belki de karşına çıkan o doğru insan seni yanlış olarak değerlendirdiğin o lanet olası zamanın içinden çekip çıkarmak için gelmiştir" dedi. Evet gerçekten de keskin nişancıymış...

Söylediklerinin etkisiyle dalmış bir halde yere bakarken doktor da yanımdan geçip "Eylül..." diyerek tam önümde durdu. Bakışlarımı kaldırıp ona çevirdiğimde sanki karşımda bambaşka bir adam vardı. O ara sıra ortaya çıkan ve kendisini ciddiye almamı sağlayacak şeyler yapan ya da söyleyen adam yani. Birbirimize bakarken aynı anda gülümser gibi olduk ve doktor da artık zamanının geldiğini düşünmüş olacak ki bana bir teklifte bulunup "Yanlış zaman ama doğru insanla geçecek bir buluşma için cumartesi akşamı saat sekiz diyelim mi?" diye sordu. Bakışları adeta "Hadi ama Eylül tamam de!" der gibiydi.

effeaftwqrqw.png


Yan gözle eve doğru şöyle bir bakıp ışıklardan birinin yandığını görünce "Aaa! Ela ile Tolga gelmiş bile" dedim ve doktoru bana birçok kez yaptığı gibi orta yerde bırakıp eve doğru yürümeye başladım. Yaa doktor efendi! Ortada sap gibi kalmak nasıl oluyormuş sen de bir anla bakalım.

Şu an nasıl görünebileceğini düşünürken gülümsememe de engel olamadım ama bir şeyler mırıldandığını duyar duymaz arkamı dönüp "Bu arada sen bana yeri mesaj at ben kendim gelirim" dedim. Şaşkın ama bir o kadar da mutlu bir bakışla "Tamam mı yani?" deyince ona daha fazla işkence etmeden tebessüm ederek "Tamam doktor" dedim ve evin kapısına gelip çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açarak içeriye girdim.

Pencerenin kenarından bakıyorum da hâlâ orada bekliyordu. Onu bir hayli şaşırtmış olmalıyım. Kabul edeceğimden çok da emin değildi herhalde. Yüzünde bir gülümseme oluştuktan sonra ellerini ceplerine sokup arabasına doğru yürümeye başlayınca ben de kenara çekilip sırtımı duvara yasladım. Onu bilmem ama içimde ilk defa doğru olanı yaptığıma dair bir his belirdi. Umarım tüm zamanlarımın en doğru insanı sensindir doktor.


zrxetcvb.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

Bir sonraki bölümle birlikte bu defa çarşı pazar gerçekten karışsın mı? Düşünüyorum... Karışsın! :D
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.623
Tepki
84.270
Puan
113
Konum
İstanbul

20.png


20. Bölüm : Sen bir ömür beklenmeye değersin Eylül Acar

"Eylül yapmadım de! Bana bir aptal gibi Buğra'nın sana aşık olduğuna inandığını söyleyip gönül rızanla o bataklığa tekrardan düşmediğini söyle Eylül! Bunu bana söyle Eylül!"

"Kenan..."

"Bana Kenan deme Eylül! İlla diyeceksen de bana saçmalama Kenan ben o kadar da aptal değilim benim de az da olsa bir beynim var ve böyle bir salaklık yaptığımda sonuçlarının bana nasıl yansıyacağını da anlayabilecek zekaya sahibim de Eylül! Bari bunu de Eylül!"

"Kenan bu benim hayatım ve ben..."

"Aaah! Hayır hayır sakın bana o herifin şu an içeride nü modeller gibi poz verdiğini söyleme! Aman Allah'ım düşüncesi bile görme fonksiyonlarımda hasara yol açıyor"

"Onu seviyorum Kenan"

"Eylül onun aklını karıştırıp Ela'dan uzaklaştırman gerekiyordu daha çok aşık olman değil! Seninle böyle mi anlaştık? Bu herif için kazdığımız kuyuya onunla birlikte nasıl atlarsın delirtme beni!"

"Biraz sessiz olur musun lütfen duyacak! Ben Buğra'nın artık değişeceğine inanıyorum Kenan. Onun Ela'yı unutmasını ve hayatına devam etmesini sağlayacağım. O değişecek inan bana... Her şey düzelecek. Denemeyi kabul etmesi bile büyük bir adım"

"Ne yani Buğra'nın deneme tahtası olmayı kabul mü ettin? Bak Buğra gibi insanları değiştirebileceğine inanmak aptallıktan başka bir şey değildir çünkü ne yaparsan yap o dönüp dolaşıp yine içindeki gerçek kişiliği ortaya çıkarmanın bir yolunu bulacaktır"

"Sen de Mine için değişmedin mi? Senin içindeki o sorumsuz o kendisinden başka kimseyi umursamayan o bir gece sonra adını bile hatırlamayacağı kızların peşine takılan gerçek Kenan ne zaman ortaya çıkmayı planlıyor? Geri dönüş yolu için bir kıvılcım mı bekliyor? Mine de senin bataklığına çekildiğinin henüz farkında değil mi yoksa? O bunu ne zaman anlayacak Kenan?"

"Bizim Buğra ile aramızdaki fark ne biliyor musun? Bizim aramızdaki bariz bir şekilde ortaya konan fark benim Mine'yi gerçekten seviyor olmam ve onu kaybetmemek için kendimden bile vazgeçmeye hazır olmam. Peki ya Buğra? Sence onun bunları yapabileceği kişi sen misin yoksa Ela mı?"

jkjhk.gif


"Bak eğer Buğra'nın biraz bile olsa seni sevebileceğine inansaydım inan bana ona karşı bu kadar katı olmazdım ama onun gibi adamlar seni sadece duygularını test etmek için kullanırlar Eylül. Dinler misin bilmiyorum ama sana benden bir tavsiye. Karşına geçmişini temizlemeden çıkan ve kendisini sana adama konusunda gözünü karartamayan bir adama asla güvenme. Başkasına ait olan bir kalbi kazanmaya çalışırken hiçbir şey elde edemediğin gibi bir de en büyük yarayı sen alırsın bu yüzden sakın insanların seni ve duygularını kendilerine oyuncak etmelerine izin verme"



........::::::::__Eylül / Cumartesi Sabahı__::::::::........

Sabaha karşı oldukça sarsılmış bir halde uyandım. Gözlerimi açtığımda içimde hüznün yanı sıra huzursuzlukta vardı. Gördüğüm rüya üzerimde o kadar kötü bir etki bıraktı ki kaldığı yerden devam eder diye gözlerimi yeniden yummaya cesaret edemedim. Bu bir rüya olsa da içinde yaşanmışlık taşıyordu. İstanbul'a gelmeden önce Kenan ile yaptığımız bu konuşmayı hatırlıyorum da o gün hayatımın en karanlık ve en kırılgan günlerinden biri olmuştu. Hatta bu hayattaki en önemli kırılma noktalarımdan biriydi diyebilirim.

Benim hayatım işte tam da o gün kaydı. Evet doğru kelimeler bunlar. O günü yaşanmamış gibi hayatımdan söküp atmayı o kadar çok isterdim ki... Biri çıkıp "Hayatından bir anı sileceğiz ama bunun karşılığında da ömründen on yılını alacağız" dese gözümü bile kırpmadan kabul ederim. Hayatımın akışını olumsuz yönde değiştirecek olan o an yok olup gitsin isterdim.

Keyfim o kadar kaçtı ki böyle bir güne bu kadar kötü bir başlangıç yapacağımı hiç tahmin etmemiştim. Neden tam da bugün böyle bir rüya gördüm anlamıyorum. Hey bilinçaltım! Uğraşma benimle yoksa çok fena olur.

ertyuıo.png


Yatağımda oturup tek bir noktaya bakarak günün ağarmasını beklerken o gün yaşadığım her şey bir film şeridi edasıyla gözlerimin önünden geçmeye başladı. Ofiste Buğra ile yaşadığınız sert tartışma ardından ne hikmetse yumuşarak evime gelişi hatta gitmek bilmeyişi ve hiç beklemediğim bir anda beni öpmesi... Sonrası ise resmen "Düşünmeyi kes Eylül! Doktora karşı takındığın o geçitvermez tavrın onda birini o gün Buğra'ya da gösterebilseydin şimdi kös kös oturup dertleniyor olmazdın" dedirtiyor. İnsanı yaşadığı şeyler katılaştırıyor demek ki.

Hay aksi! Düşündükçe modum git gide düşünüyor ve benim buna izin vermemem gerekiyor. Yataktan kalktıktan sonra dolaptan bir havlu alıp duşa girdim ama suyun sesi bile düşüncelerimin arasına girmeye yetmedi. Çıktıktan sonra da baktım zaman geçmiyor üzerimi değiştirip odadan çıktım. Sessiz olmaya gayret ediyorum ama Ela'nın odasından da hafif hafif ninni sesleri geldiğine göre o da uyanmışa benziyor. Herhalde Rüya'yı emzirerek uyutmaya çalışıyordur. Onlara ilişmeden aşağıya inip direkt mutfağa girdim.

Çayı koyup buzdolabını açtığımda ilk gözüme çarpan şey de Ela'nın ikiye bölüp şekere yatırdığı limonlar oldu. O kadar olumsuz düşüncenin üstüne yüzümü gülümseten bir şeydi bu. Dün akşam konuşurken Tolga ile beraber yoğun isteğimiz üzerine Mine'den anneannesinin limonata tarifini istedik ve Ela da bir gece beklemesi gereken bu şekerli limonları hazırlayıp dolaba kaldırdı. Ancak gülümsememin nedeni bu değildi. Limonları görür görmez aklıma doktor geldi. Midye sevmemesine rağmen yine de ben yerken yanımda durup midyelerimi limonlaması ve tansiyonunu fırlattığım gün limonata söyleyip alt yapısında soruşturma niyeti olan sohbetimiz aklıma geldikçe somurtmam mümkün olmadı zaten.

Gözüm dolabın üzerindeki nota takılınca hem kağıdı hem de limon kasesini alıp mutfak masasının üzerine bıraktım. Dolaptan bir sürahi ve sıkacak aldıktan sonra da masanın başına geri dönüp notu okumaya başladım. Bundan sonrası kolay gözüküyordu. Sadece limonları sıkıp suyunu kasedeki limon kabuğu rendesi ve şekerle birlikte sürahiye boca edecektim. Üzerine de suyu koydum muydu kızların deyimiyle alın size mis gibi Nezoş limonatası!

Limonatayı hazırlayıp dolaptan kahvaltılıkları çıkarırken Ela geldi. Birbirimize günaydın dedikten sonra kucağındaki kızıyla birlikte kapının önünde durup "Eylül kızım diyor ki..." deyince onlara doğru bakarak "Ne diyor Ela? Agucuk demeyi öğrendi de şimdi de gugucuk mu diyor?" dedim. Ela yüzündeki muzur ifadeyle "Benim minnak kızım Eylül teyzoşum kargalar bile kahvaltısını yapmamışken neden uyanmış ve uyandığı yetmiyormuş gibi bir de bize mükellef bir kahvaltı sofrası kurmuş anneciğim bence onu bir "doktor"a göstermeliyiz diyor" deyince laf etmeden duramayıp ona yan yan bakarak "Ela şimdi bunu gerçekten dedi mi deyip sana yemin ettirsem elinde el kadar bebenle çarpılırsın biliyorsun değil mi? Bu sabi bile kurtaramaz seni!" dedim.

Gülerek içeriye girdikten sonra masaya oturdu. Son birkaç bir şey daha çıkarıp masaya koyarak yanına oturdum. Gözüm de Rüya'ya kaydı. Pamuk yanaklı kız uyurken gerçekten de çok tatlı görünüyor. Bebişin nefes alıp verişlerini takip ederken Ela'ya da "Kenan Bey nihayet akşama geliyormuş" dedim. Beyefendi İstanbul'a geldi ama bir türlü yanımıza gelemedi. Şirketteki işleri yokluğunda karman çorman olunca babası onu gözünün önünde tutup başını da dosyalardan kaldırmamış. Sadece Tolga ile görüşebildiler.

"Tolga mı söyledi?"

"Evet sen Rüya'nın altını değiştirirken konuştuk"

"Güzel bir sofra kurup hep beraber hoş bir akşam geçirelim diyorum. Ne dersin?"

"Bakarız"

"Ne demek bakarız?"

"Aslında ben bugün eve gidecektim. Eşyalarımı yerleştirmeye yani"

"Kiraladığın eve mi? Orada mı kalacaksın?"

"Evet"

"Henüz yatağın bile gelmedi Eylül"

"Ne olacak canım koltukta kıvrılırım"

"Kenan gelecek diyorum beraber yemek yiyelim diyorum ama sen eşya yerleştireceğim diyorsun. Başka bir şey var da söylemiyor musun yoksa?"

Ela'ya bir şey diyemeden Tolga "Günaydın" diyerek içeriye girdi. Zamanlama müthiş enişte bey! Ben Ela'ya akşama doktorla yemeğe çıkacağımızı söylemedim çünkü heyecan yapıp beni de panikletmesini istemiyorum. Biliyor olsa kesin kahvaltıyı apar topar ettirip benimle birlikte eve gelir ve tüm giysilerimi ortalığa yayarak bana da hangi elbiseyi seçmemiz gerektiğini anlamak için özel defile yaptırır. Tabii İzmir'in o meşhur yer cücesi de telefondan yetişip beni zıvanadan çıkarır. Yok valla hiç uğraşamam. Ben biraz eski modelim o kadar kızsal işlere karşı su kaynatırım. En iyisi sessiz sedasız gidip bilgilendirmeyi de yarın iş işten geçtikten sonra yapmak.

Kahvaltımız bittikten sonra odaya çıkıp çantamı aldım ve tekrardan aşağıya inerek bizimkilere "Ben çıkıyorum sonra görüşürüz" dedim. Tabii Ela beni geçirmek için hemen "Dur bekle" deyip yanıma doğru geldi. Neyse ki tam gitme nedenimi didiklemesin diye kendi içimde enerji gönderimi yaparken kapı çaldı. O sırada ayakkabılarımı giydiğim için kapıyı Ela açtı. Gelen kişinin "Eylül Acar" dediğini duyunca başımı kaldırdım ama bir de ne göreyim? Cam bir kutunun içinde çok hoş çiçekler vardı. Yerden doğrulup "Benim" dediğimde adam da çiçeği bana doğru uzatıp imzalamam için de bir kağıt tuttu. Bendeniz boş boş bakıp kalınca Ela hemen benim yerime çiçeği aldı ve o sırada da bana "İmzalasana" dercesine bir kaş göz işareti yolladı. Tutulup kaldım çünkü çiçek almaya çok da alışkın biri değilimdir. Kalemi alıp çiçeği teslim aldığıma dair imzamı attıktan sonra adam iyi günler dileyerek gitti.

Adamın arkasından dikkat çekmemek adına sessizce kapıyı kapattığım sırada Ela'nın hoşuna gitmiş gibi "Bunlar yasemin çiçekleri Eylül" dediğini işitip ona dönemeden olduğum yerde kaldım. Yasemin çiçekleri... Yüzümdeki tebessüm hemen yerini aldı tabii. Yalan yok çok zarif adamsın be doktor! Cam bir fanusta korumaya alınmış yaseminlerle çıtayı epey bir yukarılara taşıdı doğrusu.

Ela'yı iyice coşturmak istemiyorum o yüzden tepkilerimi kontrol altında tutmaya çalışarak arkamı döndüm. Gözlerimi çiçeklerden ayıramadığımı söylememe gerek yoktur herhalde. O kadar güzel ve özeller ki. Ben çiçeklere bakıp artmaya başlayan kalp atışlarıma odaklanırken Ela da halimden memnun olmuş bir halde "Görünen o ki keskin nişancımız aynı zamanda epey de romantik biriymiş" dedi. Öyle görünüyor. Herhangi bir şey söylemeden Ela'nın bana doğru tuttuğu cam kutuyu elime aldım. Küçük bir itiraf geliyor. Ela bunlar yasemin çiçeği demese bundan haberim bile olmazdı çünkü çiçek camiasına acayip derecede uzak biriyim.

Gönderen alenen belliydi ama yine de tasdik etmek adına içindeki kartı elime alır almaz altındaki isme baktım. Adama doktor diye diye o da bunu kabullendi herhalde çünkü adı soyadı yerine "Doktor" yazmış. Ama yine gülümsememe neden oldu çünkü altına da daha küçük harflerle "Favori olmayan!" yazmayı ihmal etmemiş. İki arada bir derede Sinan'a favori doktorumsun dememin lafını da çarpmış yani...

Restoranın kapısından girip bana doğru yürümeni heyecanla bekliyor olacağım.
Dedemin önerisine uyup beni bütün gece masamızda bekletmemen dileğiyle...

"Doktor"

(Favori olmayan!)

Çok muzur adam ya! Karta yazdıklarını tekrar tekrar okurken Ela'nın imalı öksürüğüyle kendime geldim. Ah be doktor! Zarafetini konuştururken aynı zamanda beni kızların diline düşürmeyeydin iyiydi. Şu kapıdan çıkar çıkmaz İstanbul İzmir arası gıybet hattında muhabbetimin döneceği kesin. Birbirimize bakıp kalırken Ela gülümseyerek "Demek akşam eve gidip eşyalarını yerleştireceksin. Tamam tamam sen git Kenan kaçmıyor sonuçta" dedi. Yalanım da hemen patladı iyi mi! Rezil oldum ama belli etmemem lazım.

Kartı kutuya atarken gayet normal davranmaya çalışarak "Restoran dediğine bakma fast food restoranı demek istiyor. Hastane çıkışı ayaküstü bir şeyler yiyip Meral'in durumuyla alakalı istişare ettikten sonra evlere dağılacağız. Öyle çok şey yapma yani" dediğimde Ela da gülmesini saklamaya çalışıp elimdeki çiçeğe bakarak "Hı hıı! Anladım ben asıl sen çok şey yapma" dedi. Şimdi "Sen ne anladın acaba?" deyip üstüne gitmek vardı ama zor durumda kalırım diye bir şey diyemiyorum. En iyisi bir an önce ortamdan tüymek!

Ela'nın muzur muzur bakan bakışları altında "Hadi sonra görüşürüz" deyip kıvrak bir manevra ile kapıyı açarak kendimi dışarıya attım. Kulaklarım daha şimdiden çınlıyor sanki. Gözlerimi elimdeki çiçekten ayıramadan bahçeden geçip taksi durağına doğru yürümeye başladım ama alışık olmadığım bir heyecan bastı. Gerildim mi ben ya! Alt tarafı bir yemek işte niye huzursuzlandıysam? Sonuçta yemek yiyeceğiz sohbet edeceğiz sonra da kalkacağız ve gece göz açıp kapayana kadar geçip gidecek. Özel bir durum yok yani. Ama hâlâ heyecanlıyım ben niye böyle oldu ya? Hızlı adımlarla taksi durağına doğru yürürken aniden durmama neden olacak bir şey oldu. Daha doğrusu biri...

"Belediyeyi arayıp sokaklarınızda işgüzarlığıyla nam salmış pembe bir panter geziniyor belli ki can güvenliğimiz sıfırın altında demeli miyim? Düşünüyorum bekleyin... Kesinlikle demeliyim!"

"Ben de hemen ardından bir şikayette bulunup sokaklarınızda kendisini tüm dünyanın hakimi sanan şımarık bir zengin bebesi geziyor ve insanları rahatsız ediyor demeli miyim? Hemen düşünüyorum... Aaa! Durduğum kabahatmiş!"

"Bu benim lafım!"

"Nereden senin oluyor be! Telifini mi aldın?"

"Bir Gürsoy'un özellikle de Kenan Gürsoy'un ağzından çıkan her bir cümle telifiyle birlikte gelir Pembe Panter! Bakıyorum İstanbul havası sana bunları unutturmuş. Bir ara gel de yeğenime verdiğim "Mükemmel Bir Gürsoy Olmanın İncelikleri" adlı dersimde tekrar yap"

"Farkında mısın bilmiyorum ama sen kendisini fazlaca beğenmiş megalomanın tekisin Kenan Gürsoy"

"Ben daha çok cazibesi son derece yüksek biri demeyi tercih ediyorum. Neyse zaten bu yönüm de sadece Mine'yi ilgilendiriyor başkasını bağlamaz"


rdrtfyukhıljlkç.gif


Yüzümüzdeki belirgin gülümsemeyle birbirimize adım adım yaklaştıktan sonra sıkıca sarılıp "Sana çoğu zaman sinir olduğum doğru ama özlemişim be Kenan!" dediğimde Kenan'da "Bilmukabele" dedikten sonra geri çekilip yüzünü ekşiterek "Hulki Bey dedeye yaranacağım diye resmen ağzım bozuldu. Buram buram naftalin kokmaya başladım. Maviş gözlü küçük bir Şirine uğruna dönüştüğüm hale bak!" dedi. Şapşal ya!

Hulki amca Mine'nin dedesi ve işin aslı torununun Kenan yüzünden nişan bozmasına da epey bozuk atmıştı. O eskilerden bir adam ve anlı şanlı yapılan bir nişan töreninden sonra Onur ile Mine'nin nişanının bozulmasına o kadar içerledi ki Kenan'ın adını bile andırmıyordu. Ona göre sözden dönmüş ve insanlara mahcup olmuşlardı. Neyse ki şimdi Kenan'ı biraz biraz kabullenmeye başladı ama bu Gürsoy paşasının o kapıyı daha çok aşındırması gerekiyor gibi görünüyor.

"Senin akşama geleceğini sanıyordum. Şirkette işlerin yok muydu?"

"Vardı ama patronun oğlu olduğum için kendime biraz izin verdim. Sen nereye gidiyordun?"

"Bir ev kiraladım da hem kafa dağıtayım hem de eşyalarımı yerleştireyim dedim"

"Bir de bana megaloman diyorsun. Kendine çiçek mi aldın?"

"Ne?"

"O elindeki çiçek ne diyorum?"

"Bu mu? Şey bu..."

"Gizli bir hayran mı?"

"Ne gizlisi ya!"

"Aleni bir hayran mı?"

"Of Kenan karıştırma şimdi! Hem sana ne canım ister gizli olur ister aleni sana mı soracağım?"

"Eylül..."

"Ne?"

"İstanbul dışından gelen bir çiçek değildir herhalde değil mi?"

İstanbul dışından derken ne demek istediği gayet açıktı. Üstü kapalı olarak Buğra'yı kastediyor ama kusura bakmasın da nerede Buğra'da bu incelik? O öküze çiçek göstersen yeşillik sanıp yeniyor mu diye sorar. Bak yine hatırladım asabımın civataları oynamaya başladı!

Yüzümü ister istemez asıp "Kastettiğin kişiyle uzaktan yakından hiçbir alakası yok" dediğimde rahatlamış bir ifadeyle "Güzel" dedi. Buğra değilse kim o zaman diye soramadan "İşin yoksa benimle gelsene" deyip lafı ağzına tıktım sonra da tam bana olur der demez sırıtarak "Koltuğun yerini beğenmemiştim zaten bir zahmet değiştirirsin" dedim. Kenan başına gelecekleri anlayıp aniden fikrini değiştirerek "Olur mu dedim ben? Olmaz gelemem çünkü çok işim var daha malikanemize gidip müzevari salonumuzun ortasında ayaklarımı uzatarak şekerleme yapacağım ve bunu yaptığım için de annemden bir ton azar işitip küçük çaplı bir ana oğul krizi yaratacağım. Kesin krizin sonunu da Mine'ye bağlar ben de sinirlenip vurur kapıyı çıkarım. Bu arada teklifin geçerliliğini korusun çünkü bu gece açıkta kalacakmış gibi görünüyorum ya sana gelirim ya da bizim çifte kumrulara geçerim" dedi. Hiçbir yere gidemeyeceğini kolundan tutup "Yürü Kenan yoksa Mine'yi arar seni bir kızla oldukça samimi bir şekilde gördüğümü söylerim" diyerek belli edince tekrardan fikrini değiştirmek zorunda kalıp "Umarım bahsi geçen koltuk şu eskicilerden toplanan ağır vasıta koltuklardan değildir" dedi. Ne eskicisi be!

"Hayır değil merak etme"

"İyi o zaman"

"L şeklinde bazalı modern bir köşe koltuğu!"

"Zaten biraz şansım olsa gelirken tırın altında kalırdım"

"Saçmalama ben de yardım ederim hemen hallederiz"

"Neyse en azından giderken hâlâ kaza yapma şansımız var"

"Söylenmeyi kesecek misin? Hadi gel şurada bir taksi durağı var"

"Asıl sen gel çünkü arabayı hemen karşıya park ettim"

İşaret ettiği yere baktığımda gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Tam karşımda duran son model spor arabaya bakarak "Şaka yapıyorsun! Bu araba senin mi?" deyince Kenan da bir arabaya bir bana bakıp "Evet ne oldu?" diye sordu. Bir şey olduğu yok canım sadece bu bebeğin kısa bir süreliğine el değiştirmesi gerekiyor. Elimi uzatıp "Anahtarı alayım!" dediğimde Kenan arabasını kendisinden başka birinin kullanmasına izin veremeyeceğini söyledi ama sonra Mine ile ilgili tehdidimi hatırlatınca cebinden çıkardığı anahtarı eli titreye titreye bana uzatmak zorunda kaldı. Dua etsin gündüz gözüyle gidiyoruz yoksa yanımda kaç buçuk atardı ben bile hayal edemiyorum.


........::::::::____::::::::........


Kısa bir süre sonra evin önüne geldik. Arabayı açık otoparka bırakarak eve yaklaşırken de Kenan siteye şöyle bir bakıp "Köşeyi döndün de benim mi haberim yok?" dedi. Çantamda anahtarlarımı ararken sonucunu bir gram bile düşünmeden "Tolga sayesinde harika insanlarla tanıştım. Atahanları bilirsin" dedim ve hemen ardından da anahtarımı çıkarıp sözüme "Bana iş teklif ettiler. Markalarının yeni yüzü ben oldum" diye devam ettim. Jetonum gecikmeli düştü tabii. Normalde tebrik etmesi gerekirken haklı olarak "Haaah! Gürsoy torpili!" deyip bana da daha önceden ona söylediğim "Kendi işimi "Gürsoy torpili" olmadan da bulabilirim" lafımı bir güzel afiyetle yedirdi. Hay aksi! Bunu ona söylememeliydim resmen boşluğuma geldi. Zaferini kutlaya kutlaya yanımda yürürken tek kelime edemedim zaten tam apartmana girecekken de içeriden Sinan çıktı.

"Günaydın Eylül seni bu saatte burada görmek ne hoş"

"Günaydın Sinan biz de arkadaşımla birlikte evi düzenlemeye geldik"

Kenan'ı ve elimdeki çiçeği görünce zaten yüz ifadesi biraz düşmüştü şimdi de bir ona bir bana bakıp kaldı. Kenan da ondan farklı değildi. Gözlerini kıstığına göre "Bu da kim?" diye düşünüyor olmalı. Onları tanıştırma işine el atacakken de benden önce davranıp "Merhaba ben de Kenan" diyerek elini uzattı. Sinan onunla tokalaşıp memnun olduğunu söyledikten sonra Kenan'a adamın elini sıkmayı bıraksın diye çaktırmadan bir dirsek atıp "Sinan sen hastaneye mi gidiyorsun?" diye sordum. Hastaneye değil ama kızını görmeye gidiyormuş. Bunu duyunca gülümseyip prensesi benim yerime de öpmesini istedikten sonra vedalaştık.

Bu sefer de Kenan bir çiçeğe bir Sinan'a ardından da bana bakıp "Bir soru! Arabasına doğru bize baka baka giden bu Bay Güler Yüz ile elindeki çiçeğin bir bağlantısı var mı?" diye sordu. Of! Söylemedim ya kafaya taktı illa öğrenecek. Çiçeğin Sinan ile bir ilgisi olmadığını söyledikten sonra apartmana girip evin kapısına geldik. İçeriye girdikten sonra da ceketlerimizi çıkarır çıkarmaz kendimize birer kahve yaptık ve balkona geçip oturduk.

"Ee! İzmir'de her şey yolunda mı?"

"Şu an için sorun yok ama döndüğümüzde birkaç sorun çıkarmayı planlamıyor değilim"

"Ne gibi?"

"Boş ver duyarsın zaten"

"Onunla mı ilgili? Yani Buğra ile..."

"Evet ama artık Müfettiş Gadget ile ilgili olan hiçbir şey seni ilgilendirmiyor. O yüzden konu dışında kal Eylül"

"Mahkemedeki şahitlerden biri de ben olacağım biliyorsun"

"Hayır olmayacaksın"

"Nedenmiş o?"

"Bunu söylemekten her ne kadar hoşlanmasam da sevgili ağabeyim bu konuda haklıydı. Kurmaca bile olsa seni en yakın arkadaşının yuvasını yıkmış bir kadın olarak ortaya atmayacağız"

"Ela'nın bir an önce o adamdan kurtulması gerek. Ben olmazsam boşanamaz Kenan elimiz bomboş kalır"

"Bu hepimizin bildiği bir şey ama bunu yaparken senin adının lekelenmesini istemiyoruz. Ayrıca kişisel olarak değerlendirdiğim başka şeyler de var. Biliyorum ilk başta seninle yaptığımız plan kafama epey yatmıştı ama sonrasında olanlar seni tamamen lig dışı bırakmanın en doğru hareket olacağını düşündürdü"

"Buna sen karar veremezsin. Ben..."

"Ben falan yok konu kapanmıştır! Mahkeme günü orada olmayacağın gibi bu boşanma sürecinde de adın anılmayacak. Hatta bundan sonra o adamla ilgili hiçbir konunun içinde olmayacaksın Eylül anladın mı beni?"

"Bakarız"

"Bakarız değil Eylül ne dediysem o olacak. Rica ediyorum artık birinizden biri laf dinlesin yoksa benim kafam çok fena atacak onu da hayatımızdan bambaşka bir yolla çıkarmak zorunda kalacağım. O mahlukata zor sabrediyorum zaten beni dürtmeyin"

"Hâlâ aynı mı peki? Yani Ela konusunda durmaya niyeti yok mu?"

Oturduğu yerden kalkıp balkonun alçak duvarına yaslandı. O sırada da kahvesini yudumlayıp "Durmak mı? dedikten sonra gözlerini korkutucu bir şekilde açarak "Adam peynir yuvarlama festivallerinde yokuş aşağıya yuvarlanan tulum peyniri gibi! Yani kendisi durana kadar müdahale edilmesi imkansız" dedi. Ona bakarken bir an sinirim bozuldu ve "Ne gibi?" diyerek gülmeye başladım. O nasıl benzetme ya! Seni gerçekten özlemişim Kenan...

Kenan da bana ne gülüyorsun dercesine bakıp "Tulum peyniri... Hiç duymadın mı? Aç biraz televizyon izle" dedikten sonra benim gülmeye devam etmeme rağmen ciddiyetini hiç bozmadan "Ama ben onun yolunu münasip bir yerde kesip şık bir tabak içinde nasıl servis edeceğimi biliyorum" dedi. Gülerken aniden ciddileşip "Ne yapacaksın ki?" diye sordum. Kızgın görünüyordu. Buğra'dan daha ilk anda nefret etmişti ve bu nefreti de her karşılaşmalarında iki tarafında saldırgan tavrı yüzünden günden güne artmıştı.

werthyj.png


Sorumun ardından sanki aklında bir şey varmış gibi "Beni mezbahalardaki kesilmiş danalar gibi salonunun ortasına asmanın bedelini çok ağır ödeteceğim ona!" deyince içimi korku kapladı. Kenan dediğini yapan biri ve onu da şu an sırf ortalık durulsun diye Tolga ve Ela zapt edebiliyor. Bu bahsettiği olay da Mine'ye evlenme teklif ettiği gece Buğra'nın önüne çıkmasıyla gerçekleşmiş. Buğra ısrarla Ela'nın yerini öğrenmek isteyince dalaşmışlar ve sonra Kenan aldığı darbeyle kendisinden geçmiş. Sonrası daha can sıkıcı çünkü gözlerini açtığında kendisini Ela için hazırlanan evin salonunda elleri kolları bağlı bir şekilde bulmuş. Buğra onu Ela'nın nerede olduğunu öğrenebilmek için epey hırpalamış olmalı. Her şeyi geçtim sırf bunu yaptığı için bile Buğra'nın yakasını bırakmaz.

"Konu değişimi öneriyorum çünkü bu adamın mevzuları beni çok geriyor"

"Tamam değiştirelim. Siz de son durumlar ne Kenan Bey! Annen Mine'yi kabullenebilecek gibi mi? "

"Yeniden konu değişimi öneriyorum çünkü bu gelin kaynana mevzuları da beni çok geriyor"

"Ne oldu ki?"

"Annem tanımamasına rağmen Mine'yi zengin koca avcısı olmakla suçluyor ve asla evimizden içeriye ayak basamayacağını iddia ediyor"

"Şaka yapıyorsun"

"Ne şakası? Direkt yüzüme söyledi"

"Ee! Ne olacak şimdi?"

"Bir şey olacağı yok ben Mine'den vazgeçmem. Annem de bir şekilde kabullenmek zorunda yoksa Mine'nin giremediği eve ben de ayak basmam"

"Olur mu öyle şey Kenan bir şekilde ortak bir yol bulun"

"Mine'ye de söyledim annemle sadece fotoğraf çekimlerinde ya da basın karşısında bir araya gelirlerse hiçbir sorun yaşanmaz. Hatta annem millete karşı gelinini de yere göğe koyamaz. Mine hiç olmadığı kadar ihya olur ama çekimler biter bitmez tüymemiz lazım yoksa Belgin Gürsoy'un elinden bizi kimse alamaz"

"İşiniz çok zor desene"

"Ben Mine'yi aşkıma ikna ederek en zorunu başardım. Bunlar bana ancak vız gelir tırıs gider"

"Helal olsun Kenan ya! Valla bak arkandan çok atıp tuttum ama sağlam adam çıktın"

"O ne demek be!"

"Artık arkandan daha destekli atıp tutuyorum demek"

"Demek öyle Pembe Panter! İyi o zaman söyle bakalım kim bu doktor?"

"Ne-Ne doktoru?"

"Favorin olmayan ve bu gece seni gözleri yolda bir şekilde restoranda bekliyor olacak olan doktor"

Oturduğum yerden uzanıp koluna bir tane patlatarak "Sen bana ait olan özel bir notu mu okudun?" diye sorduğumda o da sırıta sırıta kolunu çekip "O kadar özelse orta yerde bırakmasaydın!" dedi. Öldüreceğim onu! Sandalyeden kalkıp "Orta yerde değildi tamam mı? Yatak odama koymuştum" dediğimde benden uzaklaşarak bir yandan da "İçinde yatak olmayan bir odanın yatak odası olduğunu anlamadığım için suçlu olduğuma inanamıyorum" dedikten sonra içeriye geçti.

Peşinden gidip bir şeyler söylemek istesem de bunu bir türlü yapamadım. Gülümsüyordu ve elindeki bardakları mutfağa götürürken "Hadi anlat Eylül nasıl olsa öğrenmenin bir yolunu bulurum" deyip sonra da tekrardan yanıma döndü. Koltuğun bir köşesine ben diğer köşesine de Kenan oturunca birbirimize dik dik bakmaya başladık. Of! Kesin beni bülbül gibi şakıtacak ben de ne var ne yoksa ortaya dökmek zorunda kalacağım!

"Atahan..."

"Hangi Atahan?"

"Doktor işte! Doktor Atahan"

"Selim'in ağabeyi mi?"

"Evet Selim'in ağabeyi Haluk Bey'in oğlu Selim dedenin torunu Kaan'ın amcası Meral'in kaynı!"

"Ahmet desen de anlardım Eylül"

"Demiyorum çünkü ben ona tanıştığımız günden beri sadece doktor diye hitap ediyorum"

"Zorun ne peki?"

"Bilmiyorum! İsmi ağzımdan çıkmıyor bir türlü"

"Nasıl çıkmıyor?"

"Söyleyemiyorum işte! Bir de her önüne gelen söyletmeye çalışınca iyice kaçtı"

"Bir işiniz de normal olsa... Ee! Şimdi Ahmet ile ikiniz yemeğe mi çıkacaksınız yani? Romantik romantik sevgili gibi..."

Kenan böyle söyleyince bir an gerçekten öyle mi olacak diye düşünekaldım. O yemeğe giderek önemli bir level atlamamıza izin veriyor oluyorum değil mi? Yani doktor bunu arkadaş buluşması gibi değerlendirmeyecek bayağı bayağı çift gibi buluşacağız. Sessiz kalıp oflarken Kenan da uzanıp kolumu tutarak "Kafan mı karışık senin?" diye sordu. Buna kafa karışıklığı diyebilir miyiz bilmiyorum. Sanki başka bir şey...

Saçlarımı geriye iterken bir yandan da doktorla aramızda geçen şeyleri düşündüm. Bu düşünceler sonrasında dile gelip "Atahanların tanıtım gecesinde tanıştık. Öyle sıradan bir tanışma da değildi. Nasıl olduğunu bile anlayamadan kısacık bir sürede o kadar çok şey yaşadık ki bütün dengemi alt üst mü etti yoksa alt üst olan dengemi yerine mi getirdi onu bile anlayamadım. Bir de o kadar açık sözlü ki kalbinde ne varsa direkt dilinden dökülüyor. Kendisini konu ne olursa olsun hiç gizlemiyor. Ne söylesem ne sorsam net bir cevabı var" dediğimde Kenan "Mesela dilinden ne tür şeyler dökülüyor?" diye sordu. Hangi birini anlatayım ki? Kısacık bir an sessizliğimle baş başa kaldım. Kenan da ses etmeden konuşmamı bekledi. Ne kadar didişsekte kendimle bile konuşmakta zorlandığım şeyleri onunla konuşabildiğimi o da biliyor. Kenan sanki benim iç sesim gibi. Beynimi okuyor ve orada geçenleri sesli olarak duymamı sağlıyor. Bu da onunla çokça benzeştiğimiz için oluyor olmalı.

Sonunda konuşmaya ve de hissettiklerim hakkında dürüst davranmaya karar verip "Söylüyor işte bir şeyler... Asıl önemli olan şey bunu yaparken inkar edemeyeceğim ölçüde bana kendimi değerli hissettiriyor olması" dediğimde şaşırdığı gözlerinden okunuyordu. Konuşmama karışmadan beni dinleyince bundan cesaret alarak devam ettim ve "Bazen öyle kötü oluyorum ki... Aklıma Buğra ile ilgili şeyler geliyor. Hissettiklerim yaşadıklarım kızgınlıklarım senin bildiğin bilmediğin her şey... Olduğum yere sığamıyorum. Odanın duvarları üstüme üstüme geliyor ve ben çıldıracak gibi oluyorum" dedikten sonra birazdan bahsedeceğim anları düşünüp "Sonra hiç ummadığım bir anda o çıkıyor karşıma. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama sakinleştiğim yetmiyormuş gibi Buğra ile ilgili de her şey siliniveriyor aklımdan. Sanki hayatımda hiç olmamış gibi... O yanımda olduğu sürece sanki Buğra yok oluyor. Doktorla birlikteyken Buğra'yı tanımadan önceki Eylül oluyorum. Tamamen kendim oluyorum" dedim. Bunları söyleyebildiğime ben bile şaşırmışsam Kenan'ı düşünemiyorum. Özellikle de Buğra ile ilgili son yaptığımız konuşmadan sonra epey aşama kaydettiğimi düşünüyor olmalı.

anigifesrdyghj.gif


"Uçağa binmeden önce sana ne demiştim hatırlıyor musun?"

"Birçok şey söyledin. Hatırlatsana..."

"Git ve aynı benim yaptığım gibi sen de içindeki gerçek Eylül'ü bulup çıkaracak birine aşık ol. Emin ol ki buradaki Eylül sen değildin. Sen olmadığın için bu kadar üzüldün ve çaresiz kaldın demiştim. Şimdi görüyorum ki bunu yapmışsın. Gerçek seni ortaya çıkaracak biriyle karşılaşmışsın. Artık kafanın karışmasına neden olacak bir şey yok. Sadece bir sayfayı kapatıp diğer sayfayı açman gerekiyor. Hatta geriye dönüp bakmamak için o defteri komple at yenisine başla"

"Ona bağlanmaktan çok korkuyorum Kenan"

"O halde sana bir iyi bir de daha az iyi bir haberim var"

"Neymiş o?"

"Önce hangisi gelsin?"

"İyi olan"

"Korkmana gerek kalmamış"


esrdtfyguh.gif


Ne demek istediğini düşünürken "Peki daha az iyi olan haber ne?" diye sorduğumda Kenan da "Korktuğun başına gelmiş çünkü çoktan ona bağlanmışsın bile" diyerek ayağa kalktıktan sonra "Bir iyi haber daha! Buna rağmen eskisinden çok daha iyi görünüyorsun. Sen bu bilgiyi sindirirken ben de kahve alıp geliyorum" diye diye mutfağa gitti. Kenan içeriden ikimize de kahve alıp gelene kadar olduğum yerde tek bir noktaya bakarak kaldım. Duyduğum şey fena çarpmış olmalı.

"İçimde kötü bir his var Kenan ve bu his beni doktora karşı sürekli geri çekiyor gibi hissediyorum. Hani birine ne kadar yaklaşmak istesen de bunu bir türlü yapamazsın ya..."

"Yoo ben yaklaşırım seviyorsam önümde dağ bile duramaz"

"Ama ben onunla aramda bir barikat varmış gibi hissediyorum. Yanına gitmemi engelleyen bir şey..."

"Bu hissin derdi ne peki niye yapıyor bunu?"

"Bilmiyorum ama sanki mutlu olursam hemen ardından bir şey olacak ve ben aynı hızla yere çakılacakmışım gibi geliyor"

"Çok güldük kesin ağlayacağız denen saçmalığın kodlamasıdır o salla gitsin. Kahvene krema istiyor musun?"

"Hayır sade olsun. Öyle salla gitsin demekle gitmiyor ki"

"Bu karamsar ruh hali hiç senlik değil. Söyle bana benim bilmediğim ne var? Dolaylı yoldan değil ama direkt söyle"

"Bir şey yok"

"Var Eylül ve sen bana söylemiyor sadece mevzunun etrafında dönüp duruyorsun"

"Yapmıyorum öyle bir şey"

Her şeyi de bilsin zaten! İçimdeki sıkıntıyla birlikte kolumu koltuğun sırtına dayayıp penceremden yola baktım. Zihnim o kadar dolu ki bakıyor ama karşımda ne var görmüyorum. Sadece düşüncelerime odaklıyım anlayacağın. O sırada dalıp gitmişim tabii. Kendime de Kenan'ın elindeki fincanlardan birini bana uzatıp "Diğerini içmeden soğutmuşsun yenisini yaptım" demesiyle geldim. Bakma içim sıkkın ama konuşmak yine de bana iyi geldi. Sanki üzerimdeki ağırlıkların bir kısmını atmışım gibi. Kenan'a teşekkür ederek kahveyi elime aldıktan sonra bir yudum içip sonra da yüzümü ekşiterek sehpaya geri bıraktım. Kenan da böyle bir şey yapmama bozuldu ve bunu da bana "Bir Gürsoy'un yaptığı kahveye burun kıvırmak onun..." diyerek belli etmeye kalkınca sözünü balla kesip devamını da "Onun düşen burnunu yerden alıp geri takmaya çalışmakla eş değer diyecektin herhalde" diyerek getirdim. Gözlerini kısarak bakmaya başladı. Niye bir şey söylemiyor diye düşünürken de kahvesini sehpanın üzerine bırakıp iki elini de açarak sanki bir şey tartıyormuş gibi birini indirip diğerini kaldırmaya başladı. Deli bu çocuk!

"Ne yapıyorsun Kenan?"

"Doktor House ile olası bir ilişki durumunuzda hanginizi kurtarmam gerektiğini anlamaya çalışıyorum"

"Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Telaş yok buldum! Ahmet'i kurtarmak en mantıklısı çünkü adam hayati önem taşıyan ameliyatlara giren güzide bir doktor. Ayrıca senin bu sinir bozucu tavırlarınla sürekli onun kafasını ütüleyip halk sağlığını tehdit etmene de izin veremem"

"Ben de gidip Mine'yi senden kurtarayım mı? Bende de şu an o ağır basmaya başladı çünkü"

"Düşündüm de Ahmet'i eskiden tanırım kendi başının çaresine bakabilecek bir adama benziyordu. Eminim seni susturmanın bir yolunu da en kısa zamanda bulacaktır"

"Daha önce de derdim şimdi de diyorum her zaman diyeceğim. Gıcıksın Kenan gıcık!"

Gülümseyerek kahvesini yudumlarken ayağa kalktım çünkü elimi yüzümü yıkarsam ferahlayabilirim gibi geldi. Tam gidecekken de ani bir şekilde olduğum yerde kalıp geri döndüm. Az önce kabalık yaptığımı düşündüğüm için özür babında "Senin el lezzetinle bir alakası yok sadece ben bu İstanbul'un kahvelerine bir türlü alışamadım. Ne zaman içsem ya da kokusunu alsam midemi kaldırıyor" dediğimde Kenan içtiği kahveyi boğazına kaçırıp öksürmeye başladı. Elinde de telefonu vardı. Telaşla yanına giderek sırtına vururken o da gözlerini aça aça bana bakıp "İyiyim!" dedi. Belli belli çok iyi! Maşallah diyeyim de boncukları bir tarafından düşmesin.

"Kenan!"

"Bir şey yok!"

"Nasıl yok?"

"Yok işte uzatma Eylül hadi git sen"

"Gerçekten iyisin değil mi?"

"İyiyim iyiyim sen git"

"Ne oldu ki birdenbire?"

"Deja vu oldum"

"Ne ile ilgili?"

"Şey ile..."

"Ne ile!"

"Hiç senlik bir durum değil. Telefonda bir haber aldım da onunla alakalı"

"Bakayım"

"Ya Eylül bırak! Hadi sen git işine"

Kenan telefonunu alıp apar topar balkona çıkarken ne olduğunu merak etsem de yine de koridora geçip gözüm arkada bir şekilde banyoya girdim. Düşünüyorum da belki de İstanbul kahvelerinin bir suçu yoktur. Midemi bulandıran şey kahvenin o öküzü çağrıştırmasıdır. Buğra'yı yani. Ofisteyken birbirimize sürekli kahve taşır dururduk çünkü. Ama bu iyi bir şey çünkü bu da demek oluyor ki ben de uyandırdığı o aptal aşık hissi değişime uğrayıp yerini iğrenme ve tiksinme gibi sevimsiz bir duyguya bırakmış. Yüzümü yıkayıp çıktıktan sonra yatak odamdaki bez gardolabın önüne geldim. Yatak odası takımım gelene kadar buruşmasını istemediğim elbiselerimi oraya asmıştım ve şimdi de akşam için içlerinden birini seçmem gerekiyor. Gerekiyor da hangisini seçeceğim onu bilmiyorum.

Askılar arasında gidip gelirken bir anda kendimi Ela'yı görüntülü aramış yardım isterken buldum. Her birini üstüme tutup tek tek yorumlar alırken en sonunda bir elbise diğerlerinin arasından sıyrılmayı başardı. Elbiseyi ayırıp Ela'ya teşekkür ettikten sonra telefonu kapatarak salona geri döndüm. İçeriden de garip sesler geliyordu. Salona yaklaştığımda gördüğüm tek şey Kenan'ın koltuğu diğer tarafa doğru itmeye çalışmasıydı. "Neden beni beklemedin?" diye sorarak yanına gidip tam onunla birlikte koltuğu itiyordum ki beni aniden durdurarak "Hey hey sen elleme! Şunu da yaz bir kenara çünkü bir Gürsoy asla yanındaki kadına angarya iş yaptırmaz" dedi. Haaah! Güleyim bari! Evlerindeki vitrinin altında gizli bir bölme bulduğumuzda hiç öyle demiyordu ama!

"Sen mi yaptırmazsın?"

"Ne o bir itirazın mı var?"

"Eylül kesin bir köşede saf saf bakınıyorsundur. Elindeki bebeği yavaşça annesine bırak ve hayatında ilk defa bir işe yarayarak bana yardım et diyen kimdi acaba?"

"Bir kere ben orada sana uyuz olmuştum o yüzden öyle dedim. Gerçekten koca vitrini sana çektireceğimi düşünmedin herhalde"

"Valla senin ne yapacağın belli olmaz Kenan çektirirsin de..."

"Beni hiç tanıyamamışsın" derken aynı anda da koltuğun parçalarını birleştirip yastıkları üzerine atarak "Ben gidip yiyecek bir şeyler alayım sonra da şu evi gerçek bir eve benzetelim. Bu ne böyle içeriye fare düşse kafası yarılır koltuktan başka bir şey yok" dedi. Ceketini alıp çıkarken ben de onu kapıya kadar geçirdim. Sonra da zaman su gibi aktı gitti. Önce yatak takımım geldi sonra da nerede kaldığını merak ettiğim Kenan Efendi peşinde birkaç adamla birlikte evimi gerçekten bir eve benzetmek için kolları sıvadı. Bu çocuğa deli demeyeyim de kime diyeyim şimdi! Gözden bir kayboldu geri geldiğinde kucağında "Pink Panther" yazılı bir yastık arkasındaki adamlarda da kutularla birlikte halılar vardı. Kimini mutfağa yönlendirdi kimini de salona...

"Kenan bunlar ne?"

"Ev hediyesi"

"Çok fazla şey almışsın. Halı bile var"

"O halı bile dediğin şey zeminden yayılan soğuk havanın eve yayılmasını önleyen en önemli gizli silahın olacak. Yazında ev serin olsun diye kaldıracaksın öğren bunları! Tasarrufla alakalı hiçbir şey duymadın mı sen?"

"Senin gibi bir adamın bunları bilmesi çok şaşırtıcı"

"Hulki Bey dede ne zaman yalnız kalsak bana bu tarz bilgiler veriyor"

"Cidden mi? Demek Mine ile evlenirseniz bunların aklının bir köşesinde durmasını istiyor"

"Aynen öyle! Ben de bunu fark ettiğimden beri yanımda küçük bir defter taşımaya başladım. Ne zaman bir şey söylese hemen cebimden çıkarıp not alıyorum"

"Defter niye taşıyorsun ki telefonuna not alsana"

"Aah! Amatör geldin amatör gideceksin. Biraz ince düşün Eylül! Adam yetmişini çoktan geçmiş ve kendinden bile yaşlı olan bir antika dükkanı var. Karşısına geçip not almak için son model telefonumu çıkarırsam beni zengin bir züppe olarak değerlendirir ama ben ne yapıyorum? Kapağı eskitme olan mütevazi bir defter kullanıyorum ki bu çocuğun hali tavrı bize uygun aramızda çok da uçurum olmaz diye düşünsün"

"Çok çakal adamsın Kenan!"

"Her şey aşktan!"

"Bu durumda Hulki amca ne yapıyor peki?"

"Tavlasını çıkarıyor. Mine'den öğrendiğime göre birini gözü tutmuşsa tavla oynarmış"

"Süpermiş!"

"Tamam bu kadar laklak yeter! Hadi hemen buraları düzenleyelim çünkü senin akşam için hazırlanman gerekiyor. Böyle kot gömlek gitmeyi düşünmüyorsun herhalde"

"Tabii ki hayır! Ela'nın da yardımıyla siyah şık bir elbise seçtim bile"

"Siyah mı? Niye siyah ki yemek öncesinde cenazeye mi katılacaksınız?"

Kenan'ın uyuz uyuz sırıttığını fark edince omzuna bir tane patlatıp "Evet şu insanlar bir gitsin seni öldürüp akşam da "Kenan Gürsoy Kalbimizdesin" adlı küçük bir after party yapma niyetim var" dediğimde o da bir yandan kenara bırakılan kutulardan birini alıp odama götürdü bir yandan da arkasında dolanan bana "İlk buluşmada siyah giyen kızlar eksi puan alır çünkü karşı tarafa özgüvenim sıfırın altında o yüzden de fazla kilolarımı fark etmemeni umarak siyah bir elbise seçtim mesajı verir" dedi. Bu dediği aklımın ucundan bile geçmemişti. Tamam biraz boğazına düşkün biri olduğum için kiloları alıp alıp verdiğim oluyor ama illa onları gizleyeyim diye bir çabam hiçbir zaman olmadı. Hem kiloyla ne alakası var canım! Biz kadınlar siyah elbiseyi şık ve zarif görünmek istediğimiz zamanlar giyeriz. Bu erkeklerde biliyorum sanıp aslında hiçbir şey bilmiyorlar!


........::::::::____::::::::........


Kenan her evde olması gerektiğine inandığı müzik setini kurarken ben de odama geçip artık akşam için hazırlanmaya başladım. Hazır olduğumda da Kenan beni restorana bırakıp oradan da ailesinin evine geçecek.

Saçımı ve makyajımı yaparken o kadar tuhaf bir haldeydim ki sürekli camdan dışarıya bakıp hava almak zorunda kaldım. İçimde hem mana veremediğim büyük bir sıkıntı hem de büyük bir heyecan var ve ben bu kadar heyecan yapmama gerçekten inanamıyorum. Hatta sırf bu yüzden saçımı ve makyajımı yaparken toplam üç kere mazeret bildirip yemeği ertelemeyi bile düşündüm. Beni bunu yapmaktan ne mi alıkoydu? Tabii ki doktorun bu sabah gönderdiği cam kutudaki yaseminler! Ne zaman onları görsem içimde o yemeğe gitmeye dair güçlü bir istek uyandı ve hazırlanmaya kaldığım yerden devam ettim. Aklım "Vazgeç" derken kalbim "Olmaz! Kalk gidiyoruz" diyordu resmen. Hayır yani bir türlü anlamıyorum! Ben bu adamla zaten sık sık bir araya geliyorum. Hatta aynı sofraya oturmuşluğumuzda bir hayli fazla ama şimdi bakıyorum da titrek ellerim yüzünden bir eyelinerı bile doğru düzgün çekemiyorum.

Zor da olsa düşünmemeye çalışarak küpemi takarken bir yandan da çantalarımın başına geldim. Bana ufak tefek bir şey lazım olduğu için daha yeni düzelttiğim dolabımda çanta avına çıktım ve sonunda uygun bir tane bulabildim. O ana kadar da içimdeki manasız sıkıntının sebebini çözememiştim ama yere düşen çantalarımı toplamak için eğildiğimde bir anda o sıkıntının nedeni tatsız bir şekilde ortaya çıkıverdi. Bu iyi mi oldu yoksa kötü mü bilmiyorum ama ara sıra kullandığım günlük çantamın içinden düşen kutu bu geceyle ilgili tüm heyecanımı yitirmeme neden oldu. Bunu aldığımı unutmuş olduğuma gerçekten inanamıyorum.

esrdtfhygjuhk.gif


Berbat bir itiraf geliyor hazır mısın? Ben hazır değilim ama mecburen seninle paylaşmak zorundayım. Bir süre önce Meral'in benden bir isteği olmuş ve kendisi için gebelik testi almam gerekmişti. O gün eczacının erken dönemde bakınca yalancı negatiflik verebiliyor demesi ve anne adayları sonucu garantilemek için birden fazla alıyor sözleri içime bir kurt düşürmüştü. Of! Ağır bir itiraf olmaya doğru gidiyor biliyorum ama bunu şu an yapmak zorundayım çünkü o yemeğe gitmeden önce hamile olmadığımdan kesinkes emin olmam gerekiyor. Gapgaranti bir sonuca ihtiyacım var yani. Ben Meral'i hastanede ziyarete gidip doktorla ikimize aldığım kahveyi içemediğim hatta odaya hava girsin bahanesiyle açtığım pencereden bakarken bir de üstüne midemin bulandığını hissettiğim gün korkuya kapılıp bu testlerden bir tane yapmıştım. Sonuç olumsuz çıkınca da çok rahatlamıştım ama hem eczacının söylemleri hem de kendimde gözlemlediğim bazı değişiklikler kafamı fena halde karıştırmaya başladı. Yani o gün eczacının sözüne karşılık üç tane gebelik testi aldım ama Meral'e sadece iki tanesini verdim. Üçüncüsü bende kaldı yani...

Şimdi ne mi olacak? Bilmiyorum ama bu kutunun içinde yazanları okurken içimi büyük bir korku kapladı. Bu korkuyu yenmenin de tek bir yolu var ve ben o yola başvurmak için hiç vakit kaybetmeden yerden kalkıp banyoya gideceğim çünkü bu gece doktorun yanına gidip gidemeyeceğim birazdan alacağım olumlu ya da olumsuz sonuca bağlı olacak.

Sakın Buğra!

Sakın hayatımı bir kez daha mahvetmiş olma!



wretytyj.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Hocam!"

"Ne oldu Gözde? Sakın yeni bir hasta daha geliyor deme çünkü birkaç dakika içerisinde hastaneden çıkmazsam gitmem gereken çok önemli bir yere geç kalacağım"

"Hayır hocam sadece kravatınızı odanızda unutmuşsunuz onu getirdim"

"Kravatım boynumda..."

"Bir daha bakın isterseniz"

"Değilmiş"

"Buyurun hocam"

"Süpersin!"

"Heyecanlı görünüyorsunuz. Özel bir akşam galiba"

"Senden laf çıkmaz diye rahat rahat söylüyorum. Evet son derece özel bir akşam. Ayrıca şık bir restorana kravatsız gitseydim bu gece bana eşlik edecek olan o güzeller güzeli kadına da ciddiyetsiz gözükecektim. Yani dile benden ne dilersen! Şimdi iste pazartesi sabahı elinde bil"

"Bir şey istemem hocam siz mutlu olun kâfi"

"Kanaatkâr asistanım benim! O halde yeni bir haftaya başlarken görüşürüz"

"Görüşürüz hocam iyi akşamlar"

"Sana da iyi akşamlar"

Saatime bakarken bir yandan da koşar adımlarla asansöre doğru yürüyordum ama bu sefer de tam ceketimin ceplerini yoklamaya başlamıştım ki Aygün'ün "Hocaaam!" diye seslenerek yanıma doğru koşturduğunu fark ettim. Yapmayın bunu bana! Yalvarırım biri gelmemiş ya da acilden çağrılmamış olayım. Aygün yavaşlamasını istememe rağmen nefes nefese bir halde yanıma gelip "Hocam telefonunuzu az önce bankonun üzerinde unutmuşsunuz" dedi ve telefonumu bana doğru uzattı. Telefonumu elinden hemen alamadım çünkü bunu der demez az önce üzerimi değiştirdiğim için gözüm pantolonuma kaydı. Unutmadığım bir o kaldı çünkü.

Telefonumu alıp Aygün'e de teşekkür ettikten sonra gelen asansöre binerek aşağıya indim. Aksilik bu ya bugün de zaman geçmek bilmedi. Bir an önce akşam olsun diye hastalarım haricinde de sürekli bir şeyler ile uğraştım. Hatta öğle yemeğine çıkacak vaktim olmadığı için Hasan ağabeyin yanına inip sandviçimi yerken birkaç kişiye tost bile hazırladım. Onlar da şaşırdı ama durduğum yerde kalamıyorum çünkü sakince oturduğumda zaman duruyor gibi geliyor. Sürekli bir şeylerle uğraşma isteğim yüzünden de milletin diline düştüm. Herkes Ahmet'e bir şey olmuş diye fısıldaşıp duruyordu. Evet bir şey oldu. Çok güzel bir şey hem de...

Hastanenin otoparkına inip koşar adım arabamın yanına gittikten sonra büyük bir heyecanla kapıyı açıp koltuğa oturdum. Derin bir nefes alıp kapımı kapattıktan sonra da otoparktan çıkıp bir an önce Eylül'ü görme dileğiyle restoranın yolunu tuttum. Neyse ki trafiğe yakalanmadan ara sokakları da kullanarak hızlı bir şekilde gelebildim. Son dakika gelen hasta yüzünden yeteri kadar zaman kaybetmiştim bir de üstüne trafiğe yakalansaydım çok kötü olurdu.

Arabayı valeye teslim ettikten sonra içeriye girdim ve hemen etrafa göz gezdirmeye başladım. Eylül görünmüyordu. Kadınların randevulara biraz geç geliyor olması bazen işe yarıyor demek ki. Eylül'ün şu kapıdan girerken ki halini görmeyi çok istiyorum ve bu anı kaçırmış olduğumun düşüncesine bile katlanamıyorum. Bugünü yaşayabilmeyi çok bekledim ve şimdi tüm güzelliklerine anı anına şahit olmak istiyorum.

Beni daha önceden ayırttığım masamıza yönlendirdiklerinde heyecandan kalbim duracak gibiydi. Gözlerim bir kapıya bir de dakika bile geçmemiş olmasına rağmen saatime kayıp duruyordu. Normalde bu bekleme süresini telefonumla oyun oynayarak geçirmem gerekirken şu an gözlerimi kapıdan ayıramıyorum. Ameliyatlara girerken bile bu kadar heyecan yaptığımı hatırlamıyorum. Her zaman kendimi sakinleştirmenin ve iç dengemi korumanın bir yolunu bulmuşumdur ama konu o olunca hiçbiri işe yaramıyor. Beni bu hale getirmeyi başaran tek kadınsın Eylül Acar!

Uzun bir bekleyişin ardından gelmeme ihtimaline karşı endişelenmeye başladım. Kafası yine bir şeye attı da gelmekten vaz mı geçti acaba? Bunu bana sakın yapma Eylül! Yapma...

Saatler dokuzu gösterirken umutsuzluğum da iyice tavan yaptı. Gelmediği gibi aramalarıma da cevap vermedi. Aslında onun için endişelenmeye de başladım. Kötü bir şey mi oldu acaba? Bir kez daha saate bakıp iyi olup olmadığını öğrenmek için tam Tolga'yı aramaya karar vermiştim ki bir anda Eylül karşımda belirdi. Muhtemelen bir rezervasyonumuz olduğundan bahsedip benim gelip gelmediğimi soruyordu. Geç oldu ama geldi. Gülümseyerek ayağa kalktığımda o da bana doğru döndü ve o anla birlikte göz göze geldik.

tumblr_muezzdBZ3d1qzg2sjo4_250.gif


Her zaman ki gibi yine çok güzel görünüyor. Hani bir bakış ya da bir gülüş yeterdi aşık olmaya denir ya... İşte bu kadında her ikisi de mevcut. Gözlerini bakışlarından uzaklaştırmayı başarsan gülümsediğinde dudaklarındaki o hoş kıvrılışa yakalanıyorsun. Hiçbir türlü affetmiyor yani...

Bir kadın güzel olabilir ama bulunduğu ortamı aydınlatacak ışıltıya sahip olan kadın nadir görülür. Farkında değil ama o bunu yapmayı başarıyor. Işıl ışıl parlatıyor karanlık geceyi. Sonunda aynı şimdiki gibi göz göze gelebilmek varsa. Sen bir ömür beklenmeye değersin Eylül Acar...

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.623
Tepki
84.270
Puan
113
Konum
İstanbul
ewrtyyuı.png

"Mutluluğu yakalayacağım bir anda hayat bana öyle bir çelme takacaktı ki Buğra ile istesek bile birbirimizden kopamayacaktık. Ah! Bu da bana hayatımın en büyük dersi oldu tabii. Ağır bir ders hem de..."

21.Bölüm : Hoşça kal doktor...

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül masaya kadar kendisine eşlik etmek isteyen genci durdurup yanıma tek başına gelirken ben de masanın önüne geçtim ve tedirgin olsam da yine de hissettiğim heyecanla birlikte "Bir an dedemin sözünü dinleyip beni bütün gece masamızda tek başıma bırakacaksın sandım" dedim. Beklediğim belki de ondan duymayı arzu ettiğim o hırçın sözlerini işitemedim. Durgun görünüyordu. Bir şey söylemeden yaklaşırken gözlerim ister istemez benden saklamaya çalıştığı eline takıldı. Neden eli sargıda ki?

Yan yana geldiğimizde benden kaçırmaya çalışsa da yine de sargılı olan elini tutup "Parmaklarına ne oldu Eylül?" diye sormadan edemedim. Huzursuz bir halde bakışlarını kaçırıp "Başka bir eve taşındım. Elim de eşyaları yerleştirirken oldu. Önemsiz bir şey" deyince bandajın üzerini öptüm ama Eylül elini usulca geri çekip "Konuşalım mı biraz?" dedi. Sesi titriyordu. Gözleri de kızarıktı. Ağlamıştı sanki. "Konuşalım" diyerek oturması için sandalyesini çektiğimde nefesini tuttuğunu ve otururken de gergin olduğunu fark ettim. Umarım bu hali bana yaptığı bir şakadan ibarettir ve birazdan da o muhteşem gülümsemesiyle bu oyunu bozup "Çok çabuk kanıyorsun be doktor!" der.

Bir an önce konuşmaya başlaması için karşısına oturduğumda siparişleri almak için bize doğru yaklaşan garsonu görüp elimle beklemesini işaret ederek Eylül'e döndüm. Bana doğru bakamıyordu. Baksa da göz göze gelmemek için dikkat ediyordu. Eylül'ü bu hale getiren şey ne bilmiyorum ama sanki konuşmak isteyip de bunu bir türlü yapamıyor gibi bir hali vardı. Onu böyle görmeye hiç alışık değilim. Alışık olmak da istemem.

Benimle bir türlü buluşamayan gözlerine dikkatle bakarken "Bir şey içmek ister misin Eylül?" diye sorduğumda bu gece ondan asla duymak istemeyeceğim bir şey söyleyerek bana "Hayır teşekkür ederim zaten fazla kalamayacağım" dedi. Gidecek ve gece daha başlamadan bitecek yani. Bunu söylemek yerine keşke çekip vursaydı beni.

Üzgün olduğumu gizleyemeyerek "Fazla kalamayacağım mı?" deyip onu tekrarladıktan sonra yanlış anladığımı söylemesini umarak sözümü "Ama neden?" diyerek tamamladım. O her baktığımda etkilenmemi sağlayan gözleri buğulanmıştı ve sanki ağlamamak için de kendisini zor tutuyor gibiydi. Buna şahit olmak da bir şey yapamamak da canımı çok acıttı. Önüne düşen saçını yüzünden uzaklaştırırken nihayet konuşmaya başladı ama keşke konuşmasa mıydı diye düşünmeden edemedim çünkü söylediği her kelime canımı çok daha fazla yakmaya başladı.

"Buraya geldim çünkü bu masada saatlerce tek başına beklemeni istemedim. Gelmeme sebebimi telefonla da söyleyebilirdim elbet ama bu şekilde olmasını hak etmiyordun"

"Bir şey mi oldu? Benimle daha açık konuşabilirsin"

"Bir şey olmadı"

"O zaman neden bu haldesin Eylül?"


wdfgghjk.png



........::::::::__Kenan / Birkaç Saat Önce __::::::::........

"Ve beklenen an! Müzik seti artık emrine amade Pembe Panter!"

Sessizlik oldu. Derin bir sessizlik. Seslenişime cevap gelmeyince kulağımı kabartıp çıkabilecek en ufak sese odaklandım ama şaşırtıcı bir şekilde hâlâ ipucu niteliği taşıyan bir ses vermiyor. Bu kız bunca zamandır ne yapıyor içeride demeden edemedim. En azından bir fön makinesi sesi bir dolap kapağının açılıp kapanışı topuk sesleri gibi bir şeyler duymam gerekirdi değil mi? Ama bir süredir hiçbir ses yoktu. Tamam romantik temalı bir yemeğe gidiyor anladık ama hazırlanmak da bu kadar uzun ve sessiz süremez herhalde. Alt tarafı siyah bir elbise giyecek saçını tarayıp makyajını yapacak bu ne kadar zamanını alabilir ki? Biraz kestireyim derken uyudu mu acaba? Eylül bu yapar mı yapar.

Etrafa yayılan kartonları ve straforları görünce yüzüm ister istemez ekşidi. Salonunu bu halde görürse vır vır söylenir şimdi hiç çekemem. Alelacele etrafı toparlarken bir yandan da Eylül'e takılarak "Hâlâ hazırlanamadın mı Eylül? Sen gidene kadar doktor tatlıya geçti bile" dedim ama sözümü bitirir bitirmez ev başımıza yıkıldı sanki. İçeriden gelen gümbürtüyü duyunca hiç düşünmeden elimde ne var ne yoksa fırlatıp koşarak Eylül'ün odasının önüne gittim. Bir şeylerin kırılma sesi haricinde odadan Eylül'ün bağırışları da geliyordu.

"Seni tanıdığım güne lanet olsun Buğra! Lanet olsuuun!"

Kapıyı peş peşe yumruklayıp açması için seslensem de kâr etmedi. İçeride her ne oluyorsa kıyametin koptuğu açıktı. Kapının kolunu yoklayıp kilitli olduğunu anladığım anda bağrışlarla birlikte ağlama sesleri de yükselmeye başladı. Eylül'ün kendisine gelmesini bekleyemeyeceğim için kapıyı omuz atarak açmak zorunda kaldım. Bir... iki... üç derken kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriye girdiğimde gördüklerime inanamadım. Oda darmadağındı. Devrilmiş bir sandalye kırılmış bir cam kutu etrafa dağılmış eşyalar ve yerde üzeri kanlı beyaz çiçekler vardı. Tabii bu an "Bir saniye şoka girdim hemen toparlanıyorum az bekleyin" denebilecek bir an da değildi. Hemen müdahale etmezsem farkında olarak ya da olmayarak kendisine zarar vereceği kesindi çünkü.

Eylül kendisini kaybetmiş gibi sinirle eline geçeni fırlatıp "Hayatımı mahvetti Allah'ın cezası!" diyerek bağırırken ellerinin kanadığını fark ettim ve hızla yanına gidip onu arkadan sararak kollarını birbirine kenetledim. Ama dedim ya kendisinde değil gibiydi. "Eylül sakin ol! Kendine zarar veriyorsun!" dediğimde kontrolünü kaybetmiş bir halde "Kenan bırak!" diye bağıra bağıra beni tüm gücüyle iterken ben de onu zar zor zapt etmeye çalışarak "Eylül kendine gel diyorum!" diye bağırdım. Geldi mi? Gelmedi!

"Bırak diyorum Kenan!"

"Eylül sakinleş yoksa ben seni sakinleştirmesini bilirim!"

"Yalvarırım bu bir kabus olsun!"

"Bu herif yine ne yaptı Eylül konuşsana!"

"Aptalım ben! Ona inanacak kadar ahmak bir insanım ben!"

"Bunu zaten biliyorum konuya gel!"

"Kenan bırak beni bak daha çok sinirleniyorum!"

"Bırakayım da evi başımıza yık değil mi!"

Bu sözümden sonra bana karşı daha fazla direnemeyeceğini anlayarak kollarımda çırpınmayı bıraktı. Nefes nefeseydi. Omuzları titriyordu. Bütün gücü tükenmiş gibiydi. Ağlamaya devam ederek "Ne yapacağım ben şimdi? Nasıl bakacağım onun yüzüne!" dediğinde neden bahsettiğini tabii ki de anlamadım. Ne olduğunu bilseydim elbet birkaç önerim olurdu ama şu an konuya tamamen yabancı durumdayım. Tek düşünebildiğim şey Eylül'ü bu hale getiren o eceli gelmiş insan müsveddesini yakaladığımda ona ne yapacağımdı. Son günlerinin tadını çıkarsa iyi olur!

Eylül bütün gücünü yitirmiş gibi kendisini tamamen bırakınca onu sıkıca tutmaya devam ettiğim için ister istemez birlikte düşer gibi yere oturduk. Onu bırakmak istemiyordum çünkü aniden saldırganlaşıp kendisine bir zarar vermesini istemiyordum. O sırada gözüm ellerine kaydı. Çok fazla kan vardı. Avuç içleri kesilmiş olacak ki berbat görünüyorlardı. Elimden kurtulamasın diye bir bacağımı onun bacaklarının üzerinden atıp Eylül'ü iyice kıpırdayamaz hale getirdim ve etrafa bakındıktan sonra da yatağın üzerindeki örtüyü yanımıza çekerek "Eylül sakinleş ve hemen bana neler olduğunu anlat" deyip ellerini temizlemeye başladım. Ağlamaya devam ediyordu ve anlatmaya başlamak yerine "Hayır hayır hayır! Kırılmış..." diyerek yerdeki çiçeklere uzanmaya çalıştı. Bunu yapamasın diye onu durdurmak zorunda kaldım çünkü çiçeklerin cam kutusu kırılmış ve parçaları da etrafa yayılmıştı. Elini kesen şey de o olmalı.

"Eylül bak ya konuşursun ya da hemen şimdi o herifi arar sana ne yaptığını bizzat sorarım! İnan bana sonrasında neler olacağını sen bile bilmek istemezsin"


........::::::::__Eylül __::::::::........

Yere saçılan yaseminlerime kalbim paramparça olmuş bir halde bakarken utancım da her geçen saniye daha da derinleşiyor. O kadar kötü hissediyorum ki gözlerimden süzülen yaşlar hiç durmaksızın akıp gidiyor ve ben buna engel olamıyorum. Odada sadece benim ağlamalarım duyulurken "Hamileyim Kenan..." diye fısıldadım. Kelimeler resmen boğazıma takıldı. Ama ondan da saklayacak durumda değildim. Gözlerinin önünde perişan bir haldeyken yalan söyleseydim zaten bana inanmazdı.

Sessizlik olduğunda Kenan'ın hiçbir şey demeden beni yavaşça serbest bıraktığını hissettim ve bacaklarımı toplayıp başımı da dizlerime dayayarak ağlamayı sürdürdüm. Böyle bir şey yaşadığıma inanamıyorum. İnsanın gerçekten de yer yarılsa içine girsem diyeceği anlar oluyormuş. İşte şu an ben o andayım.

keaey.gif


İlk şokun ardından Kenan öfkesine yenilip ayağını sertçe dolaba vursa da hemen ardından dizlerinin üzerine çökerek bana sıkıca sarıldı. Kızıp bağıracağını zannederken sadece "Şişşt! Tamam ağlama perişan ettin kendini" deyince ben de ona sarıldım. Kendimi daha ne kadar perişan edebilirdim ki? Hayatım az önce ellerimin arasından kaydı ve nereye gittiğini bilemediğim bir yere doğru yol aldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kenan'a sarılmamla birlikte gözlerimin önüne restoranda heyecanla gelişimi bekleyen doktor geldi ve her şeyi mahvettiğim gerçeğiyle bir kez daha yüzleşip daha çok ağlamaya başladım.

"Mutlu olabilirdim Kenan... Sonunda hayatımı bir düzene sokup bana gerçekten değer veren bir adamın varlığıyla küllerimden yeniden doğabilirdim ama o bu şansımı da elimden aldı. Ne mutlu edebildi ne de mutlu olmama izin verdi"

"Seni Buğra ile ilgili defalarca uyarmıştım. Ortalık bu kadar karışıkken size bir şey söylendiğinde bunu beyin süzgecinizden geçirmek yerine niye illa burnunuzun dikine gidiyorsunuz gerçekten anlamıyorum. Dış bir göz olarak görüyoruz da uyarıyoruz değil mi? Hele sen! Sen nasıl sonrasını düşünmeden kendini o güvenilmez herifin kollarına bırakırsın Eylül!"

"Düşünmeden mi? Sence böyle bir birliktelik yaşamak benim için normal bir şey mi?"

"Ee! Durum bu noktaya nasıl geldi o zaman?"

"Bir şekilde geldi işte"

gfhgfh.gif


"O bakış ne? Eylül doğru düzgün anlat şunu!"

"Anlatacak bir şey yok"

"Bak anlatmadıkça kafamda uç şeyler kurgulayıp daha çok sinirleniyorum o yüzden olayın bu noktaya gelme anını benim hayal gücüme bırakmayıp bir an önce kendin anlat"

"O gün ofiste benim ona karşı onun da Ela'ya karşı olan hisleri hakkında oldukça sert bir tartışma yaşamıştık. Ağzıma geleni hiç çekinmeden en ağır şekliyle sayıp döktüm. Bu defa ne hali varsa görsün benden bu kadar diye düşünmüştüm. Vurdum kapıyı çıktım. Geri dönmeye de hiç niyetim yoktu ki yaptığımız konuşmadan sonra geri dönmemin mümkünatı da kalmamıştı. Biraz zaman geçtikten sonra evime geldi. Beni merak ettiğini söyleyerek konuşmak istedi. O kadar kızmıştım ki onunla konuşmayı birçok kez denediğimi ama bunun mümkün olmadığını söyledikten sonra onu gördükçe daha da çok sinirlendiğim gerekçesiyle çekip gitmesini istedim çünkü onu görmeye bile tahammülüm kalmamıştı. Ama o benim aksime çok sakindi. Onu ilk defa bu kadar sakin ve ne istediğini bilir halde gördüm. Sanki ofisteki tartışmamızın ardından bir karara varmış ve yanıma öyle gelmişti. Bana bu sefer gerçekten denemek istediğini söyledi. Yani Ela'yı unutmaya çalışıp benimle yeni bir başlangıç yapmaya hazır gibiydi"

"Kapına geldiğim gün! O gün değil mi? Ne olduysa o gün oldu. O adamın yerdeki ceketini bana çaktırmamaya çalışarak ayağınla kenara ittiğini gördüğümde aranızda bir şeyler yaşandığını anlamıştım. Bana verdiğin cevaplar da kuşku uyandırıyordu ama yapmamışsındır diye yine de bir umudum vardı"

"Söyledikleri gerçekmiş gibi gelmedi. Doğru mu anladığımı öğrenmek için Ela'yı unutmayı mı deneyeceğini sorduğumda hiçbir şey söylemedi. Sadece gözlerime cevabının evet olduğunu anlamamı istermiş gibi bakıp beni kendisine doğru çekerek öptü. Beni öpmesini beklemediğim için afalladım. O da beni öper öpmez içeriye girip kapıyı kapattı. İnkar edemem ona inanmak istedim ve bu yüzden de beni öpmesine mani olmadım. Hatta o dönem ona karşı hislerim olduğu için ben de onu öptüm kabul ediyorum ama sonra..."

"Sonra ne Eylül?"

"Sonrası yok. Bu kadar işte... Durum ortada!"

"Eylül sonra ne oldu dedim! Yanına geldiğimde berbat görünüyordun bir şey olmuş olmalı. Sana isteğin dışında mı dokundu o herif?"

aesdrtfyguh.gif


"Düşündüğün gibi değil"

"Düşündüğüm gibi değilse ne o zaman?"

"Değil işte"

"Eylül söylesene şunu!"

"İçeriye o halde girdikten sonra işin boyutu değişmeye başladı. Hiç de tahmin edemeyeceğim şekilde hem de... O gün içinde yaptığımız tüm konuşmalar tartışmalar öncesi sonrası her şey kulağımda bir bir çınlarken seviyor olsam da ona devam edemeyeceğimi ve hemen gitmesi gerektiğini söyledim ama o beni duymuyor gibiydi. Onu gitmesi için ikna etmeye çalışırken de bir anda odada buldum kendimi... Kahretsin! Ben ona engel olamadım anladın mı? Bana aşıkmış gibi seviyormuş gibi ona inanmamı bekliyormuş gibi bakarken engel olamadım!"

"Manipülatif herif! Onu sevdiğini biliyor tabii kullandı bunu"

"Bütün suçu da ona atamam Kenan"

"Eylül şu herifi koruyup beni daha da çok delirtme!"

"Korumuyorum sadece olanı söylüyorum. Ben onu yaka paça kapının önüne koyamayacak bir kadın değilim Kenan!"

"Bu yüzden ona karşı olan duygularını kullandı diyorum ya! Her neyse... Sen istediğin kadar olayı yumuşatmaya çalış sonuç olarak onu sevdiğini söylesen de böyle bir ilişki yaşamak senin isteğine bağlı bir durum değilmiş ve bu da o herifi dört tarafı insanlarla çevrilmiş Kenan Gürsoy yapımı maun bir taşıma aracı içinde ebediyete yolcu etmeme yetiyor da artıyor bile!"

"Kenan lütfen sen bu işe karışma"

"Ne demek karışma? Çoktan karıştım bile!"

"Kenan!"

"Bundan sonra bana sakın karışma Kenan falan demeyin Eylül! Beni sürekli yapma Kenan bekle Kenan fevri davranma ortalık karışmasın Kenan diye diye durdurdunuz bak sonuç ne oldu? Biriniz adamın çocuğunu taşıyor diğeriniz kucağında öz be öz yeğenimle tıpış tıpış o herifin yanına geri dönmek zorunda kalıyor. Artık saltanat bitti! Adiós Buğra!"

Tekrardan ağlamaya başladığımda kızgın bakışlarıyla kollarımı sertçe tutup "Bana bak Eylül!" diyerek kendisine bakmamı sağladı sonra da "Bundan birkaç yıl önce karşıma çıkmış olsaydın bana böyle bir şey dediğinde sana rahatlıkla "Canın cehenneme!" diyebilecek haldeydim ama artık durum değişti çünkü şu an karşında sevgili ağabeyi ve biricik yeğeninin annesi sayesinde kardeşliğin ne demek olduğunu en ince ayrıntısına kadar öğrenmiş bir Kenan duruyor. Yani Tolga ne kadar ağabeyim Ela ne kadar kız kardeşim ise sen de artık bir o kadar kardeşim sayılırsın. Hâl böyleyken bu da beni senin gözünden yaş akıtan herhangi bir ölümlünün canından can akıtmaya otomatikman meyilli ediyor. Şimdi bana neden sen karışamazsın Kenan diyemeyeceğini anladın mı?" dedi. Bu söylediklerinin ardından birbirimize bakarken ağlamayı kestim.

Kısa bir an bundan sonra neler olabileceğini düşündükten sonra "Buğra'nın hayatımda olmasını istemiyorum Kenan. Herhangi bir sebepten ötürü karşıma çıkmasını ya da yine saçma sapan şeyler söyleyip beni bir kez daha incitmesine izin vermek istemiyorum. Eğer gidip ona bu durumdan bahsederek hesap sormaya kalkarsan o da ilk uçakla yanıma gelir ve muhtemelen daha da alçalıp bunu bilinçli bir şekilde planladığımı ima ederek bütün sinirlerimi tepeme çıkarır. Gerçek şu ki ben onu şu sıralar görmeyi kaldırabilir miyim bundan pek emin değilim. Sana yalvarıyorum beni onunla karşı karşıya getirebilecek herhangi bir şey yapma" dediğimde Kenan da düşünceli bir ifadeyle "Ne yani hayatını darmadağın edişi yanına mı kalsın Eylül? Üzgünüm ama yok öyle bir dünya!" dedi.

Tuhaf bir sakinlikle "Etrafımda olmasındansa yanına kalmasını tercih ederim Kenan" dedikten sonra yataktan destek alarak yavaşça ayağa kalktım. Kırılıp dökülenlere bakarken sanki tüm olanlara yabancılaşmış gibiydim. Niye böyle oldum ki ben? Sanki biri ruhumu çekip aldı ve ben bomboş bir bedenle öylece kalakaldım. Manasız bir sakinlikle gözlerim odanın içinde gezinirken Kenan elini omzuma koyup "Eylül..." dedi ama sanki orada o odanın içinde değilmişim gibi hissettim. Kendime gelişim eğilip yerden bir tane yasemin çiçeği almamla gerçekleşti. Ona bakarken bir yandan da doktorun anlattığı hikayeyi ve sonrasında söylediği sözleri düşünüyordum.

Yapamadım doktor... Verdiğim sözü tutamadım. Kalbimi sen onu bulana kadar koruyamadım. Bu son darbeye karşı daha fazla direnemedi ve son atışlarını az önce yaptı. Artık onu bulsan da bir faydası yok. Hayata dönme şansı kalmadı.


sedrfthgj.gif


"Beni restorana götürür müsün Kenan?"

"Eylül bence Ahmet'i arayarak yemeği iptal etmen daha doğru olur"

"Hayır olmaz böyle yaparsam onu çok daha fazla kırarım. Ona yüz yüze hoşça kal demeliyim"

"Emin misin?"

"Eminim"

"Tamam sen toparlan o zaman hazır olunca çıkalım"

Yaralanan elimi sarıp ağladığım belli olmasın diye de gözaltlarıma kapatıcı sürdükten sonra Kenan ile birlikte evden çıktık. Yol boyunca da hiç konuşmadık. Gözlerimi tek bir noktaya dikmiş dışarıya bakarken aklımdan da eğer hamile olduğumu öğrenmeseydim bu gece o restorana girdiğimde ne ile karşılaşabileceğimi geçiriyordum. Büyük ihtimalle o bana hınzır bir gülüşle "Yine geciktin!" der ben de salına salına yanına gidip çantamı masaya sertçe vurarak "Ben bir kadınım! Gecikirsem değil gecikmezsem şaşır dediğimi ne çabuk unuttun" derdim. Sonra da gülümseyerek sandalyemi tutar ve tam karşıma geçip oturarak bana hayatına hoş geldiğimi ima edercesine "Hoş geldin Eylül" derdi. Birbirimize hoş geldin diyecekken hoşça kal demek zorunda kalmamız ne acı...

Restoranın önünde durduğumuzda Kenan geldiğimizi ve beni dışarıda bekleyeceğini söyledi. Derin bir nefes aldıktan sonra elimi kolunun üzerine koyup "İyi ki varsın" dediğimde duygusallıktan hiç de haz etmeyen bir adam olduğu için gözlerime bakmamaya çalışıp "Sen de öyle... Hadi git" dedi. Arabadan inip berbat bir halde restorana doğru giderken sanki tam önümde de bu geceye heyecanla hazırlanıp içeriye girmeden önce de saçını başını düzelten Eylül yürüyor gibiydi. Kapıya kadar onu takip edip içeriye girdikten sonra da beni karşılayan gence "Atahan... Yani Doktor Atahan adına bir rezervasyonumuz olması lazım. Kendisi geldi mi?" diye sordum. Geldiğini söyleyerek içeriyi işaret ettiğinde o yöne bakmamla birlikte doktorla göz göze geldik. Onu görünce kalbim yeniden alev aldı. Ağlamamayı umarak derin bir nefes alırken de yanımdaki gencin sesini duydum.

tumblr_muezzdBZ3d1qzg2sjo4_250.gif


"Buyurun hanımefendi size masanıza kadar eşlik edeyim"

"Teşekkür ederim gerek yok. Ben kendim giderim"

"Peki efendim. İyi akşamlar"

İyi akşamlar.... Bu dileğin gerçekleşmesi ne şimdi ne de bundan sonra pek mümkün değil gibi görünüyor. Masanın önüne geçen doktora doğru yürürken bana gülümseyerek "Bir an dedemin sözünü dinleyip beni bütün gece masamızda tek başıma bırakacaksın sandım" dedi. Hiçbir şey diyemedim. Ne diyebilirdim ki zaten. Büyük ihtimalle dedesinin dediği gibi sırf aklı başına gelsin diye onu bu masada bekletmiş olmamı tercih ederdi. Yalan söyleyemem ben de öyle olsun isterdim.

Yan yana geldiğimizde fark etmemesini umduğum ama onun anında fark ettiği sargılı halde olan elimi tutup "Parmaklarına ne oldu Eylül?" diye sordu. Belki de ömrümün sonuna kadar saklamam gereken o içinde yaseminler saklı cam kutuyu bir cinnet anında istemeden kırdım. Elimi bu hale getiren de o diyemem ki. Gözlerimi kaçırarak "Başka bir eve taşındım. Elim de eşyaları yerleştirirken oldu. Önemsiz bir şey" dediğimde elimi hafifçe kaldırdı ve bandajın üstünden parmaklarımı öptü. Yapma bunu doktor! Daha da zorlaştırma...

Bu nazik harekete layık olmadığımı düşündüğüm için elimi yavaşça çekip "Konuşalım mı biraz?" dedim. Endişeli gözlerle "Konuşalım" derken aynı anda da oturmam için sandalyemi çekti. Bir an nefesimin kesildiğini hissettim ve yerime oturup onun da yerine geçmesini bekledim. Nereden başlayacağımı da ona ne diyeceğimi de bilmiyorum ama onu daha fazla ümitlendirmeden bu işi sonlandırmam gerekiyor.

"Bir şey içmek ister misin Eylül?"

"Hayır teşekkür ederim zaten fazla kalamayacağım"

"Fazla kalamayacağım mı? Ama neden?"

Özür dilerim ama o nedeni sana söyleyecek yüzüm yok doktor. Kalamayacağımı söylerken titreyen sesim gözlerimin nemlenmesine yol açtı ama onun karşısında ağlayacak da değilim. Karşısında yeteri kadar küçüldüm daha fazlasını kaldırabilir miyim emin değilim. Onu üzdüğümü anlayıp daha fazla zorlaştırmadan önüme düşen saçımı yüzümden uzaklaştırıp "Buraya geldim çünkü bu masada saatlerce tek başına beklemeni istemedim. Gelmeme sebebimi telefonla da söyleyebilirdim elbet ama bu şekilde olmasını hak etmiyordun" dedim. Şaşırdı ve "Bir şey mi oldu?" dedikten sonra masanın üzerinden bana doğru hafifçe yaklaşarak "Benimle daha açık konuşabilirsin" dedi. Açık konuşmak mı? İşte bunu yapabileceğimi hiç sanmıyorum.

Başımı iki yana sallayarak "Bir şey olmadı" dediğimde o da haklı olarak "O zaman neden bu haldesin Eylül?" diye sordu. Bu sorunun cevabı "Aptallığım yüzünden" olurdu ama diyemedim tabii. Bu soruyla birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde en az benim kadar üzgün göründüğünü fark ettim. Gözleri sanki "Sakın beni bırakıp gitme" diyor gibiydi. Ona bu geceyi bu şekilde yaşatmak zorunda kaldığım için kendimi asla affetmeyeceğim. Ayrıca buradan gitmeden önce benden ümidini tamamen kesmesini ve ardımdan gelmemesini de sağlamam lazım. Yani birazdan söyleyeceğim sözler için de kendimi affetmem pek mümkün olmayacak.


Tumblr_nbwqwhJDWd1qcju3uo2_250.gif


"Söyleyeceklerimle seni kırmaktan korkuyorum çünkü"

"Beni kıracak ne söyleyebilirsin ki?"

"Bu yemeğin ne manaya geldiğini bile bile kabul etmem ve bunu yaparak sana boş yere ümit veriyor olmam büyük bir haksızlıktı"

"Boş yere mi? Ben boş yere olduğunu düşünmüyorum Eylül"

"Öyle doktor..."

Neden böyle konuştuğumu anlayamamış gibi bakarken bir an önce konuya girmek için "Bana İzmir'in güzelliklerini bırakıp İstanbul'a gelmeye nasıl karar verdin diye sormuştun" dediğimde gözlerini kaplayan hüzünlü bir bakışla "Susmuştun" dedi. Söyleyeceklerimi ona bakarak dillendiremeyeceğim için mecburen gözlerimi kaçırdım. Göğsüme çöken ağırlığın yükü aldığım her nefesle birlikte artsa da konuşmaya devam etmem gerekiyordu.

Bu yüzden de konuşmaya "Susmuştum çünkü buraya geldiğimde kalbim yaralıydı. Konuşmak ve o yaranın nedenini tekrar tekrar hatırlamak istemiyordum. Yok saymak istedim. Hiç yaşanmamış olmasını istedim. Hani Gizem uçakta çok ağladığım için beni tanıyamadığını söylemişti sen de buna şaşırarak bana doğru bakmıştın ya... O gözyaşları İstanbul'a gelirken ardımda bırakmak zorunda kaldığım biri için akıyordu. Onu çok sevmiştim. Hâlâ..." diye başladım ama bu "hâlâ" kısmının gerçekliliği olmadığı için söylerken zorluk yaşayıp zar zor devam ederek "Hâlâ seviyorum" dedim. Aslında sevmiyor aksine Buğra'dan nefret ediyordum ama bunu ona söyleyemezdim. Bahsettiğim kişiyi hâlâ sevdiğimi duyduğunda eminim ki ikimize dair olan umudu da sönmeye başlamıştır. Sönmeye de başlasa iyi olur çünkü burada biraz daha kalırsam her damlası doktor için akacak olan gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine engel olamayacağımı hissediyorum.

Derin bir nefes alıp onu benden tamamen koparacak olan son sözlerimi söyleyerek "Demek istediğim şu ki... Benden cam bir fanus içine koyup herkesten köşe bucak saklamamı istediğin kalbimi arayıp bulsan da ona her güzelliği yaşatacağını söyleyerek söz versen de o bulduğun kalp sana değil her zaman bir başkasına ait olacak" dedim. Hiçbir şey söylemedi. Ona söylenecek bir söz de bırakmadım. Bunları bilerek artık beni bırakıp gitme diyemez ki. Ona bana kal demesini sağlayacak tek bir açık kapı bırakmadım. Özür dilerim doktor ama bunu hayatına bensiz devam edebilmen için yapmak zorundaydım yoksa kalbimi o adama vermektense kendi ellerimle parçalara ayırırım daha iyi...

Sandalyemi geri çekip ayağa kalktığımda bir karar verdim. Birbirimizi sıklıkla görme ihtimalimizin olduğu bir yerde kalamam. Bu yüzden de İzmit'e annemin yanına döneceğim. Bana çok kızacak böyle utanç verici bir duruma düştüğüm için bağırıp çağıracak biliyorum ama yine de ona çok ihtiyacım var. Ayrıca yaklaşık iki buçuk üç aydır burada olduğum düşünülecek olunursa bir süre sonra karnım da belirginleşmeye başlayacak ve ben bunu istesem de istemesem de saklayamayacağım. Doktor o kadar tertemiz ki bu yaşadığım utancı bilmesini istemiyorum. O halimle onun gözlerinin önünde yer alamam. Beni asla hamile halimle görmemeli.

Karşımda yıkılmış gibi duran haline içim yanarak bakıp "Bir daha görüşemeyiz herhalde" dediğimde hiçbir şey söylemeden üzgün bakışlarını bana doğru döndürdü. Ben de az önce aldığım kararın neticesinde "Elalar birkaç gün içinde İzmir'e geri dönüyor. Burada kalmayı denedim ama başaramıyorum galiba. Büyük ihtimalle ben de onlarla İzmir'e döner eğer bir şeyleri yoluna koyabilme şansımız olduğunu anlarsam da kalbimi gerçek sahibinin bulmasına izin veririm. Umarım kaderin senin karşına adına yanına bu güzel kalbine yakışabilecek ve sana hak ettiğin değeri verebilecek birini çıkarır" dedim ve gözlerimizin ilk kez kesintisiz buluştuğu bir anda ağlayacağımı anlayıp "Hoşça kal doktor" dedikten sonra onu masada bırakıp hızlı adımlarla restorandan çıktım.


erthyj.gif


Onu bilmem ama ben daha kapıdan çıkar çıkmaz gözyaşlarımın akmasına izin verdim çünkü canım hiç olmadığı kadar çok acıyor. Az önce kendi ellerimle tutuşturduğum kalbim alev alev yanıyor ve ben dahil kimsenin gücü bu alevi söndürmeye yetmiyor. Kendimden çok onun için üzülüyorum. Onun için acıyor... Onun için yanıyorum. Hissettiklerinin peşinden korkusuzca giden bu adam böyle bir son yaşamayı hiç hak etmiyordu. Onun beni hayal kırıklığına uğratacağından korkarken ben onun en büyük hayal kırıklığı oldum.

Affet beni doktor! Sen tertemiz hislerle kaderinde olduğuma can-ı gönülden inandın ama ben geçmişimde yaptığım yanlış seçimin bedelini ödemek için şu an sahneden çekilmek zorundayım. Belki sen hiçbir zaman bilemeyeceksin ama ben gerçekte sana ait olan bu kalbi yansa da küle dönse de bana yaşattığın tüm o güzellikler için ömrüm boyunca kimsenin bulamayacağı bir yerde saklamaya devam edeceğim. Onu aramayı bıraktığını bilsem de seni bir daha hiç göremeyecek olsam da onu senin için saklayacağım. Sözüm söz...


........::::::::__Yazar Notu__::::::::........

Biliyorum okurken nereden çıktı bu hamilelik şimdi ya ne güzel bir araya geliyorlardı falan diyorsunuzdur ama ben Eylül'ün hamilelik mevzusunun temelini Geçmişin Gölgesinde adlı hikayemde atıp
(ona göre de bayağı bir ilerledim haliyle Ahmetciğim de piyasa da yoktu o vakit) Beni Kalbine Yaz'ın ilk tanıtımında da sizlere çıtlatmıştım bu yüzden Eylül ile Ahmet'e her ne kadar üzülsem de keşke onlara bunu yapmasaydım desem de iki hikayenin de kurgusunu bozmamak için çizdiğim doğrultuda ilerledim. Ama hiç merak etmeyin 22.Bölümden itibaren çok tatlı bölümler gelecek hatta öncekilerden daha iyiler diyebilirim. Ben aynı keyifle okumaya devam edeceğinize inanıyorum.


Avuçlarımda tuttuğum sevgiydi sadece
Öyle kokmadan, incitmeden birşeyleri
Anısına o up uzun selvi ağaçlarımı
Kaderci gibi bir mezar taşınım
Anlamıyla duygularım ölüyor
Ölüme sözüm yok
Sadece avuçlarım kanıyor

Öyle bir duygu bu
Öyle bir kalp ki bu
Öyle bir aşk ki bu
Avuçlarım kanıyor

Dur demiyor ki kimse bu karanlık yazıya
Çıkıp da biri devirmiyor ki
Anısına o up uzun selvi ağaçlarımı
Kaderci gibi bir mezar taşınım
Anlamıyla duygularım ölüyor
Ölüme sözüm yok
Sadece avuçlarım kanıyor

Öyle bir duygu bu
Öyle bir kalp ki bu
Öyle bir aşk ki bu
Avuçlarım kanıyor


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

  • Üst