Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
"Doğru zamanda gelen yanlış insana tanıdığın şansı,
yanlış zamanda gelen doğru insana tanımadığın sürece, üzülen hep sen olursun"
Anton Çehov

tufdru8.png


19.Bölüm : Kitana VS Scorpion

........::::::::__Eylül__::::::::........

Gizem ile yaptığımız nahoş konuşmanın ardından bahçede kalıp biraz hava almak istedim. İçeriye hemen girersem o dört duvar üstüme üstüme gelecekmiş gibi hissettim çünkü. Delireceğim ya! Esmeri kumralı yetmedi bir de sarışını çıktı başıma. Gerçi bu defa doktor efendi durumdan habersiz ama olsun o da her gördüğü kadınla muhabbeti koyultmasın değil mi? Bir de utanmadan kadınlara derler kuyruk sallamıştır diye yahu adamın kırk tane kuyruğu var kırkının da ucu birbirine değmiyor ne profesyonel bir flörtözmüş anlamadım gitti. Benim konuşmamam lazım çünkü konuştukça daha da çok sinirleniyorum sinirlendikçe de gidip adamın gırtlağına yapışasım geliyor.

İçeridekiler de yokluğumu fark edip merak etmeden geri dönsem iyi olacak. Gerçi Meral kesin anlamıştır bir numaralar döndüğünü. Evin aralık kapısından içeriye girdiğimde karşı odada doktorla Kaan'ı mutlu mesut bir halde oyun oynarken görünce asabım bozulmadı diyemem. Biz nelerle uğraşıyoruz adamın umurunda bile değil. Biri çıkıp da "Ev yanıyor! Patlamaya üç saniye kaçııın!" dese bu doktor efendi "Dur şu bölümü de geçeyim geliyorum" diyecek resmen.

Onlara dik dik bakmayı sürdürürken Meral beni kolumdan tutup kenara çekti ve "Ne olduğunu anlatacak mısın artık? Gizem ile ikiniz o kadar garip davranıyorsunuz ki merak etmemek elde değil" dedi. Belki de kimseye anlatmamalıyım ama anlatacağım galiba çünkü biriyle konuşmazsam ortadan ikiye çatlayacağım gibime geliyor. Hem Meral de ağzı sıkılardan yani sıkıntı olmaz.

"Gizem ile sohbet ettik demiştim ya..."

"Evet ne oldu?"

"O konuşmada bana yıllar önce buradan kaçar gibi gitme sebebinin ne olduğunu anlattı. En yakın arkadaşına sırılsıklam aşıkmış ama olmayacak bir şey olduğunu düşündüğü için buralardan gitmiş. İşin kötüsü ona hâlâ aşık!"

Az önce benim yaşadığım şokun bir benzerini şu an Meral yaşıyor olmalı ama korkmasın çünkü onun cephesinde asayiş berkemal. Yani vukuat yine bendeniz bela çekici Eylül'ün mıntıkasında. Meral kısa bir an sessiz kalıp duyacaklarının korkusunu yaşayarak salona doğru bakarken bir yandan da "Selim miymiş yani?" deyince amca yeğene bakarken dalmışım herhalde çünkü düşünmeden etmeden "Yok sen rahatsın! Yine döndü dolaştı mevzunun ucu bana dokundu. Bela çekiciyim ya ben biri gidiyor biri geliyor!" deyiverdim.

Meral ne düşündü bilemiyorum ama tam bana bir şey diyecekken doktorun karşımda güle oynaya Kaan ile şakalaştığını görüp elimde olmadan yükseldim ve "Doktormuş!" dedikten sonra gözlerimi bu rahatlıkta bir dünya devi olan adamdan ayırmadan "Bu adam var ya benim sinirlerimi çok bozuyor!" dedim. Böyle deyince Meral de şaşırdı tabii.

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Kendi ağzıyla söyledi"

"Gizem mi?"

"Evet az önce bahçede sıkıştırdım o da söylemek zorunda kaldı. Ben Selim'den bahsediyor sanıyordum ama bir baktım ki yine olayın başrolünde bizim flörtöz doktorun ta kendisi varmış"

"Ahmet ağabey biliyor muymuş peki?"

"Hayır bilmiyormuş çünkü gizemli Gizem'imiz ona bundan hiç bahsetmemiş. Bana sen de söyleme lütfen dedi"

"Ee! Ne olacak şimdi?"

"Bir şey olmayacak. Hadi sen git kocanın yanına ben de gidip bir hâl hatır sorayım şu şeytan tüylerini tek tek yolduğumunun doktoruna!"

"Eylül dur saçmalama! Ahmet ağabeyin ne suçu var?"

"Ben malımı bilirim Meral! Kesin kıza ümit verici birkaç kelam edip arada da çapkın çapkın bakışlar atmıştır o!"

"Sen niye bu kadar kızdın ki? Ahmet ağabeyin gönül işlerinin seni bu denli ilgilendirdiğini bilmiyordum"

"İlgilendiriyor çünkü adam tanıştığımız günden beri belli ki beni baş cariyesi yapmaya çalışıyor!"

Meral'in şaşkın bir halde "Ne yapmaya çalışıyor?" diye sorduğunu duyunca bir anda neler dediğimi idrak edip konuyu kapatarak "Neyse gidiyorum ben! Sinirim yatışmadan hıncımı almam lazım bu adamdan" dedim. Meral'in bir şey söylemesine bile fırsat vermeden doğruca odanın önüne gittim. Kapının önünde duruyorum ama nasıl daldıysa gözü beni bile görmüyor!


ljkhjdfhgjvj.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Amca her seferinde beni yenmek zorunda mısın? Çocuk olduğum için belki arada sırada benim de yenmeme izin verebilirsin"

"Bu seni gerçekten mutlu edecek mi peki? Yani hakkın olmayan bir başarıya sevinmek..."

"Aynı babam gibi konuştun o da hep böyle söylüyor"

"Böyle söylüyoruz çünkü ikimiz de senin gerçek ve gurur duyulası başarılar elde etmeni istiyoruz. Başkasının hakkına girerek elde edilen başarı başarı değildir Kaan"

"Anladım galiba"

"Hadi bir daha deneyelim ama bu defa tüm gücünle savaşmanı istiyorum"

Kaan o yenilesi yüzünü daha da şirin bir ifadeyle asıp "Şimdi oynamayalım amca ben biraz çalışayım güçleneyim seni yenebileceğime inandığım zaman çıkarım karşına" deyince yumruğumu gururla omzuna dokundurarak "Aslanım benim! Bu karşılaşmayı sabırsızlıkla bekleyeceğim" dedim. Kaan kolumun altına girip saatimi yeni mi aldığımı sorarak onu bileğimde evirip çevirirken "O halde oyuncu değişikliği yapalım. Kaan'ın yerine şimdilik ben geçeyim ne dersin doktor?" diyen Eylül'ün sesini duydum ve bakışlarımı hemen kapıya doğru çevirdim. Ooo! Gözleri yine alev almış. En sevdiğim Eylülsel hâl!

Yüzündeki tedirgin edici ifadeye karşılık "Büyük bir zevkle kabul ederim" dedim ama özgüvenim iki saniye içinde yerle bir oldu çünkü Kaan bu konuşmaya şahit olunca kulağıma sokularak bana "Eylül abladan dayak yersen büyük ihtimalle gülerim gibime geliyor. Onun yanında güldüm diye bana bozulmazsın değil mi amca?" diye sordu. Duyduğum şeyin şokunu yaşayan bakışlarım ağır çekimde Kaan'a dönerken o da mesajı almış olacak ki gözlerini bir sağ bir sol yaptırıp "Ya da ben en iyisi annemlerin yanına gideyim çünkü kendimi tutamayabilirim" dedi. Beyefendi bununla da kalmadı. Koltuktan kalktıktan sonra yanından geçtiği Eylül ile birbirlerine göz kırpıp bana çaktırmamaya çalışarak da ellerini arkadan çak yaparak salona döndü. Anladığım kadarıyla az önce yeğenim tarafından güzeller güzeli bir kadına feda edildim.

Bakışlarımı kısa zamanda müptelası olduğum o muhteşem kokuyu yaya yaya önümden geçip yanıma oturan Eylül'e döndürdüğümde o da yan gözle bana "Ne oldu?" dermiş gibi bakmaya başladı. Neler olmuyor ki? Bugüne kadar beni peşinden sürükleyebilen tek koku fırından yeni çıkmış paskalya çöreği kokusuydu ama şimdi ona sen de eklendin desem büyük ihtimalle bu söylediğimin benim için ne kadar özel olduğunu anlamaz. Sanırım kendimi bu konuda riske atmayıp sussam iyi olacak zaten sinirli görünüyor bir de gereksiz yere ben yükseltmeyeyim.

"Demek amca yeğen Mortal Kombat oynuyordunuz. Ne güzel de denk geldi bilemezsin hatta şu an en çok ihtiyacım olan şeydi desem yalan olmaz"

"Bilir misin ki?"

"Eh! Bilirim biraz. Hadi seç bakalım birazdan önümde diz çöküp merhamet dilenmek zorunda kalacak olan karakterini"

Ooouuuvv! Gerçek hayatta yapamadı sanal hayatta öldürecek beni! Onu öptüğüm için bana hâlâ kızgın demek ki. Seçim ekranına gelip "Bakıyorum yine iddialıyız" dediğimde önce görmekten hiçbir zaman bıkıp usanmayacağım o kocaman gözlerini "İddialı değilim" diyerek üzerime çevirdi sonra da bakışlarını aniden sertleştirerek "Sinirliyim" dedi. Fark ettim. Edilmeyecek gibi değil ki. Bakışlarımı televizyon ekranına yöneltip "Scorpion'ı seçiyorum" dediğimde o da önüne döndü ve pek de emin değilmiş gibi "Ben de..." diyerek karakterler arasında gidip gelmeye başladı. Yardımcı olmak adına "Kitana nasıl?" diye sordum ama Eylül hafiften hafiften saldırıya geçerek "Oyun bahane maksat gözüm gönlüm bayram etsin diyorsun yani" dedi. Bunu dediğimden benim neden haberim yok acaba?

Söylemek istediği şeyi tam olarak anlayamayıp "Efendim?" deyince Eylül de buna istinaden "Adil bir yarış olması için kadın karakter seçip dikkatini dağıtmayayım diyorum doktor. Malum bu Kitana denen hatun da biraz esmer çirkini kod adlı Feride Hanımcığını anımsatıyor. Neme lazım şimdi tam oyunun ortasında aklın falan karışır sonra vay efendim ben niye yenildim diye mızıklarsın hiç çekemem inan ki" dedi. Bir oyun karakterini Feride ile ne ara bağdaştırdı anlamadım ama fena laf çarptı. Demek hâlâ Feride mevzusuyla alakalı bir takıklığı mevcut. Sanırım buna sevinsem hiç kimse bana neden sevindin diyemez. Resmen ilgilendiğim ama ısrarla benimle ilgilenmediğini söyleyen bir kadın tarafından kıskanılıyorum. Anlaşılması çok zor bir kadınsın Eylül Acar!

Bu arada ikinci keredir fark ediyorum kıskanırken de tam bir afet-i devran oluyormuş. Böyle gözler falan bırakın ateş etmeyi resmen alevli füze gönderiyor. Bu kız dünyaya aklımı başımdan alsın diye mi gönderildi bilmiyorum ama niyet ne olursa olsun beni perişan ettiği bir gerçek. Bu arada dikkat dağılmasından bahsetti değil mi? Bana lehime çevirebileceğim bir pas verince onun o güzel gözlerine baka baka golümü atmasam olmazdı.

"Bu zamana kadar dikkatimi dağıtmayı başaran tek bir kadın oldu o da şu an yanımda oturuyor. Yani seçtiğin karakterin pek bir önemi yok çünkü her halükârda karşımda o güzel çehreni göreceğimden adının Eylül olduğu kadar emin olabilirsin"

Tüh! Sarstım ama aramıza ördüğü duvarlar o kadar sağlam ki birkaç tuğla devirsem de hepsini yıkmayı başaramadım. Alevleri hâlâ sönmeyen gözlerini kısa kısa küçültüp oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Konu kilit! Oyunu başlat" deyince burnumun dibinde bitmesiyle nasıl büyülendiysem bir an gözlerim dudaklarına kaydı. Kullandığı ruj kaynaklı olsa gerek o güzel dudaklarından buram buram yayılan şeftali kokusu "Hey doktor beni hatırladın mı? diyordu sanki. Bir yerlerden çıkaracağım ama... Latife yapıyorum onu unutmam ne mümkün. Aklımdan Eylül'ü öptüğüm an geçerken bir yandan da bir kez daha öpsem en kötü bir tokat daha yerim diye düşünüyordum. Yalnız böyle bakmaya devam edersem öpemeden tokadı yiyeceğim gibi görünüyor. Ah! Kaderimde olduğunu hissediyorum Eylül Acar ve bu inancımın da o aramıza ördüğün duvarları eninde sonunda aşmamı sağlayacağını biliyorum.

........::::::::__Eylül VS Ahmet__::::::::........
rdytfuygju.png


Oyun başlar başlamaz neye uğradığımı şaşırdım. Sağdan soldan aşağıdan yukarıdan yediğim darbelerin haddi hesabı yoktu. Üzerime öyle bir geliyor ki bana yediğim yumruklardan sonra kendime gelme şansı bile tanımıyor. Gerçi kendime gelsem ne olacak? Oyun dahi olsa ona aynı karşılığı vermek istemediğim için olabildiğince ondan kaçmaya çalışacağım. İşin garibi ara sıra çaktırmadan Eylül'e bakıyorum da resmen kendisini kaybetmiş gibiydi. Bir yandan kızgın bakışlarıyla bana bir şeyler söylüyor bir yandan da sanki verdiğim cevapları beğenmemiş gibi ne dersem diyeyim Allah ne verdiyse dalıyordu. Umarım o da seçtiğim karakterin yüzünde beni görmüyordur.

"Dikişlerini aldırmışsın doktor"

"Aldıralı bayağı oldu. Ee! Malum olaydan sonra görüşemeyince..."

"Başlatma şimdi malum olayına! Bakıyorum iz falan kalmamış senin esmer çirkini kahrolmadı mı?"

"Feride mi?"

"Vay be! Kimden bahsettiğimi de hemen anladın. Helal olsun ne diyeyim"

"Dikişlerimden bahsediyoruz çağrışım yapması gayet normal değil mi? Ayrıca oyuna başlamadan önce de kızdan kod adı esmer çirkini diye bahsetmiştin"

"Her lafa da bir sayfa dolusu cevap!"

"Bir dakika bir dakika! O etrafımda dönüp başa bıçak saplama hareketini nasıl yaptın?"

"Bir ara mutfağa gel canlandırmalı olarak gösteririm. Ee! Kahrolmadı mı senin ki?"

"Niye kahrolsun ki?"

"Hastanenizin en gözde cerrahında iz bırakacağı için etekleri zil çalıyor gibi bir hali vardı da"

"Keşke birileri de kalbime attığı iz için endişeleniyor olsa... diyeceğim ama Eylül biraz soluk aldırsan diyorum en azından adam ayağa kalksın öyle vur"

"Karışma işime oyununu oyna kalbinin izine de başlatma şimdi! Dikişlerini kim aldı peki?"

kitana scorpion.gif


"O gün sen de duydun"

"Neyi duydum?"

"Feride başkasına yaptırırsam bozulacağını söylemişti"

"Bu dikişlerini o mu aldı demek oluyor?"

"Ee..."

"Doğru söyle doktor yeminlen daha yere bile düşemeden komboyu çakarım şaftın kayar!"

İkinci raunt sonunda gücüm gibi baş parmaklarımda can çekişirken sorusunu hiç de hoşlanmayacağı bir şekilde "Evet dikişlerimi Feride aldı" diyerek yanıtlamak zorunda kaldım. Eylül verdiğim cevaptan nefret etti ve tam o anda da benim bahtsız Scorpion'ım göğsünün tam ortasına Kitana'dan yediği sert tekmeyle havaya uçup hakkın rahmetine kavuştu. Ölüm saati 20:17!

O an o tekme sanki benim göğsüme de gelmiş gibi hissettim. Eminim Eylül de bana vurduğunu düşünerek savurdu o tekmeyi. Soluğum kesilirken gördüğüm son şey Kitana'nın elindeki bıçaklarla süslü yelpazesini savurup yüzüne doğru tutarak ekrana göz kırpması duyduğum son şey de Eylül'ün "Hadi şimdi git sevgili Feride'ne de kaportanı düzeltebilirse düzeltsin!" demesiydi.

Eylül'ün yanımdan sinir içinde kalktığını görür görmez Feride hakkında bir açıklama yapmadan gidemesin diye bileğinden yakalayarak ayağa kalktım. Önünde durunca o da farkında olmadan biraz sertçe tuttuğum bileğine ters ters bakarak "Ha susadın sen!" dedikten sonra bakışlarını bana doğru çevirdi. Susamak mı? Neden bahsettiğini tabii ki de anlayamadığım için "Ne?" dediğimde kolunu kurtarıp gözlerini açarak "Eceline diyorum doktor! Böyle kol yakalamalar bilek tutmalar level atlama telaşına girmeler falan... Umarım hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun diyenlerden değilsindir" dedi. Bugün de ağzından bal damlıyor. Kabul etsen de etmesen de arızanın önde gidenisin Eylül Acar!

Gözlerimin önünde çeşit çeşit mimik kullanan o seyir zevki yüksek haline bakarken dalıp gitmişim. Gözlerine baka kaldığım bir an "Ben daha çok kalbinin sesini dinleyip bulduysan kaybetme adını kalbine yaz ölümsüzleşsin diyenlerdenim" dediğimde beklemediğim bir şekilde sessiz kalarak bana bakmaya başladı. Ne oldu yine mi yanlış bir şey söyledim?

ghjhgjg.gif


Aah! İşte yine "Şu an hakkımda ne düşünüyorsun?" dediğim bakışlarından birini atıyor. Bu hoş bakışma ismini fısıldadığım anda aniden bozuldu. Eylül bana bakıp daldığını yeni fark etmiş gibi bir tavır takınarak tam yanımdan giderken aniden durdu. Neden durduğunu anlamaya çalışırken "Sana daha önce kafamı bozuyorsun demiştim hatırladın mı?" diyerek bana dönünce ne diyeceğinin merakıyla tebessüm edip "Seninle alakalı olan her şeyi hatırlıyorum" dedim. Yine bir garip bakıyor ya hadi hayırlısı...

"Şimdi ne hissediyorum biliyor musun?"

"Öğrenmeyi çok isterim"

"Canımı çok sıkıyorsun doktor!"

"Hisler konusunda yerimde saymadığıma ve iyi ya da kötü bir şekilde ilerleme kaydettiğime sevindim"

Gözlerini kısarak beni baştan aşağıya süzdükten sonra "Yemeğe bekleniyoruz. Bu dediğine cevabımı masada veririm" dedi. Eylül beni öylece bırakıp içeriye giderken ben de ardından bakıp bu cevabı herkesin içinde nasıl vereceğini düşündüm de o kadar insanın içinde pek de bir şey yapamaz herhalde. Yapmaz değil mi? Şu an yapabilir gibi geldi çünkü.


werdtgfhy.png

........::::::::__Eylül__::::::::........

Odadan çıktığım gibi Meral ile karşı karşıya geldim. O da bizi yemeğe çağırmaya geliyormuş. Beni görünce "Geçti mi bari sinirin?" dedi haklı olarak. Şöyle bir test ettim de pek geçmişe benzemiyor. Meral'in sorusunu "Tam geçiyor gibi oluyor yine beni heyheylendirmenin bir yolunu buluyor" diyerek yanıtlarken doktor efendi de odadan çıktı. Çıkar çıkmaz güya bana çarpmamak için elini belime koyunca ben de omzumun ucundan "Hayırdır?" dercesine ona doğru baktım. Ben kaşlarımı çatmış ona bakıyorum doktor da burnumun dibinden gözlerimin içine baka baka "Müsaadenle geçebilir miyim?" diye soruyor. Yahu o kadar yer var oradan geçse ya illa dibime gelecek. İyi alıştı ağzımızı burnumuzu birbirine karıştırmaya!

Hiçbir şey demeden bir adım yana çekildiğimde o da elini tek seferde çekmek yerine belimden aheste aheste uzaklaştırarak salona yöneldi. Bu artistik dokunuşların beni etkileyeceğini sanıyorsa çok yanılıyor. Bakışlarımla onu takip ederken Meral'in halimize gülerek "Ne oldu Gizem ile ilgili Ahmet ağabeyin ağzını arayabildin mi?" diye sorduğunu duyunca derin bir nefes alıp "Adamın haremi o kadar geniş ki Feride Hatun'dan Gizem Hatun'a sıra gelemedi!" dedim. Doğru ya ben Gizem ile ilgili sıkıştıracaktım bu adamı niye unuttum ki?

Meral'in muzurca bakan bakışlarını görünce yüzümü ekşitip "Bir tur daha mı oyun oynasaydık acaba? Ben bu adamı dövmelere doyamadım" dediğimde Meral hemen koluma girdi ve beni bahçeye yönlendirerek "Hadi gel sofrada harika yemekler var. Birkaç dakikaya sinir minir kalmaz sende merak etme" dedi. "Umarım öyle olur" hisleriyle birlikte bahçeye çıktık. Doktor bahçeye kurulan masadaki mumları yakarken Selim de hoş bir müzik ayarlıyordu. Bir an istek yapıp Orhan Gencebay'dan "Bana kaderimin bir oyunu mu bu?" şarkısını çaldırmak istedim çünkü daha dakika bir gol bir Gizem doktor ve ben masada inci gibi yan yana dizildik. Tamam bu kötü bir başlangıç oldu ama şu andan itibaren yan tarafı görmeyip tüm dikkatimi Merallere ve bu güzel sofraya vereceğim.

Müberra Hanım'ın leziz mezeleri elden ele geçerken masada da hoş bir sohbet vardı. Konu konuyu açarken de Meral tanıtım fotoğraflarının çekildiği gün şu mavi saçlı kaşında da kurukafa temalı piercing olan garip tavırlı kuaförümüzle olan imtihanımdan bahsetmeye başladı. Hani şu elimden zor aldıkları adam. Iyyy! O adamı hatırlamak bile saç diplerimde sızıya neden oluyor. Hiç beklemediğim anlarda elini babasının bağı gibi daldırıveriyordu saçlarıma. Meral perde arkasında yaşananları paylaşırken haliyle herkes çok eğlendi.

Suyumu yudumladıktan sonra Selim'e "O gün ikinizin arasında bir şeyler olduğunu anlamıştım" dediğimde Selim de Meral'in elini tutup parmaklarının üzerini öperken "O kadar belli oluyor muydu?" diye sordu. Hem de nasıl! Gözlerimi açıp gülümseyerek "Olmaz mı? O aşk dolu bakışlarınızı takip ederken kaç kere dalıp gittim kaç kere de o cırtlak sesli asistanın "Eylül Hanııım!" diye cırlamasını duyup yerimden sıçradım biliyor musunuz siz?" dediğimde yan tarafımda oturan doktor efendinin sessizce "Herkesi anladın da bir beni anlayamadın" dedikten sonra bu lafını örtmek için de masaya şöyle bir bakıp "Rica etsem biberliği uzatır mısın Eylül?" dediğini işittim. Adam bir rahat duramıyor. Demek herkesi anladım bir tek onu anlayamadım. Sen kendini doğru anlatabildin mi de benden seni anlamamı bekliyorsun derler adama!

esfdtfhy.png


Elbetteki bu güzel ortamı bozacak kötü bir şey yapmayacağım ama bu bir şey yapmayacağım anlamına da gelmez. Benden istediği biberliğin içinden pul biberini alıp doktorun gözlerine de "Şimdi de sen beni anla bakalım" dercesine bakarak etine dökmeye başladım. O sırada ben ona bakıyorum o da bana bakıyordu. Dökme işlemi bitene kadar da gözlerimizi bir an olsun çekmedik birbirimizden. Oops! Biberin miktarı da biraz elimden kaçtı ama etin kaplaması güzel oldu bence. Hem acı iyidir derler değil mi? O kısık kısık konuştuğu sesini de açar belki. Etinin can çekişen halini gördükten sonra bakışlarını bana döndürdü. Bak derdini düzgünce anlatınca anlaşılıyormuş işte.

Bakışı yüzünden tek kaşımı ister istemez kaldırıp ima içeriği yüksek bir ifadeyle de "Afiyet olsun doktor" dedikten sonra biberliği yerine bırakarak yemeğime geri döndüm. Belki gözlerim değil ama tüm dikkatim ondaydı. Etinden aldığı her lokma sonrası neredeyse yarım bardak su içti. Güldüğümü belli etmemek için büyük bir çaba harcadığımı itiraf etmem gerek. Hadi itiraf edeyim onu hiç bu kadar sempatik görmemiştim. Sesi çıkmadığı gibi Meral'in sessizce tabağını değiştirebileceğini söylemesine rağmen ona etinin acılı halini çok daha fazla beğendiğini söyledi. Ne beğenmesi Allah aşkına? Çaktırmadan gözlerine bakıyorum da şu an cayır cayır yanıyor olmalı. Ah be doktor! Ne yapacağız biz seninle?

........::::::::____::::::::........

Birbirinden güzel yemekleri afiyetle yedikten sonra kahve servisi için hazırlıklar başladı. Müberra Hanım özel günlerde kullandıkları tatlı tabaklarını çıkarırken benim gözüm de koyu bir sohbete dalan muhteşem ikiliye kaydı. Bir de bana herkesi anladın da bir beni anlayamadın diyor. Yahu sen kaç senedir şu kadının sana karşı duyguları olduğunu nasıl anlayamadın peki? O öyle çapkın çapkın ortalarda gezmeye benzemez doktor! Sadece bakmayacaksın bakarken göreceksin de...

Meral mutfakta boş durmamak için peçeteleri katlarken ben de doktorun Gizem'in bardağına su doldururken bir yandan da onu güldürecek bir şeyler söylediğini gördüm ve içimde tutamayarak "Bak nasıl da pis pis sırıtıyor kadına! Gidip arkasından iteklesem mi acaba daha rahat düşsün ağzının içine!" dedim. Meral elindeki peçeteleri bırakıp yanıma geldikten sonra pencereden onların haline bakarak "Sadece sohbet ediyor gibi görünüyorlar" dedi. Hee! Sadece sohbet ediyorlar. O kaşın gözün oynaklığı ne peki?

"Bu adam herkesle böyle sohbet ediyorsa işimiz var yani"

"Ne dedin?"

"Sohbetine diyorum... Turp sıkarım diyorum"

"Eylül sen ciddi ciddi Ahmet ağabeyi kıskanıyorsun farkında mısın?"

"Kıskançlık değil de..."

"Bu gördüklerim kıskançlık değilse ne peki?"

"Sadece bir yandan ona inanmamı bekleyip bir yandan da başka kadınlara böyle samimi davranıyor ya işte o an ellerimle boynunu kavrayıp gözünün içine baka baka onu boğasım geliyor"

"Kıskançlık değilmiş gerçekten"

"Gülme Meral!"

"Tamam gülmüyorum"

"Bak bak şu haline bak! Utanmasa peçeteyi alıp dudaklarını silecek kadının"

"Abartıyorsun bence"

"Müberra Hanım kahve yapıyor değil mi?"

"Evet ne oldu?"

"Henüz bir şey olmadı ama birazdan olacak. Ben şu kahve işine bir el atayım"

"Ne yapacaksın?"

"Sen beni düşünme misafirlerinle ilgilen. Şu kadını da doktordan uzak tut sinirimi bozuyorlar. Artık ortalarına mı oturursun Kaan'ı amcasının yanına mı gönderirsin yap bir şey işte"

"Eylül dur! Nereye gidiyorsun?"

"Zıkkımın peki denen çok özel bir karışımım var da gidip doktor için onu hazırlayacağım"

"Bu kadar da acımasız olamazsın. Yapma lütfen yazık adama"

"Kötü bir şey olmayacak korkma. Hatta damak zevki varsa inan ki çok beğenecek!"

Ben kahvelerin başına geçerken Meral ile Müberra Hanım da tatlıları tabaklara koyup dışarıya götürmeye başladı. Doktor da masadayken benden biberliği istemişti değil mi? Demek acı seviyor. Bu beğenisini göz önünde bulundurarak hatırı sayılır miktarda tuz karabiber ve sirke ekledikten sonra doktorun kahvesini de bir fincana koyup Müberra Hanım'ın ardından gittim. Tam da ondan beklediğim gibi herkesin fincanına baktıktan sonra iki dakika sabredemeyip kadıncağıza "Bana kahve yok mu Büberra Sultan'ım? Yoksa yine bir haylazlık yaptım da ceza mı aldım?" dedi. Sorusuna cevap Müberra Hanım yerine benden geldi. Kahvesini önüne koyup kinaye içeren bir tonlamayla da "Sen ve haylazlık etmek... Yan yana gelemeyecek iki uç şey" dedikten sonra yerime geçip oturdum. Tuhaf tuhaf bakıp duruyor. Onun kahvesini ben yapıp getirdim ya şok oldu.

Tatlılarımızı yemeğe başladığımızda Selim gelelim sebebi ziyaretinize dercesine söze girdi. "Bugün şirkette Meral ve Gizem ile birlikte biraz sohbet ettik. Bu sohbetin içeriği seninle ilgiliydi Eylül" dediğini duyup ne konuştuklarını merak ederek ona doğru baktım. Elimdeki suyu masaya bıraktığımda Selim sözüne devam ederek "Bu gibi durumlarda lafı dolandırmayı sevmiyorum. İki Hayal Tek Bir Şişede tanıtımlarında Meral ile birlikte harika bir iş çıkardınız ve açıkçası ben bunun bir devamlılığı olmasını istiyorum. Bugün bu düşüncemi Meral ve Gizem ile de paylaştım. Onlar da bu fikre çok sıcak baktılar. Demek istediğim şu ki ben Atahan markasının daimi yüzü olup bundan sonra tüm işlerimizde bizim markamızı temsil etmeni istiyorum Eylül. Tabii senin de iş konusunda başka bir düşüncen yoksa" dedi. Şaka yapmıyor değil mi? Bana mükemmel bir iş teklifi yapmasının şokunu yaşarken yanımda oturan doktordan öksürükle birlikte tuhaf sesler gelmeye başladı. Boğuluyor mu o?

Selim'e cevap veremeden "Harika! Masadaki tek doktor iki yudum kahveyle kendisini boğmayı başardı" diyerek doktorun sırtına peş peşe vurmaya başladım. Aslında onun suçu değil galiba. Kahvenin karabiberi fazla kaçmış olmalı. Adamın rengi mengi gidince telaşlanıp "Şişşt! İyi misin sen? Doktor korkutma beni" dedim ama o ne dese Eylül gıcık olur bir düşün bakalım. Tabii ki de "Durumla pek alakası yok ama sen yine de şöyle en şeftalilisinden bir suni teneffüs yapsan hayır demem" derse olur. Göstereceğim ben şimdi ona suni teneffüsü! Sırtına okkalı bir vuruş daha yaparken kardeşine dönüp beni kastederek "Sürekli göz önünde mi olacak yani?" diye sordu. Hoppala! Boğuluyordun doktor bırak şimdi göz önünde mi olacağım kulak arkasında mı duracağımları...

Bak şimdi küçücük çocuğu da halimize güldürdü görüyor musun? Meral kıkır kıkır gülen Kaan'ı susturmaya çalışırken konuyu kaynatmak adına Selim'e dönüp ağabeyinin boğulma girişimini kastederek "Selim kusura bakma malum olaydan dolayı cevap veremedim" dedim ve doktorun kısasa kısas yapar gibi "Başlatma şimdi malum olayından!" diye fısıldamasıyla aniden ona döndüm. Özellikle yapıyor değil mi? Beni sinirlendirmeye çalışıyor ki kızıp üzerine daha çok gideyim o da bu durumdan keyif alsın.

"Yapma şunu!" diye fısıldayıp o da belli belirsiz gülümseyerek önüne dönünce ben de Selim'e ve mevcut konuya geri dönerek "Teklifin beni gerçekten çok şaşırttı. Açıkçası Meral bana Selim seninle iş ile alakalı bir şeyler konuşmak istiyor demişti ama senin bana bu kadar büyük bir iş fırsatı sunacağını beklemiyordum. Tabii ki de kabul ediyorum. Etmemem mümkün değil zaten... Ben de böylesine köklü bir firmanın yüzü olmaktan dolayı mutluluk duyarım" dedim. İnanamıyorum ya tam yeni seçenekleri gözden geçirmeye karar vermişken hem harika bir ev hem de mükemmel bir iş buldum. Görünen o ki darmadağın olmuş olan hayatım yavaş yavaş düzene girmeye başladı.

Kahveler eşliğinde tatlılarımızı da yedikten sonra doktor sabah bir ameliyatı olduğunu ve hazırlanmak için de erkenden hastanede olması gerektiğini söyledi. Böyle deyince de bir tedirgin olmadım değil. Kimi ameliyat edecek acaba? İnşallah o aklını kaçırmış gibi etrafına saldıran adamın eşi değildir. Herkesin içinde soramıyorum da. Şimdi demezler mi sen nereden biliyorsun hayırdır diye? Derler tabii. Mesela ben olsam kesin derim. En iyisi onunla birlikte kalkıp aklıma takılan ne var ne yoksa hepsini yolda sorayım.

Tam benim de kalkmam gerektiğini söylerken Meral'in kaş göz işaretleri yaparak beni içeriye çağırdığını fark ettim. Tabii sorgulamadan hemen yerimden kalktım. Arkasından gidip salona girdikten sonra "Ne oldu Meral bir şey mi var?" dediğimde önce biri var mı diye koridora baktı sonra da bana dönüp "Annem Selim ve Ahmet ağabey dışında kimse bilmiyor" dedi. Dırı dı dıt dıııı dııııt! Duydunuz Meral'in sesini Eylül'ün kulaklarını kapatın çünkü muhtemelen yeni bir sır daha geliyor.

Duyacağım şeyin tedirginliğiyle yüzümü ekşitip "Böyle konuşulduğunda cidden çok korkuyorum. Bence söyleyeceğin şey her neyse ben de bilmemeliyim" dedim ama söyleyeceği şey kötü bir şey değil galiba çünkü gülümseyerek elimi tuttu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken de heyecanı gözlerinden okunur bir halde "Hamileyim!" dedi. Nasıl yani? Ama ona getirdiğim gebelik testini yaptığı zaman hamile olmadığını öğrenmişti. Yani bu o zaman hamile değildi ama şimdi hamile mi demek oluyor? Düşünürken onu baştan aşağıya inceleyip "Şaka yapıyorsun değil mi?" diye sorduğumda başını iki yana sallayarak "Hayır şaka falan değil. Telaş yapma diye sana söylemedim ama evdeyken düştüm ve o sırada kırılan çerçevenin camı omzuma girdi. Alelacele hastaneye gittik tabii. Pansumanım yapılırken de bayılmış olmam sebebiyle bir sürü test yapıldı o sırada öğrendik işte. Eylül bizim Selim ile bir bebeğimiz olacak" dedi. O kadar mutlu ki o mutluluğu bana da geçirdi. Şaşkın olmama rağmen "Sizin adınıza çok sevindim Meral harika bir haber bu tebrik ederim" diyerek sıkıca sarıldım. Tabii aklıma takılan şeyler de olmadı değil. Bu kızın tedavi olmaya devam etmesi lazım değil mi? Ama hamileymiş...

"Peki bir şey soracağım Meral bu senin durumun için biraz riskli değil mi?"

"O kısım biraz can sıkıcı"

"Niye ne oldu?"

"Normalde çok erken bir dönem olduğu için bebeği aldırmayı ve hemen kemoterapiye başlamayı öneriyorlarmış ama ben ondan vazgeçmek istemedim. Böyle bir anda gelmesinin bir nedeni olmalı. Bakma şimdi iyiyiz ama Selim de beni riske atmak istemediği için bu kararıma kâti suretle karşı çıktı. Onu çok zor ikna ettik. O günleri düşünmek bile istemiyorum onu o kadar üzdüm ki beni yeniden kaybetme ihtimalinin düşüncesi mahvetti onu"

"Haklı Meral. Sen ameliyathanedeyken neler yaşadığını gözlerimle gördüm. Kolay değildi hiçbir şey. O zaman bebek doğana kadar tedavin ertelenecek"

"Ahmet ağabey hamileliğin riskli dönemi atlatıldıktan sonra anneye uygulanan kemoterapinin bebeğe bir zararı olmayacağını söylüyor"

"Mucizesever doktor iş başında desene"

"Hastası ben olunca olmayacağı bile oldurmaya çalışıyor ne yapsın? Selim son derece kararlı bir şekilde ben Meral'i riske atmam konu kapandı derken ben de inatla doğuracağım deyince o da ikimizin de içini rahat ettirecek çıkar bir yol bulmaya çalıştı ve sonuç bu oldu"

"Demek bu yüzden günlerdir sesi soluğu çıkmıyordu"

"Efendim?"

"Şey... Kızıyorum falan ama doktorluğu on numara beş yıldız diyorum"

"Evet mesleğine aşık bir adam"

"Sadece mesleğine mi? Uçan kuşa bile aşık olacak neredeyse... Bak gider ayak yine sinirimi bozdu!"

"Eylül sizin Ahmet ağabey ile alıp veremediğiniz ne? Aranızda bizim bir türlü çözemediğimiz bir şeyler oluyor sanki. Masada da bir rahat durmadınız mırıl mırıl söylenip duruyordunuz birbirinize"

"Sadece şunu söyleyebilirim ki..."

Selim doktorla Gizem'in kalktığını haber verirken doğal olarak sözüm yarım kaldı ama Meral'in tam da bu noktada beni bırakmaya hiç niyeti yoktu. Selim'e "Hemen geliyoruz hayatım" dedikten sonra merakla bana doğru dönüp "Hadi söyle yoksa çok merak ederim. İki canlıyım ben öyle heyecandı meraktı yaramaz bana" dedi. Bak nasıl da iki canlıyım diyerek mecbur bırakıyor insanı! Neyse yapacak bir şey yok konuşacağım artık çünkü içimde tuta tuta patlayacakmışım gibi geliyor.

"Doktor dile geldi ama ne gelmek! Sonradan işi batırmasaydı buraya el ele kol kola bile gelebilirdik diyeyim sen anla artık nasıl bir dile gelmek olduğunu. Bu arada el ele kol kola derken gerçekten öyle gelebileceğimiz için değil sadece konuşmasının düzeyini anla diye dedim"

Haklı olarak bu duyduğuna hem çok sevindi hem de çok şaşırdı. İkimiz de birbirimize bakarken koridordan sesler gelmeye başlayınca "Bunu daha sonra detaylı konuşalım" dedi. İpin ucunu kaçırdım bir kere el mahkum konuşacağız. Birlikte salondan çıktığımızda Meral eşinin yanına ben de doktorun yanına geçtim. Öğrenmem gereken şeyler olduğundan dolayı onunla gitmem gerekiyordu ve bu yüzden de lafı hiç uzatmadan yanına sokulup "Beni de eve bırakırsın herhalde. Yolunun üstü değilse bile bir zahmet yolunun üstü ediver" dedim. Böyle demek de biraz tuhaf oldu ama ne yapayım canım ben de öyle cici bici bir kız değilim. Sonuçta eldeki malzeme de bu!

"Sen ciddi misin?"

"Ne o başka bir planın mı var yoksa?"

"Ne planım olacak Eylül yok tabii ki. Ayrıca olsaydı da anında iptal etmiştim"

"İyi o zaman hadi gidelim"

"Gidelim"

Merallere bu güzel gece için teşekkür ettikten sonra evden ayrılıp arabalara doğru yürümeye başladık. Gizem ile de vedalaşırken ona karşı kendimi hâlâ gergin hissediyordum. O da bana karşı pek rahat değildi doğrusu. Birbirimize iyi akşamlar diledikten sonra doktor Gizem'in arabasının kapısını açıp "Yıllar sonra yeniden karşılaşmak güzel oldu. Bir daha kendini bu kadar unutturma" demesin mi? Şimdi çantayı kafasına bir yiyecek bırak Gizem'i kendi adını bile unutacak haberi yok. Hadi şu kadın da binsin arabasına artık!

Kollarımı önümde kavuşturup başka yöne bakarken Gizem'in "Ben de seni gördüğüme çok sevindim. Artık buradayım zaten yine görüşürüz" dediğini duyup ağzımı oynata oynata taklidini yaptıktan sonra "Hava soğudu gitsek mi artık?" diye sordum. Hay sormaz olaydım çünkü böyle deyince de doktor centilmenlik gereği hemen ceketini çıkardı. Halbuki üşüdüğüm falan yoktu aksine hararet tavan yaptı ama ettik bir laf ceremesini çekeceğiz ne yapalım. Gerçi buna da şükür arabaya geçip klimayı açsaydı onun yerine ben bir şeylerimi çıkarmak zorunda kalırdım kiii üstümde çıkarılabilecek pek uygun bir şey yok.

Yüzündeki belli belirsiz tebessümle önümde durduktan sonra ceketi arkamdan geçirip diğer eliyle de tutarak omzuma yerleştirdi. Birbirimize gereğinden fazla yakın durduğumuzu bilmeme rağmen kendimi gözlerine bakmaktan alıkoyamadım. Aynı tanıtım gecesi yaptığı gibi sanki ona bakmam için ağını fırlattı ve ben de ister istemez kendimi ona bakarken buldum. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte. Üzerimdeki ceketin yakalarını tutup bu sayede de beni belli belirsiz bir şekilde kendisine çekince bir an yalan yok "Başlarım böyle işe!" deyip bu seferde benim onu öpeceğimi sandım ama neyseki böyle bir şuursuzluk yapmadım. Bunu şuursuzluk olarak adlandırıyorum çünkü hâlâ kafama takılan şeyler var.

fghgfh.jpg


Biz birbirimize kilitlenip kalmışken Gizem'in "İyi akşamlar" diyen sesini duydum. O anla birlikte doktor ceketi tutmayı bıraktı ben de bir adım geri çekilip sessizce "Hâlâ gitmedi mi bu ya!" diye söylendim. Doktorla Gizem'e iyi akşamlar diledikten sonra da kadın nihayet gitti. Başbaşa kalınca sessizleştik. Gecenin karanlığında dip dibe durmanın çok da akıllıca olmadığını düşündüğüm için aniden hareketlenip arabasına doğru yürümeye başladım. Yahu ben bu adamı sorguya çekecektim ne diye gevşiyorum anlamadım gitti. Kendine gel Eylül!

Sessizliğimiz aynı anda kapıyı ve dolayısıyla da ellerimizi tutmamızla birleşince garip bir an yaşanmasına neden oldu. Kapımı açmak için arkamdan geliyormuş fark etmemişim. Ellerimizde birbirine uyum sağlayan tehlikeli bir kıpırdanma olunca panikledim ve aniden geri çekilip bir avazda da "Açardım kapıyı ben... Yani ben açardım kapıyı... Amaan! Kendi kapımı kendim açabilirim Gizem miyim ben biri gelsin de kapımı açsın diye bekleyeyim?" deyiverdim. Of! Bu adam da ne diye gülüyorsa iyi ki bir kırk yılın başında dilim dolandı!

Hiçbir şey söylemeden sadece kapımı açtı. Niye bir şey demedi ki? Of Eylül sen de bir tuhafsın adam konuşsa bir dert sussa başka bir dert diyorsun değil mi? Haklısın sustum. Ona dik dik bakmama karşılık suskunluğunu bozarak "Tamam bu şekilde düşünüyorsan başka birine kapını açtırma hatta bu hoşuma bile gider ama bırak bu gece sana içimden geldiği gibi davranayım" deyince bu gece içimden geldiği gibi davranayımın manasını düşünerek sessizce arabaya geçtim. O da kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafından dolanıp direksiyonun başına geçti. Bence içinden geldiği gibi davranmasın yoksa işler fena karışır. Malum en son içinden geldiği gibi davrandığında noktayı dudaklarıma konan bir buse ile yapmıştı.

Arabayı çalıştırıp evin önünden ayrılırken ona bakmamaya çalışarak dudaklarımı kemirmeye başladım. Ben böyleyim ama o benim aksime ara sıra benim olduğum tarafa doğru bakıyor. Bunu fark etsem de bu kez bakışlarına karşılık vermek istemedim. Aaa! Az kalsın unutuyordum. Doktor yarın sabah bir ameliyatım var demişti değil mi? Ani bir şekilde "Hastan kim?" diyerek ona doğru baktığımda o da afallayarak bana bakıp "Efendim?" dedi. Artık ne düşünüyorsa beni duymadı herhalde.

"Hastan kim diyorum. Yarın ameliyat edeceğin hasta..."

"Niye sordun ki?"

"Şu sana saldıran manyağın karısı mı?"

"Hayır değil"

"İyi"

"Neden bu konuyla ilgilendin Eylül?"

"Adam karısını ameliyat etmeye kalkarsan ve o sırada da kadına bir şey olursa seni yaşatmayacağını söyleyerek tehdit etmemiş miydi?"

"Ettiyse etti ne olmuş yani?"

"Ne demek ne olmuş yani? O ameliyatı yapmayacaksın değil mi?"

"Ben doktorum Eylül"

"Yani?"

"Yani önceliğim her şartta hastamın kararına bağlıdır. Kendisi ameliyat olmayı istiyorsa ben de elimden geleni yaparım buna da kimse engel olamaz""

"Ama doktor!"

Bu konuşma burada kesilmek zorunda kaldı çünkü doktor garip bir yüz ifadesiyle gömleğinin üstten iki düğmesini çözüp emniyet kemerini de gevşetmeye başladı. Böyle olunca da konuyu unutup bütün dikkatim ona kaydı. Bir sıkıntısı mı var diye düşünüp tam soracakken de aniden arabayı kenara çekip "Midye yer misin?" diye sordu. O kadar şeyin üstüne... Yok artık!

"Durup dururken ne midyesi doktor? Tabii ki onca şeyin üzerine yiyemem"

"O halde bana bir yerlerden limon bulmamız lazım"

"Limon mu? Ne alaka ya!"

"Telaş etme ama ben şu an kendimi pek iyi hissetmiyorum galiba"

"Ne? Ne oldu neden öyle oldu? Doktoor! Kalbin falan yok değil mi?"

"Kalbim... En son kalbimi çok güzel bir kadına kaptırdım ve hâlâ kendisinde ikamet ediyor"

"Dalga mı geçiyorsun? Yapma bak elim ayağım titredi"

"Telaş etme demiştim sadece tansiyonumda hafif bir yükselme olmuş olmalı"

"Tansiyon mu?"

Bir an ona içirdiğim kahveyi düşündüm de içine epeyce tuz basmıştım. Hem kahve hem tuz yaramadı belli ki. Hay aksi! Ona her ne olduysa belli ki benim yüzümden oldu. Emniyet kemerimi hızla çözüp çantamdan çıkardığım mini kolonyayı elime döktükten sonra oturduğum yerde doğruldum. "Kokla hadi" diyerek avucumu burnuna tutunca bana uzaylıymışım gibi bakmaya başlaması da gecikmedi. Tamam şimdi tansiyonu çıktı diye bir doktorun burnuna kolonya tutmak biraz garip olabilir farkındayım ama bu da kişiyi rahatlatıcı bir çare sonuçta.

Tek dizimin üstünde dururken "İyi geleceğine emin misin?" diye sorunca elimi iyice yaklaştırıp "Babamın tansiyonu çıktığında annem ona hep kolonya koklatırdı. Bir de limonlu su içirirdi tabii sana da içireceğiz. Baktık olmuyor kendi kendine bir reçete yazarsın artık" dedim. Elimi tutup avucumun içini koklarken gülümsedi. Neden güldüğünü anlayamadım ama bana "Aynı sahneyi yaşıyoruz demek. Umarım kaderimizde onlara benziyordur" der demez gözlerine endişeyle bakıp "Tövbe de!" dedim. Şaşırdığını söylememe gerek var mı bilemedim ama bu tepkime çok şaşırdı.

"Niye?"

"Doktor tövbe de diyorum!"

"Tamam ama..."

"Tövbe diyecek misin sen!"

Sesim biraz yüksek çıktığı için buna bir anlam veremediğini görebiliyorum ama yine de ısrarım üzerine beni kırmayıp ellerini kaldırarak "Tövbe" dedi. Bilmeden etmeden dilediği temenniye bak. Gözlerine bakarken bir açıklama yapmam gerektiğini anlayıp "Annem babamı genç yaşta kaybetti tamam mı? Yani ağzından çıkan şeylere dikkat et" dediğimde o da gözlerini gözlerimde gezdirerek babam için üzgün olduğunu söyledi. Yerime geri oturduktan sonra arabadan çıkarak yanına gittim ve ona yan koltuğa geçmesini söyledim. Buradan sonra ben kullanacağım çünkü. Arabayı bana emanet etmekte biraz tereddüt yaşasa da itiraz edecek hali yoktu. Arabası bana canı da Allah'a emanetti yani...

"Bu arada özür dilerim doktor"

"Ne için?"

"Tansiyonun benim hazırladığım kahve yüzünden çıkmış olmalı"

"Garip bir kahveydi gerçekten. Tadı aynı şey gibiydi..."

"Ne gibi?"

"Biraz dedemleşmek zorundayım"

"Sorun değil Selim dedenin lisanını seviyorum. Ee! Kahvemin tadı ne gibiymiş söyle bakalım"

"Alınma ama... Zıkkımın kökü gibi"

"Gurmeliğin de varmış doktor"

aesrdtfg.gif


"Kahveyi hep böyle mi yaparsın? Yani bir kez daha içmem gerektiğinde kendimi sonuçlarına hazırlayayım diye söylüyorum"

"Hayır aslında çok güzel kahve yaparım. Hatta çalıştığım kafelerde öğrenip binbir çeşidini yapmışlığım vardır"

"Buna rağmen masadayken kahvene dokunmadın"

"Bu aralar yıldızımız pek barışık değil"

"Reflü mü?"

"Bilmem doktor olan sensin tanıyı sen koy"

"Peki benim bugünkü talihsizliğimi neye bağlamalıyım?"

"Canımı sıkıyorsun demiştim ya ne çabuk unuttun"

"Bu kadar yüksek tepkiler vermene neden olacak ne yapıyorum inan anlayamıyorum"

"Ona bakarsan ben de aynı anda bu kadar kıza nasıl mavi boncuk dağıttığını anlayamıyorum doktor! Bu da özel bir yetenek olsa gerek"

"Bu kadar kıza derken?"

"Alfabetik sıraya göre mi gideyim yoksa ortaya karışık mı yapayım?"

Neden bahsettiğimi anlayamamış gibi bakınca ben de bir gözüm onda olarak "İlk sırada Cilveli Köstebek lakaplı Derya Üstündağ!" dedim. Şaşırarak "Derya mı?" diye sorunca ben de neden bu kadar şaşırdığını anlamadım ama açık olmaktan zarar gelmez diyerek sözüme devam edip "Aşıkmışsın ya kadına..." dedim. Çok mu direkt söyledim? Biraz öyle oldu galiba. Gözlerini kısa kısa bana doğru bakıp kalınca bunu garipsemiş gibi bakışlarımı ona yönlendirip "Hadi ama doktor! Ona aşık olduğunu kendi kulaklarımla duydum" demek zorunda kaldım. Alnını ovalarken aynı anda da "Nerede duydun bunu?" diye sorunca o facia sahneyi gözümün önüne getirip "Tanıtım gecesi terastayken kardeşine Meral'e değil Derya'ya aşığım dediğini duydum. Uzun zamandır da seviyormuşsun şu Bayan Sağ Kol'u. Ben de oradaydım doktor Meral ile canlı canlı sizi izliyorduk" dedim. Öylece bakıp kaldı. O an orada olduğumuzu fark etmemiş herhalde.

"Eylül ben Derya'ya aşık falan değilim"

"Ne demek değilsin? Kendi kulaklarımla duydum diyorum anlayamadın galiba"

"Hayır doğru duymuşsun ama o konu biraz karışık"

"Nasıl karışık?"

"Meral'in hastalığını kimseye söylemediğimiz için Selim onunla aramızdaki yakınlığı farklı yorumluyordu"

"Bunu konuşmalarınızdan anlamıştım"

"Tamam ben de ona Meral'in sadece doktoru olduğumu söyleyemeyeceğim için bu aslı astarı olmayan düşünce kafasından silinsin diye Derya'ya aşık olduğumu söyledim"

"Nasıl ya?"

"Durum bu..."

"Şimdi sen bu kadına hiçbir şey hissetmiyor muydun yani?"

"Hımm... Sanırım sana yalan söylemek istemiyorum"

"İyi edersin"

"Aslında uzunca bir dönem Derya'dan hoşlandığım doğru ama içten içe onunla hiçbir zaman olamayacağımızı da biliyordum. O her halükârda işini ön planda tutup duygularını da görmezden gelen hatta belki de önemsemeyen bir kadın. Ne yaparsam yapayım onun hayatında bir öncelik olamayacağım kesindi. Bu yüzden de ona karşı hiç gerçek bir adım atmadım"

Onu dinlerken boş bulunarak "Zaten aşık olsaydın..." dedim ama söyleyeceğim şeyin devamı bana garip hissettirdiği için lafımı tamamlamadım. Niye böyle bir şey dedim ki şimdi? Gerçekten boşboğazsın Eylül! Bu sözümün devamını düşünürken "Adım atardım" dedi. Dikkatim başka yerde olduğu için ne dediğini algılayamayıp ona baktım ve o da bana "Aşık olsaydım adım atardım. Hem de defalarca..." dedi. Yine yapıyor. Yine aklım gibi kalbimi de karıştırıyor. Bir gözüm onda bir gözüm yoldayken bana hoş bir bakış ve ona eşlik eden gülümsemesiyle birlikte "Sonra da sen geldin zaten" dedi. Hay aksi! Şu buram buram samimiyet kokan bakışı direkt aklımdaki düzeni yerle bir etmeye yetiyor.

Düşünceli bir halde yola döndükten sonra gördüğüm ilk kafenin önüne yanaştım. Arabayı durdurup anahtarı çıkardıktan sonra "Konuşmaya içeride devam edelim mi? Eminim burada senin için şekersiz bir limonata bulabiliriz" dediğimde emniyet kemerini çözüp kapısını açtı. Arabadan aynı anda çıktıktan sonra seri adımlarla yanına gidip koluna girdim. Şaşırdı ama şaşırmasın sonuçta tansiyonum çıktı demedi mi? Şimdi başı maşı döner düşer kaldıramam da yerden. Bir şey demedi ama sürekli kolundaki elime bakıp tebessüm etti. Onu birazcık tanıyorsam eğer şu an tansiyonu çıktığı için seviniyordur.

El ele kol kola misali kafeden içeriye girdik. Tenha bir köşeye geçip siparişi verdikten sonra da birbirine kenetlediği ellerini masanın üzerine koyup oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Hadi aklına takılan ne varsa sor bana" dedi. Böyle deyince ne soracağımı da ne söyleyeceğimi de unuttum iyi mi! Bir ona bir garsonun gelip gelmediğine bakıp "İkinci sıramızda esmer çirkini kod adlı Feride..." dediğimde sözümü tamamlayıp "Çetinkaya" dedi. Hay çok yaşa be doktor! Ben de bu kadının soyadı ne diyordum hatta biraz gecikse az kalsın kadına Feride Yakasıdikilesice diyecektim. Hayır yani aklımda öyle kalmış. Neden acaba?

Dudağımı büzerken yüzüne de sinirden gülümseyerek bakıp "Bu Feride Çetinkaya..." dedim ve hemen ardından gözlerimi kısıp ne ayak dercesine bir bakış savurarak "Tam olarak kim oluyor?" diye sordum. Dışardan bakınca kesin çok komik görünüyorum. O da beni izlerken büyük bir keyif alıyor olmalı çünkü içi gülen gözlerini bir an bile olsun üzerimden ayırmıyor. Ama çok şanslı çünkü cevap veremeden garson geldi ve şekersiz limonatasını masaya bırakıp yanımızdan ayrıldı.

"Bir şey içmek istemediğine emin misin Eylül?"

"Evet eminim. Bu arada lafı kaynattığına göre sorum beklemediğin yerden gelmiş olmalı"

"Affedersin hemen cevaplıyorum. Feride ile şu an çalıştığım hastaneye geldiğim ilk gün tanıştım. Haliyle ilk günün yabancılaşması vardı ama Feride bana her konuda çok yardımcı oldu"

"Belli belli o rahatlık var kadında"

"Eylül!"

"Tamam sen yorumlarıma takılma anlat dinliyorum"

"Anlatacak bir şey de yok aslında sadece hastaneden tanıdığım bir doktor arkadaşım o kadar"

"Sevmedim! Fazla esrarengiz oldu"

"Hangi kısmı sevmedin?"

"Sadece arkadaşım kısmını"

"Öyle ama"

"Pekala şimdilik inanmış gibi olalım bari"

"İnanmış gibi olma... Gerçekten inan"

"Esmer çirkini dosyası şaibeli olarak kapandı. Gelelim zurnanın zırt dediği yere"

Limonata bardağını masaya geri bırakırken gülümseyerek "Dedemin lisanını sevmene şaşmamalı çünkü belli ki ortak bir dil kullanıyorsunuz" deyince ben de dedeye saygılar gönderip gülümsedim ve "Üçüncü sıramızda gizemli Gizem..." dedim. Soyadını hatırlamaya çalışırken doktor gayet rahat bir tavırla "Gizem Ertuna" dedi. Pekala! Kimmiş bakalım şu Gizem Ertuna bir de doktorun ağzından duyalım bakalım.

Ona kendisini dinlediğimi söyleyip dikkatle mimiklerini incelerken doktor da "Gizem ile olan tek bağım kardeşim" dedi. Bir dakika! Şimdi bu kısımda bir sıkıntı var. Tek bağı Selim olamaz çünkü kadın bana en yakın arkadaşım diyerek onun adını vermişti. Onun gibi ben de kollarımı masaya dayayıp hafifçe yaklaştıktan sonra "Bir şey saklamıyorsun değil mi? Konuşmanın başlarında bana yalan söylemek istemediğini belirtmiştin diye hatırlıyorum" dedim.


llşş.gif


Birkaç saniye yüzüme bakıp "Hâlâ söylemiyorum" dedikten sonra ona olan bakışlarımın nedenini anlayamamış gibi ifadesini değiştirip "Gizem kardeşimin en yakın arkadaşı ve ben de onu bu sıfatla tanıyorum. İkisi çok uzun yıllar birlikteydi ama yanlış anlama birlikte derken duygusal ilişki anlamında bir birliktelikten bahsetmiyorum. Onlar iki iyi dost hatta Selim için Gizem bir kız kardeş gibiydi. Bize gelecek olursak eğer evet Selim ve ortak arkadaşlar vesilesiyle bir araya gelerek sohbet etmişliğimiz ya da bugünkü gibi herhangi bir sebepten ötürü rastlaştığımız oluyordu ama benim Gizem ile senin düşündüğün gibi bir bağım yok. Aslında arkadaşız bile diyemem. Tanışıklık diyelim buna. Numarasını ya da nerede oturduğunu hatta şu zamana kadar ne yaptığını bilmem mesela... Gizem ile ilgili Selim ne anlatırsa onu biliyorum yani" deyince ağzıma dilime hakim olamayarak "Vay yalancı!" deyiverdim.

Doktor da ona yalancı dedim sanarak kendisini savunmaya aldı ama yok ben Gizem için dedim. Hale bak ya kadın resmen gözümün içine baka baka yalan söyledi. Hani doktorla yakın arkadaşlardı? Belli ki arkadaş bile değillermiş! Düşündükçe aydınlanıyorum. Bu kadın doktorla ilgili yalan söylediğine göre o zaman gerçekte aşık olduğu kişiyle alakalı da yalan söyledi. Yani yine döndük dolaştık aynı noktaya geldik. Dilim varmıyor ama kadının bahsettiği kişi kesin Selim'di. Şu an bundan çok daha emin oldum diyebilirim. Selim'in artık evli bir adam olduğunu öğrendiği için de adını veremeyip bir çam daha devirerek doktoru attı ortaya. Ooops! Ben şimdi boşuna mı dövdüm boşuna mı biberle yaktım bu adamı yani? Hay aksi! Durduk yere iğrenç bir kahve içirip tansiyonunu da fırlattım.

Doktorun yüzüne mahcup olduğumu belli eden bir ifadeyle bakarken limonatasını işaret edip "Bir yudum alayım mı?" diye sordum. Şimdi de benim tansiyonum fırladı galiba. Bardağı yavaşça önüme doğru sürüp "Başkasının bardağından içmeyi sorun etmiyorsan tabii ki içebilirsin" deyince normalde içmeyeceğimi söyledikten sonra bardağı alıp ona muzurca bir bakış atarak "Ama seninkiler doktordan temiiiz!" dedim. İlahi ben! Onu arabalar için demezler miydi? Nereden geldiyse aklıma... Neyse en azından ikimizi de gülümsetmeyi başardım. Doktor geri verdiğim limonatasından bir yudum daha alırken "Şimdi daha iyi misin?" diye sordum. O da uzun zamandır hiç bu kadar iyi olmadığını söyledi.

"Sormak istediğin başka biri yok mu?"

"Şimdilik yok ama olursa seni nerede bulacağımı biliyorum"

"Ama bir kişiyi atladın. Hatta en önemli kişiyi atladın"

"Kimi atla... Başka kim var ki?"

"Eylül Acar var mesela..."

eree.gif


"Hımm... Sen bana yalan söylemedin ben de sana söylemeyeceğim. Şu sıralar Eylül Acar ile ilgili senin ağzından bir şey duymak istemiyorum galiba"

"Halbuki bütün soru işaretlerini silecek cevaplar ondaydı"

Tamam da ben onları duymaya hazır mıyım onu bilmiyorum. Bana doğrulttuğu bakışlarıyla pişti olmamak için alnımı ovalama süsü vererek elimle yüzümü kapatırken bir yandan da "Tansiyonun düzeldiyse kalkalım mı?" diye sordum. Başta sessiz kalsa da sonra itiraz etmeden "Kalkalım" deyip hesabı istedi. Ben de o sırada onun dışında her yere bakıp dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum. Bir dakikayı bulmadan hesap geldi ve biz de masadan kalkıp kafeden çıktık.

Bu defa direksiyona doktor geçti. Kemerimi bağladıktan sonra düşünceler içinde kaybolarak yolu izlerken aklımdan da Ela ile konuştuklarımız geçiyordu. Ela haklı... Her yönüyle bana hitap eden bu adama aşık olmaktan korkuyorum galiba. Keşke karşıma Buğra'dan önce çıkmış olsaydın be doktor. Belki o zaman ben de kalp kırıklığının ne demek olduğunu bilmeyen bir Eylül olarak daha gözü kara çıkardım karşına.

Evin önüne geldiğimizde başta ikimizden de çıt çıkmadı ama sonra ona doğru dönüp bu sessizliği bozarak "Beni eve bıraktığın ve sorgu sırasında da hiçbir sorun çıkarmadığın için teşekkür ederim" dediğimde ikimiz de gülümsedik. Gerçekten de resmen sorguya çektim adamı o da paşa paşa her soruma cevap verdi. Emniyet kemerini çözüp "Benim için zevkti" deyince ona dikkatle bakarak "Benim için de öyleydi. İyi geceler doktor" dedikten sonra tam arabanın kapısını açarken "Eylül bekle" diyerek diğer elimi tuttu. Buz kesmiş elimin üzerinde sıcacık elini hisseder hissetmez ona doğru döndüm.

setdrfhtgjhu.gif


Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını belli belirsiz oynattıktan sonra bana hiç beklemediğim bir soru sorarak "Sana karşı hiç mi şansım yok?" diye sordu. Neden bu kadar açık sözlü olmak zorunda ki diye düşünürken ona ne diyeceğimi de bilemedim. İşin kötüsü o da benden bir cevap beklediğini belli eder gibi yüzüme bakıyordu. Net olmayınca o da iki arada bir derede kalıyor olmalı.

"O bahsettiğin şansı sana değil kendime veremiyorum doktor"

"Ama neden?"

"Hani doğru yer doğru insan ama yanlış zaman denen lanet olası bir şey var ya... İşte bizim seninle karşılaşmamız tam da öyle bir zamana denk geldi"

"Kötü bir ilişki miydi?"

"Efendim?"

"Meral ameliyat günü bana kalbinde bazı kırıklıklar olduğundan bahsetmişti. Bu yüzden de o sürekli peşinde koştuğum yemek davetini bir daha ki sefere eğer kalbimde ikimiz adına güçlü bir his varsa ve tuttuğum eli bırakmayacağımdan eminsem yapmamı istedi. Bana bir kez daha hayal kırıklığına uğramanı ve sana bunu yapanın da ben olmamı istemediğini söyledi"

"Sen ciddi misin?"

"Evet ve ben o gün Meral'e bir söz verdim"

"Ne sözü?"

"Seni asla incitmeyeceğime dair bir söz"

Sen ne iyi bir kızsın Meral! Ölüm kalım savaşı vereceği o gün onun gibi bana da doktorla alakalı bazı şeyler söylemişti. Demek o yüzden bana doktor bir şans daha isterse onu geri çevirmememi söyledi. O yüzden bir kez daha sorduğunda hiç düşünmeden git o yemeğe dedi. Beni benden bile çok düşünen arkadaşlara sahip olmak için ne gibi bir iyilik yaptım da onlarla ödüllendirildim gerçekten bilmiyorum. Bu hayatta yaptığım en doğru şey harika dostlar biriktirmek oldu galiba.

Doktorun "Kötü bir ilişki miydi?" sorusunu da düşünüyorum ama bir yumru oturuyor boğazıma. İlişki bile sayılamayacak bir yakınlık için iyi ya da kötü bile diyemiyorum ki. Sahi Buğra ile aramızda olan şey neydi Allah aşkına? Ben sadece duygularımla oynanmış ve sonra da hiç umursanmadan kenara atılmışım gibi hissediyorum da...

Doktorun o sorusuna cevaben zoraki bir tebessümle "Bir hata yaptım. Hem de bana göre büyük bir hata... Yanlış birine hak etmediği kadar değer verip sonra da... Neyse ya boş ver!" dedikten sonra sözümü tamamlayamadan arabadan çıktım. Benimle birlikte o da çıktı. Konuşmanın burada bitmeyeceğini anladığım için onun kapı sesini duyunca olduğum yerde kaldım. Ona doğru dönmedim ama ayak seslerinden doktorun bana doğru yaklaşmakta olduğunu anlayabiliyorum.

Tam arkamda durduktan sonra huzur veren bir ses tonuyla "Doğru olduğunu düşündüğün insanı geçmişte hatalar yaptığın için yanlış zamanda geldin diyerek itme Eylül. Belki de karşına çıkan o doğru insan seni yanlış olarak değerlendirdiğin o lanet olası zamanın içinden çekip çıkarmak için gelmiştir" dedi. Evet gerçekten de keskin nişancıymış...

Söylediklerinin etkisiyle dalmış bir halde yere bakarken doktor da yanımdan geçip "Eylül..." diyerek tam önümde durdu. Bakışlarımı kaldırıp ona çevirdiğimde sanki karşımda bambaşka bir adam vardı. O ara sıra ortaya çıkan ve kendisini ciddiye almamı sağlayacak şeyler yapan ya da söyleyen adam yani. Birbirimize bakarken aynı anda gülümser gibi olduk ve doktor da artık zamanının geldiğini düşünmüş olacak ki bana bir teklifte bulunup "Yanlış zaman ama doğru insanla geçecek bir buluşma için cumartesi akşamı saat sekiz diyelim mi?" diye sordu. Bakışları adeta "Hadi ama Eylül tamam de!" der gibiydi.

effeaftwqrqw.png


Yan gözle eve doğru şöyle bir bakıp ışıklardan birinin yandığını görünce "Aaa! Ela ile Tolga gelmiş bile" dedim ve doktoru bana birçok kez yaptığı gibi orta yerde bırakıp eve doğru yürümeye başladım. Yaa doktor efendi! Ortada sap gibi kalmak nasıl oluyormuş sen de bir anla bakalım.

Şu an nasıl görünebileceğini düşünürken gülümsememe de engel olamadım ama bir şeyler mırıldandığını duyar duymaz arkamı dönüp "Bu arada sen bana yeri mesaj at ben kendim gelirim" dedim. Şaşkın ama bir o kadar da mutlu bir bakışla "Tamam mı yani?" deyince ona daha fazla işkence etmeden tebessüm ederek "Tamam doktor" dedim ve evin kapısına gelip çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açarak içeriye girdim.

Pencerenin kenarından bakıyorum da hâlâ orada bekliyordu. Onu bir hayli şaşırtmış olmalıyım. Kabul edeceğimden çok da emin değildi herhalde. Yüzünde bir gülümseme oluştuktan sonra ellerini ceplerine sokup arabasına doğru yürümeye başlayınca ben de kenara çekilip sırtımı duvara yasladım. Onu bilmem ama içimde ilk defa doğru olanı yaptığıma dair bir his belirdi. Umarım tüm zamanlarımın en doğru insanı sensindir doktor.


zrxetcvb.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

Bir sonraki bölümle birlikte bu defa çarşı pazar gerçekten karışsın mı? Düşünüyorum... Karışsın! :D
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul

20.png


20.Bölüm : Sen bir ömür beklenmeye değersin Eylül Acar

"Eylül yapmadım de! Bana bir aptal gibi Buğra'nın sana aşık olduğuna inandığını söyleyip gönül rızanla o bataklığa tekrardan düşmediğini söyle Eylül! Bunu bana söyle Eylül!"

"Kenan..."

"Bana Kenan deme Eylül! İlla diyeceksen de bana saçmalama Kenan ben o kadar da aptal değilim benim de az da olsa bir beynim var ve böyle bir salaklık yaptığımda sonuçlarının bana nasıl yansıyacağını da anlayabilecek zekaya sahibim de Eylül! Bari bunu de Eylül!"

"Kenan bu benim hayatım ve ben..."

"Aaah! Hayır hayır sakın bana o herifin şu an içeride nü modeller gibi poz verdiğini söyleme! Aman Allah'ım düşüncesi bile görme fonksiyonlarımda hasara yol açıyor"

"Onu seviyorum Kenan"

"Eylül onun aklını karıştırıp Ela'dan uzaklaştırman gerekiyordu daha çok aşık olman değil! Seninle böyle mi anlaştık? Bu herif için kazdığımız kuyuya onunla birlikte nasıl atlarsın delirtme beni!"

"Biraz sessiz olur musun lütfen duyacak! Ben Buğra'nın artık değişeceğine inanıyorum Kenan. Onun Ela'yı unutmasını ve hayatına devam etmesini sağlayacağım. O değişecek inan bana... Her şey düzelecek. Denemeyi kabul etmesi bile büyük bir adım"

"Ne yani Buğra'nın deneme tahtası olmayı kabul mü ettin? Bak Buğra gibi insanları değiştirebileceğine inanmak aptallıktan başka bir şey değildir çünkü ne yaparsan yap o dönüp dolaşıp yine içindeki gerçek kişiliği ortaya çıkarmanın bir yolunu bulacaktır"

"Sen de Mine için değişmedin mi? Senin içindeki o sorumsuz o kendisinden başka kimseyi umursamayan o bir gece sonra adını bile hatırlamayacağı kızların peşine takılan gerçek Kenan ne zaman ortaya çıkmayı planlıyor? Geri dönüş yolu için bir kıvılcım mı bekliyor? Mine de senin bataklığına çekildiğinin henüz farkında değil mi yoksa? O bunu ne zaman anlayacak Kenan?"

"Bizim Buğra ile aramızdaki fark ne biliyor musun? Bizim aramızdaki bariz bir şekilde ortaya konan fark benim Mine'yi gerçekten seviyor olmam ve onu kaybetmemek için kendimden bile vazgeçmeye hazır olmam. Peki ya Buğra? Sence onun bunları yapabileceği kişi sen misin yoksa Ela mı?"

jkjhk.gif


"Bak eğer Buğra'nın biraz bile olsa seni sevebileceğine inansaydım inan bana ona karşı bu kadar katı olmazdım ama onun gibi adamlar seni sadece duygularını test etmek için kullanırlar Eylül. Dinler misin bilmiyorum ama sana benden bir tavsiye. Karşına geçmişini temizlemeden çıkan ve kendisini sana adama konusunda gözünü karartamayan bir adama asla güvenme. Başkasına ait olan bir kalbi kazanmaya çalışırken hiçbir şey elde edemediğin gibi bir de en büyük yarayı sen alırsın bu yüzden sakın insanların seni ve duygularını kendilerine oyuncak etmelerine izin verme"



........::::::::__Eylül / Cumartesi Sabahı__::::::::........

Sabaha karşı oldukça sarsılmış bir halde uyandım. Gözlerimi açtığımda içimde hüznün yanı sıra huzursuzlukta vardı. Gördüğüm rüya üzerimde o kadar kötü bir etki bıraktı ki kaldığı yerden devam eder diye gözlerimi yeniden yummaya cesaret edemedim. Bu bir rüya olsa da içinde yaşanmışlık taşıyordu. İstanbul'a gelmeden önce Kenan ile yaptığımız bu konuşmayı hatırlıyorum da o gün hayatımın en karanlık ve en kırılgan günlerinden biri olmuştu. Hatta bu hayattaki en önemli kırılma noktalarımdan biriydi diyebilirim.

Benim hayatım işte tam da o gün kaydı. Evet doğru kelimeler bunlar. O günü yaşanmamış gibi hayatımdan söküp atmayı o kadar çok isterdim ki... Biri çıkıp "Hayatından bir anı sileceğiz ama bunun karşılığında da ömründen on yılını alacağız" dese gözümü bile kırpmadan kabul ederim. Hayatımın akışını olumsuz yönde değiştirecek olan o an yok olup gitsin isterdim.

Keyfim o kadar kaçtı ki böyle bir güne bu kadar kötü bir başlangıç yapacağımı hiç tahmin etmemiştim. Neden tam da bugün böyle bir rüya gördüm anlamıyorum. Hey bilinçaltım! Uğraşma benimle yoksa çok fena olur.

ertyuıo.png


Yatağımda oturup tek bir noktaya bakarak günün ağarmasını beklerken o gün yaşadığım her şey bir film şeridi edasıyla gözlerimin önünden geçmeye başladı. Ofiste Buğra ile yaşadığınız sert tartışma ardından ne hikmetse yumuşarak evime gelişi hatta gitmek bilmeyişi ve hiç beklemediğim bir anda beni öpmesi... Sonrası ise resmen "Düşünmeyi kes Eylül! Doktora karşı takındığın o geçitvermez tavrın onda birini o gün Buğra'ya da gösterebilseydin şimdi kös kös oturup dertleniyor olmazdın" dedirtiyor. İnsanı yaşadığı şeyler katılaştırıyor demek ki.

Hay aksi! Düşündükçe modum git gide düşünüyor ve benim buna izin vermemem gerekiyor. Yataktan kalktıktan sonra dolaptan bir havlu alıp duşa girdim ama suyun sesi bile düşüncelerimin arasına girmeye yetmedi. Çıktıktan sonra da baktım zaman geçmiyor üzerimi değiştirip odadan çıktım. Sessiz olmaya gayret ediyorum ama Ela'nın odasından da hafif hafif ninni sesleri geldiğine göre o da uyanmışa benziyor. Herhalde Rüya'yı emzirerek uyutmaya çalışıyordur. Onlara ilişmeden aşağıya inip direkt mutfağa girdim.

Çayı koyup buzdolabını açtığımda ilk gözüme çarpan şey de Ela'nın ikiye bölüp şekere yatırdığı limonlar oldu. O kadar olumsuz düşüncenin üstüne yüzümü gülümseten bir şeydi bu. Dün akşam konuşurken Tolga ile beraber yoğun isteğimiz üzerine Mine'den anneannesinin limonata tarifini istedik ve Ela da bir gece beklemesi gereken bu şekerli limonları hazırlayıp dolaba kaldırdı. Ancak gülümsememin nedeni bu değildi. Limonları görür görmez aklıma doktor geldi. Midye sevmemesine rağmen yine de ben yerken yanımda durup midyelerimi limonlaması ve tansiyonunu fırlattığım gün limonata söyleyip alt yapısında soruşturma niyeti olan sohbetimiz aklıma geldikçe somurtmam mümkün olmadı zaten.

Gözüm dolabın üzerindeki nota takılınca hem kağıdı hem de limon kasesini alıp mutfak masasının üzerine bıraktım. Dolaptan bir sürahi ve sıkacak aldıktan sonra da masanın başına geri dönüp notu okumaya başladım. Bundan sonrası kolay gözüküyordu. Sadece limonları sıkıp suyunu kasedeki limon kabuğu rendesi ve şekerle birlikte sürahiye boca edecektim. Üzerine de suyu koydum muydu kızların deyimiyle alın size mis gibi Nezoş limonatası!

Limonatayı hazırlayıp dolaptan kahvaltılıkları çıkarırken Ela geldi. Birbirimize günaydın dedikten sonra kucağındaki kızıyla birlikte kapının önünde durup "Eylül kızım diyor ki..." deyince onlara doğru bakarak "Ne diyor Ela? Agucuk demeyi öğrendi de şimdi de gugucuk mu diyor?" dedim. Ela yüzündeki muzur ifadeyle "Benim minnak kızım Eylül teyzoşum kargalar bile kahvaltısını yapmamışken neden uyanmış ve uyandığı yetmiyormuş gibi bir de bize mükellef bir kahvaltı sofrası kurmuş anneciğim bence onu bir "doktor"a göstermeliyiz diyor" deyince laf etmeden duramayıp ona yan yan bakarak "Ela şimdi bunu gerçekten dedi mi deyip sana yemin ettirsem elinde el kadar bebenle çarpılırsın biliyorsun değil mi? Bu sabi bile kurtaramaz seni!" dedim.

Gülerek içeriye girdikten sonra masaya oturdu. Son birkaç bir şey daha çıkarıp masaya koyarak yanına oturdum. Gözüm de Rüya'ya kaydı. Pamuk yanaklı kız uyurken gerçekten de çok tatlı görünüyor. Bebişin nefes alıp verişlerini takip ederken Ela'ya da "Kenan Bey nihayet akşama geliyormuş" dedim. Beyefendi İstanbul'a geldi ama bir türlü yanımıza gelemedi. Şirketteki işleri yokluğunda karman çorman olunca babası onu gözünün önünde tutup başını da dosyalardan kaldırmamış. Sadece Tolga ile görüşebildiler.

"Tolga mı söyledi?"

"Evet sen Rüya'nın altını değiştirirken konuştuk"

"Güzel bir sofra kurup hep beraber hoş bir akşam geçirelim diyorum. Ne dersin?"

"Bakarız"

"Ne demek bakarız?"

"Aslında ben bugün eve gidecektim. Eşyalarımı yerleştirmeye yani"

"Kiraladığın eve mi? Orada mı kalacaksın?"

"Evet"

"Henüz yatağın bile gelmedi Eylül"

"Ne olacak canım koltukta kıvrılırım"

"Kenan gelecek diyorum beraber yemek yiyelim diyorum ama sen eşya yerleştireceğim diyorsun. Başka bir şey var da söylemiyor musun yoksa?"

Ela'ya bir şey diyemeden Tolga "Günaydın" diyerek içeriye girdi. Zamanlama müthiş enişte bey! Ben Ela'ya akşama doktorla yemeğe çıkacağımızı söylemedim çünkü heyecan yapıp beni de panikletmesini istemiyorum. Biliyor olsa kesin kahvaltıyı apar topar ettirip benimle birlikte eve gelir ve tüm giysilerimi ortalığa yayarak bana da hangi elbiseyi seçmemiz gerektiğini anlamak için özel defile yaptırır. Tabii İzmir'in o meşhur yer cücesi de telefondan yetişip beni zıvanadan çıkarır. Yok valla hiç uğraşamam. Ben biraz eski modelim o kadar kızsal işlere karşı su kaynatırım. En iyisi sessiz sedasız gidip bilgilendirmeyi de yarın iş işten geçtikten sonra yapmak.

Kahvaltımız bittikten sonra odaya çıkıp çantamı aldım ve tekrardan aşağıya inerek bizimkilere "Ben çıkıyorum sonra görüşürüz" dedim. Tabii Ela beni geçirmek için hemen "Dur bekle" deyip yanıma doğru geldi. Neyse ki tam gitme nedenimi didiklemesin diye kendi içimde enerji gönderimi yaparken kapı çaldı. O sırada ayakkabılarımı giydiğim için kapıyı Ela açtı. Gelen kişinin "Eylül Acar" dediğini duyunca başımı kaldırdım ama bir de ne göreyim? Cam bir kutunun içinde çok hoş çiçekler vardı. Yerden doğrulup "Benim" dediğimde adam da çiçeği bana doğru uzatıp imzalamam için de bir kağıt tuttu. Bendeniz boş boş bakıp kalınca Ela hemen benim yerime çiçeği aldı ve o sırada da bana "İmzalasana" dercesine bir kaş göz işareti yolladı. Tutulup kaldım çünkü çiçek almaya çok da alışkın biri değilimdir. Kalemi alıp çiçeği teslim aldığıma dair imzamı attıktan sonra adam iyi günler dileyerek gitti.

Adamın arkasından dikkat çekmemek adına sessizce kapıyı kapattığım sırada Ela'nın hoşuna gitmiş gibi "Bunlar yasemin çiçekleri Eylül" dediğini işitip ona dönemeden olduğum yerde kaldım. Yasemin çiçekleri... Yüzümdeki tebessüm hemen yerini aldı tabii. Yalan yok çok zarif adamsın be doktor! Cam bir fanusta korumaya alınmış yaseminlerle çıtayı epey bir yukarılara taşıdı doğrusu.

Ela'yı iyice coşturmak istemiyorum o yüzden tepkilerimi kontrol altında tutmaya çalışarak arkamı döndüm. Gözlerimi çiçeklerden ayıramadığımı söylememe gerek yoktur herhalde. O kadar güzel ve özeller ki. Ben çiçeklere bakıp artmaya başlayan kalp atışlarıma odaklanırken Ela da halimden memnun olmuş bir halde "Görünen o ki keskin nişancımız aynı zamanda epey de romantik biriymiş" dedi. Öyle görünüyor. Herhangi bir şey söylemeden Ela'nın bana doğru tuttuğu cam kutuyu elime aldım. Küçük bir itiraf geliyor. Ela bunlar yasemin çiçeği demese bundan haberim bile olmazdı çünkü çiçek camiasına acayip derecede uzak biriyim.

Gönderen alenen belliydi ama yine de tasdik etmek adına içindeki kartı elime alır almaz altındaki isme baktım. Adama doktor diye diye o da bunu kabullendi herhalde çünkü adı soyadı yerine "Doktor" yazmış. Ama yine gülümsememe neden oldu çünkü altına da daha küçük harflerle "Favori olmayan!" yazmayı ihmal etmemiş. İki arada bir derede Sinan'a favori doktorumsun dememin lafını da çarpmış yani...

Restoranın kapısından girip bana doğru yürümeni heyecanla bekliyor olacağım.
Dedemin önerisine uyup beni bütün gece masamızda bekletmemen dileğiyle...

"Doktor"

(Favori olmayan!)

Çok muzur adam ya! Karta yazdıklarını tekrar tekrar okurken Ela'nın imalı öksürüğüyle kendime geldim. Ah be doktor! Zarafetini konuştururken aynı zamanda beni kızların diline düşürmeyeydin iyiydi. Şu kapıdan çıkar çıkmaz İstanbul İzmir arası gıybet hattında muhabbetimin döneceği kesin. Birbirimize bakıp kalırken Ela gülümseyerek "Demek akşam eve gidip eşyalarını yerleştireceksin. Tamam tamam sen git Kenan kaçmıyor sonuçta" dedi. Yalanım da hemen patladı iyi mi! Rezil oldum ama belli etmemem lazım.

Kartı kutuya atarken gayet normal davranmaya çalışarak "Restoran dediğine bakma fast food restoranı demek istiyor. Hastane çıkışı ayaküstü bir şeyler yiyip Meral'in durumuyla alakalı istişare ettikten sonra evlere dağılacağız. Öyle çok şey yapma yani" dediğimde Ela da gülmesini saklamaya çalışıp elimdeki çiçeğe bakarak "Hı hıı! Anladım ben asıl sen çok şey yapma" dedi. Şimdi "Sen ne anladın acaba?" deyip üstüne gitmek vardı ama zor durumda kalırım diye bir şey diyemiyorum. En iyisi bir an önce ortamdan tüymek!

Ela'nın muzur muzur bakan bakışları altında "Hadi sonra görüşürüz" deyip kıvrak bir manevra ile kapıyı açarak kendimi dışarıya attım. Kulaklarım daha şimdiden çınlıyor sanki. Gözlerimi elimdeki çiçekten ayıramadan bahçeden geçip taksi durağına doğru yürümeye başladım ama alışık olmadığım bir heyecan bastı. Gerildim mi ben ya! Alt tarafı bir yemek işte niye huzursuzlandıysam? Sonuçta yemek yiyeceğiz sohbet edeceğiz sonra da kalkacağız ve gece göz açıp kapayana kadar geçip gidecek. Özel bir durum yok yani. Ama hâlâ heyecanlıyım ben niye böyle oldu ya? Hızlı adımlarla taksi durağına doğru yürürken aniden durmama neden olacak bir şey oldu. Daha doğrusu biri...

"Belediyeyi arayıp sokaklarınızda işgüzarlığıyla nam salmış pembe bir panter geziniyor belli ki can güvenliğimiz sıfırın altında demeli miyim? Düşünüyorum bekleyin... Kesinlikle demeliyim!"

"Ben de hemen ardından bir şikayette bulunup sokaklarınızda kendisini tüm dünyanın hakimi sanan şımarık bir zengin bebesi geziyor ve insanları rahatsız ediyor demeli miyim? Hemen düşünüyorum... Aaa! Durduğum kabahatmiş!"

"Bu benim lafım!"

"Nereden senin oluyor be! Telifini mi aldın?"

"Bir Gürsoy'un özellikle de Kenan Gürsoy'un ağzından çıkan her bir cümle telifiyle birlikte gelir Pembe Panter! Bakıyorum İstanbul havası sana bunları unutturmuş. Bir ara gel de yeğenime verdiğim "Mükemmel Bir Gürsoy Olmanın İncelikleri" adlı dersimde tekrar yap"

"Farkında mısın bilmiyorum ama sen kendisini fazlaca beğenmiş megalomanın tekisin Kenan Gürsoy"

"Ben daha çok cazibesi son derece yüksek biri demeyi tercih ediyorum. Neyse zaten bu yönüm de sadece Mine'yi ilgilendiriyor başkasını bağlamaz"


rdrtfyukhıljlkç.gif


Yüzümüzdeki belirgin gülümsemeyle birbirimize adım adım yaklaştıktan sonra sıkıca sarılıp "Sana çoğu zaman sinir olduğum doğru ama özlemişim be Kenan!" dediğimde Kenan'da "Bilmukabele" dedikten sonra geri çekilip yüzünü ekşiterek "Hulki Bey dedeye yaranacağım diye resmen ağzım bozuldu. Buram buram naftalin kokmaya başladım. Maviş gözlü küçük bir Şirine uğruna dönüştüğüm hale bak!" dedi. Şapşal ya!

Hulki amca Mine'nin dedesi ve işin aslı torununun Kenan yüzünden nişan bozmasına da epey bozuk atmıştı. O eskilerden bir adam ve anlı şanlı yapılan bir nişan töreninden sonra Onur ile Mine'nin nişanının bozulmasına o kadar içerledi ki Kenan'ın adını bile andırmıyordu. Ona göre sözden dönmüş ve insanlara mahcup olmuşlardı. Neyse ki şimdi Kenan'ı biraz biraz kabullenmeye başladı ama bu Gürsoy paşasının o kapıyı daha çok aşındırması gerekiyor gibi görünüyor.

"Senin akşama geleceğini sanıyordum. Şirkette işlerin yok muydu?"

"Vardı ama patronun oğlu olduğum için kendime biraz izin verdim. Sen nereye gidiyordun?"

"Bir ev kiraladım da hem kafa dağıtayım hem de eşyalarımı yerleştireyim dedim"

"Bir de bana megaloman diyorsun. Kendine çiçek mi aldın?"

"Ne?"

"O elindeki çiçek ne diyorum?"

"Bu mu? Şey bu..."

"Gizli bir hayran mı?"

"Ne gizlisi ya!"

"Aleni bir hayran mı?"

"Of Kenan karıştırma şimdi! Hem sana ne canım ister gizli olur ister aleni sana mı soracağım?"

"Eylül..."

"Ne?"

"İstanbul dışından gelen bir çiçek değildir herhalde değil mi?"

İstanbul dışından derken ne demek istediği gayet açıktı. Üstü kapalı olarak Buğra'yı kastediyor ama kusura bakmasın da nerede Buğra'da bu incelik? O öküze çiçek göstersen yeşillik sanıp yeniyor mu diye sorar. Bak yine hatırladım asabımın civataları oynamaya başladı!

Yüzümü ister istemez asıp "Kastettiğin kişiyle uzaktan yakından hiçbir alakası yok" dediğimde rahatlamış bir ifadeyle "Güzel" dedi. Buğra değilse kim o zaman diye soramadan "İşin yoksa benimle gelsene" deyip lafı ağzına tıktım sonra da tam bana olur der demez sırıtarak "Koltuğun yerini beğenmemiştim zaten bir zahmet değiştirirsin" dedim. Kenan başına gelecekleri anlayıp aniden fikrini değiştirerek "Olur mu dedim ben? Olmaz gelemem çünkü çok işim var daha malikanemize gidip müzevari salonumuzun ortasında ayaklarımı uzatarak şekerleme yapacağım ve bunu yaptığım için de annemden bir ton azar işitip küçük çaplı bir ana oğul krizi yaratacağım. Kesin krizin sonunu da Mine'ye bağlar ben de sinirlenip vurur kapıyı çıkarım. Bu arada teklifin geçerliliğini korusun çünkü bu gece açıkta kalacakmış gibi görünüyorum ya sana gelirim ya da bizim çifte kumrulara geçerim" dedi. Hiçbir yere gidemeyeceğini kolundan tutup "Yürü Kenan yoksa Mine'yi arar seni bir kızla oldukça samimi bir şekilde gördüğümü söylerim" diyerek belli edince tekrardan fikrini değiştirmek zorunda kalıp "Umarım bahsi geçen koltuk şu eskicilerden toplanan ağır vasıta koltuklardan değildir" dedi. Ne eskicisi be!

"Hayır değil merak etme"

"İyi o zaman"

"L şeklinde bazalı modern bir köşe koltuğu!"

"Zaten biraz şansım olsa gelirken tırın altında kalırdım"

"Saçmalama ben de yardım ederim hemen hallederiz"

"Neyse en azından giderken hâlâ kaza yapma şansımız var"

"Söylenmeyi kesecek misin? Hadi gel şurada bir taksi durağı var"

"Asıl sen gel çünkü arabayı hemen karşıya park ettim"

İşaret ettiği yere baktığımda gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Tam karşımda duran son model spor arabaya bakarak "Şaka yapıyorsun! Bu araba senin mi?" deyince Kenan da bir arabaya bir bana bakıp "Evet ne oldu?" diye sordu. Bir şey olduğu yok canım sadece bu bebeğin kısa bir süreliğine el değiştirmesi gerekiyor. Elimi uzatıp "Anahtarı alayım!" dediğimde Kenan arabasını kendisinden başka birinin kullanmasına izin veremeyeceğini söyledi ama sonra Mine ile ilgili tehdidimi hatırlatınca cebinden çıkardığı anahtarı eli titreye titreye bana uzatmak zorunda kaldı. Dua etsin gündüz gözüyle gidiyoruz yoksa yanımda kaç buçuk atardı ben bile hayal edemiyorum.


........::::::::____::::::::........


Kısa bir süre sonra evin önüne geldik. Arabayı açık otoparka bırakarak eve yaklaşırken de Kenan siteye şöyle bir bakıp "Köşeyi döndün de benim mi haberim yok?" dedi. Çantamda anahtarlarımı ararken sonucunu bir gram bile düşünmeden "Tolga sayesinde harika insanlarla tanıştım. Atahanları bilirsin" dedim ve hemen ardından da anahtarımı çıkarıp sözüme "Bana iş teklif ettiler. Markalarının yeni yüzü ben oldum" diye devam ettim. Jetonum gecikmeli düştü tabii. Normalde tebrik etmesi gerekirken haklı olarak "Haaah! Gürsoy torpili!" deyip bana da daha önceden ona söylediğim "Kendi işimi "Gürsoy torpili" olmadan da bulabilirim" lafımı bir güzel afiyetle yedirdi. Hay aksi! Bunu ona söylememeliydim resmen boşluğuma geldi. Zaferini kutlaya kutlaya yanımda yürürken tek kelime edemedim zaten tam apartmana girecekken de içeriden Sinan çıktı.

"Günaydın Eylül seni bu saatte burada görmek ne hoş"

"Günaydın Sinan biz de arkadaşımla birlikte evi düzenlemeye geldik"

Kenan'ı ve elimdeki çiçeği görünce zaten yüz ifadesi biraz düşmüştü şimdi de bir ona bir bana bakıp kaldı. Kenan da ondan farklı değildi. Gözlerini kıstığına göre "Bu da kim?" diye düşünüyor olmalı. Onları tanıştırma işine el atacakken de benden önce davranıp "Merhaba ben de Kenan" diyerek elini uzattı. Sinan onunla tokalaşıp memnun olduğunu söyledikten sonra Kenan'a adamın elini sıkmayı bıraksın diye çaktırmadan bir dirsek atıp "Sinan sen hastaneye mi gidiyorsun?" diye sordum. Hastaneye değil ama kızını görmeye gidiyormuş. Bunu duyunca gülümseyip prensesi benim yerime de öpmesini istedikten sonra vedalaştık.

Bu sefer de Kenan bir çiçeğe bir Sinan'a ardından da bana bakıp "Bir soru! Arabasına doğru bize baka baka giden bu Bay Güler Yüz ile elindeki çiçeğin bir bağlantısı var mı?" diye sordu. Of! Söylemedim ya kafaya taktı illa öğrenecek. Çiçeğin Sinan ile bir ilgisi olmadığını söyledikten sonra apartmana girip evin kapısına geldik. İçeriye girdikten sonra da ceketlerimizi çıkarır çıkarmaz kendimize birer kahve yaptık ve balkona geçip oturduk.

"Ee! İzmir'de her şey yolunda mı?"

"Şu an için sorun yok ama döndüğümüzde birkaç sorun çıkarmayı planlamıyor değilim"

"Ne gibi?"

"Boş ver duyarsın zaten"

"Onunla mı ilgili? Yani Buğra ile..."

"Evet ama artık Müfettiş Gadget ile ilgili olan hiçbir şey seni ilgilendirmiyor. O yüzden konu dışında kal Eylül"

"Mahkemedeki şahitlerden biri de ben olacağım biliyorsun"

"Hayır olmayacaksın"

"Nedenmiş o?"

"Bunu söylemekten her ne kadar hoşlanmasam da sevgili ağabeyim bu konuda haklıydı. Kurmaca bile olsa seni en yakın arkadaşının yuvasını yıkmış bir kadın olarak ortaya atmayacağız"

"Ela'nın bir an önce o adamdan kurtulması gerek. Ben olmazsam boşanamaz Kenan elimiz bomboş kalır"

"Bu hepimizin bildiği bir şey ama bunu yaparken senin adının lekelenmesini istemiyoruz. Ayrıca kişisel olarak değerlendirdiğim başka şeyler de var. Biliyorum ilk başta seninle yaptığımız plan kafama epey yatmıştı ama sonrasında olanlar seni tamamen lig dışı bırakmanın en doğru hareket olacağını düşündürdü"

"Buna sen karar veremezsin. Ben..."

"Ben falan yok konu kapanmıştır! Mahkeme günü orada olmayacağın gibi bu boşanma sürecinde de adın anılmayacak. Hatta bundan sonra o adamla ilgili hiçbir konunun içinde olmayacaksın Eylül anladın mı beni?"

"Bakarız"

"Bakarız değil Eylül ne dediysem o olacak. Rica ediyorum artık birinizden biri laf dinlesin yoksa benim kafam çok fena atacak onu da hayatımızdan bambaşka bir yolla çıkarmak zorunda kalacağım. O mahlukata zor sabrediyorum zaten beni dürtmeyin"

"Hâlâ aynı mı peki? Yani Ela konusunda durmaya niyeti yok mu?"

Oturduğu yerden kalkıp balkonun alçak duvarına yaslandı. O sırada da kahvesini yudumlayıp "Durmak mı? dedikten sonra gözlerini korkutucu bir şekilde açarak "Adam peynir yuvarlama festivallerinde yokuş aşağıya yuvarlanan tulum peyniri gibi! Yani kendisi durana kadar müdahale edilmesi imkansız" dedi. Ona bakarken bir an sinirim bozuldu ve "Ne gibi?" diyerek gülmeye başladım. O nasıl benzetme ya! Seni gerçekten özlemişim Kenan...

Kenan da bana ne gülüyorsun dercesine bakıp "Tulum peyniri... Hiç duymadın mı? Aç biraz televizyon izle" dedikten sonra benim gülmeye devam etmeme rağmen ciddiyetini hiç bozmadan "Ama ben onun yolunu münasip bir yerde kesip şık bir tabak içinde nasıl servis edeceğimi biliyorum" dedi. Gülerken aniden ciddileşip "Ne yapacaksın ki?" diye sordum. Kızgın görünüyordu. Buğra'dan daha ilk anda nefret etmişti ve bu nefreti de her karşılaşmalarında iki tarafında saldırgan tavrı yüzünden günden güne artmıştı.

werthyj.png


Sorumun ardından sanki aklında bir şey varmış gibi "Beni mezbahalardaki kesilmiş danalar gibi salonunun ortasına asmanın bedelini çok ağır ödeteceğim ona!" deyince içimi korku kapladı. Kenan dediğini yapan biri ve onu da şu an sırf ortalık durulsun diye Tolga ve Ela zapt edebiliyor. Bu bahsettiği olay da Mine'ye evlenme teklif ettiği gece Buğra'nın önüne çıkmasıyla gerçekleşmiş. Buğra ısrarla Ela'nın yerini öğrenmek isteyince dalaşmışlar ve sonra Kenan aldığı darbeyle kendisinden geçmiş. Sonrası daha can sıkıcı çünkü gözlerini açtığında kendisini Ela için hazırlanan evin salonunda elleri kolları bağlı bir şekilde bulmuş. Buğra onu Ela'nın nerede olduğunu öğrenebilmek için epey hırpalamış olmalı. Her şeyi geçtim sırf bunu yaptığı için bile Buğra'nın yakasını bırakmaz.

"Konu değişimi öneriyorum çünkü bu adamın mevzuları beni çok geriyor"

"Tamam değiştirelim. Siz de son durumlar ne Kenan Bey! Annen Mine'yi kabullenebilecek gibi mi? "

"Yeniden konu değişimi öneriyorum çünkü bu gelin kaynana mevzuları da beni çok geriyor"

"Ne oldu ki?"

"Annem tanımamasına rağmen Mine'yi zengin koca avcısı olmakla suçluyor ve asla evimizden içeriye ayak basamayacağını iddia ediyor"

"Şaka yapıyorsun"

"Ne şakası? Direkt yüzüme söyledi"

"Ee! Ne olacak şimdi?"

"Bir şey olacağı yok ben Mine'den vazgeçmem. Annem de bir şekilde kabullenmek zorunda yoksa Mine'nin giremediği eve ben de ayak basmam"

"Olur mu öyle şey Kenan bir şekilde ortak bir yol bulun"

"Mine'ye de söyledim annemle sadece fotoğraf çekimlerinde ya da basın karşısında bir araya gelirlerse hiçbir sorun yaşanmaz. Hatta annem millete karşı gelinini de yere göğe koyamaz. Mine hiç olmadığı kadar ihya olur ama çekimler biter bitmez tüymemiz lazım yoksa Belgin Gürsoy'un elinden bizi kimse alamaz"

"İşiniz çok zor desene"

"Ben Mine'yi aşkıma ikna ederek en zorunu başardım. Bunlar bana ancak vız gelir tırıs gider"

"Helal olsun Kenan ya! Valla bak arkandan çok atıp tuttum ama sağlam adam çıktın"

"O ne demek be!"

"Artık arkandan daha destekli atıp tutuyorum demek"

"Demek öyle Pembe Panter! İyi o zaman söyle bakalım kim bu doktor?"

"Ne-Ne doktoru?"

"Favorin olmayan ve bu gece seni gözleri yolda bir şekilde restoranda bekliyor olacak olan doktor"

Oturduğum yerden uzanıp koluna bir tane patlatarak "Sen bana ait olan özel bir notu mu okudun?" diye sorduğumda o da sırıta sırıta kolunu çekip "O kadar özelse orta yerde bırakmasaydın!" dedi. Öldüreceğim onu! Sandalyeden kalkıp "Orta yerde değildi tamam mı? Yatak odama koymuştum" dediğimde benden uzaklaşarak bir yandan da "İçinde yatak olmayan bir odanın yatak odası olduğunu anlamadığım için suçlu olduğuma inanamıyorum" dedikten sonra içeriye geçti.

Peşinden gidip bir şeyler söylemek istesem de bunu bir türlü yapamadım. Gülümsüyordu ve elindeki bardakları mutfağa götürürken "Hadi anlat Eylül nasıl olsa öğrenmenin bir yolunu bulurum" deyip sonra da tekrardan yanıma döndü. Koltuğun bir köşesine ben diğer köşesine de Kenan oturunca birbirimize dik dik bakmaya başladık. Of! Kesin beni bülbül gibi şakıtacak ben de ne var ne yoksa ortaya dökmek zorunda kalacağım!

"Atahan..."

"Hangi Atahan?"

"Doktor işte! Doktor Atahan"

"Selim'in ağabeyi mi?"

"Evet Selim'in ağabeyi Haluk Bey'in oğlu Selim dedenin torunu Kaan'ın amcası Meral'in kaynı!"

"Ahmet desen de anlardım Eylül"

"Demiyorum çünkü ben ona tanıştığımız günden beri sadece doktor diye hitap ediyorum"

"Zorun ne peki?"

"Bilmiyorum! İsmi ağzımdan çıkmıyor bir türlü"

"Nasıl çıkmıyor?"

"Söyleyemiyorum işte! Bir de her önüne gelen söyletmeye çalışınca iyice kaçtı"

"Bir işiniz de normal olsa... Ee! Şimdi Ahmet ile ikiniz yemeğe mi çıkacaksınız yani? Romantik romantik sevgili gibi..."

Kenan böyle söyleyince bir an gerçekten öyle mi olacak diye düşünekaldım. O yemeğe giderek önemli bir level atlamamıza izin veriyor oluyorum değil mi? Yani doktor bunu arkadaş buluşması gibi değerlendirmeyecek bayağı bayağı çift gibi buluşacağız. Sessiz kalıp oflarken Kenan da uzanıp kolumu tutarak "Kafan mı karışık senin?" diye sordu. Buna kafa karışıklığı diyebilir miyiz bilmiyorum. Sanki başka bir şey...

Saçlarımı geriye iterken bir yandan da doktorla aramızda geçen şeyleri düşündüm. Bu düşünceler sonrasında dile gelip "Atahanların tanıtım gecesinde tanıştık. Öyle sıradan bir tanışma da değildi. Nasıl olduğunu bile anlayamadan kısacık bir sürede o kadar çok şey yaşadık ki bütün dengemi alt üst mü etti yoksa alt üst olan dengemi yerine mi getirdi onu bile anlayamadım. Bir de o kadar açık sözlü ki kalbinde ne varsa direkt dilinden dökülüyor. Kendisini konu ne olursa olsun hiç gizlemiyor. Ne söylesem ne sorsam net bir cevabı var" dediğimde Kenan "Mesela dilinden ne tür şeyler dökülüyor?" diye sordu. Hangi birini anlatayım ki? Kısacık bir an sessizliğimle baş başa kaldım. Kenan da ses etmeden konuşmamı bekledi. Ne kadar didişsekte kendimle bile konuşmakta zorlandığım şeyleri onunla konuşabildiğimi o da biliyor. Kenan sanki benim iç sesim gibi. Beynimi okuyor ve orada geçenleri sesli olarak duymamı sağlıyor. Bu da onunla çokça benzeştiğimiz için oluyor olmalı.

Sonunda konuşmaya ve de hissettiklerim hakkında dürüst davranmaya karar verip "Söylüyor işte bir şeyler... Asıl önemli olan şey bunu yaparken inkar edemeyeceğim ölçüde bana kendimi değerli hissettiriyor olması" dediğimde şaşırdığı gözlerinden okunuyordu. Konuşmama karışmadan beni dinleyince bundan cesaret alarak devam ettim ve "Bazen öyle kötü oluyorum ki... Aklıma Buğra ile ilgili şeyler geliyor. Hissettiklerim yaşadıklarım kızgınlıklarım senin bildiğin bilmediğin her şey... Olduğum yere sığamıyorum. Odanın duvarları üstüme üstüme geliyor ve ben çıldıracak gibi oluyorum" dedikten sonra birazdan bahsedeceğim anları düşünüp "Sonra hiç ummadığım bir anda o çıkıyor karşıma. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama sakinleştiğim yetmiyormuş gibi Buğra ile ilgili de her şey siliniveriyor aklımdan. Sanki hayatımda hiç olmamış gibi... O yanımda olduğu sürece sanki Buğra yok oluyor. Doktorla birlikteyken Buğra'yı tanımadan önceki Eylül oluyorum. Tamamen kendim oluyorum" dedim. Bunları söyleyebildiğime ben bile şaşırmışsam Kenan'ı düşünemiyorum. Özellikle de Buğra ile ilgili son yaptığımız konuşmadan sonra epey aşama kaydettiğimi düşünüyor olmalı.

anigifesrdyghj.gif


"Uçağa binmeden önce sana ne demiştim hatırlıyor musun?"

"Birçok şey söyledin. Hatırlatsana..."

"Git ve aynı benim yaptığım gibi sen de içindeki gerçek Eylül'ü bulup çıkaracak birine aşık ol. Emin ol ki buradaki Eylül sen değildin. Sen olmadığın için bu kadar üzüldün ve çaresiz kaldın demiştim. Şimdi görüyorum ki bunu yapmışsın. Gerçek seni ortaya çıkaracak biriyle karşılaşmışsın. Artık kafanın karışmasına neden olacak bir şey yok. Sadece bir sayfayı kapatıp diğer sayfayı açman gerekiyor. Hatta geriye dönüp bakmamak için o defteri komple at yenisine başla"

"Ona bağlanmaktan çok korkuyorum Kenan"

"O halde sana bir iyi bir de daha az iyi bir haberim var"

"Neymiş o?"

"Önce hangisi gelsin?"

"İyi olan"

"Korkmana gerek kalmamış"


esrdtfyguh.gif


Ne demek istediğini düşünürken "Peki daha az iyi olan haber ne?" diye sorduğumda Kenan da "Korktuğun başına gelmiş çünkü çoktan ona bağlanmışsın bile" diyerek ayağa kalktıktan sonra "Bir iyi haber daha! Buna rağmen eskisinden çok daha iyi görünüyorsun. Sen bu bilgiyi sindirirken ben de kahve alıp geliyorum" diye diye mutfağa gitti. Kenan içeriden ikimize de kahve alıp gelene kadar olduğum yerde tek bir noktaya bakarak kaldım. Duyduğum şey fena çarpmış olmalı.

"İçimde kötü bir his var Kenan ve bu his beni doktora karşı sürekli geri çekiyor gibi hissediyorum. Hani birine ne kadar yaklaşmak istesen de bunu bir türlü yapamazsın ya..."

"Yoo ben yaklaşırım seviyorsam önümde dağ bile duramaz"

"Ama ben onunla aramda bir barikat varmış gibi hissediyorum. Yanına gitmemi engelleyen bir şey..."

"Bu hissin derdi ne peki niye yapıyor bunu?"

"Bilmiyorum ama sanki mutlu olursam hemen ardından bir şey olacak ve ben aynı hızla yere çakılacakmışım gibi geliyor"

"Çok güldük kesin ağlayacağız denen saçmalığın kodlamasıdır o salla gitsin. Kahvene krema istiyor musun?"

"Hayır sade olsun. Öyle salla gitsin demekle gitmiyor ki"

"Bu karamsar ruh hali hiç senlik değil. Söyle bana benim bilmediğim ne var? Dolaylı yoldan değil ama direkt söyle"

"Bir şey yok"

"Var Eylül ve sen bana söylemiyor sadece mevzunun etrafında dönüp duruyorsun"

"Yapmıyorum öyle bir şey"

Her şeyi de bilsin zaten! İçimdeki sıkıntıyla birlikte kolumu koltuğun sırtına dayayıp penceremden yola baktım. Zihnim o kadar dolu ki bakıyor ama karşımda ne var görmüyorum. Sadece düşüncelerime odaklıyım anlayacağın. O sırada dalıp gitmişim tabii. Kendime de Kenan'ın elindeki fincanlardan birini bana uzatıp "Diğerini içmeden soğutmuşsun yenisini yaptım" demesiyle geldim. Bakma içim sıkkın ama konuşmak yine de bana iyi geldi. Sanki üzerimdeki ağırlıkların bir kısmını atmışım gibi. Kenan'a teşekkür ederek kahveyi elime aldıktan sonra bir yudum içip sonra da yüzümü ekşiterek sehpaya geri bıraktım. Kenan da böyle bir şey yapmama bozuldu ve bunu da bana "Bir Gürsoy'un yaptığı kahveye burun kıvırmak onun..." diyerek belli etmeye kalkınca sözünü balla kesip devamını da "Onun düşen burnunu yerden alıp geri takmaya çalışmakla eş değer diyecektin herhalde" diyerek getirdim. Gözlerini kısarak bakmaya başladı. Niye bir şey söylemiyor diye düşünürken de kahvesini sehpanın üzerine bırakıp iki elini de açarak sanki bir şey tartıyormuş gibi birini indirip diğerini kaldırmaya başladı. Deli bu çocuk!

"Ne yapıyorsun Kenan?"

"Doktor House ile olası bir ilişki durumunuzda hanginizi kurtarmam gerektiğini anlamaya çalışıyorum"

"Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Telaş yok buldum! Ahmet'i kurtarmak en mantıklısı çünkü adam hayati önem taşıyan ameliyatlara giren güzide bir doktor. Ayrıca senin bu sinir bozucu tavırlarınla sürekli onun kafasını ütüleyip halk sağlığını tehdit etmene de izin veremem"

"Ben de gidip Mine'yi senden kurtarayım mı? Bende de şu an o ağır basmaya başladı çünkü"

"Düşündüm de Ahmet'i eskiden tanırım kendi başının çaresine bakabilecek bir adama benziyordu. Eminim seni susturmanın bir yolunu da en kısa zamanda bulacaktır"

"Daha önce de derdim şimdi de diyorum her zaman diyeceğim. Gıcıksın Kenan gıcık!"

Gülümseyerek kahvesini yudumlarken ayağa kalktım çünkü elimi yüzümü yıkarsam ferahlayabilirim gibi geldi. Tam gidecekken de ani bir şekilde olduğum yerde kalıp geri döndüm. Az önce kabalık yaptığımı düşündüğüm için özür babında "Senin el lezzetinle bir alakası yok sadece ben bu İstanbul'un kahvelerine bir türlü alışamadım. Ne zaman içsem ya da kokusunu alsam midemi kaldırıyor" dediğimde Kenan içtiği kahveyi boğazına kaçırıp öksürmeye başladı. Elinde de telefonu vardı. Telaşla yanına giderek sırtına vururken o da gözlerini aça aça bana bakıp "İyiyim!" dedi. Belli belli çok iyi! Maşallah diyeyim de boncukları bir tarafından düşmesin.

"Kenan!"

"Bir şey yok!"

"Nasıl yok?"

"Yok işte uzatma Eylül hadi git sen"

"Gerçekten iyisin değil mi?"

"İyiyim iyiyim sen git"

"Ne oldu ki birdenbire?"

"Deja vu oldum"

"Ne ile ilgili?"

"Şey ile..."

"Ne ile!"

"Hiç senlik bir durum değil. Telefonda bir haber aldım da onunla alakalı"

"Bakayım"

"Ya Eylül bırak! Hadi sen git işine"

Kenan telefonunu alıp apar topar balkona çıkarken ne olduğunu merak etsem de yine de koridora geçip gözüm arkada bir şekilde banyoya girdim. Düşünüyorum da belki de İstanbul kahvelerinin bir suçu yoktur. Midemi bulandıran şey kahvenin o öküzü çağrıştırmasıdır. Buğra'yı yani. Ofisteyken birbirimize sürekli kahve taşır dururduk çünkü. Ama bu iyi bir şey çünkü bu da demek oluyor ki ben de uyandırdığı o aptal aşık hissi değişime uğrayıp yerini iğrenme ve tiksinme gibi sevimsiz bir duyguya bırakmış. Yüzümü yıkayıp çıktıktan sonra yatak odamdaki bez gardolabın önüne geldim. Yatak odası takımım gelene kadar buruşmasını istemediğim elbiselerimi oraya asmıştım ve şimdi de akşam için içlerinden birini seçmem gerekiyor. Gerekiyor da hangisini seçeceğim onu bilmiyorum.

Askılar arasında gidip gelirken bir anda kendimi Ela'yı görüntülü aramış yardım isterken buldum. Her birini üstüme tutup tek tek yorumlar alırken en sonunda bir elbise diğerlerinin arasından sıyrılmayı başardı. Elbiseyi ayırıp Ela'ya teşekkür ettikten sonra telefonu kapatarak salona geri döndüm. İçeriden de garip sesler geliyordu. Salona yaklaştığımda gördüğüm tek şey Kenan'ın koltuğu diğer tarafa doğru itmeye çalışmasıydı. "Neden beni beklemedin?" diye sorarak yanına gidip tam onunla birlikte koltuğu itiyordum ki beni aniden durdurarak "Hey hey sen elleme! Şunu da yaz bir kenara çünkü bir Gürsoy asla yanındaki kadına angarya iş yaptırmaz" dedi. Haaah! Güleyim bari! Evlerindeki vitrinin altında gizli bir bölme bulduğumuzda hiç öyle demiyordu ama!

"Sen mi yaptırmazsın?"

"Ne o bir itirazın mı var?"

"Eylül kesin bir köşede saf saf bakınıyorsundur. Elindeki bebeği yavaşça annesine bırak ve hayatında ilk defa bir işe yarayarak bana yardım et diyen kimdi acaba?"

"Bir kere ben orada sana uyuz olmuştum o yüzden öyle dedim. Gerçekten koca vitrini sana çektireceğimi düşünmedin herhalde"

"Valla senin ne yapacağın belli olmaz Kenan çektirirsin de..."

"Beni hiç tanıyamamışsın" derken aynı anda da koltuğun parçalarını birleştirip yastıkları üzerine atarak "Ben gidip yiyecek bir şeyler alayım sonra da şu evi gerçek bir eve benzetelim. Bu ne böyle içeriye fare düşse kafası yarılır koltuktan başka bir şey yok" dedi. Ceketini alıp çıkarken ben de onu kapıya kadar geçirdim. Sonra da zaman su gibi aktı gitti. Önce yatak takımım geldi sonra da nerede kaldığını merak ettiğim Kenan Efendi peşinde birkaç adamla birlikte evimi gerçekten bir eve benzetmek için kolları sıvadı. Bu çocuğa deli demeyeyim de kime diyeyim şimdi! Gözden bir kayboldu geri geldiğinde kucağında "Pink Panther" yazılı bir yastık arkasındaki adamlarda da kutularla birlikte halılar vardı. Kimini mutfağa yönlendirdi kimini de salona...

"Kenan bunlar ne?"

"Ev hediyesi"

"Çok fazla şey almışsın. Halı bile var"

"O halı bile dediğin şey zeminden yayılan soğuk havanın eve yayılmasını önleyen en önemli gizli silahın olacak. Yazında ev serin olsun diye kaldıracaksın öğren bunları! Tasarrufla alakalı hiçbir şey duymadın mı sen?"

"Senin gibi bir adamın bunları bilmesi çok şaşırtıcı"

"Hulki Bey dede ne zaman yalnız kalsak bana bu tarz bilgiler veriyor"

"Cidden mi? Demek Mine ile evlenirseniz bunların aklının bir köşesinde durmasını istiyor"

"Aynen öyle! Ben de bunu fark ettiğimden beri yanımda küçük bir defter taşımaya başladım. Ne zaman bir şey söylese hemen cebimden çıkarıp not alıyorum"

"Defter niye taşıyorsun ki telefonuna not alsana"

"Aah! Amatör geldin amatör gideceksin. Biraz ince düşün Eylül! Adam yetmişini çoktan geçmiş ve kendinden bile yaşlı olan bir antika dükkanı var. Karşısına geçip not almak için son model telefonumu çıkarırsam beni zengin bir züppe olarak değerlendirir ama ben ne yapıyorum? Kapağı eskitme olan mütevazi bir defter kullanıyorum ki bu çocuğun hali tavrı bize uygun aramızda çok da uçurum olmaz diye düşünsün"

"Çok çakal adamsın Kenan!"

"Her şey aşktan!"

"Bu durumda Hulki amca ne yapıyor peki?"

"Tavlasını çıkarıyor. Mine'den öğrendiğime göre birini gözü tutmuşsa tavla oynarmış"

"Süpermiş!"

"Tamam bu kadar laklak yeter! Hadi hemen buraları düzenleyelim çünkü senin akşam için hazırlanman gerekiyor. Böyle kot gömlek gitmeyi düşünmüyorsun herhalde"

"Tabii ki hayır! Ela'nın da yardımıyla siyah şık bir elbise seçtim bile"

"Siyah mı? Niye siyah ki yemek öncesinde cenazeye mi katılacaksınız?"

Kenan'ın uyuz uyuz sırıttığını fark edince omzuna bir tane patlatıp "Evet şu insanlar bir gitsin seni öldürüp akşam da "Kenan Gürsoy Kalbimizdesin" adlı küçük bir after party yapma niyetim var" dediğimde o da bir yandan kenara bırakılan kutulardan birini alıp odama götürdü bir yandan da arkasında dolanan bana "İlk buluşmada siyah giyen kızlar eksi puan alır çünkü karşı tarafa özgüvenim sıfırın altında o yüzden de fazla kilolarımı fark etmemeni umarak siyah bir elbise seçtim mesajı verir" dedi. Bu dediği aklımın ucundan bile geçmemişti. Tamam biraz boğazına düşkün biri olduğum için kiloları alıp alıp verdiğim oluyor ama illa onları gizleyeyim diye bir çabam hiçbir zaman olmadı. Hem kiloyla ne alakası var canım! Biz kadınlar siyah elbiseyi şık ve zarif görünmek istediğimiz zamanlar giyeriz. Bu erkeklerde biliyorum sanıp aslında hiçbir şey bilmiyorlar!


........::::::::____::::::::........


Kenan her evde olması gerektiğine inandığı müzik setini kurarken ben de odama geçip artık akşam için hazırlanmaya başladım. Hazır olduğumda da Kenan beni restorana bırakıp oradan da ailesinin evine geçecek.

Saçımı ve makyajımı yaparken o kadar tuhaf bir haldeydim ki sürekli camdan dışarıya bakıp hava almak zorunda kaldım. İçimde hem mana veremediğim büyük bir sıkıntı hem de büyük bir heyecan var ve ben bu kadar heyecan yapmama gerçekten inanamıyorum. Hatta sırf bu yüzden saçımı ve makyajımı yaparken toplam üç kere mazeret bildirip yemeği ertelemeyi bile düşündüm. Beni bunu yapmaktan ne mi alıkoydu? Tabii ki doktorun bu sabah gönderdiği cam kutudaki yaseminler! Ne zaman onları görsem içimde o yemeğe gitmeye dair güçlü bir istek uyandı ve hazırlanmaya kaldığım yerden devam ettim. Aklım "Vazgeç" derken kalbim "Olmaz! Kalk gidiyoruz" diyordu resmen. Hayır yani bir türlü anlamıyorum! Ben bu adamla zaten sık sık bir araya geliyorum. Hatta aynı sofraya oturmuşluğumuzda bir hayli fazla ama şimdi bakıyorum da titrek ellerim yüzünden bir eyelinerı bile doğru düzgün çekemiyorum.

Zor da olsa düşünmemeye çalışarak küpemi takarken bir yandan da çantalarımın başına geldim. Bana ufak tefek bir şey lazım olduğu için daha yeni düzelttiğim dolabımda çanta avına çıktım ve sonunda uygun bir tane bulabildim. O ana kadar da içimdeki manasız sıkıntının sebebini çözememiştim ama yere düşen çantalarımı toplamak için eğildiğimde bir anda o sıkıntının nedeni tatsız bir şekilde ortaya çıkıverdi. Bu iyi mi oldu yoksa kötü mü bilmiyorum ama ara sıra kullandığım günlük çantamın içinden düşen kutu bu geceyle ilgili tüm heyecanımı yitirmeme neden oldu. Bunu aldığımı unutmuş olduğuma gerçekten inanamıyorum.

esrdtfhygjuhk.gif


Berbat bir itiraf geliyor hazır mısın? Ben hazır değilim ama mecburen seninle paylaşmak zorundayım. Bir süre önce Meral'in benden bir isteği olmuş ve kendisi için gebelik testi almam gerekmişti. O gün eczacının erken dönemde bakınca yalancı negatiflik verebiliyor demesi ve anne adayları sonucu garantilemek için birden fazla alıyor sözleri içime bir kurt düşürmüştü. Of! Ağır bir itiraf olmaya doğru gidiyor biliyorum ama bunu şu an yapmak zorundayım çünkü o yemeğe gitmeden önce hamile olmadığımdan kesinkes emin olmam gerekiyor. Gapgaranti bir sonuca ihtiyacım var yani. Ben Meral'i hastanede ziyarete gidip doktorla ikimize aldığım kahveyi içemediğim hatta odaya hava girsin bahanesiyle açtığım pencereden bakarken bir de üstüne midemin bulandığını hissettiğim gün korkuya kapılıp bu testlerden bir tane yapmıştım. Sonuç olumsuz çıkınca da çok rahatlamıştım ama hem eczacının söylemleri hem de kendimde gözlemlediğim bazı değişiklikler kafamı fena halde karıştırmaya başladı. Yani o gün eczacının sözüne karşılık üç tane gebelik testi aldım ama Meral'e sadece iki tanesini verdim. Üçüncüsü bende kaldı yani...

Şimdi ne mi olacak? Bilmiyorum ama bu kutunun içinde yazanları okurken içimi büyük bir korku kapladı. Bu korkuyu yenmenin de tek bir yolu var ve ben o yola başvurmak için hiç vakit kaybetmeden yerden kalkıp banyoya gideceğim çünkü bu gece doktorun yanına gidip gidemeyeceğim birazdan alacağım olumlu ya da olumsuz sonuca bağlı olacak.

Sakın Buğra!

Sakın hayatımı bir kez daha mahvetmiş olma!



wretytyj.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Hocam!"

"Ne oldu Gözde? Sakın yeni bir hasta daha geliyor deme çünkü birkaç dakika içerisinde hastaneden çıkmazsam gitmem gereken çok önemli bir yere geç kalacağım"

"Hayır hocam sadece kravatınızı odanızda unutmuşsunuz onu getirdim"

"Kravatım boynumda..."

"Bir daha bakın isterseniz"

"Değilmiş"

"Buyurun hocam"

"Süpersin!"

"Heyecanlı görünüyorsunuz. Özel bir akşam galiba"

"Senden laf çıkmaz diye rahat rahat söylüyorum. Evet son derece özel bir akşam. Ayrıca şık bir restorana kravatsız gitseydim bu gece bana eşlik edecek olan o güzeller güzeli kadına da ciddiyetsiz gözükecektim. Yani dile benden ne dilersen! Şimdi iste pazartesi sabahı elinde bil"

"Bir şey istemem hocam siz mutlu olun kâfi"

"Kanaatkâr asistanım benim! O halde yeni bir haftaya başlarken görüşürüz"

"Görüşürüz hocam iyi akşamlar"

"Sana da iyi akşamlar"

Saatime bakarken bir yandan da koşar adımlarla asansöre doğru yürüyordum ama bu sefer de tam ceketimin ceplerini yoklamaya başlamıştım ki Aygün'ün "Hocaaam!" diye seslenerek yanıma doğru koşturduğunu fark ettim. Yapmayın bunu bana! Yalvarırım biri gelmemiş ya da acilden çağrılmamış olayım. Aygün yavaşlamasını istememe rağmen nefes nefese bir halde yanıma gelip "Hocam telefonunuzu az önce bankonun üzerinde unutmuşsunuz" dedi ve telefonumu bana doğru uzattı. Telefonumu elinden hemen alamadım çünkü bunu der demez az önce üzerimi değiştirdiğim için gözüm pantolonuma kaydı. Unutmadığım bir o kaldı çünkü.

Telefonumu alıp Aygün'e de teşekkür ettikten sonra gelen asansöre binerek aşağıya indim. Aksilik bu ya bugün de zaman geçmek bilmedi. Bir an önce akşam olsun diye hastalarım haricinde de sürekli bir şeyler ile uğraştım. Hatta öğle yemeğine çıkacak vaktim olmadığı için Hasan ağabeyin yanına inip sandviçimi yerken birkaç kişiye tost bile hazırladım. Onlar da şaşırdı ama durduğum yerde kalamıyorum çünkü sakince oturduğumda zaman duruyor gibi geliyor. Sürekli bir şeylerle uğraşma isteğim yüzünden de milletin diline düştüm. Herkes Ahmet'e bir şey olmuş diye fısıldaşıp duruyordu. Evet bir şey oldu. Çok güzel bir şey hem de...

Hastanenin otoparkına inip koşar adım arabamın yanına gittikten sonra büyük bir heyecanla kapıyı açıp koltuğa oturdum. Derin bir nefes alıp kapımı kapattıktan sonra da otoparktan çıkıp bir an önce Eylül'ü görme dileğiyle restoranın yolunu tuttum. Neyse ki trafiğe yakalanmadan ara sokakları da kullanarak hızlı bir şekilde gelebildim. Son dakika gelen hasta yüzünden yeteri kadar zaman kaybetmiştim bir de üstüne trafiğe yakalansaydım çok kötü olurdu.

Arabayı valeye teslim ettikten sonra içeriye girdim ve hemen etrafa göz gezdirmeye başladım. Eylül görünmüyordu. Kadınların randevulara biraz geç geliyor olması bazen işe yarıyor demek ki. Eylül'ün şu kapıdan girerken ki halini görmeyi çok istiyorum ve bu anı kaçırmış olduğumun düşüncesine bile katlanamıyorum. Bugünü yaşayabilmeyi çok bekledim ve şimdi tüm güzelliklerine anı anına şahit olmak istiyorum.

Beni daha önceden ayırttığım masamıza yönlendirdiklerinde heyecandan kalbim duracak gibiydi. Gözlerim bir kapıya bir de dakika bile geçmemiş olmasına rağmen saatime kayıp duruyordu. Normalde bu bekleme süresini telefonumla oyun oynayarak geçirmem gerekirken şu an gözlerimi kapıdan ayıramıyorum. Ameliyatlara girerken bile bu kadar heyecan yaptığımı hatırlamıyorum. Her zaman kendimi sakinleştirmenin ve iç dengemi korumanın bir yolunu bulmuşumdur ama konu o olunca hiçbiri işe yaramıyor. Beni bu hale getirmeyi başaran tek kadınsın Eylül Acar!

Uzun bir bekleyişin ardından gelmeme ihtimaline karşı endişelenmeye başladım. Kafası yine bir şeye attı da gelmekten vaz mı geçti acaba? Bunu bana sakın yapma Eylül! Yapma...

Saatler dokuzu gösterirken umutsuzluğum da iyice tavan yaptı. Gelmediği gibi aramalarıma da cevap vermedi. Aslında onun için endişelenmeye de başladım. Kötü bir şey mi oldu acaba? Bir kez daha saate bakıp iyi olup olmadığını öğrenmek için tam Tolga'yı aramaya karar vermiştim ki bir anda Eylül karşımda belirdi. Muhtemelen bir rezervasyonumuz olduğundan bahsedip benim gelip gelmediğimi soruyordu. Geç oldu ama geldi. Gülümseyerek ayağa kalktığımda o da bana doğru döndü ve o anla birlikte göz göze geldik.

tumblr_muezzdBZ3d1qzg2sjo4_250.gif


Her zaman ki gibi yine çok güzel görünüyor. Hani bir bakış ya da bir gülüş yeterdi aşık olmaya denir ya... İşte bu kadında her ikisi de mevcut. Gözlerini bakışlarından uzaklaştırmayı başarsan gülümsediğinde dudaklarındaki o hoş kıvrılışa yakalanıyorsun. Hiçbir türlü affetmiyor yani...

Bir kadın güzel olabilir ama bulunduğu ortamı aydınlatacak ışıltıya sahip olan kadın nadir görülür. Farkında değil ama o bunu yapmayı başarıyor. Işıl ışıl parlatıyor karanlık geceyi. Sonunda aynı şimdiki gibi göz göze gelebilmek varsa. Sen bir ömür beklenmeye değersin Eylül Acar...

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
ewrtyyuı.png

"Mutluluğu yakalayacağım bir anda hayat bana öyle bir çelme takacaktı ki Buğra ile istesek bile birbirimizden kopamayacaktık. Ah! Bu da bana hayatımın en büyük dersi oldu tabii. Ağır bir ders hem de..."

21.Bölüm : Hoşça kal doktor...

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül masaya kadar kendisine eşlik etmek isteyen genci durdurup yanıma tek başına gelirken ben de masanın önüne geçtim ve tedirgin olsam da yine de hissettiğim heyecanla birlikte "Bir an dedemin sözünü dinleyip beni bütün gece masamızda tek başıma bırakacaksın sandım" dedim. Beklediğim belki de ondan duymayı arzu ettiğim o hırçın sözlerini işitemedim. Durgun görünüyordu. Bir şey söylemeden yaklaşırken gözlerim ister istemez benden saklamaya çalıştığı eline takıldı. Neden eli sargıda ki?

Yan yana geldiğimizde benden kaçırmaya çalışsa da yine de sargılı olan elini tutup "Parmaklarına ne oldu Eylül?" diye sormadan edemedim. Huzursuz bir halde bakışlarını kaçırıp "Başka bir eve taşındım. Elim de eşyaları yerleştirirken oldu. Önemsiz bir şey" deyince bandajın üzerini öptüm ama Eylül elini usulca geri çekip "Konuşalım mı biraz?" dedi. Sesi titriyordu. Gözleri de kızarıktı. Ağlamıştı sanki. "Konuşalım" diyerek oturması için sandalyesini çektiğimde nefesini tuttuğunu ve otururken de gergin olduğunu fark ettim. Umarım bu hali bana yaptığı bir şakadan ibarettir ve birazdan da o muhteşem gülümsemesiyle bu oyunu bozup "Çok çabuk kanıyorsun be doktor!" der.

Bir an önce konuşmaya başlaması için karşısına oturduğumda siparişleri almak için bize doğru yaklaşan garsonu görüp elimle beklemesini işaret ederek Eylül'e döndüm. Bana doğru bakamıyordu. Baksa da göz göze gelmemek için dikkat ediyordu. Eylül'ü bu hale getiren şey ne bilmiyorum ama sanki konuşmak isteyip de bunu bir türlü yapamıyor gibi bir hali vardı. Onu böyle görmeye hiç alışık değilim. Alışık olmak da istemem.

Benimle bir türlü buluşamayan gözlerine dikkatle bakarken "Bir şey içmek ister misin Eylül?" diye sorduğumda bu gece ondan asla duymak istemeyeceğim bir şey söyleyerek bana "Hayır teşekkür ederim zaten fazla kalamayacağım" dedi. Gidecek ve gece daha başlamadan bitecek yani. Bunu söylemek yerine keşke çekip vursaydı beni.

Üzgün olduğumu gizleyemeyerek "Fazla kalamayacağım mı?" deyip onu tekrarladıktan sonra yanlış anladığımı söylemesini umarak sözümü "Ama neden?" diyerek tamamladım. O her baktığımda etkilenmemi sağlayan gözleri buğulanmıştı ve sanki ağlamamak için de kendisini zor tutuyor gibiydi. Buna şahit olmak da bir şey yapamamak da canımı çok acıttı. Önüne düşen saçını yüzünden uzaklaştırırken nihayet konuşmaya başladı ama keşke konuşmasa mıydı diye düşünmeden edemedim çünkü söylediği her kelime canımı çok daha fazla yakmaya başladı.

"Buraya geldim çünkü bu masada saatlerce tek başına beklemeni istemedim. Gelmeme sebebimi telefonla da söyleyebilirdim elbet ama bu şekilde olmasını hak etmiyordun"

"Bir şey mi oldu? Benimle daha açık konuşabilirsin"

"Bir şey olmadı"

"O zaman neden bu haldesin Eylül?"


wdfgghjk.png



........::::::::__Kenan / Birkaç Saat Önce __::::::::........

"Ve beklenen an! Müzik seti artık emrine amade Pembe Panter!"

Sessizlik oldu. Derin bir sessizlik. Seslenişime cevap gelmeyince kulağımı kabartıp çıkabilecek en ufak sese odaklandım ama şaşırtıcı bir şekilde hâlâ ipucu niteliği taşıyan bir ses vermiyor. Bu kız bunca zamandır ne yapıyor içeride demeden edemedim. En azından bir fön makinesi sesi bir dolap kapağının açılıp kapanışı topuk sesleri gibi bir şeyler duymam gerekirdi değil mi? Ama bir süredir hiçbir ses yoktu. Tamam romantik temalı bir yemeğe gidiyor anladık ama hazırlanmak da bu kadar uzun ve sessiz süremez herhalde. Alt tarafı siyah bir elbise giyecek saçını tarayıp makyajını yapacak bu ne kadar zamanını alabilir ki? Biraz kestireyim derken uyudu mu acaba? Eylül bu yapar mı yapar.

Etrafa yayılan kartonları ve straforları görünce yüzüm ister istemez ekşidi. Salonunu bu halde görürse vır vır söylenir şimdi hiç çekemem. Alelacele etrafı toparlarken bir yandan da Eylül'e takılarak "Hâlâ hazırlanamadın mı Eylül? Sen gidene kadar doktor tatlıya geçti bile" dedim ama sözümü bitirir bitirmez ev başımıza yıkıldı sanki. İçeriden gelen gümbürtüyü duyunca hiç düşünmeden elimde ne var ne yoksa fırlatıp koşarak Eylül'ün odasının önüne gittim. Bir şeylerin kırılma sesi haricinde odadan Eylül'ün bağırışları da geliyordu.

"Seni tanıdığım güne lanet olsun Buğra! Lanet olsuuun!"

Kapıyı peş peşe yumruklayıp açması için seslensem de kâr etmedi. İçeride her ne oluyorsa kıyametin koptuğu açıktı. Kapının kolunu yoklayıp kilitli olduğunu anladığım anda bağrışlarla birlikte ağlama sesleri de yükselmeye başladı. Eylül'ün kendisine gelmesini bekleyemeyeceğim için kapıyı omuz atarak açmak zorunda kaldım. Bir... iki... üç derken kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriye girdiğimde gördüklerime inanamadım. Oda darmadağındı. Devrilmiş bir sandalye kırılmış bir cam kutu etrafa dağılmış eşyalar ve yerde üzeri kanlı beyaz çiçekler vardı. Tabii bu an "Bir saniye şoka girdim hemen toparlanıyorum az bekleyin" denebilecek bir an da değildi. Hemen müdahale etmezsem farkında olarak ya da olmayarak kendisine zarar vereceği kesindi çünkü.

Eylül kendisini kaybetmiş gibi sinirle eline geçeni fırlatıp "Hayatımı mahvetti Allah'ın cezası!" diyerek bağırırken ellerinin kanadığını fark ettim ve hızla yanına gidip onu arkadan sararak kollarını birbirine kenetledim. Ama dedim ya kendisinde değil gibiydi. "Eylül sakin ol! Kendine zarar veriyorsun!" dediğimde kontrolünü kaybetmiş bir halde "Kenan bırak!" diye bağıra bağıra beni tüm gücüyle iterken ben de onu zar zor zapt etmeye çalışarak "Eylül kendine gel diyorum!" diye bağırdım. Geldi mi? Gelmedi!

"Bırak diyorum Kenan!"

"Eylül sakinleş yoksa ben seni sakinleştirmesini bilirim!"

"Yalvarırım bu bir kabus olsun!"

"Bu herif yine ne yaptı Eylül konuşsana!"

"Aptalım ben! Ona inanacak kadar ahmak bir insanım ben!"

"Bunu zaten biliyorum konuya gel!"

"Kenan bırak beni bak daha çok sinirleniyorum!"

"Bırakayım da evi başımıza yık değil mi!"

Bu sözümden sonra bana karşı daha fazla direnemeyeceğini anlayarak kollarımda çırpınmayı bıraktı. Nefes nefeseydi. Omuzları titriyordu. Bütün gücü tükenmiş gibiydi. Ağlamaya devam ederek "Ne yapacağım ben şimdi? Nasıl bakacağım onun yüzüne!" dediğinde neden bahsettiğini tabii ki de anlamadım. Ne olduğunu bilseydim elbet birkaç önerim olurdu ama şu an konuya tamamen yabancı durumdayım. Tek düşünebildiğim şey Eylül'ü bu hale getiren o eceli gelmiş insan müsveddesini yakaladığımda ona ne yapacağımdı. Son günlerinin tadını çıkarsa iyi olur!

Eylül bütün gücünü yitirmiş gibi kendisini tamamen bırakınca onu sıkıca tutmaya devam ettiğim için ister istemez birlikte düşer gibi yere oturduk. Onu bırakmak istemiyordum çünkü aniden saldırganlaşıp kendisine bir zarar vermesini istemiyordum. O sırada gözüm ellerine kaydı. Çok fazla kan vardı. Avuç içleri kesilmiş olacak ki berbat görünüyorlardı. Elimden kurtulamasın diye bir bacağımı onun bacaklarının üzerinden atıp Eylül'ü iyice kıpırdayamaz hale getirdim ve etrafa bakındıktan sonra da yatağın üzerindeki örtüyü yanımıza çekerek "Eylül sakinleş ve hemen bana neler olduğunu anlat" deyip ellerini temizlemeye başladım. Ağlamaya devam ediyordu ve anlatmaya başlamak yerine "Hayır hayır hayır! Kırılmış..." diyerek yerdeki çiçeklere uzanmaya çalıştı. Bunu yapamasın diye onu durdurmak zorunda kaldım çünkü çiçeklerin cam kutusu kırılmış ve parçaları da etrafa yayılmıştı. Elini kesen şey de o olmalı.

"Eylül bak ya konuşursun ya da hemen şimdi o herifi arar sana ne yaptığını bizzat sorarım! İnan bana sonrasında neler olacağını sen bile bilmek istemezsin"


........::::::::__Eylül __::::::::........

Yere saçılan yaseminlerime kalbim paramparça olmuş bir halde bakarken utancım da her geçen saniye daha da derinleşiyor. O kadar kötü hissediyorum ki gözlerimden süzülen yaşlar hiç durmaksızın akıp gidiyor ve ben buna engel olamıyorum. Odada sadece benim ağlamalarım duyulurken "Hamileyim Kenan..." diye fısıldadım. Kelimeler resmen boğazıma takıldı. Ama ondan da saklayacak durumda değildim. Gözlerinin önünde perişan bir haldeyken yalan söyleseydim zaten bana inanmazdı.

Sessizlik olduğunda Kenan'ın hiçbir şey demeden beni yavaşça serbest bıraktığını hissettim ve bacaklarımı toplayıp başımı da dizlerime dayayarak ağlamayı sürdürdüm. Böyle bir şey yaşadığıma inanamıyorum. İnsanın gerçekten de yer yarılsa içine girsem diyeceği anlar oluyormuş. İşte şu an ben o andayım.

keaey.gif


İlk şokun ardından Kenan öfkesine yenilip ayağını sertçe dolaba vursa da hemen ardından dizlerinin üzerine çökerek bana sıkıca sarıldı. Kızıp bağıracağını zannederken sadece "Şişşt! Tamam ağlama perişan ettin kendini" deyince ben de ona sarıldım. Kendimi daha ne kadar perişan edebilirdim ki? Hayatım az önce ellerimin arasından kaydı ve nereye gittiğini bilemediğim bir yere doğru yol aldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kenan'a sarılmamla birlikte gözlerimin önüne restoranda heyecanla gelişimi bekleyen doktor geldi ve her şeyi mahvettiğim gerçeğiyle bir kez daha yüzleşip daha çok ağlamaya başladım.

"Mutlu olabilirdim Kenan... Sonunda hayatımı bir düzene sokup bana gerçekten değer veren bir adamın varlığıyla küllerimden yeniden doğabilirdim ama o bu şansımı da elimden aldı. Ne mutlu edebildi ne de mutlu olmama izin verdi"

"Seni Buğra ile ilgili defalarca uyarmıştım. Ortalık bu kadar karışıkken size bir şey söylendiğinde bunu beyin süzgecinizden geçirmek yerine niye illa burnunuzun dikine gidiyorsunuz gerçekten anlamıyorum. Dış bir göz olarak görüyoruz da uyarıyoruz değil mi? Hele sen! Sen nasıl sonrasını düşünmeden kendini o güvenilmez herifin kollarına bırakırsın Eylül!"

"Düşünmeden mi? Sence böyle bir birliktelik yaşamak benim için normal bir şey mi?"

"Ee! Durum bu noktaya nasıl geldi o zaman?"

"Bir şekilde geldi işte"

gfhgfh.gif


"O bakış ne? Eylül doğru düzgün anlat şunu!"

"Anlatacak bir şey yok"

"Bak anlatmadıkça kafamda uç şeyler kurgulayıp daha çok sinirleniyorum o yüzden olayın bu noktaya gelme anını benim hayal gücüme bırakmayıp bir an önce kendin anlat"

"O gün ofiste benim ona karşı onun da Ela'ya karşı olan hisleri hakkında oldukça sert bir tartışma yaşamıştık. Ağzıma geleni hiç çekinmeden en ağır şekliyle sayıp döktüm. Bu defa ne hali varsa görsün benden bu kadar diye düşünmüştüm. Vurdum kapıyı çıktım. Geri dönmeye de hiç niyetim yoktu ki yaptığımız konuşmadan sonra geri dönmemin mümkünatı da kalmamıştı. Biraz zaman geçtikten sonra evime geldi. Beni merak ettiğini söyleyerek konuşmak istedi. O kadar kızmıştım ki onunla konuşmayı birçok kez denediğimi ama bunun mümkün olmadığını söyledikten sonra onu gördükçe daha da çok sinirlendiğim gerekçesiyle çekip gitmesini istedim çünkü onu görmeye bile tahammülüm kalmamıştı. Ama o benim aksime çok sakindi. Onu ilk defa bu kadar sakin ve ne istediğini bilir halde gördüm. Sanki ofisteki tartışmamızın ardından bir karara varmış ve yanıma öyle gelmişti. Bana bu sefer gerçekten denemek istediğini söyledi. Yani Ela'yı unutmaya çalışıp benimle yeni bir başlangıç yapmaya hazır gibiydi"

"Kapına geldiğim gün! O gün değil mi? Ne olduysa o gün oldu. O adamın yerdeki ceketini bana çaktırmamaya çalışarak ayağınla kenara ittiğini gördüğümde aranızda bir şeyler yaşandığını anlamıştım. Bana verdiğin cevaplar da kuşku uyandırıyordu ama yapmamışsındır diye yine de bir umudum vardı"

"Söyledikleri gerçekmiş gibi gelmedi. Doğru mu anladığımı öğrenmek için Ela'yı unutmayı mı deneyeceğini sorduğumda hiçbir şey söylemedi. Sadece gözlerime cevabının evet olduğunu anlamamı istermiş gibi bakıp beni kendisine doğru çekerek öptü. Beni öpmesini beklemediğim için afalladım. O da beni öper öpmez içeriye girip kapıyı kapattı. İnkar edemem ona inanmak istedim ve bu yüzden de beni öpmesine mani olmadım. Hatta o dönem ona karşı hislerim olduğu için ben de onu öptüm kabul ediyorum ama sonra..."

"Sonra ne Eylül?"

"Sonrası yok. Bu kadar işte... Durum ortada!"

"Eylül sonra ne oldu dedim! Yanına geldiğimde berbat görünüyordun bir şey olmuş olmalı. Sana isteğin dışında mı dokundu o herif?"

aesdrtfyguh.gif


"Düşündüğün gibi değil"

"Düşündüğüm gibi değilse ne o zaman?"

"Değil işte"

"Eylül söylesene şunu!"

"İçeriye o halde girdikten sonra işin boyutu değişmeye başladı. Hiç de tahmin edemeyeceğim şekilde hem de... O gün içinde yaptığımız tüm konuşmalar tartışmalar öncesi sonrası her şey kulağımda bir bir çınlarken seviyor olsam da ona devam edemeyeceğimi ve hemen gitmesi gerektiğini söyledim ama o beni duymuyor gibiydi. Onu gitmesi için ikna etmeye çalışırken de bir anda odada buldum kendimi... Kahretsin! Ben ona engel olamadım anladın mı? Bana aşıkmış gibi seviyormuş gibi ona inanmamı bekliyormuş gibi bakarken engel olamadım!"

"Manipülatif herif! Onu sevdiğini biliyor tabii kullandı bunu"

"Bütün suçu da ona atamam Kenan"

"Eylül şu herifi koruyup beni daha da çok delirtme!"

"Korumuyorum sadece olanı söylüyorum. Ben onu yaka paça kapının önüne koyamayacak bir kadın değilim Kenan!"

"Bu yüzden ona karşı olan duygularını kullandı diyorum ya! Her neyse... Sen istediğin kadar olayı yumuşatmaya çalış sonuç olarak onu sevdiğini söylesen de böyle bir ilişki yaşamak senin isteğine bağlı bir durum değilmiş ve bu da o herifi dört tarafı insanlarla çevrilmiş Kenan Gürsoy yapımı maun bir taşıma aracı içinde ebediyete yolcu etmeme yetiyor da artıyor bile!"

"Kenan lütfen sen bu işe karışma"

"Ne demek karışma? Çoktan karıştım bile!"

"Kenan!"

"Bundan sonra bana sakın karışma Kenan falan demeyin Eylül! Beni sürekli yapma Kenan bekle Kenan fevri davranma ortalık karışmasın Kenan diye diye durdurdunuz bak sonuç ne oldu? Biriniz adamın çocuğunu taşıyor diğeriniz kucağında öz be öz yeğenimle tıpış tıpış o herifin yanına geri dönmek zorunda kalıyor. Artık saltanat bitti! Adiós Buğra!"

Tekrardan ağlamaya başladığımda kızgın bakışlarıyla kollarımı sertçe tutup "Bana bak Eylül!" diyerek kendisine bakmamı sağladı sonra da "Bundan birkaç yıl önce karşıma çıkmış olsaydın bana böyle bir şey dediğinde sana rahatlıkla "Canın cehenneme!" diyebilecek haldeydim ama artık durum değişti çünkü şu an karşında sevgili ağabeyi ve biricik yeğeninin annesi sayesinde kardeşliğin ne demek olduğunu en ince ayrıntısına kadar öğrenmiş bir Kenan duruyor. Yani Tolga ne kadar ağabeyim Ela ne kadar kız kardeşim ise sen de artık bir o kadar kardeşim sayılırsın. Hâl böyleyken bu da beni senin gözünden yaş akıtan herhangi bir ölümlünün canından can akıtmaya otomatikman meyilli ediyor. Şimdi bana neden sen karışamazsın Kenan diyemeyeceğini anladın mı?" dedi. Bu söylediklerinin ardından birbirimize bakarken ağlamayı kestim.

Kısa bir an bundan sonra neler olabileceğini düşündükten sonra "Buğra'nın hayatımda olmasını istemiyorum Kenan. Herhangi bir sebepten ötürü karşıma çıkmasını ya da yine saçma sapan şeyler söyleyip beni bir kez daha incitmesine izin vermek istemiyorum. Eğer gidip ona bu durumdan bahsederek hesap sormaya kalkarsan o da ilk uçakla yanıma gelir ve muhtemelen daha da alçalıp bunu bilinçli bir şekilde planladığımı ima ederek bütün sinirlerimi tepeme çıkarır. Gerçek şu ki ben onu şu sıralar görmeyi kaldırabilir miyim bundan pek emin değilim. Sana yalvarıyorum beni onunla karşı karşıya getirebilecek herhangi bir şey yapma" dediğimde Kenan da düşünceli bir ifadeyle "Ne yani hayatını darmadağın edişi yanına mı kalsın Eylül? Üzgünüm ama yok öyle bir dünya!" dedi.

Tuhaf bir sakinlikle "Etrafımda olmasındansa yanına kalmasını tercih ederim Kenan" dedikten sonra yataktan destek alarak yavaşça ayağa kalktım. Kırılıp dökülenlere bakarken sanki tüm olanlara yabancılaşmış gibiydim. Niye böyle oldum ki ben? Sanki biri ruhumu çekip aldı ve ben bomboş bir bedenle öylece kalakaldım. Manasız bir sakinlikle gözlerim odanın içinde gezinirken Kenan elini omzuma koyup "Eylül..." dedi ama sanki orada o odanın içinde değilmişim gibi hissettim. Kendime gelişim eğilip yerden bir tane yasemin çiçeği almamla gerçekleşti. Ona bakarken bir yandan da doktorun anlattığı hikayeyi ve sonrasında söylediği sözleri düşünüyordum.

Yapamadım doktor... Verdiğim sözü tutamadım. Kalbimi sen onu bulana kadar koruyamadım. Bu son darbeye karşı daha fazla direnemedi ve son atışlarını az önce yaptı. Artık onu bulsan da bir faydası yok. Hayata dönme şansı kalmadı.


sedrfthgj.gif


"Beni restorana götürür müsün Kenan?"

"Eylül bence Ahmet'i arayarak yemeği iptal etmen daha doğru olur"

"Hayır olmaz böyle yaparsam onu çok daha fazla kırarım. Ona yüz yüze hoşça kal demeliyim"

"Emin misin?"

"Eminim"

"Tamam sen toparlan o zaman hazır olunca çıkalım"

Yaralanan elimi sarıp ağladığım belli olmasın diye de gözaltlarıma kapatıcı sürdükten sonra Kenan ile birlikte evden çıktık. Yol boyunca da hiç konuşmadık. Gözlerimi tek bir noktaya dikmiş dışarıya bakarken aklımdan da eğer hamile olduğumu öğrenmeseydim bu gece o restorana girdiğimde ne ile karşılaşabileceğimi geçiriyordum. Büyük ihtimalle o bana hınzır bir gülüşle "Yine geciktin!" der ben de salına salına yanına gidip çantamı masaya sertçe vurarak "Ben bir kadınım! Gecikirsem değil gecikmezsem şaşır dediğimi ne çabuk unuttun" derdim. Sonra da gülümseyerek sandalyemi tutar ve tam karşıma geçip oturarak bana hayatına hoş geldiğimi ima edercesine "Hoş geldin Eylül" derdi. Birbirimize hoş geldin diyecekken hoşça kal demek zorunda kalmamız ne acı...

Restoranın önünde durduğumuzda Kenan geldiğimizi ve beni dışarıda bekleyeceğini söyledi. Derin bir nefes aldıktan sonra elimi kolunun üzerine koyup "İyi ki varsın" dediğimde duygusallıktan hiç de haz etmeyen bir adam olduğu için gözlerime bakmamaya çalışıp "Sen de öyle... Hadi git" dedi. Arabadan inip berbat bir halde restorana doğru giderken sanki tam önümde de bu geceye heyecanla hazırlanıp içeriye girmeden önce de saçını başını düzelten Eylül yürüyor gibiydi. Kapıya kadar onu takip edip içeriye girdikten sonra da beni karşılayan gence "Atahan... Yani Doktor Atahan adına bir rezervasyonumuz olması lazım. Kendisi geldi mi?" diye sordum. Geldiğini söyleyerek içeriyi işaret ettiğinde o yöne bakmamla birlikte doktorla göz göze geldik. Onu görünce kalbim yeniden alev aldı. Ağlamamayı umarak derin bir nefes alırken de yanımdaki gencin sesini duydum.

tumblr_muezzdBZ3d1qzg2sjo4_250.gif


"Buyurun hanımefendi size masanıza kadar eşlik edeyim"

"Teşekkür ederim gerek yok. Ben kendim giderim"

"Peki efendim. İyi akşamlar"

İyi akşamlar.... Bu dileğin gerçekleşmesi ne şimdi ne de bundan sonra pek mümkün değil gibi görünüyor. Masanın önüne geçen doktora doğru yürürken bana gülümseyerek "Bir an dedemin sözünü dinleyip beni bütün gece masamızda tek başıma bırakacaksın sandım" dedi. Hiçbir şey diyemedim. Ne diyebilirdim ki zaten. Büyük ihtimalle dedesinin dediği gibi sırf aklı başına gelsin diye onu bu masada bekletmiş olmamı tercih ederdi. Yalan söyleyemem ben de öyle olsun isterdim.

Yan yana geldiğimizde fark etmemesini umduğum ama onun anında fark ettiği sargılı halde olan elimi tutup "Parmaklarına ne oldu Eylül?" diye sordu. Belki de ömrümün sonuna kadar saklamam gereken o içinde yaseminler saklı cam kutuyu bir cinnet anında istemeden kırdım. Elimi bu hale getiren de o diyemem ki. Gözlerimi kaçırarak "Başka bir eve taşındım. Elim de eşyaları yerleştirirken oldu. Önemsiz bir şey" dediğimde elimi hafifçe kaldırdı ve bandajın üstünden parmaklarımı öptü. Yapma bunu doktor! Daha da zorlaştırma...

Bu nazik harekete layık olmadığımı düşündüğüm için elimi yavaşça çekip "Konuşalım mı biraz?" dedim. Endişeli gözlerle "Konuşalım" derken aynı anda da oturmam için sandalyemi çekti. Bir an nefesimin kesildiğini hissettim ve yerime oturup onun da yerine geçmesini bekledim. Nereden başlayacağımı da ona ne diyeceğimi de bilmiyorum ama onu daha fazla ümitlendirmeden bu işi sonlandırmam gerekiyor.

"Bir şey içmek ister misin Eylül?"

"Hayır teşekkür ederim zaten fazla kalamayacağım"

"Fazla kalamayacağım mı? Ama neden?"

Özür dilerim ama o nedeni sana söyleyecek yüzüm yok doktor. Kalamayacağımı söylerken titreyen sesim gözlerimin nemlenmesine yol açtı ama onun karşısında ağlayacak da değilim. Karşısında yeteri kadar küçüldüm daha fazlasını kaldırabilir miyim emin değilim. Onu üzdüğümü anlayıp daha fazla zorlaştırmadan önüme düşen saçımı yüzümden uzaklaştırıp "Buraya geldim çünkü bu masada saatlerce tek başına beklemeni istemedim. Gelmeme sebebimi telefonla da söyleyebilirdim elbet ama bu şekilde olmasını hak etmiyordun" dedim. Şaşırdı ve "Bir şey mi oldu?" dedikten sonra masanın üzerinden bana doğru hafifçe yaklaşarak "Benimle daha açık konuşabilirsin" dedi. Açık konuşmak mı? İşte bunu yapabileceğimi hiç sanmıyorum.

Başımı iki yana sallayarak "Bir şey olmadı" dediğimde o da haklı olarak "O zaman neden bu haldesin Eylül?" diye sordu. Bu sorunun cevabı "Aptallığım yüzünden" olurdu ama diyemedim tabii. Bu soruyla birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde en az benim kadar üzgün göründüğünü fark ettim. Gözleri sanki "Sakın beni bırakıp gitme" diyor gibiydi. Ona bu geceyi bu şekilde yaşatmak zorunda kaldığım için kendimi asla affetmeyeceğim. Ayrıca buradan gitmeden önce benden ümidini tamamen kesmesini ve ardımdan gelmemesini de sağlamam lazım. Yani birazdan söyleyeceğim sözler için de kendimi affetmem pek mümkün olmayacak.


Tumblr_nbwqwhJDWd1qcju3uo2_250.gif


"Söyleyeceklerimle seni kırmaktan korkuyorum çünkü"

"Beni kıracak ne söyleyebilirsin ki?"

"Bu yemeğin ne manaya geldiğini bile bile kabul etmem ve bunu yaparak sana boş yere ümit veriyor olmam büyük bir haksızlıktı"

"Boş yere mi? Ben boş yere olduğunu düşünmüyorum Eylül"

"Öyle doktor..."

Neden böyle konuştuğumu anlayamamış gibi bakarken bir an önce konuya girmek için "Bana İzmir'in güzelliklerini bırakıp İstanbul'a gelmeye nasıl karar verdin diye sormuştun" dediğimde gözlerini kaplayan hüzünlü bir bakışla "Susmuştun" dedi. Söyleyeceklerimi ona bakarak dillendiremeyeceğim için mecburen gözlerimi kaçırdım. Göğsüme çöken ağırlığın yükü aldığım her nefesle birlikte artsa da konuşmaya devam etmem gerekiyordu.

Bu yüzden de konuşmaya "Susmuştum çünkü buraya geldiğimde kalbim yaralıydı. Konuşmak ve o yaranın nedenini tekrar tekrar hatırlamak istemiyordum. Yok saymak istedim. Hiç yaşanmamış olmasını istedim. Hani Gizem uçakta çok ağladığım için beni tanıyamadığını söylemişti sen de buna şaşırarak bana doğru bakmıştın ya... O gözyaşları İstanbul'a gelirken ardımda bırakmak zorunda kaldığım biri için akıyordu. Onu çok sevmiştim. Hâlâ..." diye başladım ama bu "hâlâ" kısmının gerçekliliği olmadığı için söylerken zorluk yaşayıp zar zor devam ederek "Hâlâ seviyorum" dedim. Aslında sevmiyor aksine Buğra'dan nefret ediyordum ama bunu ona söyleyemezdim. Bahsettiğim kişiyi hâlâ sevdiğimi duyduğunda eminim ki ikimize dair olan umudu da sönmeye başlamıştır. Sönmeye de başlasa iyi olur çünkü burada biraz daha kalırsam her damlası doktor için akacak olan gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine engel olamayacağımı hissediyorum.

Derin bir nefes alıp onu benden tamamen koparacak olan son sözlerimi söyleyerek "Demek istediğim şu ki... Benden cam bir fanus içine koyup herkesten köşe bucak saklamamı istediğin kalbimi arayıp bulsan da ona her güzelliği yaşatacağını söyleyerek söz versen de o bulduğun kalp sana değil her zaman bir başkasına ait olacak" dedim. Hiçbir şey söylemedi. Ona söylenecek bir söz de bırakmadım. Bunları bilerek artık beni bırakıp gitme diyemez ki. Ona bana kal demesini sağlayacak tek bir açık kapı bırakmadım. Özür dilerim doktor ama bunu hayatına bensiz devam edebilmen için yapmak zorundaydım yoksa kalbimi o adama vermektense kendi ellerimle parçalara ayırırım daha iyi...

Sandalyemi geri çekip ayağa kalktığımda bir karar verdim. Birbirimizi sıklıkla görme ihtimalimizin olduğu bir yerde kalamam. Bu yüzden de İzmit'e annemin yanına döneceğim. Bana çok kızacak böyle utanç verici bir duruma düştüğüm için bağırıp çağıracak biliyorum ama yine de ona çok ihtiyacım var. Ayrıca yaklaşık iki buçuk üç aydır burada olduğum düşünülecek olunursa bir süre sonra karnım da belirginleşmeye başlayacak ve ben bunu istesem de istemesem de saklayamayacağım. Doktor o kadar tertemiz ki bu yaşadığım utancı bilmesini istemiyorum. O halimle onun gözlerinin önünde yer alamam. Beni asla hamile halimle görmemeli.

Karşımda yıkılmış gibi duran haline içim yanarak bakıp "Bir daha görüşemeyiz herhalde" dediğimde hiçbir şey söylemeden üzgün bakışlarını bana doğru döndürdü. Ben de az önce aldığım kararın neticesinde "Elalar birkaç gün içinde İzmir'e geri dönüyor. Burada kalmayı denedim ama başaramıyorum galiba. Büyük ihtimalle ben de onlarla İzmir'e döner eğer bir şeyleri yoluna koyabilme şansımız olduğunu anlarsam da kalbimi gerçek sahibinin bulmasına izin veririm. Umarım kaderin senin karşına adına yanına bu güzel kalbine yakışabilecek ve sana hak ettiğin değeri verebilecek birini çıkarır" dedim ve gözlerimizin ilk kez kesintisiz buluştuğu bir anda ağlayacağımı anlayıp "Hoşça kal doktor" dedikten sonra onu masada bırakıp hızlı adımlarla restorandan çıktım.


erthyj.gif


Onu bilmem ama ben daha kapıdan çıkar çıkmaz gözyaşlarımın akmasına izin verdim çünkü canım hiç olmadığı kadar çok acıyor. Az önce kendi ellerimle tutuşturduğum kalbim alev alev yanıyor ve ben dahil kimsenin gücü bu alevi söndürmeye yetmiyor. Kendimden çok onun için üzülüyorum. Onun için acıyor... Onun için yanıyorum. Hissettiklerinin peşinden korkusuzca giden bu adam böyle bir son yaşamayı hiç hak etmiyordu. Onun beni hayal kırıklığına uğratacağından korkarken ben onun en büyük hayal kırıklığı oldum.

Affet beni doktor! Sen tertemiz hislerle kaderinde olduğuma can-ı gönülden inandın ama ben geçmişimde yaptığım yanlış seçimin bedelini ödemek için şu an sahneden çekilmek zorundayım. Belki sen hiçbir zaman bilemeyeceksin ama ben gerçekte sana ait olan bu kalbi yansa da küle dönse de bana yaşattığın tüm o güzellikler için ömrüm boyunca kimsenin bulamayacağı bir yerde saklamaya devam edeceğim. Onu aramayı bıraktığını bilsem de seni bir daha hiç göremeyecek olsam da onu senin için saklayacağım. Sözüm söz...


........::::::::__Yazar Notu__::::::::........

Biliyorum okurken nereden çıktı bu hamilelik şimdi ya ne güzel bir araya geliyorlardı falan diyorsunuzdur ama ben Eylül'ün hamilelik mevzusunun temelini Geçmişin Gölgesinde adlı hikayemde atıp
(ona göre de bayağı bir ilerledim haliyle Ahmetciğim de piyasa da yoktu o vakit) Beni Kalbine Yaz'ın ilk tanıtımında da sizlere çıtlatmıştım bu yüzden Eylül ile Ahmet'e her ne kadar üzülsem de keşke onlara bunu yapmasaydım desem de iki hikayenin de kurgusunu bozmamak için çizdiğim doğrultuda ilerledim. Ama hiç merak etmeyin 22.Bölümden itibaren çok tatlı bölümler gelecek hatta öncekilerden daha iyiler diyebilirim. Ben aynı keyifle okumaya devam edeceğinize inanıyorum.


Avuçlarımda tuttuğum sevgiydi sadece
Öyle kokmadan, incitmeden birşeyleri
Anısına o up uzun selvi ağaçlarımı
Kaderci gibi bir mezar taşınım
Anlamıyla duygularım ölüyor
Ölüme sözüm yok
Sadece avuçlarım kanıyor

Öyle bir duygu bu
Öyle bir kalp ki bu
Öyle bir aşk ki bu
Avuçlarım kanıyor

Dur demiyor ki kimse bu karanlık yazıya
Çıkıp da biri devirmiyor ki
Anısına o up uzun selvi ağaçlarımı
Kaderci gibi bir mezar taşınım
Anlamıyla duygularım ölüyor
Ölüme sözüm yok
Sadece avuçlarım kanıyor

Öyle bir duygu bu
Öyle bir kalp ki bu
Öyle bir aşk ki bu
Avuçlarım kanıyor


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
eresdtfgyhu.png

22.Bölüm : Limonata içmiyoruz içirtmiyoruz. Sormayın!

Gitme diyemedim.
Eylül sakın beni bırakma ben sana aşık oldum diyemedim.
Halbuki ne çok inanmıştım bize.
Sen benim kaderimde olan değil kaderimin ta kendisiydin.
Ne yapacağım ben şimdi?
Senli bir hayata bu kadar bağlanmışken şimdi yokluğunda sensiz yaşamayı nasıl öğreneceğim?


........::::::::__Ahmet / Saat 22.40__::::::::........

"Bir şey ister misiniz efendim?"

Kapıya doğru bakarak Eylül'ün gittiğini kabullenmeye çalışırken bir yandan da "Zamanı geri almak isterim. Çok geriye... Çok çok geriye" dedim. Cevap gelmedi. Sessizlik olunca bakışlarımı yanımda durup bana şaşkınca bakan gence çevirerek "Bunu yapabilir misin?" diye sordum. Haklı olarak ne diyeceğini bilemez gibi bakmaya başladı ve hemen ardından da başını iki yana sallayarak "Mümkün değil efendim" dedi. Mümkün değil... Olan oldu artık elden bir şey gelmez diyor yani.

Masadan kalktıktan sonra oldukça ağır adımlarla restorandan çıktım. O kapıya bakarken geri döner ve bana duyduklarımın aslında gerçek olmadığını söyler diye mi umuyorum bilmiyorum ama bu restorandan uzaklaşmak gelmiyordu içimden. Arabaya geçtikten sonra nereye gideceğimi bilmeden hareket ettim. Eylül'ün söyledikleri kafamın içinde dönüp durdukça çıldıracak gibi oluyorum. Bu gidişi kolay kolay kabullenebileceğimi hiç sanmıyorum. Başka birini seven bir kadın gözlerime nasıl bu kadar güzel bakabilir ya da onu öptüğümde bana aradığımın o olduğunu nasıl hissettirebilir aklım almıyor. Arabayı sahile çekip bir süre onunla alakalı düşündüm. Aklıma gelen şeylerden biri de Meral'in Eylül ile ilgili söyledikleri oldu.

"Demek istediğim şey eğer Eylül'ün duygularını incitmeyeceğinizden eminseniz ve gerçekten onunla ilgili kalbinizde bir kıpırdanma varsa o yemeğin gerçekleşmesini sağlayın Ahmet Bey. Sakın bir kez daha hayal kırıklığına uğrayıp kendisini kullanılmış gibi hissetmesine neden olmayın. Bunu ona yapan siz olmayın ne olur"

"Böyle mi hissediyor? Ama o hiç de..."

"Belli etmese de sorunlarını yok saymaya çalışsa da gerçekten çok zor bir dönemden geçiyor. Tam kendisini toparlayıp ayağa kalkacakken onu tekrardan düşürmeyin"

Eylül gibi güçlü bir kadının kendisini böyle hissetmesine neden olacak bir adamı hâlâ seviyor olmasına hatta yanına dönmek istemesine gerçekten inanamıyorum. Bu mümkün değilmiş gibi geliyor. Bana bu konuda yalan söylediğine inanmak istiyorum. Ya da çaresizlikten öyle olmasını umut ediyorum. Ceketimin cebinden telefonumu çıkarıp Meral'i ararken bir yandan da Eylül'ün masadaki hali gözümün önünden gitmiyor. Yüzüme bakamadığı yetmiyormuş gibi çok da üzgündü. Sanki biri ona tüm bunları silah zoruyla söyletiyormuş gibiydi. Keşke neler olduğunu en ince ayrıntısına kadar bilebilseydim.

"Ahmet ağabey..."

"Meral çok özür dilerim bu saatte rahatsız ediyorum ama..."

"Aşk olsun ne rahatsızlığı yemek nasıl geçti?"

"Ben de seni bu yüzden aradım"

"Neden yoksa Eylül gelmedi mi?"

"Hayır geldi"

"Sesin neden kötü geliyor o zaman?"

"Bana kalbinde başka biri olduğunu ve onu hâlâ sevdiğini söyledi. İzmir'e onun yanına dönmeye karar vermiş"

"Ne?"

"Bir şansları varsa bunu değerlendirmek istediğini söyleyip bana da bundan sonraki hayatımla alakalı temenni de bulunup gitti. Öylece gitti Meral... Ardında nasıl bir enkaz bıraktığını bilemeden gitti"

"Ama bu nasıl olabilir Ahmet ağabey? Eylül o adamdan nefret ediyordu asla onun yanına geri dönmez"

"Neden böyle söyledi o zaman?"

"Bilmiyorum ama bir şey olmuş olmalı"

"Ne mesela?"

"Onu arayayım mı? Sonra da sana geri dönerim"

"Şimdi arama zaten çok kötü görünüyordu"

"Nasıl kötü?"

"Yanıma gelmeden önce ağlamış gibiydi. Parmakları da sargılıydı ve sorduğumda taşınırken oldu dedi. Meral aklım çok karıştı sanki karşımdaki kadın Eylül değildi. Söylediği tek bir kelime bile ona ait değildi. Çıldıracağım! Başka bir adamın varlığından bahsedince üsteleyemedim de... Gitmesine izin vermek zorunda kaldım"

"Hayır hayır olmaz! Eğer Eylül'ü biraz olsun tanıdıysam İzmir'e geri falan dönmez o Ahmet ağabey"

"Ne yapacağım ben Meral?"

"Bekle... Sadece biraz bekle. Bu gece Ela onu konuşturmanın bir yolunu illaki bulur. Ben de yarın sabah erkenden Eylül'ü arar neyi olduğunu anlarım. Hatta Selim'e söylerim beni yanına bırakır. Evet böylesi daha iyi olur"

"Teşekkür ederim Meral"

"İstersen sen de bize gel oturup konuşalım"

"Yok Meral benim biraz dışarıda durmam lazım"

"Tamam ama fikrini değiştirirsen saat kaç olursa olsun gel"

"Sağ ol"

Telefonu kapatırken az önce de gördüğüm ama içeriğine bakmadığım mesajı açıp Sinan'ın "Didem yine tartışma çıkardı. Anlayacağın Melisa'yı alamadan geri döndüm" yazdığını görünce hiç düşünmeden "Şu an evde misin?" yazdım. Cevap beklerken gözlerimi kapatıp alnımı tutuyordum. Eylül'ün bu geceki görüntüsü gözlerimin önünden gitmiyor. Böyle davranmasının altında başka bir sebep olmasını o kadar çok isterdim ki... Yeter ki onun dediği gibi arada başka biri olmasın.

Gelen yeni mesajda Sinan evde olduğunu yazınca telefonu cebime atıp arabayı çalıştırdım. Belki de o Eylül ile ilgili konuşmam gereken son insan ama Sinan benim her şeyden önce arkadaşım. Birbirimizi anlayacağımızdan adım gibi eminim.


........::::::::__Eylül__::::::::........

O masadan nasıl kalktım o restorandan nasıl çıktım hiç bilmiyorum. Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki herhalde hayatımın hiçbir döneminde bundan daha kötü bir halde olamam. Kenan'ın yanına dönüp arabaya binmeden önce gözyaşlarımı sildim ve derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açıp koltuğa oturdum. Merakla bana doğru bakıp nasıl olduğumu anlamak için "İyi misin?" diye sorduğunda aynı soruyu ben de kendime sordum. "İyi misin Eylül?" dedim kendi kendime. Cevap gelmedi çünkü bu soruyu sorduğum Eylül birkaç saat önce ölmüştü. Artık ondan bir cevap beklemek manasızdı.


refty.jpg


Kenan'ın kolumu tuttuğunu hissedince derin bir iç çekip "Değilim" dedikten sonra ona doğru bakarak "Gidelim mi?" dedim. Bakışlarını restorana çevirdikten sonra hiç itiraz etmeden arabayı çalıştırdı. Dönüş yolunda arabanın içinde sessizlik hakimdi ama sadece bir süreliğine çünkü aniden hissetmeye başladığım ağrıya daha fazla kayıtsız kalamadım.

"Kenan arabayı durdurur musun?"

"Ne oldu?"

"Bilmiyorum sadece durdur işte!"

Arabayı kenara çektikten sonra emniyet kemerimi çözüp arabadan çıkmak istedim ama adım attığım anda hissettiğim ağrı daha da arttı. Kahretsin! Bu da nereden çıktı şimdi? Rahatsız bir şekilde geri oturmak zorunda kalınca Kenan da yüzümdeki ifade sebebiyle uzanıp kapımı kapattıktan sonra "Pekala! Eve gitmeden önce uğramamız gereken bir yer daha var gibi görünüyor" dedi. Hastaneden bahsediyordu.

Normalde olsa hayatta gitmezdim ama şimdi durum başka o yüzden itiraz edemedim. Sadece malum hastane olmaması tercih sebebimdi. Orada artık epeyce tanınmış bir sima oldum yani hasta girişi yaptığım takdirde bir şekilde doktora haber uçacaktır. Böyle bir şey olmasını istemiyorum. Bunu Kenan'a da söylediğimde anlayışla karşılayıp çevredeki en yakın hastaneye gideceğimizi söyledi.

"Benim aklım almıyor"

"Neyi?"

"Bu kadar zamandır hamile olduğunu hiç mi anlamadın Eylül?"

"Çocuğu böbrek taşı sandım desem herhalde bu açıklama sana yeterli gelir"

"Ben Ela'dan hatırlıyorum da başında mı dönmedi midende mi bulanmadı ya da ne bileyim hamile olduğunu belli edecek herhangi bir belirtin de mi olmadı?"

"Buraya geldiğimde yaşadıklarımı hazmedemediğim ve kendime yediremediğim için çok stresliydim. Her şeye çatıyordum desem yeridir. İçimde patladı patlayacak halde olan bir alev topu vardı sanki. O sıralar her ne olduysa da onu bu yoğun strese bağladım. Ayrıca şüphelendiğim bir anda yaptığım testin olumsuz sonucuna da güvenmiştim. Böyle bir şey olmasını hiç beklemiyordum"

"Ben bile bugün şüphelendim ama olmaz herhalde saçmalama Kenan dedim kendi kendime"

"Nasıl yani?"

"Sen gördüğüm kadarıyla su gibi kahve içersin ve bir kere bile içtiğin şeyden şikayetçi olduğunu duymadım ama bugün İstanbul'a geldin geleli kahve içemediğin gibi kokusununda mideni kaldırdığından bahsettin"

"Bu yüzden mi kahveni içerken boğuluyordun?"

"Söylediğin şey anlık bir şok yarattı ama sana belli etmek istemedim"

"Bu bağlantıyı gerçekten kurdun mu Kenan? Yani kahve içememekle hamile olma olasılığını demek istiyorum"

"Ben görüp görebileceğin en şüpheci adamım ve edindiğim en doğru sonuçlara da önemsiz gibi görünen bu küçücük detaylardan ulaşırım"

"Bilmem mi?"

"Eylül..."

"Ne oldu?"

"Başından beri bebeği aldırmaktan hiç bahsetmedin"

"Bunu asla yapamam sakın beni ikna etmeye çalışma"

"Böyle bir şey yapmayacağım. Her ne kadar o herifin genlerinin nesilden nesile ulaşmaması gerektiğini düşünsem de bunu senden ben bile isteyemem"

"İyi... En azından bu konuda hemfikiriz"

"Seninle iki kere hemfikir olduk onda da konulara bak!"

"Kenan bu hamilelik olayından kimseye bahsetme olur mu? Şimdilik aramızda kalsın. Ben önce annemle konuşmak istiyorum"

"Nasıl istersen. Bu arada durumları biliyorsun ben bir iki gün içinde Ela ile İzmir'e geri dönmek zorundayım ama ağabeyim burada kalacak. Ona güvenebileceğini en az benim kadar sen de biliyorsun"

"Tolga neden burada kalıyor da Ela ile birlikte gitmiyor?"

"Avukat boşanma süresince aynı şehirde olmamalarının daha uygun olduğunu söylemiş"

"Tolga etrafta olmayınca Buğra'ya da gün doğacak desene"

Cevap gelmeyince Kenan'a doğru baktım ama kaşlarını çatmış dikiz aynasından arkamıza bakıyordu. Ne olduğunu sorarak nereye baktığına bakarken "Bu arabayı restoranın önünde beklerken de görmüştüm. Tanıyor musun?" diye sordu. Dikkatle bakıyorum ama herhalde gece diye arabayı tanımadığım gibi içindekini de seçemiyorum. Görsem de benim gözlerime ne derece güven olur o da ayrı bir tartışma konusu tabii.

Tanımadığımı söyleyerek önüme dönerken Kenan biraz huzursuz oldu. Bir gözü arkada bir gözü de yoldaydı. O böyle şeyler konusunda biraz daha profesyoneldir. Ünlü bir ailenin çapkın oğlu olarak tanındığı için peşinden magazinciler pek eksik olmazmış ama Kenan onları atlatmanın bir yolunu da illaki bulurmuş. Kendisi izin vermediği sürece manşete düşmüyor yani. Şimdi de öyle yaptı ve bana "Sanırım peşimizde bir hayranımız var. Soru sorma ve sadece sıkı tutun!" dedikten sonra arkadaki aracı atlatmak için gaza bastı.

Bir süre sonra arkamızdaki araç ikinci kez gözden kaybolur gibi oldu ama tedbiri elden bırakmamak için arabayı bir yere park edip taksi ile devam etmeye karar verdik. Kenan arabadan iner inmez bagajı açıp "Şapka takmaktan nefret ediyorum" dedi ve geri döndüğünde de üzerinde asla onun tarzı olmayan bir mont başında beyzbol amblemi olan bir şapka gözünde de numaralı gibi gözüken Clark Kent gözlüğü vardı. Ona boş boş bakarken gözlerini devirip "Tek bir laf etme fena olur" dedikten sonra kolumdan tutarak beni yürütmeye başladı. Merak etmesin laf edecek halim yoktu zaten. Bir taksi bulduktan sonra da hastaneye gittik. Her şey aklıma gelirdi de bir gün hastaneye bu sebeple geleceğim aklıma gelmezdi.

Sonuç olarak yapılan muayene ve tahliller sonucu hamile olduğum kesinleşti. Benimle ilgilenen doktor sanki mutlu bir haber vermiş gibi olmayan heyecanıma ortak olmaya çalışıp bebeğin sağlığından ve gelişiminden bahsederken bir an oradan kaçıp gitmek istedim. Aslında bir nevi kaçtım da çünkü bu hissettiğim ağrının önemli bir şey olmadığını ama yine de dikkatli olmam gerektiğini söyler söylemez ayaklanıp teşekkür ederek odadan çıktım. Biraz daha kalsaydım duyduklarım yüzünden aklımı kaçıracakmışım gibi hissettim. Çıktığımda Kenan da odanın önünde bekliyordu.

Hiçbir şey söylemeden önünden geçip seri adımlarla çıkışa doğru yürürken doktor da odadan çıktı ve arkamdan "Eylül Hanım?" diye seslendi. Sese doğru baktığımda Kenan bana seslenmesine neden olan kağıtları alıyordu ama o sırada hiç beklemediğim bir şey oldu. Sanki ilerideki kalabalığın içinden şu an burada olmaması gereken birinin yani Derya denen o köstebek kadının bana ve Kenan'a dik dik bakarak geçtiğini fark ettim. Çok saniyelik bir şeydi ama yine de telaşa kapılmama neden oldu. Bu yüzden de hiç düşünmeden o yöne doğru yürüyüp Kenan'a da yanından geçerken lavaboya gittiğimi ve beni dışarıda beklemesini söyledim.

Ancak bu aklımın bir oyunu olmalıydı çünkü nereye baktıysam onu bulamadım. Koridorun ortasında durup kalabalığın içinde onun yüzünü ararken telefonum çalmaya başladı. Kenan geciktiğim için meraklanmış ve neden hâlâ gelmediğimi soruyordu. Telefonu kapattıktan sonra geldiğim gibi geri döndüm. Hastaneden çıktığımda Kenan önüme geçip elindekileri uzatarak "Ultrason görüntüleriymiş. Bunlar da..." deyince o an ki sinirle elinden ultrason kağıdını alıp buruşturarak en yakın çöpe attım ve taksi çevirmek için yanından geçerken de gözüm dolsa da soğukkanlı görünmeye çalışarak "Henüz görmeye hazır değilim" dedim. Yanıma geldiğinde ikimiz de ilk gelen taksiye bindik. Kenan'ın yol tarifi yaptığı sırada gözlerimin önünde az önce yanından geçtiğimiz arabanın "34 DRY" ile başlayan plakası canlandı. Aaa! Bir bu eksikti!

"Kenan?"

"Ne oldu?"

"Buraya gelirken arkamızda bir araba vardı hatırladın mı?"

"Yeniden mi gördün?"

"Emin değilim ama senin hafızan zehirdir plakasını hatırlıyor musun?"

"34 DRY ** plakalı siyah bir arabaydı. Direksiyonun başında da koyu kumral soluk benizli dalgalı saçlı zayıf bir kadın vardı. Sol tekerleği çamurlu aynı taraftaki farın bulunduğu yerde de bir ezilme mevcuttu ve bu yeni olmuşa benziyor çünkü restoranın önündeyken araçta bu tür kusurlar yoktu. Niye soruyorsun Eylül?"

"Hiç"

Harika! Onca şeyin üstüne bir Cilveli Köstebek'e yakalanmamışlığım kalmıştı o da oldu sonunda! Umarım bu hastanede her şey usulüne uygun işliyordur demekten başka çarem yok. Hamile olduğumu öğrenmesini isteyeceğim son insanlardan biri de bu kadın çünkü.

Taksi bizi arabayı bıraktığımız yere getirdiğinde ne ben ne de Kenan tek kelime etmeden doğruca eve geldik. Bu gece yalnız kalmamın doğru olmayacağını düşündüğü için Kenan da benimle birlikte geldi. İtiraz edecek gücü kendimde bulamadım çünkü o bir şeyi yapmak istiyorsa zaten yapar. Karşı çıkmak ancak vakit kaybı olur. Kenan ceketini çıkarıp kendisini arayan Mine ile konuşmak için salona geçerken ben de üzerimi değiştirmek için odama doğru gittim.

Kapıyı açtığımda karşılaştığım manzara beni o ana yeniden geri götürdü ama bu defa içimde büyük bir boşluk oluştu. Öyle garip bir haldeydim ki sanki feryat figan ağlıyordum ama yüzüm bunu hiç ele vermiyordu. O hayatının mahvolduğunu anlayıp ortalığı yıkan Eylül gitmiş yerine tamamen hissizleşmiş bir Eylül gelmişti.

Yerdeki örtüyü alelade bir şekilde katlayıp kenara koyduktan sonra dolabımdaki boş kutulardan birini alıp yere eğildim. Halımın üzerine yayılan tüm yaseminleri doktorun yazdığı ama benim kanımla süslenen notu ve kırılan cam parçalarını o kutuya koyup tekrardan dolabımın içine kaldırdım. Kapağı kapatır kapatmaz da başımı gardolaba dayayıp bir süre o şekilde kaldıktan sonra üzerimi değiştirdim ve yastıkla pike alarak odadan çıktım. Salona geldiğimde Kenan da konuşmasını bitirip koltuğa geçmiş düşünüyordu. Yanına yaklaşıp elimdekileri koltuğun üzerine bıraktıktan sonra "Ben odamdayım. Kendi evin gibi takıl" deyince Kenan da konuşmak isteyip istemediğimi sordu. İstemedim. Sadece eğer yapabilecek kadar şanslıysam gözlerimi yummak ve en azından birkaç saat dinlenmek istedim.

İstedim ama yapabildim mi? Hayır yapamadım. Ne zaman gözlerimi yumsam ya kalbime bir bıçak saplanmış gibi hissedip acıyla tekrardan doğruldum ya da o yemek masasında yaptığım konuşmayla birkaç dakika içinde perişan ettiğim adamı düşünüp gözyaşlarına boğuldum. Her şey geçer derler ama bu gece yaşadıklarımın acısı hiçbir zaman geçmeyecek galiba.


........::::::::__Ahmet / Ertesi Sabah__::::::::........

Dün gece karşılıklı konuşup içimizi dökeriz diye Sinan'ın yanına geldim ama hiçbir şey konuşamadım. Israr etse de tek bir kelime bile çıkmadı ağzımdan. Anlatsam ne olacaktı ki? Eylül geri mi dönecekti ya da o adamı aslında sevmediğini mi anlayacaktı? Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ben bir sorunla karşılaştığımda onu alt etmenin bir yolunu öyle ya da böyle bir şekilde bulurdum. Yapım böyle ama şimdi bulamıyorum. Tam bana karşı ördüğü o sağlam duvarı yıkıyorum sanmıştım ki bu sefer de aramıza ucu sonu olmayan bir uçurum açtı.

"Ahmet..."

"Efendim Sinan?"

"Telefonun hâlâ çalıyor. Bakmayacak mısın?"

Hâlâ mı? Ne zamandır çalıyordu ki hiç farkında değilim. Pencerenin önünden çekilip sehpanın üzerindeki telefonu elime aldığımda Derya'nın beni defalarca aradığını ve en sonunda da bir mesaj bıraktığını gördüm. Benimle acilen görüşmesi gerektiğini yazmış. İyi de şu an hiç onunla konuşacak havamda değilim.

Derya'yı arayıp ona her ne konuşacaksa konunun beklemesi gerektiğini söylediğimde bana bunu kesinlikle duymak isteyeceğimi söyledi. Sonuç olarak Derya kazandı ve Sinan'da olduğumu söylediğimde buraya yakın olduğunu söyleyerek geldiğinde kapıya çıkmamı istedi. Ne söyleyecekse söylesin bakalım. Telefonu sehpaya geri bıraktıktan sonra açık olan balkon kapısından dışarıyı izlemeye başladım. Sinan da içeriden bir şeyler söylüyor farkındayım ama kafam başka yerde olduğu için ne dediğini anlayabiliyorum ne de karşı bir cevap verebiliyorum.

"Tek başına ne yapıyorsun burada?"

"Düşünüyorum"

"Hadi gel içeride konuşalım biraz"

"Burada konuş içeride boğulacak gibi oluyorum"

"Bay Güler Yüz'ü unutuyorsun"

"Dün sen de duydun Sinan kızını görmeye gitti. Kolay kolay gelemez"

Bir an kulağıma ilişen bu konuşmayla birlikte kendime geldim. Eylül'ün sesi değil mi o? Hayır hayır! Dalmıştım ve büyük ihtimalle de zihnimde onun sesi yankılanıyordu. O sırada Sinan da gelip bir şeyler yememi söyledi ama aklım gibi kulağımda nereden geldiğini anlayamadığım o sese odaklandı. Biri "Dün gece neler konuştuğunuzu anlatmayacak mısın?" diye sorduğunda bu sesin de tanıdık gelmesiyle sessizce balkona çıktım. Hafifçe eğilip aşağıya baktığımda balkon duvarına yaslanmış bir adam gördüm.

Yüzünü seçmek mümkün değildi ama Eylül'ün sesini yeniden duydum. O adamın sözüne karşılık "Hatırlamak bile istemiyorum Kenan. Öyle yaralayıcı şeyler söyledim ki ona böyle bir şey yaptığım için kendimi asla affetmeyeceğim" deyince yaşadığım şaşkınlığı hiçbir kelimeyle anlatamam. Birincisi konuşan kesinlikle Eylül'dü ikincisi de konuştuğu adam kesinlikle Tolga'nın kardeşi Kenan'dı. Balkondan geri çıktıktan sonra Sinan'a sessizce "Sadece aklımın hâlâ yerli yerinde olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Neden alt kattan Eylül'ün sesi geliyor?" diye sordum. Bana tuhaf bir şekilde bakınca kendimden şüphe etmedim değil. Aslında öyle bir ses gelmiyor mu yoksa?

"Sen bilmiyor muydun?"

"Neyi?"

"Eylül ev arıyormuş tesadüfen karşılaşınca ben de bu siteyi önerdim"

"Yani..."

"O da geldi ve ev sahibiyle konuşup evi tuttu"

"Bir dakika bir dakika! Şu an aşağıdaki balkonda oturan kadın... Eylül mü gerçekten?"

"Evet muhtemelen o"

Bütün gece onu düşünüp dertlenirken aslında o yanıbaşımdaydı yani. Geri dönüp perdeyi sonuna kadar açtıktan sonra Kenan ile ne konuştuklarını anlamaya çalıştım ama susuyorlardı. Hayır susmasınlar! Yalvarırım devam etsinler onu ve anlatacaklarını duymaya çok ihtiyacım var. Gözlerimi kapatıp ellerimi balkonun alçak duvarına dayadığımda Kenan'ın "Ona ne söyledin Eylül? Hadi konuş benimle" demesiyle ben de hemen ardından sessizce "Evet konuş Eylül lütfen konuş!" dedim ve cevap vermesi için pür dikkat ona odaklandım.

Sessizlik olduğu için aklımı kaçırmak üzereydim ama sonra Eylül sesi titreyerek "Ona başkasını sevdiğimi söyledim. Kalbimi ne kadar yaralamış olsa da onu hâlâ sevdiğimi bu yüzden de İzmir'e geri döneceğimi ve eğer bir şansımız varsa da bunu değerlendirmek istediğimi söyledim" dedi. Onu dinlerken dün geceye geri döndüm. Kalbimi delip geçen kurşunun acısı hâlâ ilk andaki gibi acı veriyordu. Bunu ikinci kez duymak hiç iyi gelmedi. Ama sonra bir şey oldu. Kafamı karmakarışık eden bir şey...

"Umarım bu bilinçaltından yükselen bir düşünce değildir çünkü öyleyse İzmir'e geri döndüğümde bunun ihtimalini ortadan tamamen kaldırabilmek için can sıkıcı yöntemlere baş vurmak zorunda kalabilirim"

"Saçmalama Kenan! Değil Buğra'nın yanına geri dönmek onun adını bile duymak istemiyorum! Aklı varsa bu saatten sonra karşıma da çıkmasın zaten"

"İyi bari en azından geç de olsa aklın başına gelir gibi olmuş"

Ne dedi? Doğru mu duyduğumu anlamak için yanımda duran Sinan'a döndüğümde bana sessizce "Buğra da kim? Eylül neden bahsediyor?" diye sordu. Bir bilsem! Ben... Ben hiçbir şey anlamıyorum. Madem o adamı sevmiyor o zaman neden bana sevdiğini söyledi? Konuşmalarına devam etmelerini beklerken biraz zaman geçti ama sonra "Ahmet'in tepkisi ne oldu peki?" diyen Kenan tekrardan balkona döndü. Konuşmalarının içinde adım geçince Sinan da şaşırıp bana doğru döndü. Ona olan bakışımdan artık derdimin ne olduğunu anlamışa benziyordu. İçimden yalvarır gibi "Hadi cevap ver Eylül devam et!" diye geçirirken Sinan da durum ortada olduğu için elini omzuma koyup bana destek olduğunu belli etti. Bunu yapmasına şaşırmadım. O böyle bir adam zaten...
"Hiçbir şey demedi Kenan... Diyemedi. Yüzüne bile bakamadım ama ne durumda olduğunu tahmin edebiliyordum. Duyduklarından sonra yıkıldı. Onu hayal kırıklığına uğrattım. Bunu yaşamayı hiç hak etmiyordu"

"Tamam belki laf dinlememene çok kızıyorum ama yine de sen de bunu hak etmiyordun Eylül. Bu ikiniz adına büyük bir talihsizlik oldu"

"Ona hoşça kal demeye hazırlandığım bir anda göz göze geldik. Orada olduğum sürece ilk kez kesintisiz baktık birbirimize. Ben o an anladım ki..."

"Ne anladın?"

Gözlerimi sımsıkı kapatmış "Göz göze geldiğimizde neyi anladın Eylül? Söyle yalvarırım söyle!" diye kendi kendime fısıldarken bir yandan Sinan'ın sakin olmamı söyleyerek omzumu daha sıkı tuttuğunu bir yandan da Eylül'ün "Onu kaybetmiş olmak her şeyden daha ağır geldi" dedikten sonra ağlamaklı bir ses tonuyla da "Olurmuşuz be Kenan! O ve ben olurmuşuz. Hissettim bunu... Ben hâlâ çabaladığımı zannederken o bana Buğra'yı çoktan unutturmuş bile ama ben görmek istememişim. Hem Ela hem de o haklıydı. Aşık olmaktan çok korktum. Belki de içten içe sonunda hüsran olacağını hissettim bilmiyorum ama korktum işte! Uzak tuttum kendimi... Ona aşık olmamak için çok direndim. Ne zaman direncimin kırılacağını hissetsem başaramasın diye her anlamda ittim onu... Ama fayda etmemiş. Dün gece akıttığım her damla gözyaşı kendimden çok onun içindi. Onu kaybettiğim içindi. Hayatımı Buğra gibi bir adam için mahvetmiş olduğuma gerçekten inanamıyorum" dediğini duydum. Mahvetmek ile neyi kastetti anlamadım ama zerre kadar umrumda da olmadı çünkü ben duymam gerekeni zaten duydum. Bu da yetti de arttı bile...

Balkonun önünden çekilip Sinan'ın "Ahmet nereye?" dediğini duysam da cevap vermeden kapıya doğru gittim. Açar açmaz da karşıma "Telefonunu çaldırıp duruyorum neden açmıyorsun?" diyen Derya çıktı. Ona manasızca bakıp kenara çektikten sonra yanından geçerek koşar adım merdivenlere yöneldim ve tam Sinan'ın alt katına denk gelen dairenin ziline basmaya başladım. Şu an sadece Eylül'ü görmek ve ona beni kaybetmediğini aksine sonsuza kadar kazandığını söyleyerek sımsıkı sarılmak istiyorum.

Kapının önünde sabırsızlıkla beklerken Kenan'ın "Açtım!" diyen sesini duydum. Kapı açıldığında da Kenan'ın şaşkın bakışlarına aldırmadan "Eylül'ü görmem lazım" dedim. Durumun tuhaflığıyla tam bana beklememi söylüyordu ki Eylül içeriden "Kim geldi Kenan?" diye seslendi. Kenan da bir ona bir bana bakıp geçmem için kapıyı sonuna kadar açtı. Kimin geldiğini görerek öğrensin istemiş olmalı. Teşekkür manasında omzuna dokunup içeriye girerken Eylül de salonun kapısına yaklaşır yaklaşmaz beni gördü. Karşı karşıya geldiğimizde de sanki benden korkuyormuş gibi bakarak geri geri gitmeye başladı. Bunu fark edince bir mana veremedim. O benden kaçar gibi uzaklaşırken ben de umursamadan hızla yanına gidip "Neden yaptın bunu?" diyerek sarılmak istedim ama geri çekilip beni de kendisinden uzaklaştırdı.


fhgj.jpg


"Dokunma!"

"Eylül seni duydum! Sinan'ın evindeydim ve az önce benimle ilgili söylediğin her şeyi duydum"

"Yanlış duymuşsun"

"Hayır doğru duydum. Bunu sen de biliyorsun"

"Yanlış duymuşsun diyorsam yanlış duymuşsundur! Git buradan doktor!"

"Gitmeyeceğim! Bana neden benden uzaklaşmak istediğini söylemediğin sürece buradan gitmeyeceğim"

"Sana söyledim!"

"Hayır sen bana gerçekte nefret ettiğin bir adamı sevdiğini ve onun yanına gideceğini söyledin. Neden yaptın bunu Eylül?"

Gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirirken söylemeye hiç de niyetli olmadığını anladım. Ondan net bir cevap duymayı bekliyordum ama bir anda salona giren Derya elindeki çiçeği sallaya sallaya "Ben de Eylül'ün evini bilmediğim için kutlamaya birlikte geliriz diyordum ama meğerse arkadaşın Sinan'ın alt katında oturuyormuş" dedi. Eylül ile aynı anda ona doğru baktığımızda Derya'nın Eylül'e olan bakışlarından hoşlanmayıp "Derya hiç sırası değil lütfen yukarıya çık!" dedim ama bunu yapmayacağını "Merak etme Ahmet sorun çıkarmaya gelmedim. Aksine buraya güzel bir şey için geldim" diyerek belli ettikten sonra Eylül'e dik dik bakarak "Seninle tanıtım gecesi küçük bir tartışmamız olmuştu. Ben orada biraz fazla ileri gittim galiba. Sana seninle yeniden karşılaşacağız ve inan bana bu karşılaşma hiç hoşuna gitmeyecek demiştim ama büyük konuşmuşum çünkü dediğim gibi buraya güzel bir nedenden dolayı geldim" dedi. Eylül sanki ne yapacağını anlamış gibi huzursuzca ona bakarken Derya'da gözlerini üzerinden ayırmadan elindeki çiçeği "Bunu sana uzatılmış bir zeytin dalı olarak düşün" diyerek uzatıp sonra da bana baktı ve gülümseyerek Eylül'e dönüp "Tebrik ederim hamileymişsin! Şanslı bir bebek olacak. Atahanların yeni yüzü olduğuna göre şimdiden uğurlu gelmiş sana" dedi. Salonda derin bir sessizlik oldu. Ya da ben büyük bir şok yaşadığım için etrafımda yükselen seslere kayıtsız kaldım.


wteyrutı7yo8u9.gif


Derya'nın söylediği şeyi algılamaya çalışırken bir an gözüm uzattığı çiçeğe doğru kaydı. Kurdelesine kırışık bir ultrason fotoğrafı zımbalanmıştı. O ana kadar kendi içimde inkar etmeye çalışıp bunun yalan olduğunu söylemesini umduğum için bakışlarımı Eylül'e doğru döndürdüm. Ne saçmalıyorsun de yok öyle bir şey de ama bir şey de Eylül! Bana doğru bakmak istese de bunu yapamayıp önüne döndü ve sert bir şekilde bakıştıkları Derya'nın yanından geçip Kenan'ın durdurmaya çalışmasına aldırmadan evden çıktı. Yalanlamadığına göre bu kabul ettiği anlamına mı geliyor yani?

Yaşadığım ikinci şokla sarsılırken Derya da bana doğru bakıp "Hay aksi! İstemeden aile içinde kalması gereken bir sırrı deşifre etmiş gibi oldum. Herhalde bu müjdeyi kendisi vermek isterdi. Bana gücenmemiştir değil mi? Sonuçta zeytin dalını da yeni uzattım aramızda sıkıntı olsun istemem" dedi. Samimiyetine inanmak istesem de bu konuda biraz epey zorluk yaşıyorum demeli miyim? Belki de yorumsuz kalsam daha iyi olur.

Derya'yı orada bırakıp tuhaf bir sakinlikle kapıya doğru gittikten sonra evden çıktım. Sinan'ın yanına çıktığımda ağzımı bıçak açmıyordu. Ne diyeceğimi de bilemedim zaten. Sadece eşyalarımı toparlayıp onu sonra arayacağımı söyleyerek aşağıya indim. Arabaya geçip hareket ederken de demek Eylül'ün bana söyleyemediği şey buymuş diye düşünmeden edemedim. Nefret ettiği bir adamın bebeğini bekliyormuş meğerse. Hayatımı bu adam için mahvettiğime inanamıyorum dediğinde de kastettiği buymuş herhalde.

O kadar garip hissediyorum ki bu hissettiklerime ben bile inanamıyorum. Bir yanım bu bebek haberini sindirmekte epey güçlük çekse de diğer bir yanım ne düşünüyor bilmiyorum ama tuhaf bir şekilde rahatlamışa benziyor. Belki de o adamı hâlâ seviyor olması canımı her şeyden daha çok yakardı. Ama sevmediği gibi ondan nefret ediyormuş. Aman Allah'ım şükrettiğim şeye inanamıyorum.

Sokaklarda başıboş gezerken bir süre sonra kendimi kardeşimin evinin önünde buldum. Aramız yeni yeni düzeliyor biliyorum ama Selim ile konuşmaya çok ihtiyacım var. Hiç ikilemde kalmadan arabayı evin önüne çekip bahçeden hızlı adımlarla geçerek kapı ziline bastım. Birkaç saniye içinde de kapı Meral tarafından açıldı. Yine mi ayaktasın Meral? Ama ben dinlenmen gerek derken gerçek bir dinlenmeyi kastediyordum. Beni görünce şaşırdı ama yine de geldiğim için sevindiğini çünkü bizi çok merak ettiğini söyledi. İçeriye girdikten sonra Müberra Sultan'a bir merhaba deyip hemen salona geçtik. Ev çok sessiz ve gereğinden fazla sakindi. Bugün pazar olduğu için bu bana biraz garip geldi.

"Selim ile Kaan yok mu?"

"Beraber baba oğul günü yapmaya karar verdiler"

"Sen?"

"Biz Selim ile biraz gerginiz Ahmet ağabey"

"Hiç bahsetmediniz. Ne oldu peki?"

"Boş ver çok tatsız konular tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Ya sen ne durumdasın? Ben sabahtan beri Eylül'ü arıyorum ama telefonunu açmıyor"

"Ben onun yanından geliyorum"

"Gerçekten mi?"

"İkimizle alakalı onun ağzından o kadar güzel şeyler duydum ki"

"Ne duydun?"

"Dün gece beni kaybettiğini düşünmek ona her şeyden daha ağır gelmiş. Bana kalbinde başka biri olduğunu ve onu hâlâ sevdiğini söylemişti ama bugün bir itirafına şahit oldum. Arkadaşına bana onu unutturmuş ama ben fark etmemişim dedi. Bana aşık olmaktan hep korkmuş. Ne zaman sınıra yaklaşsam bunu anladığı için uzak durmuş benden ama fayda etmemiş"

Bunları duyunca Meral'in yüzü aydınlandı ama malum nedenden ötürü aynı şey benim için geçerli değildi. Sessiz kalmamın da merak uyandırmaktan başka bir işe yaramadığı açıktı. Bu yüzden de direkt konuya girip "Sen biliyor muydun Meral?" diye sordum. Haklı olarak neden bahsettiğimi anlayamadı ve "Neyi?" diye sorup benim de nasıl söyleyeceğimi bilemeyerek sessiz kalmamla birlikte ısrar edip "Ahmet ağabeyi neyi biliyor muydum?" dedi. Zorlukla yutkunup gerçek olduğunu kabullenemesem de "Eylül'ün hamile olduğunu" dememle birlikte büyük bir şaşkınlık yaşadı. Yüz ifadesinden bu konu hakkında en ufak bir fikri bile olmadığı belli oluyordu.

"Ne!"

"Bilmiyor muydun?"

"Hayır tabii ki bilmiyordum. Sen nereden öğrendin Ahmet ağabey?"

"Derya söyledi"

"Ona mı inandın yani?"

"Eylül'ün yanında söyledi ve o da yalanlamadı Meral"

"Nasıl yani! Eylül kabul mü etti?"

"Hayır diyemedi. Bizi orada bırakıp gitti"

"Nereye gitti?"

"Bilmiyorum

"O halde gitmesine nasıl izin verdiniz?"

"Yalnız değildi yanında Kenan vardı. Tolga'nın kardeşi yani"

"Neden telefonlarımı açmıyor ya da neden bana ulaşmıyor anlamıyorum. Bunca şey olurken benim onun yanında olmam lazımdı"

"O da kendinde değil gibi. Sanki hamile olduğunu öğrendikten sonra bambaşka bir Eylül olmuş. Bakışları bile donuktu. İyi değil Meral ve ben kendisini iyi hissetmesini sağlayacak hiçbir şey yapamıyorum çünkü ben de hiç iyi değilim"

Meral ne düşüneceğini şaşırmış gibi bakarken bir anda "O adam da biliyor muymuş? Yani İzmir'deki..." deyince başımı ellerimin arasına alarak eğdim. Sanırım başka bir adamla ilgili şeyler duymaya tahammülüm yokmuş. O halde dururken Meral kolumu tutup "Peki sen ne hissediyorsun Ahmet ağabey?" diye sordu. Kilit bir soru! Acaba ben ne hissediyorum? Aslında düşünmeme bile gerek yoktu. Ne hissettiğim başından beri ortadaydı.


sdfgh.png


Başımı kaldırdıktan sonra Meral'e dikkatle bakarak Eylül ile ilgili başından sonuna kadar aklımda yer etmiş olan her şeyi gözümün önünden geçirmeye başladım. Güzel başlayıp bir facia ile sonlanan hikayemizi düşünürken belki de bir daha onu hiç göremeyeceğim gerçeğiyle yüzleşince gözlerimin dolmak üzere olduğunu anlayıp kendime zar zor hakim olarak "Eylül'e aşık olduğumu hissediyorum Meral. Öğrendiğim onca şeye rağmen bunu hissediyorum ve bu canımı daha da çok yakıyor" dedim.

Buruk bir halde başını omzuma koyup "Peki böyle hissediyorsan şimdi ne yapacaksın? Eylül'ün de gerçekte seni sevdiği ortada... Çok zor biliyorum ama Eylül'ün yanında olmaya devam mı edeceksin yoksa onu unutmaya mı çalışacaksın?" diye sorunca ben de ona bir soru yönelterek "Her şeyi bile bile yine de yanında kalmak istesem bu beni nasıl bir adam yapar Meral?" dedim. Bir yanım hâlâ kabullenememek konusunda beni ciddi anlamda zorluyor ama bir diğer yanımda onunla kalabilmenin yolunu arar halde. Sessiz kaldı ama sonra "Bunu herkes yapamaz kabul ediyorum. Hatta sen de yapamayabilirsin bunun için kimse seni suçlayamaz ama yaptığın takdirde bu seni sevgisini aşkını sevdiği kadını her şeyin üstünde tutan güçlü bir adam yapar. Bir kadın için de bundan değerlisi yoktur" dedi.

Birbirimize bakarken bir an Eylül'ü düşündüm de o da bu haberi benim gibi yeni öğrenmiş olmalı. Yoksa bu tavrını çok daha önceden gösterir ve değil yemek teklifimi kabul etmek bir daha da karşıma çıkmazdı. Aynı bugün de yapacağı gibi yani. Sinan'ın yanına gitmemiş olsaydım bunları bilemeyecek ve onu da bir daha göremeyecektim. Bana karşı bu kadar güçlü hisleri olduğundan bile haberim olmayacaktı.

Bugün Eylül'ün benimle ilgili neler hissettiğini duyduktan sonra önümüze hangi engel çıkarsa çıksın onu bir şekilde aşabiliriz gibi gelmişti. Yeter ki kalbinde benden başka biri olmasın diyordum ama bu da çok ağır geldi. Onu sevdiğimi ve artık onun da beni sevdiğini biliyorum ama bugün yaşanılanlardan sonra duyduğum şeyleri aşmayı başarıp Eylül'ün yanında olabilir miyim onu bilemiyorum.


etrdtfg.gif



........::::::::__Eylül / Bir Ay Sonra - İzmit__::::::::........

Tam bir ay önce her şeyi ardımda bırakıp İzmit'e annemin yanına geri döndüm. Beni büyük bir mutlulukla karşılayan anneme hamile olduğum haberini vermek tahmin edileceği üzere hiç de kolay olmadı. Haklı olarak kızının böyle bir duruma nasıl düştüğünü anlayamadığı için hem çok üzüldü hem de bana çok kızdı. İşin aslı şu ki hâlâ benimle bir yabancıymışım gibi konuşuyor. Kızgınlığı sona ermediği gibi azalmadı da...

Anneme bebeğin babasının Buğra olduğunu da söyleyemedim. Daha doğrusu söylemek istemedim. Annem Buğra'yı seven nadir insanlardan biridir. Bunu onu tanımamasına veriyorum çünkü annem onu sadece Ela'ya "arkadaşça" yaptığı "sözde" yardımla tanıdı. Sonradan kızın hayatını cehenneme çevirdiğini bilmiyor tabii.

Doktor ile ilgili ne düşünüyorum diye merak edenler varsa söyleyeyim. Düşünmemeye çalışıyorum. Onu hatırlatacak her şeyden mümkün mertebe uzak duruyorum çünkü bunu yapmadığım zaman her şey daha da zorlaşıyor. Şu an olduğu gibi...

Yanıp kavrulan kalbimin alevleri belki söndü ama bu bir ay içinde de yerini kaskatı bir taş kütlesine bıraktı. Kısacık bir süre içinde hiçbir şeye karşı müsamahası olmayan sert ve son derece duygusuz bir kadına dönüştüm. Bunu sadece ben söylemiyorum. Annem de böyle düşünüyor olacak ki bazen dayanamayıp bunu yüzüme çata çat söylemekten çekinmiyor.

Ben bebeğin ultrason görüntülerine de hâlâ bakmadım. Bunu şiddetle reddediyorum. Hatta hamileliğimi takip edecek olan doktorumun onunla alakalı elime tutuşturduğu her ne varsa bakmadan bir kutunun içine koyuyorum. Görmek istemiyorum çünkü henüz onunla aramızda duygusal bir bağ kurmaya hazır değilim. Şu an bu bebekle ilgili her şey bana hayatımı hiç umursamadan hallaç pamuğu gibi dağıtan o insan müsveddesini hatırlatıyor. Bu yüzden de nefretimin bu bebeğe karşı olan bakış açımı olumsuz etkilemesini istemiyorum. Bu konuda zamana ihtiyacım var ve ben o zaman gelene kadar da bu inadımı sürdüreceğim.

Her neyse...

Sonuç olarak artık hayattan hiçbir beklentim kalmadı.

Öylesine yaşayıp gidiyorum işte...


........::::::::____::::::::........


"Eylül..."

Sipariş edilen tatlıları ve kahveleri bir tepsiye koyup mutfaktan çıktıktan sonra anneme neden seslendiğini sorarak müşterilerin yanına geçtim. Kasanın arkasında durmuş çantasının içinde bir şeyler arıyor gibiydi. Tepsidekileri tek tek masalara bırakırken dışarıda biraz işleri olduğunu söyleyerek onsuz idare edip edemeyeceğimi sordu. Ben kafeyi idare ederim de müşteriler beni idare eder mi orasını bilemem.

Tepsideki son tatlıyı köşede sessiz sedasız kitabını okuyan genç kızın önüne bıraktıktan sonra yanımdan geçen anneme de burayı merak etmemesini söyledim. Gerçi bunu söyledim de yan masadaki genç çocukların iddialaşma ile ilgili konuşmaları kulağıma gelince söylediğim şey biraz havada asılı kaldı. Sarışın olan çocuk iddiaya girdiklerini söylerken esmer olan da aksini savunup onun üstüne üstüne gidiyordu. Onların bu tatlı sert girdin girmedin tartışmaları da bana doktoru hatırlatmaktan başka bir işe yaramadı.

"Seninle ilgili ne hissettiğimi söyleyeyim mi?"

"Çok isterim"

"Kafamı bozuyorsun!"

"Bu negatif düşünceyi düzeltmem için bir fırsat ver o zaman"

"Öyle bir fırsatın olmayacak"

"İddia kabul edildi"

"Ne? Ben seninle iddiaya falan girmedim"

"Girdin"

"Doktor!"


"Eylül!"

erthrytu.png


Dalmış bir halde doktorla didiştiğimiz o günü düşünürken annemin koluma dokunup "Neyin var senin? İyi değilsen kalabilirim işim o kadar da acil değil" demesiyle kendime geldim ve hemen toparlanıp nerede olduğumu algılamaya çalışarak "İyiyim ben daldım sadece. Bir şeyim yok" dedim. Aklı kalsa da fazla gecikmeyeceğini söyleyerek kafeden çıktı. Kapıdan gidişini izleyip sonra da içeriye geri döndüm. Boş masalardan birine geçip oturduğumda zihnim doktorla dopdoluydu. Benden sonra ne yaptığını ve hayatına eskisi gibi devam edip edemediğini düşünmediğim tek bir günüm bile geçmedi. Umarım bugün dünden daha iyisindir doktor...

"Bakar mısınız? Hanımefendi!"

"Efendim?"

"Bir limonata alabilir miyim?"

Haftada belki de üç beş kez muhatap kaldığım bu soruyla birlikte elimde olmadan sinirlenip "Limonata satmıyoruz!" dediğimde karşı taraftan "Neden sinirleniyorsunuz hanımefendi insan gibi sorduk!" yanıtını alınca oturduğum yerden kalktım. Ters bakışlarımı karşımdaki gencin gözlerine dikip elimle de kafenin girişindeki tabelayı göstererek tam "Orada ne yazıyor gördün mü? Limonata..." diyordum ki bir anda sözüm "...içmiyoruz içirtmiyoruz. Sormayın!" diyerek tamamlandı.

Yaşadığım şoku atlatamadan refleksle arkamı döndüğümde burada ne aradığını zerre kadar bilmediğim doktorla burun buruna geldim ve ona çarpmamak için de büyük bir çaba harcadım. Aynı tanıtım gecesinde olduğu gibi göz göze bir halde birbirimize temas etmemeye çalışarak yanımızdan süzülüp farklı yönlere doğru kayarken bana "Bir insan hiç mi değişmez? Hep bir agresif hep bir sinirli ama hep de bir güzel..." dediğini işittim ve zorlukla yutkunup "Neden geldin doktor?" diye sordum. Aslında gerçek olup olmadığı konusunda da ikilemde kalmadım değil çünkü onun burada olması mümkün değildi.

retyuıo.png


Etrafa şöyle bir baktıktan sonra gözlerini gözlerime dikerek "Ne yani ben şimdi limonata içmek istesem içemeyecek miyim?" diye sordu. Hayal mi o ya? Aklım mı karıştı benim yoksa uyanıkken rüya falan mı görmeye başladım? Kendime gelebilmek için gözlerimi sıkıca yumup tekrardan açtıktan sonra onun yolundan gitmeyi deneyerek "Hayır içemeyeceksin!" dedim. Gülümsüyordu. Bu gülüşü hatırlıyorum. Hayır hayır o gerçek değil! Sadece görmek istediğim için onu görüyorum. Gerçek olmayıp sadece acı veren bu rüyavari şeyden bir an önce uyanmam gerekiyor.

Gözlerini kısıp bana yan yan bakarak "Peki ısrar edersem?" deyince sinirle hayal olduğunu düşündüğüm bu görüntünün üzerine doğru yürüyüp kolumu boğazına dayadım ve sırtı duvara çarparken de "Israr ettiğin takdirde neler olabileceğini hatırlıyor olmalısın!" dedim. Ama o anda garip bir şey oldu. Hayal değildi. Doktor gerçekten de karşımda duruyordu. Onu hisseder hissetmez kolumu çektim ve geri durup arka tarafa gitmek için bir hamle yaptım ama o kolumu yakalayıp beni kendisine doğru çevirdikten sonra "Neden geldiğimi sormuştun" dedi. Gözlerine dik dik bakmayı sürdürerek "Saçmalamıştın!" dediğimde gülümserken aniden ciddileşip beni kendisine doğru daha da yaklaştırarak "Buradayım çünkü içimden gelen bir ses bu onu görmek için son şansın olabilir dedi. Sen de kalbinin sesini dinleyen bir adam olduğumu hatırlıyorsundur herhalde" dedi.

sfdxgfchvh.gif


Kahretsin!

Yapma bana bunu doktor!

Daha mevcut durumuma bile alışamamışken yine sil baştan başlatma bana her şeyi...



Video The Originals dizisi için hazırlanmış ama sözleri uygun olduğu için eklemek istedim. Yapanın ellerine sağlık...

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
sfgdh.png


23.Bölüm : Geri dönmeni istiyorum

........::::::::__Ahmet / İstanbul__::::::::........

(İzmit'e gitmeden önce)

Eylül'ün gidişinin ardından tam bir ay geçti. O yokken sanki onu kaybettiğim günü tekrar tekrar yaşıyormuşum gibi hissettim. Her yeni gün bir kez daha kaybettim onu... Kalbim aynı acıyı defalarca tadıp ağır tahribat altında kaldı ve ben onu iyileştirecek bir yol bulamadım.

Neredeyse tüm vaktim hastanede geçiyor. Beni tanıyan herkes bu aralar yorgun göründüğümü söyleyip kendimi biraz dinlendirmem gerektiği konusunda ısrarcı. Ama ben dinlenmek istemiyorum. Bunu ne zaman yapmaya kalksam Eylül'ün hayali sarıyor dört bir yanımı. Şu an bile bir yerlerden "Hey doktor!" diyen sesi kulağıma çalınacakmış gibi hissediyorum.

Hayatımdan bu kadar büyük bir hızla çıkmasını hâlâ kabullenemiyorum. Beni en çok acıtan şey de onu her gün bir önceki günden daha fazla özlemiş olmam oluyor. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur denmez miydi? Ben de neden tam tersi oldu? Neden onu günden güne unutmam gerekirken günden güne daha da çok özler oldum?

Hastaneye döndüğümde ilk defa kendim için çıktım o çatıya... Derdi tasası olan herkesin yaptığı gibi çekirdeğimi aldım ve rüzgara karşı durup bir şeylerin bana iyi gelmesini bekledim. İşe yaramadı. Bir ay boyunca neredeyse her gün çıktım o çatıya ama sonuç hep aynıydı. Ne elimdeki paketten tek bir tane bile çekirdek yiyebildim ne de sıkıntımı hafifletebildim. Öylece dalıp gittim uzaklara... Aslında biraz da korktum galiba. Ya elimdeki paket bittiğinde içime bir su serpilir ve ben kendimde hayatıma kaldığım yerden devam edebilecek gücü bulursam diye korktum.

Kafamın içi o kadar karmakarışık ki... Bir yanım "Onu buldun o da seni buldu birbirinizi kaybedemezsiniz" derken diğer yanım "O gün konuşulanları hatırla! Eylül şu an başka bir adamın çocuğunu taşıyor bu gerçeği göz ardı edebileceğine inanıyor musun?" diyor.

Sonuç olarak ne yapacağımı da ne yapmayacağımı da bilmiyorum.

Sıkışıp kaldım bu cenderenin içinde...

........::::::::____::::::::........

tumblr_nwrsonABWi1tbpk40o1_500.gif


"Ahmet!"

Kardeşimin sesini duymamın verdiği şaşkınlıkla arkamı döndüğümde Selim de bana doğru adım adım yaklaşıp "Seni görmeye gelmiştim bana burada olduğunu söylediler" dedi. Yan yana durup birbirimize bakarken ihtiyacım olan şeylerden birinin de kardeşimin desteği olduğunu fark ettim. Yine durdu durdu en doğru zamanda çıktı ortaya.

Aslında bu aralar onun da keyfi yok. Şirkette büyük bir kriz yaşandı ama onu en çok yoran şey bu krizin başrolünde Meral'in olmasıydı. Onca zamandır üzerinde çalışılan özel serinin ikinci önemli parfümü olan EsirEt'in içeriği büyük bir oyunla rakip firmanın eline geçmiş ve Meral bunun nasıl olduğunu bile anlayamamış. Meral diyorum çünkü şüpheleri tamamen onun üzerine çektiler. Bu kızı öyle bir dalaverenin içine nasıl bulaştırdılar bilmiyorum ama bir dolap döndüğü en başından belliydi.

Ama daha da kötüsü var. İkisi adına en çok üzüldüğüm şey Meral'in hamileliğinin düşükle sonlanma ihtimalinin oldukça artmasıydı. Şu an çok dikkatli olmalı ve hamileliğinin ilk dönemini atlatana kadar stresten uzak kalıp iyice dinlenmeli. Bir kere ters giden bir şey oldu mu her şey üst üstte gelir derler. Bizim açımızdan üst üstte demek biraz hafif kaldı. Tüm sorunlar adeta bir inşaat kepçesiyle bu ailenin üzerine yığılıyor gibi.

Elimdeki çekirdek paketini "Bizim buralarda canı sıkkın olan çekirdek çitler" diyerek Selim'e doğru uzattığımda bana buruk bir tebessümle "Ben pek çekirdek yemem ama yine de sağ ol" dedi. Bir an Eylül'ün ağzıyla bir espiri patlatıp "Asortik kajucusun yani" diyecektim ama yapamadım. Kaju boğazımda kaldı çünkü Eylül aklıma gelir gelmez yine bir hüzün çöktü içime.

"Al al adettendir. Ben de yemiyorum zaten"

"Yemiyorsan ne yapıyorsun peki?"

"Sadece elimde tutuyorum. Maksat adet yerini bulsun"

Elini "İyi geliyor mu bari?" diyerek uzattığında avucuna bir miktar çekirdek döküp keyifsiz bir tonlamayla da "Gelmişe benziyor mu?" diye sordum. Bunu sormam bile cevabımın ne olduğunu alenen belli ediyordu. Kardeşim çatılan kaşlarıyla tüm ciddiyetini takınıp beni baştan aşağıya inceleyerek "Berbat görünüyorsun" deyince hissettiğim sıkıntıyla iç çekip "Benim için hep içi dışı bir adamdır derlerdi. Doğruymuş demek ki" dedim. Bir süre öylece durup manzarayı izledik.

"Meral nasıl?"

"İyi olmaya çalışıyor ama bebek için çok endişeli"

"Tahmin edebiliyorum. Meral senden daha hassas ona destek olmalısın"

"Oluyorum ama sanırım bu aralar benim de biraz desteğe ihtiyacım var"

"Beni nerede bulacağını biliyorsun"

"Evet çatıda..."

"Bu aralar böyle... Peki seni buraya getiren şey ne Selim?"

"Buraya gelmeden önce iş ile alakalı bir konuda fikir danışmak için babamı aradım. Uzun uzun konuştuk. Bizi bilirsin işte konuşmaya başlayınca da laf lafı açtı. O sırada bana iyi görünmediğini ve birkaç gündür de eve gelmediğini söyledi. Ben de belki konuşmaya ihtiyacın vardır diye düşündüm"

"Konuşmayı bilmem ama yanımda olmana ihtiyacım varmış. Geldiğin için teşekkür ederim"

"Teşekkür etmene gerek yok. Sen aramızda sorunlar yaşanmış olmasına rağmen hep benim iyiliğimi gözettin. Meral'in nelerle boğuştuğundan haberim bile yoktu ama sen hep onun yanında oldun. Desteğini üzerinden hiç çekmedin. Sen bana ellerimden kayıp gitmek üzere olan canımı geri verdin Ahmet... Şimdi yanında durup derdine ortak olmak istemişim çok mu?"

"Unuttun galiba ağabeyler kardeşlerinin canının yanmasına asla izin vermezler. En azından bilerek yapmazlar"

"Unutmadım"

"Hiçbir zaman da unutma"

"Meral dün akşam Eylül ile konuştu"

"Nasılmış?"

"Hâlâ annesinin yanındaymış ve bebeğin babasına da bu durumundan bahsetmemiş. Onun hayatlarında olmasını istemiyormuş. Meral genel hali dışında bu konuda da çok katı olduğunu söyledi. Annesine bile onları bir araya getirmeye çalışır diye o adamın kim olduğunu söylememiş"

"İlk defa ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum"

"O halde düşünmeyi bırak ve sadece ne istediğini hissetmeye çalış"

"Aklım başka söylüyor kalbim başka..."

"Ne bekliyordun ki? Aradığın cevabın altın bir tepside önüne sunulup hayatın sana torpil yapmasını mı? Tecrübeyle sabittir ki öyle bir şey olmuyor"

"Haklısın. Sen nasıl yapıyorsun Selim?"

"Neyi?"

"Kritik anlarda çoğunlukla doğru kararlar veriyorsun. Ne yapacağını bilemediğin zamanlar o doğru sonuca nasıl varıyorsun?"

"Biliyorsun ki ben her zaman annesinin sözünü dinleyen bir çocuk oldum"

"Ben de her zaman dinlermiş gibi görünüp türlü türlü haylazlıklar peşinde koşan bir çocuk oldum"

"Bu da kardeşler arasında bir denge herhalde"

"Öyle olmalı"

"Küçüktüm ve annem bir gün benim için önemli olan bir konuda kalbimin sesine güvenmemi çünkü onun beni asla yanıltmayacağını söylemişti. Ben bu sözü hiç unutmadım biliyor musun? Ne zaman ikilemde kalsam ya da ne yaparsam yapayım doğru şeyi yapmayacağımı hissetsem mantığımı otomatikman devreden çıkarıp kalbimin sesine kulak veriyorum. Beni gerçekten de hiç yanıltmadı"

"Benim kalbim benden çok zor bir şey istiyor"

"Ne istiyor?"

waresrdetrfyu.gif


"Her şeye rağmen Eylül'ü geri istiyor"

"Zor bir durum olduğunu inkar edemem"

"Benim yerimde sen olsaydın yine de kalbinin sesini dinleyebilir miydin Selim?"

"Bu soruyu Meral'i tanımadan önceki Selim'e sormuş olsaydın sana hoşuna gitmeyecek bir yanıt vererek bu konuda kalbime söz geçirmesini bilirdim derdim ama söz konusu olan Meral olunca ne kadar acizleştiğimi sen de biliyorsun. Bana ne yaptı inan bilmiyorum ama sanki dünyayı başıma yıksa yine de ona olan aşkım hiç sönmeden alev almaya devam eder gibi hissediyorum. Ben bile bazen kendimi tanıyamıyorum ama bu şikayetçi olduğum bir şey de değil galiba"

"Bu Selim kalbini dinlerdi yani"

"Büyük konuşmamak lazım ama sanırım onu gerçekten sevmişsem ve onun da beni gerçekten sevdiğine inanmışsam ne kadar yok saymaya çalışsam da kalbim er ya da geç bana dediğini yaptırırdı. Belki bu hemen olamazdı ama bir gün mutlaka kalbime yenilip soluğu onun yanında alırdım. Aşk böyle bir şey Ahmet... Yapamam dediğin kabullenemem olmaz dediğin ne varsa yaptırıyor insana ve sen buna karşı koyacak gücü kendinde bulamıyorsun"

"Eylül'ün bir çocuğu olacak Selim"

"Aynı şey değil biliyorum ama Meral ile tanıştığımızda ben de bekar bir babaydım unutma. Kaan benim öz çocuğumda olabilirdi ki kalben öyle zaten. Meral'e bu konuda minnettarım çünkü öğrendiğinden bu yana bunu bir kere bile olsun sorun yapmadı. Hatta Kaan ile ikisi benim bile düşünemediğim kadar çok bağlandılar birbirlerine. Aralarında benden bağımsız işleyen özel bir bağ var. O kadar şanslı hissediyorum ki Meral tam anlamıyla oğlumun hayatındaki anne boşluğunu doldurdu. Sırf bu bile onu gözümde o kadar değerli bir yere taşıyor ki..."

"Ya o adam... Artık her kimse! Öğrenince ne olacak? Ya ikisi çocuk için bir araya gelmeye karar verirlerse ya da daha da kötüsü Eylül onu hâlâ sevdiğini anlarsa ne olacak?"

"Anladığım kadarıyla bu pek mümkün görünmüyor. Meral'in dediğine göre Eylül'ün en net olduğu konu o adamı bir daha hayatına hiçbir sıfatla sokmak istememesiymiş"

Kardeşimin sözlerinden sonra düşünmek için bir müddet sessiz kaldım. Meral'in daha önceden bana Eylül ile ilgili söylediklerini ve Selim'in az önce söylediklerini birbiriyle harmanlayıp gerçekten ne istediğimi sordum kendi kendime. Neyi yaparsan ya da neyi yapmazsan pişman olursun Ahmet dedim. Sanırım benim de en net olduğum konulardan biri Eylül olmadan bir daha mutlu olamayacağımı bilmemdi. Ömrümün sonuna kadar onun aklımın bir kenarında bir keşke olarak kalmasını istemiyorum. Ben ikimize çok inandım ve bu inancın boş yere bu kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum.

Bu konuşmanın bana gerçekten iyi geldiğini belirtmem gerek. Kafamın içinde doğru düşünmemi engelleyip hep bir ağızdan konuşan o akıl bulandırıcı seslerin yok olması beni çok rahatlattı. Netleşen bakışlarımı Selim'e döndürdüğümde o da hiçbir şey söylemeden bana baktı. Sanki ne diyeceğimi de az çok anladı. Birbirimize dikkatle bakarken birazdan söyleyeceklerimi tüm kalbimle hissederek "Eylül'e karşı tahmin edemeyeceğin ölçüde büyük bir sevgi besliyorum. İnan bu kadar kısa bir sürede bu kadar yoğun bir sevgi nasıl oluştu ben de bilmiyorum ama oldu işte... Sanki hayatımda eksik olan bir parça varmış ve o parçanın yarattığı ebedi boşlukta onunla birlikte dolmuş gibi" dedikten sonra kardeşimin tebessüm etmesiyle de sözlerime devam edip "Yeniden bir araya gelebilir miyiz gelirsek nasıl olur neler yaşarız üzer miyiz yoksa üzülür müyüz gerçekten bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var o da Eylül'süz devam edemeyeceğim. Şu an tam olarak bunu hissediyorum. O ne düşünür hiçbir fikrim yok ama ben hayatımda bir şekilde de olsa var olsun istiyorum. İyi mi yoksa kötü mü bilmeliyim. O buradan uzakta baş etmekte zorlandığı sorunlarla boğuşurken ben burada rahat olamıyorum Selim. Aklım sürekli onda. İster onu seven bir adam sıfatıyla ister arkadaşı sıfatıyla ya da sadece bir yabancı olarak yanında olup ona destek olmak istiyorum. Her şeye rağmen elini tutup tüm bunların geçeceğini söyleyerek içini ferahlatmak istiyorum. Hissediyorum Selim... Ne kadar zorlandığını da ne kadar acı çektiğini de hissedebiliyorum çünkü ben de ondan farklı değilim" dedim. Kardeşimi şaşırtmadım galiba. Sanki bunları düşündüğümü zaten biliyormuş gibiydi.

Selim eliyle omzuma yumuşak bir vuruş yaparken bir yandan da söyleyeceği şeye bir anlam verememiş gibi gözlerini kısarak "Sen neden hâlâ buradasın Ahmet? Ruhun çoktan yola çıkmış bile hadi git geç olmadan yetiş ona" deyince o kafamın içindeki tüm belirsizlikler bu konuşmayla birlikte yok oldu. Sahi neden hâlâ buradayım ki? Kardeşimle birbirimize tebessümle bakarken bir yandan da çatıdan çıkıp aşağıya indik.

"Ahmet benim artık şirkete geri dönmem gerekiyor. Durumları biliyorsun"

"Onca işinin arasında vakit ayırıp beni görmeye geldiğin için teşekkür ederim"

"Dedemizin küçükken bize öğrettiği ilk şey neydi hatırlıyor musun?"

"Hatırlıyorum"

"Konunun ne kadar önemli olduğunu fark etmez"

"Aile her şeyden önce gelir"

Selim bu söylediğimi manalı bir bakışla tekrarlayıp "Aile her şeyden önce gelir" deyince ikimiz de aynı anda tebessüm edip birbirimize sarıldık. Sanırım aramızdaki o buz kütlesi de sonunda tamamen yok oldu. Konuşmayı da geçtim buraya gelmesi bile benim için her anlamda çok değerliydi. Üzerimden öyle bir ağırlık kalktı ki sanki tüm dünyanın yükünü sırtımda taşıyormuşum da bundan haberim yokmuş gibi hissettim. Umarım bir daha asla birbirimize ters düşmek zorunda kalmayız çünkü ben kardeşimi bir kez daha kaybetmeyi hiç istemiyorum.

Selim ile vedalaştıktan sonra odama doğru yürürken bir yandan da birkaç günlüğüne izin alabilir miyim diye düşündüm. Hafta başında kritik bir ameliyatım var ama onun dışında çok da önem arz eden bir durum yoktu diye hatırlıyorum zaten araya da hafta sonu giriyor. Ayrıca mesleki anlamda yokluğumu aratmayacak olan Fikret Bey de burada olduğu için hastalar konusunda gözüm arkada kalmaz diye düşünüyorum.

Odama yaklaşıp Aygün'e elimdeki çekirdek paketini verdikten sonra "Yine hiç yememişsiniz hocam" demesiyle gerek kalmadığını söyleyerek asistanım Gözde'yi yanıma göndermesini rica edip odama girdim. Masamın başına geçer geçmez de daha önceden titizlikle aldığım notlarıma bir göz gezdirmeye başladım. O sırada iyi insan lafının üstüne gelir sözü vuku buldu ve Gözde nefes nefese bir halde odaya girdi. Bu ne hız?

"Beni çağırmışsınız hocam"

"Gerçekten çok şanslıyım! İhtiyacım olduğunda yanıma ışık hızıyla gelen bir asistanım var"

"Yok hocam ben zaten size yetişmeye çalışıyordum ondan böyle nefes nefese kaldım. Aygün de beni çağırdığınızı söyleyince odanıza böyle apar topar girdim kusura bakmayın"

"Tamam sorun değil hemen konuya geçiyorum. Bu birkaç gün içinde önemli bir randevum ya da illaki bulunmam gereken herhangi bir yer var mıydı?"

"Neden?"

"Kaç günlük izin alabilirim onu anlamaya çalışıyorum"

"Hatırladığım kadarıyla o kadar önemli bir durum yok ama yine de kontrol edeyim"

"Bekliyorum"

"Doğru hatırlamışım ayarlanamayacak bir durum yok"

"Süper!"

"Bir saniye yanılmışım. Yarın öğleden sonra Zafer Bey'in randevusu vardı"

"Adımı sürekli yanlış söyleyen Zafer Bey mi?"

"Evet o... Biraz telaşlı biri galiba"

"Oldukça telaşlı biri"

"Şimdi randevuyu erteleme talebinde bulunursam büyük ihtimalle vereceğiniz kötü haberi geciktirmek için böyle bir şey yaptığınızı düşünüp panik atak geçirir"

"Geçirmez diyemiyorum. Bu kanıya nereden vardı bilmiyorum ama beyninde mandalina boyutundan yafa portakalı büyüklüğüne ulaşan bir tümör olduğunu iddia ediyor. Büyüklüğünden bile o kadar emin ki neredeyse beni bile inandıracak. Halbuki senden benden daha sağlıklı. Sadece aldığı kafein miktarını ciddi anlamda azaltsa baş ağrısı sorunu kökten çözülecek. Bu kadar basit"

"Haklısınız size getirirken tomografi sonuçlarına da bakmıştım. Tertemiz hiçbir sorun gözükmüyordu"

"Ben Fikret Bey ile konuşurum hastayı kendisine yönlendirirsiniz. İkisi de buluttan nem kapan insanlar birbirlerinin dilinden daha iyi anlarlar"

dsfvgaswfwa.gif


"Peki nasıl isterseniz. Hocam bir de şey var"

"Ne var Gözde?"

"Hastanız Nagehan Çamlı"

"Ne oldu Nagehan Hanım'a?"

"Pazartesi sabahı ameliyatı var"

"Evet onu hatırlıyorum. Unutmam da mümkün değil zaten"

"Bir sorun olmaz değil mi? Eşinin tavrı ortada bu ameliyatın gerçekleşmesini istemiyor"

"Nagehan Hanım bu defa kesin kararlı ve benim hastam da o olduğu için bu konuda eşinin yapabileceği bir şey yok"

"Biliyorum ama sizin için biraz endişeleniyorum. Umarım yine kötü bir olay yaşanmaz"

"Kaderimde varsa yaşanır Gözde buna engel olamayız. Sence ben korkup hastasını ortada bırakacak bir doktora benziyor muyum?"

"Tabii ki hayır"

"Güzel! Biz doktorlar için hasta hayatı her şeyden önce gelir. Tereddüt etmek yakışmaz bize"

"Haklısınız hocam"

"Tamam o halde ben gidip gerekli izinleri alayım sonra da Fikret Bey'in yanına uğrayayım"

"Benden istediğiniz bir şey var mı?"

"Olmaz mı?"

"Buyurun"

"Kendine bir kahve çay ya da seni içtiğinde mutlu edecek bir şey al ve ben dönene kadar da biraz soluklan"

"Peki"

Nagehan Hanım'ın ameliyat günü kesinleştiğinden beri herkesin tedirginlik seviyesi arşa çıktı. Kiminle konuşsam "Şu sana saldıran adamın karısı mı? Bence dikkatli olsan iyi olur" diyor. Ne yapayım yani gidip can güvenliğim tehlikede olabilir diyerek sağıma soluma iki tane yakın koruma mı talep edeyim?

Bu işin en sinir bozucu yanı da ister istemez benim de aklımı bulandırıyor olmaları. Sinan ve Gözde başta olmak üzere etrafımdaki pimpirikli insanlar yüzünden içimde sevimsiz bir ses belirdi. Bana sürekli "Bu onu görmek için son şansın olabilir" deyip duran bir ses. Ya da bilmiyorum... Belki de bu ses sadece Eylül'ü görmek için uydurduğum bir bahaneden ibarettir. Başka ne olabilir ki zaten?


esrdtfgyjh.png

........::::::::__Ahmet / Bir Gün Sonra - İzmit __::::::::........

İzmit'e gelmeden önce Eylül'ü nerede bulabileceğimi öğrenebilmek için Kenan'ı aradım. Şu durumda bana yardımcı olabilecek tek kişi o gibi geldi. Eylül'ün bu yaşanılanlardan kimlere bahsettiğini bilmediğim için ne Tolga'ya ne de Meral vasıtasıyla Ela'ya ulaşmak istemedim. Bu yüzden de aklıma her şeye canlı canlı şahit olmuş olan Kenan geldi.

Şimdi de saati göz önünde bulundurarak annesinin işlettiği kafenin önüne geldim. Bir süre gelen gidenleri uzaktan izledim. Eylül'ün dışarıya çıktığı anı yakalarsam karşısına çok daha kolay geçebilirim gibi geldi. Tabii her şey de öyle planlandığı gibi olmuyor. Uygun anı kollarken bir anda kapıda annesi gözüktü. Anne kızın birbirlerine olan benzerliklerine şaşırmadım dersem yalan olur. Eylül'ün güzelliğini kimden aldığı şimdi belli oldu. Eğer bulunduğum uzaklıktan dikkatli gözlerle bakmasaydım bir an Eylül diye annesinin önüne çıkabilirdim. Bu benzerlik o kadar güçlü yani.

Annesine şaşkınlıkla bakarken de bir anda kapının önünde Eylül belirdi. Annesi uzaklaşırken o da dalgın gözlerle onu izleyip sonra da keyifsiz bir halde yeniden içeriye girdi. Araları pek iyi değil herhalde. Ben ise kilitlenmiş gibiydim. Eylül'ü gördüğüm anda neden buraya gelmek için bu kadar zaman kaybettim diye lanet okudum kendime.

Birkaç saniye karşısına geçince ona ne diyebilirim ki diye düşündüm ama sonra her şeyi doğal akışına bırakmaya karar vererek kafeye doğru yürümeye başladım. Gözüme ilk çarpan şey de hemen girişte duran tabela oldu. Yapılan uyarıda sert bir dil kullanıldığına göre onu yazan Eylül'den başkası olamaz.


redtrgyhkjk.jpg


Kapının kenarından içeriye baktığımda Eylül dalmış bir halde masalardan birinde oturuyordu. Doğru zamanın geldiğini anlayıp tam içeriye girecekken de diğer masadaki gençlerden biri Eylül'e doğru bakarak "Bakar mısınız?" dedikten sonra onun duymamasıyla birlikte de sesini biraz daha yükselterek "Hanımefendi!" dedi. Eylül bu defa onu duyup "Efendim?" deyince genç seslenme sebebini belli ederek "Bir limonata alabilir miyim?" dedi. Birazdan demez olaydım diyeceğine bahse varım çünkü Eylül bu soruyla birlikte bakışlarından alevler saçarak çocuğa doğru döndü.

"Limonata satmıyoruz!"

"Neden sinirleniyorsunuz hanımefendi insan gibi sorduk!"

İnsan gibi sordu ama belli ki yanlış bir soru sordu. Arkası dönük olduğu için Eylül'ün bir sonraki yüz ifadesini göremedim ama muhtemelen her kızdığında yaptığı gibi yine o güzel gözlerini kocaman açmıştır. Bunu görmek isterdim. Ayağa kalktıktan sonra çocuğa bakarak elini kapıya doğru uzatıp "Orada ne yazıyor gördün mü? Limonata..." deyince hiç planlamadığım bir şekilde ona doğru yaklaşıp sözünü "....içmiyoruz içirtmiyoruz. Sormayın!" diyerek tamamladım.

Aklımdan umarım o sert tavrı doğru tonlamışımdır diye geçirirken Eylül de sesimi duyar duymaz hiç vakit kaybetmeden arkasını döndü ve göz göze gelmemizle birlikte de çarpışmamak için farklı yönlere kayıp birbirimizi teğet geçtik. O sırada az önceki haline istinaden "Bir insan hiç mi değişmez? Hep bir agresif hep bir sinirli ama hep de bir güzel..." dedim. Tamam güzelliğini vurgulamam biraz yersiz oldu farkındayım ama bir anda ağzımdan çıktı. Tutamadım. Beni görmeyi beklemediği açıktı. Sanki gerçekte burada değilmişim gibi bana tereddütle bakıp zar zor yutkunduktan sonra "Neden geldin doktor?" diye sordu. Ne diyeyim ki şimdi? Kalbim git dedi ben de onun aklına uyup geldim işte...

Hoş detaylara sahip olan bu kafeye bir göz gezdirip biraz vakit kazanmak ve de itiraf edeyim onu biraz kızdırmak adına "Ne yani ben şimdi limonata içmek istesem içemeyecek miyim?" diye sorup asıl derdim bu değil dercesine gözlerimi gözlerine diktim. Bakışları tuhaflaştı. Aklını karıştırıyorum galiba. Sanki bana mümkün olmayacak bir hayale bakıyormuş gibi bakıyor. Neden böyle bir şey yaptı bilmiyorum ama gözlerini sıkıca yumup tekrardan açtıktan sonra bana ters ters bakarak "Hayır içemeyeceksin!" dedi. Benim sevdiğim Eylül hâlâ oralarda bir yerlerde gibi görünüyor. Bu sert çıkışı sonrası gülümsemeden edemedim. Onu da bu agresif hallerini de o kadar özlemişim ki öyle böyle değil.

Şansımı biraz daha zorlarsam ne olur diye düşünüp "Peki ısrar edersem?" deyince cevabımı beklememe gerek kalmadan hemen aldım. Sözlerim biter bitmez Eylül üzerime doğru yürüyerek sert bir tavırla kolunu boğazıma dayayıp "Israr ettiğin takdirde neler olabileceğini hatırlıyor olmalısın!" diyerek beni duvara çarptı. Ama bunu yapmasıyla ikimize de bir şeyler oldu. Ben onun tarafından ilk kez duvara çarpıldığım ana geri dönüp hoş bir anı tazelemesi yaparken Eylül ufak bir şok yaşayıp sanki bu gerçek olamaz dercesine bana dokunur dokunmaz kolunu hızla çekip geri durdu. O andan itibaren de her şey çok hızlı gerçekleşti.

Yanımdan gitmek için bir atılım yapınca buna izin vermeyip kolundan tuttum ve onu kendime doğru döndürdükten sonra "Neden geldiğimi sormuştun" dedim. Kalbinin deli gibi attığını bu mesafeden bile anlayabiliyorum. Hatta sesini bile duyuyorum desem mübalağa etmiş olmam. Dik bakışları eşliğinde "Saçmalamıştın!" deyince sesindeki belirgin titremeyi fark edip bakışlarımı ciddileştirdim ve onu kendime daha da yaklaştırarak "Buradayım çünkü içimden gelen bir ses bu onu görmek için son şansın olabilir dedi. Sen de kalbinin sesini dinleyen bir adam olduğumu hatırlıyorsundur herhalde" dedim. Hatırlamış ve bu da onu korkutmuşa benziyor.


esrtrdytfuy.png


Vereceği tepkiyi merakla bekleyerek gözlerimi sabırsızca gözlerinde gezdirirken Eylül benim aksime tek bir noktada sabit kaldı. Neler düşünüyor bilmiyorum ama bu bakışı görebilmek için o kadar çok uğraşmıştım ki. Sanki kafenin içinde o gün bana karşı olan hislerini dürüstçe açıkladığı konuşma yankılanıyor gibiydi. O gün heyecandan söylediklerini tam anlamıyla kavrayamamıştım ama şimdi onları bu bakışın ardında da görünce neden buraya bu kadar geç geldim ki diyorum.

O kocaman gözleri nihayet kıpırdarken tam bana bir şey söyleyecekti ki az önce fırça attığı genç çocuk ayaklanıp beni kastederek "Hanımefendi bu adam sizi rahatsız mı ediyor?" diye sordu. Böylesine iki dakika bekleyemedin derler ama yine de çocuğun bu korumacı tavrını takdir etmedim değil.

İkimiz de bu soruyla birlikte aynı anda genç çocuğa bakarken bakışlarımı Eylül'e çevirip "Seni rahatsız ediyor muyum Eylül?" dedim. Olmayacağını bile bile şu an sussun ve sadece bana sıkıca sarılsın istedim. Ama bunu yapmadığı gibi gözlerime değen gözleri dolmaya meyil ettiği anda kolunu kurtarıp aklı karışmış bir halde de kafeden çıkıp gitti. O giderken ben de yine ardından bakıp kaldım. Peşinden gitmedim çünkü bu beklenmedik karşılaşmanın şokunu üzerinden atabilmesi için biraz kendi başına kalmasında fayda var diye düşündüm. Şimdi ne kadar konuşmaya çalışsam da farklı bir sonuç alamayacağım belliydi. Önce kendisini bir toplasın sonra konuşuruz elbet.

Kapının önünde durup Eylül'ün uzaktaki bir ağacın altına oturuşunu izlerken yanıma gelen genç bir kız "Affedersiniz ama ben hesabı kime ödeyeceğim?" dedi. Yaşadığım o duygusal yoğunluğun böyle bir soruyla final yapması da enteresan oldu. Bakışlarımı ağır çekimdeymiş gibi kıza döndürdüğümde benden bir cevap beklediği ve bunu da hemen beklediği açıktı. İçerideki müşterilere bir göz attıktan sonra burayı bu şekilde bırakıp gidemeyeceğim kesinleşmişti. Eylül geri dönene kadar ortama ayak uydurmaktan başka çare yok gibi görünüyor.

Hesabı benim alabileceğimi söyleyip içeriye girdikten sonra ceketimi çıkararak sandalyelerden birine astım. Kollarımı sıvarken az önceki kız bana bir dilim limonlu cheesecake yediğinden bahsedince yan gözle menünün ve fiyatların olduğu kara tahtaya baktım. Hesap işini hallederken bu sefer de masadaki gençlerden oluşan grup bir istekte bulundu. Bir anda menüde bulunan patatesli omleti yiyecekleri tutmuş. Ne tatlı!

Göz hapsinde tuttuğum Eylül'e bakarken ne kadar zor olabilir ki diye düşünüp arka tarafa geçtim. Sonuçta patatesli omlet patatesli omlettir. En nihayetinde üzerine kuş konduracak halimiz yok. Ocak tarafına geçtikten sonra her yeri didik didik edip ihtiyacım olabilecek malzemeleri çıkardım ama bir yerde patlayacakmışım gibi geliyor. Patatesleri soymaya başladığımda aksilik olacak ki içeriden "Bakar mısınız?" diyen tiz bir ses geldi.

Bir elimde bıçak diğer elimde yarı soyulmuş patatesle çıkıp gelen müşterileri karşıladığımda kızlardan biri elime gülümseyerek baktıktan sonra "Aaa! Burası ile siz mi ilgileniyorsunuz? Bilseydim gelmek için o kadar da nazlanmazdım" dedi. Söylediği şeyin şaşkınlığını yaşarken gözüm de ayaklandığını fark ettiğim Eylül'e takıldı. Geri dönüyor herhalde diye düşünürken kız önce "Rica etsem her ne yapıyorsanız bize de aynısından yapar mısınız? Canım çekti de..." dedi sonra da arkadaşının dürtmesine aldırmadan "Bu arada yaparken sizi... Yani yemeği izleyebiliyor muyuz?" diye sordu. İzlemese daha iyi olacak. Başımı hayır dercesine sallayıp bu yöne doğru gelen Eylül'e baktıktan sonra patatesli omletlerin hemen geleceğini söyleyip mutfağa geri döndüm.

Köşede duran fritözün fişini takıp patatesleri soymaya devam ederken gözlerimde pencereden dışarıya kaydı. İleride bir çocuk parkı vardı. Eylül'ün bildiğim kadarıyla çocuklarla arası pek iyi değil ama yine de Kaan ile bir sorun yaşamamıştı. Orada oynayan çocukları izlerken şimdi ne hissediyor acaba?

Dalgın bir halde patatesleri soyarak düşünürken birkaç dakika sonra Eylül'ün "Ne yapıyorsun sen burada?" dediğini duyup arkamı döndüm. Sert gözükmeye çalışsa da gözleri kızarmıştı. Sanki ağlamış gibiydi. Bunu fark ettiğimi belli etmeden elimdekileri gösterip "Omlet... Patatesli" dediğimde önce içerideki kalabalığa sonra da çıkardığım malzemelere ve bana bakıp "Ben hallederim. Lütfen sen git!" dedi. Keşke mümkün olabilecek bir şey isteseydi.

Gidemeyeceğimi çünkü tek başına bu siparişleri yetiştiremeyeceğini söylediğimde nereden bulduğunu anlayamadığım bir doğrama aleti çıkarıp kenara koydu ve soyulan birkaç patatesi yıkayıp yuvarlak dilimledikten sonra küp küp kesmek için bu aletin içine koyup üstüne de diğer aparatını bastırdı. Çıkardığı pat küt seslere bakılacak olunursa biraz da gergin herhalde.

Bir süre ikimiz de hiç ses çıkarmadık. Ben patatesleri soyup elime verdiği aletle küpler halinde doğradım o da onları fritöz ile kızartıp havlu kağıdın üzerine aldı. Sessizliği bozmak için her anı kolladım diyebilirim ama bir türlü ağzımı açıp bir şey diyemedim. Onda alışık olmadığım bir durağanlık vardı. Sanki her şeyi boşvermiş ve bundan sonra hayatında ne olacağı da umurunda değilmiş gibiydi. Bu hayattan elini çekmiş gibi görünen hali beni derinden yaraladı.

Gözlerim onda olarak işime devam ederken ekleyeceği baharatları tezgaha koyup buzdolabına yöneldi. Onu izlerken daha fazla sessiz kalmaya devam edemedim ve çeneme hakim olamayıp "Alışabildin mi?" diye sordum. Aslında bu biraz geniş kapsamlı bir soruydu. Sanki mevcut durumuna alışıp alışamadığını sormuş gibi olabilirim ama niyetim daha çok bensizliğe alışıp alışamamasıydı.

Dolabın kapağını kapatıp birkaç saniye öylece durduktan sonra yanıma gelip peynir tabağını önüme bıraktı ve gözlerime sanki söyleme şeklimden demek istediğimi anlamış gibi bakarak "Alışmaya çalışmak gibi bir çabam yok" dedi. Birkaç saniye birbirimize baktıktan sonra gözlerini kaçırıp peynirleri de küpler halinde kesmemi istedi ve kendisi de yumurtaları bir kaseye kırmaya başladı. Bir yandan onu izleyip bir yandan da dediği gibi peynirleri kestim.

Tüm malzemeleri iki farklı tavada bir araya getirdikten sonra kalanı da küçük bir tavaya koyduk. O da bizim hakkımız olacak herhalde. Yani umarım öyledir. Eylül kendi tarafındaki ocakların altını kapatırken ben de omletin tadı tuzu yerinde mi diye bakmak için eğilip elimle küçük tavanın kenarından bir parça almaya yeltendim. Bu atılımım da Eylül'ün aniden bana doğru dönerek "Çok sıcak yanarsın!" diyerek elimi tutmasıyla amacına ulaşamadan sonlanmak zorunda kaldı. İyi ki de öyle oldu çünkü elimi tutmasıyla ona doğru döndüm ve bunun neticesinde burun buruna geldik.

Ne o elini geri çekti ne de ben yerimden kıpırdayabildim. Ta ki birbirimize özlemle bakarken benim "Bu bir ay bana çok zor geldi Eylül" dememe kadar. Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını kıpırdattıktan sonra aniden vazgeçerek önce bakışlarını sonra da elini çekip tabakları alarak hızla mutfaktan çıktı. Sessiz kalışları hoşuma gitmedi. Bunlar onun vereceği tepkiler değil. Bu son bir ay içinde bambaşka biri olmuş. Ama en kötüsü sanki benim tanıdığım Eylül'ü ölüme terk etmiş gibi bir hali var.

Küçük tavadaki omleti bir tabağa koyup çatalları da alarak arkasından gittikten sonra boş masalardan birine oturdum. Eylül de kasanın önüne geçmiş boşluğa bakıyordu. Tabağı ortaya çatallardan birini de oturmasını umduğum servisin önüne koyarken yan masada arkadaşıyla oturan tiz sesli kızın bana "Elinize sağlık omlet şahane olmuş. Bir sırrınız var mı yoksa bu yetenek Allah'ın bir lütfu mu?" demesiyle bakışlarımı ondan alıp Eylül'e çevirdim. Artık boşluğa değil çatık kaşlarıyla dik dik kıza bakıyordu.

Gülümseyecekken hemen toparlanıp "Afiyet olsun. Ben sadece yardım ettim asıl övgü mekanın sahibesine gelmeli" dediğimde kız oturduğu yerde bana doğru dönerek "Bu gibi durumlarda elinin değmesi bile yetmiş derler. Sizin de öyle olmuş galiba" dedikten sonra samimiyet kurmaya niyetlenir bir tavırla gülümseyip "Sizi daha önce burada görseydim kesin hatırlardım. Bu arada adınız neydi?" deyince ne diyeceğimi şaşırdım çünkü aniden karşıma geçip oturan Eylül sert bir tavırla önümdeki omleti çatallamaya başladı. Sanırım benim tanıdığım Eylül de bu vesileyle dirilmeye başladı.

Gözlerim ikisinin arasında gezinirken kıza resmi bir tavırla "Ben buralı değilim. İstanbul'dan bugün geldim" dedim ve omletten bir çatal aldım. Gerçi aldım ama yine yiyemedim çünkü kız "Demek bugün geldiniz. Bu karşılaşma kaderin bize oynadığı hoş bir oyun olabilir mi acaba desem fazla mı cüretkar olur?" diye sorunca Eylül de muhtemelen dikkatimi bozmak için "Yemiyorsun herhalde!" diyerek elimdeki çatalı alıp ucundaki omleti kendisi yedi. Böyle yapınca da dikkatim tamamen ona kaydı. Kıskançlık kokuları aldıkça kızı daha da çok konuşturasım geliyor ama yapamıyorum. Bu işin sonu nasıl bitecek merak ettim doğrusu.

Eylül'e odaklanmışken bu sefer de kız canı acımış gibi sesler çıkararak tüm bakışları kendi üzerine topladı. Elindeki bıçağı masaya bırakıp kendi kendisine "Kahretsin! Elimde olduğunu unutmuşum kesildi" diye söylenirken doğal olarak neyi olduğuna bakmak için ayağa kalktım ama tam o anda Eylül kolumu sertçe tutup "Ben hallederim! Sonuçta olduğundan bile şüphe duyduğum beynini delmedi" dedikten sonra diğer masadaki biberliği alıp kızın yanına gitti. Ooouuv! Biberlik ve Eylül deyince aklıma pek de hoş şeyler gelmiyor.

Kızın önünde durup "Uzatın bir bakayım!" dedikten sonra kızın "Affedersiniz ama ne yapıyorsunuz öğrenebilir miyim?" demesine aldırmadan altına peçete tuttuğu parmağın üzerine kanı hemen durduracağı gerekçesiyle kırmızı biberi boca etti. Boca etse yine bir derece iyi. Bir de peçeteyle parmağı mengeneye takmış gibi sıkmaz mı! Kızın gözleri hissettiği acıyla yaşardı tabii. Kızın durumu için üzgünüm ama Eylül'e bakıyorum da bu şekilde de olsa yaşam belirtileri gösterdiğine göre onu kurtarma şansımın hâlâ var olduğunu görüyorum.

Kıza beş dakika böyle tutmasını söyleyip elindeki biberliği de benim önüme vurarak masaya bıraktıktan sonra kapının önüne çıktı. Bu defa sadece ardından bakıp kalmadım oturduğum yerden kalkıp peşinden kapının önüne çıktım. Yine tek bir kelime etmeyecek ve biz de orada öylece sessizce duracağız sandım ama pek öyle olmadı. Kızgın bir ifadeyle bakınırken bir anda ellerini beline koyarak bana doğru dönüp "Ne yaptığını zannediyorsun sen?" diye sorunca afallasam da yine de "Bir şey yapmıyorum" dedim ama yok ateşi almış bir kere susturmak ne mümkün.


esdrftygu.gif

"Yapmıyorsun demek!"

"Evet bildiğim kadarıyla yapmıyorum"

"Bana bak doktor! Öyle kafana estiği gibi buraya gelip hayatıma habersizce girerek müşterilerimle flörtleşemezsin!"

"Flörtleşmek mi? Asla böyle bir niyetim olmadı"

"Başlatma niyetine fena olur!"

Beni hâlâ kıskanıyor olması duygularında da herhangi bir değişim olmadığını işaret ediyor değil mi? Onu en son Feride'nin attığı dikiş krizinde böyle görmüştüm. Ona doğru birkaç adım yaklaşırken yerinden milim bile oynamadan başı dik bir şekilde bana doğru bakmaya başladı. Çatılan o yay gibi kaşlarına pembeleşen yanaklarına ve sinirden belli belirsiz titreyen dudaklarına baktıktan sonra bakışlarımı bal rengi gözlerine çevirdim. Bu kadar yakın durmama rağmen yine de yüzüme mesafeli bir tavırla bakıyordu. Gözlerinin saçtığı alevle cayır cayır yansam da gülümsemekten kendimi alamadım. Bu da muhtemelen onu çıldırtmaya başlamış olmalı. Bunu yapmama sinir olduğunu daha önceden de öğrenmiştim.

Durdu durdu ve tam da düşündüğüm gibi "Neden gülümsüyorsun Allah aşkına? Hayır yani beni daha da mı sinirlendirmeye çalışıyorsun!" dediğinde dürüst olmaktan zarar gelmez diye düşünüp "Bana karşı olan hislerinin değişmediğini görmek beni mutlu etmiş olabilir mesela" dedim. Önce bu kadar net olmamdan ötürü sarsılsa da hızlı bir şekilde kendisini toparlayıp "Benim hiç kimseye karşı bir hissim yok. Yani o tamamen senin hüsnü kuruntun doktor!" dedi. Demek gözümle gördüğüm şey sadece benim hüsnü kuruntum!

Birkaç saniye gözlerine dik dik baktıktan sonra konuyla kelalaka bir şekilde "Geri dönmeni istiyorum Eylül" dedim ve şaşırmasını umursamadan sözlerime devam edip "İstanbul'a ya da bana bunu ne anlamda algılarsan algıla ama buraya gelip seni gördüğüm anda düşünebildiğim tek şey seni geri dönmeye ikna etmek zorunda olduğumu anlamam oldu" dedim. Cevap veremedi ama zaten cevap vermesine de fırsat kalmadı.

Bana ne söylediğimi algılamakta güçlük çekiyormuş gibi bakarken aniden "Eylül ne oluyor?" diye seslenen bir kadın sesi duyuldu. Gözlerimi Eylül'den alamadığım için kim olduğuna bakamadım ama sanırım seslenen kişi annesiydi. Bana sessiz sedasız "Hemen git buradan doktor! Anneme seninle ilgili bir açıklama yapmak zorunda kalmak istemiyorum" dedi ama annesiyle tanışma şerefine erişmeden bu isteğini yerine getirebileceğimi pek sanmıyorum. Ayrıca benimle ilgili nasıl bir açıklama yapacağını da merak etmedim değil doğrusu.


awsedtrfy.png


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
awsedrtfgyhu.png


24.Bölüm : Aklından neler geçiyor doktor?

........::::::::__Eylül__::::::::........

"İstanbul'a ya da bana bunu ne anlamda algılarsan algıla ama buraya gelip seni gördüğüm anda düşünebildiğim tek şey seni geri dönmeye ikna etmek zorunda olduğumu anlamam oldu"

Söylediklerinin ne manaya geldiğini anlamaya çalışırken annemin "Eylül ne oluyor?" diyerek bana seslendiğini işitip biraz paniğe kapıldım ve o telaşla da "Hemen git buradan doktor! Anneme seninle ilgili bir açıklama yapmak zorunda kalmak istemiyorum" dedim. Seni dinledi mi diye soracaksanız eğer tabii ki de dinlemedi diyeceğim. Adam kontrol edilemiyor ki!

Annemin yanımıza gelmesiyle birlikte sanki az önce ona git buradan seninle ilgili açıklama yapmak istemiyorum dememişim de tam tersi bir şekilde git annemle tanış bir güzel de kim olduğunla alakalı açıklama yap demişim gibi davrandı. Nasıl mı?

Annem bizi kapının önünde hararetli bir şekilde konuşurken görünce büyük ihtimalle düşünmemesi gereken şeyler düşündü. Bunu da bana kaş göz ve biraz da telepatik yoldan bebeğin babasını kastederek "O mu yoksa?" diye sorarak belli edince ben de ona belli belirsiz bir halde hayır dermiş gibi başımı iki yana salladım. Anne kız olarak konuşmadan da anlaştığımız anlar epeyce oluyor ve bu da o anlardan biriydi.

Ancak tam o anda bizim doktor efendi de konuya dahil oldu ve aniden "Merhaba Belma Hanım ben Ahmet Atahan" dedikten sonra annemin elini zarif bir şekilde öperek "Eylül ile Atahan Kozmetik'in tanıtım gecesinde tanışmıştık. Ayrıca kendisi kardeşimin eşinin ameliyatında bana ve Meral'e fazlasıyla destek olmuştu" deyiverdi. Yahu her şeyi geçtim annemin adını nereden biliyor bu adam?

Anneme ismiyle hitap ettiği anda bakışlarımı ona doğru çevirip neler söyleyeceğini merakla beklemeye başlamıştım. Neyse ki makul bir şekilde devam etti. Bir an "Haremimde cariye açığı var da Eylül'ü ikna edip geri götürmeye geldim" falan diyecek sandım kalp krizi geçiriyordum. Tamam biraz abartmış olabilirim ama haremi karıştırmasa da diğerlerini deme potansiyeli oldukça yüksekti.

Annem tereddütle "Hoş geldiniz" diyerek elini yavaşça çekerken hemen arkasından da önce bana sonra da ona bir bakış atıp "Kapının önünde kalmışsınız içeriye buyurmaz mısınız? Hem birlikte birer kahve de içer daha rahat konuşuruz" dedi. Eyvah! İçeriye girer girmez kesin beni kahve yapmaya gönderip doktoru da soru yağmuruna tutarak benimle ilgili olan yakın geçmişini didik didik edecek.

Doktor annemle tanışacağı zaman bir adım önüme geçtiği için bu duruştan istifade edip işaret parmağımı bükerek sırtına beni dinle dercesine bir vuruş yaptım sonra da sadece ikimizin duyabileceği bir ses tonuyla "Başka sefere de!" dedim. İçimden "Yalvarırım bir gıcıklık yapma doktor!" diye geçirirken omzunun ucundan bana doğru bakar gibi yaptı ama sonra tekrardan anneme doğru döndü. Hay aksi yapacak!

Anneme çaktırmadan sırtını "Sakın!" diyerek sertçe dürtmeye devam ederken beyefendi de kendi çalıp kendi söyleyerek "Sizi geri çevirmem mümkün değil Belma Hanım memnuniyetle kabul ediyorum. Önden buyurun lütfen" dedikten sonra eliyle kapıyı işaret etmez mi? Ben şimdi senin memnuniyetine de önden buyuruna da bir şey derdim ama şanslı adamsın çünkü ortam yine müsait değil o yüzden susmak zorundayım.

Annem önden geçip kafeye girerken doktorun bakışları da bana doğru döndü. O sinirle tam önünden geçip gidecektim ki aniden durup imalı bir tavırla gözlerimi kısarak "Kahveni nasıl alırsın doktor?" diye sordum. Bunu sorma nedenimi eminim ki anladı. Evet bir nevi seçimi ona bırakıp ölümlerden ölüm beğen demek istiyordum. Malum daha önce de kafamı attırmış elimden içtiği kahveyle tansiyonu tavan yapmıştı.

Sorumun ardından önce düşünüyormuş gibi yaptı sonra da tek gözünü aynı benimki gibi kısıp "Annenin davetini kabul etmem seni kızdırmışa benziyor. Yani bu durumda kahvemi yine bol tuzlu ve bol biberli alıyorum galiba" diyerek gülümsedi. Yok yok! Vazgeçtim bu sefer şekerli de istese sade de istese deneysel takılmaya niyetliyim. Artık bahtına ne çıkarsa öpsün başına koysun!

"Sen nasıl isterdin peki?"

"Normalde sade içerim ama şimdi orta şekerli olabilir. Tatlı içelim tatlı konuşalım değil mi?"

"Öyle! Dediğin gibi tatlı içelim tatlı konuşalım. Bu arada insülin direncin ne durumda? Malum benim elimin ayarı biraz kaçıktır sorun çıkmasın sonra..."

"Elini korkak alıştırma bilirsin içine zehir bile katsan yine de o kahveyi sonuna kadar içerim. Ayrıca sorun çıktığı taktirde bütün gece kendini suçlu hissederek benimle ilgileniyor olman kulağıma hiç de fena gelmedi doğrusu"


aesrdtfyghujıkl.gif


Hiç değişmemiş! İyi de neden değişmemiş ki? Onu son gördüğümde neler yaşadığımız ortada... Hatta şu an benim ne durumda olduğumda ortada. Şimdi gelmiş tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi davranıyor. Aklından neler geçiyor doktor? Ansızın buraya gelerek başıma ne işler açmaya niyetlisin?

Hay aksi! Karşı bir cevap verip lafı ağzına da tıkamadım iyi mi! Ben paslandım mı ne? Gecikmemiz yüzünden annem "Eylül hadi!" deyince doktora cevap veremeden yanından geçip kafeye girdim ve girer girmez de annemin yönlendirmesiyle gözlerimi devirerek doğruca mutfağa doğru gittim. Ben biliyordum başıma geleceği zaten!

Doktora da az önce veremediğim cevabımı damağında nahoş bir tat bırakarak versem daha iyi olacak. Cezveyi çıkarıp kahveyi de dolaptan aldıktan sonra anneme doğru baktım da içeriye giren doktora karşısına oturması için eliyle işaret yapıyordu. O da gülümseyerek hemen geçip oturdu tabii. Niye gülümsüyor ya da neden bu kadar rahat ki? Gören de bayram ziyaretine gelmiş çikolata servisi bekleyen çocuk zanneder!

Yanlış sularda geziniyorsun doktor! O değil de şimdi onca itirazıma karşılık yine de annemle karşılıklı oturup kahve içe içe sohbet muhabbet mi edecekler yani? Kim bilir neler anlatıp beni de ne zor durumlara sokacak. İnşallah yine dürüst davranarak içinde ne var ne yoksa çekinmeden ortaya dökmeye kalkmaz. Annem zaten ona doğru dürüst hiçbir şey anlatmadığım için kızgın şimdi bulmuş bu fırsatı sıkıştırır da sıkıştırır o da dünden razı gibi aramızda geçen her şeyi anlatır.

Of! İnanmıyorum ya daha şimdiden koyu bir sohbete başladılar bile. Bir de konuşkan ki görmeyin de duymayın da! Kadına neler neler anlatıyorsun acaba? Eh be doktor! Beni şu duruma getirdin ya senin o ağzından içtiğin kahveyi kulaklarından çıkarmazsam bana da Eylül demesinler!


........::::::::__Belma & Ahmet__::::::::........

"Ahmet Bey..."

"Sakıncası yoksa bana Ahmet deyin lütfen"

"Pekala... Kardeşimin eşinin ameliyatında Eylül bana da destek oldu demiştin..."

"Evet bu zorlu süreçte Eylül her ihtiyacımız olduğunda Meral'in yanında olarak bana onun motivasyonunu sağlamam konusunda çok yardımcı oldu"

"Anlayamadım. Bana derken ne demek istiyorsun"

"Meral'in ameliyatını ben gerçekleştirdim Belma Hanım"

"Doktorsun... Hem de bir cerrah"

"Evet öyle"

"Ne güzel çok kutsal bir mesleğin var"

"İş olarak görmediğim ve son derece severek yaptığım bir mesleğim var"

"Bu çok daha değerli tabii. Yoksa sen Eylül'ün komşusu olan doktor arkadaşı mıydın?"

"Maalesef değildim. Eylül benim hastaneden çok yakinen tanıdığım bir arkadaşımın komşusuydu"

"Doğru ya onun adı Sinan'dı değil mi? Eylül onun çok iyi biri olduğunu söylemişti. Ev bulma konusunda da epey yardımı dokunmuş"

"Öyle olmuş... Haberim bile olmadı!"

"Tamam şimdi iyice hatırladım. Sinan çocuk doktoruydu değil mi? Hatta Eylül hayatımda ilk defa cebinde şekerleme taşıyan bir doktor gördüm demişti"

"Sinan'ı anlata anlata bitiremeyip neden benden hiç bahsetmemiş onu anlamadım"

"Bir şey mi dedin?"

"Az bile söylemiş diyordum. Sinan çocukların yanına gülerek geldiği eğlenceli bir doktordur. Aslında ben de öyleyim de olmadı demek standartlara uyamadım"

"Nasıl?"

"Şey... Ben beyin cerrahıyım bu yüzden de daha az sevimli görünebiliyorum demek istiyorum"

"Aslına bakarsan Sinan biraz istisna olmuş yoksa kızım küçüklüğünden beridir doktorları pek sevmez"

"Sevmez mi? Nasıl yani!"

"Belki de beyaz önlük fobisi vardır. Onu bildim bileli hastaneye gitmesi gerekse bile bir yolunu bulup kaçmaya çalışır tutamazsınız"

"Ona ne şüphe... Bir de "favori doktoru" değilseniz vay halinize!"

"Efendim?"

"Yani bir şekilde alışması lazım. Sağlık sonuçta..."


........::::::::__Eylül__::::::::........

Zıkkımın kökünün bile yanında gül şerbeti gibi kaldığı kahvesini anneminkinin yanına yerleştirip tabağına da sonradan hali kalırsa ağzını tatlasın diye iki tane çifte kavrulmuş lokum koydum. Afiyet olsun doktor! Bu arada umarım miden sağlamdır. Küçük su bardaklarını da boş kalan yerlere koyduktan sonra tepsiyi aldığım gibi mutfaktan çıktım. Yanlarına doğru gelirken doktor da beni görüp hemen ayağa kalktı. Kibarlıktan da ölecek!

Masaya gittiğimde birazdan zât-ı âlini havaya uçuracak olan kahvesini kendisine doğru tuttum. Kıyamam diyeceğim ama kıyarım çünkü ona ne yapacağımı bile bile yine de "Harika! Bol köpüklü" diyerek beğenisini belli ettikten sonra imalı bir tavırla da "Eline sağlık Eylül. İnanıyorum ki bugüne kadar içtiğim en eşi benzeri olmayan kahve bu kahve olacak" demez mi? Tamam bana alttan alttan laf çarpıyorsun da bari annemin yanında yapma şunu be doktor!

O böyle deyince annem de haklı olarak bana iltifat ediyor sanıp ikimizi daha da çok incelemeye başladı iyi mi! Anneme bakmayı kesip doktora tepside kuzu gibi yatan kahvesini işaret ettiğimde yine yaptı yapacağını ve fincanı eline alıp benim içten içe "Şimdiden geçmiş olsun!" demem eşliğinde "Nezaketin için teşekkür ederim ama misafir dahi olsam yine de masada bir hanım varsa ilk servisi kendisine yapmak isterim. Müsaadenle..." diyerek gözlerimin önünde fincanı annemin önüne koydu. Asıl sen şoklardan şok beğen Eylül! Bunu nasıl yapar? Kahvesine sabotaj düzenleyeceğimi bile bile nasıl gider onu annemin önüne koyar!


aetsrydtjyfukg.gif


Allah'ım sana geliyorum! Annem o kahveyi içtiğinde neler olacağından habersiz güler bir yüzle "Teşekkür ederim Ahmet çok incesin" diyor doktor da aynı güler yüzlülükle ona "Ne demek Belma Hanım afiyet olsun" diyor. Onları tepkisizce dinliyorum ama bir yandan da sanki o kahveyi içip havaya uçan talihsiz kişi ben olmuşum gibi hissediyorum. Annemin değil o kahveyi içmesine tek bir yudum dahi almasına izin veremem.

Olduğum yerde gökkuşağını bile kıskandıracak ölçüde renkten renge girerken beyefendi diğer kahveyi ve suları masaya koyup oturmam için de boş sandalyeyi çekerek "Oturmaz mısın Eylül?" dedi. Zarafetin de batsın doktor! Sen git o zehir zemberek kahveyi anneme ver sonra da gel sandalyemi çekerek puan toplamaya çalış!

Acilen bir şeyler yapmam gerektiğini düşünürken annemin kahveye bakarak yüzünü ekşittiğini gördüm. Biliyorum rezalet bir kokusu var ama şu an burnunun direğinin kırılması gereken annem değil doktor olmalıydı. Kokusundan ötürü içmeyecek herhalde diye düşünüp rahatlarken annemin fincan kulpunu tutmak üzere olduğunu fark edince ani bir kararla "Lokumlardan birini alabilir miyim?" diyerek fincanın tabağına uzandım ama ne uzanmak! Fincan devrilmekle kalmayıp masanın üzeri gibi annemin eteğini de mahvetti. Özür dilerim anne ama bunu yapmak zorundaydım. İçseydin çok daha kötü şeyler olabilirdi. Annem kahve banyosu yapıp hızla ayağa kalkarken biz de haliyle iyi olup olmadığını sormaya başladık.

"İyiyim iyiyim! Bir şeyim yok"

"Çok özür dilerim anne elim çarptı"

"Tamam sorun değil. Ben gidip üstümü temizleyeyim"

Annem çatık kaşlarıyla üstünü silkeleye silkeleye giderken doktorun omzumun ucundan yüzüme doğru bakarak "Bunu yaptığına inanamıyorum. Bazen gerçekten de çok tehlikeli olabiliyorsun" dediğini duyunca bedenen ona doğru dönüp "Onun sıradan bir kahve olmadığını bile bile nasıl olur da fincanı anneme verirsin? Bir de içinde zehir olsa sonuna kadar içerim diyordun!" dedim. Dudağını bükerek bakarken savunmasını da "Haklı nedenlerim vardı çünkü az önce annene Sinan'dan hatta ve de hatta onun cebindeki şekerlemelerden bahsederken ne hikmetse benim hakkımda tek kelime bile etmediğini öğrendim. Ayrıca o kahveyi içseydim büyük ihtimalle muhteviyatı yüzünden zor durumda kalıp gitmem gerekecekti ama annene verdiğim taktirde o kahveyi içmesine izin vermeyeceğini tahmin etmiştim. Sadece öz anneni gözünü bile kırpmadan yakabileceğin aklıma gelmemişti. Bu da bana "Ayağını denk al Ahmet çünkü Eylül şakaya gelmez" alt metni ile günün önemli bilgisi oldu. Kısa günün kârı!" diyerek yaptı. Evet huyum kurusun pek şakaya gelebilecek bir tip değilimdir.

"İçine ekstradan katacağım şeyler olduğu için ilk onu pişirmiştim yani o kadar da sıcak değildi"

"Kokusu çok garipti ama"

"Güzel kokması gerçek bir "mucize" olurdu"

"Bu defa içine ne koydun?"

"Duymak isteyeceğinden pek emin değilim"

"Gerçekten ne koydun merak ediyorum. Hadi söyle!"


ewrtdfyhgujh.gif


O sinirle içine neler neler koydum ben bile pes diyorum. Kısacık bir an kahvesine neler eklediğimi düşündükten sonra "Hatırlamaya çalışayım da eksik gedik olmasın. Açılışı zencefil rendesiyle yapmış olmalıyım. Hemen sonra az sirke ve ondan aldığım ilhamla da hatrı sayılır miktarda ev yapımı turşu suyu koydum. Tabii olmazsa olmazımız da karabiberdi. Ondan da alev almana yetecek kadar koydum işte" dedikten sonra verdiği komik tepkiyi umursamadan koyduğum bir diğer malzemeyi de hatırlayarak "Aa! Affedersin unuttum bir de az şekerli istedin diye bir tatlı kaşığı kızılcık marmelatı koydum. Annem elleriyle yaptı. İçebilseydin eminim ki tadı damağında kalırdı" dedim.

Sirkeyi duyduğu anda çarpılan yüz ifadesi finali kızılcık marmelatı ile yaptığımı öğrenince iyice kaydı. Şaşkın bir halde "O tuhaf şeyi içmeme göz mü yumacaktın yani? Bu taammüden adam öldürmeye girer farkındasın değil mi?" derken tam "Kusura bakma ama tarafından ağır tahrik vardı" demiştim ki annem "Hay aksi! Eve gidip üzerimi değiştirmem gerekiyor çünkü kahve eteğimde leke bıraktı" diyerek yanımıza geldi. Anneme çaktırmadan ağız ucuyla "Bir daha görüşemeyiz herhalde diyerek annemle vedalaş doktor!" dediğimde bana "Ne münasebet!" dermiş gibi bakıp sonra da anneme dönerek "Aksilik işte! Ne güzel sohbet ediyorduk Belma Hanım daha size anlatacağım bir sürü şey vardı halbuki" deyiverdi. O kadar konuştuktan sonra hâlâ anlatacağı şeyler var yani? Yok yok bu adam beni gerçekten çıldırtacak!

Sonrası da daha fenaydı. Bu sözlerinden sonra annem bana "Bakalım kimmiş bu Ahmet Atahan" dercesine bir bakış atıp sonra da doktora dönerek "Aslında ben de konuşacağımız çok şey olduğunu düşünüyorum" dedi ve o an asla duymak istemeyeceğim bir şey söyleyerek bana hitaben "Kabul ederse bu akşam Ahmet'i yemeğe davet edelim diyorum. Ne dersin Eylül?" dedi. Yok devenin nalı! Demek isterdim ama karşımda annem olunca ağzımı açamadan kapatmak zorunda kaldım.

İkisi karşılıklı olarak beni mi sınıyorlar anlamadım ama tam "Ben de herhalde işleri vardır değerli vaktini çalmayalım diyorum anne" dediğimde doktor yoluma taş koymaya devam ederek "Hiçbir işim yok! Olsaydı da bu hoş teklifi geri çevirmemek için hemen iptal ederdim" deyiverdi. Şimdi anladım... Kahvedeki performansım kesmedi bir de yemekteki yeteneklerimi görmek istiyor herhalde!

"O halde akşama bekliyorum Ahmet"

"Bu nazik davetiniz için teşekkür ederim. Akşama görüşmek üzere ama lütfen kendinizi de benim için fazla yormayın"

"Rica ederim ne demek. Eylül ben geri dönmem herhalde sen kafeyi erken kapatıp gelirsin"

"Tamam anne"


awersdrftfy.png


Annem gitti ben de müşterileri saymazsak "Seni yine kızdırdım değil mi?" diyen doktor efendi ile baş başa kaldım. Bir de bunu masum masum bakarak sormuyor mu? Ne yaptığının farkında olan ama bir yandan da "Ne yapayım içimden gelene engel olamadığım için böyle davranıyorum" diyen hatta özür dilese de iki dakika sonra aynı şeyleri bir daha yapacak olan haşarı bir çocuk gibi.

Ona sana kızdım da diyemedim hayır kızmadım da diyemedim. Sadece başka yöne bakmamı engelleyen gözlerine bakarken derin bir nefes alarak içimden de "Ben seninle ne yapacağım doktor?" diye geçirdim. Samimiyetle söylüyorum ki bunu gerçekten bilmiyorum. O tanıdığımdan beri hep böyle bir adamdı ve ne dersem diyeyim ne yaparsam yapayım böyle kalmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Uzun zaman sonra bir itiraf daha gelsin mi? Bence de gelsin. Belki de böyle bir adam olması zorluyor beni. Yalanı yok riyası yok ne düşünüyorsa ne hissediyorsa hooop dilinde! Buraya gelme nedenini bile öyle süslemeden püslemeden bir çırpıda söyledi ki dilim tutuldu sanki. Annem gelmemiş olsaydı o an ona ne diyebilirdim gerçekten bilmiyorum. Belki de paniğe kapılıp istemeden onu tersleyecek bir şey söyler çıkar giderdim.

Bir insanın dürüstlüğünden korkacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Ağzını açtığında bu defa hangi gerçekle yüzleşeceğim diye korkar oldum. Keşke Buğra'yı hiç tanımamış olsaydım. Onu görmemiş adını duymamış varlığından bile haberdar olmamış olsaydım. O zaman bugün geldiğim noktaya gelmez verilmesi gereken bir şans varsa eğer onu da hiç düşünmeden sonuna kadar hak eden birine verirdim. Hayatımın geri kalanında da yanımda gerçekten hislerine güvendiğim ve beni yarı yolda bırakmayacağına inandığım biri olurdu.

Şimdi ise öyle garip öyle sevimsiz bir haldeyim ki hislerine güvendiğim o adama git de diyemiyorum kal da diyemiyorum. Diyemiyorum çünkü gitse üzüleceğim kalsa geçmişte yaşadıklarım yüzünden karşısında hep boynumu bükeceğim. Böyle olmasını asla istemiyorum.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Bu iç çekişini de hemen ardından gelen benimle nasıl başa çıkacağını şaşırmış bakışını da çok sevdim. Bana sakince bakarken aklından neler geçtiğini de merak etmedim değil. İlk defa bana bu şekilde derin derin bakıyor. Sanki bana bakarken aynı anda da benim hiçbir zaman değişmeyeceğimi kendisine kabullendirmeye çalışıyor. İyi de yapıyor çünkü değişmeye niyetim yok.

Gözlerindeki derin anlama az önce yaşananları da düşünerek bakarken "Neden yapıyorsun bunları?" dedikten sonra başını belli belirsiz iki yana birden sallayarak "Neden şahit olduğun onca şeye rağmen hâlâ yanımda olmaya devam ediyorsun?" diye sordu. Sorusunun ardından omuz silktim ve cevabımdan hoşlanmayacağını bilsem de yine de kaçak dövüşmeyip "Alış bu hallerime... Olmadığım biri gibi davranamam. İçimden gelen seslere kulak vermezsem ben ben olamam ki. Gerçekte bu olan Ahmet'e ihanet etmiş olurum" dedikten sonra şaşırmış gibi kaşlarını çatmasıyla sözlerime devam edip "Ben keşkelerin adamı değilim Eylül. Bir köşeye oturup zamanında yapmaktan çekindiğim şeyleri acaba yapmış olsaydım ne olurdu diye düşünerek karalar bağlayamam. Bu belirsizlik beni mahveder. Konunun ne olduğu önemli değil anlıyor musun? Eğer bir şansım olduğuna inanıyorsam bu uğurda her yolu denemeliyim. Hislerim beni yanıltsa da yanıltmasa da kararlarımın ne sonuç vereceğini gözlerimle görüp kulaklarımla duymalıyım. Pişmanlık yaşamamak için nasıl davranmak istiyorsam öyle davranmalıyım" dedim.

Buruk bir ifadeyle beni dinlerken gözlerimi üzerinden çekmeden ona doğru birkaç adım yaklaşarak "Şimdi neden mi bunları yapıyorum? Neden mi öğrendiklerime rağmen hâlâ yanındayım? Bence az önce cevabı belli oldu. Burada olmak istedim ve şimdi de buradayım çünkü seninle ilgili bir pişmanlığım olsun istemiyorum. Bugün buraya gelerek daha iyi anladım ki ben bu pişmanlığın altından kolay kolay kalkamazmışım Eylül. O yüzden de kalbimin çizdiği yolda gitmeye mecburum" dediğimde hiçbir şey söyleyemedi ama gözleri benimle ilgili olan hislerini alenen belli etse de yine de ne yapacağını bilemeyen çaresiz bakışları bana çok şey anlattı. Buraya boşu boşuna gelmediğimin kanıtıydı bu bakışlar.


gterytuyuklıo.gif


Söylediklerimden sonra bana uzun uzun baktı. Düşünüyor belli ki kendi içinde çatışıyor ve bu sırada bana karşı olan mesafeli duruşunu da korumaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Onu dikkatle izlerken içimden "Artık duygularına karşı gelmeyi bırak Eylül" diye geçirmeden edemedim. İnkar edemem buraya gelmeden önce yani Eylül'ü henüz görmeden önce sadece konuşuruz nasıl olduğunu anlar ve bu zor zamanlarda yanında olduğumu hissettirerek ona bir şekilde yardımcı olurum diye düşünmüş sonrası için de hayatın bize neler hazırladığını yaşayarak görürüz demiştim ama onu gördükten sonra anladım ki onun da benim yanımda olduğunu hissetmeme ihtiyacım varmış.

Kimin ne düşüneceği bana ne gözle bakacağı umurumda değil çünkü ben şu an karşımda duran kadına gerçekten körkütük aşık olduğumu sonuna kadar hissediyorum. Ona bakarken hissettiğim o tarifi imkansız duyguyu bir daha hiç kimsede yakalayamam gibi geliyor. Hatta gibi gelmiyor... Eminim bundan. Bu yüzden de onu kaybedemem.

Bir ay önce Kenan'a ikimiz adına sarf ettiği ve benim de kulaklarımla duyduğum o özel sözleri bir kez de gözlerimin içine bakarak söylemesini ne kadar da çok isterdim. İsterdim ama şu an tek bir cümlesini dahi duyamayacakmışım gibi görünüyor. Aramızda yaşanan sessizliğin ardından dudakları gibi sesi de titreyerek "Geri dönmeyeceğim doktor" dedikten sonra kaçırdığı gözleri nemli bir haldeyken sözüne "İstanbul'a ya da sana bunu ne anlamda algılarsan algıla ama benim de bildiğim tek bir şey var o da artık ikinize de geri dönemeyeceğim. O defter benim için kapandı. Senin için de kapansa iyi olur" diyerek devam etti. Verdiği cevaba üzülmedim diyemem ama içimden gelen sesin "Merak etme dönecek" demesi içimi biraz olsun rahatlattı. İçten içe onu ikna edebileceğimi biliyorum çünkü.

"Ne yaşarsa yaşasın herkesin mutlu bir sona ihtiyacı vardır Eylül... Senin gibi benim de var. Bana bu konuda yardım et"

"Ediyorum ya işte... Israrını bir kenara bırakırsan o mutlu sona ulaşma şansın hâlâ var"

"İnat etmeyi bırakırsan senin de hâlâ var"

"Benim hikayemde mutsuz son yazılıymış doktor... Kurguda yapılan yanlışlıktan ötürü de erken final yapmak zorunda kaldı. Devamlılığı da yok"

Birbirimize bakarken soğukkanlı durmaya çalışarak söylediği bu sözler sanki ona acı vermiş gibi başını eğdi ve beni burada bırakıp arka tarafa geçti. Ben de bir süre ardından bakıp söylediklerini düşündüm sonra da sandalyeye asılı halde duran ceketimi alarak kafeden çıktım çünkü tam da bu noktada ikimize de bir es vermek gerekiyordu. Eylül'ün bu boş vermiş ve hayatından vazgeçmiş hali canımı çok sıkıyor. Artık kendisiyle alakalı hiçbir beklentisi kalmamış öylesine yaşıyor gibi. Bunun acilen düzeltilmesi lazım.


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Düşünme Eylül! Sakın söyledikleriyle ilgili tek kelime bile düşünme! Sakın sakın sakın!"

Kahretsin yapamıyorum! Keşke buraya gelmemiş olsaydı. Onu görmediğimde bir şekilde devam edebiliyordum ama şimdi tam karşımda durup bana bunları söylemesi onunla ilgili hatırlamamaya çalıştığım ne var ne yoksa ortaya döktü. Sanki kapalı halde durması gereken bir kutuyu açmak gibiydi bu. Şu an engelleyemediğim bir şekilde kulaklarımda Kenan'a onun hakkında söylediğim sözler çınlıyor çünkü yeniden direncimi kırmaya yönelik hareketlerde bulundu.

"Olurmuşuz be Kenan! O ve ben olurmuşuz. Hissettim bunu... Ben hâlâ çabaladığımı zannederken o bana Buğra'yı çoktan unutturmuş bile ama ben görmek istememişim. Hem Ela hem de o haklıydı. Aşık olmaktan çok korktum. Belki de içten içe sonunda hüsran olacağını hissettim bilmiyorum ama korktum işte! Uzak tuttum kendimi... Ona aşık olmamak için çok direndim. Ne zaman direncimin kırılacağını hissetsem başaramasın diye her anlamda ittim onu... Ama fayda etmemiş. Dün gece akıttığım her damla gözyaşı kendimden çok onun içindi. Onu kaybettiğim içindi. Hayatımı Buğra gibi bir adam için mahvetmiş olduğuma gerçekten inanamıyorum"

Kızgın bir halde Buğra'ya lanet okurken o sinirle yere savurduğum peçetelik ile kendime geldim. Bembeyaz peçeteler yerlere serildiğinde de orada duramayıp mutfaktan çıktım. Niyetim kafedeki müşterilere kapattığımızı söylemek doktoru da buradan bir şekilde göndermekti ama yapamadım. Mutfaktan çıktığımda doktor burada değildi. Müşteriler de hesabı ödemek için bana "Bakar mısınız lütfen" deyip duruyordu. Onları duyuyorum ama gözlerim doktoru aramaktan vazgeçmiyor.

Kapının önüne çıktıktan sonra arar gözlerle etrafa bakındım ama onu göremedim. Bu şekilde gitmesini istemezdim ama artık olurumuz yok be doktor! Gittiğini düşünerek içeriye girecekken de gözüm ilerideki büyük ağaca takıldı. Doktordan kaçıp gölgesinde oturarak gözyaşı döktüğüm ağaçtan bahsediyorum. Şimdi de aynı ağacın altında o oturuyor. O kadar yer varken neden oraya gitmiş ki?

"Hanımefendi hesabı alsanız da biz de gitsek artık"

İçeriden gelen sesler yüzünden müşterilerin kafasını attırmadan kafeye geri döndüm. Onların kafası atarsa otomatikman benim de kafam atar arıza çıkar çünkü. Kasaya gidip hesapları alırken gözümde sürekli doktora doğru kaydı. Ne hakla olduğunu bilmiyorum ama yanına gidemesem de hâlâ orada mı bilmek istiyorum. O da bunu biliyormuş gibi hiç kıpırdamadan öylece oturuyor. Müşteriler çıktıktan sonra kafenin kapısına "Kapalı" yazısını asıp eşiğe oturarak onu izlemeye başladım. Uzunca bir süre de konuştuklarımızı düşünerek izlemeye devam ettim ama her dakika başında sanki bir güç beni itekleyip "Hadi gitsene yanına ne duruyorsun!" diye bağırıp durdu.

Bu sese kayıtsız kalamayacağım bir an geldiğinde ise oturduğum yerden kalkarak ona doğru yürümeye başladım. Şimdi de yaklaştıkça tedirginleşip geri dönme isteği duymaya başladım ama bir yanım "Git" diğer yanım "Geri dön" derken kendimi kısa süre içinde aynı ağacın gölgesinde buldum. Arkasında durup ne diyeceğimi bilemeden ona bakarken de telefonu çalmaya başladı. Sessizliğimi korumak zorunda kaldım. O da telefonunu eline aldığında önce ekrana baktı sonra da beklemeden hemen açıp cevapladı. Bir hastası arıyor gibiydi.

Ancak onlar konuştukça ben gerildim. Nagehan isimli bir kadına endişelenmemesini çünkü pazartesi günkü ameliyatı için her şeyin hazır olduğunu söyledikten sonra eşiyle bu durumu konuşup konuşmadığını sordu. Kadın konuşmamış olacak ki doktor eşinin operasyona engel olmasına karşın belki de ameliyatın ardından öğrenmesinin daha doğru olacağını söyledi.

Bu konuşmaları duyduğum an göğsümün üzerine bir ağırlık çöktü sanki. O problemli şiddet yanlısı adamın karısını sonunda ameliyata alıyor yani. Hem de bu pazartesi! Bu yüzden mi buraya geldi? İçinde yükselen "Bu onu görmek için son şansın olabilir" sesi bu yüzden mi kulaklarına çalındı? O da bir sorun yaşanıp yaşanmayacağından emin değil. Sadece aldığı tehditlere rağmen görevini yapmaya çalışıyor.

Konuşması sona erip telefonu kapatırken ben de sırtımı ağaca dayayıp yavaşça kayarak yere oturdum. Bu defa benim varlığımı hissetmiş olmalı. Sırtımızı aynı ağaca dayayıp iki farklı yöne bakarken onu bilmem ama ben şu hastayı ve kocasını düşünüyordum. Aklımın alamadığı bir konu var çünkü. Düşünüp düşünüp kendi kendime bir cevap alamayacağım belli olunca "Anlayamıyorum" diyerek omzumun ucundan ona doğru baktım.


dfghjk.jpg


Başını ağaca dayayıp neyi anlayamadığımı sorunca kaşlarımı çatıp durumu algılamaya gayret ederek "Bu adam yani hastanın kocası... Neden karısının ameliyat olmasını istemiyor? Deli mi bu adam? Gerçi biraz kaçık olduğu belli ama..." dedim. Sesi çıkmadı. Birkaç saniye sonra da ağacın benim olduğum tarafına gelip yanıma oturdu.

Birbirimize bakmadan oturmaya devam ederken cevabı merak ettiğim için "Söylemeyecek misin?" diye sormak zorunda kaldım. Gözlerini baktığı noktadan çekmeden "Deli değil... Sadece karısına çok aşık" dediğinde buna bir mana veremeyerek ona baktım. Aşık mı? Bu nasıl bir aşk anlayışı bilemedim.

Bu anlarda doktorun bakışları da bana doğru döndü. Şaşkınlığımı gizleyemeyerek "Aşık bir adam karısının sağlığına kavuşmasına engel olur mu?" dediğimde o da ceketini çıkarıp omuzlarıma koyarken "Adam bu ameliyat gerçekleşirse karısını kaybedeceğini düşünüyor. Bu yüzden de bu operasyona mani olup hastalığın sadece ilaçlarla kontrol altına alınmasına devam edilmesini istiyor. Ancak Nagehan Hanım onunla aynı kanı da değil. Haklı olarak hayatını sürekli hasta hissederek ve ilaçlarının yan etkilerine katlanarak geçirmek istemiyor" dedi. Söylediklerini bir yere kadar anlayabilirim ama hâlâ bu adamın normal olmadığını düşünüyorum. Doktora saldırdı ve kaşını yarıp yüzünü gözünü kan içinde bıraktı bu adam dahası var mı? Onu ne halde bulduğumu ben biliyorum.

"Karısını gerçekten sevseydi onun hayatı boyunca kendisini hasta hissetmesine razı gelmez aldığı ilaçların yan etkilerini de çekmeye mahkum etmezdi. Karısının yaşadığı zorlukları göremiyor mu bu adam?"

"Adamın durumunun normal olmadığını kabul ediyorum. Sonuçta kendi karısını korumak isterken başka insanları umursamayan ve onlara gözünü bile kırpmadan zarar verebilen biri. Onu tamamen ayrı tutuyorum ama bunca yıllık doktorluk hayatımda öyle şeylere tanıklık ettim ki bilemezsin. Yakınlarının birkaç saat fazladan yaşaması için varını yoğunu canını her şeyini verebilecek insanlar var. Yani işin özü kimse sevdiklerini kaybetmeye hazır değil ve belki de bu durumu geciktirmeye çalışarak umutlarının da olabildiğince sürmesini istiyorlar. Sadece bunu yansıtma şekilleri kişiden kişiye farklılık gösteriyor"


lkjhkbjn.png


Onu dinlerken içimde oluşan korkuyu gizleyemedim ve endişeli bir halde "Sana sarf ettiği sözleri kulaklarımla duydum. Karısını ameliyat edersen ve o sırada kadına bir şey olursa seni yaşatmayacağını söyleyip tehdit etti" dedim. Bunları söylerken birbirimize bakarak göz göze kaldık. Ne olmuş der gibi bakınca da daha açık olmak zorunda kaldım ve "Ya sana bir şey yaparsa?" diye sordum. Öyle bir şey olmayacağını her türlü önlemin alındığını ve endişemin yersiz olduğunu söylemesini umarken bana dikkatle bakarak "Üzülür müydün? Yani bana bir şey olsaydı" dedi. Soru mu bu şimdi? Bunun olabilirliğini düşünmek bile kalbimi sıkıştırmaya yetiyor. Hatta şimdiden bu ameliyatın stresini yaşamaya başladım desem yalan olmaz.

Kalbim korkuyla çarparken huzursuzluk içinde kıvranan bakışlarımı kaçırıp "Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum ama o kadar da taş kalpli bir insan değilim doktor" dediğimde çenemi nazikçe tutup yüzümü kendisine doğru döndürerek kendinden gayet emin bir tavırla "Bir şey olmayacak çünkü bu ameliyata son derece hazırım. Nagehan Hanım'ı sağlığına ve de ailesine kavuşturacağım. Bu kadar da eminim. Endişe edilecek bir şey yok yani" dedikten sonra elini çenemden çekip konuyla alakasız bir şekilde "Annenin yaptığı yemek daveti... Eğer gelmemi gerçekten istemiyorsan bir bahane yaratıp kendisinden beni bu gece için affetmesini isteyebilirim" dedi.

"Evet istemiyorum. Lütfen gelme hatta hemen buradan git" dediğim takdirde bu defa beni dinleyeceğinden adımın Eylül olduğu kadar eminim. Gelmeyecek ve belki de bu tavrım yüzünden bir daha da karşıma çıkmayacak. Aslında onun hayatına bensiz devam edebilmesi için bunu demem de gerekiyor biliyorum ama bunu söylemek bana o kadar zor geliyor ki. Tamam kabul ediyor ve de ağzımla itiraf ediyorum ki ne kadar aksi gibi davransam da bu adamın kalbimde ciddi bir yer edindiği çok açık. Üzerini örtmeye çalıştığım hislerim de şu an ona git dememe engel oluyor.

Oturduğum yerden kalkmak isterken benden önce davranıp yardım etmek için ellerini uzattı. Anlık bir şekilde ona ve ellerine baktıktan sonra derin bir nefes alarak ellerimi avuçlarına bıraktım. Beni yavaşça kendisine doğru çekerek oturduğum yerden kalkmama yardım ettiğinde yüz yüze gelmemiz de kaçınılmaz oldu. Ona bu denli yakın durunca aklıma da tuhaf bir şekilde beni öptüğü an geldi. Sanki şu an dudaklarının dudaklarımda gezindiği o anı yeniden yaşıyor gibiyim.

Onun da aklına aynı şeyin gelmiş olması muhtemeldi çünkü aramızdaki bakışmadan bu öpücüğün ikinci partının yaşanabileceği belliydi. Bunun olmasına izin vermemek için hızlıca kendime gelip "Akşam yemekte görüşürüz doktor" dedikten sonra onu orada bırakarak kafeye doğru yürümeye başladım. Ani bir gidiş oldu farkındayım ama yanında daha fazla kalmasam iyi olacaktı. Bir yandan kokusunu hissetmeme neden olan omuzlarımdaki ceketini sıkı sıkı tutarken bir yandan da başparmağımı yakasında gezdirerek bu gecenin onunla güzel bir şekilde ayrılmamıza neden olacağını düşündüm. Bu ikimiz adına bir veda yemeği olacak yani.

Geri dönmem için beni ikna etmek istediğini biliyorum ama böyle bir şey olmayacak. Öyle bir haldeyiz ki artık onun yolu başka yöne akıyor benim yolum başka yöne. Bu gecenin sonunda bunu anlamasını sağlayacağım. Şimdilik her şey sakin görünüyor ama gerçekçi olmak gerekirse Buğra er ya da geç bu bebekten haberdar olacak. Umarım olmaz ama bu durumu ondan ne kadar saklayabilirim ben bile bilmiyorum. Bu olduğu takdirde de işte o zaman hayatım hiç de istemediğim bir hâl almaya başlayacak. Doktorun bu karmaşanın içinde yer almasını ve Buğra ile karşı karşıya gelmesini istemiyorum. O bu zor durumlara maruz kalmayı hiç hak etmiyor. En iyisi o kendi hayatına geri dönsün ben de paramparça olan kendi hayatıma. Vedalardan nefret ettiğim bir gerçek ama bazen karşındakinin iyiliği için hoşça kal demeyi de bilmek gerek.


poıuy.gif


........::::::::____::::::::........

Bahisleri açıyorum!
Geri dönmeyeceğim diyen Eylül sizce kaç bölüme kadar soluğu İstanbul da alır :)

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
sdgtfh.png

25.Bölüm : Beni unutmanı istemiyorum

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Çok hoş bir adam! Klas bir kere... Hali vakti tavrı da yerinde. Oturmasını kalkmasını karşısındaki ile ne ölçüde konuşması gerektiğini de çok iyi biliyor. Oldukça da nazik ve kibar biri. Anladığım kadarıyla ailesi de çok saygın insanlar. Mesleği ile ilgili hiçbir şey söylemiyorum zaten her şey ortada"

Az önce kızının ağzını aramak için sıkıştırma etabını başlatan Belma Acar'ın açılış konuşmasına şahit oldunuz. Lütfen kendisine çaktırmadan yerlerinizden ayrılın ve sığınaklara yerleşin. Ekmekleri keserken kimden bahsettiğini anlamamış gibi bir tavır takınıp "Kim anne?" diye sordum. Safa yatmak az da olsa her daim zaman kazandırır. Dikkatim ekmeklerde ama ne yazık ki annemin üzerime diktiği rahatsız edici bakışlarını da fark edebiliyorum. Bu annemin "Ne yapmaya çalıştığını anladım lafa direkt giriyorum kızım" deme bakışı.

Annem bir gözü üzerimde olarak dolaptan bardakları çıkarırken bir yandan da "Ahmet'i kastettiğimi gayet iyi biliyorsun Eylül anlamamış gibi davranma" deyip benim gözlerimi devirmem eşliğinde de sözlerine devam ederek "Neden bana ondan hiç bahsetmedin?" dedi. Şu an ki halime bakılacak olunursa bahsetmemem çok yerinde bir karar olmuş. Ekmek servisini alıp "Çünkü aramızda bahsetmemi gerektirecek bir durum yoktu" diyerek mutfaktan çıkıp salona girdim. Kazara yemin etsem şuracıkta çarpılacağım! Bu doktor da bir geldi pir geldi. Bir aydır bana kızgın olduğu için doğru dürüst sohbet bile etmeyen annemi elinde gün tabağı tutan meraklı teyzelere döndürdü.

Kaçtım diye düşünürken annem hemen arkamdan içinde bardak ve sürahi bulunan bir tepsiyle gelip onları masaya koydu. Birazdan sıkıştırma konusunda ikinci etaba geçecekmişiz gibi hissediyorum. Ben peçeteleri ve çatal bıçakları tabakların yanına koyarken annem de bardakları yerleştirip ağzımı aramayı sürdürdü. Ne zaman vazgeçip ocağının başına dönecek merak etmiyor değilim.

Şüphe uyandıracak bir tepki vermemeye gayret ederken annemin imalı bir ses tonuyla "Aramızda bir şey yok diyorsun ama bana varmış gibi geldi" demesi elimi ayağımı birbirine doladı. Söylediği şeye karşılık bakışlarımı aniden anneme doğru döndürüp tedirgin hislerle "Ne dedi sana?" diye sordum. Bu halim de dikkatinden kaçmadı ve kuşku içeren bakışlarını bana doğru çevirdi. Sakın doktor! Sakın anneme aramızda yaşananlar hakkında bir açıklama yapmamış ol!

"Niye telaşlanıyorsun ki bana söylemesinden çekindiğin bir şey mi var?"

"Hayır yok! Sadece birbirinizi tanımıyorsunuz yanlış anlaşılma olmuş olabilir diye öğrenmek istedim. Sonuçta o şakacı bir tip ettiği laflar her yere çekilebilir"

"Bana bir şey demedi ama sana karşı olan bakışları hiç de yabana atılır gibi değildi. Sohbetimiz sırasında bile gelip gelmediğini anlamak için gözü sürekli mutfak kapısına kaydı. Ayrıca konuşurken Sinan'ın adı geçince de biraz bozuldu sanki"

"Ya ne alaka! İki dakikada Sinan'ın neyini konuştunuz anne?"

"Kızma hemen! Senin komşun olan doktoru Ahmet sandım. Sinan'ın konusu da oradan açıldı"

"Yakın arkadaş onlar aynı hastanede çalışıyorlar"

"Söyledi ama seninle olan yakınlığı onu rahatsız etmişe benziyordu. Sinan'ın senin için istisna olduğunu söylediğimde bariz bir şekilde kıskandı ve sen de bilirsin ki ancak seven insan kıskanır"

"Ah! Kafayı oynatacağım! Sinan ne diye benim için istisna olsun anne? Ondan korkarken sen neler neler anlattın adama!"

"İstisna derken doktorlardan haz etmiyorsun ya onu kastettim. Bu arada ondan korkarken mi? Bana ne anlatmasından kork... Eylüüül!"

"Efendim!"

"Bana doğruyu söyle!"

"Hangi konuda ne dememi bekliyorsun ki?"

"Hayır demiştin ama bu bebeğin onunla..."

"Hiçbir ilgisi yok hatta yanından yöresinden bile geçmiyor! Lütfen onu bebekle ilgili konuların dışında tut"

"Biliyor mu peki? Yani bebeği..."

"Ne yazık ki biliyor"

"Bilmesine rağmen buraya kadar geldi yani?

Annemle göz göze kalırken içimden "Evet ona rağmen geldi çünkü hâlâ hamile olduğumu tam olarak idrak edemeyip bir şansımız olduğuna inanıyor" desem de ona sesli olarak "Anne senden rica ediyorum buraya gelmesinin altında bir mana arama. Aklına esmiş gelmiş yarın da geri dönecek biz de hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz" deyip odama gittim. Gittim çünkü biraz daha kalırsam annem konuyu hiç de istemeyeceğim bir hale getirecek gibime geliyor.

Odamın kapısını kapattığımda hem annemin hem de doktorun aklını başına getirmek gerektiğini düşünüp gardolabımın önüne geçtim. Genelde bol giysiler giydiğim için hamile olduğum dışarıdan pek belli olmuyor ve bu da henüz sorunun varlığını belli etmiyor. Bu yüzden de dolabımdan artık yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan karnımı belli edecek bir bluz çıkardım. Doktor da belki gözüyle görürse daha kolay ikna olur bir olurumuz olmadığına.

dsfgg.jpg


........::::::::____::::::::........

"Eylül misafirimiz geldi!"

Aynadaki görüntüme bakarak dalıp gitmişken annemin seslenişini duydum ve çalan kapı ziline odaklandım. Of! Ciddi ciddi geldi mi şimdi? Doktorun İzmit'e gelmiş olmasına inanamadığım gibi annemin onu evimize davet ettiğine de hâlâ inanamıyorum. Bu akşamı nasıl atlatacağım onu hele hiç bilmiyorum. Aynanın önünden çekildikten sonra şu an ki halimden hiç de hoşnut olmadığım için dolaptan ince bir hırka alıp üzerime geçirdim ve hemen ardından da karnımı saklayarak odadan çıktım. Ben bile şu halimi kabullenememişken onlara kabullendirmeye çalışıyorum resmen. Neden başarılı olamadığım ortada!

Odadan çıktığımda annem kapıyı açmış doktora "Hoş geldin Ahmet içeriye gel lütfen" diyor o da anneme elindeki şık paketi uzatarak "İyi akşamlar Belma Hanım yine çok zarif görünüyorsunuz" diyordu. Ben ne yapıyorum biliyor musunuz? Bir köşeden aralarındaki samimiyete anlamsızca bakarak "Allah muhabbetinizi arttırsın desem bu lafım yine döner dolaşır benim başıma patlar değil mi?" diyorum. Patlar çünkü biliyorum. Sahi bu ne samimiyet yahu! Bu adamın ters düştüğü tek bir Allah'ın kulu yok mu bu yeryüzünde?

"Kızım sen Ahmet'in ceketini alıp dolaba as biz de içeriye geçelim"

Şimdi "Ayağına terlik verip sırtına da havlu koyayım mı anneciğim üşütmesin doktor bey" diyeceğim kinaye yaptığımı anlamayıp belki havluyu değil ama terliği ayağına verdirecek. Yanlarına gidip "Hoş geldin" dedikten sonra ceketini almak için elimi uzattım ama beni artık iyice tanıyor herhalde çünkü aklımdan geçenleri okumuş gibi bakıp "Hiç zahmet etme ben kendim hallederim" diyerek ceketini çıkarıp kendisi astı. Hmm... Giriş kısmını başarıyla atlattı bakalım gelişme kısmında da bu performansı devam edecek mi?

Birlikte salona geçtikten sonra tipik bir "Nasılsınız? İyiyiz sizler nasılsınız? Bizler de iyiyiz... Ee! Daha daha nasılsınız?" muhabbeti dönmeye başladı. Neyse ki annem yemeğe geçme işini tam zamanında yaptı da bu garip sohbet fazla uzamadı. Sofra da her yönüyle hazırdı. Annem çorba servisini almaya giderken doktor da yine kibarlık edip sandalyemi çekti ama iki arada bir derede de bana gayet ciddi bir tavırla "Özellikle dikkat etmem gereken bir yemek var mı? Mesela el lezzetinin değdiği siyanür ile terbiye edilmiş hınzır çorba ya da bir gece önceden bulaşık deterjanı ile marine edilmiş acı çikolata soslu dana rosto gibi... Malum mutfak söz konusu olunca yaratıcılıkta sınır tanımıyorsun" demeyi ihmal etmedi. Ne muzur adam ya! Ama itiraf ediyorum ki beni güldürmeyi başardı. Gıcık!

wqeartfy.gif


Onun da gülümsediğini görünce çenemi toparlamakta biraz zorlandım ama yine de dikkatimi dağıtmaya çalışarak gülmeden "Merak etme yemeklere elimi bile sürmedim ama yerinde olsam su içerken dikkat ederdim. Özellikle de kahve servisiyle gelen su sana biraz sıkıntı verebilir gibime geliyor. Gerçi sen yine de fazla rahat olma çünkü ağzından çıkacak olan herhangi bir imalı söz o suyun içeriğindeki maddenin farklı bir yoldan sana gelişini hızlandırabilir" demeyi başardım. Yine şaftı kaydı. Yalnız onun da bu "Yine topun ağzındayım galiba" ifadesi favorim olmuş olabilir. Bu bakışı tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyor. Tabii bu doktorun kulağına gitmese iyi olur.

Ağzını açıp bana cevap vermesine fırsat kalmadan annem "Kusura bakmayın beklettim" diyerek çorbayı getirdi ve hemen arkasından da kaseleri doldurmaya başlayıp "Seni İzmit'e getiren şey neydi Ahmet?" diye sordu. Hay aksi! Annem hiç vakit kaybetmeden tatlı tatlı tuzak sorusunu sordu. Sakın doktor! Lütfen yalan söyle yalvarıyorum hayatında bir kere olsun yap şunu ve anneme gerçekte neden burada olduğunu söylemek yerine bir şeyler uydur!

O kadar gerildim ki ne anneme ne de ona bakamadım. Sadece onun ne cevap vereceğine odaklandım. Saniyeler içinde beni çok zor bir duruma sokabilir ve ben böyle bir şey olmasını istemiyorum. Kaşığımı istemsizce avucumun içinde sıkarken gayet rahat ve kendinden emin bir tavırla önce bana bakıp "Eylül'ü görmeye geldim" dedi sonra da içimden "Dürüstlüğünde batsın doktor!" dememe neden olup anneme dönerek "Doğruyu söylemem gerekirse eğer görüşemediğimiz zaman içinde Eylül'ü çok merak ettim. Şimdi de yanında olmam gerektiğine inandığım için hem nasıl olduğunu gözlerimle görmek hem de mümkün olabilirse onu geri dönmeye ikna etmek için geldim" dedi. Bittim ben değil mi? Az önce bitirdi beni...

Yahu madem bir halt edip bunları diyorsun bari cevap bekler gibi gözlerime içli içli bakma be doktor! Bu kadar açık olunca annem de alışık değil tabii şok oldu kadın ama hızlıca toparlanıp şaşkın bakışlarla "Geri dönmeye ikna etmek derken neyi kastettin? Bildiğim kadarıyla kızımın geri de bıraktığı herhangi bir şey yoktu. Değil mi Eylülcüğüm?" diye sordu. Annem bana "Eylülcüğüm" derken gözlerini belertiyor çünkü aramızda bir şeyler yaşandığına an itibarıyla emin oldu ve şimdi o da doktor gibi benden de bir açıklama bekliyor.

Yeminlen tek kelime etmem. Ahanda doktor efendi orada ne var ne yok döksün ortaya çünkü almış sazı eline durdurabilene aşk olsun. Birazdan Allah'ın emri peygamberin kavliyle diye de başlar konuşmaya annem de zaten ideal damat profiline uyuyor diye tav oldu adama verdim gitti deyiverir. Görüldüğü gibi artık battı balık yan gider aşamasına da geçmiş bulunmaktayız. Bu adamın aşama atlama merakı yüzünden öleceğim burada!

İkisinin de gözleri üzerimdeyken kızdığımı belli etmek için doktora çok ters bir bakış attım. O da söylediklerinden ötürü barut olduğumu anlamış olacak ki birkaç saniye dudağını büktükten sonra bana gerek kalmadan bir eline tuzluğu diğer eline de biberliği alıp aynı anda çorbasına bol miktarda dökmeye başladı. Beni aratmadığına emin olabilirsiniz.

Onun bu kaderine razı gelmiş hali yüzünden sinirim bozuldu ve gülmemek için mecburen yerimden kalkıp "Affedersiniz hemen dönerim siz devam edin. Bu arada yemeğe devam edin demek istiyorum konuşmaya değil" diyerek mutfağa girdim. Gerçekten çok tuhaf bir adam! İnsanı hem zıvanadan çıkarıp hem de aynı anda gülme krizine sokabiliyor. Hay aksi! O tuzluğu ve biberliği çorbasına boca ederken ki hazin bakışları gözümün önünden gitmiyor. Ee! O da biliyor bu kadar şey söyledikten sonra başına neler gelebileceğini...

Birkaç dakika sonra hem sinirimi hem de gülümsememi kontrol altına alıp mutfaktan çıktım. Bakıyorum da ben kendimi boşuna paralıyorum galiba çünkü masada hiçbir şey bıraktığım gibi değildi. Annemle doktor benim ardımdan konuyu değiştirmiş eski kalabalık aile yemekleri üzerine gayet keyifli bir şekilde sohbet ediyorlardı.

Konuşmalarını bölmemek için yanlarına gitmeden kapının önünden onları dinledim. Yalan söyleyemem şu an karşımdaki bu görüntü yüzümde tebessüm oluşmasına neden oldu. Doktor babaannesi Behiye Hanım'ın dillere destan olan sofralarından büyük bir aşkla bahsederken annem de ona bu konularda anneannemin de aynı hassasiyete sahip olduğunu ve aile yemeklerine de son derece önem verdiğini anlatıyordu. Ne kadar iyi anlaştılar tıpkı ana oğul gibiler. Görünen o ki buradaki tek yabani ot benim...

sofraahey.gif


Beni fark ettiklerinde ağır adımlarla masaya yaklaşıp yerime geri oturdum. Ben gelince annem de boşalan çorba kaselerini alıp ana yemeğin sunumunu hazırlamaya gitti. Doktorla baş başa kaldığımızda az önceki duruma bir açıklık getirmek istemiş olacak ki "Seni zor durumda bıraktım biliyorum ama annene yalan söylemek istemedim" dedi. Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde göz göze kaldık. Gözlerimi gözlerinde gezdirirken ona bu konuyla alakalı ne diyeceğimi gerçekten bilemedim. Hem desem de dinlemiyor ki. Sadece merak ettiğim için "Çorbayı içmişsin. İçmek zorunda değildin" dedim.

"Mecbur olduğum için değil ki çok lezzetli olduğu için içtim"

"İçine tuz ve biber basmıştın doktor lezzetli olmasına imkan yoktu"

"Annen tabağımı senin çorbanla değiştirdi"

"Benim çorbamla... Onu bana mı içirtecektiniz?"

"Hayır geldiğinde yenisini almanı söyleyecekti"

Bakışlarımızı tuhaf bir şekilde birbirimizden çekemedik. Onu bilmem ama ben keşke zamanı geri alabilsem diye düşünüyorum. Geçmişe geri dönüp İzmir'i çok daha önceden terk etmiş olmayı o kadar isterdim ki. Keşke bir aptal gibi Buğra'nın değişeceğine inanmak yerine ne halin varsa gör deyip kendi hayatımın peşinden koşsaydım. O zaman bu akşam yediğimiz yemek her yönüyle daha farklı olurdu. Belki de doktoru annemle ben tanıştırır yanında da gönül rahatlığıyla başım dik bir şekilde otururdum.

Bunları düşünürken aramızdaki sessizliği bozarak "Bu gece için ateşkes imzalayalım mı?" dediğimde o da bu fikrimden hoşlanmış gibi başını olumlu bir şekilde sallayıp "Nasıl istersen" dedi ama teşekkür manasında belli belirsiz tebessüm edip önüme dönerken her ne olduysa bir anda "Son bir soru!" dedi. Yine ne soracak acaba? Bu ateşkesin ömrü de ne kadar sürecek bilemedim doğrusu.

"Dinliyorum"

"Bu artık suyumu rahatlıkla içebileceğim manasına mı geliyor?"

Hey Allah'ım! Sora sora bunu mu soracaktı yani? Kısacık bir an birbirimize manasızca bakıp kaldık. Bu defa gizleyemedim ve o endişeli haline karşılık kocaman bir gülümsemeyle "Evet ateşkesi bozmadığın sürece suyunu rahatlıkla içebilirsin" dedim. O da gülümseyip çatal bıçağını düzelterek "Anlaştık o zaman" dedi. İkimiz de birbirimize bakmadan gülümserken annem içeriden seslenip kendisine yardım etmem için beni mutfağa çağırdı.

Ana yemekle birlikte sohbet benim açımdan çok daha risksiz bir halde ilerledi. Doktor da aramızdaki ateşkese uyarak konuları tehlike sınırlarına yaklaşmadan kolaylıkla atlattı. Tabii annemin merakını nasıl tanıştığımız da epey cezbetmişti. Tanıtım gecesinde yaşananları uygun bir şekilde anlattığımızda Meral'in ameliyatı da konuyu bizden uzaklaştırmamıza epey yardımcı oldu. Annem onun yaşadıklarını duyunca ne diyeceğini şaşırdı. Ben de anlatıyordum ama çok derine girmiyordum. Şimdi durumları iyice öğrenince Meral ile tanışmayı çok istediğini söyledi. Aaa! Bu noktada da doktor dünden razı gibi ortaya atılıp bunu en kısa zamanda gerçekleştirmeyi teklif etti. Annem de kabul etti iyi mi! Adam beni öyle ya da böyle zorla İstanbul'a getirecek yani...

........::::::::____::::::::........

"Eylül"

"Efendim anne?"

"Evin içi biraz sıcak oldu sanki. İsterseniz siz terasa geçin ben de tatlıları alıp hemen gelirim"

"Tamam olur. O zaman ben kahve tepsisini alıp gidiyorum"

"Çıkmadan önce üstüne de bir şey al"

"İyiyim böyle hırkam var"

Annem tatlıları koymak üzere tabakları çıkarırken ben de tepsiyi aldıktan sonra mutfaktan çıktım. Doktor da konsolun üzerinde duran fotoğraflarımıza bakıyordu. Muzur muzur güldüğüne göre de benim şu kafamda kocaman bir kırmızı kurdele olan çocukluk fotoğrafıma bakıyor olmalı. Yanından kırmızı rengi sevdiğimi söyleyerek geçip giderken o da peşimden geldi ve terasa çıktığımızda da "Bir kızın olmalı..." dedikten sonra ona şaşkınca bakmamla birlikte de sözünü "Aynı sana benzeyen bir kız" diyerek tamamladı.

Hiçbir şey diyemedim. O da yanıma yaklaşıp elimdeki tepsiyi alarak masaya bıraktı ve neden çocuk mevzusuna girdi ki diye düşündüğüm sırada da omuzlarıma ceketini koyup "Hafif bir esinti var çarpmasın" dedi. Az önce çarpan çarptı zaten havaya gerek kalmadı. Bu arada geldiğinde dolaba astığı ceketini hangi arada aldı ki?

Annemin geldiğini fark ederek yerime geçip oturdum ama önüme konan tabak yüzüme ikinci bir tokat daha çarpmasına neden oldu. Ben bu anı daha önce de yaşamıştım. İkinci keredir onun aldığı vişneli ekmek kadayıfı önüme konuyor da. Tabaklar bir bir masaya bırakılırken doktor da önümdeki tatlıya olan bakışımı fark etti herhalde çünkü hiç vakit kaybetmeden "Meral'in eve döndüğü gün de bu tatlıdan almıştım. Sevmiştin diye hatırlıyorum" dedi. Buruk bir sessizlikle "Severim" dediğimde bu sefer de annem konuya katılım yapıp "Küçükken babası her hafta sonu vişneli ekmek kadayıfı alırdı. Eylül de çok severdi ama gelen tatlıyı mı severdi yoksa o tatlıyı getirenden ötürü mü severdi bilmiyorum" dedi.

Bu gibi durumlarda genelde doğru olan cevap hep ikinci şık çıkar. Bu sefer de gelenek bozulmadı. Çözümleyemediğim garip bir hisle birlikte çatalımı elime alıp tatlıya sapladım ama tam o anda doktor "Umarım getirenden ötürü seviyordur" deyince elimdeki çatalı bıraktım. Derin bir nefes alma ihtiyacı da hissettim çünkü manasızca dolmaya meyillenen gözlerimi durdurmam gerekiyordu. Çıkan çatal sesi yüzünden de bana bakmaya başladılar. Ama bakmasınlar çünkü baktıkça daha kötü oluyorum. Yanlarında daha fazla kalamayacağımı anlayınca ceketi omuzlarımdan düşürdüm ve izin isteyip masadan kalkarak alt kata indim.

Bana bunu niye yapıyor?

Neden onun yollarını tıkamama rağmen hâlâ ısrarla o taşların o kayaların üzerinden geçmeye çabalayıp yanıma ulaşmaya çalışıyor?

Yapma bunu doktor!

Yapma bak çıkamayız sonra işin içinden...


........::::::::Ahmet::::::::........

Söylediğim sözün üstüne Eylül ani bir şekilde masayı terk edince Belma Hanım da haklı olarak ne olduğunu anlayamadı ve endişelenip "Kusura bakma lütfen şey oldu herhalde... Yani midesi... Neyse ben bir gidip bakayım" dedi. Sorun midesinde değil ki kalbinde...

Belma Hanım'ı durdurup "İzin verirseniz Eylül ile biraz konuşmak isterim" dediğimde bana dikkatle bakıp muhtemelen de ne demek istediğimi anlayarak "Tabii... Siz konuşun ben de buradayım" dedi. Ayağa kalktıktan sonra konuşmanın sonunda gitmem gerekebileceği için Belma Hanım'a önceden veda edip bu güzel gece ve şahane yemekler için teşekkür ettim. O da beni tanıdığına çok memnun olduğunu söyleyip davetini geri çevirmediğim için teşekkür etti.

Eylül'ün oturduğu yerden ceketimi alarak seri adımlarla aşağıya indiğimde onun aile fotoğraflarına özellikle de şu saçında şirin kırmızı kurdele bulunan küçüklük resmine baktığını gördüm. İyi değildi. Onu bu halde görmekten hiç hoşlanmıyorum. Yanına doğru yaklaşıp "Patavatsızlık ettim kabul ediyorum. Özür dilerim" dedim. Önce ses çıkarmadı sonra da kötü bir ses tonuyla "Senden bir şey istesem yapar mısın?" diye sordu. Ne isteyebileceğini bilmiyorum ama yine de kayıtsız şartsız "Yaparım" dedim. Bakışlarını titreyen parmaklarıyla ovuşturduğu ellerine indirirken dudaklarından kısık bir sesle çıkan “Lütfen git” cümlesi odadaki tüm sesleri susturdu. Hava o anla birlikte an be an ağırlaşırken sanki nefes almak bile zorlaştı. Dilinden dökülen kelimeler o kadar güçsüz ve yorgun çıkmıştı ki gerçekten gitmemi mi istiyordu yoksa bunu istemeye istemeye mi söylüyordu belli değildi. Tabii benim gönlüm istemeye istemeye söylediğinden yanaydı. "Gidebilir misin Ahmet?" dedim kendi kendime. Açıkçası bunu yapabilir miyim emin olamadım.

Önüne geçip yüz yüze olabilmek adına tam karşısında durdum. Bana doğru bakamadı ama ben ondan başka hiçbir şey görmek istemedim. Tüm odağım ondaydı. "Bunu benden isteme Eylül" dediğimde sesimde kararlılık olsa da alt notalarında yalvarırcasına çatallanmalarda hissediliyordu. En azından ben hissettim. İçinde yaşanan fırtınaları ele veren kızarmış gözlerini bana doğru çevirip "Niye anlamamakta ısrar ediyorsun? Neden olamayacağını bile bile göre göre hâlâ boşa kürek çekmeye devam ediyorsun?" dedi. Sözleri keskin bir bıçak gibi kalbime saplandı ama gözleri… Gözleri yalan söyleyemiyordu. O güzel gözlerde söylediklerini yalanlayan sessizce "gitme" diyen bir başka gerçek saklıydı. Ve ben onu görebiliyordum.

Ona bir adım daha yaklaştım. Yüzünü ellerimin arasına almak isterken bunu yapacağımı anlar anlamaz bana izin vermeyip geri çekildi ve benim "Yanında olmaya çalışmama rağmen neden beni itiyorsun Eylül?" demem karşısında da üzerindeki hırkayı sertçe çıkarıp karnını işaret ederek "Bir de soruyor musun?" dedi. Artık yavaş yavaş belli olmaya başlayan karnını gördüğümde yalan söyleyemem kendimi çok kötü hissettim. Yüzüme Eylül tarafından defalarca "Kendine gel!" manası taşıyan yumruklar inmiş gibiydi.

Bu yüzden de ben sustum Eylül konuşmaya devam etti. Sesi titriyordu ama kelimeleri oldukça netti. Beni kendime getirmeye çalışır bir edayla "Hamileyim ben farkında mısın? Nefret ettiğim adını bile duymak istemediğim kazara bir yerde görsem bir kaşık suda boğmak isteyeceğim bir adamın çocuğunu taşıyorum! Ortak olmaya çalıştığın hayatım darmadağın ve ben bile o karışıklığın içinde kendimi bulamıyorum. Benim tanıdığım o hayat dolu haylaz esprili Eylül nerede desen bunun bir cevabı bile yok. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil anlıyor musun? Bu yüzden de senin burada ve özellikle de benim yanımda olmaman gerekiyor doktor! Bu an arkana bile bakmadan kaçman gereken bir an! Senin gidip kendi hayatına devam etmen beni de bir daha hatırlamamak üzere unutman gerekiyor çünkü ben artık öyle yapacağım" dedi. Konuşmayı bıraktığında bakışlarımı karnından çekip gözlerine çevirdim. Bunları söyleyen kadın aynı zamanda neden bana dokunsam ağlayacakmış gibi bakıyor o halde?

Söylediklerinin ardından gözlerimiz birbirine kenetlendi. Ne ben bakışlarımı çekebildim ne de o. Bu birkaç saniyelik bir şey olsa da bir yandan da sonsuzluk gibiydi. Bu durum fazla uzun da sürmedi. Hüzünlü gözleri bana bambaşka şeyler hissettirse de bir kez daha "Yalvarırım git buradan doktor!" dedi. Ağlamamak için kendisini zor tuttuğunu görebildiğim için daha fazla üzülmesini istemedim ve ne düşüneceğimi bilemeden ağır adımlarla yanından geçtim. Ancak o anda bir şey oldu. Tam birkaç adım atmıştım ki bana "Dur!" diyen o güçlü sese kayıtsız kalamayıp olduğum yerde kaldım.

Kulaklarımda çınlayan ses Eylül'e ait değildi bariz bir şekilde kendi sesimdi. İçimde yükselen bu otoriter ses bana "Nereye gidiyorsun Ahmet? Sen sen olmaktan vaz mı geçiyorsun?" diyordu. Beni bir rehber gibi kendime getiren güçlü kararlı ve yapmam gerekeni emredercesine söyleyen Ahmet'i seviyorum. Şu an bile "Yaralısın üzgünsün ne yapacağını bilmiyorsun anladık ama hâlâ inandıklarımız uğruna savaşmayı biliyoruz öyle değil mi Ahmet?" demeye devam ediyor sanki. Özür dilerim ama o sesi dinlemek zorundayım çünkü ben ben olmaktan çıkamam. Bunu yaparsam resmen kendime ihanet etmiş olurum.

Üzgünüm Eylül ama seni de kendimi de mutlu sonu hak ettiğine inandığım sevgimizi de yarı yolda bırakamam. İkimiz adına hayallerim var ve karşımda bana ait olan bir kalbin ışıldadığını gördüğüm sürece o hayallerin yıkılmasına izin vermeyeceğim. Birkaç saniyelik duraksamanın ardından kendimi hızlıca toparlayıp sonucunun ne olacağını zerre kadar umursamadan Eylül'ün yanına döndüm ve beni engellemesine izin vermeden elimi saçlarının arasından geçirip tüm sevgimi hissettirmeye çalışarak onu öptüm.


juftd.gif


Beni itmedi ya da durdurmadı.

Eli yanağımdaydı ama tokat da atmadı.

Sadece ben onu öpünce o da beni öptü.

Umarım artık ne olursa olsun yanında olmak istediğimi anlamıştır.

Umarım artık her şeye rağmen bir olurumuz olduğuna da inanmaya başlamıştır.


........::::::::Ertesi Gün::::::::........

Dün gece Eylül'ü öptükten hemen sonra tek kelime bile etmesine olanak vermeden evlerinden ayrıldım çünkü bu defa önce hakkımızda düşünsün sonra konuşsun istedim. Benden sonra ne yaptığıyla ya da ne halde olduğuyla alakalı hiçbir fikrim de yok. Tek istediğim dün geceden sonra ikimiz adına daha olumlu düşünmeye başlamasıydı yoksa ne yaparım bilmiyorum.

Bugün de İstanbul'a geri dönmek zorundayım. Aslında tüm günü Eylül ile geçirip akşamüstüne doğru dönmeyi planlıyordum ama dün gece aramızda geçenler planlarımda ufak tefek değişiklikler yaşanmasına sebep oldu. Yani birazdan kafeye gideceğim ve özel bir konuşma yapmamak için annesinin yanında ikisine de "Hoşça kalın" deyip oradan ayrılacağım. Bana cevabını İstanbul'a geri döndüğünde vermesini istiyorum çünkü. O an gelene kadar iyice düşünsün bakalım.

Öğlene doğru otelden çıkışımı yapıp çantamı arabaya yerleştirdim ve hemen direksiyonun başına geçtim. Kaldığım otel Belma Hanım'ın işlettiği kafeye yakın olduğu için de kısa bir sürede varmam gereken yere ulaştım. İçeride de epey bir müşteri vardı. Yani o kadar insanın içinde bana herhangi bir şey diyemezdi. Bu da şu an için istediğim şeydi.

Arabanın torpido gözünü açıp gelirken yanımda getirdiğim paketi elime aldım. İçinde Eylül'ün kullandığı parfüm ve bir de not vardı. Aslında benim de kullandığım diyebiliriz çünkü yokluğunda şişeden hatırı sayılır miktarda eksilme oldu. Birkaç saniye pakete baktıktan sonra onu şimdi vermekten vazgeçip aldığım yere geri koydum ve kemerimi çözer çözmez de arabadan çıkıp kafeye doğru yürümeye başladım.

İçeriye bakıyorum da Eylül ortalarda görünmüyor. Lütfen gelmemiş olmasın. Onu bir kez daha göreceğim konusunda kendimi çok şartlamıştım. Şimdi görmeden gidersem hep eksik hissedeceğim. Kapıdan adım attığımda Belma Hanım beni görerek hemen yanıma geldi. Selamlaştıktan sonra geri döneceğim için veda etmeye geldiğimi söyledim. Eylül yorgun olduğu için arka tarafta dinleniyormuş ama Belma Hanım uyanmış olabileceğini söyleyip istersem yanına gidebileceğimi söyledi. İsterim tabii.

Belma Hanım'a teşekkür ettikten sonra söylediği gibi arka tarafa geçtim. Kış bahçesini andırıyor ama sanırım şu an için bu amaçla değil daha çok dinlenmek için kullanılıyordu. İçeriye girer girmez dikkatimi ilk çeken şey bu olmadı tabii ki. Eylül ikili koltuğa kıvrılmış uyuyordu. Dün gece onun da benim gibi gözüne uyku girmemiş olmalı.


uyestweturken.gif


Aslında uyuyor olması daha iyiydi. Ondan yine olumsuz şeyler duysaydım kendimi kötü hissederek İstanbul'a dönecektim. Ama şimdi hâlâ umudum var. Yanına yaklaştıktan sonra bir süre baş ucunda oturdum ve onu uyurken seyrettim. Aklımdan da yaparsam beni lime lime edeceği şeyler geçmiyor değil.

Şimdi onu bu halde kucaklayıp arabaya koysam o da gözlerini açtığında kendisini İstanbul'da bulsa beni parçalar değil mi? Gözümün yaşına bile bakmaz. Ama fikir hoşuma gitti yapsam mı acaba? Düşündüğüm şey gülümsememe neden olsa da yine de içime bir hüzün çöktü. Döneceğine inanıyorum ama yine de onu burada bırakmak zorunda olmam canımı çok sıkıyor. Neden bu hale geldik ki?

Onu uyandırmamaya dikkat ederek elimi saçlarında gezdirip "Bir sonraki görüşmemize kadar kendine benim için çok iyi bak" diyerek alnını öptüm ve ondan uzaklaşmak ne kadar zor olsa da yine de geri çekildim. Aklımdan da yine bir şeyler geçiyordu. Gitmeden önce bir iz bırakmalıyım. Hatta bahsettiğim bu izin işime de yaraması lazım.

Düşünerek etrafa bakınırken bir yandan cebimi yoklayıp ihtiyacım olan şeyin yanımda olup olmadığını kontrol ettim bir yandan da dikkatimi çeken defterin yanına gidip bir sayfa kopardım. Biraz çenem düştü galiba ama üzerine yazacağımı yazıp sehpanın üzerinde duran taze çiçekten de bir gonca kopararak iç cebime koydum. Eylül'ün yanına döndüğümde önce çıkardığım ceketimle üzerini örttüm sonra da az önce yazdığım notu kaybolmasına imkan vermeyecek şekilde avucuna iliştirdim.

Şimdi gönül rahatlığıyla gidebilirim çünkü istese de istemese de artık onu bir kez daha göreceğimden adım kadar eminim. Aaa! Yanıldım çünkü hemen gidemem. Neden derseniz eğer yapmam gereken bir şey daha var. Şimdi benim birkaç dakikaya daha ve bir de tebeşire ihtiyacım olacak. Eminim Belma Hanım bana bu konuda yardımcı olacaktır.

........::::::::Eylül / Bir Saat Sonra::::::::........

Gözlerimi açmakta epey bir zorlansam da hissettiğim sıcaklık merakıma yenik düşmeme neden oldu. Ancak bir tuhaflık vardı. Gözlerimi ovuşturarak doğrulduğumda üzerimden sıcacık bir ortamda uyumamı sağlayan bir ceket elimden de onun elimde ne aradığını bilemediğim bir kağıt düştü. Uyku sersemliğimi de araya katacak olursak eğer epey bir afalladığımı söyleyebilirim ama ceketi elime alıp baktığımda onun doktorun ceketi olduğunu anlamam hiç de zor olmadı. O burada değil mi? Şu an içeride ve büyük ihtimalle annemle oturmuş çay içip sohbet ediyorlar. İyi de ben dün gecenin üzerine onu görmeye hiç hazır değilim ki.

Of! Aklıma geldikçe kalbim yerinden çıkıp sonra da vazgeçerek yerine geri dönüyormuş gibi hissediyorum. Hadi o kalbinden geçeni hiç düşünmeden hissettiği anda yapan biri ya bana ne demeli! Adama o kadar laf edip unut deyip unutuyorum deyip ne halt etmeye karşılık vererek onu öpüyorum ki! Aptal geldin aptal gideceksin Eylül kabul et bunu! Şimdi gidip nasıl bakacağım yüzüne? Annem de var zaten kesin onun yanında imalı imalı laflar edip beni köşeye sıkıştırmaya çalışacak. Dudaklarımı kemirerek buradan hiç çıkmasam mı diye düşünürken az önce elimden düşen kağıdı fark edip yerden aldım. Apar topar açtığımda üzerinde onun tarafından yazılmış uzun bir not olduğunu gördüm.

"Ben İstanbul'a dönüyorum Eylül.
Size hoşça kalın demek için geldim ama sen uyuyordun.
Aslında uyuyor olman ikimiz için de daha iyi oldu.
Fevri bir karar vermeden önce zamana ihtiyacımız olduğunu benim kadar sen de biliyor olmalısın.

Her neyse! Sen uyuyor olduğun için farkında değildin ama uzun uzun seyrettim seni.
Bunu uyanıkken yapmaya kalksam senden bir ton azar işitirdim ve ben bu fırsatı değerlendirmek istedim.
Yüz hatlarını hafızama kazırken bir an seni bırakıp gidemeyeceğimi düşündüm biliyor musun?
Ama sonra merak etme yakında yeniden karşılaşacaksınız dedim kendi kendime.

Neden bu kadar eminim biliyor musun?
Çünkü ceketimin iç cebinde küçük bir anahtar var. O anahtar hastanede bulunan dolabımın anahtarı.
Peki o dolapta ne var merak ediyor musun? Girdiğim ameliyatlarda bana şans getirmesi için verdiğin kep var.
Meral'in ameliyatında ne kadar işe yaradığını gördük değil mi? Çünkü o an onunla birlikte sen de yanımdaydın.
Bana "Hadi doktor! Başarabilirsin sakın umudunu kaybetme" deyip duruyordun.
Umursar mısın bilmiyorum ama pazartesi günü o kepe çok ihtiyacım olacağını hissediyorum.
Belki de ona ulaşmama yardım etmek için küçük bir yolculuk yapmaya razı gelirsin.

Doktor

(Gözlerimi yolda bırakma diyen)

Yazdıklarını okuduktan sonra kağıdı bırakmadan başımı ellerimin arasına aldım. Bunu yaptığına inanamıyorum. O ameliyat konusunda ne kadar endişeli olduğumu biliyordu. Dolayısıyla dediğini yapmak zorunda hissedeceğimi de. Gider ayak bile aklımı karmakarışık ediyorsun ya doktor ben sana ne diyeyim gerçekten bilemiyorum. Oflayarak ceketi elime aldıktan sonra dediği gibi iç cebine baktım. Elime bir dolap anahtarı ve onunla birlikte bir de çiçek geçti. Yine yaptı yapacağını da ben ne yapacağım şimdi?

Ceketi anahtarı notu ve çiçeği elime alıp ön tarafa geçtim. Annemden arabanın anahtarını isteyip bunları kaybolmasın diye bagaja koymaya niyetlenirken de bir müşteri yine beni zıvanadan çıkarıp o meşhur soruyu sorarak "Bir limonata alabilir miyim?" diye sordu. Yapmayın şunu ya! Doktoru unutup yollarımıza bakmamız gerektiğine kendimi inandırmaya çalışırken sürekli onu hatırlatacak şeyler söyleyip durmayın bana!

Tepkim değişmedi. Öfkeyle arkamı dönüp "Limonata satmıyoruz!" dediğimde müşteri beni şaşırtarak tabelada sattığımızın yazdığını söyledi. Nasıl ya! Bunu duyunca hiçbir şey demeden kapıdan hızla çıkıp hemen tabelanın önüne geldim. Daha önceden kocaman harflerle yazdığım yazı silinmiş onun yerine de yazım taklit edilerek yine kocaman harflerle "LİMONATA" yazılıp fiyat olarak da "Beğeniye göre değişir" denmiş ama beni asıl ilgilendiren kısım limonatanın altına yazılmış yerdi çünkü orada parantez içinde "Beni unutmanı istemiyorum" yazıyordu.


fgghjjk.png


Tabelanın üzerinde yazılanları okur okumaz gözlerim istemsizce dolmaya başladı. Yapma bunu doktor dedikçe her seferinde daha da çok yükleniyor. Hani bir söz vardı. Orada bir taş ustasının taşa yüz kere vurmasına rağmen kıramadığını ama sonra yılmayıp yüz birinci seferde taşı ikiye ayırdığını anlatır. Sonra da taşı ikiye bölen o son vuruş değil ondan öncekilerdir diye nokta konur bu manalı söze.

İşte doktor da sonunda o aylardır yok etmeye çalıştığı taşı kırdı ve öyle gitti.

Ona karşı ne direncim kaldı ne de örülmüş bir duvarım...


........::::::::Ahmet / Pazartesi Sabahı::::::::........

Eylül'ü gördükten sonra onsuz geri dönmek bana kendimi hiç de iyi hissettirmedi. İyice düşünüp bizim adımıza müspet kararlar aldığını düşünmek istiyorum. Ceketimin şu saate kadar bir kargo firması vasıtasıyla elime geçmemiş olması da içimi biraz rahatlatmıyor değil. Ev yerine hastaneye gönderir diye bizim kızlardan da bana herhangi bir şey gelirse arayıp hemen haber vermelerini istemiştim. Ya son dakika elime ulaşacak ya da ameliyata girmeden hemen önce arkamdan "Hey doktor!" diye seslenip bana kendisi verecek. Lütfen ikinci seçenek olsun.

"Ahmet'in neyi var? Bana mı surat asıyor bu zibit!"

Kahvaltı sofrasında Eylül'ün gelip gelmeyeceğini düşünürken hangi ara olduğunu anlayamadım ama dalıp gitmişim. Dedemin sesini duyar duymaz da kendime geldim. Sağ olsun babam ben konuya ayılana kadar hemen olaya müdahale edip surat asmadığımı sadece bugün gireceğim ameliyat konusunda düşünceli olduğumu söyledi. Babamın beni kurtarmasının rahatlığını yaşarken dedem aniden kızıp "Söyle bu karşımda meymenetsiz suratıyla oturan Ahmet Efendi'ye eve iş değil kardeşi gibi güzel bir gelin getirsin! Yaşı da geçiyor başımıza kalacak bu çapkın hayta!" deyiverdi. Bir an çenemi tutamayıp Eylül'ü kastederek "Gelmiyor ki!" diyecektim ama son anda kendimi tuttum.

"Biz karışmayalım baba Ahmet aynı Selim gibi kendi hayatını kendisi planlar"

"Bu kafayla bir halt planlayamaz o! Bak o İzmir'den gelen güzelim kızı da kaçırdı. Eylüül! Kızın adı bile gel bana aşık ol diyor ama bu zibidi aklı beş karış havada ortalarda dolanıp duruyor. Kalacak o mürebbiye kılıklı gardiyan suratlı kıza görecek dünyanın kaç bucak olduğunu!"

"Eylül'ün kendi hayatıyla alakalı sorunları var dede ondan gitti"

"O gider efendi! Sen niye takılmadın peşine? Kızı yaşadığı sorunlarda bir başına bırakırsan bir daha kırmızı dipli mumla arasan ancak havanı alırsın"

Aldım aldım! Bir güzel İzmit havası aldım bomboş elle de geri geldim. İçim sıkıldı. Kalksam mı acaba? Sandalyemi çekip afiyet olsun dedikten sonra hastaneye erken gitmem gerektiğini çünkü ameliyat için hazırlık yapacak zamanımın olmasını istediğimi söyledim. Babam ameliyatın başarılı geçmesini temenni ederken ben de dedemin arkamdan "Bak yine gerçekler ağır geldi kaçıyor gördün mü?" demesi eşliğinde tebessüm ederek evden çıktım. Benimle uğraşmasa rahat edemiyor. Arabaya geçtikten sonra radyoda güzel bir kanal bulup evin önünden ayrıldım. İçimde Eylül'ü görmeye dair güçlü bir istek var. Bu bir ay boyunca onsuz nasıl dayanabilmişim bilmiyorum.

Erken çıktığım için trafiğe yakalanmadan kısa bir süre içinde de hastaneye ulaştım. Kartımı okutup hastane doktorlarına ait olan otoparka girdikten sonra ileride daha doğrusu park yerimin yanında bir karartı olduğunu fark ettim. Yaklaştıkça belirginleşen bu karaltı kendi kendime umarım şu an uyanıksındır Ahmet dedirtti çünkü Eylül tam karşımda durmuş bana doğru bakıyordu. Gerçekten orada olabilir mi? Sonuçta burası doktorlara ait bir bölge öyle herkesin geçmesine izin verilmiyor.

O karşımda ben arabada birbirimize bakıp kalırken Eylül'ün elini beline koyarak "İnmeye niyetin yok herhalde!" dediğini işittim. Arabayı üstünkörü park ettikten sonra hemen kemerimi çözüp dışarıya çıktım. Karşı karşıya geldiğimizde onun burada olduğuna hâlâ inanamıyordum. Tamam bunu tüm kalbimle istiyordum ama sonuçta karşımdaki kadın Eylül olduğu için emin olamıyordum.

tumblr_nd76wp2rOO1rgycqxo1_.gif


Gözlerimi gözlerinde gezdirirken hissettiğim mutlulukla "Gelmişsin" dediğimde mesafeli durmaya çalışarak elindeki paketi uzattı ve hemen ardından da "Ceketini getirdim. Hani beni buraya getirmeye mecbur bıraktığın ceket!" dedi. Tavrı gülümsememe neden oldu. O da bunu görür görmez "Ne gülüyorsun Allah aşkına bunda gülünecek ne var?" dedi. Paketi elinden alıp "Kargo ile gönderirsin diye çok korktum" dediğimde bakışlarını kaçırıp lakayt bir tavırla da "Aklıma gelmedi" dedi. Aklına mı gelmedi yoksa işine mi gelmedi umurumda bile değil ama o geldi ve şu an yanımda. Ah! Hissettiğim sevinçle pat diye sarılsam kızar mı acaba?

Merakıma yenilip "Bu otoparka nasıl girdin?" diye sorduğumda yüzümü ekşitmeme neden olacak bir şey söyleyerek "Hastanenin önünde Sinan ile karşılaştım. Beni buraya o aldı" dedi. Neyse bu güzel karşılaşmaya vesile olduğu için bu konuda herhangi bir kıskançlık yapmayacağım. Sonuçta biz o mevzuyu da Sinan ile aramızda kapattık diye biliyorum.

Sessiz kaldım. Önemli olan tek şey şu an burada ve yanımda olmasıydı. Göz göze dururken "Sebebi hiç önemli değil..." dedim. O güzel gözlerini daha yakından görmek adına bir adım yaklaşıp "Şu an buraya gelmiş olman beni tahmin edemeyeceğin kadar mutlu etti. Hakkında yanılmamamı sağladığın için teşekkür ederim Eylül" dediğimde gözlerini gözlerimden ayıramadığı gibi dudağın ucunda da tatlı bir tebessüm belirdi.

Ama sonra bir şey oldu. İfadesinde bir mahcubiyet belirdi. Tam bana bir şey söyleyecekti ki otoparkın içinde "Doktor!" diyen öfkeli bir ses yankılandı. Bu tanıdık sesin verdiği endişeyle kolumu Eylül'ün önüne doğru açıp onu korumaya alırken de "Sana o ameliyat olmayacak demiştim!" diyen Nagehan Hanım'ın eşiyle göz göze geldik. Sonra ne mi oldu? Sonra her şey çok hızlı cereyan etti.

atahan.gif


O anla birlikte kulaklarımda üç tane ses kaldı. İlki benim Eylül'ün önüme geçmesini engelleyerek ona "Eylül hemen git buradan!" diye bağırdığım sesti. İkincisi korkudan beni kenara çekmeye çalışarak "Silahı var! Seni bırakıp hiçbir yere gitmem" diyen Eylül'ün sesiydi. Üçüncü seste ne yazık ki içinden çıkan kurşunun bana mı yoksa Eylül'e mi isabet ettiğini anlayamadığım silahın sesiydi.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
kuygfgh.png


26.Bölüm : Sana o ameliyat olmayacak demiştim!

........::::::::__Eylül__::::::::........

Hastanenin önünde ayakta dikilirken elimdeki paketi sıkı sıkıya tutuyordum. Parmak uçlarımda bir karıncalanma içimde ise tanıdık ama kontrol edemediğim bir huzursuzluk vardı. Ne yalan söyleyeyim bayağı gergindim. Doktorla konuşurken ne diyeceğimi kafamda prova ediyordum ama her cümle bir yerden sonra birbirine dolanıyor iç sesim sürekli beni başka yollara çekiştiriyordu. O gelmeden önce paketi otoparktaki güvenlik görevlisine bırakıp görünmeden kaçsam mı diye düşünmediğim tek bir an bile olmadı. Ama yapamadım. Kalbim aklıma sürekli "Nereye gidiyorsun kızım? Dur durduğun yerde kafamı bozma benim!" diyordu. Anlayacağın aklımın kaçası var kalbimin de sahibini göresi var. Sıkışıp kaldım ikisinin arasında.

"Eylül!"

Düşüncelerimi bölen bu seslenişle kendime gelmek zorunda kaldım. "Eylül" dendi değil mi? Yanlış anlamadım yani. Etrafa bakınırken bana doğru seslenen sesin Sinan'a ait olduğunu anlayınca arabasının yanına doğru yaklaştım. "Merhaba" dedim hafif bir gülümsemeyle. Sinan "Merhaba" derken göz ucuyla elimdeki pakete baktı sonra da meraklı bir tavırla "Sabahın bu kadar erken bir saatinde seni buraya hangi rüzgar attı?" diye sordu. Rüzgar değil o doktorun çıkardığı kasırgaydı. Ben de sürüklenip buraya kadar geldim işte.

Sorusunu düşünüyorum da ona hiçbir şey anlatamam ki. Hem anlatmaya çalışsam bile ne diyeceğim? "Adam beni emrivaki yaparak ayağına kadar getirtti bendeniz de akıllı geçiniyorum ama yine de saf gibi tıpış tıpış geldim" mi diyeceğim? Yok olmaz! Benim acilen bir şey uydurmam lazım. Hadi Eylül çalıştır saksıyı. Bir dakika ya! Niye uyduruyorum ki bahanem zaten ellerimde durmuyor mu?

"Bende doktora ait bir şey var da... Onu getirdim. Acil lazım olmuş getirebilirsen çok makbule geçer dedi"

"Keşke dışarıda beklemeyip içeriye geçseydin. Bak sabah soğuğu çarpar fark etmezsin bile"

"Yok ya şimdi bütün hastaneye malzeme olmaya gerek yok"

"Olur mu canım öyle şey! Hadi gel o zaman bizim otoparkta bekle zaten Ahmet gecikmez birkaç dakika içinde gelir"

"Otopark mı? Sorun olmasın"

"Yok olmaz güvenlikle konuşurum ben"

"İyi tamam o zaman. Teşekkür ederim"

Sinan'ın yardımıyla doktorlara ait olan otoparka girip elimde hâlâ sıkı sıkıya tuttuğum paketle beklemeye başladım. Buraya da hangi akla hizmet geldim bilmiyorum ama gelmemiş olsaydım da bütün gün ne oldu ne bitti telaşından helak olacaktım. Şimdi en azından bir sorun olup olmadığını kendi gözlerimle görebileceğim.

Sabırsız bir halde beklerken Sinan'ın dediği gibi birkaç dakika sonra doktorun arabası da otoparkın girişinde göründü. Of! Gerildim mi ben? Keşke paketi park yerine bırakıp gitseydim diyeceğim ama o zaman da insanlar hastane otoparkında şüpheli bir paket var diye ortalığı birbirine katardı. Ee! Sonra da güvenlik kamerasından tespitti oydu buydu derken besbeter rezillik olurdu.

Arabası bana doğru yaklaştıkça içimde tuhaf bir kıpırtı başladı. Manasız bir heyecan. Yani bu kadar da abartılmaz ki sonuçta sadece bir ceket teslim edeceğim! Ama işte öyle değil herhalde çünkü araba santim santim yaklaştıkça kalbim bir anlığına tökezliyor gibi hissediyorum. O da gözlerini üzerimden ayıramıyor. Sanki beni gördüğüne inanamıyormuş gibi bir hali var. Valla o İzmit'e geldiğinde de ben kendimden şüphe etmiştim. Her şey karşılıklı yani idare etsin. Of! Emanetini versem de hemen gitsem şuradan hiç böyle olacağını tahmin etmemiştim. Arabası da tam park yerinin önünde durdu. "Girip doğru dürüst park etsene be!" adam dememek için kendimi zor tuttum.

Bir süre olduğu yerden o bana ben de ona baktım ama sonra birimizin artık bir tepki vermesi gerektiğini düşündüğüm için boşta kalan elimi belime koyarak "İnmeye niyetin yok herhalde!" dedim. Sanki bu söylediğim onu uyandırmıştı. Hiçbir şey demeden arabasını park ettikten sonra dışarı çıkıp yanıma doğru geldi. Niye böyle olduk anlamadım ama o yüzüme bir garip bakıyordu ben de saçma sapan atan ayarsız kalbime "Ee! Sen de bir düzene girsen mi artık?" diyordum.

Yumuşacık ama etki düzeyi yüksek bir tonlamayla "Gelmişsin" diyerek sessizliğini bozdu. O an kulaklarımda "Geri dönmeni istiyorum Eylül... İstanbul'a ya da bana bunu ne anlamda algılarsan algıla" dediği sözler çınladı. Ah be! Sana geldim doktor sen de al bu bilgiyi istediğin gibi tepe tepe kullan demek vardı ya... Olmadı işte. Kader taktı çelmeyi bir güzel oturdum aşağıya. Gözlerime ışıl ışıl bakan halini izlerken aniden kendime gelip elimdeki paketi uzatarak sanki burada olma sebebim bir tek oymuş gibi "Ceketini getirdim. Hani beni buraya getirmeye mecbur bıraktığın ceket!" dedim. Hayda! Yine gülümsüyor. Kaşlarımı çatarak bunda gülünecek neyin olduğunu sorduğumda elimdeki paketi alıp "Kargo ile gönderirsin diye çok korktum" dedi. Kahretsin! Bunu söylemez diye umut ediyordum. Kıvır Eylül kıvır!

Dudağımı büzüp başımı da umursamaz bir tavırla başka yöne çevirirken ceketi kargoya vermenin aklıma gelmediğini söyledim. İnanırsa tabii. Yalan yok ben olsam asla ve kat'a inanmazdım. Bir gün gerçekten çarpılacağım. O değil de neden bana birazdan saçma sapan bir şey yapacakmış gibi bakıyor onu anlamadım. O tanıdık bakış gözlerinde hafif bir parıltı dudak kenarlarında sabırsız bir kıpırdanma... Sanki geliyor gelmekte olan gibi bakıyor insana. Hayır yani çok alıştı ani ataklar yapmaya sonunda alacak boyunun ölçüsünü asıl o oturacak aşağıya!

Ona karşı mesafeli durmaya çalışırken haklı olarak bu otoparka nasıl girdiğimi sordu. Keşke sormasaydı. Söylesem mi söylemesem mi diye düşündükten sonra nasılsa duyacak diye düşünüp bir çırpıda hastanenin önünde Sinan ile karşılaştığımı ve beni de buraya onun aldığını söyledim. Konu Sinan olunca yine suratı ekşidi ama bu defa her ne düşündüyse ifadesini hızlı bir şekilde düzeltti. Niye böyle oldu acaba?

Bu ifadeden sonra ne diyeceğini merak ettim ama bir yandan da ters bir şey söyler de yine dalaşır mıyız diye de endişelenmedim değil. Malum iki tarafta ateşi alınca ortamda yakılmadık yer bırakmıyor. Şimdi o bana "Sinan ne alaka?" dese benim ağzımdan neler döküleceği meçhul. Konu ben olunca ağzımdan pek de hayra alamet şeyler de dökülmez herhalde. Ama demedi. Sadece sustu ve burada olmamın mutluluğunu yaşar gibi gözlerime baktı. Ben de aksini yapamadım. Sessizlik "Sebebi hiç önemli değil..." demesiyle bozulurken bana bir adım daha yaklaştı. Tepki vermedim. Ta ki "Şu an buraya gelmiş olman beni tahmin edemeyeceğin kadar mutlu etti. Hakkında yanılmamamı sağladığın için teşekkür ederim Eylül" demesine kadar. İstemsizce tebessüm ederken yakaladım kendimi.

Tam buruk bir hissiyatla ona "Hakkımda o kadar çok yanılttım ki seni bunun lafı bile olmaz be doktor" demek üzereyken otoparkın içinde kızgın bir ses duyuldu. Bu kişi her kimse bağırıyordu. "Doktor!" diye bağıran öfkeli bir sesti bu...

atahan-tilesrdfghbn.jpg


Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan doktor kolunu bana doğru açıp arkasında kalmamı sağladı. O sırada da az önce bağıran adam "Sana o ameliyat olmayacak demiştim!" deyince o bize biz de ona bakıp kaldık. Yalan söyleyemem o an içime bir ateş düştü sanki. Bu adam daha önceden telefonda sesini duyduğum adamdı. Doktoru tehdit edip darp eden yani.

O andan itibaren de her şey o kadar hızlı gelişti ki ne olduğumuzu şaşırdım. Üçümüzün o bakışmasından hemen sonra derdinin sadece doktora zarar vermek olduğunu anlayıp ona bir şey yapamasın diye önüne geçmek istedim ama bizim cengaver doktor tabii ki de beni engelleyerek "Eylül hemen git buradan!" diye bağırdı. Nereye gidiyorum ya! Adamın gözü dönmüş ne yapacağı belli değil bir de elimi kolumu sallaya sallaya "Aman bana ne yesinler birbirlerini!" diyerek içeriye mi gideceğim? Öyleyse daha çok bekler. Haa! İlla gitmemi istiyorsa o zaman o da benimle gelir ya da ikimiz de burada kalırız. Nokta!

Önüne geçmemi engelleyince tüm gücümle koluna asılıp onu kenara çekmeye çalışarak "Silahı var! Seni burada bırakıp hiçbir yere gitmem" diye bağırdım. Umarım ne kadar inatçı biri olduğumu bunca zamandır anlamıştır da benimle bu konuyu tartışmaz çünkü takdir edersiniz ki ne yeri ne de zamanı....

Bu saniyeler içinde gerçekleşen "Git" ve hemen ardından gelen "Hayır gitmiyorum" inatlaşması sırasında patlayan silah sesi ikimizi de durdurdu. Hani bir an vardır ya kaybedeceğiniz her şeyi kaybetmişsinizdir ve artık hiçbir şey umurunuzda değildir. Sanki bu an öyle bir andı. O silahın sesini duyduğumda hiçbir şeyin bir anlamı kalmadı. Bu sesin ardından göz göze geldiğimizde eminim ki doktor da önce benim gibi ne olduğunu anlayamadı ama sonra benim durumu idrak eden gözlerim dolunca o da canının yandığını belli eden bir ifadeyle birlikte "Uzaklaş Eylül!" derken aniden üzerime yığıldı.

"Hayır hayır hayır!"

srdhtfjgh.gif


Düşmesini engellemeye çalışırken aklımı oynatacağım sandım. Bunun olduğuna inanamıyorum. O vuruldu mu şimdi? Adamın teki geldi gözlerimin önünde onu güpegündüz vurdu mu yani!

Birlikte yavaşça yere düştüğümüzde kendimde değil gibiydim. Ona sarılmış kollarımın arasındaki kanlar içindeki haline bakarken de şoka girmiştim sanki. İnanamadım bu halde olmasına. Mümkün olamaz gibi geldi. Aklım başıma gelir gelmez de yüzünü kendime doğru çevirip korku içinde "Ahmet!" dedikten sonra zangır zangır titreyen elimle kanayan yarasını tuttum ve o berbat hisle ağlamaya başlayarak "Ahmet yalvarırım bir şey söyle!" dedim. O sırada da adamın silahını elinden düşürmesiyle onunla göz göze geldik. O da şoktaydı ve bize doğru sanki "Bunu nasıl yaptım?" der gibi bakıyordu. Onu bunu bilmem ama dua etsin yanına gidemiyorum yoksa onu ellerimle boğardım!

"Yardım edin! Yardım edin ne olur!"

Sesimi duyurmaya çalışarak bağırırken Ahmet'in bir şeyler mırıldandığını duyup bir yandan "Konuşup kendini yorma ama benimle kal tamam mı? Sakın kapatma gözlerini" dedim bir yandan da cebinden telefonunu alarak Sinan'ın numarasını tuşladım. Ben bunu yaparken de hastaneden otoparka giriş yapılan kapı açıldı. Telefonu bıraktıktan sonra büyük ihtimalle çıkan sesler yüzünden gelen adama dönüp "Yardım edin lütfen! Doktor Ahmet Atahan vuruldu ve çok kanaması var!" dediğimde o da hızla içeriye girdi. Birazdan hastanede kim var kim yoksa buraya gelir ve onu eski haline getirirler değil mi? Ona bir şey olmaz değil mi? Yalvarırım olmasın! Olursa o adamı soktukları delikte kıstırır kendi ümüğünü boğazına dolayarak öldürürüm onu!

Ahmet'in kravatını ve düğmelerini gevşetmeye çalışırken soğuk soğuk terlediğini fark edip "Birazdan yardıma gelecekler sakın kendini bırakma bak çok fena bozuşuruz doktor!" dediğimde o da yutkunmaya çalışarak zar zor "Bana adımla hitap ettiğini duymam için illa vurulmam mı gerekiyordu?" dedi. Göz göze kaldık ve ben bu duyduğumla daha çok ağlamaya başladım. Şu durumdayken bile bunu düşünüyor olduğuna inanamıyorum. O hiç değişmeyecek. Doktor demişim Ahmet demişim şu an bunun ne önemi var ki?

"Eylül..."

"Yorma kendini diyorum!"

"Duymam gerek!"

"Neyi duyman gerek sana Ahmet dediğimi mi? Diyorum işte Ahmet diyorum!"

"Hayır o değil!"

"Ne o zaman?"

"Buraya neden geldin Eylül?"

"Ne?"

"Neden geldin?"

"Söyledim ya ceketin..."

"Sırf ceketimi getirmek için gelmediğini biliyorum. Lütfen bana gerçekte neden buraya geldiğini söyle. Bunu duymam gerek Eylül... Şimdi duyamazsam bir daha hiç duyamayabilirim. Söyle... Yalvarırım söyle"

sdfghj.gif


Boynumdaki elini tutarken sonrasını hiç düşünmeden "Sen İzmit'e neden geldiysen ben de buraya o yüzden geldim" dediğimde beni kendisine doğru çekti ve yanağımı öperek "Ben seni sevdiğim için geldim" dedi. Bana sarılmasıyla birlikte aynı şekilde ben de ona sarıldım ve bu sırada küçükte bir itirafta bulunarak "Ben de seni sevdiğim için geldim" dedim ama beni duydu mu emin değilim çünkü sesi çıkmıyordu. Tam o anda da kapı büyük bir gümbürtüyle açıldı ve önce koşarak doktorlar geldi sonra da sedye hemen yanı başımıza indirildi. Onu kollarımdan alıp dikkatle yere yatırırlarken de Sinan'ın beni yerden kaldırıp uzak tutmaya çalışarak "Eylül gel biz kenarda duralım" dediğini duydum. Uzak durmak istemiyorum ki yanında olmak istiyorum. Benim yanında olduğumu bilmesi lazım.

Kolumu kurtarıp "Ben burada kalacağım Sinan ne olur beni uzaklaştırmaya çalışma!" dedikten sonra Ahmet'in üzerine kanı bulaşmış olan elini sıkıca tuttum. Aman Allah'ım! Onun elini bu haldeyken tutacağım hiç aklıma gelmezdi. Ona bir şey olmaması için dua ederek ağlarken o da elimi hissetmiş olacak ki yüzüme bakıp önce "Ağlama" diye fısıldadı sonra da doktor durumunun ne olduğunu görmek için gömleğini keserken de "Sinan götür onu buna şahit olmasını istemiyorum" dedi. Hayır olmaz! Hiçbir kuvvet beni buradan götüremez nefesini boşuna harcıyor.

wertdyuı.gif


Başımı iki yana sallarken aynı anda da hiçbir yere gitmeyeceğimi söyledim. Benden böyle bir durumda gitmemi isteyemez. Orada yatan ben olsaydım o gidebilir miydi? Hayır gidemezdi ve bu da doktor olduğu için değil yanımda olmasının bana güç vereceğini bildiği için olurdu.

Yarasını kontrol edip ilk müdahalesini yapan doktorun verdiği işaretle hemen sedyeye alındı ve ben Sinan'ın yardımıyla yeniden ayağa kalkarken de büyük bir hızla içeriye doğru götürülmeye başlandı. Anladığım kadarıyla kurşun hâlâ içerideymiş ve çok da kanaması varmış. Ardından giderken yan gözle de onu vuran adama baktım. Hâlâ o şok hali sürüyordu ama neyse ki hastanenin güvenliği kollarına girmiş onu götürüyordu. Kapının önünde duran güvenlikte yaralanmıştı. Başına çok sert vurmuş olmalı çünkü yapılan müdahale bunu gösteriyor. Ben de adamın güvenliği geçip içeriye nasıl bu kadar rahat girdiğini anlayamamıştım. Demek önce onu etkisiz hale getirmiş. Hapishanelerde sürüm sürüm sürünmesi dileğiyle!

Sinan ile birlikte hastaneye giriş yapan kapıdan girdiğimizde öyle bir panik havası vardı ki gözlerime inanamadım. Ahmet'i tanıyan seven herkes sedyenin peşine takılmış telaşla durumunun ne olduğunu soruyordu. Sinan ile aralarından zar zor geçip sedyeye yaklaşırken de asansörün önünde durdular. Yanına gittiğimde ne gözleri açıktı ne de kıpırdıyordu. Öylece yatıyordu. Bilincinin yerinde olmadığını görünce sanki ömrümden ömür gitti.

Gözyaşları içinde ona dokunup "Ne oldu ona neden gözleri kapalı? Söyleyin açsın hemen!" derken sedye apar topar gelen asansöre alındı. Onlarla gitmek istedim ama olmazmış almadılar beni. O sırada Sinan da beni zar zor geri çekip "Eylül gittiler! Gittiler dur... Düzelecek merak etme Ahmet öyle hemen pes etmez" dedi. Bunu dese de benim duymak istediğim şey bu değildi ki! Ben şu an onun asansörden inip bana şaka yaptığını bunların da hepsinin birer oyundan ibaret olduğunu söylemesini istiyorum. Bunlar dışında başka bir şey duymak istemiyorum! Yemin ederim ona kızmayacağım ve sadece iyi olduğu için şükredip boynuna sarılacağım. Belki sonra kızarım emin değilim ama şimdi kızmayacağım söz veriyorum.

Onu göremeyeceğim telaşıyla asansörler arasında mekik dokurken bir yandan da "Hangi kata çıktılar? Hadi yanlarına gidelim ne olur!" dedim ama Sinan beni kollarımdan tutup gözümün içine bakarak "Eylül bak şu an ne yaparsak yapalım Ahmet'i göremeyiz. O kurşunu çıkarmaları ve kanamasını da durdurmaları gerekiyor. Bu yüzden de en hızlı şekilde onu ameliyata alacaklar ve biz de haber çıkana kadar seninle birlikte sabırla bekleyeceğiz tamam mı? Selim'i de aradım zaten o da birazdan burada olur" dedi. Hayır hayır tamam değil! Onu o halde gönderdikten sonra nasıl sabırla bekleyeceğim ben? Ne zaman haber çıkar onu bile bilmiyorum.

Sinan'a söylediklerini idrak etmeye çalışırmış gibi bakarken bir an içim çekilmiş gibi oldu. İyi hissetmedim. Kalbim sıkışıp nefes alamayarak dururken ağzımı açıp iyi değilim bile diyemedim. Kulaklarımda o silahın sesi gözlerimde de Ahmet'in kanlar içindeki hali varken kendimi sakin tutamıyorum. Aman Allah'ım! Ya az önce onu son kez gördüysem! Ya bir daha hiç... Hay aksi! Etrafımdaki sesler gibi görüntülerde bulanıklaşırken en son Sinan'ın "Eylül tamam sakin!" dediğini duydum. Sonra da çok sırasıymış gibi bayıldım galiba...

tumblr_njnq5uPX7R1sszpb3o4_1280.jpg


........::::::::____::::::::........

Gözlerimi açtığımda birkaç saniyelik neredeyim ben şaşkınlığı yaşadım. Bu şaşkınlıkta oldukça kısa sürdü. Olanları hatırladıktan sonra karnımı tutarak yattığım yerden hızla doğruldum ve pencereden bakan Selim'i tam karşımda bulunca da "Haber çıktı mı?" diye sorarak yeniden ağlamaya başladım. O da yanıma gelip henüz çıkmadığını söyleyerek bana sarıldı. İşe bak benim onu teselli etmem gerekirken o beni teselli ediyor.

"Ağlama Eylül perişan etmişsin zaten kendini"

"Çok kötü şeyler oldu Selim... Çok kötü"

"Sen iyi misin peki herhangi bir şeyin var mı?"

"Hayır yok. Bende hiçbir şey yok Selim olan ona oldu"

Geri çekildiğinde Selim de çok kötü görünüyordu. Kolay değil tabii içeride canıyla uğraşan adam ağabeyi sonuçta. Yine de durumu iyice anlamak için metin olmaya çalışarak bana "Nasıl oldu bu?" diye sordu. Ona ağabeyinin gözlerimin önünde vurulduğunu ve benim de hiçbir şey yapamadığımı nasıl söyleyeceğim?

"Hadi söyle Eylül nasıl oldu bu?"

"Biz otoparkta konuşuyorduk adam bir anda çıktı ortaya"

"Bir şey dedi mi size?"

"Sadece Ahmet'e sana o ameliyat olmayacak demiştim dedi. Bugün karısının ameliyatı vardı ve adam en başından beri buna karşı çıkıyordu"

"Sonra ne oldu?"

"Sonrası yok... Çekti vurdu Selim! Gözlerimin önünde silahını ateşledi ve Ahmet'i vurdu. Ben ise onu düşerken tutmaktan başka hiçbir şey yapamadım"

arestrdtf.gif


"Kendini suçlama o durumdayken zaten bir şey yapamazdın"

"Hayır hayır ben de suçluyum! Buraya gelmemiş olsaydım otoparkta beklemeden hastaneye girecekti ve o adam da onu vuramayacaktı"

"Böyle yapma Eylül belli ki bu planlı bir saldırıydı. Belki de adam Ahmet'i takip etti ve konuşmanızın bitmesini bekledi sonra da baktı olmuyor gecikmeden planını uygulamaya geçirdi"

"Bilmiyorum Selim ama ona bir şey olursa kendimi asla affedemem"

"Bir şey olmayacak merak etme. Ahmet yenilgiyi kabul eden biri değil. O bitti demeden hiçbir şey bitmez bilmiyor musun?"

"Ameliyathanenin önüne gidelim. Selim ne olur seni dinlerler Meral'i beklediğimiz yerde oturalım lütfen"

"Tamam izin almaya çalışırım ama önce sakinleş biraz"

"Sen buraya tek mi geldin? Of! Babanız da olanları duydu mu?"

"Bilmesi gerekiyordu o yüzden alıştıra alıştıra söylemek zorunda kaldım. Onun da kalbi sorunlu biliyorsundur belki. Kendisini kötü hissedince doktorlar ona da her ihtimale karşı sakinleştirici verdiler. Sinan da ben dönene kadar yanında bekleyecek"

"Ya Meral?"

"Hayır hayır Meral'e hiçbir şey söylemedik. Biliyorsun ki düşük yapma riski çok yüksek korku endişe stres iyi gelmez ona. Ayrıca sürekli de yatması lazım. Şimdi bu olanları duyarsa buraya gelmek ister Ahmet'in iyi olduğunu görene kadar da gitmez onu ben bile tutamam. Ahmet bir çıksın kendisine gelsin öyle söylerim"

Kapı tıklatıldıktan sonra içeriye Ahmet'in asistanı Gözde girdi. O gelince Selim bana babasına bakmaya gideceğini ve Sinan'ı da yanıma yollayacağını söyledi. Selim'e benimle ilgilendiği için teşekkür ettikten sonra yanıma gelip oturan Gözde'ye "Bir şey demiyorlar mı?" diye sordum. Onun da gözleri dolu doluydu. Omzunu silkeleyip gözyaşlarını silerken "Kurşun henüz çıkmamış. Ameliyat biraz uzun sürebilir dediler" deyince daraldığımı hissedip yerimden kalktım. Hadi doktor hadi! Çıkar at şu kurşunu bedeninden...

Odanın içinde başımı ellerimin arasına alarak dolaşırken odaya giren hemşire de bana bir zarf uzatıp gayet iyi olduğumu ve bebekle alakalı hiçbir sorunun da olmadığını söyledi. Önce ne alaka diye düşündüm ama sonra baygınlık geçirdiğim sırada hamile olduğum için bana da birkaç tetkik yapmış olmalılar diye düşündüm. Hemşirenin ardından da odadan çıktım. Gözde de beklememi söyleyerek arkamdan geliyordu. Üzgünüm ama duramayacağım çünkü burada durursam net kafayı sıyırırım. Benim acilen o ameliyathanenin yakınlarına gidip o havayı da solumam gerekiyor. Artık gidince de duvardan bardakla içeriyi mi dinlerim yoksa hemşire kılığında içeriye mi sızarım bilmiyorum.


........::::::::__Ameliyatın Sona Erdiği Dakikalar__::::::::........

"Hayatın insana neler getireceği gerçekten de hiç belli olmuyormuş Selim"

"Evet öyle... Bazen bu getiriler mutluluktan havaya uçuran şeyler olsa da maalesef bazen de insanı en umut dolu olduğu anda böyle yere çakabiliyor"

"Ne garip değil mi? Aylar önce yine aynı bu noktada seninle yan yana oturmuş Meral'den güzel bir haber almayı bekliyorduk"

"O günü dün gibi hatırlıyorum. Unutabileceğimi de hiç sanmıyorum"

"O zaman başaracaklarına karşı inancım tamdı çünkü ameliyatın başında Ahmet vardı. Ne yapar eder yine de Meral'i yaşatmayı başarır diyordum. Başardı da... Ama şimdi o ameliyat masasında yatan kendisi ve ben kime güvenmem gerektiğini bile bilmiyorum"

"Sen Ahmet'e güvenmeye devam et Eylül o yine ne yapar eder o ameliyathaneden sağ salim çıkar"

"Haklısın galiba. Şu an ona ve yaşama sevincine güvenmekten başka çarem yok"

Gözlerim birinin çıkıp içeride olanlar ile alakalı bilgi vermesini umduğum kapının üzerindeyken Selim de parmağındaki alyansını ovuşturup bir yandan da bana "Ahmet seni gerçekten seviyor Eylül. Bence bu sevgiye de güven çünkü onu şu an hayata bağlı tutan en önemli şey yaşama sevinci değil sensin" dedi. Bakışlarımı Selim'e doğru çevirdiğimde o da aynısını yaparak derin bir nefes aldı ve hemen ardından da "Ahmet ile senin hakkında da sizin hakkınızda da uzun uzun konuştuk. Kafası karmakarışıktı. Senin bundan sonraki hayatını nasıl devam ettirmek isteyeceğini merak ediyordu. Onu en çok korkutan şey de sanırım bebeğin babasıyla bir araya gelebileceğiniz düşüncesiydi. Ama yine de kalbi Eylül diye bas bas bağırıyordu. Bunu ondan duydum da gördüm de... O senin yanına her şeyi kabullenerek ve ne istediğini bilerek geldi Eylül. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama ben nasıl bundan sonra Meral'siz olamayacaksam ağabeyim de sensiz olamayacak. Bu hayatta o inatçı o tuttuğunu koparmadan bırakmayan adamın başaramayacağı tek şey varsa o da budur" dedi. İnandım bu söylediklerine... Tüm kalbimle inandım.

"O kadar zor bir durumdayım ki Selim... Hani kalsan kalamazsın gitsen gidemezsin ya aynı o haldeyim"

"O zaman böyle durumlarda bizim taktiğimizi uygulayacaksın. Doğru mu yoksa yanlış mı demeden içinden gelen sese koşulsuz güveneceksin"

"Endişelerim var"

"Ahmet ile mi ilgili?"

"Hayır bebeğin babasıyla ilgili. O hiç kolay bir adam değil. Ne yapacağı da ağzından ne çıkacağı da belli olmaz. Tam onun hakkında iyi bir kanıya varırsın ama o gider öyle bir şey yapar ki kendini aynı adama lanet okurken bulursun. Bir öyle bir böyle... Bebeği öğrenmesini hiç istemiyorum ama gerçekçi de olmak zorundayım. Bir gün öyle ya da böyle öğrenecek ve ben o zaman geldiğinde ne tepki verecek onu bile bilmiyorum. Ama her ne olacaksa da Ahmet'in onunla muhatap kalacağı bir durumda olmasını istemiyorum"

"Bence ne kadar bilinmezliklerle dolu bir adam olsa da her hâlükârda bir bebeği olacağı için sevinecektir"

"Bunu hiç istemiyorum biliyor musun?"

"Neyi?"

"Bebeği sevmesini ve onu kabullenmesini"

"Neden?"

"O zaman ondan hiç kurtulamam. İstesem de istemesem de hayatımızın her evresinde yanımızda olur ama bebeği kabullenmez ve ne haliniz varsa görün derse ondan sonsuza kadar kurtulurum"

"Çok mu incitti seni?"

"Konu aşk olunca bir daha hiç kimseye kolay kolay kalbimi açmamam gerektiğini öğretti diyelim"

"Ahmet'e kalbini açabilmen konusunda sana yardımcı olması için izin verecek misin peki?"

"Sence ağabeyin bu konuda icazet isteyecek biri mi?"

İkimiz de bu sorumun üstüne buruk bir şekilde gülümserken Selim'in tek gözünü kısarak "O kafasına koyduysa zaten yolundan şaşmaz ama yine de nezaketen izin isteyebilir" demesiyle nihayet kapı açıldı. Selim ile sözleşmiş gibi aynı hızla yerimizden kalkıp dışarıya çıkan doktorun yanına gittik. Şükürler olsun ki her şey yolundaydı. Kurşunu herhangi bir organına zarar vermeden çıkarmış kanamayı da durdurmuşlar. Sözün özü ameliyat çok başarılı geçmiş ve şimdi de Ahmet'in bir süre dinlenmesi sağlanacakmış. Bunu duyunca ne kadar rahatladığımı anlatamam. Doktor "Geçmiş olsun" diyerek yanımızdan giderken gözyaşlarım bu sefer yaşadığım rahatlama ve mutlulukla akıp gitmeye başladı. O sırada Selim ile de bir kez daha "Başardı" sarılması yaşamamız kaçınılmaz oldu.

"Hadi gidip babamlara güzel haberi beraber verelim"

"Durduğumuz kabahat"

Hastane koridorlarından geçip bekleme odasına gidene kadar Ahmet'i tanıyan seven kim varsa yolumuzu kesip bize geçmiş olsun ve yanında da iyi dileklerini iletti. İnsanlar onunla alakalı o kadar güzel şeyler söylediler ki bu sevgi beni şaşırtsa da bir yandan da hak ettiği değeri görmesine mutlu oldum. O hoş sevgi selini atlatan ben bekleme odasına girdiğimde maalesef kötü bir sürprizle karşılaştım. Derya Üstündağ!

dytfyguhıl.gif


Bu kadının adından da sanından da varlığından da hoşlanmıyorum. Hislerimiz karşılıklı olduğu için de ortamda oluşan yüksek gerilim hattı kendisini hemen belli etti. Onunla muhatap kalmamam herkes açısından daha sağlıklı olacak galiba. Hele ki bu kadar büyük bir stres atlatmışken ona karşı ağzımın ayarını da elimin ayarını da makul bir seviyede tutabileceğimi hiç sanmıyorum. Yan gözle Selim'e baktım da o da rahatsız oldu ama yine de herkese müjdeyi vermekten geri kalmayıp ameliyatın başarıyla sonuçlandığını söyledi.

Haluk Bey ve Selim birbirlerine sarılırken ben de yanlarına yaklaşıp "Geçmiş olsun Haluk Bey gözümüz aydın" dedim. Bana sadece teşekkür eder sandım ama Selim'i bıraktıktan sonra bana da sarılarak "Bu olay olurken oğlumun yanında olduğun ve onu bir başına bırakmadığın için teşekkür ederim. Üstelik bebek bekliyormuşsun. Oğlum için aldığın bu risk çok büyük bir fedakarlıktı" dedi. Böyle şeyler duymayı beklemediğim için küçük bir duraksama yaşadım ama sonra aynı şekilde Haluk Bey'e sarılıp "Keşke engel de olabilseydim" dedim. Geri çekildiğinde kısacık bir an yüzüme baktı sonra da yanağımdan süzülen yaşı silip "Denediğine hiç şüphem yok" dedi.

O an gözümün önüne Ahmet'i kolundan tutup kenara çekmeye çalıştığım onun da beni korumaya çalışarak bunu yapmama engel olduğu an geldi. Acaba onu biraz daha sert çekseydim oradan uzaklaştırabilir miydim diye düşünmeden edemedim. Aklımdan sadece bunlar geçse yine iyi sonra da eminim ki uzun süre hafızamdan silinmeyecek olan o vurulma anı geçip gitmeye başladı. O sırada yüzüm nasıl bir hâl aldı bilmiyorum ama Sinan yanıma gelip koluma girerek "Hadi gel yüzünü yıkayıp biraz hava alalım" dedi. Bir şey demeden kabul ettim. Çıkarken de kimin sağ kolu olduğu belli olmayan şaibeli Üstündağ ile birbirimize ters bakışlar atmayı ihmal etmedik tabii. Benim bu kadını hafızamdan tamamen silmem gerekiyor yoksa elimden cidden bir kaza çıkacak.

........::::::::__BKY__::::::::........

Bugün Ahmet'i normal odalardan birine alacaklar. Her şeyin yolunda olması ve sağlığına kısa zamanda kavuşacak olması beni gerçekten çok mutlu etti. Ama o uyanmadan önce gitmek zorundayım. Uyandığında beni burada bulmasını istemiyorum. Otoparkta söylediklerimi düşünüyorum da eğer beni duymuşsa bu dediklerimi aleyhime itinayla kullanabilir ve ben de bununla başa çıkamayabilirim. Beni anlayamayacağını biliyorum ama ben hamile halimle onun sevgisine karşılık veremem. Onun yanında bu haldeyken durup elini rahat rahat da tutamam. Üzgünüm ama yaptığım aptallığın bedelini tek başıma ödemem gerekiyor.

Ben de ailesi de hastaneden hiç ayrılmadık. Aslında Selim beni onlarda kalmam için epey bir ikna etmeye çalıştı ama ben hem buradan ayrılmak istemedim hem de ne kadar özlesem de Meral'in yanında Ahmet'in başına bunlar hiç gelmemiş gibi davranamayacağımı fark ettim. İlla açık ederdim ve o da telaşlanıp Ahmet'i görmek isterdi. Kızın durumu hassas yani ona böyle bir heyecan yaşatamam.

Sabah saatlerinde de kendimi hastanenin koridorlarında buldum. Öylece yürüyordum. Burada o kadar çok anımız var ki sanki yeniden yaşanıyormuş gibi hepsi bir bir gözlerimin önüne geliyorlar. Mesela şu koridorlarda ona yetişmeye çalışıp ardından "Hey doktor! Dursana Allah aşkına koridorlar arası maraton mu koşuyoruz?" diye seslenmişliğim vardır. Ya da dakikalar önce yanından geçtiğim kapının önünde sırf beni göremeyecek diye bana Meral'i taburcu etmeyi düşünmediğini söylemişliği de vardır. Aslında daha çoğu da var. Kısacık zamanda biriktirdiğimiz gerçekten çok fazla şey var.

Asansöre bindikten sonra yukarıya çıktım. Korku evini anımsatan yeni doğmuş bebeklerin olduğu bölümü tuhaf bir sakinlikle geçtikten sonra daha önceden Ahmet ile birlikte durduğumuz o cam duvarın önüne geldim. Bir süre orada durdum sonra da aynı onun yaptığı gibi camekana tıkladım. Perde açıldığında geçen seferkinin aksine içeride sadece bir tane bebek vardı. Hemşire bütün kontrollerini yapmış olacak ki sadece bebeğin üzerini giydirmekle uğraşıyordu. Ahmet bana bu bebekleri izleyip mucizelerin hâlâ var olabileceği konusunda kendisini yüreklendirmeye çalıştığını söylemişti. Şimdi aynı şeyi ben yapıyorum. Bir mucize olsun ve ben tekrardan o birkaç yıl önceki hayatının kontrolünü ellerinde tutan Eylül'ün halet-i ruhiyesine sahip olayım istiyorum. O epey sağlam bir kızdı çünkü...

Dalmış bir halde hemşireyi izlerken telefonuma birden fazla mesaj geldi. İlk mesaj Sinan'ın ikinci mesaj da Selim'in mesajıydı ama en son gelen Gözde'nin mesajını açtığımda birazdan Ahmet'i getireceklerini öğrendim. Büyük ihtimalle diğer mesajlarda da aynı şey yazıyordu. Okur okumaz telefonu cebime koyup heyecanla aşağıya indim. Selim babası ve arkadaşları Ahmet'in getirileceği kapının önünde bekliyorlardı.

Yanlarına gittiğimde Selim gelmek üzere olduklarını söyleyince çekinerek İzmit'e geri dönmem gerektiği için Ahmet'in yanına ilk benim girmeme müsaade edip edemeyeceklerini sordum. Sıraya girersem uyandığı ana denk gelebilirdim çünkü. Anlayışlı insanlar oldukları için karşı çıkmadılar. Ben de kalbim ağzımda bir şekilde getirilmesini beklemeye başladım.

Ben geldikten yaklaşık dört beş dakika sonra da Ahmet getirildi. Önümüzden sedyeyle geçerken ona dokunup nasıl olduğunu hissetmeye çalışmak istedim ama yapamadım çünkü odanın kapısı açılır açılmaz hiç bekleme yapmadan direkt içeriye alındı. Ellerimi dudaklarımın önünde birleştirirken Selim de büyük ihtimalle iyi olup olmadığımı anlamak için omzumu tuttu. İyiydim herhalde.

Heyecanımı baskılamaya çalışırken aynı anda da soğukkanlı olmaya gayret ederek "İyi görünüyordu değil mi? Rengi falan normaldi" diye sordum. Gerçeği görmezden geliyorum çünkü normal haline nazaran çok daha solgun görünüyordu. Selim beni onaylarken içeriden sedyeyle çıkan görevli de hepimize geçmiş olsun diyerek yanımızdan uzaklaştı. O an ben dahil herkesin gözü odanın içindeydi. Hemşire de sakin sakin üzerini örtüp kontrollerini yapıyordu. Bir an "Hadi be kadın!" diye tuhaf bir çıkış yapacağımı sandım ama neyse ki kendime hakim olabildim.

En nihayetinde hemşire de çıktığında Haluk Bey beni bakışlarıyla yönlendirip odaya girme zamanımın geldiğini anımsattı. Uyanık olmasından da çekinmiyor değilim ama bir şekilde oraya girmem gerekiyor çünkü iyi olduğunu gözlerimle görmeden hiçbir yere gidemem. İçeriye girdikten sonra kapıyı ardımdan kapatıp ağır adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Uyuyor gibiydi. Yatağın yanına yaklaşıp olduğum yerden ona bakarken içimden bir şeyler kopup gitti sanki. O ölebilirdi. Adamın niyeti onu durdurmak değil de öldürmek olsaydı şu an onun yanında olmak yerine ardından yas tutuyor olabilirdim.

Elimi her zamankinden farklı gözüken dağınık saçlarına doğru yaklaştırdım ve onları eski haline getirmeye çalışır gibi özenle düzeltmeye başladım. Sanırım ağlamamak için dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum. Ama bir faydası olmadı. Bunu yaparken bir yandan da gözlerim dolarak yüzüne dikkatle bakıp "Çok korktum be doktor! O silah ateşlendiğinde sana isabet edecek diye çok korktum. Korktuğum da başıma geldi. Senden gelecek olan o iyi haberi beklemek o kadar zor geldi ki bana her saniyesinde keşke onun yerinde ben olsaydım dedirtti" dedim. Gözlerinin kıpırdandığını görünce uyanacağını anladım ve konuşmamı kısa kesmek zorunda kaldım. Onu bu halde bırakmak ne kadar zor gelse de yine de "Sakın uyanınca neden burada değildim diye bana kızma olur mu? Sadece beni de anlamaya çalış. Kendine iyi bak doktor" deyip parmak uçlarımı öperek onun dudağına değdirdim ve yatağın başından çekildim.

sdefrg.gif


Gidiyordum ama yatağın önünden geçip kapıya yöneldiğim sırada durmamı sağlayan bir şey oldu. Durmama neden olan Ahmet'in kısık bir ses tonuyla bana seslenerek "Eylül" demesiydi. Önce bir tepki veremedim ama sonra ona doğru bakıp gözlerini açtığını fark ettim. Hay aksi! Acaba yeni mi uyandı yoksa zaten kendinde miydi? Seslenişinin ardından yanına gidip gitmeme konusunda ikilemde kalmışken de "Gitme" dedikten sonra eliyle karnını tutup yüzünü ekşitti. Bunu görünce çantamı koltuğa bırakıp yanına gitmekten başka bir şey yapamadım.

Göz göze geldiğimizde baskı yapmasın diye elini tutup karnından uzaklaştırarak "Sözümü dinlemen için sana daha kaç kere kendini yorma demem gerekiyor?" dediğimde tebessüm eder gibi oldu. Huylandım tabii. Yeni ayılmış birine göre biraz fazla ayıktı sanki. Gözlerimi kuşkucu bir tavırla kısarak "Bir dakika ya! Sen en başından beri uyanık mıydın yoksa?" dedim. O da evet der gibi gülümseyip hemen ardından da ifadesini normalleştirerek "Söylediklerini duydum. Merak ettiğin buysa tabii. Ama itiraf etmem gerekir ki başına böyle bir şey geldiğini görmektense o kurşunun önüne defalarca atlamaya razı durumdayım" dedikten sonra benim şaşkın bakışlarıma aldırmadan "Siz iyi misiniz?" diye sordu. Siz derken kibarlık olsun diye demiyor benimle birlikte bebeği de kastediyor olmalı.

Bu soruyla gözlerimin dolduğunu hissedince buna engel olmaya çalışmak için ona takılmayı tercih edip "İyiyiz merak etme aramızda süzgece dönen bir tek sen varsın" dedim. Soğuk süzgeç espirime gülerken yeniden karnını tutup "Güldürme" deyince özür dileyerek artık gitmem gerektiğini çünkü dışarıda babasının ve kardeşinin beklediğini söyledim. Gitme fikrimden hiç hoşlanmadı ve bunu da elimi hiç bırakmayacakmış gibi sıkıca tutarken bir yandan da "Yanımda kal. Lütfen bir yere gitme" diyerek hemen belli etti.

Bir süre ona bakıp kaldım. İtiraf ediyorum ki kalıp kalmamak konusunda kafam iyiden iyiye karıştı. O uyanmadan önce şu kapıdan çıksaydım gidişim biraz daha kolay olabilirdi ama şimdi bu o kadar da kolay olmayacak gibi görünüyor. Sessiz kaldığım için büyük ihtimalle olumsuz bir yanıt vereceğimi düşündü çünkü o haline bakmadan bana "küçük" bir tehditte bulunup "Eğer bugün ya da yarın gittiğini duyarsam hiç düşünmem hastaneden Meral'i kaçırdığımız usulde kaçıp İzmit'e geri gelirim ve sen de kendini yine bana ağzına geleni söyleyerek kahve yaparken bulursun" dedi. Ne dedi o?

etryuıoo.png


Şu an tek kaşımı kaldırmış düşünme pozisyonumu alarak bu dediğini gerçekten yapar mı diye düşünüyorum bekleyin... Hâlâ düşünüyorum.... Hâlâ... Ve de hâlâ... Tamam düşündüm. Çıkan sonucu söylüyorum. Adam deli! Yani yapar mı yapar ben de o sırada dediği gibi kendimi kahve için uygun bir cezve ararken bulurum. Kahretsin!

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
1520a63294755eb1381489297666.png


27.Bölüm : Sadece arkadaşız

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Eğer bugün ya da yarın gittiğini duyarsam hiç düşünmem hastaneden Meral'i kaçırdığımız usulde kaçıp İzmit'e geri gelirim ve sen de kendini yine bana ağzına geleni söyleyerek kahve yaparken bulursun"

Savurduğu tehdidin ardından bir süre birbirimize bakıp kaldık. Ben bu dediğini gerçekten de yapar mı diye düşünüyordum o da büyük ihtimalle beni köşeye sıkıştırmanın verdiği rahatlığı yaşıyordu. Bir de cevabımın ne olacağını biliyormuş gibi bakmıyor mu? Bu tehdidi bana sağlığına kavuşup ayağa kalktığı zaman savuracaktı ki bak ben onu ne yapıyordum! Artık o temsili kahve burnundan mı gelirdi kulaklarından mı fışkırırdı garanti veremiyorum ama ne yaparsam yapayım yine de ses getiren bir şey olurdu.

Sessizliğimi uzun süre koruduktan sonra ne yapacağıma karar verip tehdidine boyun eğmek zorunda kalıyorum bari kurallarımı da en baştan koyayım dedim. Kuzu kuzu laf dinleyen biri gibi görünmek istemedim doğrusu. Adilane bir restleşme için benim de kaydım kuydum olmalı.

Kollarımı önümde kavuşturup tek kaşımı da kaldırabildiğim kadar kaldırarak "Tamam kalıyorum ama bilmeni ve unutmamanı istediğim bir şey var" dediğimde buna cevap olarak bana "Senin de beni sevdiğini mi? Onu ölsem unutmam!" deyince yalan yok küçük dilimi yutuyordum. İfademi ister istemez bozup şaşkınca "Ne!" dediğimde de korktuğum başıma geldi. Otoparkta ona ne dediysem hepsini duymuş iyi mi!

"Vurulduğumda böyle hoş bir itirafta bulunmuştun diye hatırlıyorum. Hani birbirimize sarılmıştık ben seni öpmüştüm sonra sen de..."

"O bir itiraf değildi!"

qw3ertr5yr6yt.gif


"Hiç kıvırma! Bariz bir şekilde bana ilan-ı aşk ettin Eylül"

"Ne münasebet! Sen vurulmuştun ve ben de kendini iyi hisset diye böyle bir şey söylemiştim. Gerçeklik payı yok yani"

"Hani sen inanmadığı şeyleri söylemeyen ve insanlara da boş ümitler vermeyi sevmeyen biriydin"

"Her şeyi de hatırla!"

"Bana "Ben de seni sevdiğim için geldim" demiştin. Ah be! Hemen ardından o şeftali kokulu dudaklarını dudaklarımla buluştursaydın sahneyi çok romantik bir atmosferle kapatabilirdik"

"Kusura bakma ya kan gövdeyi götürürken Romeo Jülietcilik oynayamadım seninle. Malum o sırada atmosfer pek iç açıcı değildi bildiğin Azrail tepende gidiş geliş biletinin kontrolünü yapıyordu"

"İşte o an dönüşümü garantilemem için o hayat öpücüğünü almam gereken bir andı"

"Tamam kes şunu artık! Hem sen hangi ara bu kadar ayıldın ya?"

"Yukarıdayken zaten kendime gelmiştim. Sadece senin tepkini merak ettiğim için uyuyormuş gibi yaptım"

"Harika! Oyuna geldim demek"

"Ee! Sen ne diyecektin peki?"

"Vazgeçtim doktor!"

"Doktor... Ahmet'e ne oldu?"

"Gördüğüm kadarıyla vurulmasına rağmen Ahmet'e pek bir şey olmamış tam gaz beni çileden çıkarmaya devam ediyor. Ama bana sorarsan eğer en iyisi ben artık gideyim yoksa kendileri yoğun bakım ünitesine geri dönmek zorunda kalacak gibi görünüyor"

"Hiçbir yere gidemezsin"

"Niye taburcu kağıdımı imzalamaz mısın? Kafan karıştı herhalde hasta yatağında olan ben değilim sensin!"

"Evet haklısın! O yüzden lütfen hasta yatağımda beni yorma Eylül çünkü sana her cevap verişimde canım yanıyor"

Bak nasıl da konuyu kapattı görüyor musun? Ama haklı galiba. Adam vurulmuş ameliyat olmuş gözünü zar zor açmayı başarmış ben de daha ilk andan geçmiş karşısına tartışma ortamı yaratıyorum. İyi de o da bir rahat durmuyor ki!

Bunları düşünerek ona bakarken bir yandan da hemen gevşemesin diye "Duygu sömürüsü yapma" dedim. "İşe yarıyor mu?" diyerek güldü gıcık! Odanın içinde bir o yana bir bu yana gidip "Kahretsin ki yarıyor!" dedikten sonra yatağının önünde durdum ve ters ters bakarken de "Sana kalırım ama bir şartım var diyecektim" dedim. Elini kaldırırken "Her ne ise kabul ediyorum" deyince de ellerimi iki yana açıp yüzümü ekşiterek "Daha ne olduğunu bile öğrenmedin. Nezaketen sor bari" dedim. Bak bak! Sorarken bile artistlik yapıyor adam!

"Aman Allah'ım! O ebediyete açılan kapının ışığını görüp sırf senin için geri dönmüş olan bana hasta yatağımda ne gibi bir şart koşacaksın Eylül? Bu arada kabul ettiğimi söylemiş miydim? Her ne ise ediyorum çünkü..."

"Yapma şunu!"

"Tamam özür dilerim tüm ciddiyetimle seni dinliyorum"

Şimdi başlatma ciddiyetine diyeceğim o olacak! Derin bir iç çekerken sakin durmaya çalışarak "Biz seninle sadece "arkadaşız" kaldığım taktirde de bunu asla ve de asla unutmayacaksın diyecektim" dediğimde bana yüzünü şekilden şekile sokarak "Sevmedim" dedi. Ay sevse şaşardım zaten! Yanına yaklaşıp yatağının kenarına sıkışmış gibi duran serum hortumumu mu ne o zımbırtıyı düzelterek "Nesini sevmedin acaba?" diye sorduğumda da yine dürüstlüğünden taviz vermeyip pattadanak "Birbirimize karşı neler hissettiğimiz bu kadar ortadayken bu "sadece arkadaşız" açıklaması bana fazlasıyla samimiyetsiz geldi" demez mi? Samimiyetine de başlatacak şimdi! Beni mi sınıyorsun doktor? Valla sonumuz iyi olmayacak bak söylemedi deme!

Bitik bir halde elimle alnıma vururken "Neden bu kadar açık sözlü olmak zorundasın ya! Hiç ima etmek diye bir şey duymadın mı sen?" dediğimde maşallah hiç düşünmeden etmeden "Duydum ama anlamazlıktan gelinmeyi pek sevmiyorum. Malum ima edince kişi genelde bu yola başvuruyor" diyerek lafı yapıştırıverdi. Susmaya karar verdim çünkü maşallah hasta yatağındayım demeden her söylediğime de zeytinyağ gibi üste çıkacak bir cevabı var.

Sakinliğimi korumaya çalışırken bir yandan da yastığını ve üzerindeki örtüyü düzeltiyordum. O sırada bir anlığına göz göze geldik de tüm masumiyetiyle bakışlarını üzerime dikmiş öylece duruyordu. Dedi diyeceğini şimdi de süt dökmüş kedi gibi bakar tabii! Yanına oturup düşünceli bir halde ona bakarken planlamadığım bir şekilde "Yoruyorsun beni be doktor" dediğimde tebessüm eder gibi oldu sonra da elimi tutarak "Sen de direnmeyi bırak o zaman" dedi. Kolaydı o...

Kısacık bir an birbirimize baktıktan sonra ailesinin kapıda merakla beklediğini hatırlayıp "Gerçekten gitmem gerek fazla bile kaldım. Babanlar seni görmek için benim çıkmamı bekliyorlar" dedim. Bunu söyler söylemez doğrulur gibi olup sonra da canı acıdığı için doğal olarak yüzünü ekşitti. "Ne kıpırdanıyorsun ya dikişlerin açılacak!" dediğimde hayır dememi umar gibi "Meral'e vurulduğumu söylemediniz değil mi? Sakın bana dışarıda panik halde benden haber beklediğini söyleme" dedi. "Sence söylemiş olabilir miyiz?" dediğimde bariz bir şekilde rahatladı.

"Merak etme Selim hiçbir şey söylememiş hatta benim burada olduğumu da bilmiyor"

"İyi bari"

"Neyse kapının önündeyim ben sonra görüşürüz"

Oturduğum yerden kalkacakken elimi bırakmayıp bakışlarımın yeniden kendisine dönmesine neden olurken bir yandan da "Bu arada hoşuma gitti" dedi. Hmm... Burada ne demek istediğini şıp diye anlamam gerekiyor sanırım ama üzgünüm ki bendeniz de tık yok.

Dudaklarımı birbirine bastırarak ne demek istediğini anlamaya çalışırken vakit darlığı sebebiyle düşünmekten vazgeçip "Ne hoşuna gitti?" diye sordum. İnkar edemem yüzünde hoş diyebileceğim tatlı bir gülümseme vardı. O da o an ki dalgınlığımdan istifade ederek iki parmağının ucunu dudaklarına götürüp öptükten sonra bir anda "Bunu yapman" diyerek parmaklarını dudaklarıma değdirdi. Aynı benim uyuyor zannedip ona yaptığım gibi yani. Hay aksi! Yukarıdan uyanık geldiğine göre tabii ki de bunu yaptığımı da hissetmişti.

Bunu yapmasıyla birlikte saçmalamakta usta olan Eylül devreye girdi. Panik yaptığımı saklayamam çünkü parmak ucumla da olsa onu öptüğümü inkar edemeyeceğim için bu yaptığım şey konusunda asla kıvıramayacağımı biliyorum. Yani bu an acilen tüymem gereken bir an. Oturduğum yerden hızla kalkıp "Aman neyse ne! Acıktım ben kafeteryaya gidip bir şeyler yiyeceğim" diyerek kapıya doğru yürürken bir yandan da o konuşmasın diye söylenmeye devam ederek "Sen de o arada ailenle görüş hasret gider serumunun damlalarını falan say ne bileyim yap işte bir şeyler!" dedim ve önüme çıkan ilk kapıyı açıp çıktım.

Gerçi odadan çıktığımı zannettim ama tatsız bir sürprizle karşılaşınca hemen girdiğim yerden çıkıp bana orasının tuvalet olduğunu hatırlatan bay çokbilmişe son derece ciddi bir tavır takınarak "Gitmeden önce elimi yıkayayım diye şey ettim" dedim. Hee! Ondan şey ettim. Ne diyon Eylül ya!

İnanmadığı için yarasını tuta tuta gülüyordu tabii ne yapsın. Yalan yok ben de şu an güleyim mi ağlayayım mı modundayım. Resmen odadan çıkayım derken panikten tuvalete daldım iyi mi! Ona da eğlence çıktı. İşaret parmağımı ona doğru uzatıp kaşlarımı çatarak "Gülme!" dedikten sonra arkamı döndüm ama sinirim bozulunca dayanamayarak ben de güldüm. Gülüşümü fark etmemiş olmasını umarak kapının kolunu tuttuğumda da bana "Sen de gülme" demesiyle "Gülmüyorum ben işine bak sinirimi zıplatma benim!" dedikten sonra odadan çıktım. Böyle güler halde çıkınca da tuhaf bir durum olmadı değil.

Kapının önünde çıkmamı bekleyen Atahan ailesi ve Ahmet'in arkadaşlarına bu halde yakalanınca bir açıklama yapmak zorunda kalıp "Uyanık ve keyfi de son derece yerinde sanki hiçbir şey olmamış gibi görünüyor. Çok şükür! Neyse şimdi sizleri bekliyor ben de aşağıya inip bir şeyler atıştırayım yine gelirim" dedikten sonra yanlarından ayrıldım. Aşağıya inmek üzere asansöre doğru yürürken az önce olan şey yüzünden gülümsememe de engel olamadım. Bu adam insanda akıl mı bırakır zaten...

Asansör geldiğinde kapı açılır açılmaz içeriye girdim ama keyfimi kaçıran bir şey oldu. Ben binerken Derya Üstündağ adlı o çok devirli mikser de diğer asansörden iniyordu. Elinde de geçmiş olsun manası taşıdığını düşündüğüm koca bir çiçek vardı. Ahmet'i görmeye geldiği gün gibi açık. Önce beni fark etmemişti ama doğru mu gördüm dercesine arkasına bakınca göz göze geldik. Neyse ki o suratını fazla çekmek zorunda kalmadım çünkü asansörün kapısı kapanıp hareket etmeye başladı.

Çiçeği de kocaman yaptırmış gösteriş meraklısı ne olacak. Kartta vardı sanki ne yazdı ki oraya? Sadece geçmiş olsun falan yazmıştır değil mi? Tabii canım başka ne olacak ki sonuçta aşk mektubu yazacak hali yok. Kesin ne yazdıysa sonunu "Geçmiş olsun Ahmetciğim" ile bitirmiştir. Bizimki de müsait zaten hemen yelkenler fora! Şimdi hasta ya naz da yapar kadına sonra ooo! Ay bu adam benim asabımı çok bozuyor!


........::::::::__20 Dakika Sonra__::::::::........

"Neden hâlâ buradasın Eylül? İsim vermem gerekir mi bilmiyorum ama yukarıda seni merak eden biri var"

Selim bu sorunun ardından elindeki iki tane çayı masaya bıraktıktan sonra sandalyeyi çekip oturdu ve ben de o sırada ona gözlerimi devirerek "Derya'cığı gitti mi?" diye sordum. Biraz kinayeli oldu fark ettim ama o kadın oradayken de yukarıya çıkmak istemiyorum. Şimdi bir bakış atar ters bir laf eder ben de pısıp oturamam yine papaz oluruz durduk yere.

Selim sorumun üzerine kaşlarını belli belirsiz çatıp "Hâlâ yukarıda ben de o yüzden geldim zaten" dedi. Onun da bu kadından pek haz etmediği ortada olunca haliyle o da attı kendini dışarılara. Çayımdan bir yudum alarak düşüncelere dalmışken Selim bir teklifte bulunarak "Seni eve bırakayım mı? Burada yoruldun hem artık Meral'e de yavaş yavaş Ahmet'in durumunu söyleyelim diyorum" dedi. Meral'i gerçekten çok özledim ama buradan şimdi ayrılmak istemiyorum galiba. Ahmet'in durumunu kendi gözlerimle iyice bir göreyim de sonra nereye gideceksem giderim.

"Ben Meral'in yanına yarın sabahtan gelsem olur mu?"

"Yine mi burada kalacaksın?"

"Gerçekten iyi olduğundan emin olmak istiyorum"

"Tamam ağabeyimin yanında kalmak istiyorsan bu senin bileceğin bir iş"

"Ağabeyinin yanında kalmak istiyorum demedim ki iyi olduğundan emin olmak istiyorum dedim. İkisi çok farklı şeyler"

Çayını gülümseyerek yudumlayıp "Evet çok farklı gerçekten" dediğinde başımı başka yöne çevirip gülümsedim. Evet pek fark etmedi gerçekten. Çaylarımızı içtikten sonra Selim'in yerinden kalktığını görünce "Gidiyor musun?" diye sordum. Başını sallayıp beni onayladıktan sonra "Meral'e uygun bir dille durumu anlatayım muhtemelen sizi ararız. Pimpirikli karımın Ahmet'in sesini duymak isteyeceğinden adım gibi eminim çünkü" diyerek masadaki gereksiz peçeteleri ve ıvırları zıvırları toparlayıp "Ben yukarıya çıkıp bir Ahmet'e bakayım Derya gittiyse de sana haber veririm" dedi. Teşekkür ettiğimde yanımdan uzaklaşıp önce boşalan çay bardaklarımızın bulunduğu tepsiyi kasada duran Hasan ağabeye bir şeyler söyleyerek verdi sonra da elindeki ıvır zıvırları çöpe attıktan sonra kafeteryadan çıktı. Diğer masalara baktım da çoğu yiyen içen bütün boşlarını çöplerini bırakıp gitmiş elini bile sürmemiş. Bu Atahanların hepsi mi böyle düşünceli anlamadım ki...

Dakikalar sonra telefonuma Selim'den bir mesaj geldi. Mesajda Cilveli Köstebek'in ziyaret saatinin bittiği yazıyordu. Böyle yazmamış tabii mesajda sadece "Derya gidiyor istersen yukarıya gelebilirsin" yazılıydı. Toparlanıp kafeteryadan çıktıktan sonra ağır adımlarla koridorlarda yürümeye başladım. Hâlâ hastane içindeyse karşı karşıya gelmeyelim istiyorum o yüzden de ağır davranıyorum.

O sırada da aklıma Kenan'ın bu hafta içinde İstanbul'da olduğu geldi. Sonradan konuşamadık geri döndü mü acaba? Umarım dönmemiştir de görüşme fırsatımız olur. Telefonumu elime alıp Kenan'ı aramaya başladım ve o da birkaç çalıştan sonra "Sen miydin? Ben de kim bu münasebetsiz diyordum" diyerek telefonu cevapladı. Ben şimdi ona münasebetsiz kimmiş gösterirdim de sesine ne olmuş onun öyle bir garip...

"Sana da iyi günler Kenan!"

"Ne iyi günleri Pembe Panter! Annem boynuma ipi geçirmiş Hulki Bey dede de bir güzel çekmiş Mine desen boyu yetmediği için beni ipten kurtaramıyor bir o yana bir bu yana sallanıp duruyorum... Sen ne iyi günlerinden bahsediyorsun!"

eylulkenana.gif


"Ne anlatıyorsun sen ya hiçbir şey anlamadım. Düzgün anlat şunu!"

"Belgin Gürsoy anneliğini gösterip arkamda durmadığı gibi şimdi de beni beş parasız ortada bıraktı. O ağzının suyunu akıtan spor arabam vardı ya? Artık yok puuf oldu! Puf oldu diyorum çünkü kendisini bu hafta içinde Gürsoy malikanesinin garajına doğru ebedi yolculuğuna uğurladım. Hulki Bey dede desen madem Mine'yi seviyorsun onun için her şeyi de yaparsın o halde bana bu sevgini ispatla aileni ikna et öyle çık karşıma o zaman evlenmenize razı gelirim diyor. Ama işe bak ki annem değil karşılarına çıkmak Mine'nin adını bile andırmıyor. Peki benim küçük Chucky'm bu durum karşısında ne diyor biliyor musun? Dedesinin ve anneannesinin onayını alana kadar asla evlenemezmişiz çünkü onların küçüklüğünden bu yana üzerinde emeği çok olduğu için kesinlikle sözlerini ezip geçemezmiş. En kötüsü de ne söyleyeyim mi? Kızın haklı olması! Neyse... Hani olurda merak edip beni soracak olursan eğer az önce zihnen öldüm kendimi nereye defnetsem diye düşünüyorum ama bir türlü bulamıyorum. Yatacak yerim yok arabam bile benden daha iyi durumda yani!"

"Dur ya kafamı döndürdün bir çözüm illaki bulunur. Tolga ne diyor?"

"Ne diyecek benimle birlikte o da perişan oldu. Hulki Bey dedeye ne diller döktü dede bana mısın demedi. Bu eski topraklar da ne inat arkadaş!"

"Hay aksi! Sen şimdi neredesin?"

"Nerede olacağım İzmir'e geri döndüm"

"Tüh! Ben de İstanbul'dayım buradaysan görüşelim diyecektim"

"Hey hey! Ne işin var senin orada?"

"Uzun hikaye"

"Kısalt o zaman"

"Ahmet bir hasta yakını tarafından silahlı saldırıya uğradı ama şimdi iyi ameliyatı da başarılı geçti. Bugün normal odaya aldılar"

"Bizim niye haberimiz olmadı?

"Olay dışarıya yansımadı da ondan... Benim de kafam yerinde değildi arayamadım

"Şu an her şey yolunda mı yani? Ahmet iyi diyorsun"

"Evet çok şükür hiçbir sorun yok. Kendine de geldi bülbül gibi şakıyor"

"Sen orada ne kadar kalacaksın peki?"

"Niye soruyorsun?"

"Cevap ver Eylül"

"Senin normalde neden Ahmet'in yanındasın ya da ne zamandan beri ona ismiyle hitap ediyorsun diye sorup bunları irdelemen gerekmiyor muydu?"

"Dediğin gibi bunları normalde sorardım ama şimdi durum farklı. Hadi söyle ne zaman döneceksin?"

"Bilmiyorum ne zaman döneceğimi kararlaştırmadım. Dönüş tarihimin ucu açık durumda..."

"Tamam o halde o ucu kapatıyorum. Hemen bugün pılını pırtını toparlayıp annenin yanına geri dönüyorsun"

"Peki ağabeyciğim!"

"Dalga geçme dediğimi yap"

"Olmaz şu an hiçbir yere gidemem"

"Bir kere de laf dinle be Eylül!"

"Bir dakika ya! Sen niye beni geri döndürmeye çalışıyorsun Kenan bilmediğim bir şey mi var?"

"Orada kalırsan istenmeyen bir karşılaşma yaşayabilirsin çünkü"

"Ne demek bu?"

"Bence gayet iyi anladın"

Anladım ve anladığım gibi de boş bulduğum ilk yere oturup gergin bir halde boynumu ovalayarak "Buğra mı burada?" diye sordum. Kenan'ın "O beş harfli mahlukatın adını anma!" demesiyle ister istemez dudaklarımı kemirmeye başlayıp "Ne işi varmış onun burada?" diye sorduğumda Kenan söyleyeceği şeyden pek de emin değilmiş gibi "Mine birkaç saat önce annesiyle karşılaşmış o sırada öğrenmiş. İş için olduğu söyleniyor" dedi. Birkaç saniye sessizlik oldu. Ne düşüneceğimi bilemedim çünkü bu hiç beklemediğim bir şeydi.

Derin derin nefes alırken "Tamam buradaysa burada ne yapalım yani? İş için gelmiş geldiği gibi de gider" dediğimde Kenan da her zaman ki şüpheli tavrıyla "Bu işin içinde başka bir "iş" olmasın da" dedi. Bu çocuk ne zaman böyle kuşkucu davransa huzursuz oluyorum. Malum mu oluyor yoksa ağzındaki şomluktan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama bir laf ediyor sonra al başına belayı...

"Neden bir iş olmasın da dedin?"

"Ela ile Rüya buradayken diplerinden ayrılmayan bir adamın sadece iş için şehir değiştirmesi mantıklı geldi mi gerçekten? Hem de böyle bir zamanda..."

"Başka ne için gelir ki buraya?"

"Bilmiyorum ama sen yine de temkinli ol. Ortalarda da fazla dolanma burun buruna gelip kendisinden bizzat öğrenmek zorunda kalmayasın"

"O konuda sorun yok zaten hep hastanedeyim. Yarın da sadece Meral'in yanına gideceğim yani karşılaşma olasılığımız sıfırın altında"

"İyi tamam. Eylül şarjım bitiyor başka bir şey söylüyor musun?"

"Hayır söylemeyeceğim. Sen de sıkma canını her şey yoluna girer. Konuşmak istersen de her zaman arayabilirsin biliyorsun"

"Arayamam"

"Niye?"

"Param yok işim yok beş parasızım! Ay sonunda o kabarık faturayı sen değil ben ödemek zorunda kalacağım"

"Aman Allah'ım! Bugünleri de mi görecektim? Çaldır kapat ben seni geri ararım"

"Bu ne cüret! Bir Gürsoy asla çaldır kapat yapmaz Pembe Panter bunu sok o başına buyruk kafana!"

"Ay başladı yine! Tamam Kenan ben seni sık sık ararım"

"Sık sık arama çok konuşuyorsun kafam şişiyor"

"Diyene bak! Hadi kapat benim yukarıya çıkmam lazım"

"Tamam git. Ahmet'e de selamlarımı ve de geçmiş olsun dileklerimi ilet"

"Olur"

tumblr_mhsjwcnO0p1rfoeczo1_250.gif


Telefonu karşılıklı olarak kapatırken içime de bir sıkıntı çöktü. Kenan haklı. Şu an Buğra'nın gözünün iş göreceğini pek sanmıyorum. Burada olmasında başka bir neden olduğu belli. Umarım bu nedeni Kenan'ın da dediği gibi bizzat öğrenmek zorunda kalmam çünkü onu görmeyi geçtim şu an aynı şehrin havasını soluyor olmamız bile beni boğmaya yetti.

İçimdeki sıkıntıyla birlikte asansöre geçip yukarıya çıktım. Hasta odalarının önünden bir bir geçip gittikten sonra Ahmet'in odasının önüne geldim ve o anda da bizim Cilveli Köstebek'in çiçeğiyle karşılaştım. Kapının önünde olduğuna göre hasta odasına alınmamış olmalı. Etrafta birileri olup olmadığını kontrol ettikten sonra çiçeğin üzerindeki kartın hâlâ durup durmadığına baktım ama yoktu. Ahmet almış olmalı. Kim bilir nereye koydu.

Hay aksi! Ayağım çarpınca çiçekte diğer odanın önüne kayıverdi iyi mi? Şimdi geri alırken biri görürse de ayıp olur. Artık kime niyet kime kısmet diyeceğiz ne yapalım. Boynumu iki yana çıtlatıp hazır hissettikten sonra kapının kolunu tutarak içeriye girdim. İçeride yine bir aksiyon vardı. Ahmet beni görür görmez yanına gelmemi işaret edince içten içe yine ne oluyoruz acaba dedim o da telefonuna baka baka "Bir şey yok Meral sadece nazara karşı kurşun döktürdüm bu kadar büyütmeyin" dedi. Büyütmeyin... Olay küçüktü de biz mi büyüttük yani?

Meral ile görüntülü konuşma yaptıklarını anlayıp yanına gittim ve "Ne rahat adamsın ya! Ameliyathanenin önünde öldük öldük dirildik gelmiş buraya dalga geçiyorsun. Bir çık şuradan o dediğin kurşundan dökeceğim ben sana merak etme!" dedikten sonra telefonun ekranına doğru eğilip "Merhaba Meral ben de buradayım... Bu arada ağlıyor musun sen?" dedim. Evet ağlıyor. Meral beni görmenin şaşkınlığını yaşayarak Selim'e dönüp "Eylül bile gelmiş ama benim hiçbir şeyden haberim yok. Bir de büyütmeyin bir şey yok diyorsunuz" derken aynı anlarda Ahmet'te gözlerini gözlerime dikip bana "Dışarıda beklerken çok mu merak ettin beni? Kesin keşke şimdi yanımda olsaydı onu asla üzmez ben de ona olan aşkımı haykırırdım dedin değil mi?" diye soruyordu. Hamile kız can derdinde bizim flörtöz doktor hâlâ işve cilve peşinde! Vereceğim cevap belliydi tabii.

"Başlatma şimdi aşkına da merakına da!"

"Aaah! Güldürme Eylül"

"Gül diye değil kork diye söyledim"

"Ters tepki yapmışa benziyor"

Yanına oturup hareket kısıtlılığı sebebiyle yapamayacağını sonradan algılasam da yine de "Cevap vereceğine kenara kay biraz" diyerek kendime yer açtıktan sonra ekrana bakıp "Meralciğim hiç merak etme kaynının doktoru ameliyatın çok başarılı geçtiğini söylemişti. Şimdi de görüldüğü üzere turp gibi... Kendini üzme tamam mı tatlım? Sana da stres yapma diye kendine gelmeden haber vermek istemedik ama şu an her şey yolunda" dedim. Selim eşinin gözyaşlarını silerken Meral de bana tamam der gibi başını sallıyordu. O da Ahmet'i bir anda böyle hasta yatağında görünce korktu tabii. Bir de hamile kıza kurşun döktürdüm demez mi! Yüreğine indirir insanın...

Neyse ki sonunda Meral'i Ahmet'in şu an için iyi olduğuna ikna edebildik. Tabii o andan itibaren de tüm oklar bana döndü. Burada olmam bir yana Ahmet'in beni görmeye gelmesi ve hemen ardından da benim buraya gelmem doğal olarak akibetimiz açısından merak uyandırdı. Meral bana "Artık dönmeyeceksin değil mi? Hep burada bizimle olacaksın" dediğinde Ahmet sorman hata dermiş gibi "Elbette kalıyor" dedi ama son söz benimdi. O yüzden de Meral'e bir süre burada olduğumu ve ne zaman döneceğimi kararlaştırmadığımı söyledim. Ahmet yılmadı tabii. Hemen lafa atlayıp "Ben Eylül'ü ikna ederim. Siz onu kalmış bilin" dedikten sonra ona yandan ters bir bakış atmamla birlikte de "Deneme şansımı elimden alamazsın Eylül Acar" dedi. Kırk kere söyledim bana o Cilveli Köstebek'in ağzıyla konuşma diye! Özellikle mi yapıyor?

rtytuyu.png

Ben "Denemelerin sonuç vermeyebilir" diyordum Ahmet bastırıp "Vermesini sağlayacağım" diyordu ama bu burun burunalık Meral'in "Şu an çok tatlı görünüyorsunuz. Siz hep böyle kalsanıza" demesiyle bozuldu. Bakışlarım duyduklarımla birlikte Meral'e dönmüşken yan gözle de Ahmet'e bakar gibi oldum ama sonra fazla yakın durduğumuzu fark edip hemen bakışlarımı kaçırarak "Siz konuşun ben de bir elimi yüzümü yıkayayım" dedim. Meral'in gülüşü eşliğinde Ahmet'in de imalı imalı "Yolu tarif etmemi ister misin? Şimdi heyecanlandın ya kapıları karıştırma diye diyorum" demesi birleşince ses çıkarmadan elimle boynuma bir kesik atıp ona bittiğini anlatan bir işaret yaparak odadaki banyoya girdim.

frgthyjuykl.gif


Zehir gibi adam olunca mesajı hemen aldı tabii.

İyi ki bir ilk seferinde yolu şaşırdık şimdi oturur kalkar başıma kakar.

Neyse en azından bunu yapmaya devam ederse kendi başına neler gelebileceği hakkında fikir sahibi oldu.

Yani benden günah gitti doktor!


........::::::::____::::::::........

Banyodan çıktığımda Ahmet görüşmesini bitirmişti. Ona bakmamaya çalışarak tekli koltuğa doğru yaklaşırken odayı da şöyle bir gözden geçirdim çünkü aklıma yine şu kart geldi. Nereye koydular acaba? Koltuğa oturmaktan vazgeçip telefonumu alarak yatağın yanındaki komodine doğru yaklaştım. Ahmet ise ne yaptığımı anlamak için sessizce beni izliyordu. "Telefonumu buraya koysam sorun olur mu?" diyerek izin aldıktan sonra çekmeceyi açtım. Telefonu koymadan önce küçük bir araştırma da yaptım tabii ama kart çekmecede değildi. Dikkat çekmemek için telefonu koyup çekmeceyi kapatarak yanından çekildim ama bu sefer de aklıma dolaptaki eşyaları geldi. Oraya koymuş olabilirler sanki...

"Ben biraz üşüdüm de dolapta giyebileceğim kalın bir şeyler var mıdır?"

"Olması lazım. Babamlar evden birkaç eşyamı getirtmişti. Bir bak istersen"

"Alabilir miyim peki?"

"Sormana bile gerek yok. İstediğini kullanabilirsin"

Birbirimize bakarken mesafeli bir bakışla teşekkür edip dolabı açtım. Bir yandan da ne olur ne olmaz diye onun tarafından görünüp görünmediğimi kontrol etmeyi de ihmal etmedim. Askıdaki ceketinin ceplerini yoklarken bir yandan da giyebileceğim bir şey var mı diye bakınıyordum. Dalmış bir halde aranırken Ahmet'in "Bulamadın mı?" demesiyle elime bir sweatshirt geldi ve onu alıp dolabın kenarından ona doğru tutarak "Şimdi buldum" dedim. Tam hay aksi kart ortada yok derken de alttaki çantanın ön gözü dikkatimi çekti. Açtığımda ise kart kuzu gibi orada yatıyordu.

Okusam mı acaba? Sonuçta kişiye özel yazılmış bir not. Hemen düşünüyorum bekleyin. Neyse vaktim yok doğru düşünemediğim için de etik olur mu olmaz mı bilemedim ve okudum. Artık yakalanırsam da özür dilerim.


sfsfd.gif

Okuyacaklarına inanamayacağını biliyorum ama bunları sana söylemem gerektiğini hissediyorum.
Ben seni kaybetmeye hiç hazır değilmişim Ahmet.
Benim için ne kadar değerli ve önemli olduğunu bu acı olayla birlikte anladım.
Meğerse kalbimde tahmin edemeyeceğim kadar büyük bir yere sahipmişsin.
Hayatımdan hiçbir sebep uğruna çıkma olur mu?
Hep benimle kal.

-Derya-


Keşke adının altına "Köstebek olan" ya da "Onun bunun sağ kolu" yazaydı da kim olduğundan emin olsaydık. Of! Latife yapmaya çalışıyorum ama notu okudukça heyheyleniyorum. Ben fena gıcıklandım yalnız! Şimdi hep benimle kal derken ne demek istemiş bu kadın? Hayır yani bana pek iyi bir şey demiş gibi gelmedi de! Bu arada kıskandım falan sanılmasın tamamen Ahmet açısından söylüyorum. Sonuçta bu kadının hayatından hiç çıkmaması demek her an sırtından vurulabilirsin buna hazır ol demek gibi bir şey yoksa ne kıskanacağım ben o cilveli sağ kolu! Yani sağ kol köstebeğini... Aman işte anladınız siz ne olduğunu her zaman dediğim şey işte!

Yazılanları bir kez daha okurken Ahmet "Eylül ne oldu?" deyince kartı çantaya nasıl attım dolabın kapısını nasıl kapatıp aldığım şeyi tişörtümün üstüne geçirdim ben bile bilmiyorum. Bir şey olmadığını söyleyerek elimi panikle dolaba dayadığımda Ahmet beni baştan aşağıya inceleyip gülümseyerek "Bir şey olmadığına emin misin? Biraz telaşlandın sanki..." dedi. Önceden doktordu şimdi de zehir hafiye kesildi başıma!

Az önce yaptığım şeyi çaktırmamaya çalışarak kaşımı kaldırıp "Bir şey olduğu yok. Hem niye telaşlanayım ki ne münasebet!" dediğimde o da parmağıyla alnını kaşırken bir yandan da muzur bir ifadeyle bana "Hoş bir söz öyle değil mi? İspanyolca "Sakın Vazgeçme" diyor" dedi. Ne sözü? Neden bahsettiğini anlamadığım için boş boş bakınca bana eliyle üzerimdeki sweatshirtü işaret edip sırıtarak "Önünde olması gerekirken şu an sırtında olan sözden bahsediyorum" dedi. Yapma! Telaştan ters mi giymişim?

Bunu demesiyle elim yakama gitti ve o anla birlikte elime gelen marka etiketiyle sweatshirtü ters giydiğimi anlayıp hemen arkamı döndüm ve kollarımı hızla çıkarıp düz hale getirerek yeniden kollarımı geçirdim. Bugün de üzerimde bir terslik var ya anlamadım gitti. Ahmet'e doğru döndükten sonra yüzündeki ifade sebebiyle "Gülme!" diye uyararak koltuğa oturdum. Hayır gülüyor sonra onun yüzünden sinirim bozulup ben de gülüyorum iyice diline düşüyorum.

"Eylül..."

"Rica ediyorum bunun hakkında tek bir söz bile söyleme"

"Ben başka bir şey söyleyecektim"

"Ne söyleyecektin?"

"Pazartesi gününden beri buradaymışsın. Selim ile babam hastaneden hiç ayrılmadığını söylediler"

"Ne var bunda? Sonuçta artık burada evim barkım yok. Kalabileceğim en emniyetli yer burasıydı"

"Evin yok ama biliyorsun ki babamlar da Meral ve kardeşim de seni ağırlamaktan son derece mutlu olurlardı. Yani evin olmasa bile kalabileceğin emniyetli yerler vardı"


aresrdtfyg.png


"Ne o sen git de Derya gelsin demeye mi çalışıyorsun?"

"Derya mı?"

"Evet"

"O da nereden çıktı Eylül?"

"Ne bileyim kadın da öyle çelenk gibi çiçekle gelince ben de acaba burada kalarak bir şeylere mani mi oluyorum dedim kendi kendime. Kart falan da vardı üzerinde artık ne yazdıysa..."

"Kart mı? Bana kimse kart falan vermedi"

"Nasıl? Sen görmedin yani..."

"Hayır görmedim"

Ahmet karttan haberdar değilse o zaman Derya'cığının hep benimle kal yazdığını da olduğundan bile şüphe ettiğim kalbinde edindiği o devasa yer mevzusunu da okumadı mı yani? Şimdi anladım. Odada Selim ve babaları Haluk Bey de vardı ya ondan kartı vermedi. Özel şeyler yazmıştı ve bu sebepten dolayı da yalnızken okusun diye çantasına iliştirdi.

Yazdıkları yeniden gözlerimin önünden geçti de şimdi biz Ahmet ile sadece arkadaşız ya sonuçta bu da onu korumaya yönelik şeyler yapabilirim anlamına geliyor. Mesela iyiliği için o kartı görmemesini sağlayabilirim çünkü sözlerine inandığı takdirde bu kadın arkadaşımı üzer diye düşünüyorum. Ben iyi gün olduğu kadar kötü günde dostuyum öyle arkadaşlarıma zarar gelebileceğini düşündüğüm şeylere müsaade edemem.

Ayağa kalktıktan sonra "Ben yanlış gördüm o zaman... Hem kadın çiçeği bizzat getirmiş ne kartı değil mi? Of! Şimdi de sıcakladım görüyor musun?" diyerek sweatshirtü çıkarıp tekrardan dolabın önüne geldim. Onu aldığım yere geri koyarken kartı da çantanın önünden alıp arka cebime sokuşturdum. Tamam! Bu yaptıklarıma ben bile inanamıyorum ama yine de bu kadına karşı içimdeki karanlık tarafın nimetlerinden yararlanıyor olmak beni kötü bir insan yapmaz bence...


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Yattığım yerden dikkatle Eylül'ü izliyorum da onda bir gariplik var. Bakışları bile değişikleşti sanki. Kendi kendine bir işler karıştırmıyorsa ben de Ahmet değilim. Dolabın önünden çekilip yanıma geldikten sonra bitmek üzere olan serumuma bakarak "Ben gidip hemşireyi çağırayım. Bir de şey yapayım... Meyve suyu kraker falan alayım" dedi.

Yatağın başında duran butonu gösterip hemşireyi benim çağırabileceğimi söylediğimde onu bana doğru yaklaştırarak "İyi tamam ben birkaç dakika içinde geri dönerim. Sen de sakın ben yokken ayaklanmaya ya da doğrulmaya çalışayım falan deme görürsem fena yaparım" dedi. Gülerek ben de seni seviyorum Eylül desem hiç beklemez o dediğini şimdi yapar değil mi? En iyisi susayım.

Tam gidecekken elini tutup "Eylül!" dediğimde bana doğru döndü ve ben de elini geri çekmeden önce avucunun içini öperek "Yanımda kaldığın için teşekkür ederim. Şu an ihtiyacım olan tek şey buydu" dedim. Gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirirken hiçbir şey demeden tebessüm eder gibi olup elini çekti ve odanın kapısına doğru yürüyüp dışarıya çıktı. Böyle her an yanımda olacağını bilseydim daha önce vurulurdum. Neyse geç olsun da güç olmasın demişler...

Eylül'ün geri dönmesini sabırsızlıkla beklerken çekmecedeki telefonundan sesler gelmeye başladı. Annesinin olabileceğini düşündüğüm için elimi çekmeceye doğru atıp zar zor telefonu oradan aldıktan sonra ekrana baktım ama o anla birlikte canım biraz sıkılmadı diyemem. Hatta canımın sıkılması az kalır.

Ekranda "Buğra" yazdığını görünce aklıma Eylül'ün Kenan'a benim için "O bana Buğra'yı çoktan unutturmuş bile ama ben görmek istememişim" dediği an geldi. Arayan da o adamdı. Bebeğin babası yani. Bir süre ekrana bakıp kaldım. Neden aradığını ve konuştukları takdirde neler olabileceğini düşünürken aramalar sonlandı ama bu sefer de birkaç dakika sonra bir mesaj geldi. Bakıp bakmamakla ilgili ikilemde kaldım ama sonra merakıma yenilip önce Eylül'ün gelip gelmediğini anlamak için kapıya doğru baktım sonra da mesajı açtım.

3w4e5rt6fyg.png

"Eylül aç şu lanet olası telefonunu!
Seninle konuşmam gerek"


Yazılanları okudum ama mesajdaki üslubu hiç beğenmedim. Ne konuşmak istiyor acaba? Bebeği öğrenmiş olabilir mi? Belki de hâlâ haberi yoktur ve Eylül'ü de bambaşka bir nedenden dolayı arıyordur. Her ne için arıyorsa arasın bu çok zamansız oldu. Tam Eylül ile birbirimize karşı adımlar atmaya başlamışken bu adamın ortalarda dolanması hiç iyi olmadı. Gönderdiği mesaja bakarak söylüyorum ki yine üzecek yine kırıp dökecek Eylül'ü...

Artık ne arama ne de mesaj gelmiyordu. Eylül'ün de birazdan burada olacağını ve bu mesajı görünce onu arayıp aramama stresine gireceği kesindi. Onun bu adamla irtibata geçmeye hazır olduğunu hiç düşünmüyorum. Benim yüzümden bu kadar büyük bir stres yaşamışken bir de üstüne o adamın yaratacağı gerginliği kaldıramaz. Sinirleri alt üst olur. Benim durumum da ortada yani şimdi bu mesajı okuyup hastaneden çıkıp gitse peşine de takılamam. Gerçi ben takılırım da gerçekçi de olmak lazım yarı yola gelmeden büyük ihtimalle yere yapışırım.

Dışarıdan Eylül'ün ve bizim kızların sesleri gelmeye başlayınca hiç düşünmeden inisiyatif kullanıp mesajı ve aramaları silerek telefonu da tamamen kapattım. Ben telefonu çekmeceye atıp geri kapatırken de Eylül kızlarla şakalaşarak içeriye girdi. Göz göze geldiğimizde de ben ona az önce yaptığım şeyi anlamamasını umarak bakıyordum o da bana "Ben yokken ne haltlar karıştırdın sen?" der gibi bakıyordu.

Üzgünüm Eylül ama senin deyiminle arkadaşımı benim deyimimle de sevdiğim kadını yaşayabilme olasılığı yüksek olan bir sorundan şimdilik uzak tutmak zorundayım. Ben ayağa bir kalkayım ne yaşanacaksa birlikte yaşarız.

wertfyg.png


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
sfdghjk.png


28.Bölüm : Her şey yolunda mı doktor?

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül içeriye girip bana doğru kuşkucu gözlerle bakarak ilerlerken kendimi birazdan çapraz sorguya girecek bir suçlu gibi hissettim. Öyle bir durumda karşımdaki kadının beni epey terleteceğinden hiçbir kuşkum yok. En kötüsü de şu an bana öyle bir bakıyor ki daha sorgu başlamadan her şeyi kendi ağzımla bir bir anlatacakmışım gibi geliyor. Şu acil durumlarda hemşire çağırma butonu neredeydi? Elimin altında dursa iyi olacak.

"Her şey yolunda mı doktor?"

Bana Ahmet olarak değil doktor olarak hitap etti. Endişelensem mi acaba? Ama bu bendeki de yersiz bir tedirginlik olabilir. Belki de hiçbir şey anlamamıştır ve ben gereksiz panik yapıyorumdur. Ayrıca anlamış olsa her şey yolunda mı diye sormaz aynen bakışı gibi "Ben yokken ne haltlar karıştırdın sen?" derdi. Bu arada fazla düşündüm vakit kaybı oldu herhalde çünkü Eylül bu defa yüzüme endişeyle bakıp iyice yaklaşarak "İyi misin sen? Doktorunu çağırmamı ister misin?" diye sordu.

Bir içim su olan gözlerine bakarken aklım sürekli telefonuna gittiği için bir yandan kendi kendime "Sakın ötme Ahmet" diyerek bunu yapmama engel olmaya çalışıyordum bir yandan da çuvallamamayı umarak Eylül'e gerek olmadığını çünkü iyi olduğumu söylüyordum. Bu kez dürüst davranıp ona Buğra denen adamın kendisini aradığını söylememeliyim. Dürüst olunca kızıyor sonuçta... Buna laf dinlemek diyelim.

Eylül bana inandı mı bilmem ama gözleri üzerimde olarak elini komodinin çekmecesine doğru götürünce telefonunu açacak paniğiyle aniden "Üşüdüm ben!" dedim. Ne diye bağırdıysam? Kız sağır değil sonuçta. Eylül sesimle irkilince ses tonumu düşürerek "Yani ben biraz üşüdüm. Isıtabilir misin?" dedim ama bakışlarından tuhaf bir şey dediğimi hemen anlayıp ensemi ovalayarak "Affedersin saçma oldu. Üzerime ısınmamı sağlayacak bir pike daha örter misin diyecektim. Dolapta yedek olması lazım" dedim. Yani kulağım doğru işittiyse bunu dedim herhalde. Hay aksi! Gözlerini kısıp bana üstten üstten bakmaya başladı. Kesin tavrımdan dolayı şüphelendi birazdan yoklamaya çekecek beni.

"Sen biraz gergin misin doktor?"

"Ben mi? Yoo..."

"Gerginsin gergin"

"Bana doktor diyorsun ya ondan geriliyorum"

"Ben sana eskiden de doktor derdim"

"Eskiden de gerilirdim"

Cevabımın ardından beni dikkatle inceleyerek dolaba doğru ilerledi ve yedek pikeyi alıp yanıma dönerek üzerime örtmeye başladı. Bir şey ha sordu ha soracak derken de çok sıradan bir tavırla "Ne o ben yokken senin kabarık listende bulunan hatunlardan biri geldi de onun karın ağrısı mı bu?" deyince kendime hakim olamayarak gülümsedim ve kızacağını bile bile "Niye aklına ilk bu geldi?" diye sorduktan sonra kaşını kaldırması eşliğinde sözüme devam ederek "Kıskanma belirtileri seziyorum Eylül Acar! Yoksa biz arkadaş kalamayacak mıyız? Benim için bir mahsuru olmadığını belirtmiş miydim? Yok çünkü..." dedim. Pikeyi tabir-i caizse gırtlağıma kadar çekip "Peki ben sana ne demiştim?" diye sordu. Beni sevdiğini söylemişti ama ondan bahsetmiyordur herhalde.

"Hatırlatsana"

"Bana şu köstebeğin ağzıyla konuşma demiştim"

"Derya'dan nefret ediyorsun değil mi?"

"Yok canım o kadar da değil"

"Ne kadar peki?"

"Hani bulsam bir kaşık suda boğarım denir ya..."

"Evet"

"Benim o bir kaşık suya ihtiyacım yok... Kuru kuru da boğarım!"

Kocaman açılan gözlerine hayranlıkla bakarken "Evet şu an beni boğduğun gibi" dediğimde o da ellerini üzerimden çekip yanımdan da gülümser bir tavırla "Senin de canın ne tatlıymış be doktor!" diyerek uzaklaştı. Benim biçare gözlerim de sen nereye ben oraya dercesine ona gideceği yere kadar eşlik etmeyi ihmal etmedi. Zaten çok güzel kadın bir de insanı büyüler gibi gülümseyip saçlarını savurarak dönüyor ya iyice perişan ediyor insanı. Neyse en azından şimdilik telefonunu almayı unuttu. Umarım aklına da uzunca bir süre gelmez.


ökjb.gif



........::::::::__Eylül__::::::::........

"Hastamızın ve refakatçimizin yemeklerini getirdim"

Ansızın açılan kapıyla birlikte bakışlarımı hemen bize yemeklerimizi getiren kıza çevirdim ve konuşmaya devam etmesin diye işaret parmağımı dudaklarıma götürerek "Şişşt! Hastamız yarım saat önce uyuyakaldı" dedim. Yüzünü buruşturup sessizce özür diledikten sonra yemekleri bırakıp boşları almaya da daha sonra geleceğini söyledi.

Ben de teşekkür ettikten sonra kızın ardından üzerinde yemeklerin bulunduğu tekerlekli masayı kenara çektim. Bir gözüm de Ahmet'in üzerindeydi. Bu hiperaktif adamın böyle sessiz sakin yatmasına hiç alışık değilim. Bu yüzden de doğal olarak bu halini yadırgıyorum. Onu böyle gördükçe dürtüp uyandırasım geliyor ama sonra başıma gelecekleri düşünüp bu fikrimden vazgeçiyorum.

Boş gözlerle yemeklere şöyle bir baktıktan sonra kapaklarını geri kapattım. Aslında o uyurken de yemeğimi yesem iyi olurdu çünkü sonra onun da yemeğini yemesini sağlamak zorunda kalacağım. Zorunda kalacağım diyorum çünkü eminim ki hasta çorbasından ve yemeğinden kaçmak için elinden geleni yapacak. Ancak bundan da hemen vazgeçtim çünkü kaşık çatalımın sesine uykusu dağılır gibi geldi. Neyse kalksın da birlikte yeriz.

Ne yapsam ne etsem diye bakınırken kendimi Ahmet'in baş ucunda buldum. Hazır gelmişken de bir süre onu izledim. Hamile olmamış olsaydım o gece o yemeğe gittiğimde neler olabileceğini düşündüm. Beni yine çıldırtırdı orası muhakkak ama sanırım oradan çıktığımızda artık bir level daha atlamış ve birbirlerine artık başka gözle bakmaya başlamış bir Eylül ile Ahmet olurduk. Tamam adamın beni çileden çıkardığı bir gerçek ama kesin o yemekte aklımı çelmeyi başarırdı. Ben de hiçbir engelim olmadığı için ona bunu yapması için izin verirdim herhalde. Verdirirdi çünkü...

ytufyguh.jpg


O yemek sırasındaki hallerimizi düşünürken dalıp gitmişim. İnkar edemem gözlerimin önüne epey hoş ve eğlenceli sahneler geldi. Kendime geldiğimde yüzümde de bir tebessüm vardı. Uyanıp beni bu halde görmesin diye yanından çekilerek pencereye doğru yaklaştım ve az öncekinin aksine şu an bulunduğum şartlarda beni nasıl bir hayatın beklediğini düşünmeye başladım.

Yalan söyleyemem İzmit'e geri dönüp kafede çalışmaya devam etmiş ve aynı zamanda da 7/24 çocuk bakmaya başlamış olan bir Eylül bana afakanlar basmasına neden oldu. Bundan sonra tek derdimin pişik kremleri ve müşteriye doğru sipariş gidip gitmediğinin olacak olması çoktan öldüğüme işaret ediyor gibi geldi. Ardımdan da söylenecek tek bir söz vardı o da "Bu hayatta çok aptaldın Eylül başka bir hayatta daha zeki bir versiyonunla görüşmek üzere" olurdu. Aman Allah'ım! Bunu düşünürken resmen Kenan'ın sesini duydum. Bu sözleri o söylüyordu sanki...

"Yoğurt çorbasıyla kabak yemeği mi? Aman Allah'ım hem de tuzsuz ve yağsız! Neyseki burnum tam kıvamında pişmiş bir tabak bulgur pilavı kokusu da alıyor"

Düşüncelerimin içine destursuzca dalan bu sözlerden sonra sesin sahibine doğru dönüp şaşkınlığımı gizleyemeden "Burnun ve sen beni korkutuyorsunuz doktor" dedim. Gülümseyerek "Burnumun çok hassas olduğunu sana daha önce hiç söylememiş miydim?" dediğinde gözlerimi devirerek acıkıp acıkmadığını sordum. Günlerdir serum alan biri olduğu için kurt gibi acıkmıştı tabii. Masayı yanına çektikten sonra doğal olarak "Yatağının baş kısmını biraz kaldırmam da sakınca var mı?" diye sordum ama beyefendinin yine gıcıklığı üzerindeydi.

"Asıl kaldırmaz ve bana bu şekilde yemek yedirmeye çalışırsan büyük bir sorun olur. Bu sefer kesin boğulurum çünkü..."

"Affedersin de niye ben yediriyormuşum?"

"Çünkü hastayım Eylül... Hatırlarsan vurulmuştum ve gözlerimi de zar zor açmıştım. Elim kolum da kalkmıyor. Sana "her anlamda" muhtacım yani. Her anlamdayı tırnak içine alarak söylediğimi fark ettiğini umuyorum"

"Fark ettim ama umurumda oldu mu? Hemen düşünüyorum... Aaa! Olmamış! Hem bir elin boş duruyor onunla idare edersin"

"O da çok ağrıyor"

"Tırnak işareti yaparken mi yoruldu?"

Dudağını büzüp yüzüme de masum masum bakarken ben de çorba kasesini ona doğru tutarak "İyi tamam ama bana zorluk çıkarma" dedim. Dedim de daha ilk dakikadan kaldıramadığını iddia ettiği elinin işaret parmağını havalandırıp "Son bir şey!" dedi. Bu bana son olmaz gibi geliyor ya hadi neyse. Tek kaşım kendi inisiyatifiyle kalkarken "Yine ne oldu?" diye sorduğumda o da bana merakla diğer yemek kabını işaret ederek "Sana ne gelmiş?" diye sordu. Aaa! Yemeklerime ortak olma derdindeysen avucunu yalarsın doktor!

"Ne yapacaksın?"

"Merak"

"Başka bir derdin yok mu yani?"

"Ne derdim olacak ki?"

"Ne bileyim pek bir ilgilendin de"

"Huysuz ve tatlı refakatçime iyi bakıyorlar mı diye soruyorum. Ee! Ne varmış?"

"Senin yoğurt çorbanın tuzlu ve yağlı hali tavuk sote kokusunu aldığın üzere bulgur pilavı ve de komposto gibi bir şey"

"Of! Halide ablanın tavuk sotesi de efsane olur. Köri de atıyor içine parmaklarını da beraberinde yiyorsun"

Ben bu konuşmanın devamını biliyorum. "Azıcık tadayım mı?" ile başlayıp ekmek banmaya kadar gidecek ama olmaz buna izin veremem. Bu yüzden de gayet otoriter bir tavırla "Halide ablacığının tavuğa köri koyuyor oluşunun şu an sana hiçbir faydası yok doktor! O yüzden hadi sızlanmaya başlamadan iç şu bulaşık suyundan hallice olan çorbanı" dedim. Tamam böyle de denmez şimdi fark ettim ama ağzımdan da kaçıverdi. Onun da yüzünü ekşitip başını çevirerek bana "Bulaşık suyu mu? Bana hiç yardımcı olmuyorsun Eylül!" demesi pek uzun sürmedi. Ama böyle yaparsa ben darlanırım sonra da koca adamın burnunu tutup kaşığı ağzına sokuveririm. Beni naz yapabileceği o kıytırık hatunlarından sandı herhalde.

Söylediklerini umursamadan kaşığı ağzına yaklaştırıp "İç bakayım şunu!" dedikten sonra yüzü beş karış halde çorbayı yutmasını seyrederek "Nimet o nimet! Büzme yüzünü gözünü... Çorbayı içerken en sevdiğin yemeği yiyormuşsun gibi düşün. Onun tadını hayal et" dedim. "Kolaysa gel de sen hayal et" der gibi bakması da beni benden aldı.

"Affedersin ama hastaların sana hastanenin yemeklerini şikayet ettiğinde sen onlara ne diyorsun?"

"Tamam yemeyin ben size aşağıdan bir şeyler ayarlarım diyorum"

"Oradan bakınca kolayca kafalayabileceğin biri gibi mi görünüyorum? Öyleyse bu beni fazla hafife alıyorsun demektir"

"İlla içireceksin yani?"

"Sıkıysa içme!"

"Çok zorsun Eylül"

"Sen de pek kolay sayılmazsın"

Ona ikinci kaşığı uzatırken "Oysaki kolaylaştırmak elinde" diyerek içince ona bakıp kaldım. Dikkatini çekmemek için çorba içirme işime geri dönüp "Bu arada baban aradı. Nasıl olduğunu merak etmiş ona gayet iyi olduğunu ve uykuya daldığını söyledim. O da bir saat kadar sonra yanımıza uğrayacağını söyledi" dedim. Ben peçeteyle dudağının kenarını silerken o da hayır dememi umarmış gibi bakıp nöbet değişimi için mi geldiğini sordu ama babası o sebeple gelmiyordu. Sadece oğlunu merak eden bir babaydı o.

"Hayır sadece nasıl olduğunu görmek için geliyor. Bu gece ben buradayım"

"Harika!"

"Tamam sevinmeyi bırak da iç şunu"

"Aklıma ne geldi biliyor musun?"

"Hiç merak etmiyorum"

"Merak ettiğini varsayıyorum. Hani İzmit'e geldiğimde seninle birlikte şahane bir patatesli omlet yapmıştık..."

"Ne olmuş ona?"

"O omletten bir lokma bile tadamamıştım. Hatta o kadar özenmiştim ki resmen aklımda kaldı. Vurulduğumda ölseydim kesin bu omlet yüzünden bir gözüm açık gidecektim"

"Ya ne biçim konuşuyorsun sen ölseydim de ne demek şimdi! Hem sen düzel yaparım ben sana gözün mözün açık gitmez bir tarafa!"

"Bak yaparım dedin! Bu sözünü unutturmam biliyorsun"

"Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın doktor! Laf ağızdan bir kere çıkar"

"Bak bunu senin ağzından da duyup tasdiklemiş olmam iyi oldu"

Neden bahsediyor diye düşünürken aniden buraya onun için geldiğimi söylediğim konuşmaya pas attığını anlayıp tek kaşımı kaldırdım ve elimdeki çorbayı kenara koyup diğer tabakla geri dönerek "Aç ağzını doktor zira tatsız tuzsuz kabak yemeğin az önce Acar havalimanından kalkışa geçti uçuşunu da sana doğru irtifa kaybederek sonlandırmayı düşünüyor" dedim. Yüzünü besbeter ekşitip "Kabak yemeğini gerçekten sevmem. Dolma halinde olsa başım üstüne ama bu haldeyken gerçekten olmaz" diye mızıldanınca soğukkanlı bir katil gibi yemeği çatala alıp kurbanıma yaklaştırarak "Sevip sevmemen beni ilgilendirmez. Ayrıca şimdi kapı kapı dolaşıp sana dolma falan arayamam şartlara uyum sağlamak zorundasın. Yani aç ağzını yum gözünü doktor!" dedim. Yemek zorunda kalmasını izlerken gerçekten çok acı çektiğini anladım ve insafa gelip kabakla olan imtihanına bir son verdim. Bu kadar işkence ona yeterdi bence.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Babam gelip de beni daha iyi bulunca haliyle çok rahatladı. Eylül'e de bana iyi baktığı için teşekkür edip çok yorulduğu gerekçesiyle eve göndermek istedi ama ne ben ne de Eylül buna gönüllü değil gibiydik. Aynı anda itiraz edince babam da üsteleyemedi. Eylül'ün de yanımda kalmak istiyor oluşu ne sebep sunarsa sunsun benim için çok değerliydi. Beni bu kadar önemsemesi ve sağlığım konusunda endişe etmesi bana olan sevgisinden ileri geliyor diye düşünmek istiyorum.

Babamı yolcu ettikten sonra Sinan ve Gözde başta olmak üzere hastanedeki dostlarım belli aralıklarla beni ziyarete geldi. Onlar geldikçe Eylül de bir süre izin isteyip aşağıya hava almaya gitti. O anlarda arkadaşlarımla sohbet ediyordum ama aklım fikrim tamamen Eylül'ün o an ne yaptığındaydı. Yanımda kalacağını biliyorum ama yine de ansızın gideceği korkusu var içimde..

En son benimle ilgilenen doktorum rutin kontrollerini yapmaya geldi yani ondan sonra artık gelen giden kalmamıştı. Eylül de kontrolüm sırasında dışarıda bekliyordu ve doktorumun ardından yanıma geri döndü. Ancak bu defa gözlerimin önünde yürüdü yürüdü ve yanımdaki çekmeceyi açıp telefonunu oradan alarak "Annemi arayayım da merak etmesin" dedi. Eylül'ün telefonunu "Niye kapanmış ki bu şarjı mı bitti acaba?" diyerek açmaya çalışmasını izlerken bir yandan da içten içe yeni bir mesaj gelmemiş olmasını diliyordum. Ama gelmemiş herhalde çünkü Eylül gayet normal bir tavırla numarayı bulup annesini aramaya başladı. O telefon açık kaldığı sürece rahat olamayacağım kesin.

"Nasılsın anne?"

"İyiyim Eylül sadece sizi merak ettim. Ahmet daha iyi mi?"

"İyi iyi merak etme. Hatta şimdi karşımda sana da selamı var"

"Sen de benim selamımı ve geçmiş olsun dileklerimi ilet"

"Tamam iletirim"

Eylül annesiyle konuşmaya devam edip bir süre sonra da telefonu kapatarak karşımdaki koltuğa oturdu. Sırtının ağrıdığı da belliydi. Uyarımla kenarda duran yedek yastığı arkasına koyduktan sonra daha rahat bir şekilde oturdu ama düşünceli bakışları da o anla birlikte tek bir noktaya sabitlendi. Ben de yattığım yerden bir süre onun sessizliğini izledim. Aklından neler geçiyordu gerçekten çok merak ediyordum ama bunu ona soramadım. Sadece ansızın aklıma gelen bir soruyla "Kız mı olacak yoksa erkek mi?" diye sordum. Bu soru da aklımda elini karnının üzerine koymasıyla ansızın belirdi.

Sorduğum sorunun şaşkınlığıyla bana doğru bakıp sonra da "Neden sordun?" deyince omuz silker gibi yapıp "Merak ettim" dedim. Sanırım bunu merak ediyor oluşum da onu bunun nedeni konusunda meraklandırdı. Ben sadece onun bebek hakkındaki hislerini öğrenmek istiyorum. Bu konuda hiç konuşmadığını fark ettim. Tabii bana anlatacak değil ama Meral'e de bahsetmiyor yüzeysel geçerek sürekli lafı değiştiriyormuş. Bunun nedeninin ne olduğunu bilmek istedim.

Sadece merak ettiğimi duyunca gözlerini kaçırıp tuhaf bir sakinlikle "Bilmiyorum" dedi. Nedense bu konuda onu biraz konuşturmam gerektiğine inandım. Buna ihtiyacı var gibi hissediyorum. Ciddiyetimi koruyarak henüz öğrenmek için erken mi olduğunu sorduğumda beni biraz şaşırttı çünkü durgun bir halde "Son kontrolümde doktor öğrenmek isteyip istemediğimi sormuştu. İstemedim" dedi. İstemedi mi? Ama neden istememiş olabilir ki? Şahsen benim çocuğum olacak olsa her kontrolde belli olup olmuyor mu diye doktoru sıkıştırırdım. Hatta beni görünce yolunu değiştirir duruma bile gelebilirdi. Eylül'ün istemiyor oluşu enteresan geldi doğrusu.


drftghyjnkm.gif


"Eylül sana bir şey sorabilir miyim?"

"Hayır soramazsın"

"Beklenmedik cevaptı. Neyse sorabilirsin dediğini farz ediyorum"

"Etme doktor!"

"Neden öğrenmek istemedin?"

Sorumun ardından yere doğru bakıp saçından da bir tutam alarak parmağına dolamaya başladı. Ne cevap vereceğini ya da sebebini nasıl açıklayacağını düşünüyor gibiydi. O konuşmaya hazır olana kadar müdahale etmeden bekledim. Eylül de bundan aldığı güvenle midir bilinmez dudağını kemirirken aniden konuşmaya karar verip "Öğrenmek istemedim çünkü onun hakkında fazla bilgi sahibi olmamaya çalışıyorum. İstemiyorum bunu" dedi. Ona bakıp kaldım çünkü söyledikleri kafamı karıştırdı. Neden bebeği hakkında bilgi sahibi olmak istemediğini düşünürken aklıma delice bir şey geldi. Ama bunu yapamaz. Yapmamalı.

Aklıma gelen şeyi Eylül'e nasıl soracağımı bilemedim ama bunun cevabını da hemen almak istiyordum. Bu yüzden de afallamış bir halde "İstemiyor musun? Eylül yoksa sen bebek doğunca onu evlatlık vermeyi mi düşünüyorsun? Ondan mı hakkında bir şey bilmek istemiyorsun?" diye peş peşe sorular sordum. Sorularımın ardından iyice duygusallaşır gözleri dolar sandım ama beni fena yanıttı çünkü yüz ifadesini normalleştirip bir anda suratıma karşı "Öhhh!" dedikten sonra gözlerini başka yöne çevirerek "Ne yaptın be doktor ne evlatlık vermesi? Yok öyle bir şey Yeşilçam filmi mi çeviriyoruz burada!" dedi. Hiç abartmıyorum bir anda ne olduğumu şaşırdım. Ağlar diye tedirgin olurken bir anda fırça yedim durduk yere. Bu kadının tepkileri beni gerçekten serseme çeviriyor.

Ne diyeceğimi bilemediğimden dolayı boş boş bakınca Eylül de bir açıklama yapması gerektiğini anladı herhalde çünkü bir önceki söylediği sözüne ithafen koca bir itirafta bulunup "Hakkında bir şey bilmek istemiyorum çünkü henüz ona bağlanmaya hazır değilim. Bağlanmayı bırak onun varlığını bile hissetmemeye çalışıyorum. Yok gibi davranıyorum. Şimdi bunu neden yaptığımı da merak edersin sen. Yapıyorum çünkü bunu yapmadığımda aklıma hatırlamak istemediğim şeyler geliyor. Henüz hazmedemediğim ve düşündüğümde de beni ben olmaktan çıkaran şeyler. Nasıl aptal yerine konulduğumdan tut hayatımın bir anda nasıl hallaç pamuğu gibi dağıldığına kadar bir sürü şey ile boğuşuyorum. Benim gibi akıllı geçinen bir kadının bu durumlar ile karşı karşıya kalmış olmasını kendime yediremiyorum anlıyor musun? Yaptığım yanlış seçimlerin faturasını kendimi hayal kırıklığına uğratarak ödemek zorunda kaldım. Evet Eylül Acar'dan büyük beklentilerim vardı ama o beni yanlış bir adama olan sevgisi yüzünden hayatının mahvolmasına göz yumarak hayal kırıklığına uğrattı. Sonuç olarak tüm bu söylediklerim şu an olduğu gibi beni bir hayli öfkelendiriyor. Öfkelendiğimde de iyi bir Eylül olamıyorum ben... Korkutuyorum kendimi. Bu yüzden de bana bunları hatırlatacak şeylerden mümkün mertebe uzak duruyorum. Buna bebek de dahil. En azından bunları kendi içimde aşana kadar bu böyle olacak gibi görünüyor" diyerek beni bir kez daha şaşırttı.

Bu kadar açık olacağını hissettiklerini ve bu hislerin yarattığı sonuçları bana bu kadar net anlatabileceğini hiç düşünmemiştim. Anlattıkları beni üzdü ama beni bunları anlatacak kadar yakın görmüş olabilmesi de bir o kadar mutlu etti. Şu an yerimden kalkabilseydim ona sıkıca sarılır ve tüm bunları aşmaya çalışırken yanında olacağımı söylerdim.

Ona bakıyorum da az önce anlattıklarına rağmen durgunluğunu korumaya devam ediyor. Bunun için uğraşıyor ama içinde neler neler oluyor bunu yansıtmıyor. Mesela şu an o bahsettiği öfkeyi nasıl bastırıyor kendi kendisini nasıl dizginliyor bunun için ne gibi kelimeler seçiyor bilmek isterdim. Sen kendin hakkında ne düşünürsen düşün yine de benim gözümde çok güçlü bir kadınsın Eylül Acar...

Anlattıklarından sonra düşündüğüm en önemli şey onun söylediğinin aksine Eylül'ün bir an önce bu bebeğe bağlanacağı şeyler yaşaması gerektiği oldu. Güzel şeylerden bahsediyorum. Bebeği düşündüğünde onun negatif hislerle değil pozitif hislerle dolmasını sağlayacak şeyler. Eğer bunu şimdiden yapmaya başlamazsa bebek doğduğunda onu hiç kabullenemeyecek ve öfke duymaya devam ettiği için kendisinden uzak tutmaya çalışacak. Belki de bu olaydaki en masum kişi olmasına rağmen suçlayacak onu. Doğum sonrası psikolojisi de ona bu konuda hiç yardımcı olmayacak aksine daha da köstekleyici olacak. Hem bebeğin hem de Eylül'ün o dönemlerde zorluk yaşamaması için bu kabullenmeyi şimdiden yapması şart. Ama bir anda da olmaz biliyorum. Yavaş yavaş olmalı ki bir gün bebeğine baktığında gözlerinde sevgiden başka bir şey olmasın.

Konuşmaya başlamadan önce hata yapmamak için detaylıca düşündüm ve sonunda Eylül'ün durgunluğunu bozarak "Peki bana izin verir misin?" diye sordum. Sorumu duyar duymaz bakışları hiç vakit kaybetmeden bana döndü. "Na alaka?" ile "Ne için soruyorsun?" karışımı bir ifade oluştu yüzünde. Tek gözünü kısıp izni ne için istediğimi sorunca tepkisinden çekinsem de yine de kararlı bir tavırla "Bebeğin cinsiyetini öğrenmem için... Bak sen öğrenmek istemiyor olabilirsin inan buna saygı duyabilirim sonuçta bu karar sana ait ama ben tahmininden çok daha meraklı bir adamım ve bu yüzden başına epey ekşiyebilirim. Eğer öğrenmeme izin verirsen sen istemediğin sürece seninle de paylaşmam. Tabii kimseye de söylemem bundan şüphen olmasın" dedim.

Susuyor. Büyük ihtimalle söylediği onca şeyden sonra ona böyle bir istekle gelmiş olmamın altındaki manayı arıyor. Bulabilir mi bilmiyorum ama bana izin verir de bebeğin cinsiyetini öğrenirsem adım gibi eminim o da meraklanmaya başlayacak. Benim bildiğimi düşündükçe içi içini yiyecek ve öğrenmek için de elinden geleni yapacak. Tabii o sırada ben de boş durmayacağım. Onun merakını kabarttıkça kabartmak benim için çocuk oyuncağı olacak.

"İznin var mı Eylül?"

"Neden yapıyorsun bunu?"

"Söyledim ya"

Parmaklarını dudağının üzerine dayayıp bana dikkatli gözlerle bakarken aniden bunu neden istediğimi anlayamamış gibi başını iki yana sallayarak "Sana karşı açık olacağım ama söyleyeceklerimle seni incitmek gibi bir niyetimin olmadığını bilmeni istiyorum. Ben sadece anlamak istiyorum. Beni sevdiğini söylüyorsun... İtiraf edecek olursam eğer beni inandırıyorsun da ama başka bir adamın bebeğinin kız mı yoksa erkek mi olacağını öğrenmek istiyorsun. Onun aramızda büyük bir engel olmasına rağmen bunu merak edebiliyorsun. Bu nasıl oluyor?" dedi. Evet bu nasıl oluyor söyle bakalım Ahmet...

Gergin geçen bir sessizlik sonrası "Yanıma gelir misin Eylül?" diye sorduktan sonra elimi ona doğru uzatıp "Aslında ben gelmek isterdim ama şartlarım isteklerime uyum sağlamıyor" dedim. Bakışlarını pencereye çevirdikten sonra biraz durup sonra da koltuktan kalkarak ağır adımlarla yanıma geldi. Kendisine uzanmış olan elimi tuttuğunda oturması için onu belli belirsiz bir şekilde kendime doğru çektim. O da bunu yapma nedenimi anlayarak yatağımın kenarına oturdu. O sırada sorduğu soruyu düşünerek ona bakıyordum.

Gözlerim Eylül'ün gözlerine takılı kalmışken aslında aynı soruyu ben de kendime sordum ve aldığım cevabı da birebir Eylül'e de yansıtıp "O senin bebeğin Eylül... İzmit'e gelip seni gördüğümde hiç diğer türlüsünü düşünmedim. Öyle hissetmedim de... Benim gözümde o sana aitti. Sadece sana..." dedim. Gözleri dolacakken bunu bakışlarını başka yöne vererek hemen engelledi ve elini çekmek için bir atılım yaptı. Başarılı olamadı çünkü elini bırakmadım. Sıkıca tuttum. O da ikinci kez çekmeyi denemedi. Öylece oturduk. Düşünürken ikimiz de aynı anlarda birbirimizin elini baş parmaklarımızla hafifçe ovuyorduk. Bunu eş zamanlı ve aynı tarzda yapıyor oluşumuz da dikkatimden kaçmadı. O bunun farkında mı bilmem ama ben sevdim bu uyumu.

"Bu tarz duygusal konuşmalardan sonra birbirine sarılmak elzemdir diye biliyorum"

Bu dediğim az önce bahsettiğim o duygusal havayı hemen dağıttı. Eylül bana bakıp belli belirsiz tebessüm ederken bir yandan da tatlı bir ifadeyle "Sana sarılmayacağım doktor" deyince haliyle yine mi olmadı hisleriyle yüzümü astım. Aslında ben de sarılacağını sanmıyordum da işte bir umut bekliyor insan.

sdafghjklmşlöş.gif


En azından şansımı denediğimi söylediğimde beni şaşırtarak "Aslında sarılırdım da..." dedikten sonra karnını işaret eder gibi yapıp "Benim de şartlarım isteklerime pek uyum sağlamıyor" dedi. Ooouuv! Anladım ben kalkamıyorum o da eğilemiyor yani. Bende de şans olsa zaten!

"Ahmet..."

Gün boyunca o kadar doktor demesinin üzerine bana ismimle hitap edince söyleyeceğini merakla bekleyerek "Efendim?" dedim ama şu hayatta en sevmediğim şeylerden biri oldu. Hani biri tam beklediğiniz şeyi sonunda size söyleyeceğini hissettirir siz de kalp atışlarıyla söylediği anı düşler ağzı açık bir halde beklersiniz ama sonra ne olduğunu anlayamadığınız bir şey olur ve söyleyeceğinden vazgeçerek bambaşka bir şey söyler. Hem de tamamen alakasız bir şey. İşte şu an tam da bu oldu ve Eylül beni kalp atışlarıyla beklettikten sonra aniden söyleyeceği şeyden vazgeçerek "Geç oldu. Gelen giden de olmaz artık ben yatayım" dedi. Şimdi "Vurun beni!" diyeceğim ama kırk kere söyledim başıma geldi ikinci bir kırka da adım atmayı gözüm kesmiyor o yüzden demeyeceğim.

Eylül yatak formu alabilen koltuğunu açmak için yardım istemeye giderken "Ne söyleyeceğini duymak istiyorum!" diye bağırmak geldi içimden ama yapamadım. Sevimsiz bir yüz ifadesiyle beklerken Eylül geri döndü. Yanında da bizim Mustafa vardı. Koltuğu zar zor açtıktan sonra Mustafa nasıl olduğumu sorup acil şifalar dileyerek odadan ayrıldı. Evet az önceki konuşmanın üzerine ben de kendime acil şifalar diliyorum. Ben yattığım yerde kaynarken Eylül de hiç oralı değilmiş gibi kendine yastık yorgan aldı ve yatağını yaparak kenarına oturdu. Az önce söyleyeceği şeyi ve bunu söylemekten neden vazgeçtiğini sorsam mı acaba?

Ben şansıma lanet ederken Eylül de telefonunu baş ucuna koyup kocaman açtığım gözlerimin eşliğinde zorlukla uzanarak yorganı üzerine çekti. O telefonun çalmaması bu aralar tek temennim. Her neyse! Konuya bir yerden girmek gerekiyordu ve ben de girişi "Eylül rahat mısın?" diye sorarak yaptım. Yüzündeki ifadeden önce rahat gibi gözükmüyordu ama sonra kendisini rahat ettirecek bir hâl alıp "Şimdi rahatım" dedikten sonra bana gülümseyerek "Ama centilmenlik yapıp yer değiştirmeyi önerme niyetindeysen kabul etmemezlikte yapmam" dedi. Ona seve seve desem bunu yapamayacağım için lafım havada asılı kalır değil mi?

"Bunu seve seve yapardım ama malum sebeplerden ötürü bu pek mümkün görünmüyor. Tabii istersen sen benim yanıma gelebilirsin burası oldukça geniş... Hatta şuralarda bir yerlerde bir buton olacaktı. Onun sayesinde sana Bésame Mucho bile çalabilirim"

"O dediğini anca rüyanda görürsün doktor!"

"O halde bir an önce uyuyup o muhteşem anların içinde kaybolmalıyım. Sabah uyanmakta zorlanırsam endişe etmeyin rüya bile olsa büyük ihtimalle aşk sarhoşu olup bir yerlerde sızıp kalmışımdır. Tabii bu yerin dizinin dibi olması da tercih sebebim"

"Sen çok gıcık bir adamsın biliyorsun değil mi?"

"Sen de çok güzelsin ben bir şey diyor muyum?"

"Bunu söylerken bile hâlâ gıcıksın"

"Sen de beni terslerken bile hâlâ güzelsin. Hatta çok daha güzel"

Çenemle baş edemeyeceğini anlayıp o aşık olunası gözlerini devirerek bakışlarını tavana dikti ve uzun süre öyle kaldı. Konuştuklarımızı düşündüğü belli ama benim de karın ağrım belli. Bu gece rahat uyuyabilmem için az önce tam bir şey söyleyecekken aniden neden sustuğunu öğrenmem şart. Hâl böyle olunca da direkt konuya girip "Bana ne söyleyecektin? Yani geç oldu demek yerine gerçekte ne söyleyecektin demek istiyorum" diye sordum.

Yan gözle bana bakarken yüzünde de söylesem mi söylemesem mi der gibi bir ifade oluştu. Ancak içimi rahatlatan şey bu bakışın negatif bir anlam taşımıyor gibi olmasıydı. Sanki söylemek istiyor ama bir yandan da "Biraz daha bekle" diyormuş gibi. Benim de içten içe "Yalvarırım söylesin!" dediğimi belirtmeme gerek var mı bilemedim ama ben de bu haldeydim işte.

Sonunda ne diyeceğine karar vermiş gibi kendinden gayet emin bir şekilde "Bu sorunu yarın cevaplayayım olur mu? Sabah uyandığımda hâlâ aynı şeyleri düşünüyorsam emin ol bunu sana da söyleyeceğim. Saklamayacağım" dediğinde umudumun bir anda en yüksek seviyeye ulaştığını hissettim. Söylemek istediği şey kesinlikle ikimizle alakalı bir şey. İnadını sonunda kırdım mı yoksa? Aslında düşüncelerini hemen öğrenmek istesem de olası bir ısrarımın ters etki yaratacağından eminim. Bu yüzden de kabul etmek zorunda kalıp "Nasıl istersen" dedim. O bana hoş bir tebessümle "İyi geceler Ahmet" dedi ben de onun tebessümüne iştirak edip "İyi geceler Eylül" dedim. Sonra ne ara uyudum hiçbir fikrim yok. Yattığımız yerden o bana ben ona bakarken dalıp gitmişim.


........::::::::__Eylül / Ertesi Gün__::::::::.......

Bütün gece gözüme doğru düzgün uyku girmedi. Düşünmekten beynim sulandı desem yeridir. Ahmet gözlerini açtığından bu yana içimde tuhaf şeyler oluyor. Beni "Her şeye rağmen birlikte olabilirsiniz doyamadığın aptallığına devam edip hayatını daha da batırma!" diye cesaretlendirmeye çalışarak Ahmet'e doğru iten şeyler. Bu defa çok fena bastırıyor vicdansızlar. Alacakları olsun!

Ama Ahmet bir konuda haklı. Biz onunla arkadaş falan kalamayız. Aramızdaki elektrik buna izin verecek gibi değil çünkü. Bir yerden sonra ya o su koy verir ya da ben. Gerçi o zaten ilk dakikadan verdi de böyle giderse ben de verebilirim gibime geliyor. Dün gece vurulduğu an ne hissettiğimi düşündüm de... Yani kanlar içinde kollarıma düştüğü andan bahsediyorum. Canımdan can eksiliyordu sanki. İşin kötüsü zaten tek canı kalmış biri gibi hissettim kendimi. O da kayıp gidiyordu ellerimden.

Fazla mı açık oldum ben? Neyse battı balık yan gider derler. Ettik bir laf arkasında da duracağız artık. Dün iyice anladım. Ben bu adamı gerçekten kaybetmek istemiyorum. Aslında daha önce de anlamıştım ama bu konuda bu kadar cesur değildim. Belki de onu sonsuza kadar kaybetme anına bu kadar yaklaşmadığımdandı.

Sonuç olarak yine sen kazandın be doktor!

Ama bu defa Ahmet olarak kazandın.

Ve böylesi benim için daha anlamlıydı.

........::::::::____::::::::........

"Tamaam! Seninle arkadaş markadaş kalmayalım zaten belli ki beceremeyeceğiz yani cehenneme kadar yolumuz var desem en kötü ne olabilir ki? Ben zaten biliyordum gereksiz yere araya mesafe koyan sendin diyebilir. Yok yok! Adam gıcıklıkta level atlaya atlaya dibine vurmuş şimdi öyle bir laf eder ki ben de onu serumuna makas atmakla tehdit etmek zorunda kalırım kiiii bu konuşmanın nerelere varabileceğini hiç söylemiyorum"

Sabah Ahmet uyanmadan önce kendimi odadan dışarıya attım şimdi de kendi kendimle fikir teatisi yaparak yanına geri dönüyorum. Umarım bu fikir alışverişini de yüksek sesle yapmıyorumdur çünkü anladığım kadarıyla bu hastanede haberler normalden biraz daha hızlı yayılıyor. Her neyse! Nerede kalmıştım. Hatırladım! Serumuna makas atıyordum. Olur mu ya! Adama aramızdaki duvarı kaldırıyorum bir de senin aklına uyalım bakalım diyecektim durup dururken niye canına kastettim ki şimdi?

Hay aksi! Bir yandan yürüyüp bir yandan da kendi kendine konuşmak insanı çok zorluyor. Aslında bunu önceden de yapardım da nedense bu defa hatlarımda ciddi bir karışıklık meydana geldi. Beynim hem düşünüp hem de ayaklarıma "Sen laf dinleme yürü!" diyemiyor ve işleri arap saçına döndürüyor. Sanırım Ahmet'e tam olarak ne söylemek istediğimi anlatamayacakmışım gibi hissettiğim için heyecan yaptım. Of! Kesin karşısına geçince keke küke yapacağım o da bana komik bir şey söyleyip zar zor toparladığım dikkatimin canına okuyacak. Sonra da ben onun canına okuyacağım iş yine serum ve makas ikilisine kalacak.

Belki de boşuna telaşlanıyorum. Ona kısa ve öz şeyler söyleyebilirim. Mesela şu olabilir. Dün tam sana bir şey söyleyecekken sustum çünkü emin olmadan sana artık birlikte olmamızda bir sakınca görmüyorum diyeceydim bla bla blaaa! Yok ya bu da olmazmış ne o öyle basın açıklaması yapıp sahneleri bırakıyorum der gibi!

Ya da ben hiçbir şey söylemeyeyim. Niye kendimi kasıyorum ki? Odaya girip direkt yanına giderek öpeyim gitsin. Yeminlen yaparım! Hep o mu yapacak? Yani bu ikili ilişkinin artistik hareketleri benden sorulur tavrı beni biraz germeye başladı. Bu sefer de ben onu savunmasız yakalayayım da görsün elinin körünü! Yok bu da olmaz. Şimdi adamın kalp ritmiyle fazla oynarsam öter hemşireler de başımıza üşüşür sonra al bir magazinel kriz daha!

Hakkımızda çıkacak olması muhtemel olan "Hastanemizin flörtöz doktoru Ahmet Atahan hasta odasında hangi güzelle dudak dudağa yakalandı yoksa bu yeni bir tedavi şekli mi? Az sonra!" haberlerinin yayına geçmemesi için bendeniz Eylül Acar toplu katliam yapmak zorunda kalırım kiii bu da hiç hoş olmaz. Yani bu da olmadı çünkü yine kan gövdeyi götürdü. Ben bu işi birini öldürmeden nasıl çözüme ulaştıracağım gerçekten bilemiyorum.

"Eylül!"

O kadar dalgınım ki kafam o kadar büyük bir süratle çalışıyor ki sesin kime ait olduğunu algılayamadım ve büyük ihtimalle Sinan'dır başka kim olacak diye düşünerek "Acil değilse sonra konuşalım mı?" deyip enerjik bir tavırla arkamı döndüm. Ancak döndüğüm anda yaşayıp yaşayabileceğim en büyük şoklardan birini yaşadım. Bana seslenen kişi Sinan ya da bu hastaneden herhangi biri değildi. Bana seslenen kişi ne adını anmak ne sesini duymak ne de yüzünü görmek isteyeceğim biriydi. Yani Buğra'ydı. Kahretsin! Ne işi var onun burada?


weasrdgtfhyjk.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
1520a6445e9834f8346757614815.png


29.Bölüm : Senin ne işin var burada?

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Eylül!"

Panik olmuş bir halde Ahmet'e söyleyeceklerimin provasını yaparken birinin bana seslendiğini duyunca o anki heyecanla dönüp "Acil değilse sonra konuşalım mı?" dedim ama bunu söylerken tam karşımda Buğra'yı bulunca sanki başıma kocaman bir çekiç vurularak olduğum yere çakılmışım gibi hissettim. Bir daha hiçbir sebepten ötürü bir araya gelmek istemediğim adam şu an bana doğru yürüyor ve ben de onun burada olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalırken aynı anda İstanbul'a geliş sebebinin de ben olduğumu tatsız bir şekilde öğrenerek büyük bir şok yaşamaktan kurtulamıyorum.

Yanıma geldikten sonra bana dikkatle bakmaya başladı. Evet görüldüğü üzere artık karşısında hamile bir Eylül vardı. Ancak tuhaf olan buna çok da şaşırmamış olmasıydı. Sanki bunu zaten biliyormuş da gözleriyle görmeye gelmiş gibi bir hali var. Kenan'dan duymuş olma ihtimali sıfırın altında olduğu için bu durumda ihale anneme kalıyor. Umarım bunu sen de yapmamışsındır anne yoksa bu aramızda ciddi bir soruna sebebiyet verecek. Yaşadığım şoku henüz atlatamadım ama yine de bana bakmayı bir an önce kessin diye toparlanmaya çalışarak "Senin ne işin var burada?" diye sordum.

neişinvarburada.gif


"Konuşmamız gerekiyor Eylül"

"Ben seninle konuşmak istemiyorum"

Tonlaması da yüzündeki ifade gibi sertleşti ve bana görüşmediğimiz süre boyunca hiç de değişmediğini "Sana konuşmamız gerekiyor dedim isteyip istemediğini sormadım" diyerek bir kez daha gösterdi. Mecburiyetin altını çizmesi hafiften tepemin atmasına neden olmadı diyemem. Zaten niye değişebileceğini düşündüm anlamadım. Bu dünyaya odun geldi odun gidecek. Hayal kırıklığımı yansıtan zoraki bir tebessümle "Nerede senin gibi bir adamda o nezaket değil mi?" dedikten sonra iç çekip "Neyse artık... Konuşmak için tuhaf bir mekan seçmişsin" dedim. Öyle ama... Konuşacak onca yer varken ne işi var Ahmet'in çalıştığı hastanede?

"Buraya keyfimden gelmedim. Telefonuna bakmış olsaydın aradığımı görürdün o zaman ben de buraya kadar gelmek zorunda kalmazdım"

Telefonuma bakmış olsaydım mı? Ne saçmalıyor bu ya! Telefonumda ona ait hiçbir arama yok ki. Her neyse olan olmuş şimdi onunla bunun tartışmasını yapacak halim yok. Bu konuşmadan kaçamayacağımı bildiğim için sakin olmaya gayret ederek kabul etmeye yeltendim ama o sırada bir kez daha arkamdan "Eylül!" diye seslenildiğini işittim. Hay aksi! Bu defa sesin kime ait olduğunu biliyorum. Arkama doğru baktığımda Ahmet'i tekerlekli sandalyede yarasını tutarak bana ve Buğra'ya bakarken bulunca kendimi nasıl kötü hissettim anlatamam. Buna şahit olmamalıydı.

cats.jpg


Şu an o kadar berbat bir durumdayım ki ruh halimi nasıl anlatacağımı hiç bilmiyorum. Bir yanımda Ahmet diğer yanımda Buğra varken gerginliğim ister istemez had safhaya çıkıyor. İkisinin de birbiriyle muhatap olmasını istemiyorum. Bu sebebtendir ki bunu engellemek için Buğra'yı acilen aşağıya göndermem gerekiyor. Tabii önce Ahmet'e bir şeyler söylemeliyim. Mesela neden bu haldeyken yatağından çıkma gereği hissetmiş şu an bu benim için epey bir merak konusu.

"Sen neden odanda değilsin? Senin şu an yatıp dinleniyor olman gerekiyor"

"Sabah uyandığımda odada yoktun. Bizim kızlara sorduğumda çok erken bir saatte aşağıya indiğini söylediler. Geri dönmeyince de seni merak ettim"

Bunu söyledikten sonra da onun kim olduğunu merak ediyormuş gibi Buğra'ya baktı. Neden bilmiyorum ama ben de gitmeden önce Ahmet'e bir açıklama yapmam gerektiğini hissediyorum. Beni Buğra ile giderken izlemek ona hiç iyi şeyler hissettirmeyecektir. Açıkçası ben de onu böyle bir halde bırakıp aşağıya bu odunla birlikte inmek istemiyorum.

Hızlıca düşündükten sonra Buğra'ya doğru bakıp "Sen kafeteryaya in ben de birazdan gelirim" dedim ama uyuzluk değil mi illa dediğimi yapmadan önce sinirlerimi zıplatacak. Bunu da Ahmet'e doğru ters ters bakıp sadece ikimizin duyabileceği bir ses tonuyla "Kim bu herif! Bu halde ne arıyorsun onun bunun yanında?" diyerek yapınca doğal olarak şirazemi kaydırdı. Beni bilenler bilir şirazesi kaymış bir Eylül pek makbul değildir. Ama dua etsin hastanedeyiz ve dua etsin Ahmet burada yoksa çoktan nefesini gırtlağında düğümlemiştim!

Gözlerine tehditkâr bir ifadeyle bakarken aynı sessizlikle ama daha sinirli bir ses tonuyla "Aaa! Birileri morgun yolunu merak etti galiba. Ağzını topla yoksa büyük bir zevkle toplarım biliyorsun!" dediğimde o da kızgın ve şüpheci bakışlarını bir Ahmet'e bir de bana çevirip "Çabuk ol! Bir kez daha buraya gelmek zorunda kalırsam günah benden gider. Sen de beni biliyorsun" dedikten sonra aşağıya inmek üzere yanımdan ayrıldı.

Buğra'nın ardından bakıyorum da sanırım ben Ahmet'e ne diyeceğimi buldum. Tutayım elinden bakayım gözlerine "Gıcıksın mıcıksın ama hayatımın bundan sonraki kısmında da yanımda olmasını isteyeceğim tek adamsın" diyeyim sonra da gidip bu Buğra'nın kafasını Hasan ağabeyin paslanmaz çelik kasalı tost makinesine basayım! Madem yapacağım itirafla bir şekilde kan gövdeyi götürecek bari herkesin hakkında hayırlı olacak olan olsun.

"Eylül..."

"Efendim?"

"Buğra o muydu?"

Olmaz olaydı desem çok sert olur değil mi? Öfkeli gözlerle koridora bakarken Ahmet'in sorusunu duyup "İçeriye girelim mi?" diye sorarak ona doğru döndüm. Onun da benim için endişelendiği yüzündeki ifadeden alenen belli oluyordu. Bir şey söylemeden başını sallayınca yanına doğru gidip tekerlekli sandalyesinin arkasına geçtim. Birlikte odaya döndüğümüzde de az önce fark etmemiştim ama elim ayağım titriyordu. Konuşmayı geçtim Buğra'yı görmek bile bütün sinirlerimi alt üst etmeye yetti. Kulaklarımda sürekli onu son gördüğümdeki konuşmalarımız çınlarken sanki o günü yeniden yaşıyormuşum gibi geldi.

Ahmet'i pencerenin önüne doğru bıraktıktan sonra yaşadığım stres sebebiyle odanın içinde bir o yana bir bu yana giderek "Sen kendini süper kahraman falan mı sanıyorsun?" dedim. Konuşmadan bana doğru bakıyordu. Belki de iyi miyim yoksa kötü müyüm onu anlamaya çalışıyordur. Bilmiyorum. Sadece bakıyordu işte!

Ben de onun bu durgun bakışları altında konuşmaya devam edip "Vücudundan bir kurşun çıkarıldı ve şu anda da büyük bir özen gösterilmesi gereken hassas bir dönemdesin. Ne diye yerinden kalkıyorsun? Bırak neredeysem neredeyim ya canından kıymetli mi?" demeye başladım ama cevabını duymayı falan beklemiyordum. O an kafam allak bullaktı. Sadece aşağıya indiğimde beni nelerin beklediğini düşünüp kendimce başıma gelecekleri bertaraf edecek çareler arıyordum. Bu noktada da nazım Ahmet'e geçti herhalde.

"Gözlerimi açıp da nerede olduğunu bilemediğim o an... Evet canımdan kıymetliydin Eylül"

Telaşla yürürken Ahmet'in bu sözleriyle aniden olduğum yerde durdum. Yine içimdeki kalabalığa dalıp herkesi dağıtmış ve ortamı sakinleştirmiş gibi hissettirdi. Bunu yapmasını seviyorum. Bana daha önce hiç kimse Ahmet'in sarf ettiği gibi sade ama aynı zamanda da vurucu cümleler kurmamıştı. Ben daha önce hiç kimsenin gözünde bu kadar değerli olduğumu da hissetmedim. Ya da belki de ben de Ahmet'i önemsediğim için bu cümlelerin farkına varabiliyorum. Kafam dağınık olsa da bir şekilde duymaya çalışıyorum onu...

Gözlerimi kapatıp bir süre öylece durduktan sonra Ahmet'e doğru dönerek kısacık bir an düşündüm sonra da "Şimdi kafeteryaya indi. Ben de birazdan aynı şeyi yapacağım ve onunla konuşup buraya senin yanına geri döneceğim tamam mı?" dedim. Bunu nasıl bir halde söyledim bilmiyorum ama Ahmet sakin olmamı istermiş gibi "Eylül iyi görünmüyorsun bence gitmeden önce biraz oturmalısın" dedi. Oturamam çünkü aşağıya inip Buğra'nın derdi ne öğrenmem sonra da onu kapı dışarı etmem gerekiyor.

Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırarak konuşmaya devam ederken "İyiyim merak etme. Hani dün sana sabah kalktığımda hâlâ aynı şeyleri düşünüyorsam bunu seninle de paylaşacağımı söylemiştim ya" dedim. Sözümü burada kesince Ahmet tedirgin bir halde "Evet bana bunları söylemiştin" dedi. Güzel hatırlıyor demek ki.

"Sabah erkenden odadan çıktım çünkü düşünmem gereken şeyler vardı. Yani bu daha çok seninle paylaşacağım şeyi sana nasıl söyleyeceğimle alakalı bir şeydi. Bunu yaparken de hastaneyi karış karış gezdim biliyor musun? Tüm katları dolaştım. Bu arada dördüncü katın servis asansöründe bir tane spot ışığı yanıp sönüyor yakında tamamen gider. Birinci katında havalandırmasıyla alakalı bir sıkıntı var. Mutfağa mı bağlı anlamadım ama burnuma mis gibi taze fasulye kokusu geldi. Halide ablacığın bugün de beni düşünmüş herhalde. Neyse bunlar teknik konular! Hemen sadede gelmek gerekirse eğer seninle ilgili kendimle daha doğrusu bizimle ilgili dün ne düşünüyorsam bugün de aynı şeyleri düşünüyorum. Hatta az önce de bunları söylemek için yanına geliyordum ama kan beynime sıçradığı için bu konu rötar yapmak zorunda kaldı. Dediğim gibi şimdi aşağıya iniyorum ama geri döndüğümde bunları seninle net bir şekilde konuşmak niyetindeyim. Bu defa senin deyiminle kıvırmak yok"

Söylediklerimi şaşkınlıkla dinledikten sonra bir şey demesine fırsat vermeden gitmek istedim ama tam kapıdan çıkarken Ahmet'in "Özür dilerim" demesiyle olduğum yerde kaldım. Neden benden özür diliyor ki? Bu özrün nedenini anlayamamış bir halde ona bakarken bana aklımın ucundan dahi geçmeyecek bir şey söyleyerek "Seni defalarca aramıştı. Telefonunu açmanı çünkü konuşmanız gerektiğini yazdığı bir mesaj da göndermişti. Ama sen de çok gergin ve zor anlar yaşamıştın. Ben olanlardan sonra onunla konuşmaya henüz hazır olmadığını düşündüm. Mesajı ve aramaları görme diye silip telefonunu da tamamen kapattım. Onun İzmir'de olduğunu düşünüyordum. Bu yüzden de beklenmedik bir anda karşına çıkacağını tahmin edemedim. Özür dilerim. Çok özür dilerim" dedi.

Ne yapmış ne yapmış! Hayır hayır bunu bana yapmış olamaz herhalde. Az önce yaşadığım şokun üzerimde nasıl kötü bir etki yarattığının farkında mı o? Eğer işime karışmamış olsaydı kendimi bu tatsız karşılaşmaya hazırlayabilirdim. En iyi ihtimalle yeri ve zamanı seçme şansım olur Buğra'ya da hazırlıksız yakalanmazdım!

jnhbgftdrszdxfg.gif


Tüm bunları düşünürken ciddi bir hayal kırıklığıyla "Sen ne hakla böyle bir şeyi benden gizlersin? Bir daha karşı karşıya gelmemek için kırk takla attığım adama senin yüzünden savunmasız bir halde yakalandım Ahmet! Aşağıya indiğimde ona ne söylemem gerektiğini bile bilmiyorum çünkü ne ruhen ne de fikren bu karşılaşmaya hiç ama hiç hazır değilim!" dediğimde söze girip "Eylül gerçekten kötü bir niyetim yoktu" dedi. Başımı iki yana sallarken elimi ona doğru uzatıp susmasını isteyerek "Devam etme çünkü bu konuşmayı seninle ayaküstü yapıp öylece kapatmayacağım doktor!" dedikten sonra odadan çıktım ve sinirle koridoru geçtikten sonra asansörün düğmesine bastım.

Asansöre geçtikten sonra giriş katına basıp beklemeye başladım ama canım gerçekten çok sıkıldı. Bu şok edici anı yaşamama nasıl katkı sağlar aklım almıyor. Ne kadar zor bir durumda olduğumu biliyor yani bunun olma ihtimalini göz önünde bulundurmalıydı. Hayır yani bunları düşünemeyecek bir adam olsa anlarım ama Ahmet ince düşünüp detayları da gayet güzel yakalayan bir adam. Olmadı be doktor! Bu kez sahiden olmadı. Bunu bana yapan sen olmayacaktın!

........::::::::____::::::::........

Kafeteryaya doğru yürürken az önce Ahmet ile yaptığım konuşma yüzünden adeta ruh gibiydim. O yöne doğru gidiyorum ama fiziken burada bulunuyor muyum gerçekten emin değilim. İçeriye adım attığım anda da Hasan ağabeyin "Eylül kızım hoş geldin ne vereyim sana?" demesiyle kendime geldim. Kafeteryada da sadece iki kişi vardı ve onlarda kalkmaya hazırlanıyor gibiydi. İsabet oldu çünkü birazdan burası hiç hoş olmayan konuşmalara ev sahipliği yapabilir. Konuşacak başka yer bulamamış uyuz!

Neyse ki cam kenarındaki en dikkat çekmeyen masaya geçip oturmuş. Hayatı boyunca en azından bir şeyi doğru yapabilmiş yani. Onu görüp Hasan ağabeye de sorusuna ithafen "Ben yedim yiyeceğimi Hasan ağabey sağ ol" dedikten sonra keyifsizce malum masaya doğru yürümeye başladım.

Yanına yaklaştığımda Buğra da oturduğu yerden kalkıp sandalyemi çekme teşebbüsünde bulundu ama "Sen ve sandalye çekmek... Düşünüyorum da pek bağdaşmadı. Ne o görüşmeyeli nezaket kursuna mı yazıldın?" dememle birlikte vazgeçerek bana tip tip bakmaya başladı. Ben de bu bakışlar altında kendi sandalyemi çekip oturduktan sonra "Ne söyleyeceksen bir an önce söyle ve git çünkü sana ayıracak vaktim yok" dedim. Yine gözlerini üzerime dikti öylece duruyor. Arkadaş gören de görüşmediğimiz zamanlarda burnunda tüttüm sanacak.

Kısa bir an bana bakarak düşündükten sonra sanki buraya gelme nedenini unutup söyleyecek başka şey bulamamış gibi "Kim o adam Eylül? Neden İzmit'te olmak yerine bir hastane odasında onun yanındasın?" deyince sinirden gülmek diye bir şey var ya işte o benim başıma da musallat oldu. Şaka mı yapıyor anlamadım ama "Bir de onca yolu sırf bunu sormak için geldim de tam olsun" dedikten sonra onun bana "Ne hakla?" olduğunu bugün bir kez daha düşünmemi sağlayarak "Niye cevap vermiyorsun aranızda bir şey mi var?" demesine kızıp "Belki var belki de yok. Bu zaten seni ilgilendiren bir durum değil" dedim. Şimdide o sinirden yarım ağızla gülmeye başladı. Sinirini de parmaklarından çıkarıyordu ama onları böyle çıtlatmaya devam ederse konuşmaya ortopedi ve travmatoloji uzmanının yanında devam etmek zorunda kalacağız. Biraz daha zorlarsa kıracak çünkü...

"Yanılıyorsun çünkü bu beni ilgilendirir Eylül!"

"Öyle mi?"

"Evet öyle! Ve sen de buna itiraz edebilecek durumda değilsin"

"Affedersin ama ne durumdaymışım ben?"

Ama ben tüm öfkeme rağmen sakin durayım diyorum kendisi buna izin vermiyor sonra da vay efendim Eylül yine neden çıldırdı oluyor. Of! O değilde kalkıp gitsem ya ben ne duruyorum hâlâ burada? Bir de hayatımda olup bitenlerin şeceresini çıkarıp onay mı bekleyeceğim bu odundan!

Onunla konuşmak zorunda olmadığımı hissederek "Neyse sormadım farzet!" diyerek ayağa kalkarken beni bileğimden yakalayıp "Karnında benim çocuğumu taşıdığın sürece bu istesen de istemesen de beni ilgilendirir Eylül!" deyince yalan söyleyemem bu çok ağır geldi be! Bebeği öğrenmesini gerçekten hiç istemiyordum. Bir gün kulağına gidip öğrenebileceğini tabii ki de biliyordum ama istemiyordum işte! Şu an bana kilitlenmiş olan gözlerindeki "O bana ait!" bakışı o kadar rahatsız edici ki aynı bana Ela'yı anlatırken kullandığı hastalıklı bakışları gibi...

Hissettiğim acıyla birlikte bileğini alttan kavrayıp çevik bir hareketle tersine döndürdüm ve elini ezercesine masaya vurdum. Gözlerimize öfkeyle bakarken de "Görmeyeli gelişme kaydetmişsin! Benim tanıdığım Buğra bu bebeğin kendisinin olduğuna bu kadar çabuk ikna olmazdı. Hele ki böyle kritik bir dönemde" dedim. Boşanma davasını ima edince yüzü ekşidi tabii. Beni yeniden karşısına oturmam için yönlendirip "Geç otur şuraya!" deyince gözlerimi gözlerine dikerek bana emir verir gibi konuşmamasını söyledim. O da ne inat olduğumu bildiği için mecburen geri adım atıp "Lütfen karşıma geçip oturur musun Eylül!" demek zorunda kaldı. Ses tonunu da biraz kibar yapsaydı fena olmazdı ama neyse artık onun da bir kapasitesi var. Fazla zorlamamak lazım.

Sandalyeye geri oturduktan sonra gözlerini rahatsız edici şekilde üzerime dikip "Bu hastanede olduğunu da bebeği de annenden öğrendim. Hatta buraya gelmeden önce Belma ablanın yanına da uğradım ve o da bana bildiği her şeyi daha detaylı anlattı. İzmir'den ayrıldığında direkt İstanbul'a gelmişsin. Bir süre burada kalmışsın. Evin olmuş işin olmuş yeni yeni arkadaşların olmuş... Annen de iyi ve mutlu olduğunu düşünüyormuş ama sonra bir gün perişan bir halde yanına geri dönmüşsün. Bu haline bir anlam verememiş tabii. Ama sonra sebebi ortaya çıkmış. İzmit'e gittiğinde iki buçuk aylık hamileymişsin Eylül. Yani bebeğin benim olduğuna ikna olmam pek de zor olmadı" deyince aklımdaki düşünceyi teyit etmek için "Annem mi seni aradı yoksa sen mi onu aradın?" diye sordum.

Verdiğim tepkileri dikkatle incelerken "Annene kızma sadece senin için endişelenmiş" dedi ama anneme o kadar sinirlendim ki öyle böyle değil. Benim onayım olmadan Buğra ile bunları konuşmaya nasıl cesaret eder? Her şeyi geçtim Ela varken Mine varken hatta Kenan bile varken bula bula konuşacak bir onu mu bulmuş! Neden insanlar hayatımla alakalı önemli konularda kendilerine söz hakkı düştüğünü düşünüyor gerçekten buna bir mana veremiyorum. Bu kararlar bana ait olmalı! Düşünmeden etmeden iyi niyetle bir şey yapıp işleri arap saçına döndürdüklerinde onu ben çözmek zorunda kalıyorum onlar değil. Bunu nasıl anlayamazlar!

"Annem sana başka ne söyledi?"

"Neyse ki bebek konusunda benim adımı hiç anmamışsın. Sadece aramızdaki arkadaşlığın bozulduğunu ve artık görüşmediğimizi söylemişsin"

"Evet adını anmadığım doğru çünkü seni hayatımda hiçbir sıfatla görmek istemiyorum. Söylemiş olsaydım yine şu an ki gibi yüz göz olmak zorunda kalacaktık"

"Annen bana Eylül bebeğin babasının kim olduğunu söylemiyor ama ben onun İzmir'de olduğunu biliyorum dedi. Benden de dargın da olsak eski günlerdeki arkadaşlığımızın hatırına hayatını mahvettiğini öne sürdüğü o adamı bulmamı istedi. Seni bu yükle tek başına bırakmasını istemiyormuş"

"Kahretsin!"

"Ela ve Mine de hamile olduğunu bilmiyormuş. Onlara da söylememişsin"

"Senin duymaman için ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi. Ben de kızlarla olan konuşmalarımıza kulak misafiri olursun diye onlara söylemedim. Malum rahat bir nefes aldırmıyorsun insanlara hep diplerindesin"

"Ama küçük Gürsoy biliyor değil mi?"

"Kenan mı? O adam söylesen de söylemesen de her şeyi bilir öyle tuhaf ve şaşırtıcı bir özelliği vardır onun"

Birbirimize bakarken sakin ve bir o kadar da buruk bir ses tonuyla "Bana hiçbir zaman söylemeyecektin değil mi? Belki de bana olan öfken yüzünden ömrüm boyunca bir çocuğum olduğunu bilemeyecektim" deyince cevap vermeden önce biraz düşünmek istedim. Buna da beni bu sözleri söyleyiş tarzı ve hüzünlü bakışları itti. Ama sonra şöyle bir şey de oldu. Tam aptallıkta bir dünya markası olan Eylül olarak ona acıyacaktım ki sonra ne oldu bilmiyorum bir anda içimdeki Kitana ortaya çıktı ve elindeki bıçaklı yelpazesini savurarak bana "Etme bulma dünyası be Buğra! Sen de Rüya'nın kendi kızı olduğunu bilmesin diye onu Tolga'dan köşe bucak kaçırmak istemedin mi? Ela'nın aklına emin olmadan o babanın katilinin oğlu kızının o insanlarla büyümesine izin veremezsin diyerek girmeye çalışmadın mı? Artık yeni hayatın biziz bak ne kadar da mutlu bir aileyiz deyip kızı çocuğuyla bir eve hapsederek aklıyla oynamaya çalışmadın mı? İlahi adalet denen bir şey de var sonuçta..." dedirtti. Diğer Eylül'ün saf bakışından sonra böylesine sert ve acımasız bir yanıt alınca şaşırdı tabii. Beklemiyordu çünkü...

"Eylül sözlerine dikkat et!"

"Aa! Yine acı gerçekler ağzını mı yaktı yoksa? Aslında bu zamana kadar bu acıya bağışıklık kazanman lazımdı senin"

"Beni sinirlendirmek için bilerek yapıyorsun değil mi?"

"Ne yani sen bunları yapmadın da ben kafamdan mı uyduruyorum Buğra?"

Yaaa! İşte inkar edemeyince ancak böyle susarsın. Birkaç dakika ne o ne de ben konuşmadık. O ne düşünüyor bilmem ama benim aklım Ahmet'e takıldı. Buğra'yı gördüğüm için o kadar gergindim ki ona gereğinden fazla çıkıştım galiba. Niyetinin iyi olduğundan hiç şüphem yok çünkü benim de o Cilveli Köstebek'in kartını saklarken niyetim kötü değildi. Tamam bunu yapmasa ve bana en başından Buğra'nın aradığını söylese daha iyi olurdu ama o da doğru olduğunu düşündüğü bir seçim yaptı. Buğra ile görüşmeye hazır olmadığımı düşünmüş ve haklıydı çünkü gerçekten hiç hazır değildim. Buraya gelmiş olabileceğini tahmin edemeyip yanlış bir karar vermiş olabilir ama kabul et senin de ona ettiğin laflar biraz ağır oldu be Eylül diyorsunuz değil mi? Evet öyle oldu galiba.

İkimiz de sessizce camdan dışarıya bakarken Buğra gergin bir tavırla kaşlarını çatıp "Annenin seni sevdiğini ama senin onu bebek yüzünden reddettiğini söylediği adam... Bu yukarıda gördüğüm adam mı?" diye sorunca bitik bir halde ellerimle yüzümü kapatıp dirseklerimi de masaya dayadım. Onca yaşanan şeyden sonra geçmiş karşıma neyi merak edip neyi soruyor. Aklımı kaçırtacak bana!

İçimden "Sakin ol Eylül henüz Hasan ağabeyin tost makinesi için erken" diye düşünüp o sırada da sessiz kalınca konuşmaya o devam etti ve "Aslında annen bu konuda tereddütlü çünkü onu reddediyor olmanı hâlâ İzmir'deki adamı seviyor olmana bağlıyor. Yani beni sevmene..." dedi. "Beni sevmene" derken sesi mi titredi onun? Bir dakika ya! Ne öğrenmeye çalışıyor bu? Var çünkü bir karın ağrısı belli bu. Ne düşünüyor acaba salak gibi "Evet Buğracığım hâlâ seni seviyorum" dememi mi? Çok bekler! Yalnız anneme de alkışlar gönderiyorum yani neyi neye bağlıyor kime neyi söylüyor bilmiyorum ama beni gerçekten şoktan şoka sokuyor!

Ellerimi yavaşça yüzümden çekip derin bir nefes aldıktan sonra "Siz annemle bizim kafede oturup altın günü falan mı yaptınız Buğra? Hakkımda epey dedikodu dönmüş bakıyorum" dedim. Gözlerini gözlerime dikip dikkatle baktı. Sanki kelimelerimden değil suskunluğumdan bir cevap almaya çalışıyordu. Sonrasında sorduğu soru ve ona eşlik eden meraklı bakışları ise beni işkillendiren cinstendi.

ersdtfhjkl.gif


Duygularımı ölçmeye çalışır gibi tüm dikkatini bana verip "Cevap veremiyor oluşun annenin haklı olması yüzünden mi? Beni sevdiğin için mi evet diyemiyorsun o adama?" dediğinde bakışları gerçekten de hiç hoşuma gitmedi. O an gözlerindeki merakı yakaladım. Göz bebekleri küçülmüş kaşlarının ortası çatılmıştı. Sorunun ağırlığını kendi içinde de tartıyor gibiydi. Beklentisi vardı. Hatta umudu. Ama kırık bir umut. Bakışlarında "Söyle Eylül! Hâlâ beni sevdiğini söyle" diye yalvaran bir şey vardı. Yalan yok şu an karşımda olan Buğra beni endişelendiren Buğra'ydı. Neyse ki ben o eski aptal Eylül değilim. O olsa bu soru karşısında "Onu sevip sevmediğimi merak ediyor. Demek ki o da beni seviyor" saçmalığına düşer çoktan erir giderdi karşısında.

Mesafeli durmaya devam edip "Affedersin ama sen neyin peşindesin?" dediğimde gözlerime bakıp kaldı. O sussa da ben söyleyeceklerimden geri durmadım. "Ela mahkemenin sonunda sana yolu gösterdiğinde gidebileceğin başka bir yer olup olamayacağını mı öğrenmeye çalışıyorsun? Ya da omzunda "Ela! Bırakma beni Elaaaa!" diye ağlayabileceğin saf birini arıyorsan çok ama çok yanlış birinin yanındasın haberin olsun" dediğimde az önceki sorusuna yanıt arama derdinde gibi "Hâlâ cevap vermedin Eylül" dedi. Arkadaş ne oluyor ya! Gözlerime resmen onu hâlâ sevdiğimi söylememi istiyor gibi bakıyor. Anlaması lazım... Artık onunla hiçbir işimin kalmadığını bilmesi lazım. Onun sıradaki saplantısı ben olamam. Bana da Ela'ya yaptıklarını yapmasına izin veremem. Benden bir cevap mı istiyor? O halde kendisini duyacaklarına hazırlasa iyi eder çünkü söyleyeceklerim hiç hoşuna gitmeyecek.

"Neden o cevabın peşine düştüğünü anlamaya çalışıyorum. Hani ben artık zerre kadar umursamadığın Eylül'düm ya... Arkandan iş çeviren sevgisine de inanmadığın Eylül'düm. Hatta Ela'yı rahat bırakman için gönderilmiş bir göz aldatmacısıydım ya... Bu aşağılayıcı sözleri bana sen söylemiştin. Şimdi ne oldu da çark ettin bunu merak ediyorum"

Susuyor ve bu da bende pek iyi hisler uyandırmıyor. Hatta bu meraklı hali hiç ama hiç hoşuma gitmedi. Senin aklından neler geçiyor Buğra? Gözlerimi üzerine dikmiş bunları düşünürken bir an kendime hakim olamadım ve aradığı cevabı "Seni hâlâ sevip sevmediğimi öğrenmek mi istiyorsun? Tamam öğren o zaman. Seni gerçekten önemsemiş gerçekten de sevmiştim. O delice saplantına son verip birlikte mutlu olabileceğimize de bir aptal gibi inanmıştım. Ta ki sen beni paramparça edene kadar... O gün sende savunabileceğim hiçbir şey bırakmadın bende... Bitişe geçtin. Ben de burada yeni bir hayat kurdum kendime. Sonra yavaş yavaş ne sevgi kırıntıların kaldı içimde ne de kalp kırıklığım... Yok olmaya başladın. Bu da nasıl oldu biliyor musun? Yukarıda gördüğün adam var ya... Hani annemin sana bahsettiği adam. İşte o adam pılını pırtını toparlayıp seni kalbimden yaka paça dışarıya attı. O varken de artık senin kalbimde yerin yok. Gerçi o orada olmasa da yerin yok da neyse artık çok da ağır konuşmayayım. Sonuç olarak artık yoksun bende..." diyerek verdim. Oh be! Sırtımdan bir yük kalktı resmen.

Söylediğim şeylerin hoşuna gitmediğini görebiliyorum çünkü bakışları onun kadar sakin değil. Bana dik dik bakarken dişlerini sıktığına göre duyduklarını gerçekten de hazmedemiyor olmalı. Eskiden de böyleydi. Ne Ela'dan vazgeçebilirdi ne de benden ama artık karşısında o her derdini çekip elinin altında bulunmasını istediği budala Eylül yok. Bunu da artık öğrenmek zorunda. Söylediklerimden sonra onun da bana bir şey söylemesini bekliyordum ve o da beni daha fazla bekletmeden söyleyeceğini söyledi. İlla gel beni parçala diyor tabii.

"Kalbinde olabilir ama yanında olamaz"

"Kalbimde olan yanımda da olur Buğra asıl bu konuda sana laf düşmez. Sen benim hayatıma kilit vuramazsın!"

nkşşllş.gif


"Sanırım daha anlaşılır olmam gerekiyor. O adam çocuğumun yanında olamaz ve dolayısıyla da onun yanında olamayacağı için senin yanında da olamaz"

"Buna sen mi karar veriyorsun yani?"

"Evet karnında taşıdığın çocuğun babası olarak ben karar veriyorum"

"Önce kendin acaba bu çocuğun yanında olabilecek misin onu düşün. Hatta düşünme ben söyleyeyim. Olmayacaksın!"

"Yine yanılıyorsun Eylül çünkü olacağım. Buraya da seninle bunları konuşmak için geldim. Bundan sonra istesen de istemesen de çocuğumla alakalı her konuya hakim olacağım. Sağlıklı olup olmadığını da gelişim sürecini de takip etmek istiyorum. Doğana kadar da doğduktan sonra da babası olarak yanında ben olmalıyım o adam değil. Bu benim hakkım... Bu hakkı da elimden alamazsın"

Hakkın batsın! Bebeği bahane ederek benim hayatımı da çekilmez bir hale getirecek ama bu defa buna izin vermeyeceğim. Acı bir gülüş eşliğinde ona acır gibi bakarak "Hayırdır Buğra! Adam olamıyorum bari baba olmayı mı deneyeyim diyorsun?" dediğimde kontrol etmeye çalıştığı sinirine daha fazla hakim olamadı ve her zamanki bir öyle bir böyle haline geri döndü. Bunu da "Düzgün konuş benim canımı sıkma Eylül!" derken o an ki öfkesiyle kolumdan tutup beni kendisine doğru çekerek yapınca karnımı sert bir şekilde masaya çarptım ve hissettiğim acıyla öfkelenip "Sen benim canımı çoktan sıktın bile! Kapıların nerede olduğunu biliyorsun seç birini ve hemen kaybol buradan!" diyerek ayaklandım.

Gerçi ani bir şekilde ayaklandım ama sağ yanımdan da karnıma doğru öyle bir ağrı saplandı ki bir adım bile atamadım. Yüz şeklim değişip karnımı tutarak istemsizce eğilince çok gerekliymiş gibi oturduğu yerden panikle kalkıp kolumu tutarak "Bir şey oldu mu? Eylül iyi misin?" diye sordu. Ona ne ya!

"Eylül susma bir şey söyle!"

"Çek elini üzerimden!"

"Tamam çektim! Özür dilerim ben az önce canını yakmak istemedim ama senin de dilinin ayarı yok Eylül"

Ben şimdi senin ağzına bir ayar çekeceğim bir daha da o ağzı toparlayamayacaksın! Ağrının gidip gitmediğini anlamaya çalışırken deminden beri boş olan kafeteryaya Sinan girdi. Aah! Onu da beni merak ettiği için Ahmet göndermediyse ben de hiçbir şey bilmiyorum. Sinan'ın hızla yanıma gelirken "Eylül!" diye seslendiğini duyunca içimden bugün bir kere daha adımı duymak istemediğimi geçirdim.

Sorun olmadığını sadece konuştuğumuzu söyleyerek Sinan'ın yanımıza gelmesini engellediğimde adam pek de rahat olamadı tabii. Bir bana bir de bu yanımdaki öküze bakıp bize yakın bir yere geçerken aynı anda da bir süredir ortalarda görünmeyen Hasan ağabey'e seslendi. Muhtemelen olumsuz bir durum olmasına karşı müdahale edebileceği bir bölgede durmak istedi. Hissettiğim acıyla nemlenen gözlerimi kapatıp yeniden açtığımda Buğra'ya döndüm. O da endişeli bir halde bana bakıyordu ama ona da o bakışına da başlayacağım şimdi! Hastanede olmayacaktık da şunun yüzüne patlatacaktım birkaç tane içim soğuyacaktı. Şimdi gösteremediğim öfkenin içimde patlama halini yaşıyorum maalesef.

Sinirime hakim olmaya çalışarak "Bu her şeyi yapıp edip sonradan gelen özrün var ya..." dedikten sonra bize doğru bakan Sinan'ın göz hapsinde olarak ses tonu mu biraz kıstım ve sözüme devam edip "Hiçbir işe yaramıyor! Hatta daha da nefret ettiriyorsun kendinden" dedim. Üzülmüş gibi bakıyor ama umurumda mı? Aa! Zerre kadar değilmiş. Yanında daha fazla kalmak istemediğim için onu masanın önünde bırakıp uzaklaştım. Kafeteryadan çıkmadan önce de Sinan'a merak etmesin diye yukarıda olacağımı işaret etmeyi ihmal etmedim.

Koridoru geçip "Ulan Buğra! Şu ağrı bir geçmesin seni bu halimle acillik etmezsem bana da Eylül demesinler" diye diye asansöre doğru yürürken fark etmemiştim ama o da arkamdan geliyormuş. Bunu da tam asansörü çağırırken "Eylül bekle" demesiyle anladım. Ne diye peşimden geldi gerçekten anlamıyorum ama şu an o kadar boğuluyorum ki onsuz bir yere gidip nefes almaya çalışmam gerektiğini hissediyorum. Boş gözlerle önüme bakıp "Ne var!" dediğimde bu konuşmayı bu şekilde bitirmek istemediğini ve dolayısıyla da benimle yeniden görüşmek istediğini söyledi. Şimdi "Ben istemiyorum" diyeceğim o da yine "Sana istiyor musun diye sormadım zaten" diyecek iyice delirtecek beni!

"Seninle yeniden konuşmak falan istemiyorum. Konuştuk da ne oldu? Hem doğmamış çocuğa şiddet uyguladın hem de benim bütün sinirimi tepeme çıkardın"

"Özür dilerim ben bir an kendimi kaybettim. Bir daha olmayacak"

"Sen bir daha aynı şeyi yapmaya teşebbüs et zaten bak nasıl kırıyorum o elini! Hadi defol git şimdi!"

"Seninle daha uygun bir ortamda ve sakin kalmaya söz vererek bir kez daha konuşmak istiyorum Eylül"

"Benim daha iyi bir fikrim var. Olanları unut İzmir'e dön ve kendine içinde bizlerin olmadığı yeni bir hayat kurup kendi kendine gül gibi geçin git"

"Böyle bir şeyin olamayacağını biliyorsun"

"Tüm kalbimle bunu temenni ediyorum o zaman. Arkadaş bu asansör niye gelmiyor ya!"

"Eylül..."

"Ne!"

"Nerede kalıyorsun sen?"

"Sana söyleyeceğimi mi sanıyorsun?"

"Bulamam mı sanıyorsun?"

"O kadar boş vaktin varsa ara bul"

Bu asansörlerin de bana mı garezi var anlamadım gitti. Ne diye gelmiyorlar ki? Butona yeniden basarken Buğra bana "Öğrendin mi?" diye sorunca oflayarak "Neyi? Sevilmeye hiç de layık olmayan bir adam için hayatımı mahvettiğimi mi? Öğrendim. Bayağı acı bir tecrübe ile öğrendim hem de!" dedim. Sessiz kaldı. Ben merdivenle mi çıksam acaba ya! Ama yine peşimden gelir ekstradan bir de yorulduğumla kalırım. Gözlerim asansör ışıkları arasında fır dönüp gelen ilk asansörü yakalama telaşındayken koluma dokunup ona bakmamı sağladı. Kolumdaki elini itip tam "Hayırdır!" diyecekken gözlerime adeta söylemem için yalvarıyormuş gibi bakarak "Kız mı olacak... yoksa erkek mi?" diye sordu.

tretre.jpg


Bir şey diyeyim mi? Bunu gerçekten merak ediyordu. Gözlerindeki o öğrenme isteğini çok net gördüm ve tuhaftır ki inandım buna. Ama bunun ona bir faydası oldu mu derseniz eğer şu kadar yumuşadıysam ben de Eylül değilim!

Asansörün nihayet gelmesiyle sessizce içeriye geçip "Bilmiyorum ama bilseydim de sana söylemezdim" dedikten sonra üst kata çıkmak için butona bastım. Kapı kapandığında kafamın içi bomboştu. Boş kalması için de çabalamadım diyemem. Hiçbir şey düşünmeden dururken gözüm duvardaki panoya takıldı. Hastanede hangi bölümün kaçıncı katta olduğu falan yazıyordu. Kadın doğumdu yeni doğan ünitesiydi falandı filandı bakarken karnımı tuttuğumu fark edince ani bir kararla Ahmet'in yanına gitmekten vazgeçtim. Halletmem gereken küçük bir işim vardı çünkü.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Yaklaşık yarım saat önce Sinan bana Eylül'ü gördüğünü ve bir sorun olmadan o adamın yanından ayrıldığını söyledi. Ancak Eylül hâlâ yanıma gelmedi. Onu beklemek o kadar zor geldi ki zaman sahiden de hiç geçmek bilmedi. Yeniden vurulmak mı istersin yoksa Eylül'ün geri dönüp dönmeyeceği hakkında bahis mi oynamak istersin deseler hiç düşünmeden çekin vurun beni derdim.

Hadi geri döndü diyelim bana da kızgın olacak. Telefondaki kayıtları ondan gizlediğim için bana gerçekten çok öfkelendi. Belki de gelir gelmez bu konudaki yarım kalan konuşmasına devam edip aynı anda da eşyalarını alarak sinirle odadan çıkacak ve hastaneyi terk edecek. Ben de büyük ihtimalle bir şey yapamayacağım için burada kendi kendime çıldıracağım.

Dakikalar sonra nihayet kapının açılma sesini duyup rahatladım. Büyük bir umutla gelenin kim olduğuna bakarken de Eylül durgun bir halde içeriye girip hiçbir şey söylemeden çantasına doğru gitti ve içinden bir şey alarak yanıma geldi. Garip bir sakinlik vardı üzerinde. Endişelenmedim diyemem. Tekli koltuğa oturduğunda ben de tekerlekli sandalyeyi ona doğru döndürdüm. Elindekilere uzun uzun baktıktan sonra da bana bir kart uzatıp "Bu senin" dedi. Neden bana bir kart veriyor ki?

Düşünürken tepkisiz kalınca Eylül açıklama yapmak istemiş olmalı ama bunu yaparken de beni epey bir şaşırttı çünkü bana "Bu kartı görmeni engelleyip senden saklamaya çalıştığım için özür dilerim. İstersen bana iade-i ziyarette bulunup asıl sen hangi hakla böyle bir şeyi benden gizlersin diye çıkışabilirsin. Söz veriyorum bu defa alttan alacağım ve sadece haklısın Ahmet diyeceğim çünkü görüyorum ki senin yapmana kızdığım şeyi aslında ben de sana yapmışım" dedi. Yok ben ona böyle bir şey demem herhalde ama ne söylemeye çalıştığını gerçekten anlamadım. Ne yazıyor ki orada?

Bana uzattığı kartı elinden alırken gözlerimi de Eylül'den uzaklaştıramadım. O durgun hali karşısında bunun ne kartı olduğunu sorduğumda o da bakışlarını bana doğru kaldırıp imalı bir tavırla "Derya Üstündağ'ın sana "yazdığı" kart. Umarım yazmayı tırnak içine alarak söylediğimi fark etmişsindir. Her iki anlamı da üzerinde taşıyor çünkü..." dedikten sonra gülümsemeye çalıştı ama yapamadan o güzel yüzü tekrardan asıldı. İfadesi çok yorgundu. Aşağıdaki konuşma pek iyi geçmemişe benziyor. Neler oldu diye soramıyorum da...

"Derya'nın bana yazdığı kart sende ne arıyor Eylül?"

aesrdtfghujık.gif


"Çiçeğin üzerinde görmüştüm... Kafama takılmış herhalde sonra da dolapta görünce aldım. Aa! Gözünün içine baka baka yalan söyledim affedersin. Bulmadım ya bayağı "Kaşıkçı Elması" arar gibi didik didik arayıp buldum sonra da baktım pek bir derin mevzulara girilmiş az biraz bende dursun dedim"

"Neden?"

"Neden? Güzel soru... Çünkü yazdıklarını okumanı istemedim"

"Bunun için bir gerekçen var mı peki?"

"Olması lazım"

"Öğrenebilir miyim?"

"Okursan aklını karıştırabilir gibi geldi sonra da bunu göze alamam gibi de geldi... Yani gelenler geldi doktor kurcalama işte!

Hamile olmamış olsa "Sen yanıma gelmeden önce bir şey mi içtin Eylül?" diye sorardım. İlk defa sorduğum sorulara bu kadar net ve benim duymaktan mutlu olacağım tarzda cevaplar veriyor. Söylediklerinin verdiği hoş hislerle elimdeki kartı okumadan yırtıp parçalara ayırdım. Eylül de bu yaptığımı izlerken tebessüm eder gibi oldu ama sonra normalleşen ifadesiyle "Niye okumadın?" diye sordu. Niye okuyayım ki? Kartı yazan kendisi olsa altın çerçeve ile kaplatıp odama asardım ama şu an bu kartın sahibinin ve içinde yazılanların benim için hiçbir anlamı yok.

Eylül'ün bana doğru dönmüş olan yorgun gözlerine dikkatle bakarak "Çünkü okumamı istememişsin. Ben de senin istemediğin bir şeyi yapmak istemedim" dediğimde elindeki kağıdı da uzatıp "Bunu oku ama" dedi. Bir ona bir de elindeki kağıda baktıktan sonra elime alarak kağıdı kat yerlerinden açtım. Eylül orada ne yazdığını sesli olarak söylemememi çünkü hâlâ bilmek istemediğini söylerken ben de aynı anda bebeğin cinsiyetini öğreniyordum. Eylül'ün bir oğlu olacak. Bebek erkek...

Kağıtta yazılana bakarken kendimi o kadar garip hissettim ki... O adamı da feci şekilde kıskandım galiba. Keşke dedim içimden... Keşke o adamın Eylül'ün hayatına girmesine engel olabileceğim bir dönemde çıksaydım karşısına da bu kağıttaki haberi aldığımda daha farklı bir konumda olabilseydik. O zaman Eylül de bana bu kadar ön yargılı yaklaşmazdı. Çok daha hızlı çelerdim aklını... Ne olduğunu bile anlayamadan imzayı attırır ömrümün geri kalanını da onu bu oyuna nasıl getirdiğim konusunda o güzel ağzından azar işiterek geçirirdim. Tabii atı alan Üsküdar'ı geçmiş olacağı için de bu azar yeme işi epey keyifli olurdu. Kendimi bir kez daha garip hissettim. İlk defa bir kadına o korkutucu imzayı attırmaktan bahsediyorum. Benim gibi bir adama da Eylül'den başkası bunu düşündüremezdi herhalde.

Bu özel bilgiyi benimle paylaşmış olmasının verdiği hoş duygularla kağıdı katlarken Eylül'e de biraz mahcup olarak bakıp "Peki sen bana o aramaları sakladığım için hâlâ kızgın mısın yoksa kızgınlığın tamamen geçti mi?" diye sordum. Dudaklarını büküp tek gözünü kısarken başını da bir sağ tarafa bir sol tarafa doğru yatırdı ve "Kızmıştım ama sonra iç sesim sen önce kendine bak Eylül deyince kızgınlığım geçti" dedikten sonra hiç beklemediğim bir şekilde parmaklarını baş parmağıma sarıp "Çok haklıydın biliyor musun? Gerçi tabii ki biliyorsun yoksa o kendine güvenli ukala haller tavırlar nasıl olacak değil mi?" dedi. Överken bile döven bir kadınsın Eylül Acar! Bu insanı bir anda şaşkına çeviren özelliğine bayıldığımı söylemiş miydim? En başından beri bayılıyorum çünkü.

Gülümseyerek ellerimize bakarken haliyle ipucu vermediği için hangi konuda haklı olduğumu sormak zorunda kaldım. Benim aksime Eylül de bana bakıyormuş. Neyse ki bunu çabuk fark ettim. Bakışlarında da her zamankinden farklı bir yakınlık vardı. Bu bakışları görmeyi çok istedim çok da bekledim ama sonunda da kavuştum.

O güzel ve kocaman gözlerini yüzümde gezdirip aynı anda da baş parmağıyla elimi ovalayarak "Biz seninle gerçekten de arkadaş kalamayız çünkü arkadaşlığın birinci ve de en önemli kuralını çoktan çiğnedik bile" deyince çeneme hakim olamadım. Saçını kulağının arkasına alıp alnına bir buse kondurduktan sonra sözünü "Yani birbirimize aşık olduk" diyerek tamamladım. Bana yine yüzüme karşı "Öhh! Ne yaptın be doktor?" der mi diye korkmadım değil ama bu korkum yersiz çıktı çünkü böyle bir şey yapmadı.

sonhalBKY.gif


Umarım Eylül'ün geri dönmesini beklerken uyuyakalıp şu an rüya falan görmüyorumdur. Eğer öyleyse uyandığımda çok aksi bir adam olabilir kendime ben bile tahammül edemeyebilirim. Bunu neden mi diyorum? Diyorum çünkü benim ardımdan Eylül de sözümü onaylayarak "Evet öyle oldu" dedikten sonra kıstığı gözlerini gözlerime dikip "Ve bu duruma gelmemiz de tamamen senin suçun doktor!" dedi. Ben de tam acaba kabak ne zaman benim başımda patlayacak diyordum.

Karşımdaki bu huysuz ama aynı zamanda tatlı da olan kadının haşin gözlerine bakarken suçumun arkasında durmak yapabileceğim en akıllıca hareket gibi geldiği için gülümseyerek "Tamam kabul! Hepsi benim suçumdu yani arkadaş kalamamamıza ben neden oldum" dedim ama geri dönüşüm Eylül'ün bana "Sen bir şeyi bu kadar çabuk kabul edince huylanıyorum ben" demesiyle gerçekleşti. Eylül bu! En akıllıca sandığım hareketi bile elimde patlatmaya programlanmış bir kadındır kendisi.

"O halde hakkımdaki tüm suçlamaları reddediyorum çünkü asıl suç senindi. Ben mi dedim gel beni kendine aşık et sonra da sanki bunu yapmamış gibi aylarca peşinden koştur diye?"

"Meydanı boş bulan doktordan ne inciler dökülüyor ne inciler! Ee..."

"Ayrıca ben kendi halinde bir doktordum tanıtım gecesi o muhteşem kırmızı elbisenle..."

Aniden susmak zorunda kaldım çünkü zihnim beni o bahsettiğim anlara ışınladı. Bu olup karşımda o geceki alev alev görünen Eylül'ü bulunca çeneme hakim olamayıp "Aman Allah'ım müthiş görünüyordun! Hele gecenin sonunda sana verdiğim o etekleri uçuş uçuş olan elbise... Bana lafını çarpıp salına salına gidişini izlerken o an hiç bitmesin istedim ama bu sahneyi daha fazla hatırlamamalıyım yoksa kalbim çok fena tekleyecek" dedim. Eylül'ün bakışları tuhaflaşırken aynı anda da "Her ne hatırladıysan onu bir an önce aklından çıkarman yerinde bir davranış oldu" deyince kendime geldim ve "Yani demem o ki ben kendi halimdeyken tanıtım gecesi ansızın hayatıma girip aklımı başımdan alan sensin" dedim. Gözlerini kıstı. Kesin paylayacak beni...

"Yavaş gel doktor yolda gazını kesmesinler!"

"Aah! Ben de seni seviyorum Eylül"

"Ben öyle bir şey demedim"

"Ama diyeceksin"

"Anca rüyanda görürsün"

"İddiaya var mısın?"

"Başlatma şimdi iddiana!"

"Gerçekten çok zor bir kadınsın Eylül"

"Kolayını arıyorsan işte kapı orada seninkiler kuyruğa girmiş bekliyordur zaten. Şimdi bir de yaralı kuşsun ya elbirliğiyle gül gibi bakarlar sana elini de sıcak sudan soğuk suya sokturmazlar. Düşün bunu bence..."

"Haklısın galiba hiç böyle düşünmemiştim. Kulağa da epey cazip geliyor. Telefonumu uzatır mısın? Birkaç arama yapıp yer bilgisi vermem gerekiyor da kızlarla anca toplanırız"

wesrdtfghujk.gif


"Hastanın adı Ahmet Atahan ölüm saati 11:24 ölüm nedeni ise hızlı yaşamak isterken kimliği belirlenemeyen güzel bir kadın tarafından hastanenin çatı katından aşağıya ittirilerek hakkın rahmetine kavuştu. Hızlı yaşa genç öl cesedin tanınmaz hale gelsin dedikleri de bu olsa gerek!"

"Bir dakika bir dakika! Fikri veren sensin ama ölen benim. Bu nasıl iş anlamadım"

"Fikre balıklama atlayıp tuzağa düşerek mayına basan da sensin"

"Beni deli gibi kıskanıyorsun değil mi?"

"O kadar da değil"

"Ne kadar peki?"

"O kadar değil"

"Mesela o kuyrukta beklediğini iddia ettiğin kızlardan biri gelse ve bana şu hasta halimle güzelce bir çorba içirse kıskanma seviyen on üzerinden kaç olur?"


hfghjfgh.gif


Güzeller güzeli gözleri "O çorbadan bir kaşık almaya teşebbüs et bak ben seni ne yapıyorum!" derken ışıl ışıl parladı. Gülümseyişini hiç söylemiyorum bile. Sözleri her ne kadar tehditkâr olsa da hali tavrı kalbimi çalmalara doyamıyor gibiydi. O tatlı gülüşüne büyülenmiş bir halde bakıp "Ne yapıyormuşsun?" dediğimde tek kaşını çekici bir edayla kaldırıp "Fazla merak iyi değildir doktor! Öğrenince paranoyaklaşırsın sonra" diye karşılık verdi. Beni paranoyaklaştıran sen ol be Eylül!

Palavradan bir "Aaah!" deyip yaramı tuttum sonra da masum bakışlarımı "Eylül kendimi çok kötü hissediyorum lütfen beni bu yaralı kuş halimle tehdit etme" derken bana "Atma" der gibi bakan gözlerine sabitledim. Hemen de anladı yalandan kıvrandığımı. Anlamasına rağmen de elini yanağıma koydu ve gözlerinden bana karşı olan sevgisi ilk kez bu kadar belli olacak şekilde bakıp "Duygu sömürüsü yapma" dedi. Fırsattan istifade etsem beni yine tokatlar mı acaba? Şansımı denemem lazım yoksa aklım kalır. Yüzüne adım adım yaklaşıp tam "İşe yarıyor mu bari?" diye fısıldamıştım ki durdu durdu tam dedim öpüyorum ortalarda tokat falan da yok aniden geri çekilip "Bu sefer yaramıyor. Hadi kalk yat yatağına!" diyerek ayaklandı. Hevesi kursağımda düğümlemesi yetmiyormuş gibi bir de tıpış tıpış dediğini yaptırdı.

Şu odadan çıkıp gittiğinde ya geri dönmezse diye o kadar çok korkmuştum ki... Ama döndü.
Hem de öyle bir döndü ki artık arada ne engel kalmıştı ne de o ördüğü duvardan kalıntılar.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
1520a64f45f246ab492026083906.png


30.Bölüm : Sana ihtiyacım var Eylül

........::::::::__Eylül__::::::::........

Hemşirelerin yardımıyla bizim yaralı kuşu zar zor yatağına yatırdıktan sonra Ahmet'in doktoru kontrole geldi. Yarasına ve hemşirelerin aldığı notlara bakıp çok şükür ki her şeyin yolunda gözüktüğünü söyledikten sonra da odadan ayrıldı. Kontrol sırasında bir sorun çıkar mı diye kemiklerim birbirine girmedi diyemem. Özellikle de dikişlerinin olduğu bölgeyi incelerken onun oluş anı gözlerimin önünden bir türlü gitmedi. Bir yarasına bir de doktoru ile istişare eden Ahmet'e bakarken onun benim için ne kadar önemli biri olduğu gerçeğiyle de yeniden yüzleştim. Onu kaybetseydim ne yapardım bilmiyorum. Aklımı kaçırırdım belki de... Bir daha da hayır mayır gelmezdi benden. Allah onu bize bağışladı. Bir daha böyle şeyler yaşamamamız dileğiyle...

Doktorun ardından düşünceli bir halde Ahmet'in yanına geçip oturdum. Gönül isterdi ki şöyle kocaman bir sarılıp saatlerce de öyle kalayım ama olmadı tabii yapamadım. Yanına oturur oturmaz bana tutmam için elini uzatıp "Niye durgunlaştın sen?" diye sordu. Durgunlaşma sebebimi düşünürken bir yandan da bana doğru uzattığı elini tutuyordum.

İtiraf etmeliyim ki Buğra'nın gelişini her ne kadar az hasarla atlatmışım gibi görünsem de bugün benim için epey zor bir gün olmakta. Onun varlığı kendime inşa ettiğim düzeni çatır çatır yıkacakmış gibi hissettiriyor. Buna izin vermeyeceğimi fikren bilsem de yine de onun yüzünden hayatımın kontrolünü yeniden elimden kaçıracakmışım gibi geliyor. Yine isteğim dışında olaylar gelişecek ve ben belki de bunlara müdahale edemeyip keçilerimi kaçırmakla karşı karşıya kalacağım. İşte bu olasılık ister istemez sinirlerimi bozuyor.

Sinirimi bozan başka bir şey daha var. Buğra'nın tavrını da bakışlarını da sorularını da hiç beğenmedim. Beğenmedim çünkü onu tanıdığım için bu halleri beni tedirgin etti. Neden ısrarla onu hâlâ sevip sevmediğimi öğrenmek istedi ki? Ne hakla ya! O bana bu konuda inanmıyordu ki neden şimdi bunu onaylama derdine düştü anlamadım. Senin benimle derdin ne Buğra!

Cevap vermem bir hayli gecikince Ahmet'in sesini yeniden duydum. Bana tedirgin gözlerle bakarak "Sorun ne Eylül?" diye soruyordu. Onunla aklımdakileri konuşamam. Hatta onunla Buğra'nın B'si ile ilgili herhangi bir şey de konuşamam daha doğrusu konuşmak bir yana onu bu konulara muhatap etmek bile istemem. Her şeyi geçtim ona haksızlık oluyor. Hamile olmamı bile tam manasıyla kabullenip kabullenemediği benim açımdan belirsizken bir de bebeğin babası çıktı başına. Ah be doktor! Dertsiz tasasız gül gibi çıtırlı pıtırlı hayatın varken ne diye Eylül'de Eylül diye tutturdun ki?

Ahmet'in canını sıkmamak için sorusunu dudağımı bükerek cevaplandırıp "Sorun değil de uykum var" dediğimde elimi daha sıkı tuttu ve tabii ki bunun sebebini kendisine bağlayarak "Demek bütün gece baş ucumda oturup beni izlediğin için uykusuz kaldın. Eylül Acar'dan beklenmedik romantik hareketler de gelebiliyormuş demek ki" dedi. Baş ucunda oturmadım ama ara sıra uyandığımda ona bakıp birlikte geçirdiğimiz zamanları düşünerek huzur bulmaya çalıştığımı inkar edemem. Sadece ketumluk yapıp bunu ona söylemeyeceğim.

Bir yandan diğer elimi saçlarımın arasına geçirip ona bakarken bir yandan da hevesini kursağında bırakarak "Karşımda fosur fosur uyuyan adamı ne diye izleyeceğim Allah aşkına başka işim mi yok? Midem ekşidi benim ondan uyuyamadım" dedim. Gözümün içine baka baka gülümsüyor. İnanmadı tabii zehir gibi adam inanır mı? Ama inandıracağız başka çare yok.

dfgthyuj.gif


"Miden falan ekşimedi Eylül"

"İnanmıyor musun?"

"İnanmıyorum"

"Dün yediğim tavuk sotenin yüzünden oldu"

"Orada dur bakalım! Halide ablama laf ettirmem çünkü leziz yemekler yememi sağlayan herkes başımın tacıdır"

"Halide ablacığında sorun yok zaten sorun tavukta"

"Tavuğun ne suçu var Eylül doğru düzgün yemedin bile"

"Sen de orada dur bakalım doktor! Sen bilmezsin ama bizim Kenan'ın bir tavuğu vardı. Ferit..."

"Tavuğun adı mı Ferit?"

"Aslında market tavuğuymuş ama iyi bir amaç uğruna hasta çorbasına dönüşünce "Kalbimizdesin Ferit!" mertebesine ulaşmıştı. Yani Kenan yüzünden hepimizin beynine böyle kazındı. Sonuçta bizim megaloman için o tavuk en önemli Gürsoy'un hayatını kurtarmıştı. Yani kendisinin..."

"Hayatını mı kurtardı?"

"Sadece soğuk algınlığı... Abartmayı çok sever de. Her neyse! Dün Halide ablacığının tavuğunu yerken bir anda aklıma bizimkinin Ferit'i gelince tuhaf oldum işte ondan bıraktım. Normalde böyle şeylerden hiç etkilenmem ama hormonlar malum sebepten ötürü kafayı yiyince oluyor demek ki"

Gülüyor ve aynı zamanda gülerken bunu yaptığı için acıyan yarasını tutuyor. Gülmemesini isterken gözüm saate takıldı ve oturduğum yerden kalkıp çantamın yanına geldim. Geç olmuş ve ben saatin nasıl ilerlediğini fark etmemişim. Hani ben Meral'in yanına gidecektim? Selim unutmayıp Meral'e geleceğimi söylediyse kızı da epey bekletip ayıp etmiş oldum. Çantamda eksik bir şey olup olmadığına baktıktan sonra etrafa bir göz gezdirerek Ahmet'e de "Ben artık gidiyorum çok bile kaldım" dedim. Bir anda yüz ifadesi değişti. Hu huuu! Az önce gülen adam nereye gitti?

"Nereye gidiyorsun?"

"Nereye gidebilirim sence?"

"Ben de onu merak ediyorum"

"Tamam merakını giderelim o zaman. Şöyle deli gibi gezip İstanbul'un tozunu dumanına katayım diyorum"

"Ben iyileştiğimde birlikte katsak olmuyor mu? Tozu dumana katma konusunda üstüme tanımam"

Hayda! Hâlâ çekip gidebileceğimden mi endişe ediyor o? Çantamı kapatırken içini rahatlatmak için "Dün Meral'in yanına gideceğimi söylemiştim unuttun mu? Tabii buradan gitmeden önce kiraladığım evin sahibiyle de konuşmam gerekiyor. Bir anda çekip gittim sonra da Kenan'dan evi boşaltmasını ve geri kalan işlerle ilgilenmesini istedim. Adam da ne geldi ne gitti diye düşünmüştür herhalde. Bir konuşalım bakalım umarım evi yeniden kiralamaya ikna olur" deyince gözleri ışıldayarak "Bu İzmit'e bir daha geri dönmeyeceksin demek mi oluyor?" diye sordu. Tabii ki gitmeyeceğim. Bu defa ne kadar sürer bilmiyorum ama burada kalıyorum.

Çantamı bırakıp gömme dolaba doğru yaklaşarak "Hava serin gibi senin şu armalı deri ceketini alabilir miyim? Malum kıyafet çeşitliliği konusunda birtakım sıkıntılarım var. Bu arada çok güzelmiş zevkine bayıldım. Motorsikletini kullanırken mi giyiyorsun bu ateş parçasını?" diye sorduğumda neden cevap vermediğimi merak edermiş gibi bakıp burukça "Eylül..." dedi. İsmimi söylerken tedirginliği de çok net anlaşılıyordu. Geri dönmek istememe sebebim belli ama yine de onu daha fazla germemek için açıklamamı yapıp "Anneme benden onay almadan Buğra ile konuşup onu buraya yönlendirdiği için çok kızgınım tamam mı? Bu yüzden de yanına geri dönmek istemiyorum çünkü kalbini kırabilirim gibi geliyor. Ayrıca..." diyerek sustum. Of! Çenen kopsun Eylül ne diye ayrıca diyorsun ki şimdi! Bunu yapınca neden sustuğumu merak etmesi de gecikmedi tabii.

Askıdan ceketini alırken Ahmet'in "Ayrıca ne? Bu belki de duymak isteyeceğim bir şeydir" dediğini işitince başımı uzatıp ona doğru baktım ve sanırım duymak istediği cevabı da ona vererek "Ayrıca seni bu halde bırakamam. Gerçi bu halde ol... Neyse bırakamam işte!" dedim. Gülümsediğine göre yarıda kestiğim yerin noktalarını da kendisi doldurdu ve bu halde olmasan da seni bırakamam demek istediğimi anladı. Tabii bu konuda sözlü ya da yazılı bir beyanım olmadıkça bunu her türlü kıvırma şansım olduğu için çok da tutuşmadım.

Ceketi göstererek giymek için bir kez daha onay istediğimde bu sefer al der gibi başını sallayıp "Sen uslu uslu yat Selim de birazdan gelir" demem karşısında da şaşırarak "Selim mi? Onun şirkette olması gerekmiyor mu?" diye sordu. Evet normalde öyle olması gerekiyordu ama bu istisnai bir durum.

Ceketi giyip fermuarını çekerken "Babanız da şirketteymiş o yüzden Selim birkaç saatliğine senin yanına gelebileceğini söyledi. Sanırım onun da biraz nefes almaya ihtiyacı var. Sakın boğmayın birbirinizi kardeş kardeş maç muhabbeti falan yapın. Tabii aynı takımı tutuyorsanız yoksa o konuda da çıngar çıkabilir. Neyse risk içermeyen bir konu seçin işte" dedikten sonra gülerek çantamı alıp tam "Sonra görüşürüz doktor dışarıdan bir şey istersen ara. Ben de gecikirsem seni ararım" demiştim ki beni hemen durdurdu.

"Gecikme"

"Ne?"

"Nasıl gideceksin diyordum"

"Nasıl mı gideceğim? Gayet normal bir şekilde kapının önünden bir taksi çevirip gideceğim"

"Taksiyi boş ver benim arabanın anahtarları buralarda bir yerlerde olmalı. Al istediğin yere onunla git. Hem senin için daha güvenli olur"

Şaşırmadım diyemem. Sonuçta onun da bilip test ettiği üzere hızlı öfkeli ve astigmatı olan bir sürücüyüm. Buna rağmen bana arabasını emanet edebiliyor demek. Güvenine hayran kaldım doktor!

Gerek olmadığını söyleyip teşekkür ettiğimde "Ama alırsan sen dönene kadar içim daha rahat olacak. Aklımın sende kalmasını istemezsin herhalde" deyip geri çevirme der gibi de bakmaya başladı. Çok ince bir düşünce olduğunu asla inkar edemem ama buradan Ahmet'in arabasına binip tüm gözler üzerimde olarak ayrılmak istemedim. Rahat edemem bir kere... Hem tuhaf bir şekilde araba kullanma konusunda ufak tefek tedirginliklerim de baş göstermeye başladı. Nedenini bilmiyorum ama bir süredir var bu.

"Yapma Ahmet! Gerek yok diyorsam emin ol ki gerçekten gerek yoktur"

"Aklın kalsın diyorsun yani"

"Ben bir şey ima etmiyorum ne düşünüyorsam direkt onu söylüyorum. Patavatsızlıklarım da hep bundan ileri geliyor ya zaten"

"Peki tamam dediğin gibi olsun"

Daha fazla ısrar etmediği için hoşnut bir tavırla gülümseyip tam gidecekken beni yine durdurdu ve bu sefer de "Sen bir şey unutmadın mı?" diye sordu. Anında geri adım atıp bakışlarımla odayı daha dikkatli bir şekilde taradıktan sonra unutmadığımı söyledim ama adamın yine muzurluğu üstündeydi herhalde çünkü bana "Yaralı kuşa hoşça kal öpücüğü yok mu? Sonuçta artık sadece arkadaş olmadığımızı da kabul etmiş bulunuyoruz" diyerek yanağını gösteriyordu. Aramızda arkadaşça hisler olmadığını itiraf ederek başıma bela aldım değil mi? Bence aldım ama o da aldı çünkü ayıptır söylemesi ben de pek kolay lokma değilimdir.

Gülümseyerek Ahmet'in yanına gittikten sonra yatağın kenarını tutup ona doğru hafifçe eğildim. Yazık hoş bir tebessüm eşliğinde kendisini öpmemi bekliyordu. Bunun olmayacağını belli etmek için elimi yanağına koyduktan sonra parmaklarımla tenine belli belirsiz vuruşlar yaptım ve hemen ardından da "Benden böyle çıtır çerezlik minnoş hareketler bekleme doktor! Hadi kaçtım ben uslu dur tamam mı? Haber kaynaklarım kuvvetlidir sakın bu dediğimi yabana atma. Kulağıma canımı sıkacak bir şey gelirse döndüğümde ben de senin canını sıkarım" deyip ona göz kırparak geri çekildim.

aswedrfgtgyu.png


Ahmet neye uğradığını şaşırırken bunu fırsat bilip renk vermeden odadan çıktım. O ne yapıyor bilmem ama ben gülümsemeden edemiyorum. Bu adamla uğraşmayı çok seviyorum. Ne umdum ne buldum durumlarıyla karşı karşıya kaldığında kontrol edemediği o afallak ifadesini de seviyorum. Bu arada afallak diye bir kelime yok değil mi? Evet yok şimdi fark ettim ama buna kısaca afallayan Ahmet'in yüzüne yansıyan şaşkın ifade bakışı da diyebiliriz.

O değil de şu an gülebiliyor olmama da cidden şaşırıyorum. Bugün Buğra geldi ve ben onunla hiç de hoş olmayan bir konuşmaya imza attım değil mi? Ama o stresi üzerimden biraz olsun atmış gibiyim. Sanırım Buğra'nın gelişi yüzünden yaşadığım o büyük şoku Ahmet sayesinde daha rahat atlattım. Adamda gerçekten şeytan tüyü olmalı. Bana o odunu gördüğümü bile unutturmayı başarıyor ya ben daha ne diyeyim bilmiyorum.

Aşağıya indikten sonra kapıya doğru yürümeye başladım ama öyle normal bir ruh haliyle değil. Bayağı en paranoyak Eylül halimle gözlerimi hastanenin kıyı bucak köşelerinde gezdire gezdire yürüdüm. Buğra gitmiştir diye düşünmek istiyorum. Gitmiştir değil mi? Yani İzmir'de yaptığı gibi kapı önünde bekleyip bekleyip sonra da bir anda önüme çıkmaz.

Omzumdan düşen çanta askımı düzelterek hastaneden çıktıktan sonra etrafa göz atmaya devam edip aynı anda da bir taksi durdurdum. Merallerin evini tarif ettikten sonra da boş durmadım ve eski ev sahibimi arayıp evin son durumu hakkında ağzını aramaya başladım. Ancak öğrendiğim şey beni epey bir şaşırttı çünkü bunu neden sorduğumu anlayamadığı gibi o evin kiracısının zaten ben olduğumu ve altı aylık kiramın da peşin ödendiği söyledi. Şaşırmakta haksız mıyım bilmiyorum ama bunun nasıl olduğunu gerçekten anlayamamıştım. Ta ki bana Kenan Gürsoy adını verene kadar...

Ah Kenan ah! Ya ben bu çocuğu ne yapayım şimdi? Geldiğinde evimi dayayıp döşediği yetmiyormuş gibi bir de gitmiş altı aylık kiramı ödemiş. Ne acı ki bana bu kadar iyilik yaptıktan sonra kendisi dımdızlak açıkta kaldı.

Ev sahibiyle konuştuktan hemen sonra tabii ki de Kenan'ı aramaya başladım. Hem bunu neden yaptığını sorup hem de zor zamanlarımda kayıtsız şartsız her anlamda yanımda olduğu için teşekkür etmek istedim. Bir süre çaldıktan sonra "Sen beni her gün arayacak mısın gerçekten? Hayır yani ısrarla arayacağım diyorsan numaramı değiştireceğim" demesiyle gülümseyip "Sen nasıl bir adamsın ya?" diye sordum. Sessizliğin ardından alaycı bir tavırla "Son on yılın magazin tarihine şöyle bir göz at sorunun cevabını alırsın" deyince ona iştirak ederek "Tamam Mine'ye söyleyeyim de birlikte göz atalım" dedim. Bu sefer sessiz kalmayıp hemen lafa atladı tabii durur mu?

"Beni sakın Mine ile tehdit etme Pembe Panter yoksa intikamım çok acı olur. Doktor House ile senin hakkında sohbet etmemi istemezsin herhalde"

"Tamam tamam! Mine ile Ahmet'i bu işe karıştırmak yok"

"Makul görünüyor"

"Az önce ev sahibimle konuştum. Altı aylık kiramı ödemişsin Kenan"

"Aaa! Haklısın ödedim hatta aidatlarını da ödedim. Sor bakalım geri alabiliyor muymuşum?"

"Peki sorarım"

"Takılıyorum sakın böyle bir şey yapma"

"Biliyorum da neden yaptın bunu ne gerek vardı?"

"Mine bana şımarık zengin bebesi derken sen de onu onaylamıyor muydun? O sıralar param boldu ben de nereye saçacağımı şaşırmış vaziyetteydim"

"Ben ciddiyim Kenan neden yaptın bunu?"

"Berbatlaşmaya başlayan hayatını yeniden kurmaya çalışıyordun baktım bu defa fena gitmiyorsun ben de sana biraz kolaylık sağlamak istedim o kadar"

"Teşekkür ederim. Sen harika bir arkadaşsın Kenan"

"Arkadaşlar kendilerine teşekkür edilsin diye bir şey yapmazlar Pembe Panter! Tabii en önemlisi de arkadaşları da bunu bilip kural ihlali yapmaya yeltenmezler. Üç saniye içinde o teşekkürünü geri al yoksa arkadaşlığımızı sorgulamaya başlayacağım!"

"Konuya yön değiştirip dikkat dağıtma!"

"İki!"

"Benim durumum şu an gayet yerinde yani kabul edersen..."

"Bir!"

"Ben de aynı şekilde senin için bir şeyler yapmak isterim"

"Ne münasebet!"

"Hemen sevimsizleşme! Şimdi de sen her şeye sıfırdan başlıyorsun ve ben de arkadaşın olarak senin hayatını kolaylaştırmak istiyorum tamam mı?"

"Tamam değil çünkü bir Gürsoy böyle bir öneriye asla sıcak bakmaz"

"Kenan beş parasız dımdızlak ortada kaldın farkında mısın?"

"Dün Mine'nin iş çıkışına yetişmek için dolmuşa bindim ve insanlar omzumdan dürtüp bana para uzattırdılar. Sence farkında olmaz mıyım? Ama merak etme iş bakıyorum ve birkaç saat içinde de bulma niyetindeyim"

"Sen niye iş arıyorsun ki? Tolga ile birlikte çalışın iki güne her şeyi öğrenirsin. Hem sizin iş ortamlarınız da aynı değil miydi?"

"Öyle yapayım da Mine etlerimi lime lime etsin sen de halime kıs kıs gül değil mi?"

"Ne alakası var Kenan?"

"Ağabeyim tanınmış bir moda fotoğrafçısı unuttun galiba! Etrafında ünlü ünsüz bir sürü model geçit töreni yapıyor. Çoğuyla da "hatrı sayılır" tanışıklıklarım olduğunu varsayarsak Mine'nin bundan hiç hoşlanmayacağını daha net anlamış oluruz"

"Doğru senin magazinel sicilin pek parlak değildi. İyi tamam daha uygun işler bak bakalım. Bu arada..."

"Ne?

"Söylesem mi söylemesem mi bilemedim"

"Yardımcı olayım o zaman... Söyle be kadın!"

"Bağırmasana kulağımın dibinde! Bu sabah Buğra geldi"

"Ne dedin ne dedin?"

"Duydun işte Buğra geldi ve işin kötüsü bebeği de biliyor. Gelmeden önce annemle bu konuda epey bir dertleşmişler. Bana da bundan sonra yakamdan düşmeyeceğini çok net bir şekilde belli etti"

"Ben de gelip ona ecelinin benim elimden olacağını belli edeyim mi? Belli ki hâlâ anlamamış"

"Hali çok tuhaftı Kenan"

"Nasıl tuhaf? Ayağındaki aksamadan bahsediyorsan onu ben yaptım yani sorun edilecek bir durum yok"

"Ayağındaki aksama... Ne?"

"Ooops! İyileşmiş mi?"

"Sen ne yaptın Kenan?"

"Gecikmiş bir hesabı kapattık diyelim. O beni kollarımdan tavana asmıştı ben de onu ters düz edip bacaklarından tavana astım. Gerçi tek ayağıyla asılı durmak zorunda kaldığı anlarda epey sıkıntı yaşadı ama sonra alıştı. Sadece onun için hazırladığım romantik slayt gösterisini tersten izlerken midesinde birtakım çalkalanmalar olmuş olabilir. Artık ona da yapabileceğim bir şey yoktu"

"Şaka yapıyorsun değil mi? Bana böyle bir şey yaşanmadığını söyle"

"Söyleyemem çünkü oldu"

"Tüm bunlardan Tolga'nın haberi var mı?"

"Fikir onundu! Buğra'ya boşanma ile ilgili kağıtları nasıl imzalattık onu nasıl kontrol altında tuttuk sanıyorsun?"

"Tolga beni aradığında sadece konuşacağınızı söylemişti"

"Konuştuk ama ben konuşmaya biraz renk kattım yoksa bu ikisiyle o iş çok sıkıcı ilerlerdi. Eylül sakın bana o iskele babası için üzüldüğünü söyleme!"

"Saçmalama! Onun yüzünden sizin başınız belaya girecek diye endişeleniyorum"

"Bize bir şey olmaz işimi sağlama aldım ben merak etme. Sen neden hali tuhaftı dedin peki?"

"Bebeği bir çırpıda kabullendi ve onunla alakalı her olayın içinde olmak istiyor ama onun haricinde benden de sürekli onu hâlâ sevip sevmediğimi öğrenmeye çalıştı. Annem de sağ olsun benim için İzmir'deki adamı hâlâ unutamadı tarzında şeyler söyleyince Buğra da kendisinden bahsettiğini anlamış geldiği gibi de bunu teyit etmek için beni sorguya çekip durdu. İşin kötüsü Ahmet'i de biliyor ve o adam çocuğumun yanında olamayacağı için doğal olarak senin yanında da olamaz diyor beyefendi! Kafasına ne düştüyse bir anda olmayan Eylül aşkı kabardı adamın!"

"Sen ne dedin?"

"Ne diyebilirim Kenan?"

"Eylül bak sakın!"

"Ne sakın?"

"Sakın yine Buğra'nın sana aşık olduğuna inanıp o lanet bataklığına saplanayım deme bu defa seni çekip almaya falan çalışmam direkt üzerinize beton döker o bataklığı da ikinizle birlikte tarihe karıştırırım!"

"Böyle bir salaklık yapmaya niyetim yok benim! Sadece niye bu kadar ısrarlı bir şekilde bunu öğrenmeye çalıştığını anlamak istiyorum çünkü onun Ela'dan sonraki yeni saplantısı ben olamam anlıyor musun? Tam Ahmet ile bir şeyleri yoluna koymaya başlamışken ona bu adamın saçmalıkları yüzünden entrikalı dizi hayatı yaşatamam!"

"Tamam neden öğrenmek istemiş olabilir hemen bir olasılıklara göz atalım o zaman. Adam zeka pırıltıları saçmıyor o yüzden benim için zor da olsa basit düşünmeye çalışacağım. Bir kere onu hâlâ sevdiğini anlarsa muhtemelen bunu kendi lehine çevirmek isteyecektir. Duygularınla yeniden oynayıp seni kendisine bağlayarak avucunun içine alacak ve bebeği Ela'ya söylemene engel olacağı gibi mahkeme süresince annenin de senin de onun aleyhine olacak herhangi bir şey söylememenizi de yapmamanızı da garantileyecek. Aklınca sizi saf dışı bırakacak çünkü sen ona inanırsan muhtemelen bu işlerden kendini de anneni de uzak tutmak isteyeceksin bu da onun işine gelecek. Umarım ona bizim seni şahit olarak kullanmayacağımızı söylememişsindir"

"Söylemedim"

"Bundan sonra da söyleme"

"Bu arada ben kızlara bebeği söyleyeceğim Kenan başka şekilde öğrensinler istemiyorum. Böyle bir şeyi benden duymalılar"

"Bence şu an hiç gerek yok ama illa söylemek istiyorsan Ela'dan da benim fındık burunlu yer mantarımdan da küçük bir rica da bulunup bunu bildiklerini Buğra'ya belli etmemelerini iste"

"Neden?"

"Orası bana kalsın ama Ela'nın boşanmasını sağlayacak olan bileti elimde tutuyorum. O bileti yakmak istemezsin öyle değil mi?"

"Elbette istemem. O kızın Buğra'dan kurtulmasını ben de en az senin kadar istiyorum. Çektiği eziyet yetti artık"

"Güzel!"

Taksi sitenin önünde durunca adama parasını verip Kenan ile konuşmaya devam ederek arabadan çıktım ve ona "Buğra gitmeden önce benimle yeniden konuşmak istediğini söyledi ama ben onun yüzünü bile görmek istemiyorum. Buradan hemen gitmesi lazım" derken aynı anda da Merallerin bahçesine doğru yürümeye başladım. Sessiz kaldı. Bu sessizliğin nedenini sorduğumda bana bu konuşmayı yapmazsam üstelemeye devam edeceğini ama kabul edersem ne derdi olduğunu öğrenip onu buradan gönderebileceğimi söyledi. Haklı... Benimle konuşmayı kafaya koyduysa bunu yapana dek buradan gitmeyecektir. En azından Kenan'ın dediği gibi derdini öğrenir onu gitmesi için yönlendirebilirim.

"Konuşmak iyi geldi Kenan"

"Bana iyi gelmedi! Bu beş harfli mahlukatı konuşmanın ana konusu yaparak sinirlerimi bozdun. Şimdi Mine'nin yanına gittiğimde çok sevimsiz gözükeceğim. Şu halime bak göz altlarım bile çökmüş!"

"O seni her halinle seviyor merak etme"

"Seviyor değil mi?"

"Seviyor tabii ama sen yine de gözlerine çay poşeti koy"

"Bir Gürsoy asla içtiği poşet çayı orasına burasına..."

"Başlatma Gürsoyluğundan dediğimi yap! Hadi görüşürüz benim kapatmam gerekiyor Meral'in yanına geldim ama deminden beri kapının önünde dikiliyorum"

"İyi tamam kapat. Bir dahaki sefere de daha sempatik konular sebebiyle ara beni"

"Emredersiniz Kenan Bey! Sevdiceğinize de sevgiler saygılar"

"Bilmukabele Eylül Hanım!"

Telefonu karşılıklı olarak kapattıktan hemen sonra kapının ziline basıp açılmasını beklemeye başladım. Çok sürmeden kapıyı Verda Hanım açtı ve hemen arkasından da Meral annesine "Eylül mü geldi?" diye sordu. Geldiğimi söylememesini işaret edip Verda Hanım'la birbirimize sarıldıktan sonra salonun kapısına yaklaştım ve ona "Neler yaşadık be Meral!" dercesine burukça gülümseyip "Evet ben geldim" dedim. O da riskli bir hamilelik yaşadığı için salondaki koltukta yatıyordu. Hassas bir kız olduğu için de beni görür görmez yüzü hüzünlü bir hâl aldı ve kollarını açarak beni yanına çağırdı. Birbirimize sıkıca sarılırken onu çok özlediğimi söyledim çünkü gerçekten bu kıza da gönlümde geniş bir yer ayırdım. Kısacık zamanda neler yaşadık onunla...

Meral geri çekilir çekilmez bana kızmış gibi bakıp bunu da sözleriyle tasdikleyerek "Ben de çok özledim ama sana beni habersiz bıraktığın için aynı zamanda kızdım da!" dedi. Ben bunu sonradan telafi ettik sanıyordum ama habersizce ortadan yok olmamın da bir bedeli olacak gibiydi. Bunu söyledikten sonra bir şey de diyemedim çünkü o an yüzündeki değişim sebebiyle bunun ardından ne geleceğini anlayıp biraz huzursuz oldum. Karnıma bakıyordu ve yüzündeki kızgın ifade kaybolurken elini de "Büyümüş mü biraz?" diyerek karnımın üzerine koydu. Bir şey düşünmemeye çalışarak "Öyle" dediğimde bir süre sessiz kaldı. Sanırım bu gözlemini coşkulu bir şekilde karşılayamıyor olmam yüzünden onu da üzdüm.

Umarım bu konu devam etmez diye düşündüğüm bir anda sesimi duymuş gibi "Ahmet ağabey nasıl? Ben iyiyim hadi beni taburcu edin aşamasına geldi mi?" diye sordu. Bana bunlarla gel Meral desem tuhaf olur sanki. İşe bak adamın adı bile yüzümde gülümsemeye neden oluyor. Gıcık! Üzerimdeki ceketi çıkarırken bir yandan da sorusuna cevap vererek "Taburcu olmak istediğini hiç sanmıyorum çünkü beyefendinin bir eli yağda bir eli balda yani doktor beyimiz halinden çok memnun" dedim.

Gerçekten öyle çünkü ağzından hiç taburcu olmakla alakalı bir şey duymadım. Aslında onun gibi hiperaktif bir adamın gözünü açar açmaz "Hadi çıkarın beni buradan!" demesi lazımdı. Meral'in "Eee! Yanında sürekli sen varsın o memnun olmasın da kim olsun değil mi?" demesiyle sırtıma bir yastık alıp gözlerimi devire devire "Kaynın beni çok sinir ediyor Meral!" dediğimde kıs kıs gülmeye başladı. Bunu söyleyiş şeklimden dolayı ne demek istediğimi anladığını düşünüyorum. Aynı şarkıdaki gibi "Seninle başım dertte ne yapsam bilmiyorum canımdan bir parçasın söküp atamıyorum" aşamasına geçtiğimizi eminim ki o da anlamıştır.

"Sinir ediyor ama yanından da ayrılamıyorsun. Bu nasıl oluyor Eylül?"

"Oluyor işte karıştırma oraları"

"Eylül..."

"Efendim?"

"Ahmet ağabeye vurulduğu sırada onu sevdiğini ve İstanbul'a da bu yüzden geldiğini söylemişsin. Gerçi sonra da inkar etmişsin"

"Hemen yetiştirdi değil mi?"

"Ona kızma çünkü heyecanlı olmasının yanı sıra çok da mutluydu"

PlYMaQ.gif


"İzmit'e gelmeseydi yani onu görmemiş olsaydım buraya gelmeye cesaret edemezdim ama onu bir anda karşımda görünce ne kadar özlemiş olduğumu daha iyi anladım. Geldiğinde o kadar farklıydı ki... Onu ardımda yıkılmış bir halde bırakmıştım ama o yanıma geldiğinde her zamanki Ahmet'ti. Kendinden emin ve ne istediğini ne yapması gerektiğini bilir bir hali vardı. Bu hali beni korkutmadı dersem yalan olur. Hele ki annemin karşısında dürüstlükten kırılacak hale gelirken az kalsın ruhumu teslim ediyordum"

"İzmit macerasının gayet pozitif etkileri olduğunu duyduk. Anladığım kadarıyla annenle de epey anlaşmışlar"

"Anlaşmak ne kelime Meral ana oğuldular ana oğul! Annem Ahmet'e bayıldı"

"Ahmet'e..."

"Artık ona sadece kafamı bozduğunda ya da şaka yollu takılmak istediğimde "Doktor!" diyorum"

"Ee! Bu işin sonu nereye varacak peki?"

"Hangi işin?"

"Sen ve Ahmet ağabey... Sence de artık bir şeyleri netleştirme zamanı gelmedi mi?"

"Netleştirdik zaten"

"Nasıl yani?"

"Bugün ona karşı direnmeyi bıraktım. Yani kafamı bozsa da beni sinirlendirse de onu sevdiğimi artık gizlemiyorum"

"İnanmıyorum! Ahmet ağabey de biliyor bunu o zaman"

"Biliyor tabii konuştuk. Şeyden sonra..."

"Neden sonra?"

Bu ara neden tam bir şey söylerken jetonum sonradan düşüyor anlamadım gitti. Ne gerek vardı şimdi o uyuzun lafını açmaya! Canım sıkkın bir halde başımı geriye yasladıktan sonra Meral'in kolumu tuttuğunu hissettim ve "Buğra geldi. Hem de bu sabah... Ondan yanına gelmek için geciktim" diyerek ona doğru döndüm. Nereye geldiğini sorarken duyduğuna inanamamış gibiydi. Haklı çünkü gelecek tam da zamanını buldu. Kolumu koltuğa dayayıp çenemi de ne sen sor ne de ben söyleyeyim dercesine tutup durumu açıklayarak "Hastaneye geldi. Belma Acar'ın seyrüsefer uygulamasını indirmiş sağ olsun annem de navigasyonda bir dünya markası olunca yerimin tarifini bir güzel yapıp istemediğim otu burnumun dibinde bitirmiş" dedim. Bunu bana yapmayacaktın be anne! Bak bu da çok ağır geldi işte...

"Ee! Sonra neler yaşandı?"

"Öncelikle mevzu ile ilgili "Odun her yerde odundur fazla beklentiye girmeyiniz" diye açıklayıcı bir başlık açıyorum"

"O kadar mı kötü?"

"O kadar kötü. Yaptığımız konuşmayı tekrar tekrar hatırlamak istemiyorum ama özet geçecek olursam eğer son derece can sıkıcı bir şekilde bebeği öğrendiğini ve çok gerekliymiş gibi bundan sonra hoşuma gitse de gitmese de çocuğunun yanında olmak istediğini söyledi. Tamam buna hakkı olabilir ama ben o hasta ruhlu saplantılı adamı etrafımda görmek istemiyorum o ne olacak?"

"Hiç bilmiyorum ama çok zor bir durum. Dediğin gibi baba olarak bu onun hakkı ama durumlar da ortada. Ahmet ağabey de gördü mü onu?"

"Görmez mi? Buğra karşıma o kadar alakasız bir anda çıktı ki o an biri yanımda biri karşımda duruyordu"

"Of! Bu gerçekten çok kötü olmuş"

"Dur dur! Başka bir bomba daha var. Buğra gelmeden önce meğerse beni arayıp mesaj bırakmış ama senin sevgili kaynın aramayı ve mesajı benim bu konuşmaya hazır olmadığımı düşündüğü için silmiş"

"Ahmet ağabeyden beklenen hareketler"

"Beklenen mi?"

"İnisiyatifi ele almış bir Ahmet ağabey beni her daim korkutmuştur"

"Gülme ya! Böyle huyları da mı var bu adamın? Ben de insanların kararlarına karışmayan etik bir tip olarak bilirdim onu"

"Kararlara saygı duyar ama bir yere kadar. Müdahale etmesi gerektiğini hissettiğinde onu kimse durduramaz. Ee! Buğra'yı görünce bozulmadı mı? O olduğunu anlamıştır herhalde değil mi?"

"Anladı ama bozulsa da pek belli etmedi. Bir de o kadar stresliydim ki bu aramaları sakladığı için ona kızdım bağırdım çağırdım öyle indim aşağıya... Geri dönmemi nasıl bekledi bilmiyorum. Aşağıya da inemiyor tabii kaldı odada öyle tek başına. Gerçi bir ara arkadaşı Sinan'ı gözcü gibi aşağıya yollaması dikkatimden kaçmadı"

"Aralarında karşılıklı bir konuşma olmadı o zaman"

"Yok canım nasıl olsun zaten Buğra'yı apar topar kafeteryaya gönderdim. Bir de Ahmet'e tip tip bakıp "Kim bu herif! Bu halde ne arıyorsun onun bunun yanında?" demez mi? Şöyle iki parmağımı gırtlağına takıp kırt diye çeviresim geldi zor tuttum kendimi. Allah'tan Ahmet duymadı. Ama dua etsin ortam uygun değildi yoksa o lafı itinayla yedirirdim ben ona! Bir de bana ne diyor biliyor musun? Ahmet çocuğunun yanında bulunamazmış çocuğunun yanında bulunamadığı için dolayısıyla benim yanımda da bulunamazmış! Bir de hadsiz bir şekilde hayatıma karışmaya çalışıyor"

"Eyvah! Şimdi ikinizin arasında da sorun olacak desene"

"Hiç de olmayacak. Buğra'nın yanından ayrıldıktan sonra Ahmet'in yanına çıkıp onunla da konuştum. Bu konuşma sırasında da artık onu sevdiğimi ve bunu da ondan gizlemeye çalışmayacağımı alenen öğrenmiş oldu"

"Gerçekten mi? Şu an Ahmet ağabey ile berabersiniz o zaman"

"Hmm... Buna şimdilik karşılıklı gönül bağlılığı diyebiliriz"

"Bu da ne demek şimdi Eylül?"

"O mevcut durumu sorun etmiyor ama ben bu bebek doğana kadar Ahmet'in yanında sevgilisi sıfatıyla durup onun elini tutamam Meral. Sevgim baki ona karşı olan hislerimi asla inkar edemem etmeyeceğim de ama bir süre bekleyeceğiz mecburen"

"İyi de o sorun etmiyorsa neden bekliyorsunuz ki?"

"Şu an bile onun karşısına bu halde çıkmış olmaktan dolayı yerin dibine girdiğimi hissediyorum Meral. İleride karnım iyice belirginleşecek biliyorsun. İşte o zaman o da bunun ağırlığını üzerinde hissetmeye başlayacak. Ben başka bir adamın çocuğunu taşırken nasıl Ahmet'in elini tutup ortalığa çıkabilirim ki? Bu kadar mükemmel bir sicile sahipken benim yüzümden arkasından neler söylenir düşünsene..."

"Böyle düşünme Eylül"

"Ama böyle düşünüyorum ve rahat olabilmem için böyle düşünmeye de devam edeceğim. Hem birbirimizi sevdiğimizi ben biliyorum Ahmet biliyor sen biliyorsun şu sıralar büyük ihtimalle Selim'de öğrenmiştir. Tabii benim Buğra'yı anlatırken büyük ihtimalle Ahmet'i de Elalara anlatmam gerekecek ama olsun. Şimdilik bu kadar az kişinin bilmesi kâfi"

"En son aradığımda Selim şirketteydi. Telefonla mı konuşacaklarmış?"

"Senin yanına geleceğim için Ahmet tek kalmasın diye Selim'de birkaç saatliğine hastaneye gelecekti. Haluk Bey şirkette olunca geliş gidiş daha rahat oldu"

"Buna sevindim çünkü Selim'in de biraz ağabeyiyle konuşup kafa dağıtmaya ihtiyacı var. Büyük stres atlattı biliyorsun"

"O Bayan Sağ Kol'da işin içinde değil mi? Kumpas kundak ve bilumum alavere dalavere kadının uzmanlık alanı sonuçta"

"Derya Hanım mı?

"Ay Meral sen de şu Cilveli Köstebek'e hanım deyip durma Allah aşkına! Hanımlığı kim kaybetmiş ki o bulsun?"

"Ne yapayım Eylül ağız alışkanlığı... Bizimle uğraştığı yetmiyormuş gibi seni de Ahmet ağabeyin karşısında çok zor durumda bıraktı değil mi?"

"Tam bir ay önce bebeğin ultrason fotoğrafını bulup bir çiçeğe takarak beni kutlama bahanesi ile resmen Ahmet'in gözüne soktu. Bebeği ondan öğrendi inanabiliyor musun? Hem de bunu öyle kötü bir zamanda yaptı ki! Bu yaptığını onun burnundan fitil fitil getirmemek için kendimi çok zor tutuyorum. Umarım teke tek bir yerde karşılaşmayız çünkü onu görürsem büyük ihtimalle zihnim bu yönde harekete geçmeye ve beni "Bu yaptığını yanına mı bırakacaksın Eylül?" diye kışkırtmaya başlayacak"

"Bence bu saatten sonra onu yok saymak yapılacak en doğru şey olacaktır. Neyse! Bu arada sen ne yapıyorsun? Ahmet ağabey burada kalman yönünde seni ikna edebildi mi?"

"Evet kalıyorum. Ahmet'i bu halde bırakamayacağım gibi annemin yanına dönmek de istemiyorum çünkü hem bana sormadan Buğra'yı buraya yönlendirdiği için hem de ona olur olmadık bir sürü şey anlatıp kafasını bulandırdığı için çok kızgınım"

"O halde sana bunu sormam da bir sakınca yoktur"

"Neyi?"

"Valla ben Selim Atahan'ın elçisiyim"

"Ben karısısın sanıyordum"

"Yapma Eylül!"

"Tamam söyle dinliyorum"

"EsirEt'in ve dolayısıyla bizim başımıza neler geldiğini az çok biliyorsun. Şu an sorun halloluyor gibi ama parfümün piyasaya çıkışıyla birlikte tanıtımları da eş zamanlı olarak dönmek zorunda. Bunu da mümkün olan en kısa zamanda yapmaları gerekiyor. Demem o ki Selim eğer başka planların yoksa yine seninle düzenli olarak çalışmayı çok istiyor"

"Şaka yapıyorsun!"

"Hayır çok ciddiyim. Derya Hanım'dan sonra asistanı Arzu Hanım'da Saygıner tayfasından çıktı ve Selim artık etrafında güvenebileceği insanlar olsun istiyor. Kabul edersen bu işbirliğin ona ilaç gibi gelecektir"

"Tabii ki de kabul ederim. Atahan markasının tanıtım yüzü olmak büyük bir şeref ama bu halde nasıl olacak? Hamileyim ya ben..."

"Merak etme bir şekilde halledilir. Bol bir kıyafet seçilir kamera açıları ayarlanır ya da ne bileyim yakın çekim yapılır... Yapılır bir şeyler işte!"

"İstanbul bana uğurlu geliyor galiba. Sizler tamam dedikten sonra benim için hiçbir sıkıntı yok. Gerçi Selim ile karşılaşınca ona da söylerim ama sen yine de Eylül ne zaman istersek yanımızda olmaktan dolayı mutlu olacakmış dersen çok sevinirim"

İkimizde birbirimize sıkıca sarıldık. Biz bu haldeyken de Meral'in annesi Verda Hanım ile Müberra Hanım geldi. Tabii ellerinde de misler gibi kokan birbirinden güzel ikramlar vardı. O andan itibaren de sohbet muhabbet koyuldukça koyuldu tabii...


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Bir haberde görmüştüm. Adam çatıya çıkmış kendisini terk eden karısına kameralar aracılığıyla seslenerek geri dönmesi için yalvarıyordu. Eylül gittiğinden beri yani yaklaşık 20-25 dakikadır elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım. Hani o kadar da sıkıldım ki bahsettiğim adam kadar olmasam da yine de telefon açıp "Eylüüüül! Geri dön Eylüüül!" diye yalvaracak kıvama geldim. Selim bir an önce gelse de şu zaman akıp gitse yoksa yerimde uslu uslu oturabileceğimi hiç sanmıyorum.

Yatağımın yanındaki komodinin üzerinden telefonumu aldıktan sonra asistanım Gözde'ye birkaç hastamın ismini verip dosyalarını odama getirmesini istedim çünkü Eylül gelene kadar zamanın hızlı geçmesini sağlayacak bir yol bulmalıyım. Telefonu kapatıp bir süre ne yapacağımı bilemez bir halde durduktan sonra kapım tıklatılınca ister istemez gülüp "Hızına hayran olmamak mümkün değil Gözde!" diyerek girmesini istedim. Ancak gelen Gözde değildi.

Kardeşim geldi ve yalnız da değildi. Anladığım kadarıyla kendime geldiğim öğrenilir öğrenilmez ifade vermem için hastane yönetimiyle görüşülmüş. Selim de konu hakkında yeni bilgi sahibi olmuş olmalı çünkü bana olan bakışları böyle düşünmeme neden oluyor. Sonuç olarak ifadem alındı ve Negahan Hanım'ın eşinden yani Uras Çamlı'dan şikayetçi olup olmadığım soruldu. Bu tarz durumlarda yapılan rutin işler yani.

Görüşme sonlanınca onların hemen ardından yanıma Selim geldi. Nasıl geçtiğini sorduğunda tek söyleyebildiğim şey de "Keyifsiz! O anları hatırlamak bana pek iyi gelmedi. Bu arada Eylül'e bu ifade verme mevzusundan bahsetmeyelim olur mu?" oldu. Bahsetmeyelim çünkü duyacaklarından hiç ama hiç hoşlanmayacak.

Selim yanıma geçip oturduktan sonra genel anlamda nasıl olduğumu ve her şeyin yolunda olup olmadığını sorunca konu konuyu açtığı için sohbette epey ilerledi. Ben ona Meral'i ve Kaan'ı sordum o da bana Eylül'ü sordu. Tabii böylelikle ona Buğra'nın geldiğini ve Eylül ile konuştuklarını söylemek durumunda kaldım. Aslında iyi de oldu çünkü biriyle konuşmaya ihtiyacım vardı. Bu kişi de Selim olunca ekstra iyi oldu.

"Ne konuşmuşlar peki?"

"Bilmiyorum sormadım. Nasıl sorulur ki böyle bir şey?"

"Haklısın. Peki Eylül nasıldı yani konuşmanın etkileri ona yansımış mıydı?"

"Geri döndüğünde savaştan çıkmış gibiydi. Aşağıda her ne olduysa ona çok net kararlar aldırmışa benziyor çünkü yanıma geldiğinde her zamankinden daha açıktı. Benimle ilgili olan hislerini de saklama gereği duymuyordu. Ona kendimle ve bizimle ilgili ne sorduysam lafı hiç dolandırmadan tüm açık yürekliliğiyle cevap verdi"

"Bu tatsız durumun bir artısı da olmuş o zaman"

"Bana yazılan özel bir notu saklamış inanabiliyor musun? Bunu neden yaptığını sorduğumda okumamı istemediğini çünkü okursam aklımın karışabileceğini düşündüğünü söyledi. Ne olursa olsun ne yaşanılırsa yaşanılsın beni kaybetme ihtimalini göze alamamış yani"

"Notu yazanın kim olduğunu biliyor musun?"

"Biliyorum söyledi"

"Peki aklın karışır mıydı Ahmet? O notu yazanın üzerinde böyle bir gücü var mıydı?"

Selim'in sorusunu hiç düşünmeden "Karışırdı. Hem de çok fena karışırdı" diye cevapladığımda kardeşim bu söylediğimden pek hoşlanmadı ama sonra "Tabii o notu Eylül'ü tanımadan önce almış olsaydım" deyince de bariz bir şekilde rahatladı. Selim her konuda olduğu gibi böyle konularda da ortada kalmayı pek sevmez. Onun için birini seviyorsan seviyorsundur. O saatten sonra sevdiğinden başkasını gözün görmez. Dolayısıyla işin içine acabalık durumlar girmesinden de tereddütler oluşmasından da hoşlanmaz. Bu yüzden de az kalsın bana tavır alacak gibiydi ama hemen çatmasın kaşlarını çünkü artık üzerimde böyle bir güce sahip olan tek bir kadın var. O da Ey-lüül!

"O halde bu notu yazanın artık senin için hiçbir anlam ifade etmediğini söyleyebiliriz"

"Kesinlikle! Onu gördüğümden bu yana kalben Eylülcüyüm"

"Meral çok sevinecek çünkü ikiniz adına anlam veremediğim ölçüde umutlu"

hnjmkljhugyfg.gif


"Ben de aynı ölçüde umutluyum ve umudumun da boşa çıkmayacağını hissediyorum ama keşke o adam buraya gelmemiş olsaydı. Zamanlaması gerçekten berbattı"

"Onun ortalarda dolaşıyor olması sizin için bir tehdit oluşturmaz. Sonuçta ikiniz de ne istediğinizi bilen insanlarsınız. Zaman geçtikçe her şey yavaş yavaş rayını oturacaktır"

"Eylül konuşmak için o adamın yanına indiğinde kontrolümü kaybediyorum sandım. Aklımdan neler geçtiğini tahmin bile edemezsin. Saate bakıyordum ama sanki durmuş gibi milim dahi ilerlemiyordu. Bir de Eylül tartışmamızın üstüne inince geri dönmeyecek diye çok korktum. O kızgınlıkla gitseydi ne yapardım bilmiyorum ama beni burada bir dakika bile tutamayacağınız kesindi"

"Siz neden tartıştınız?"

"Buğra gelmeden önce Eylül'ü arayıp sonra da onu geri aramasına yönelik bir mesaj bırakmıştı. Ben o aramaları ve mesajı Eylül görmesin diye sildim. Onun buraya geleceğini nereden bilebilirdim ki sadece telefonda konuşmak istiyor sandım. Eylül de zaten onu gördüğü için gergindi bir de benim böyle bir şey yaptığımı öğrenince iyice köpürdü"

"Sen de diyorsun ya onu gördüğü için gerginmiş belki de o an durdu durdu sana patladı"

"Yok yok! Bana bayağı ondan bağımsız kızdı"

"Sonra toparladınız mı?"

"Evet neyse ki konuşup işi tatlıya bağladık zaten bu not mevzusu ve şaşırtıcı itiraflar da sonradan yaşandı"

"Sevindim o halde"

"Selim ben ciddi ciddi aşık oldum. Benden hiç de beklenmeyecek hareketlerde bulunabilirim"

"Ne gibi?"

"Biz evlensek ya Eylül ile..."

"Ne?"

"Niye kulağa saçma mı geliyor?"

"Hayır neden saçma gelsin ki? Sadece kabul edeceğini sanmıyorum"

"Çok erken değil mi? Kesin davetiyeni bana da gönder bir çelenk yollayayım deyip lafı ağzıma tıkar"

"Açık konuşmamı ister misin?"

"Hoşuma gitmeyecek bir şey söyleyeceksin değil mi?"

"Eylül ile sizler kadar vakit geçirmedim ama şu zamana kadar ki gözlemlerime dayanarak söyleyecek olursam eğer Eylül bebek doğmadan ve o adamın kendilerine karşı duracağı mesafeyi tam olarak ayarlamadan sana asla evet demez. Kabul edeceği varsa da yapmaz bunu. Şu an bile ne kadar zor bir durumda olduğunu içinde nelere karşı savaş verdiğini anlayabiliyorum. Sana karşı olan duygularını kabul edebilmiş ve bunu da sana söyleyebilmiş olması bile onun için büyük olduğu kadar zor da bir adımdı. Onu daha fazla zorlama sadece yanında ol zaten o teklifi yapman gereken doğru anı yakaladığında bir başkasına bunu sorma gereği duymayacaksın. O an tek muhatabın kendini nasıl olduğunu bile anlayamadan yanında bulduğun Eylül olacak"

Haklı! Kızın hayatında umulmadık gelişmeler yaşanırken bir de üstüne ben çıkıp kafasını iyice allak bullak etmemeliyim. Ama onu kaybetmek ile karşı karşıya kalmaktan korkuyorum. Aslında her konuda elimden illa bir şey gelir ama bu defa gelememesinden çok korkuyorum. Sanırım dört duvar arasında eli kolu bağlı bir halde durmak bana iyi gelmedi çünkü Eylül ne zaman şu kapıdan çıkıp gitse bir daha dönmeyecekmiş gibi hissediyorum. Çok saçma farkındayım ama böyle işte.


........::::::::__Eylül / Saat : 19:15 __::::::::........

Meral ile gayet rahatlamış halde uzun uzun güzelce sohbet edip hasret giderdik ama hastaneye geri dönerken barut gibiydim. Ahmet'in nasıl olduğunu ve olağan dışı bir durum olup olmadığını öğrenmek için Gözde'yi aradığımda bana söylediği şey tüm devrelerimi yaktı. Bu yüzden de hastaneye asabiyet sınırımı epey bir geçmiş halde gelip kimseyle muhatap olmadan doğru Ahmet'in odasının bulunduğu kata çıktım. Koridorda ilerlerken de kendi kendimi "Sakin ol Eylül elbet geçerli bir açıklaması vardır" diyerek telkin etmeye çalışıyordum ama bu telkinin sonu da hep "Başlatmasın şimdi geçerli açıklamasından!" diye bitiyordu.

Odanın önüne gelip kattaki kızlara içeride biri olup olmadığını sorduktan sonra kontrole gelen doktorun yeni gittiğini öğrenip hızla kapıyı açtım ve Ahmet'in yanına gelip sinirle "Bana az önce duyduğum şeyi yapmadığını söyle doktor!" dedim. Birkaç saniyelik şaşkınlığın ardından "Neden bahsettiğini söylersen eminim ki neyi yapıp neyi yapmadığımı sana rahatlıkla söyleyebilirim" dedi. Yapmasın Allah aşkına! Yüzündeki ifadeden ne demek istediğimi anladığı o kadar belli oluyor ki resmen şu an zaman kazanmaya çalışıyor.

Gözlerimi lafı dolandırma dercesine üzerine dikip "Gözünü bile kırpmadan canına kasteden o caniden şikayetçi oldun mu olmadın mı?" diye sorduğumda gözlerini kaçırdı. Cevabımı aldım ama tepki verebilmem için bunu sesli olarak da duymam gerekiyordu. Ellerimi belime koyduktan sonra kaşlarımı çatarak cevap beklediğimi söylediğimde bakışlarını yeniden bana doğru döndürüp "Olmadım" dedi. Ne demek olmadım ya aklımı kaçıracağım şimdi!

waresrdtfy.gif


"Sen ne dediğinin farkında mısın? Adam seni öldürüyordu Ahmet gözlerimin önünde hiç acımadan vurdu seni ne demek şikayetçi olmadım! Bir de adamın yakasına kırmızı kurdele taksaydın da tam olsaydı bari!"

"Yaptığı şeyden dolayı çok pişmanmış ve..."

"Tamam harika bir fikrim var! Ben de onu vurayım sonra da çok pişmanım deyip paçayı kurtarayım konuyu da tamamen kapatalım"

"Eylül bak..."

"Bana Eylül bak falan deme doktor! Bana ömründen ömür alıp sana kötü anlar yaşatarak günlerce perişan olmana neden olan o adamı hapishanelerde sürüm sürüm süründüreceğim de!"

Demiyor ya! Odanın içinde dört dönerken gayet sakin bir üslupla "Uras Bey yarın buraya gelecek ve ne söylemek istiyorsa söyleyecek ben de aldığı olumlu tavra karşılık aramızda herhangi bir sorun olmadığını söyleyerek bu konuyu kapatacağım" deyince başımı resmen ağır çekimde ona doğru çevirdim. Benimle kafa buluyor değil mi?

Gözlerime kendinden emin bir edayla bakıp sözlerine devam ederek "Sen gelmeden bir saat kadar önce Nagehan Hanım aradı. Eşini görmeye gitmiş ve uzun uzun konuşmuşlar. Ona ameliyatı ile ilgili olan tüm riskleri nasıl azalttığımızı ve eğer engel olmasaydı şu an kendisinin sağlığına kavuşmuş hastaneden çıkacağı günü bekliyor olacağını da gayet güzel anlatmış. Uras Bey de operasyonun gerçekleşmesine razı gelmiş artık eskisi gibi karşı çıkmıyormuş. O sadece karısını kaybetmekten korkan bir adam Eylül ve yaptığından da son derece pişman" dediğinde içimden "Ben de seni kaybetmekten korktum!" diye feryat figan etsem de gözlerimin dolmasını güç bela engelleyip "Bu olanlara rağmen o amaliyatı yine de yapacaksın yani? Ya adamın kafası yine heyheylenirse ne olacak? Senin canının kıymeti yok mu ya!" diye sordum.

Yok herhalde çünkü ciddi bir tavırla "Doktorum ben... Önceliklerim farklı" dedikten sonra elden bir şey gelmez dercesine bir bakış atarak "Eylül beni anlamaya çalış. Bunu seninle daha önce de konuşmuştuk sadece kendimi düşünüp bana güvenen bir hastamı yarı yolda bırakamam. Onu iyileştirip hayatına sağlıklı bir halde devam edebileceğine inandığım bir hastama bunu yapamam. Böyle bir şeyi daha önce hiç yapmadım bundan sonra da yapmam mümkün değil" dedi. Ben bu işi bir ayağım çukurda yapıyorum yaşatmak için ölmem gerekiyorsa da paşa paşa ölür giderim ne olacak diyor yani!

Kollarımı önümde kavuşturup dudaklarımı kemirerek sakin durmaya çalışıyordum ama sonra bunu yapmaktan vazgeçtim çünkü burada daha fazla kalırsam bunu başaramayacağımı anladım. Maalesef anlaşma yoluna girmemiz mümkün gözükmüyor. Biz şimdi sabaha kadar bu konuyu tartışır dururuz çünkü ona laf çarpmadan duramam gibime geliyor. Konu üzerine başka bir şey söylemeyip üzerimdeki deri ceketi çıkararak koltuğun üzerine bıraktım ve "Daha önceden kiraladığım ev hâlâ benim görünüyor. Bu gece orada kalacağım sen de yarın neredeyse katilin olacak olan adamla otur o aksiyonlu günlerinizi güzelce yad et bakalım!" dedikten sonra arkamdan "Eylül durur musun lütfen!" demesine aldırmadan odadan çıkarak kapıyı kapattım. O adamı affetmiş olmasını da şikayetçi olmamış olmasını da hazmedemiyorum arkadaş! O ameliyathanenin önünde haber beklerken kalbi yerinden çıkan kendi değildi tabii ondan böyle rahat!

Odadan apar topar çıkıp koridoru da bir hışımla geçerken Sinan da yukarıya geliyormuş ki önüme çıkar çıkmaz beni durdurup ne olduğunu sordu. Ne olacak canım bizim doktor kendisini süzgece çeviren adamla yarın karşılıklı oturup hoşbeş edecek. Bir şey yok yani! Canım o kadar sıkkındı ki konuşmak istemedim ve ondan ne olduğunu gidip hastanelerinin yüce gönüllü doktoruna sormasını istedim. Böyle söyleyince o da şaşırdı.

"Sen bu sinirle nereye gidiyorsun?"

"Eve gidiyorum. Şu günün bir an önce bitmesi için kafayı vurup uyuyacağım"

"Tamam sakin ol. Şimdi git dinlen ve biraz kafanı topla"

"Kafam toplu benim sen onu git orada serum eşliğinde boylu boyunca yatan cengaver arkadaşına söyle!"

"Tamam bana kızma bari. Ben bu gece burada Ahmet ile kalır onunla konuşurum merak etme"

Yahu merak etsem ne olur etmesem ne olur? Adam yarım kalan işini tamamlamak için geri dönmeyi bekleyen gönüllü intihar timi gibi görmüyor musunuz! Konuşturmayın beni şu an ağzımdan neler çıkacağını gerçekten kontrol edecek halde değilim. Sinan ile vedalaşıp hastaneden çıkarak bir taksiyle evin önüne geldim. Adama ödemeyi yaptıktan sonra da apartmana girip yukarıya çıkarak eve girdim. Girdim ama kendimi o kadar kötü hissettim ki anlatamam. Kenan ile şuraya oturup dertleşmemiz ve tam da o sırada Ahmet'in gelip Derya Üstündağ'ın da konuya tüyü dikmesi sanki dün yaşanmış gibi...

Yatak odama gitmeye hiç yeltenmedim bile çünkü şu an oradaki anılarımla yüzleşecek halde değilim gibi geldi. Hamile olduğumu öğrenmem ve Ahmet'in gönderdiği yasemin çiçeklerinin bulunduğu cam kutuyu bilmeden kırıp sonra da ağlayarak yere saçılan çiçekleri toparlamaya çalışmam aklıma geliyor olsa da gözümde canlansın istemiyorum. Salona geçip çantamı sehpaya koyduktan sonra kendimi koltuğumun üzerine bıraktım. Şu an düşünmemek için deli gibi midye yemem lazım ama aynı zamanda yememem de lazım. İzmit'te bulunan doktoruma sorduğumda bazı mantıklı görünen sebepler sunup midyeyi bir süre yemememin uygun olacağını söylemişti çünkü.

Ama bir şey yemem gerekiyor yoksa düşündükçe kurup kurdukça da düşünüp daha da çok kızacağım. Çantamın içinden telefonumu alıp tam pizza siparişi verecekken bundan da vazgeçip direkt telefonumda kayıtlı olan marketi aradım. En ufak bir mide kazınmasında midye yiyen sen bu hallere düşecek kadın mıydın be Eylül!

Siparişi verdikten sonra telefonu kenara koyup koltuğa uzandım. Bu ne kadar sürdü emin değilim çünkü Ahmet'in vurulduğu anı tekrar tekrar düşünüp o Uras denen adama iyice bilenirken zamanın nasıl geçtiğini pek anlamadım. Neyse zaten sonra marketten gelip siparişlerimi teslim ettiler. Torbaları boşatıp peynirdi zeytindi süttü ekmekti derken kendime de küçük bir tabak hazırlayıp salona geri döndüm. Oturdum yiyorum ama sanırsınız ki yemek yemiyor düşman sahalarına füze gönderiyorum. O sırada da gelen mesaj sesiyle yemeye ara verip bakışlarımı telefonuma çevirdim.

Seni görmeyi umarak baktığım her yerden Sinan çıkıyor
Bu çok sinir bozucu olmaya başladı


(Ya sen gel ya da ben geleyim diyen bıkkın Ahmet)

Mesaja göz ucuyla bakıp yazdığını okurken kapı zili tekrardan çaldı. Son kısımdaki meşhur imzasına ister istemez tebessüm ettim ama cevap bile yazamadan telefonumu açık bir halde sehpaya geri bırakmak zorunda kaldım. Az önce siparişleri getiren çocuk gelmiş olabilir çünkü bana da para üstünü eksik verdi gibi gelmişti. "Açıyorum!" diyerek seslenirken aynı anda da koridora doğru yürüyüp dediğim gibi kapıyı açtım. Açmaz olaydım! Elin adamı düşünmüş şu kapının üzerine geleni gideni gör diye delik açmış sen de sadece bir zahmet eğilip bakacaksın be Eylül!

Tüm bunları neden mi diyorum? Diyorum çünkü kapıyı açmamla birlikte daha ne olduğumu bile anlayamadan Buğra bitik bir halde salıncak gibi sallanıp elini de kapıma dayayarak "İyi değilim ben... Hayatımdaki herkesi her şeyimi kaybediyorum. Sana ihtiyacım var Eylül... Bu bebeğe tutunmaya ihtiyacım var" dedikten sonra "Hop hop hooop!" dememe kalmadan içeriye dalıp üzerime doğru yığılır gibi oldu.

Sarhoş mu bu? Evet sarhoş! Hem de gel kibriti çak sen de kurtul ben de kurtulayım diyor resmen. Yalnız şeytan da diyor takıl bana hayatını yaşa! Onu tutamadığım ve de yere doğru kayarken eğilemediğim için doğal olarak yere yapıştı geri zekalı! Hay ben böyle işin içine o yiyemediğim midyenin limonunu sıkayım emi!

Untitled-115661.png


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
1520a64d88bcac0f92620642093.png


31.Bölüm : Kalbinden atmış ya gücü yetiyorsa gelsin buradan da atsın

........::::::::__Eylül __::::::::........

Akşam akşam kapıma dayanan bu eceli yaklaşmış adam müsveddesinin yerdeki bitap haline çaresizce bakarak "Buğra kalk şuradan!" dedim. Kalkmadığı gibi bir de sırtını duvara yaslayarak yerde oturmaya devam etti ve bir yandan ayağıyla kapıyı kapatıp bir yandan da ne dediği zar zor anlaşılır bir halde bir şeyler zırvalamaya başladı. Ben farkında olmadan kesin birine bir kötülük ettim o yüzden bu uyuzla sınanıyorum.

"Sitenin girişine diktikleri güvenlik ayakta uyuyor. Bu halde bile atlattığıma göre... Dikkat et kapıyı herkese açma"

Sahi selamsız sabahsız elini kolunu sallaya sallaya nasıl girdi bu içeriye? Ayağımın ucuyla bacağından dürtüp "Şişşt! Buğra kalk git şuradan yoksa o ayakta uyuyor dediğin güvenliği çağırır yaka paça attırırım seni!" dediğimde acı bir gülüşün ardından yüzünü asarak "Ona söyle... Uyanıp seni yanında göremeyince merak eden o doktor bozuntusuna... Kalbinden atmış ya beni gücü yetiyorsa gelsin buradan da atsın" deyince bana da hafiften hafiften afakanlar basmaya başladı. Dua etsin hamileyim yoksa bacaklarından tutar merdivenlerden kafasını vura vura indirip kapının önüne kendim koyardım onu!

Ama bu böyle olmayacak bu adamın buradan bir an önce çıkıp gitmesi lazım. Ayaklarının üzerinden geçip mutfağa girdikten sonra ne var ne yok diye bakıp dolapta kalmış olan granül kahveyi elime aldım. Türk kahvesi kadar işe yarar mı bilemiyorum ama mecburen deneme yanılma yöntemine başvuracağız. Kavanozu açıp kokladığımda ne yalan söyleyeyim kokusu pek güven vermedi ama şu an yapabileceğim bir şey yoktu. Artık el mahkum umduğunu değil burnuna dayananı zıkkımlanmak zorunda! Su kaynatıp bardağa kahveyle birlikte koyduktan sonra mutfaktan çıktım.

Çıktım da nerede bu? Az önce kapının önünde oturuyordu ama şimdi yok. Çekip gitmiş olabilir mi diyeceğim ama o kadar şanslı olabilir miyim bilemiyorum. Kuşkucu gözlerle banyoya ve odama doğru bakıp sonra da ağır adımlarla salona doğru yürümeye başladım. Ne yazık ki oradaydı. Geldiğimi anlar anlamaz da yüzüme bile bakmadan "Sen gidemiyorsun... Bence o da gelmese iyi olur" dedi. Elindeki benim telefonum mu?

Ahmet'in yazdıklarını okuduğunu görünce kan beynime sıçradı. Hızla yanına gidip telefonumu elinden alarak kahveyi de "Sen bırak özel hayata saldırıda bulunmayı da iç şunu! Tarihi geçmiş ama idare edeceksin artık" deyip ona doğru uzattım. Daha önce yanlışlıkla bozuk kahve içmişliğim olmuştu herhangi bir şey olmuyor yani telaşa mahal yok. Haa! Buğra için telaş eden olur mu o da ayrı bir tartışma konusu tabii.

Uzattığım kahveyi koklayıp yüzünü fena halde ekşiterek "Senin kahvelerin güzel olurdu. Bu bir tuhaf kokuyor bozuk gibi" deyince susup içsin diye bardağı kaldırıp "Çok soru sorma da iç şunu sonra da çek git nereye gideceksen!" dedim. Birkaç yudum içtikten sonra bardağı "Bırakma iç!" dememe aldırmadan sehpaya bırakıp koltuğun üzerine kıvrıldı. Yapma bunu ya! Belki de rezil olmayı göze alarak güvenliği çağırsam iyi olacak. Kesin kendisine dokunulmasın diye bağırır çağırır ama bunu göze almak zorundayım gibi görünüyor.

Keşke Sinan hastanede kalmasaydı da onu çağırıp sessiz sedasız şunu bir taksiyle buradan gönderebilseydik diye düşünürken "Ben çok kötü biriyim değil mi Eylül?" demesiyle bakışlarımı ona doğru çevirdim. Tam o an ki sinirle "Ha şunu bileydin be Buğra!" diyecekken lafımı yutmak zorunda kaldım. Gözünden akan şey yaş mı yoksa bana mı öyle geliyor? Sakın ona acımaya kalkma Eylül yoksa külahları fena değişiriz.


aetrsyhjyhkgj.gif


Bıkkın bir halde önündeki sehpaya oturup "Aslında değilsin ama sen kötü olmayı seçiyorsun. İnsanların seçimlerine saygı duymayıp hayatlarına ambargo koymaya çalışıyorsun ve haddin olmamasına rağmen herkes hayatına senin istediğin şekilde yön versin istiyorsun. Ama bunları yaparak zamanında seni çok sevmiş insanları da kendinden uzaklaştırıyorsun farkında mısın? Bu nereye kadar böyle gidecek söylesene. Her şeyi denedin ama olmuyor işte! Bak Ela yakında kendi yolunu çizip kızıyla ve sevdiği adamla bir yuva kuracak. Sen engel olmaya çalışsan da çalışmasan da bunu yapmanın bir yolunu elbet bulacak. Bulmak da zorunda çünkü bir anne olarak Rüya'ya bunu borçlu anlıyor musun? Birbirini seven gerçek bir aile vermeyi o küçücük kızına borçlu" dediğimde bakışlarını kaldırıp son derece sakin bir ses tonuyla "O da benden nefret eder mi?" diye sordu. Edecek gibi görünüyor ya...

"Rüya mı? Ailesini paramparça etmeye devam edersen evet senden nefret ederek büyüyecek ama geç de olsa hatanı fark edip onların yolunu açarsan o küçük kızın hayatında da her zaman Buğra amcası olarak kalabileceksin"

İlk anda söylediğini yanlış anlayarak bunu dedim ama sonra sözümün bitmesini bekleyip "Bebekten bahsetmiştim. Bizim bebeğimizden..." demesiyle az önce gerçekte neyi kastettiğini daha net anladım. Sanki her şey güllük gülistanlıkmış gibi bebeğimiz demeyeydi daha iyiydi ya hadi bunu da kafasının gidik olmasına verelim.

"Bu sorunun cevabı bundan sonra nasıl bir insan olmayı seçtiğinle doğru orantılı. Tabii böyle davranmaya devam etmekte ısrarcı olursan senin gibi bir babası olduğu için utanç duyacağını öngörmek hiç de zor değil. Sonuçta zarar verdiğin insanlar onun da en yakınları ve en sevdikleri olacak"

"Eylül..."

"Ne?"

"Bana kızgınsın biliyorum. Çok ağır sözler söyledim sana... Kırdım seni... Hem de birçok defa. Hiç hak etmediğin gibi davrandım. Gitmez dedim çünkü... Ne yaparsam yapayım Eylül beni bırakmaz. Hep yanımdaydı yine yanımda kalır. Emindim senden. Kaybetmem sandım. Böyle bir güvenim vardı sana karşı. Sadece güven de değil. Dile getiremediğim söylemesem de bana baktığında bir şekilde anla istediğim... Sende de karşılığı olan..."

Hop hop! Bu hoş olmayan bir itirafa doğru gidiyor yani hemen müdahale etmem gerek. "O dönem karşılığı olan şu an hiçbir karşılığı yok yalnız!" dediğimde birkaç saniye sessiz kaldı. Kıpkırmızı olan gözlerinin dolmasını engellemeye çalışsa da gözyaşları peş peşe aktı. Görünen o ki sarhoş Buğra olarak neler kaybettiğinin gayet farkında ve vicdan muhasebesi de pek umduğu sonuçları vermiyor.

"Özür dilerim. Ben gerçekten çok özür dilerim"

"Yine hiçbir şey ifade etmeyen o özürlerin..."

"İnanmıştım biliyor musun? Kapına daha önce neden fark edemedim dediğim hislerle geldiğimde gerçekten bambaşka bir hayat yaşayabileceğimize ben de senin gibi inanmıştım"

"Bu konuları konuşmak istemiyorum. Ben o simsiyah sayfayı kapattım yeniden açmaya da niyetim yok"

"Belki de bu yüzden sana o kadar kızdım o kadar ağır konuştum. İyiyi de kötüyü de her zaman yüzüme vurduğun için senin her sözüne çok güveniyordum ama Gürsoy ile kapıda yaptığınız konuşma tüm düşüncelerimi yerle bir etmişti. Hırçınlaştım. Sana asla söylememem gereken o sözlerin bu lanet ağzımdan çıkmasına engel olamadım..."

Gürsoy demese hâlâ saf saf onu dinlemeye devam edecektim. Hangi ara onunla konuşmaya daldım ki ben? Kenan ile yaptığımız telefon görüşmesinde adam bana ne dedi? Seni yanına çekmek isteyebilir kanma dedi değil mi? Ama işin kötüsü bu odunda sarhoşken ne hissediyorsa ne düşünüyorsa onu söyler. Yani kafa kayık olduğu için şu an ufak atıp civcivleri beslemeye çalışmıyor olma olasılığı çok yüksek. O sarhoşken değil ayıkken arızaya bağlayan tiplerdendir çünkü.

Oturduğum yerden doğrulup "Neden bana bunları anlatıyorsun? Ne faydası var ki şimdi bunların!" dediğimde gözlerini yavaş yavaş kısarak "Sen de benden nefret etme diye... O gün neden öyle davrandığımı anla diye" dedi. Harika! Dedi diyeceğini şimdi de koltuğumda uyuya mı kaldı bu! Sakin ol Eylül sadece sakin ol çünkü bunların hepsi geçecek. Ayağa kalktıktan sonra telefonumu çantama koydum ve üzerime bir şey alarak kapıya doğru yürüdüm çünkü o buradayken bu evde kalamam. Ayrıca Ahmet'i de... Neyse bu sefer de noktaları siz doldurun çünkü tahmin edemeyeceğiniz bir şey olmadığı kesin.

"Eylül..."

Kapıdan çıkacakken arkamdan bayık bayık seslendiğini duyunca ne olduğunu sorarak arkamı döndüm ve bana "Onu alma benden... Bu hayatta gerçek anlamda sahip olduğum tek ve en önemli varlık o. Belki de bebeğimiz beni daha iyi biri yapar. İyi gelir bana" deyip sonra da cevabımı beklemeden uyumasıyla derin bir iç çekip evden çıktım. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Evet bu bebek ona gerçekten iyi gelebilir bunun farkındayım ama bu konuda gösterdiğim iyi niyetin bana yol su elektrik olarak geri dönmesini istemiyorum. Ayrıca sarhoşken söyledikleri değil ayıkken yaptıkları önemli.

........::::::::____::::::::........

Tahmin edileceği üzere hiç düşünmeden soluğu hastanede aldım. Ahmet beni kızdırsa da kafamı attırsa da şu an olmam gereken tek yerin burası olduğunu hissediyorum çünkü. Ama ne olursa olsun şu şikayetçi olmama mevzusunu unutmadım. Bu bana göre yanlış bir karardı doktor! Bu konuda benden geçer not alman mümkün değil.

Asansörle yukarıya çıktıktan sonra oradaki tanıdık kızlarla selamlaşıp mızmız hastamızın ne durumda olduğunu sordum. İyi olduğunu ama şu an uyuduğunu öğrenince ne yalan söyleyeyim biraz canım sıkılmadı değil. Halbuki içeriye girdiğimde biraz ağız dalaşına girer keyfimizi yerine getiririz diye düşünüp kendimi ona göre hazırlamıştım.

Kızlarla vedalaşıp odanın kapısını açtıktan sonra Sinan beni görüp sessiz olmam için işaret yaptı. Ahmet'in uyuduğunu bildiğim için ses çıkarmadan içeriye girip çantamı bir kenara bıraktım. O sırada da Sinan bana her şeyin yolunda olduğunu ve doktorun kontrolü sırasında duruma göre Ahmet'in yarın eve çıkabileceğini söylediğinden bahsetti. Bu çok iyi bir haberdi.

"Niye oturur vaziyette uyuyor ki yatağın başını niye indirmediniz? Tutulmasın böyle..."

"Biraz ağrısı varmış en rahat ettiği pozisyon bu oldu"

"Doktoru taburcu lafı etmiş ya ondan başlamıştır o ağrı"

"Beyan esastır demekten başka yapılacak bir şey yoktu"

"Bu güzel haberi hasta dosyalarını inceleyerek mi kutladınız? Eğer öyleyse tuhaf bir eğlence anlayışınız varmış"

"Hiçbir şey yapmadan öylece yatmaya alışık bir adam değil. Zamanı geçirmenin bir yolunu elbet bulmalıydı. Bu arada sen neden bu saatte geldin? Giderken sinirliydin bana da yatıp uyuyacağım demiştin"

"Evi hamam böceği basmış ben de akşam akşam uğraşamam deyip buraya geldim"

"Böcek konusunda ciddi misin yoksa başka bir durum mu var?"

"Boş ver uzun hikaye! Sonuç olarak refakatçi görevime geri döndüm"

"O halde bana gerek kalmadı"

"Bingo! Ben geldim ve sana yol göründü Sinan darılmaca gücenmece yok"

"Tamam gidiyorum zaten Eylül'ü arayıp gelmesini sağla diye diye başımın etini yedi"

"Bak sen!"

"Öyle valla. Neyse ihtiyaç halinde ararsınız"

"Sağ ol"

Benim burada kalacağımı öğrenince Sinan izin isteyip yanımızdan ayrıldı. Ben de o gider gitmez ellerimi yıkayıp Ahmet'in yanına geldim. Ona kızmış olmam kendisini hâlâ önemsediğim gerçeğini değiştirmiyordu ama bir iyileşsin o şeytan tüylerini tek tek yolacağım onun. Bu yaptığının acısı başka türlü çıkmaz çünkü..

Elimi yanağına koyup baş parmağımla tenini belli belirsiz okşarken bir yandan da duymayacağını bile bile "Gel dedin geldim doktor! Hem de sana kızmama rağmen geldim kıymetini bil" dedikten sonra sol kaşının tam üzerinden alnını öptüm. Geri çekildiğimde herhangi bir tepki vermedi. Özellikle dudağının kenarına baktım ki uyanıksa illa kıpraşıp bana kendisini belli ederdi ama herhangi bir kıpırdanma olmadı. Uyanmayışına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.

Sandalyeyi yanına çektikten sonra dirseklerimi yatağın yan korumalıklarına yerleştirip çenemi de ellerimle destekledim ve Ahmet'i izlerken "Biz seninle nasıl olacağız be doktor?" demeden de duramadım. Bunu sesli söylediğim için kendi kendime kızdım çünkü ne dediğimi anlayamasa da sesim uyanmasına neden oldu. Gözlerini aralayıp boşboş baktıktan sonra baş ucunda beni bulunca muhtemelen gülümsememden ve "Bu saatte günaydın desem çok abes kaçar değil mi?" dememden cesaret alarak "Karşında fosur fosur uyuyan bir adamı ne diye izliyorsun Eylül? Allah aşkına başka işin mi yok!" demesi de gecikmedi tabii. Misillemeni yesinler! Göz benim değil mi? İzlerim izlemem bu yaralı kuş halinle sana mı soracağım doktor!

Minik dokunuşlarla saçının önünü karıştırırken "Geldiğimde uyuyordun ben de gözlerimi üzerine dikerek psikolojik baskı uygulayayım bari dedim. Uyandığına göre bu yöntem tuhaf bir şekilde işe yaramışa benziyor" dediğimde beni şaşırtmayıp gözlerime dik dik bakarak "Öpseydin de uyanırdım" dedi. Hee uyanırdın! Alnının çatından olmasa da az yanından öptük işte uyansaydın. Bunu ona söylemeyeceğim tabii ki bilmesine gerek yok. Hissetseydi ne yapayım!

Kurcaladığım saçına bakarken bir yandan da gülümsememi engellemeye çalışıp "Ne öpeceğim Allah aşkına git söyle Sinan öpsün seni" deyince yine tüm sempatikliğiyle "Sinan değil de beni kuyrukta bekleyen kızlardan birer öpücük alsam hiç fena olmaz. Enerjim yükselir belki" dedi. Akşam akşam benden laf arama doktor! Ben şimdi senin enerji ayarlarını bir arapsaçı ederim memleketteki tüm doktorlar bir araya gelse bir daha eski haline döndüremezler seni!

Kıskançlık seviyemi ölçer bir edayla pişkin pişkin gülerken söylediği şeyin üzerine ayaklanıp "Dur ben senin serumuna aromatik bir şeyler karıştırayım fazla sade geldi gözüme! Şöyle damarlarından Arnavut biberi gibi yakarak geçecek bir şeyleriniz vardır herhalde!" dememle birlikte hemen bileğimden yakalayıp "Tamam lafımı geri aldım! Bu defa içerik konusunda kafana göre takılmana müsaade edemem" dedi. Yeniden yanına oturduğumda rahatladığı belliydi. O da biliyor ne deli olduğumu...

"Eylül..."

"Tamam bir şey yapmayacağım"

"Yok o değil de... Beni zorla taburcu ediyorlar"

"Niye zorla olsun ki sen evine gitmek istemiyor musun?"

"Olmak istediğim yer orası değil ki"


wedasgtfhyj.gif


"Neresi diye sormayacağım"

"Sorsaydın keşke güzel bir cevap hazırlamıştım kendime"

Sorayım da bana olmak istediği yerin benim yanım olduğunu söylesin ben de ne diyeceğimi şaşırayım değil mi? Bunu bile bile sormam. Dudağını hadi sorsana der gibi muzur muzur büzünce kaçamak bir cevap vererek "Sormayacağım çünkü neresi olduğunu biliyorum. Seni artık tanıyorum doktor hatta Ahmet'i nasıl bilirsin deseler ciğerini bilirim deme aşamasına da gelmek üzereyim" demeyi tercih ettim. Şaşırdı ama bu ifadesine uzun süre yansımadı.

Elimi kendisine doğru yaklaştırıp "Sen yine iyisin ben hâlâ Eylül bana iyi bir şey mi dedi yoksa kötü bir şey mi dedi aşamasından bir adım dahi ileriye gidemedim" derken aynı anda da parmaklarını yüzük parmağımın etrafında gezdirince bu yaptığını garipseyip "Parmağımla alıp veremediğin ne öğrenebilir miyim? Hayır yani takıp çıkarmalı mı diye bakıyorsan sorman yeterliydi" demek zorunda kaldım.

Gülümseyerek elimi bırakırken bir yandan da "Bir alıp veremediğim yok sadece çok ince olunca dikkatimi çekti" dedikten sonra diğer parmağımdaki yüzüğümü işaret ederek "Şu yüzüğü alabilir miyim? Bir şey merak ettim de" dedi. Sen yine ne merak ettin acaba? Gözlerimi kuşkuyla gözlerinde gezdirip "Sen iyi misin?" diye sorduğumda iyi olduğunu söyleyerek ısrarla "Hadi ver!" dedi. Hayda! Yüzüğü çıkarıp uzattığımda hemen alıp serçe parmağına "Tam da düşündüğüm gibi... " diyerek taktı ve bana doğru tutup "Yakıştı bence" dedi. Yakıştı mı bilmem ama iyi olup olmadığı konusunda bir takım şüphelerim oluştu.

Elini tutup yüzüğümü parmağından "Bana daha çok yakışır doktor! Takılarıma göz dikme fena bozuşuruz" diyerek çıkardıktan sonra bana "Ona ne şüphe" demesiyle kısacık bir an durup sonra da "Hadi sen uyumaya devam et. Ben geldim diye uykun kaçmasın" dedim. Dedim de ayağa kalktıktan sonra bir şey benim adım atmamı engelledi. Sevimsiz bir konu biliyorum ama ona Buğra'yı söylemeliyim. Şimdi bugün ya da yarın Sinan ile karşılaşmış olur o da gider arkadaşı diye Ahmet'e çıtlatır falan sonra da al başına belayı. Bunu benden duyarsa daha iyi olur sanki.

"Ahmet benim sana bir şey söylemem lazım"

"Kötü bir şey mi?"

"Yoruma bağlı"

"Ne oldu Eylül?"

"Gönderdiğin mesajı okurken Buğra geldi. Evimin yerini nasıl öğrendi hiçbir fikrim yok ama geldi işte o yüzden sana cevap yazamadım"

Yüz ifadesi belirgin bir şekilde değişti. Bozuldu ya da kızdı ama ona bir şey diyemem çünkü adam sonuna kadar haklı. Aklından neler geçtiyse artık gergin bir sessizlik yaşadıktan sonra bakışlarını yeniden bana doğru çevirip "Bilmem gereken başka ne var Eylül?" diye sordu. Bu adamın bir durum karşısında hemen parlamayıp önce olayı anlamaya çalışmasını çok olumlu buluyorum. Bu en büyük artılarından biri. Kısa bir süre konuştuğumuzu ve Buğra'nın bu sefer biraz daha ılımlı olduğunu söylediğimde tahminimin aksine çok daha fazla gerildi. İyi de ılımlıydı derken canciğer kuzu sarması olmayı kastetmedim ki.

"Ahmet huzursuz ol diye söylemedim. İlla kulağına gelirdi ve ben de bunu benden duy istedim"

"Sana karşı bir saygısızlığı oldu mu? Herhangi bir şey..."

Gözümün içine bakarak ne söyleyeceğimi tedirgince beklerken kendi kendime "Hadi Eylül!" dememle birlikte ona da "Hayır bir sorun olmadı. Sadece bilmen gerektiğini düşündüğüm bir diğer şey de şu an hâlâ benim evimde olduğu" dedim. Haklı olarak bu dediğime de bir mana veremediği gibi hoşlanmadı da. Yalan yok ben de olsam durumun nasıl geliştiğini bilmediğim için bu evinde kalma işinden hoşlanmazdım. Yattığı yerden doğrulmaya çalışıp kalkma dememe aldırmadan tek dirseğinin üstünde durdu ve bu duyduğuna kızmış gibi bakarak "O adamın senin evinde olmaması gerekiyor Eylül!" dedi. Biliyorum!


werfggtfghuj.gif


"Bunu biliyorum ama o an yapabileceğim bir şey yoktu"

"Ne demek yoktu? Her zaman yapılabilecek bir şeyler vardır"

"Geldiğinde alkollüydü. Onu bu halimle evden nasıl çıkarabilirdim söyler misin?"

"Alkollü olduğunu bile bile onu içeriye mi aldın?"

"İçeriye almadım! Geldiğinde zaten sallanıyordu sonra da ayakta duramayıp kapının önüne yapıştı. Ayılıp gitsin diye kahve yapmaya gittiğimde de çoktan salondaki koltuğa geçmişti bile"

"Kahve yapmak yerine sitenin güvenlik görevlisini arayıp onu oradan almalarını söyleyebilirdin. Bu çok mu zor Eylül? Her şeyi geçtim beni arasaydın"

"Sen bu halde ne yapabilirdin ki?"

"Ya Sinan'ı ya Selim'i ya da bir başkasını yanına gönderirdim. En olmadı kalkar gelirdim ama muhakkak bir şey yapardım"

"Gitmeyince onu orada bırakıp bu saatte ben senin yanına geldim yetmez mi?"

Sinirlendi farkındayım ama söylemeseydim ve başka türlü öğrenseydi çok daha fazla sinirlenecekti. Kendimi onun yerine koyuyorum da tepem fena atardı herhalde. Çatık kaşlarıyla bir süre düşündükten sonra son derece ciddi bir tavırla telefonunu eline alıp arama yapmaya başladı. Kimi arıyor diye merakla beklerken de Sinan ile konuştuğunu anladım. Ona hastaneden çıkıp çıkmadığını soruyordu. Çıkmamış olacak ki gitmeden önce yanımıza uğramasını rica etti. Sanırım onu neden çağırdığını biliyorum. Hatta bence hepimiz biliyoruz.

Kollarımı önümde kavuşturarak tek kelime edemeden Ahmet'e baktığımda o da bu konuda taviz vermem dercesine bana bakıp "Orada kalamaz Eylül gitmesi lazım" dedi. Karşı çıkmadım ya da aksi bir şey söylemedim çünkü kendimi onun yerine koyduğumda bunu yapması çok da abesle iştigal gelmedi. Yani bu konuya an itibarıyla tarafımdan kilit vuruldu. Aramızda Buğra'nın bahsinin geçiyor olması bile yeteri kadar can sıkıcı zaten.


setdrtfcygh.gif


Sonra ne oldu? Tabii ki Sinan geldi ve Ahmet benden anahtarlarımı ondan da Buğra'yı koltuğumun üzerinden alıp evimden çıkarmasını istedi. Sinan da şaşırdı ama anahtarları aldıktan sonra merak etmememizi ve gider gitmez bu işi hemen halledeceğini söyleyip odadan çıktı. Ben de hiç müdahale etmeden onları izlemek durumunda kaldım. Neyse bu sayede Buğra'da Ahmet'in onu kalbim gibi evimden de her şartta atabileceğini öğrenmiş olacak. Sana da zamanında o kadar laf ettim ama hiç de pamuk şeker değilmişsin be doktor!


........::::::::__Ertesi Gün__::::::::........

"Hasan ağabey sen bana portakal suyuyla birlikte şöyle en tazesinden kaşarlı yeşillikli domatesli bir sandviç versene"

"Veririm tabii. Ee! Hastamız nasıl?"

"Taburcu olacak diye pek bir dertli"

"Ee! Dinlenmek hakkıdır. Yıllardır gece gündüz demeden hastaları için çırpınıp duruyor"

"Aslında onun derdi başka da... Dinlensin bakalım"

"Sen de bunları al bakalım. Afiyet olsun"

"Sağ ol"

Tepsiyi aldıktan sonra masalardan birine geçip oturdum ve sessiz sedasız sandviçimi yedikten sonra yukarıya çıkmak için ayaklandım. Tepsimi toparlarken de kafeteryaya Gözde girdi. Selamlaştıktan sonra beklememi isteyip yiyecek bir şeyler almaya gidince ben de yerime geri oturup gelmesini beklemeye başladım. Tatlı bir kız olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Ahmet'in vurulduğu günden bugüne kadar sık sık yanıma gelip nasıl olduğumu sorarak benimle gayet içten bir şekilde ilgilendi.

"Nasılsın Eylül?"

"İyiyim Gözdeciğim sen nasılsın?"

"İyiyim teşekkür ederim"

"Ooo! Parmağındaki yüzükte neyin nesi öyle?"

"O mu? Şey... Dün akşam evlilik teklifi aldım"

"Almakla kalmayıp bir de üstüne kabul etmişsin. Tebrik ederim Gözde çok şaşırdım. Teklif kimden geldi diye sormak istiyorum ama kimi söylesen tanımayacağım kesin"

"Aslında tanıyorsun çünkü teklifi yapan Koray'dı"

"Hani ne zaman Ahmet'i ziyarete gelse sohbeti bir şekilde insanların beyinlerine neler ettiklerine getirerek midemi alt üst eden Koray!"

"Evet o..."

"Onu son gördüğümde şu Çamlı'nın ameliyatına girmek için resmen Ahmet'in ağzından girdi burnundan çıktı. Tuttuğunu koparmadan bırakmayan bir çocuk takdir etmemiş değilim doğrusu"

"Konu mesleği olunca çok hırslı biri oluyor. Özellikle Ahmet Hoca'nın ameliyatlarını ve yaşadığı tecrübeleri dinlemeyi asla kaçırmak istemiyor çünkü ondan öğrenebileceği çok şey olduğuna inanıyor. Haklı da. Biliyorsun ki Ahmet Hoca sınırları ciddi anlamda zorlayan ve elinden gelenin de üstüne çıkmaya çalışan bir doktor. Duydun mu bilmiyorum ama Meral Hanım'ın ameliyatından sonra hastanede herkes ondan imkansızı başaran doktor diye bahsetmeye başladı. Tabii ünü sadece bizim hastanemizle de sınırlı kalmadı"

"Böyle bahsedilmeyi sonuna kadar hak etti. Çalışması zor biri mi? Yani Ahmet..."

"Hiç değil aksine çalışması çok kolay biri. Eğlenceli ve her zaman da pozitiftir. Bu da birlikte çalıştığı ekip arkadaşlarını daha dinamik tutmasını sağlıyor. Bir kere düşüncelidir de seni senden bile çok düşünür. Bazen o kadar yoğun oluyoruz ki o arada bile hadi sen git yemeğini ye ya da git bir kahve iç kendine gel ben idare ederim diyor. Halbuki kendisi de yorgun oluyor ama sanki etrafındakiler iyiyse o da kendisini iyi hissediyor gibi"

"Hiç olumsuz bir yönü yok mu bu adamın Allah aşkına? Hadi söyle Gözde söz veriyorum aramızda kalacak"

"Tamam düşünüyorum ve bir kadın olarak aklıma gelen ilk şey herkese karşı çok ama çok fazla sıcakkanlı olması oluyor"


5463mıjb.gif


"Flörtöz değil mi? Ben boşuna demiyorum!"

"Flörtöz mü bilmiyorum ama sanki etrafında güzel enerjiler olsun böyle karşısındakine iltifatlar ederek mutlu etsin herkes neşeli olsun istiyor

"Evet o enerji alanını bir ara elden geçirmek lazım onun çok geniş ve tehlikeli bir çevreye yayılıyor çünkü"

"Bir saniye! Yoksa siz ikiniz beraber... Ooo! Hissetmiştim ama emin olamamıştım"

"Yok! Biz diye bir şey yok! Sil onu kafandan arkadaşız biz... Yakın arkadaş! Dedikodulara kanma sen... Ne diyorduk başka ne var? Gülme Gözde devam et!"

"Tamam gülmüyorum. Bir de eğer çok acıkmış ya da ağzına uzun saatler doğru düzgün bir şey atmamışsa inanılmaz huysuz oluyor. Size bir zararı olmuyor ama hiç susmadan kendi kendisine vır vır söylenip duruyor. İlk zamanlar bu söylenmelerinin nedenini bilmediğim için onu anlamakta epey zorluk çekmiştim ama şimdi belirti verdiği anda eline yiyebileceği bir şeyler verip durumu hemen kontrol altına alabiliyorum

Ahmet'in bu haline hiç denk gelmedim. Böyle bir durumda nasıl göründüğünü merak etsem de görmememin ikimizin de hayrına olduğunu düşünüyorum çünkü o huysuzlaşırsa ben de çare aramak yerine onunla birlikte aksileşebilirim. Tabii yine de bu pratik çözümü öğrendiğim iyi oldu. Demek baktım susmak bilmiyor beni canımdan bezdirecek hale geldi hemen o an ağzına bir şeyler tıkacağım. Kolaymış! Çantama acil durumlar için bir şeyler atsam iyi olur.

Sessizce dururken kulağıma da arka taraftan sesler gelmeye başladı. İki kişi konuşuyordu ve bu konuşmanın arasında Ahmet'in adının geçmesi dikkatimi çekti. İster istemez tedirgin de oldum. Arkamı dönüp doktor olduklarını anladığım bu iki kişinin ne konuştuklarını anlamaya çalışsam da başarılı olamadım ama sonra dayanamayıp "Affedersiniz bölüyorum ama bir bakabilir misiniz?" dedim. Hemen sohbetlerini kesip önemli olmadığını ve dinlediklerini söylediler. Sağlığıyla alakalı bir şey diye düşünüp huzursuzca "Anladığım kadarıyla Ahmet Atahan ile ilgili konuşuyordunuz. Bir sıkıntı mı var?" diye sorduğumda içlerinden biri "Kendisini vuran kişiyi getirmişler ama bir sorun yok çünkü söylenene göre uzlaşma yoluna gitmişler" deyince elimdeki peçeteyi bana bilgi veren doktora teşekkür ederek masaya bıraktım ve Gözde'nin de benimle gelmesiyle kafeteryadan çıktım. Yanından biraz ayrılıyorum hemen istemediğim bir durum gelişiyor.

Yukarıya çıktıktan sonra seri adımlarla koridoru geçerken Ahmet'in odasından bu zat-ı muhteremi çıkardıklarını görüp olduğum yerde kaldım. Yahu ne zaman geldi ki ne zaman gidiyor bu adam? Sen iki lokma bir şey de yiyeme emi Eylül! Sana da aferin doktor insan bir arar haber verir. Ama yok! Eylül bu adamla karşı karşıya gelmesin zira bu anlaşmaya en kallavisinden bir çomak sokabilir değil mi? Sen de haklısın tabii.

Koridorda yürürken başını önünden kaldıramayan adam hissetmiş gibi anlık bir şekilde karşısına baktı ve beni görerek olduğu yerde durdu. Harika! Beni tanıdığı gibi bakışlarımdan dolayı aklımdan onunla ilgili ne kadar nahoş şeyler geçirdiğimi de anladı. O sırada gayet sakin bir imaj sergileyen ben önlerine gelir gelmez içimdeki öfkeyle birlikte bu Uras denen adamın yüzüne indirip indirebileceğim en sert yumruğu yapıştırıverdim. Beklemediği açıktı. Aslında benim dışımda kimse böyle bir şey yapmaya niyetlendiğimi bilemezdi çünkü engellenmemek için çok mülayim görünmeye çalıştım.

Adam yediği yumruğun şokuyla doğrulurken haliyle onu tutan görevlilerden biri "Ne yapıyorsunuz hanımefendi?" diyerek bana doğru adım attı. Aynı anda Gözde kolumu tutup sessizce "Eylül ne yapıyorsun?" diyordu ve bu yüzden de konuşmaları üst üste bindi. Hızlıca düşünüp ellerimi kaldırdım ve "Özür dilerim! Hamileyim de bir an arkadaşımı gözlerimin önünde vuran adamı karşımda görünce hormonal olarak gelgitler yaşadım" dedikten sonra palavradan bir merakla "İyi misiniz Uras Bey? Elimde kaçtı canınız çok yanmadı ya..." dedim. Özrümü kabul eder herhalde sonuçta o da Ahmet'i vurdu sonra özür dileyip kurtardı paçasını.

Başını iki yana salladıktan sonra "Sorun değil. Hele ki benim size yaşattıklarımdan sonra..." dedi. Gözlerim Ahmet'in vurulduğu ve üzerime doğru düştüğü anı hatırlamam sebebiyle nemlenirken gözlerimi yumup kendime gelir gelmez de yeniden açtım. Yiğidi öldür ama hakkını yeme demişler adam oynuyor mu yoksa gerçekten öyle mi hissediyor bilmem ama cidden çok mahcup olmuş bir hali vardı.

"Az önce Ahmet Bey ile görüştük"

"Bunu anlamam pek de zor olmadı Uras Bey"

"Ona ne kadar üzgün olduğumdan bahsettim. İşin aslı böyle bir şeyi nasıl yapabildim inanın ben de bilmiyorum. Tek düşüncem o ameliyatın gerçekleşmemesi gerektiğiydi. Sanırım karımı birkaç saat içinde kaybedebileceğimi düşünmek tüm kontrolümü de kaybetmeme yol açtı. O silahı elime alsam da ateşleyebilecek biri değildim ben. Ahmet Bey'i vurduğumu anladığımda kendime ben bile inanamadım. Söyleyebilirim ama yapamam gibi düşünüyordum. Öyle olmadı"

"Ahmet şu an ölmüş olabilir ve siz de vicdanınızı rahatlatmak için onunla bu konuşmayı yapamıyor olabilirdiniz. Kendi canınız için endişe ederken bir başkasının canını elinden almaya kalktınız bunun farkında mısınız?"

"Ne deseniz haklısınız ama emin olun ki beni affetmiş olsa da bu yaptığımın ağırlığını her zaman üzerimde taşıyacağım"

"Taşımalısınız da! Ahmet affetmiş olabilir ama ben sizi asla affetmeyeceğim. Onun vurulduğunu idrak edip düşmesin diye tutmaya çalışırken kanlar içinde kollarıma yığılışını izlemek zorunda kaldım ve ne yazık ki elimden hiçbir şey gelmedi. Bunun benim için ne demek olduğunu biliyor musunuz? Bilebileceğinizi sanmıyorum ama ben bunu hiç unutmayacağım ve o an ne zaman aklıma gelse sizin kulağınızı çınlatmaktan da hiç vazgeçmeyeceğim"

"Hamileymişsiniz... Beni affetmeseniz de yine de sizden ve henüz doğmamış bebeğinizden özür dilerim. Sizin de hayatınızı tehlikeye attım. Bu inanın ki kalben dilenmiş bir özür"

Ona refakat eden görevliler artık gitmeleri gerektiğini söyleyince konuşma benim "Bundan sonrası için çok daha insancıl olmaya çalışın ve öfke kontrolü konusunda yardım alın çünkü bir sonraki sefere hiç kimse bu kadar şanslı olamayabilir" dememle sonlanmış oldu. Onlar gidiyor ve ben arkalarından bakıyorum. İçimin bu konuyla alakalı biraz olsun soğumuş olmasını isterdim ama ılınmadı bile çünkü o gün yaşadığım korkuyu unutmuş değilim. Ahmet'in kanı ellerime bulaştı benim! O an yaşadıklarımı hiçbir özür bana unutturamaz.

Gözde'nin koluma dokunup "Hadi içeriye girelim" demesiyle hiç ses etmeden onun ardından içeriye girdim. Ahmet anladı tabii adamı gördüğümü ama yine de hiçbir şey söylemedi. Düşüncelerimi bildiği için yine başa sarmayalım istedi belki de. Sadece yatağın yanındaki sandalyeye geçip oturduktan sonra elimi tutmak isterken tuhaf tuhaf bakıp "Elin niye kızardı senin?" diye sordu. Şimdi kanını yerde bırakmayayım diye adamın yüzüne sanatsal bir çalışma yaptım diyeceğim başlayacak etik etik konuşmaya iyice delirtecek beni. Buna mahal vermemek için gelirken koridorun kalabalık olduğunu ve o sırada kenara çekilirken istemeden duvara sürttüğümü söylemek zorunda kaldım.

Tabii Gözde dışarıda olanlara birebir şahit olduğu için bu açıklamam sonrası bakışlarını bana çevirdi. Ona nasıl baktım bilmiyorum ama aramızda kalsın demek istediğimi anlamış gibiydi. Sonrasında Ahmet ile yalnız da kalamadık. O geldi bu gitti derken bir türlü konuşma fırsatı olmadı. Belki de bu konunun aramızda kapanması açısından iyi de oldu. En son Selim ve Haluk Bey'in gelişiyle de taburcu olma işlemleri hız kazandı. Doktorundan onay gelir gelmez toparlanıp Selim'in arabasıyla hastaneden ayrıldık.

Hastaneden ayrılış anımızı da hiç unutamayabilirim. Bu adam cidden çok seviliyor. Buna bir kez daha kendi gözlerimle şahit oldum. Ahmet'in önümüze çıkıp geçmiş olsun dileklerini ileten herkesle yaptığı samimi sohbetlerini ve şakalaşmalarını izlerken gülümsemeden bir saniyem bile geçmedi. Ahmet'i bana odaklı olmadığı anlarda yani kendi hayatının akışındayken en doğal haliyle gözlemlemeyi gerçekten seviyorum. Sanki onu haberi olmadan izlerken hakkında daha net ve daha doğru kanılara varıyormuşum gibi geliyor.

Ailesinin evine geldikten sonra her ne kadar salonda oturmak istediği konusunda diretse de Selim ile babaları Ahmet'i odasına çıkmaya zar zor ikna ettiler. Ben de onların ardından gittim ama içeriye girmeden kapının önünde bekledim. Onlara bakarken Ahmet'e de "Huysuuuz!" diye bağırmayı ne kadar istediğimi belirtmem gerek çünkü ne üzerine örtülen örtünün kalınlığını beğendi ne de sırtına konulan yastığın açısını sevdi. Hiçbir şeyden hoşnut olmayan ve sürekli söylenen dedesiyle yaraşır şekilde aksiydi yani.

"Eylül nerede Selim gitmedi değil mi?"

"Hayır gitmedi onu ben bırakacağım. Şu an aşağıda olmalı"

"Ne bırakması? Onu en azından yemeğe kalması için ikna edin yoksa ağzıma tek lokma bile koymam. Tok karnına alınması gereken ilaçlarım olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde"

Haluk Bey bana tebessüm edip "Kalırsan çok mutlu oluruz" diyerek yanımdan geçerken ben de her ne kadar babasının yanında böyle şeyler söylemesine gerilsem de bir yandan da ister istemez gülümseyip "Buradayım ve seni duyabiliyorum doktor bence çenene biraz hakim ol zira ayarı kaçmak üzere gibi görünüyor" dedim. Sesimi duyar duymaz bakışlarını bana doğru çevirip "Neden uzakta duruyorsun? Gelsene" deyince ellerimi ceplerime sokup odasını inceleyerek içeriye girdim. Hoş bir odaymış zevkli adam doğrusu.

Ben odaya girdiğimde Selim de ikimize doğru bakarak "İnanır mısınız bilmem ama sanki Meral'in sesini duyar gibi oldum. Bana bu iki inatçıyı baş başa bırakmak için daha ne bekliyorsun hayatım diyor sanki" dedikten sonra koluma dokunup "Eşi ortamda olsun olmasın yine de onun sözünü dinleyen bir adamımdır. Siz konuşurken ben de gidip dedeme bir bakayım" dedi ve ikimizi odada bırakıp çıktı. Şimdi aşığın dilinden aşık anlarmış diyeceğim ama böyle söyleyerek de kendi kaleme efsane bir gol çakmış olacağım diye dememeye çalışıyorum. Düşünüyorum da bu son dediğimde kayıtlardan komple çıkarılsın lütfen.

"Sana vermek istediğim bir şey var"

Bakışlarımı Ahmet'e çevirdiğimde bana köşede duran dolabı açmamı istediğini söyledi. Bana ne verecek anlamadım ama hiç sorgulamadan dediğini yaptım. Karşıma kravatları kemerleri ve birbirinden değişik kol düğmeleri çıktı. Adamın bir köşede de Batman ve Superman gibi karakterleri simgeleyen kol düğmeleri var. Çocuk ruhum her daim uyanık demek istiyor olmalı. Bunları gerçekten de kullanıyor mu acaba? Yani şu yarasa şeklinde olanı takıp hastaneye gitmişliği var mıdır? Bu adam bunu yapar bence. Gülüyorum ama itiraf edeyim onlar gibi diğerleri de çok güzeldi. Kol düğmelerini incelerken önümde duran şık paketi ancak Ahmet onu almamı istediğinde fark edebildim.

Söylediği gibi paketi elime alıp "Ne var bunun içinde?" diye sorarak ona döndükten sonra bana yanına gelmemi işaret etti ve hemen ardından da "Açmadan öğrenemezsin" dedi. Ona doğru yürürken bir yandan da paketi yavaşça açmaya başladım. Bir gözümde onun üzerindeydi çünkü verdiğim tepkinin hiçbir saniyesini kaçırmak istemiyormuş gibi dikkatle bana bakıyordu. Gerçekten ne var ki bu paketin içinde? Sen yine ne işler karıştırıyorsun doktor!


fcgvhbjn.png


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
ertyhjuk.png


32.Bölüm : Atahan erkekleri kızları hep parfümle mi tavlarlar?

........::::::::__Eylül__::::::::........

Ahmet'in yanına oturup benim açımdan şüpheli sınıfına giren paketi açtım ve bir süre bekledikten sonra avuçlarımda duran şık kutunun kapağını kaldırdım. Şok! Ne olduğunu merak ediyordum ama böyle bir şey görmeyi beklemiyordum. İçinden çıkan parfümü gördüğümde şaşırmadım dersem yalan olur.

İlk anki şaşkınlığımla "Sen bu parfümü kullandığımı nereden biliyo..." derken bir anda aklımda başka bir soru belirmesine yol açan bir şey fark ettim ve sözümü yarıda kesip parfüm şişesini yerinden çıkardım. Tam da düşündüğüm gibi! Şişeyi ışığa doğru tutup "Bir dakika bir dakika! Sen bana kullanılmış bir parfüm mü hediye ediyorsun yoksa ben mi yanlış görüyorum?" dedim. Bu parfümün dibi gelmiş doktor! Senin gibi bir adam bunu nasıl fark edemez inan anlayamadım.

Ben böyle bir soru sordum ama hiç beklemediğim gibi de bir cevap aldım çünkü Ahmet kendisini şaka yollu savunmak yerine elimi iki elinin arasına alıp hoş da diyebileceğim bir bakışla beraber "Yanımda olmanı istediğim zamanlar biraz fazla olmuş galiba" dedi. Söylediği şeyi doğru anlamaya çalışırken gözlerimi gözlerinden ayıramadım. Bir şey de diyemedim öylece kaldım karşısında...


gh.gif


Ne gariptir ki aklıma gelen ilk şey beni ilk kez öptüğünde kendi kokumu onun üzerinde hissetmem oldu. Hatta o an "Neden benim gibi kokuyor bu adam? Umarım aynı parfümü kullanmıyoruzdur çünkü bu biraz garip kaçabilir" diye düşünmüştüm. O günden beri bu parfümü saklıyor mu yani? Bu şişeden eksilen her bir damla bana olan özlemi mi demek oluyor şimdi? Ah! Sen ne yaptın be doktor?

Keskin nişancımız az önce kalbimi yine on ikiden isabet eden bir atışla vurmuş gibi görünüyor. Adam kalbimi delik deşik etmeye niyetli herhalde çünkü uzun süredir hiç karavana atmadı. Bu şık hareketten etkilendim yalan yok. Hatta şu an kendimi o kadar özel hissettim ki gözlerimin nemlenmemesi için ekstra bir çaba gösteriyorum. Başarabiliyor muyum bilmiyorum ama umarım başarıyorumdur.

"Nereden biliyordun bu parfümü kullandığımı yoksa bir yerlerden tanıdık geldi de öyle mi buldun?"

"Bir saniye düşünmem gerek lakin tuzaklı bir soruyla karşı karşıya olduğumu ve son derece dikkatli davranmam gerektiğini hissediyorum"

"Kendime bir soru! Konu kadınlar olunca erkeğin profesyonel tuzak yakalayıcı oluşu can sıkar mı? Hemen düşünüyorum bekleyin... Aaaah! Çok fena sıkar hem de!"

"Dikkatli olmak isteyişim konuya vâkıf olmamdan dolayı değil. Bu tamamen olmadık bir laf edip istemeden aramızdaki mevcut durumu sıkıntıya sokmak istemeyişimden ileri geliyor"

"Kendime bir soru daha! Erkeğin kıvrak manevralar yaparak kendisini bir anda tereyağından kıl çeker gibi kurtarması ve bunun üzerine bir de puan toplaması bir süre sonra can sıkar mı? Hemen düşünüyorum..."

Düşünür gibi yaparken aniden araya girerek "Konudan uzaklaşıyoruz ve ben birazdan başımın belaya gireceğini hissediyorum" deyince ona doğru dönüp gözlerimi kısarak "Sözümü mü kestin doktor?" diye sordum. O da benden aşağıya kalmıyordu. Aynı benim gibi gözlerini kıstı ve burnumun ucundan konuşmaya devam edip ilk sorumu cevaplayarak "Kokun hiç kimseye benzemiyor. Benzeseydi de fark etmezdi çünkü bu kokuyu algıladığım anda zihnimde beliren tek şey sen oluyorsun zaten. Bu yüzden de seni bulmak için neredeyse parfüm komasına giriyordum. Sırf bu bile tarafından iyi muamele görmeyi hak ettiğimi gösteriyor" dedi.

"Parfüm koması mı? Ne demeye çalışıyorsun anlamadım"

"Beni hiçbir zaman yarı yolda bırakmayan hassas dengelere sahip burnum sayesinde bu parfümü bulmak için kaç şişe bayık parfüm koklamak zorunda kaldım biliyor musun? Sakın kaç diye sorma çünkü bu sorunun cevabını ben bile bilmiyorum. Sadece onu bulduğumda içimden bu insanlar neden dönüyor dediğimi hatırlıyorum"

"Bunu gerçekten yaptın mı yoksa sadece beni etkilemeye mi çalışıyorsun?"

"Aşk çok garip bir duygu Eylül... İnsana sevdiği yanında değilse koskoca bir parfümeride yana yakıla kokusunu arattırabiliyor"

Elimdeki parfüm şişesine bakıp ciddiyetimi bozmamaya çalışarak "Atahan erkekleri kızları hep parfümle mi tavlarlar?" diye sorduğumda gülümsediğini fark ettim. Böyle olunca ona bakmasam da ister istemez ben de onun gülüşüne aynı şekilde karşılık verdim. Ahmet ona bakmamı istermiş gibi başını eğip yüzüme bakarken bir yandan da muzurca "Bu seni artık tamamen tavladığım anlamına mı geliyor?" diye sordu. Tamamı mı kaldı Allah aşkına kaç zamandır yakıp geçti ortalığı...


TUMBLR~1.GIF


Bakışlarımı onun bakışlarıyla buluştururken bir yandan da "Hayır ama itiraf etmem gerekirse yaklaştın" dediğimde yine de vazgeçmeyip "Ne kadar yaklaştım?" diye sordu ama tam burnumun dibinde biterek çekici bir ses tonuyla "Mesela bu kadar olabilir mi?" demişti ki benden önce dedesinin ve ona cevap veren Selim'in sesi duyuldu. Dede yine formunda anlaşılan...

"Ağabeyin nerede odasında mı?"

"Evet dede yatıp dinlenmesi gerekiyormuş"

"Güzel! Şimdi ben de ona bir serum hortumu takayım da görsün dünyanın kaç bucak olduğunu! Bakalım bir daha o doktor bilgiçliği ile yanıma yaklaşabiliyor mu o hayta!"

Ne yapacakmış? Gülmesem hatta şöyle en keyiflisinden bir kahkaha patlatmasam olmazdı. Sen çok yaşa emi dede! Yalnız senin de başına gelenler bizim bahtsız tavuk Ferit'in başına gelmedi be doktor! Hâlâ burnumun dibinde dursa da kulağı gibi gözleri de kapıya odaklanmıştı. Ne düşünüyor bilmem ama az önceki konuşmamızın böyle bir final yapacağını asla tahmin etmediği açıktı. Doğrusu ben de tahmin etmezdim bayağı bir sürpriz oldu.

Şok olmuş halini keyifle izleyip gülerken bir yandan da ona takılmayı ihmal etmeyerek muzip bir ses tonuyla "Deden serum hortumu konusunda ciddi gibi dolaba mı saklanmak istersin yoksa yatağın altına mı? Bana sorarsan perdenin arkası da hiç fena değil" dedim. Bunu alaylı bir tavırla söylememle birlikte bakışları yavaşça bana doğru döndü. Dedesinin sözünü nasıl toparlayacağını ve bana ne diyeceğini düşünüyor olmalı. Bana sorarsa hiçbir şey söylemesin çünkü ne derse yokuş aşağıya yuvarlanacak gibi bir durum söz konusu.


ertvybhkjnlkm.gif


Toparlamaya çalışıp bunu başaramayacağını biliyordum ama bu adam beni her şartta şaşkına çevirmeye programlanmış bir adam olduğu için yine rutinimizi bozmadı. Ancak bu defa epey büyük oynadı çünkü kapı tıklatılmadan saniyeler önce bana gülümseyerek hiç beklemediğim bir şekilde "Evlenelim mi?" dedi. Evet doğru duydunuz! Yüzüme karşı pat diye evlenelim mi diye sordu.

Gülüşümün izleri sorduğu soruyu duyar duymaz saniyeler içinde yüzümden silinirken kapı açıldı ve beyefendi sanki hiç böyle bir şey sormamış gibi beni bu soruyla baş başa bırakarak dedesine "Ailemizin asırlık çınarının büyük torununu çok özlediğini duyup hemen geldim. Nasılsın dedem?" dedi. Doğal olarak ne yapacağımı da elimi kolumu nereye koyacağımı da bilemedim. Aralarında konuşuyorlar ama ben hiçbir şey duyamıyorum çünkü az önce tüm sistemimi çökerttiği için onlara odaklanamıyorum. Evlenelim mi derken ciddi olamaz herhalde. Hayır yani bunu kafasına koyduysa yandım ben çünkü nasıl hiç aklımda yokken şu an birlikteysek yine hiç aklımda yokken kendimi nikah masasında bulabilirim.

"İyiyim ya da kötüyüm seni alakadar etmez! Hem Eylül kızım gelmiş ne diye haber vermiyorsunuz? Üstüme başıma bir çekidüzen verirdim sizin yüzünüzden böyle ropdöşambırımla çıktım kızın karşısına!"

"Haber vermemiz gerektiğini düşünemedim dede"

"Bu Ahmet nerede olmadık şey var onu düşünür ama iş önemli şeylere gelince dilinde tek bir şey var o da düşünemedim dede!"

Selim dedenin yüksek tonlamalı son çıkışıyla sanki kulaklarımda tıpa varmış da bu sesle oldukları yerden fırlamışlar gibi hissettim. Bir de o kadar saçma bir tepki verdim ki kendime de aşk olsun yani! Resmen saf saf bakıp "Hee!" dediğimi duydum. Kendimi tokatlamak istiyorum çünkü bu sefer de benim ona yaptığım gibi Ahmet benim halime gülmeye başladı. Elime bombayı bıraktı kendi keyfi yerinde tabii. Yalnız bu adam benim kafamı gerçekten çok bozuyor hakkımızda hayırlısı demek istiyorum!

Selim dede bu saftirik halime karşılık "Kızım iyi misin sen? Ne dedi bu Ahmet yine bir şeyler mi karıştırdı biz gelmeden önce?" dediğinde tam iyi olduğumu söylüyordum ki Ahmet bir anda bana doğru dönüp "Az önce kendisine bir teklifte bulundum da onun şaşkınlığını yaşıyor olmalı. Ee! Bana bir cevap verecek misin Eylül?" demez mi? O ayarsız çenen kopsun da koca hastanede yerine takacak birini bulama emi desem çok ağır kaçar değil mi?

Bir de bunu duyan Selim dede üstüne "Yine ne teklifiymiş o? Her neyse hemen evet deme dede sözü dinle süründür biraz bu haytayı!" deyince kalpten gitmeme ramak kaldığını hissettim. Selim'de ağabeyinin ne halt ettiğini anlamış gibi bana "Doğru mu anlıyorum?" der gibi bakıyor. Tüm gözler üzerimde anlayacağın. Annemin yanında yaptıklarını şimdi de burada yapıp beni köşeye sıkıştırıyorsun ya ben sana bir güzellik düşüneceğim Atahan az bekle sen!

O değil de ne diyeceğim ben şimdi? Ne ne diyeceğim şimdi Eylül! Dede haklı bas hayırı at bombayı kucağına teklifi elinde patlasın! Bakışlarımı ağır çekimde Ahmet'e çevirdikten sonra bir süre kısık gözlerle ona baktım ama sonra muhtemelen hiç beklemediği bir tepki vererek gülümsedim. Şaşırdığı belliydi. Neden güldüğümü anlamadı tabii. Birazdan anlar!

Elimi yarasının üzerine koyup aynı anda da gözlerinin içine bakarak heyecanla "Evet!" dediğimde bir süre kendisine erişim engellendi. Tepki vermiyor ama gözlerini gözlerimde gezdirirken doğru mu duyduğunu teyit etmeye çalışır gibi bir hali var. Yaa! Ben adama böyle ne düşüneceğini şaşırttırırım işte doktor!

Ahmet'ten yarım dakikaya yakın haber alınamayınca elimi gözlerinin önünde gezdirip bir yandan da Selim'e ve dedelerine dönerek "İlaçlardan kafası karıştı herhalde yoksa yemeğe kalma teklifine evet dememe neden bu kadar şaşırsın değil mi?" dedim. Aaa! Dili çözüldü ve hayal kırıklığıyla "Yemek mi?" diye sorup garip bir ifadeyle bakmaya başladı. Yemek tabii başka ne olacak?

Yüzüne tek kaşımı kaldırarak bakarken haliyle "Ne o teklifini geri mi çekiyorsun?" diye sordum. Cevabı yine düşündürücüydü çünkü bana bir şeyler ima etmeye çalışır gibi bakıp "Hiçbir zaman sunduğu teklifi geri çeken biri olmadım. Tüm tekliflerim hâlâ geçerliliğini koruyor yani" dedikten sonra ses tonunu kısıp "Ve ben cevabını er ya da geç alacağım" dedi. Gerçekten ilaçlar kafasını karıştırmış olmalı ama ne diye gelip bir de benim kafamı karıştırıyor ki?


afsegdrtgfgyj.gif


O ses tonunu kıstı ama belli ki fazla kısamamış çünkü dedesi bu sözüne "Kız evet dedi ya aç kulağını iyi dinle! Hem papağan mı bu kız her sorduğunda tekrar tekrar evet diyecek sana!" diyerek karşılık verdi. Ben ne oldum acaba? "Şişşt Eylül" diyorum ses çıkmıyor da...

Bu fikir bu adamın aklına düştüğüne göre dediğini öyle ya da böyle yapacak değil mi? Basacak bana nikahı ben de aval aval bakıp "Bana imza mı attırdı o?" diyeceğim. Hay senin o atlaya atlaya bitiremediğin aşama zıplama merakına Atahan!

Benim tekleyip tek kelime edemediğim anlarda odanın kapısı tıklatıldı ve içeriye "Allah'ım yalvarırım beni bu kadınla sınama" dememe neden olan Cilveli Köstebek'imiz Derya Üstündağ girdi. Bu kadın Ahmet'in üzerine takip cihazı falan mı yerleştirdi anlamadım gitti. Onun geldiğini görür görmez tabii ki de oturduğum yerden kalkmak için bir hamle yaptım ama Ahmet "Yanımda kal" diye fısıldayarak aniden bileğimden yakalayınca kalkamadan yanına geri oturdum. Sokmayın şu kadını burnumun dibine ya!

Ah be! Selim benden daha şanslıydı çünkü kadının geldiğini görür görmez dedesini odasına geri götürmek için "Hadi dede sen de biraz yat dinlen. Bak Ahmet'i de gördün o da gayet iyi" dedikten sonra beraber odadan çıktılar. O da en az benim kadar tahammül edemiyor bu kadına. İyi de onlar gidince de kaldık mı üç ahbap çavuş baş başa! İkisini yalnız bırakmayayım diye geçen sefer ki gibi çekip gidemiyorum da bir yere!

Onların ardından kadın bize doğru yürüyüp "Geçmiş olsun Ahmetciğim" deyince bu sefer Ahmet'in beni geri oturtmasına fırsat vermeden yanından kalkıp pencerenin önüne geçtim. Bu kadının birkaç santim ötemden Ahmet'i öpmesine bu gözler tahammül edemezdi. Perdeyi çekip pencereyi aralarken kulağım gibi bir gözlerimde onların üzerindeydi. Alt tarafı bir geçmiş olsun diyecek resmen ahtapot gibi sardı adamı!

"Nasılsın Ahmet daha iyisin değil mi?"

"İyiyim merak edilecek bir durum yok"

"Çok korkuttun bizi umarım bir daha böyle bir şey yaşanmaz"

Onu bunu bilmem ama kadın elini elinin üzerine koymuş bizimkinde hâlâ tık yok. Hayır yani bari Eylül'ün yanında dikkat edeyim de demiyor sonra ismi lazım olmayan şahıs evime gelince "Orada kalamaz Eylül!" diyor. Kusura bakma rahatını bozacağım ama o el de orada kalamaz doktor! Kalırsa da o elin başına pek iyi şeyler gelmez benden söylemesi!

Dikkatini hafifçe öksürerek üzerime çekip Ahmet bana bakar bakmaz da ona kaş göz işareti yaparak sessizce "Çek elini!" dedim. Artiiist! Sanki ne dediğimi anlayamamış gibi saf saf bakıp sonra da diğer elini "Böyle mi der?" gibi kadının elinin üzerine koymaz mı? Onu mu dedim ben? Git boşta kalan elinle de kadının elini tost et mi dedim! Kıskançlık seviyemi merak ediyor diye mahsus yapıyor öldüreceğim ben bu adamı!


waedsgtfhj.gif


"Hastaneye ne zaman geri dönebilecekmişsin Ahmet?"

"Bana kalsa hemen dönerim ama bir süre dinlen diyorlar"

"Dinlen tabii acele etme. Biz sana gözümüz gibi bakarız hemen toparlanırsın"

Hmm... Bulursan bakarsın. Tabii bulduğunda bakacak gözün kaldıysa! Kadın vır vır konuşmaya devam ederken kol düğmelerinin bulunduğu dolabı açtım çünkü benim bu adama derdimi bir şekilde anlatmam lazım. Sesli anlatırsam ortalık karışabilir ve bunu da kimse istemez herhalde. Ok ve eskrim kılıcı şeklindeki iki tane kravat iğnesini elime aldıktan sonra Ahmet'e dönüp dudak hareketlerimle "E-li-ni çek!" diyerek onları başına ne geleceğini anlasın diye boğazıma tuttum. Pörtleyen gözleri eşliğinde hafifçe öksürerek nihayet ellerini çekebildi. Bu adama da laf dinletmek için illa zor kullanmak gerekiyor demek ki!

Onlar konuşurken Ahmet'in yemek tepsisi gelince tam Cilveli Sağ Kol Köstebek'i almak için ayaklanacaktı ki otoriter bir ses tonuyla "Ben alayım!" diyerek tepsiyi alıp teşekkür ettim. Bu tepsiyi sana kaptıracak göz var mı bende bir bak bakayım!

Tepsiyle birlikte yanlarına yaklaşıp Ahmet'e dik dik bakarak "İlacında yanında vaktini geçirme istersen zaten hasta ziyaretinin de en kısası makbuldür!" dediğimde lafın muhatabı alaycı bir gülüşle ayağa kalkıp "Ben müsait olduğunda yine gelirim Ahmetciğim" dedikten sonra müsaitine başlamama ramak kalmışken eğilip Ahmet'e sarılarak "Kendine iyi bak tamam mı? Sen bize lazımsın" dedi. Ama sen bize lazım değilsin ama onu ne yapacağız? Hem bu kadın soğuk nevalenin teki değil miydi? Ahmet'i görünce resmen cilve modu devreye giriyor kadının!

Ahmet yan gözle tepkimi kontrol edip ona da "Geldiğin için teşekkür ederim Derya ama onca işinin arasında kendini zorlama telefon da etsen kâfi" diyerek tebessüm edince kadın "Zorlamak mı? Konu sen olunca hiçbir işi tanımam benim için ne kadar kıymetli olduğunu biliyorsun" deyip yanımızdan çekildi. Bilemez canım çünkü kartın cırt oldu yazdıklarını okuyamadı Ahmetciğin! Onun ardından yatağın kenarına oturup dişlerimi sıka sıka "Kıymetlimisss!" diye fısıldayarak tabağın üzerindeki kapağı kaldırdım. Gıcıklandım ama yine de sakinim. Gayet sakin! Ee ne yapıyorduk şimdi? Çorba kaşığını alıp doktorun gırtlağına mı sokuyorduk!

Ancak kurtulduk derken bu kundakçı yine zehrini akıtmadan gitmek istememiş olacak ki tam kapıdan çıkacakken bize doğru dönüp "Bu arada!" diyerek Ahmet'in kendisine bakmasını sağladı. Ahmet baktı ama ben istifimi hiç bozmadım. Kadın da sinir bozucu bir ses tonuyla "Geçen sene Prag dönüşü bana hediye ettiğin saat senin evinde mi kalmış Ahmet? Arıyorum ama bir türlü bulamıyorum. Birkaç hafta önce yanına geldiğimde odandaki komodinin üzerinde unutmuş olabilirim çünkü en son o zaman görmüştüm" deyip resmen nifak tohumunu şöyle bir kenara bıraktı.

Odasındaki komodinin üzerinde derken! Ne demek şimdi bu? Rica ediyorum aklı selim biri bana bunun manasını Ahmet'i lime lime etmeme engel olacak şekilde açıklasın. Ben amacına ulaştığını düşünmesin diye sinirden köpürsem de bir tepki vermedim ama Ahmet'in ne diyeceğini şaşırıp ona da telaşlı bir halde "Bilmem görmedim" dediğini duyunca bakışlarımı hemen Ahmet'e doğrulttum. İşte bu benim için beklenmedik bir cevaptı. Bu kadın evine geldi mi yani? Yanlış anlamadım herhalde... Tolga'dan satın aldığı eve yani hiçbir aile üyesinin kalmadığı Ahmet'e ait olan şahsi eve geldi bu kadın! Gelmekle de kalmayıp odasına kadar girerek o kıytırık saatini o lanet komodinin üzerine koydu ve sonra da ne hikmetse orada unutuverdi!


ewrfgtfhj.gif


Sessizliğimi korumaya çalışırken sinirimi de bir yerden çıkarmam gerekiyordu ve ben de gözlerimi üzerinden ayırmadan bunu boynumu çıtlatarak yaptım. Ahmet hayal kırıklığıyla karışık öfkeli bakışlarımın üzerine bir de çıkan sesi duyunca haliyle epey bir tedirgin oldu. Kadın da yaptı yapacağını sonra da "Neyse bulursan bana haber verirsin" deyip odadan büyük bir keyifle çıkıp gitti. Şu kadına da bu zevki yaşattık ya ben daha ne diyeyim bilemiyorum.

Bizim aramızda da sessizlik hakimdi. Duyduğum şeyi henüz hazmedemediğim için dudaklarımı kemirirken Ahmet'in herhangi bir şey söylememesiyle daha da sinir olup "Buraya bir açıklayabilirim Eylül yakışırdı sanki. Açıklayabileceğine inanıyorsan tabii!" dedim. O da şok oldu farkındayım ama umurumda mı? Düşünmeme bile gerek yok çünkü vereceği cevap kesinlikle umurumda değil!

Ahmet kadının evine geldiğini hiçbir şekilde inkar etmeden "Düşündüğün gibi değil" deyince ayağa kalkıp elimdeki tepsiyi şifonyerin üzerine koyarak ona doğru döndüm ve "Ne düşünüyormuşum söyle bakalım benim aklımdaki ile senin aklındaki eşleşecek mi bir görelim" dedim. Hayır yani neden bu kadar tedirgin gerçekten anlayamadım. Bir insanın korkusu yoksa bu kadar garip bir tepki verir mi Allah aşkına! Resmen "Ben bir halt ettim ama şimdi nasıl açıklayacağımı bilemiyorum" der gibi bakıyor ve bu da beni çileden çıkarmaya yetiyor.

"Hayatımdan ansızın çıkıp gitmen çok ağır gelmişti. O sıralar canım da çok sıkkındı ve işime tam manasıyla odaklanamıyordum. Hastaneden erken çıkıp eve gittim"

"Neden ailen ile yaşadığın eve değil de o eve gittin?"

"Çünkü senin dışında hiç kimseyi görmek istemiyordum"

"Bakıyorum da Derya Üstündağ'a kapıların sonuna kadar açık! Gerçi olabilir yanlış hatırlamıyorsam kadına karşı bazı hislerin olduğunu kabul etmiştin. Hatta uzunca bir zaman ondan hoşlandığını söylemiştin değil mi?"

"Eylül yapma!"

"Sadede gelelim"

"Derya hastaneye gelip çıktığımı öğrenince beni merak ettiği için yanıma uğramak istemiş"

"Uğramak amacıyla gelip bir anda konaklamaya karar verdi yani"

"Eylül aramızda sandığın gibi bir durum olmuş olamaz lütfen farklı düşünceler içerisine girme"

"Olmuş olamaz derken... Nasıl yani emin değil misin?"

Harika! Gerçekten emin değil. Sanki neler olduğunu hatırlamaya çalışıyormuş gibi bakarak huzursuz olurken benim "O gün alkol mu aldın sen?" diye sormam karşısında da suskunluğunu bozup "Yemek yerken birkaç kadeh içmiş olabilirim" deyince sinirden gülerek "Desene rüya gibi bir gün olmuş!" dedim. Kendisini savunamadı bile çünkü ne olduğundan o da bihaber!

"Ben yokken oyalanacak bir şeyler bulmuşsun! Ben de şu hallerine bakınca bir ay nasıl sabretmişsin diye düşünüp şaşırıyordum. Meğerse teselli edenin varmış"

"Eylül dur gitme!"

Kapıya yaklaşırken yataktan kalkıp zar zor yanıma geldi ama bana dokunmasını istemediğim için elimle aramıza mesafe koyup "Sakın!" dedikten sonra sinirle odadan çıktım. Aşağıya inmek için merdivenlere yöneldiğimde "Eylül durur musun lütfen!" deyince aniden karşıma çıkan Selim'e gözlerim dolu bir halde bakıp "Selim durdur onu peşimden gelmesin. Ailene de yemeğe kalamayacağım için özür dilediğimi söylersen sevinirim" dedikten sonra merdivenleri inip evden çıktım.

Sırtımı kapattığım kapıya dayadığımda gözlerimde biriken yaşlar saniyeler içinde akmaya başladı. Ben öyle kolay kolay ağlayan bir kadın değilim ama yüzündeki o emin olamayan bakış çok ağrıma gitti. Bu kadın o imayı boşuna yapmadı. Aralarında bir şey olmuş belli bu sadece Ahmet hatırlamıyor. Ama benim de aklım almıyor. Ben onun yüzüne her baktığımda kendimi boynum bükük hissediyorum. Kendimi ona yakıştıramıyor elini bile tutmaya utanıyorum. Hem de onu tanımadan sevmeden önce yaptığım bir hata yüzünden! Ben böyleyken o nasıl hem beni sevdiğini söyleyip hem de aynı dönemde bu kadınla... Aaaaaaa!!!

"Selim durdurma beni Eylül ile konuşmam lazım böyle gidemez!"

İçeriden gelen sesi duyunca hemen kapının önünden çekilip hızlı bir şekilde yürüyerek evin önünden uzaklaştım. Bir taksi bulmak için yola çıktığımda taksi değil ama dakikalar sonra Selim arabasıyla yanıma yanaşıp "Eylül hadi gel ben seni bırakırım" dedi. Yola şöyle bir baktıktan sonra gözlerimi sinir içinde silip kapıyı açarak ön koltuğa oturdum. Oturdum ama sildiğim yaşların yerine yenileri gelince ellerimle yüzümü kapatıp sakinleşmeye çalıştım. O sırada kapılar kilitlendi. Hemen ardından araba hareket edip Selim "Ahmet de burada Eylül" deyince ellerimi yüzümden çekip arka koltuğa baktım. Evet burada!

"Selim sana saygım sonsuz ama rica ediyorum arabayı kenara çek çünkü ben inmek istiyorum! İnmezsem büyük sıkıntı olur"

"Eylül duyman gereken bir şey var. Selim'i dinlersen eğer..."

"Sen karışma Atahan! Selim sen de arabayı durdurur musun lütfen"

"Üzgünüm Eylül bunu yapamam çünkü Ahmet'e söylediğim şeyleri sana da söylemem gerekiyor"

"Neyi?"

"Derya gittikten sonra tartışmışsınız"

"Bana o kimin sağ kolu kimin sol bacağı olacağına karar veremeyip cilveli cilveli ortalarda dolaşan kundakçı köstebeğin adını anmayın!"

"Tamam şimdi sakin ol! Arabayı uygun bir yere çekip konuşacağız ve sen de emin ol ki boşuna sinirlendiğini anlayacaksın"

Kollarımı önümde kavuşturup camdan dışarıya bakarken Ahmet'in kardeşine sessizce "Selim kemerini taksın" dediğini işittim. Onun burnu hassas olabilir ama benim de kulaklarım hiç fena değildir. Hem ona ne oluyorsa takarım takmam tasası ona mı kalmış! Gözlerimi devirirken Selim'in "Eylül kemerini tak istersen" dediğini duyunca az önce duyduğum şeye kayıtsız kalamayıp "Söyle karışmasın işime!" dedim. Kısa süre sonra bir yerde durduk. Kapılar çekip gitme ihtimalime karşı hâlâ kapalı olunca herhangi bir hamlede bulunmayıp sessizce beklemeye başladım.

"Eylül bana doğru bakar mısın?"

"Selim ne söyleyeceksin bilmiyorum ama şu an bana iyi gelecek bir şey söyleyebileceğini hiç sanmıyorum"

"Tamam ama en azından denememe izin ver"

"Peki ama sırf seni kırmamak için dinliyorum bu böyle bilinsin!"

"Teşekkür ederim. Derya yine can sıkıcı bir ima da bulunmuş herhalde Ahmet öyle söyledi"

"Lepistes hafızalı ağabeyin o ima edilen şeyin gerçekleşip gerçekleşmediğini hatırlayamadığını da söyledi mi?"

"O hatırlamıyor ama ben o gün neler olduğunu hatırlıyorum"

"Sen mi hatırlıyor... Nasıl yani?"

"Eylül durum şu ki ben o gün Ahmet'in moralman iyi olmadığını ve hastaneden erken çıktığını asistanından öğrenip hemen ardından da Sinan ile konuşmuştum. O da gün boyunca pek iyi görünmediğini söyleyince haber alamayıp merak ettiğim için evine gidip bakabileceğini söylemişti. Gittiğinde Derya oradaymış o kısım doğru hatta yeni geldiğini söylemiş. Sinan beni arayıp merak etmememi söylerken Derya'nın da orada olduğundan behsetmişti. Birlikte yemek yemişler sonra da Ahmet aldığı alkol sebebiyle koltukta sızıp kalmış. Hâl böyle olunca Sinan da Derya'yı uygun bir dille gönderip o gece Ahmet'in yanında kalmıştı. Beni geç saatte arayıp her şeyin yolunda olduğunu haber verdiğinde evde sadece ikisi vardı yani"

Selim'e bakarken bunları sırf beni avutmak için söylemediğini hissettim. O ağabeyi bile olsa birini korumak için yalan söyleyebilecek biri değil. Emin değilse şüphe duyuyorsa susup sessiz kalırdı sanki. Hiçbir şey söylemeden dediklerini düşünürken Selim kolumu tutup ona bakmamı sağlayarak "Ahmet'in sana olan bağlılığından şüphe etme Eylül" dedikten sonra omzunu tutan ağabeyine bakıp "Senin burada olmadığın dönemde onun ne kadar acı çektiğini kendi gözlerimle gördüm. Biz aramızda yaşanan sorunlardan dolayı bir süre ayrı kalmış olabiliriz ama sonuçta kardeşiz. Onu benden daha iyi kimse tanıyamaz. Adım gibi eminim ki Ahmet hayatının hiçbir döneminde kendisini birine bu kadar ait hissetmedi. O hep aklıyla hareket edip doğruya o şekilde ulaşan bir adam ama sen ona ezberini bozdurdun. Kalbi aklına meydan okuyup dediğini yaptırarak onu senin yanına getirdi. Olmak istediği tek yer orasıydı çünkü... Senin yanın! Bak sözüme ne kadar itimat edersin bilmem ama sen ağabeyimin asla riske atmayı göze alabileceği biri değilsin Eylül" dedi.

llkl.gif


Ellerimi ovuşturup sessizce oturdum. Ne diyeceğimi de bilemedim zaten böyle durumlarda ne oluyorsa o mübarek çenem kilitleniveriyor. Ancak şöyle de bir şey var ki o kötülükten beslenen kadının sözüne karşılık Selim'in sözleri olunca haliyle güvenilirlik ibrem Selim'e doğru dönüyor. Sessizliğim ne kadar sürdü bilmiyorum ama tereddüt yaşamaya devam ettiğimi düşünmüş olacak ki Selim telefonunu çıkarıp bir arama yaptı. Hoparlöre aldığında aranan kişinin Sinan olduğunu anlamam da uzun sürmedi. Sonra da hiçbir müdahale ya da yönlendirme yapmadan Sinan'dan o gün neler yaşandığını anlatmasını istedi. Sonuç ne mi oldu? Adam neden sorduğunu anlayamasa da az önce Selim bana ne anlattıysa aynı şeyleri anlattı. Ne bir eksik ne bir fazla...

Telefon kapandıktan sonra ikisinin de bana dikkatle baktığını hissettim. Ağzımdan çıkacak iki çift sözü bekliyorlardı. Birkaç saniye düşündükten sonra Ahmet'in kısık bir tonlamayla "Eylül..." dediğini duyunca Selim'e bakıp "Kapıları açar mısın?" dedim. Selim çekip gideceğimi düşündüğü için yapma der gibi bakınca da "Sen aç" dedikten sonra iki kardeşin bakışması eşliğinde arabadan çıktım. İçeriden de Selim'in "Ahmet dur!" dediğini duydum. Herhalde peşimden gelmek için çıkmaya yeltendi ama bunu yapmasına gerek yoktu.

Arka tarafın kapısını açtıktan sonra Ahmet'in yanına geçip oturdum ve kapıyı kapatır kapatmaz da durum açıklığa kavuştuğu için elini sıkıca tutup "Şimdi gidebiliriz" dedim. Selim gülümseyerek arabayı hareket ettirirken aynı anlarda Ahmet saçımdan öpüp sessizce "Seni seviyorum Eylül" diye fısıldadı. Elimi sıkı sıkı tuttuğunu hissedip dudağımı kemirerek aynı sessizlikle "Ben de..." dedikten sonra Selim'in "Ahmet'in ilaçlarını alıp bize giderek Meral'e bir sürpriz yapalım mı? Hadi bu gece ikiniz de bizim misafirimiz olun" dediğini duyup birbirimize baktık.

Ahmet bu fikri çok sevdi ve kabul etmemi umarak "Gidelim mi?" diye sordu. O hüzünlü gözleri bir anda ışıldayınca ne diyeceğimi bilemedim. Selim "Hadi ama Eylül! Son zamanlarda hepimiz farklı sebeplerden ötürü çok gerildik. Bence biraz kafa dağıtmak hepimize iyi gelecek" derken Ahmet'in de muzur bir ifadeyle "Hadi bak kabul edersen giderken sana vişneli ekmek kadayıfı alırım. Gerçi cüzdanımı almadan çıktım ama kardeşimden borç alabilirim gibime geliyor" demesiyle gülümseyip başımı omzuna yaslayarak "Tamam gidelim" dedim. İki kardeşin birbirleriyle olan o hoş bakışmasını dikiz aynasından görünce burada olmalı ve bu ana şahitlik etmeliydin Meral diye düşünmeden edemedim. Adamlar bizimle uğraşmaktan kendi dertlerini unutup canciğer kuzu sarması oldular resmen.

........::::::::____::::::::........

Ahmet'in ilaçlarıyla birlikte vişneli ekmek kadayıfını da alıp Selim ile Meral'in evine geldik. Arabadan inip yan yana geldiğimizde içeriye girmeden önce Ahmet ile konuşmam gerektiğini düşünüp Selim'e önden gitmesini ve bizim de birazdan geleceğimizi söyledim. Onay almak ister gibi ağabeyine baktıktan sonra "Tamam nasıl istersen ama kapıyı çaldığınızda sizi el ele görmemizi sağlayın olur mu?" dedi ve benim tebessüm etmemle birlikte paketlerle eve doğru gitti.

Selim anahtarını kullanarak eve girerken biz de bahçeden geçip esmeyen kuytu bir köşede durduk. Konuşmam gerektiğini biliyorum ama işin kötüsü nereden başlayacağımı bilemiyorum. Düşüncelerimi toparlamaya çalışırken Ahmet'in önüme düşen saçı kenara çekerek "Seni üzmeyi hiç istemezdim" dediğini duyunca gözlerine bakıp elimi yanağına koydum ve konuya bodoslama dalmak her zaman işe yarar diye düşünerek aklıma gelenleri bir bir dilime döktüm.

uhlk.gif


"Bundan sonra ikimiz de dikkat edelim olur mu? Gördüğün gibi sözüm sadece sana değil kendime de. Madem her şeye rağmen birbirimizden uzaklaşamıyoruz o zaman artık iki kişi olduğumuz gerçeğini benimseyerek buna göre yaşamayı öğrenmek zorundayız. Ben de bir adım atarken önce seni düşüneceğim. Bu yapacağım şey Ahmet'i rahatsız edebilir düşüncesinin kıyısından köşesinden geçersem de o şey her neyse onu yapmayacağım ve seni duruma müdahale etmek zorunda bırakmayacağım. Sen de kendini gerçekten bana ait hissediyorsan aynı şeyi yap. Ne kadar zor şartlar altında bir araya geldiğimiz ortada... Benim yüzümden zaten bir hatta iki üç sıfır yenik başladık ama ben bundan sonra ikimizden birinin yaptığı herhangi bir hata yüzünden seni kaybetmek istemiyorum. Sana sık sık söylemiyorum ya da söylemem gereken yerlerde lafı değiştirip hırçınlaşarak kaçmayı seçiyorum farkındayım ama bu sana karşı hissettiğim hiçbir duyguyu görmezden geldiğim anlamını taşımıyor. Sadece ben birine güvenip kalbimi tamamen açtıktan sonra yeni bir darbe daha almaktan korkuyorum. Bu defa gerçekten kaldıramam gibi geliyor ve elimde olmadan ister istemez temkinli olmaya çalışıyorum. Ama olumlu bir şey de var. Bu korkumu bir tek seninle yenebileceğime inanıyorum. İnanıyorum çünkü ilk karşılaştığımız anı hatırlıyor musun bilmem ama tanıtım gecesinde o uzun koridorda karşı karşıya yürürken senin benim için öylesine biri olmadığını hissetmiştim. Sanırım o kulağına fısıldanan sözlere güven dediğin sesi o an zaten duymuştum. Duymuştum da hissetmiştim de ama o dönem belli etmemeye çalışsam da o kadar berbat bir haldeydim ki bunları kendime bile söyleyemedim. Hatta uzunca bir süre kendime senin benim için ne anlama geldiğini söyleyemedim. Her neyse! Sonuç olarak yanımda ol hayatımda ol her durumda benimle ol istiyorum. Şimdilik bunları bil yeter"

Tuhaf bir şekilde rahatladığımı ve sırtımdan bir yük attığımı hissediyorum. Bunları bilmesi gerekiyordu çünkü onun attığı adımlar karşısında sürekli kaçak güreşir gibi bir halim vardı. Bu da hiç adil değildi. Sözlerimi noktaladığımda hiçbir şey söylemeden bana bakmayı sürdürdü ama sonra ne olduysa o da ben de aynı anda birbirimize sarılmayı tercih ettik. Ahmet'e sarılırken kendimi o kadar yorgun hissettim ki anlatamam. Sadece beden yorgunluğundan bahsetmiyorum tabii ki. Ruhum yorgun zihnim yorgun kalbim desen havluyu ha attı ha atacak o kadar yorgun.


sedrftghjk.gif


Kendimi Ahmet'in kollarına bırakıp hiçbir şey düşünmeden sadece onu hissetmeye çalışırken kulağıma epey tanıdık sözler fısıldamaya başladı. Benim Selim ile tartıştıkları gün ona söylediğim sözlerdi bunlar. Onu can kulağıyla dinleyip "Hayat sevdikleriyle sınarmış insanları... Ne kadar dayanıklısınız ne kadar bağlısınız test etmek istermiş. Görmek istermiş sunacağı güzellikleri hak edip etmediğinizi. Her şeye rağmen hâlâ bir umut taşıyorsanız ve aranızdaki o bağa sıkı sıkıya tutunuyorsanız da sizinle uğraşmaktan vazgeçip rahat bırakırmış" dediğinde ona daha sıkı sarıldım. O da aynı şeyi yapıp sözlerine devam ederek "Hayatım boyunca hiçbir konuda umudumu kaybetmedim. Bunun olmasına izin vermedim. İnandığım yoldan da asla dönmedim. Kimse döndüremedi. Seninle aramızda özel bir bağ olduğuna inanıyorum ve ben o bağa sonsuza kadar sıkı sıkı tutunmaya hazırım" dedikten sonra omzumu öpüp başını kaldırmadan öylece kaldı.

İnandığın yolda tek değilsin doktor. Sen o herkesten kıyı köşe kaçırdığım yıkık dökük kalbimi bulup yeniden hayata döndürebildiysen ben de ömrüm yettiğince o bağa tutunmanın bir yolunu bulurum elbet.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
sedrtfgyhu.png


33.Bölüm : Var mısınız iddiaya!

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Basıyorum tamam mıyız?"

Ahmet bana basabileceğimi söyledikten sonra tam zile uzanmıştım ki bir anda "Dur bekle!" diye bağırarak ödümü patlattı. Yine bir şeyler geldi aklına ya hadi hayırlısı bakalım. Ona doğru dönüp ne olduğunu sorduğumda elimi sıkıca tutup havaya kaldırarak "Tamam şimdi basabilirsin" dedi. Ne basması yahu bildiğin suratına bakıp kaldım. Ben ona boşuna şaka gibi adam demiyorum. Kardeşi kapıyı açtığımızda sizi el ele görmemizi sağlayın dedi ya illa sözünü dinleyecek. Ama beyefendinin sadece işine gelen sözü dinlemek gibi bir özelliği var tabii.

Tek kelime etmeden bu yaptığına gülümseyip zile bastım ve birlikte kapının açılmasını vitrin mankenleri gibi poz vererek beklemeye başladık. Neler yaptırıyor bu adam bana gerçekten kendime inanamıyorum artık. Beni de kendisine benzetecek yakında. Ayak seslerinin yaklaştığı sırada yan gözle Ahmet'e bakıp ellerimizi kastederek "Buna gerek var mı gerçekten? Bence konuşmamız tatlıya bağlandı demek yeterli olurdu" dediğimde bana ne münasebet dercesine bir bakış savurarak "Hayatımıza küçük sevimli detaylar katarak onu daha da keyifli bir hale getiriyoruz fena mı?" dedi ve kapının açılması eşliğinde parmak uçlarıma nazik bir öpücük kondurdu. Al işte tam da o sırada yakalandık!

"Aman Allah'ım en sevdiğim çift gelmiş! Selim sürprizim var dediğinde bu sürprizin sizinle alakalı olabileceği hiç aklıma gelmedi!"

Selim kolunun altına aldığı Meral'in saçını öpüp "Adı üstünde "sürpriz" hayatım" dedikten sonra bize de "Hadi durmayın orada içeriye girin" dedi. Doktor bey elimizi hiç indirmeden içeriye Best Model of Turkey birincileri edasıyla girmemizi sağladıktan sonra nihayet elimi bıraktı ama bunu da beni etrafımda bir tur döndürüp sonra da elimi bir kez daha öperek yaptı. Artist işte!

Ona "Herkesin içinde ne yapıyorsun acaba?" der gibi gözlerimi belerterek baktığımda bana tebessümle kaş göz işareti yapıp "Detaylar!" dedikten sonra Meral'e döndü ve bakışlarını tuhaflaştırarak "Senin ayakta ne işin var?" diye sordu. Aa! Kızın ayakta olduğunu yeni mi fark etmiş?

Meral de böyle demesini beklememiş olacak ki panikleyip kem küm ettikten sonra aniden kaşını havaya kaldırıp "Asıl senin ayakta ne işin var?" dedi. İşte bu! Sıkışınca topu direkt karşı tarafa atacaksın ki senin yerine o tutuşsun. Gerçi bu taktiği bilen bir tek ben ve Meral değiliz herhalde çünkü Ahmet'te bir Selim'e bir bana bakıp aynı yoldan ilerleyerek "Meral'e neden beni bu yaralı kuş halimle sıcacık yatağımdan kaldırdığını açıklamak ister misin Eylül?" dedikten sonra Meral'e doğru eğildi ve sessiz olduğunu zannederek "Kıskançlık krizi tuttu da zor zapt ettik. Haklı tabii benim gibi adamı bulmuş kimse ile paylaşmak istemiyor" deyiverdi. Ne yapıyormuşum ben! Onu kimseyle paylaşmak istemiyor muymuşum? Bence bizi birbirimize girmeden önce hemen ayrı odalara geçirsinler çünkü benim avuç içim kaşınmaya başladı!

Gözlerimi korkutucu olmaya özen göstererek kocaman açıp ona dik dik bakarak "Anlatayım mı gerçekten? Bak başa sarabiliriz haberin olsun çünkü anlatırken ansızın "detaylara" takılabilirim" diye sorduğumda neyse ki bu elden ele durumu bu sorumla noktalandı. Hazır konuyu tatlıya bağlamışız neden yeniden ekşitelim değil mi doktorcuğum!

Ahmet mesajı aldığı için hemen geri vitese taktı ve anlatıp da kendimi yormamamı istedikten sonra kendisine "Şaka bir yana seni çok merak ettim Ahmet ağabey gerçekten iyisin değil mi?" diye soran Meral'e dönüp ona sıkıca sarılarak "İyiyim merak etme Eylül bana çok iyi baktı" dedi. Duyan da ameliyatına girip vizitelerine de ben çıktım sanacak. İlahi doktor...

"Haberlerini hep aldım ama yanında olmak gibi olmuyor ki. Hastaneye gelemediğim için gerçekten çok özür dilerim"

"Asıl gelseydin özür dilemen gerekirdi çünkü bu kritik döneminde benim yüzümden hastanede perişan olduğunu duysaydım seninle külahları çok fena değişirdik"

"Kırılmadın mı yani?"

"Tabii ki kırılmadım"

Bu konuşma sırasında hep birlikte salona geçtik. Müberra Hanım da alt kattaymış herhalde sesleri duyup hemen yukarıya çıktı. Yanımıza geldiğinde Ahmet'i sağ salim ayakta görünce çok mutlu oldu ve "Ahmet oğlum sen ne zaman kalktın yataktan?" diyerek Ahmet ile birbirlerine sarıldılar. Yine Eylül sen anlatmak ister misin deme valla açarım ağzımı yumarım gözümü Atahan! Neyse demedi ve Müberra Hanım'ın içini ferahlatmak için kendisini bomba gibi hissettiğini söyledi. Valla bu dediğini rahatlıkla onaylayabilirim çünkü cidden bomba gibi. Ben onun yerinde olsaydım boğazıma kadar yorganımı çekmiş yattığım yerde yatıyor olurdum.

"Aç mısınız çocuklar hemen bir şeyler hazırlayayım mı size?"

"Neler yaptın bugün o pamuk gibi ellerinle Büberra Sultan'ım?"

"Zeytinyağlı taze fasulyem var"

"Aaa! Eylül çok sever. Hastanede kokusunu almıştı da yiyememişti. Tam da gününde gelmişiz desene... Başka ne var?"

"Domatesli pilav da yaptım"

"Hiih! Dibini de tutturdun mu?"

"Tutturdum ya! Hem de altın sarısı kabuk tutturdum. Sizin sevdiğiniz gibi..."

"Kurt gibi acıktım ama inan tok olsam da koca bir tabak yerdim"

Aaa! Şu an Ahmet'i şaşkınlık içerisinde izliyorum. Nasıl da mutlu oldu görüyor musunuz? Adamın yemek konuşurken gözleri parlıyor enerjisi yükseliyor resmen. Uzaktan görsem bu kadar aşkla beni mi anlatıyor acaba derdim ama gel gör ki mevzu fasulye pilav...

Yemek konusunda anlaşma sağlanınca Müberra Hanım mutfağa geçti. Biz de Selim ile sözleşmiş gibi "Hadi siz de dinlenin artık" deyip birimiz Meral'i diğerimizde Ahmet'i koltuğa oturttuk. Hangimizin kimi oturttuğunu söylemeye gerek yok herhalde. Ancak Meral gayet hanımefendi gibi eşinin yardımıyla oturup nazikçe teşekkür ederken benim nazlı hastam bir türlü oturduğu yere yerleşemedi. Var bir derdi de anlarız elbet.

"Ne oluyor Ahmet?"

Oturduğu yerden orayı burayı çekiştirip "Sırtıma yastık mı koysak acaba?" dedikten sonra bana doğru bakıp masum ve yardıma muhtaç bir tavırla "Boşta kaldı ya ağrır şimdi bütün gece de uyutmaz. Hem vuruldum ya ben rahatsız oturmak yaramı da acıtır kıyamazsın da sen şimdi bana" dedi. Vurulması konusunda hassas olduğumu ve vicdanıma dokunup bana her şeyi yaptırabileceğini biliyor ya o yoldan ilerliyor uyanık!

Ona kuşkuyla baksam da yine de tekli koltuktaki yastığı aldım ama ona uzattığım anda o az önceki acınası bakışlar yeniden sahnelerdeki yerini aldı. Bu adamın hasta hali de ayrı bir vaka he! Yine ne olduğunu sorduğumda bu sefer de "Ben koyarım da şimdi ters bir hareket falan yaparım canım acır kıvrım kıvrım kıvranırım" deyince içimden her ne kadar "Ben şimdi seni bir kıvrandıracağım göreceksin gününü! Bu beni kullanıyor mu ya?" diye geçirsem de bizi sırıtarak izleyen Meral ile Selim'i daha fazla güldürmemek için dediğini yapmak zorunda kaldım. Elime de yapışmaz sonuçta.

Yanına yaklaşıp omzunu öne doğru yavaşça çektikten sonra yastığı bir güzel sırtına yerleştirdim ve rahat olduğundan emin olduktan sonra ondan da onay almak için "Böyle nasıl iyi mi?" diye sordum. Hay sormaz olaydım! Tepesinde dururken son derece hoş bakışlara sahip olduğunu inkar edemeyeceğim etsem de net çarpılacağım gözlerini bana doğru kaldırıp "Teşekkür ederim. Kendimi hiç bu kadar rahat hissetmemiştim" deyince bir an Meral ile Selim'in burada olduğunu unutup tepki vermeden ona bakıp kaldım.


waesdrftgj.gif


Şu tek odağı ben olan ve belli belirsiz bir halde bir sağ bir sol yapıp gözlerimde delifişek gibi gezen "Şişşt! Bende kal Eylül bende kal!" isimli parmak şıklatan bakışa yakalanmasam iyi idare edeceğim ama ne zaman ortaya çıkacağını bir türlü kestiremiyorum ki. Her seferinde hiç ummadığım bir anda yakalıyor beni.

Onda fazlaca kaldığımı fark eder etmez minik ama ciddi bir öksürük eşliğinde yanından çekilip koltuğun diğer köşesine oturdum. İstemlice uzaklaşmadım ondan sadece dönüp dolaşıp kendimi orada buldum. Belki de bu bakışın etkisinden kurtulamayıp kaykılmayayım diye koltuğun kolundan destek almak istemişimdir bilmiyorum. Ne diyorum ben ya? Gereksiz yere çenem mi düştü benim ne!

Elimi kolumu nereye koyacağımı bilmediğim ve de bu yüzden Ahmet'in hınzır diyebileceğim bakışlarını üzerime çektiğim esnada şükürler olsun ki Müberra Hanım salona gelip "Yemekler hazır buraya mı getireyim yoksa mutfakta mı yersiniz?" dedi. Oh be! Malumunuz yemek mevzu bahis olunca benimkinin dikkati sizlere ömür oluyor. Benimki ne ya? Eylül Allah rızası için bir düşünme sus sessizce otur köşende!

Selim tam geldiğimizi söyleyecekken Ahmet söze girip "Yemeğimizi tabaklara alıp burada mı yesek? Bozmayalım şimdi bu samimi düzeni" dedikten sonra bir Meral'e bir bana bakıp "Sizin için bir sakıncası var mı?" dedi. Ben o mübarek ağzımı açmadan mimiklerimle burada yiyebileceğimizi belli ettiğimde Meral ben de bir gariplik olduğunu sezdi herhalde çünkü ne oluyor der gibi bakıp gülümseyerek "Olur olur! Benim için de uygun" dedi. Ne olacak Allah aşkına kaynının kaşı gözü yerinde durmuyor sonra da olan bana oluyor.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Selim tabakları alıp geleceğini söyleyerek Müberra Sultan'ımın ardından mutfağa giderken Eylül de bir anda ayaklanıp onlara yardım edeceğini söyledi. Normal şartlarda keşke gitmese derdim ama bu defa mutfağa gidiyor olması benim için bulunmaz bir fırsat oldu. Neden mi? Çünkü ince işler peşindeyim ve bu işleri de çuvallamamak için Eylül'ün arkasından çevirmem gerekiyor.

Kısıtlı bir zamanım olduğunu bildiğim için Eylül salondan çıkar çıkmaz oturduğum yerden Meral'e doğru uzanarak hemen mevzuya girip "Meral bana yardım etmen lazım" dedim. Koltuktan koltuğa fısıldaşmak biraz garip oldu ama yapacak bir şey yok. Beklersem bir daha böyle bir konuşma fırsatını kolay kolay yakalayamayabilirim. Meral kaşlarını hafifçe çatarken bir yandan da merakla hangi konuda yardım etmesini istediğimi sorunca ses tonumu biraz aşağıya çekerek ona yüzük parmağımı gösterdim ve "Bana bir yüzük tasarlamanı istiyorum" dedim. Şaşırdı ama şaşırmasına da şaşırmamak lazım bence.

Evet Meral'in bana daha doğrusu Eylül'e eşi benzeri olmayan bir yüzük tasarlamasını istiyorum çünkü ben uygun ortama denk geldiğim anda bu kızı benimle evlenmeye ikna etmek zorundayım. Onu kaçırma gibi bir lüksüm olmadığına inanıyorum çünkü gördüğüm tanıdığım yaşadığım kadarıyla hayatım boyunca yanımda olmasına şükredebileceğim tek kadın o olabilir gibi geliyor. Kısacası Eylülsüz bir hayat düşünemiyorum ve o aksiyon düzeyi yüksek hayatı elde edebilmek için de şansımı hiç olmadığı kadar zorlamaya hazırım. Bana öyle ya da böyle evet diyeceksin Eylül Acar! Ben de Ahmet Atahan isem dedirteceğim bunu sana!

Meral isteğimi öğrendikten sonra bir parmağıma bir de bana bakıp "İyi de sen yüzük takmazsın ki... Takar mısın yoksa?" deyince yanlış anlaşıldığımı anlayıp hemen konuya açıklık getirerek "Yüzüğü benim için değil Eylül için tasarlamanı istiyorum" dedim. Birkaç saniyeliğine Meral'in yayını durdu. Bu isteğimin manasını düşünüyor olmalı. Halbuki mana ortada ama benim bu kadar çabuk bir hamle yapacağımı beklemiyordu herhalde. Sessizce "Yardım edecek misin?" dediğimde gülümsemeye başlayıp "Bir dakika bir dakika! Düşündüğüm şey için mi?" dedikten sonra kapıya doğru bakıp yeniden bana dönerek "Sen Eylül'e evlenme mi teklif edeceksin?" diye sordu.

"Şişşt! Sessiz ol duymasını istemiyorum"

"Doğru yani!"

"Evet doğru. Ancak taarruzumun zamanı belli değil ama sen yine de acele etsen iyi olur"

"Taarruz mu? Ahmet ağabey kıza topla tüfekle gitmeyeceksin herhalde"

"Karşımdaki kadın Eylül olunca haliyle olaya stratejik yaklaşmam gerekiyor. Önce hedeflenen bölgeyi kuşatıp kaçabileceği alanı kontrol altına almalı sonra da onu savunmasız bırakıp bana ya evet ya da evet demesini sağlamam... Demek Kaan'ın dersleri çok iyi. Aslanım benim! Sahi nerede o? Amcası gelmiş hâlâ ortalarda gözükmüyor"

Ahmet ne saçmalıyor demeyin çünkü an itibarıyla salona ellerinde tepsiyle kardeşim ve Eylül girdi. Ben de onları gördüğüm saniyede eski pozisyonuma geri döndüm ve sanki az önceki konuşma hiç olmamış gibi hemen konuyu değiştirerek lafımı bu şekilde tamamlamak zorunda kaldım. Eee! Neticede kriz anlarında konu değiştirme denince akla hep ben gelirim.

Bunu Meral'de en az benim kadar iyi biliyor olacak ki bana hemen uyum sağlayarak "Bahçede koştu yuvarlandı şimdi de banyo yapıyor" dedikten sonra tabağını uzatan Selim'e teşekkür edip "Hayatım sen bir bak istersen çünkü bu banyo faslı bana biraz oyuna döndü gibi geldi" dedi. Neyse kimse az önce ne konuştuğumuzu zerre kadar anlamamış. Anlamak ne kelime bir işler döndüğünden şüphelenmediler bile.

"Az önce seslendim zaten çıkar şimdi"

"Amcasıyla Eylül'ün geldiğini de söyledin mi?"

"Söyledim merak etme o yüzden çabuk çıkacak"

Eylül elinde ikimizin tabağı bulunan tepsiyle yanıma oturduktan sonra benimkini uzatıp "Seninkilere de tuz ya da karabiber ekmemi ister misin?" diye sorunca daha önceden beni büyük bir özenle cayır cayır yaktığı anları hatırlayıp "Zahmet etme ben kendim hallederim" dedim. Tamam benimle ilgilenmesi ve lehime olacak bir şeyler yapması fena halde hoşuma gidiyor ama şimdi durduk yere midemi perişan etmeye gerek yok bence.


wsedrftgyhujıo.jpg


Karabiberi elime alıp pilavıma dökerken yan gözle de Eylül'e bakıyordum. Nasıl güzel bir kadın ya! Tablo gibi kadın derler ya... İşte Eylül'deki güzellikte tam olarak öyle. Kaşı gözü saçı başı teni kokusu herbiri ayrı ayrı aşık olma sebebi... Bir de o hırçınlığı ve kavgacı hali yok mu? Sanki gelsin ve beni her yönden fethetsin diye özenle yaratılmış gibi. Sensiz geçen yıllarıma mı yanayım yoksa bundan sonra seninle geçmesi muhtemel olan yıllarıma mı sevineyim bilemedim ama iyi ki geldin. İyi ki girdin hayatıma.

"Ahmet bir yerde duracaksın herhalde değil mi?"

Eylül'ün sesiyle kendime geldiğimde ona olan kesintisiz bakışımı kastediyor sandım ama işin rengi başkaymış. Ona derken kendim karabiberi pilavıma boca etmişim farkında değilim. Bozuntuya da veremedim çünkü gözünde aptal gibi görünmek istemedim. Bu yüzden de her ne kadar tabağımdaki kara toz bulutuna dehşet dolu bir bakış atsam da Eylül'e "Domatesli pilavı bol karabiberli severim de" demek zorunda kaldım. İnandı mı acaba diye düşünürken yüzüme ve tabağıma tuhaf bir bakış attı ve dudağını büzüp hemen ardından da "İyi tamam afiyet olsun o zaman" dedi. Afiyet mi olacağını bilmem ama bir şey olacağı kesin. Hay aksi! Benim bu acıyla olan imtihanım ne zaman sona erecek acaba?


........::::::::__Eylül__::::::::........

Ahmet pilavı bol karabiberli severim dese de sanki elinin ayarı biraz kaçtı da itiraf edemiyor gibi. Tamam baharat sevebilirsin de böyle de fütursuzca tabağına boca etmezsin ki arkadaş! Ara sıra ona bakıp kendi tabağıma odaklanmışken bir yandan da Meral ile Selim'in konuşmasına katılmaya çalıştım ama yok aklım Ahmet'te kaldı. Sessizce oturmuş kaşığına karabibersiz kısmından pilav almaya çalışıyordu. Biliyordum elinden kaçtığını...

Durumu içler acısı ama bu çocuk mahzunluğu taşıyan hali gözüme çok tatlı geldi nedense. Onun ardından bizim çifte kumrulara baktım da Selim hem gözlerinin içine bakarak tatlı tatlı konuşmaya devam ediyor hem de söyledikleri yüzünden konuşmaya takılıp yemeğini boşlayan Meral'i elleriyle besliyordu. Güzel görünüyorlardı. İmrendiren cinstendi yani...

Onları böyle görünce aklımdan geçmekte olan şeye direnmeye çalışsam da bunda başarılı olamadım ve içten içe "Ne yapıyorsun Eylül ya!" desem de Ahmet'in elini tutup kaşığını aldım. Bunu yapınca doğal olarak nedenini anlamak için bana döndü. Korkmasın iyi bir şey yapacağım. Kendi önümdeki pilav tabağından kaşığına bir miktar alıp ona doğru uzatarak "Al hadi al! Bu sefer yanmana gönlüm el vermedi. Bu aralar yaralı kuşsun ya sana dikkat etmek gerek. Sonuçta iyileşene kadar da bana zimmetlisin" dediğimde boş boş bakan bakışlarına hınzır bir gülümseme eşlik etti.

Bana doğru yaklaştıktan sonra imalı bir şekilde "Bu zimmetlenme olayı... Sadece iyileşene kadar mı? Bir ömür sürse olmaz mı mesela?" deyip elimi tutarak kaşıktaki pilavı yedi. Hem bu soruya hem de bakışlarındaki tavra gülümsemeden edemedim. Önüme dönüp kaşığa biraz daha pilav alırken içimden "Gıcık!" dememe rağmen beni güldürmeyi başardı ya ben ona ne diyeyim bilmiyorum.

Meral her ne kadar gerek olmadığını söylese de Selim ona ben de halinden pek bir memnun görünen Ahmet'e ellerimizle yemek yedirirken konu döndü dolaştı bebeklerinin cinsiyetinin ne olacağına geldi. Benim çok da hoşlandığım bir konu olmadığı için sessizliğimi korudum. Hatta konu bir an önce kapansın istedim. Ancak Selim ile Meral epey heyecanlıydı. Onlar bebeklerinin kız olacağından çok emin gözüküyordu ve bu yüzden de Ahmet'in ağzından bir anda "Bebek erkeeek! Bu sene erkek senesi" diye bir söz çıktı. Bunu der demez Ahmet ile göz göze geldim. Aslında bunu söylemesine kendisi de şaşırdı ama sonra hastanede çalıştığı için böyle bir kanıya sahip olduğunu söyledi. Haklı olabilir aslında...

Sonra ne mi oldu? Selim ile Meral bu dediğine bıyık altından gülünce bizimki bunu kendisine yediremeyip hemen ortaya bir iddia attı. Evet evet şu meşhur iddialarından! Zamanında bu iddiaların gazabına uğramışlığım var da oradan biliyorum. İddia konusu belliydi. Bebek kız olursa onlar erkek olursa da kendisi kazanacaktı ve hemen bana bakıp ne düşündüğümü sordu. Daha doğrusu onunla mıyım yoksa rakip takımda mıyım onu öğrenmek istedi.

Aslında ne yalan söyleyeyim benim çok da bir fikrim yoktu. Ancak Ahmet kendisinden o kadar emin göründü ki hiç düşünmeden ona doğru dönüp iddiacı kişiliğine uyum sağlayarak "Ben sendeyim doktor!" dedim. "Başka şansın var mı ki?" dercesine bakan kendini beğenmiş bakışlarını görünce bir cayasım gelmedi değil ama yine de pilavdan dönenin kaşığı kırılsın mantığını benimsemiş biri olduğum için geri dönüş yapmadım. Ne yapalım? Batacaksak da çıkacaksak da birlikte batıp çıkacağız.


dasfghjk.gif


Sendeyim dediğimde daha da keyiflenip "Her yönden kazanıyorum. Bugün şanslı günümde miyim ne!" deyince bir anda kazanan tarafın ne elde edeceği gündeme oturdu. Bana sorarsanız kazanan kazanmış oldu işte daha ne diyeceğim ama yok onlar işi biraz büyütmeye kararlı görünüyorlardı. O mu olsun bu mu olsun derken kazanıldığı takdirde karşı tarafın yenen tarafa son model bir bebek arabası almasında fikir birliği sağlandı. Sonuçta bebeğin üzerine yapılan bir iddia olduğuna göre ödülde ona uygun olmalıydı. Ama sonra hoş bir şey oldu. Çok hoş...

Bebek arabalarının modellerinden bahsederken Ahmet yurt dışı seyahatlerinden birinde gördüğü alışılmışın dışında bir bebek arabasından bahsetmeye başladı. Orası böyleydi şurası şöyleydi insanlar neler yapıyorlar inanılır gibi değilden girip sonra da konu biraz sapmalara uğrayarak orada kullandığı bisikletlere kaydı. Orada kaldığı sürece ulaşımını kiraladığı bisiklet sayesinde yaptığını anlatırken Selim de ona katılıp okul döneminde bisikletin vazgeçilmezi olduğunu söyleyerek o günleri hatırlattı. Bu da yıllar yıllar önce aralarında geçen bir konuşmayı bu iki kardeşe yeniden hatırlatmış oldu.

Meğerse okul bittikten sonra ikisinin birlikte bisikletle bir gezi turuna çıkma hayali varmış ama sonra Ahmet'in doktor oluşundan kaynaklı olarak vakit ayarlanıp bu hayali bir türlü gerçekleştirememişler. O kadar heyecanlı konuşuyorlardı ki Selim yanına geçtiği Ahmet'e telefonundan o dönem almayı düşündüğü tur bisikletini gösteriyor Ahmet'te elini kardeşinin omzuna atmış şimdikilerin daha iyi özellikleri olduğundan bahsediyordu.

Meral ile muhtemelen aynı hisleri paylaşarak birbirimize tebessüm ederken oturduğum yerden kalkıp onun yanına gittim ve koltuğa oturur oturmaz da koluna girip "Şunlara bak Meral! Bir gün onları bu halde göreceğin hiç aklına gelir miydi? Açıkçası tanıtım gecesindeki tartışmalarından sonra benim aklımın ucundan dahi geçmezdi" dedim. Aynı benim gibi Meral'de mutluluktan içi gülen gözlerini onlardan ayıramıyordu.


asdfgh.png


Meral koluna sardığım elimi diğer eliyle sıkıca tutup "İkisi de hayatımda çok önemli bir yere sahip. Biri gerçek anlamda bir mucize yaratıp beni ölümün elinden çekip alarak hayatımı kurtardı diğeri de o hayatın manasını bulmamı sağlayıp bana masal gibi geçen bir aşk yaşattı ki hâlâ daha yaşatmaya devam ediyor. İkisine de sevgim sonsuz. Onları bu halde görebilmeyi o kadar çok bekledim o kadar çok istedim ki... Sonunda oldu galiba" dediğinde ikimiz de iki kardeşin heyecanla birbirlerine bir şeyler anlatmasını izledik. Tabii onlar bunun farkına varamadılar. Bu da daha güzel oldu tabii.

"Tamam şimdi herkes bana baksın çünkü ödül konusunu başa alıyoruz. Kazanan tarafın anne adayı yine son model bir bebek arabası alıyor. O konuda mutabıkız herhangi bir sıkıntı yok ama bunun yanı sıra biz beyler için de ufak tefek bir şeyler olmalı diye düşündük ve ortaya bir tane de tur bisikleti koymaya karar verdik"


awsedrtfgy.gif


Ahmet'i bu neşeli ve kıpır kıpır haliyle dinlerken sırıtıp durdum. Bu adam cidden hayattan zevk almayı biliyor çünkü her anını renklendirmekten bir an bile olsun vazgeçmiyor. Halbuki yaralı adamsın otur yerine söyle ne diyeceksen ama yok illa ortalara atılıp ortamı kendi bildiği usulde canlandıracak.

İddia konusu ve ödül karara bağlanırken salona Kaan girdi ama o anda da bir kaos yaşandı. Çocukcağız tam Ahmet'e doğru "Hoş geldin amcaaaa!" diye koşuyordu ki Selim'in "Kaan sakın amcanın üstüne atlama" demesi ve Meral'in de kollarını açmış bekleyen Ahmet'e "Ahmet ağabey ameliyatlısın sakın!" demesi duyuldu. Bu uyarıların ardından Kaan fren yapar gibi kayarak dururken Ahmet'te hemen kollarını kapatıp aynı hizaya gelsinler diye koltuğa oturdu. Ha şöyle! Bir de haline bakmadan çocuğu kucaklayıp belki de havaya kaldıracaktı. İyisin dediysek o kadar da değil doktor bey!

Kaan minik adımlarla yanımıza gelirken ikisi de az önce yarattıkları kriz sebebiyle muzur muzur gülüyordu. Tabii hemen ardından Kaan amcasının boynuna sarılıp "Sana bir şey olacak diye çok korktum. Seni çok ama çok seviyorum amca" dedi. Ahmet'te ona sarıldı ve bir yandan da saçlarını okşayıp öperek "Ben de seni çok seviyorum aslan parçası ama üzülme çünkü ben gayet iyiyim" dedikten sonra ayrıldılar.

Hemen ardından Kaan o tatlı suratıyla bana doğru dönüp "Hoş geldin Eylül abla nasılsın?" dedikten sonra kollarını kaldırınca bana sarılmak istediğini anlayıp yaklaşarak "Hoş buldum Kaancığım. İyiyim asıl sen nasılsın?" dedim. Birbirimize sarıldıktan sonra Kaan çok iyi olduğunu söyleyip ikimizin ortasına oturdu ve başını da Ahmet'in koluna dayadı. O da küçük beyi kolunun altına alınca ikisine şöyle bir baktım da şakalaşmaları konuşmaları gülüşleri ve birbirlerine olan bakışları o kadar güzeldi ki onları gülümsemeden izlemek imkansız gibiydi.

"Ben yokken neler yaptın anlat bakalım. Yeni oyunlar çıktı mı?"

"Çık - tııı! Amca dur gıdıklama!"

"Niye gıdıklanırken konuşamıyor musun?"

"Yaaa!"

"Tamam hadi anlat"

"Ellerini diğer tarafa koy"

"Korkma be oğlum! Yapsam yapsam ancak bunu yaparım"

"Aaaahhh! Baba amcama bir şey söyle gıdıklamasın ne olur!"

Kaan gıdıklansa da kıkır kıkır gülüyordu. Babasından yardım isteyince Ahmet'te durup "Özlemişim ver bir yanak bakayım" deyip Kaan'ın kendisine doğru uzattığı yanağı çocuğu iki büklüm ederek öptü. Tabii Kaan kaçmaya çalışırken amcasının kendisini yeniden gıdıklamasıyla bir daha "Babaa kurtar beni!" diye bağırmak zorunda kaldı. Valla bana gıdıklayan da memnun gıdıklanan da memnun gibi geldi ya neyse...

Ahmet ile Kaan'ın bu hallerini dalmış bir halde izlerken aklımdan geçen şeyler eşliğinde karnımı tuttuğumu fark ettim ve elimi hızla çekip oturduğum yerden kalktım. Gözler haklı olarak nereye dercesine hemen bana döndüğü için de açıklama yapmak durumunda kalıp bir şey olmadığını sadece su içeceğimi söyleyerek salondan çıktım. Mutfağa girip kendime dolaptan bir bardak aldıktan sonra içine su doldurdum ama itiraf etmeliyim ki aslında derdim su içmek falan değildi. Sadece onları izlerken aklımdan geçen şeylerden uzaklaşmak istedim.

Bir yandan su içip bir yandan da mutfağın açık olan diğer kapısından bahçeye çıkınca Müberra Hanım da üşümeyeyim diye sandalyenin üzerinde duran hırkayı almamı söyleyip salona gitti. Hırkayı giydikten sonra yüzüme vuran tatlı esintiye karşı gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kendi kendime kalınca garip bir sakinlik oldu içimde. Şu köşede duran sallanan sandalyeye oturup uyusam da beni yıllar yıllar sonra uyandırsalar ne iyi olurdu kim bilir. Ama Ahmet dayanamaz beş bilemediniz on dakika sonra başıma dikilip "Eylüüül!" diye seslenerek beni uyandırırdı. Aynı şimdi de yaptığı gibi...

Neden mi böyle söyledim? Çünkü tam bunları düşünürken kulağıma doğru "Eylül" diye fısıldayıp çenesini omzuma dayayarak bana sarıldı da ondan. Ben onun ciğerini bilirim derken boşa sallamıyordum. Biliyoruz da konuşuyoruz herhalde. Ellerimi karnımın üzerinde birleştirdiği ellerinin üzerine koyup yan gözle ona bakarken o da bana "Ne oldu niye kaçtın?" diye sordu. Ooops! Demek ki kaçtığım belli olmuş.

Onun gibi dürüst davranayım mı? Kaan ile ikisinin o tatlı halini izleyip aynı anda da karnıma dokunurken bir an içimden keşke bu bebeğin babası Ahmet olsaydı diye geçirdim. Gerçekten istedim bunu. Hayatında neyi değiştirmek isterdin deseler herhalde değiştirip değiştirebileceğim tek şey bu olurdu. Ama kötü bir haberim var çünkü her ne kadar gözü kara bir kadın olsam da bunu Ahmet'e söyleyecek cesaretim yok. İçimde tuttuğum diğer şeyler gibi bunu da bilemeyecek yani.

Olduğum yerde ona doğru döndükten sonra bu hissettiklerimin üstüne ne söyleyeceğimi bilemedim ve bu yüzden de tek kelime etmeden başımı omzuna yaslayıp kollarımı da beline doladım. Sesi çıkmadı. Sadece o da bana sarılıp saçımı öpmekle yetindi. Tabii uzun süre bu şekilde kalmadık çünkü merakı onu sessiz kalma konusunda zorlamış olmalı ki birkaç saniye sonra "Neyin var Eylül?" diye sorup benden onu iyi olduğum konusunda ikna edebilecek bir cevap vermemi bekledi.

"Bir şeyim yok ki yorgunum sadece"

"Ben mi yoruyorum seni?"

Başımı değil ama bakışlarımı ona doğru kaldırıp "Bir de soruyor musun? Tanıştığımızdan bu yana canıma okudun be doktor!" dediğimde gülmeye başladı çünkü böyle desem de bendeniz de aynı onun gibi gülüyordum. Ciddi olduğumu düşündüğünü sanmasam da yine de işi şansa bırakmayıp yanağını okşayarak sadece kendisine takıldığımı söyledim. Biliyormuş ve aksini de düşünmemiş. Sanırım o da beni tanımaya başladı.

Başımı "Neyse geç oluyor ben artık eve gideyim. Oturmadığım eve kira ödüyorum resmen" diyerek omzundan kaldırırken Ahmet'te yüzünü asıp "Gitmesen olmuyor mu?" diye sordu. Gitmeyip de ne yapacağım? Masanın üzerine bıraktığım su bardağını alıp "Olmuyor" derken aynı anda da mutfak kapısından içeriye girdim ve hemen ardından da bardağı makineye koyup salona geçtim. Ahmet'te arkamdan geldi ve benim "Kusura bakmazsanız ben artık kalkayım. Anca giderim" demeye çalışmam üzerine lafa karışıp "Bu saatte taksi bulamaz değil mi?" deyiverdi. Niye bulamayayım ya dağ başı mı burası?

Meral'e de aşk olsun yani derdini hemen anlayıp kaynına arka çıkarak "Ahmet ağabey haklı Eylül hem gidip de ne yapacaksın? Burada hep beraberiz işte sohbet edip eğleniyoruz. Hem bir daha böyle bir fırsatı ne zaman yakalarız ki?" dedi. Yan gözle Ahmet'e bakarken yüz ifadem değişti çünkü Meral'e devam et der gibi el kol hareketleri yapıyordu. Tabii benim baktığımı anlar anlamaz elini saçlarının arasına geçirip bakışlarını da başka yöne çevirdi. Ben yerinde bu kadar rahat duramayan bir adamı ilk defa görüyorum. Ağzı sussa kaşı gözü eli kolu oynuyor. Ne yapacağım ben seninle be doktor!

Selim bu konuşmaların üzerine koluma dokunup oturmamı işaret ederek "Görüldüğü üzere bu gece seni bir yere salmaya niyetimiz yok. Hadi siz yerlerinize geçin ben de gidip tatlıları getireyim" dedikten sonra mutfağa gitti. Ahmet'te keyiflendi tabii. Hemen "Ne kadar güzel bir akşam öyle değil mi?" deyip koluma girerek beni ikili koltuğumuza doğru yürüttü.

Sonra ne oldu derseniz eğer tahmin edilebileceği üzere tatlılar yendi sohbetler edildi. Güzel bir akşamdı. Hatta uzun zamandır hiç bu kadar kesintisiz güldüğümü hatırlamıyorum. İyi ki gitmeyip onlarla kalmışım. Sevdiğim insanlarla bir arada olmak onlarla gülüp eğlenmek bana da iyi geldi doğrusu.

........::::::::____::::::::........

"Yatakları hazırladık ama benim içim rahat etmedi. Siz salonda yatmak istediğinize emin misiniz? Söylediğim gibi biz Kaan'ı yanımıza da alabiliriz. Böylece Ahmet ağabey Kaan'ın odasında kalırken Eylül sen de üst kattaki odada rahat rahat kalırsın"

Tam korkunun ecele faydası olmadığını düşünüp benim için fark etmediğini söyleyecektim ki Ahmet beni yine ve yine korkutup arkamdan sinsi sinsi başını uzatarak "Eleanooor!" diye fısıldamaya başladı. Of ama ya! Az önce de yaptı ondan salonda yatmaya razı oldum. Şimdi de tam cesaretim yerine gelmiş yine aynı şeyi yapıyor. Biliyor tabii o filmden ne kadar korktuğumu... Alacağın olsun Atahan sorarım ben sana!

"Yok Meral çocuğu yerinden etmeyin hem mışıl mışıl uyuyordur şimdi. Biz burada kalırız yataklar da hazır zaten uğraşmayalım boşu boşuna"

Ahmet'te çaktırmamaya çalışsa da sırıtıyordu. Gevrek gevrek güler tabii yine allem etti kallem etti dediğini yaptırdı. Meral daha fazla ısrar edemediği için vazgeçip "Tamam o zaman iyi geceler size" dedikten sonra bizim de iyi geceler dilememizle birlikte salondan çıktı. Onun ardından da Selim yedek pikeleri getirip aynı şekilde iyi geceler dileyerek Meral'in ardından gitti.

Aramızda sessizlik hakim oldu ama sonra ben dediği olduğu için "Rahatladın mı şimdi?" diyerek Ahmet'e baktım o da bana "Hem de çok" deyip hoş bir bakış attı. Bu bakışı karşılıksız bırakamadım.

wertfy.gif


İstanbul'a geldim geleli Ahmet ile yapışık ikiz gibi olduk. Gündüzleri işlerimi halletmek için ara sıra ortadan kaybolsam da tek bir gecemiz bile ayrı geçmedi diyebilirim. Tam gidiyorum hooop bir şey oluyor tıpış tıpış yanına geri dönüyorum. Kendimi de tanıyorum öyle gitmek istemesem beni olduğum yerden milim kıpırdatamazlar. Görünmeyen prangalarla tutturum kendimi olduğum yere. Ama mevzu Ahmet olunca belli ki zincir mincir tutmuyor artık.

Ah be! O son tatlı dilimini yemeyecektim ben. Fazla enerji verdi dilim kontrol kaybına uğradı. Neyse madem bülbül gibi şakıdık hakkını verelim değil mi? Az önce söylediğim şey ile ilgili bir sır vereyim mi? Yani sürekli Ahmet'in yanında olmamla alakalı. Sanırım bu duruma çok fazla alıştım. Yani onunla olmaya... Yarın evime dönüp o dört duvarın içinde tek başıma ne yapacağım gerçekten bilmiyorum. Gözlerim kulaklarım sürekli bu muzur adamı arayacak herhalde. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilemem. Ama öyle işte...

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
Eylül ile Ahmet bu bölümün hemen öncesinde Geçmişin Gölgesinde'nin 98.bölümüne olaylı bir telefon bağlantısıyla konuk oyuncu oldu. Bu bölümde de o telefon konuşmasının öncesi ve devamlılığı gerektiği için o sahneler de yer almak durumunda kaldı. Bilginize ;)

153c12e774982616380753363632.png


34.Bölüm : Heeh! Doktor Watson'da geldi tam olduk!

........::::::::__Eylül__::::::::........

Üstümü başımı düzelte düzelte banyodan çıktıktan sonra meraklı gözlerimle etrafı kolaçan ederek salon kapısının önüne geldim. Meral ile Selim bize yatarken giymemiz için uygun bir şeyler vermişti ama Ahmet giyindi mi acaba? Aslında giyinebildi mi desem daha insani olacak çünkü ameliyat yarası sebebiyle biraz zorlanmış olabilir. Keşke yardıma gerek yok dese bile Selim'e söyleseydim bir göz atsaydı ağabeyine.

İçeriye küt diye dalmamak için kapıyı tıklatıp "Ahmet gelebilir miyim?" diye seslendiğimde önce ses gelmedi ama tam meraklanacakken "Gelebilirsin" dediğini işitip beklemeden içeriye girdim. Üstüne başına bakıp giyindiğini ve bir sorun olmadığını anlayınca içim rahat bir şekilde çantamdan telefonumu alıp onu da koltuğun üzerine bıraktım. Kaç saattir sohbete muhabbete daldım arayan soran var mı diye bakmayı unuttum.

Ama yine bakamadım çünkü telefonumun ekranına bakacakken Ahmet'in ayağa kalkmasıyla dikkatim ona kaydı. Önce banyoya gidecek herhalde diye düşündüm ama sonra gözleri üzerimde olarak bana doğru yürümeye başlayınca bu düşüncemden hemen sıyrıldım. Hay aksi! O böyle üstüme üstüme gelince de el ayak koordinasyonumu hepten yitiriyorum sanki. Malum aynı şeyi iki kere yaptı ikisinde de geldi beni çat diye öptü benim de elim armut topladı.

Uykulu gözlerimi üzerinden ayırmadan "Ne oldu neden kalktın? Su ya da başka bir şey istiyorsan ben getirebilirim" dedim. Niyetim kalkma sebebini öğrenmekti ama bana cevap vermedi. Onun yerine yanıma geldiği gibi başını uzatıp yanağımdan öperek "İyi geceler" diledi. Tamam size karşı dürüst olacağım. Böyle yapması aşırı ama aşırı derecede hoşuma gitmeye başladı. Yani bedenen uzak durup sadece dudağının sebep olduğu dokunuşu hissetmeme neden olarak maksadını aşmayan öpüş şeklinden bahsediyorum. Bunu da ikidir yapıyor vicdansız!

Beni bilen bilir öyle romantik olabilen bıcır bıcır işve cilve naz niyaz yapabilen bir kadın değilimdir. Hiçbir zaman da olamadım. Mizacıma ters işler bunlar üzerimde iyi durmuyor. Bu yüzden de bu tarz sevgi kelebekliliği gerektiren durumlarda çok da minnoş hallere bürünemiyorum maalesef. Halbuki adam gelmiş zarif bir şekilde yanağını öpüp iyi geceler dilemiş sende en azından bir tebessüm et aynı şekilde karşılık verip hoş bir tavırla iyi geceler dileyerek göz möz bir şey süz değil mi? Ama yok bunu bilsem de yapamıyorum çünkü bunu yaparsam benim üzerimde öyle eğreti durur ki dağlara taşlara dersiniz.

Evet anlayacağınız üzere yine yapamadım ve yapamadığım yetmiyormuş gibi ona nasıl bir karşılık vermem gerektiği konusunda kendi kendimle yaptığım fikir alışverişinden sonra Ahmet'in koluna birkaç samimi vuruş yapıp tebessüm ederek "Sana da iyi geceler doktor" dedim. Bu kankavari hareketten sonra bendenize cevap olarak ne geldi dersiniz? Söyleyin söyleyin çekinmeyin ben de farkındayım yaptığım saçmalığın...

Verdiğim karşılığın ardından o bana ben ona bakarken şaşırmış ama bunu da belli etmek istemiyormuş gibi bir ifade takınıp gözlerini kısa kısa "Eyvallah" dedi. O mübarek ağzımı açıp tek kelime edemedim çünkü adam haklı! Koğuş arkadaşı mıyız biz ya da tezkereyi beraber alıp toprağım mertebesine mi eriştik ne yaptık anlamadım.

Hoş olması gerekirken sayemde tuhaflaşan bu anı eğilip telefonumu alarak bozduktan sonra o yerine geçti ben de yatak haline gelmiş olan koltuğa oturup telefonumun ekranını açtım. Açınca da şaşırmadım diyemem çünkü Kenan sayısız kere arayıp en sonunda da bir mesaj göndermişti. Ne olduğunu anlamadım ama birazdan anlarım herhalde.

Geri arama yapmaya başladıktan sonra Ahmet'in "Bu saatte kimi arıyorsun Eylül?" demesi eşliğinde hem ona hem de bana kısık ama sert tonlamalı bir halde "Ne!" diyen Kenan'a cevap vererek tereddütlü bir halde "Kenan..." dedim. Sesi niye böyle geliyor bu çocuğun anlamadım doğrusu. Cevap vermesini beklerken bana sinirle "Ne var münasebetsiz zamanlar kraliçesi ne var!" deyince sanki bunu duymuşta rezil olmuşum gibi rahatsız olarak Ahmet'e baktım. O da bana "Ne oldu?" der gibi bakıyordu. Söyler miyim hiç? Hayatta söylemem!

Hiç bozuntuya vermeden bir şey olmadığı konusunda ufak tefek mimiklerde bulunup hafifçe öksürdüm ve elimle telefonu ve dudaklarımı kapatarak "Ben şimdi sana bir şey derdim de dua et ortamım müsait değil! Hem ne kızıyorsun be bir dünya aramayla mesaj bırakmışsın merak ettik herhalde!" dedikten sonra Kenan'ın "Benim ortamım çok müsait çünkü! Niye açmıyorsun telefonunu? Önemli bir şey olsa demek sana ulaşamayacağız ki ulaşamadık da!" demesiyle de yalan yok biraz telaşa kapılıp ne olduğunu sordum.

"Ben İstanbul'dayım Eylül hatta ağabeyimde buradaydı ama bu akşam İzmir'e geri döndü"

"Geliyorsunuz da niye haber vermiyorsunuz ya!"

"Arayınca ulaşım sağlanabiliyor sanki de bir de gelmiş niye haber vermiyorsunuz diyor! O bir dünya aramayı senin bed sesini duyayım diye yapmadım Pembe Panter! Hamilelik tek tük işe yarayan iki gramlık aklının da canına okumuş belli ki!"

Hatırlatın da bu çocuğu ilk karşılaşmamızda bir kaşık suda boğayım. Bir yandan duyduklarımla istemsizce pörtleyen gözlerimi Ahmet'e çevirip bir yandan da fısıltıyla "Bana bak Kenan rahat konuşamıyorum diye laf çakıp durma münasip bir zamanda o çakılan lafları itinayla iade ederim demedi deme" dediğimde Kenan da bana fısıltıyla "Aman ne korktum bilemezsin! Hatta korkudan masanın altına bile girdim" dedi. Ha ha haaa!

"Çok komiksin derdim ama bu espri anlayışıma büyük bir hakaret olurdu. Niye geldiniz peki?"

"Rahat rahat konuştuğuma bakma çok kötü şeyler oldu. Ahsen Hanım'ın durumu ağırlaştı ve maalesef kendisini kaybettik. Bu sabahta cenaze töreni vardı ama asıl önemli olan...."

"Ahsen Hanım... Tolga'nın annesi mi? Sen ne diyorsun Kenan?"

"Uzun süredir hastaydı biliyorsundur herhalde. Bir anda ağırlaşmış bizi de şu an ki eşi aradı apar topar geldik ama ağabeyimle konuştuktan sonra maalesef daha fazla dayanamadı"

"Başınız sağ olsun Kenan çok üzüldüm. Tolga ne durumda?"

"Olup olabileceği en berbat durumda... Hatta en en en en berbat durumda!"

"Annesini kaybetmiş sonuçta iyi olması beklenemez zaten"

"O da var tabii"

"Başka ne var ki?"

"Telefonda konuşulacak şeyler değil Eylül ben sana bir ara anlatırım"

"İyi tamam da sen neredesin şimdi? Sesin de az geliyor bağırsana biraz"

"Bağıramam!"

"Niye ya!"

"Bunu da telefonda söyleyemem"

"Kenan başlatma şimdi onu diyemem bunu söyleyememine!"

"Mine mi? Kanayan yarama parmak bastın çok özledim küçük Chucky'mi! Normalde her gün görüyorum ya şimdi göremeyince bende bir tamamlanamamışlık baş gösterdi. Sahi ne saçma sapan bir şey yapıyor bu yer mantarı bana hayatıma girdiğinden bu yana bütün dengemi alt üst etti cüce!"

"Kız burada değil diye meydanı boş bulup arkasından atıp tutma! Hem lafı karıştırmasana niye yüksek sesle konuşamıyorsun sen?"

"Söylersem çeneni kapalı tutacak mısın?"

"Bunu asla bilemeyiz küçük Gürsoy!"

"İyi kapat telefonu o zaman!"

"Şişşt! Tamam söyle çenem istediğin sürece kapalı kalacak"

Söyle dedim ama hay sormaz olaydım mı desem ne desem bilemedim. Ben yine kim bilir nerede diye düşünürken Kenan Efendi asla aklımın ucuna gelmeyecek bir şey söyleyerek bana "Bağıramam çünkü şu an bir hırsız gibi kendi öz babamın çalışma odasına girdim. İşime yaraması için dua ettiğim şeyler arıyorum ve bil bakalım an itibarıyla ne oluyor? Sen de bu işe dahil oluyorsun ve bana yardım ediyorsun" dedi. Af buyur ne!

Söylediği şeyi aklım almadı. Ne halt ediyor orada ya! Şaşkınlığımı gizleyemeyerek telaşla "Neredesin nerede! Kenan ne işin var senin bab..." derken bir an Ahmet'in meraklı gözlerle bana baktığını fark edince dilime bir ayar çekip "Yani şeyinin şeyinde" dedim. Şeyinin şeyinde ne Eylül ya!

En kötüsü de Kenan'ın bana "Bir dakika bir dakika! Sen niye rahat konuşamıyorsun ki?" deyip benim de ne diyeceğimi şaşırarak "Ben şeydeyim ya şey de işte..." dememle gerçekleşti çünkü benim telefon başında cebelleştiğimi gören doktor efendi benden onay almadan bir anda Kenan'a seslenerek "Selam Kenan ben Ahmet! Eylül benim yanımda bir sorun yok merak etme" deyiverdi. Adamın boşboğazlığı yüzünden deşifre olduk iyi mi!

Ahmet'e dudak hareketlerimle "Niye söylüyorsun?" deyip gözlerimi belerterek mutfağa doğru giderken Kenan da haklı olarak bana "Bittin sen Eylül! Ben burada sana babamın odasına illegal yoldan sızdığımı anlatırken sen de orada Doktor House'a naklen yayın mı yapıyorsun? Hemen uzaklaş oradan be kadın! Hem bu saatte senin ne işin var Ahmet'in yanında o taburcu olup evine gitmeyecek miydi ne diye takıldın adamın peşine!" diye söyleniyordu. Gerçekten de ellerim kırılaydı da aramaz olaydım!

"Kenan gecenin bu vaktinde klasik ağabeyi soruları sorup darlama beni! Ufak bir kriz çıktı Meral ile Selim'i ziyarete gelmek zorunda kaldık onlarda bu gece evlerinde misafir olmamızı teklif etti ondan bir aradayız"

"İstediğim gibi darlarım! Seni iki dakika yalnız bıraktım gittin o beş harfli insan müsveddesinden hamile kaldın ben de bunu hâlâ hazmetmekle uğraşıyorum! Konuşturma beni Eylül zaten zordayım zımbanın üzerine mi oturdum ne!"

"Zımba mı?"

Ne zımbası Allah aşkına ne yapıyor bu çocuk orada? Merakıma yenilerek telefonu kapattım ve doğruca salona girdim. Girmemle birlikte bana şaşkın gözlerle bakan Ahmet'e "Bir şey yok her şey yolunda" bakışı atarak çantamdan telefonumun kulaklığını aldım ve güleç bir ifadeyle ona bakmayı sürdürerek salondan çıktım. Çıkar çıkmaz da kulaklığı takıp Kenan'ı görüntülü aramaya başladım.

Mutfağa geri döndüğümde ne ile karşılaşacağımı bilemeyip bir o yana bir bu yana giderken Kenan aramayı cevapladı ama ne cevaplamak! Onu gerçekten de masanın altına girmiş olarak görünce gülmeme engel olamadım. Deminden beri benimle fısır fısır oradan mı konuşuyordu yani? Ay Kenan ne alem adamsın sen ya!

Ben kendime hakim olamayıp gülerken Kenan da suratı beş karış bir halde "Sana ölene dek konuşabileceğin birkaç aylık malzeme çıktı değil mi?" dedikten sonra gözlerini kocaman açarak ekrana yaklaşıp "Umarım birkaç ay iması tarafından net bir şekilde anlaşılabilmiştir" dedi. Ciddiye mi alsam yoksa elime çekirdek alıp bu halini keyifle mi izlesem bilemedim.

Üzerindeki kıyafetlere bakarak "Kapkara giyinip eldiven bile takmış ya sen beni öldüreceksin Kenan! Tek eksiğin başına geçirmeyi unuttuğun ince çorap biliyorsun değil mi?" dediğimde haliyle kızdı ve bana da "Eylül bırak şimdi zevzeklik etmeyi canım burnumda zaten!" dedi. Canının nerede olduğunu gördük!

"İyi de ne işin var orada Kenan deli misin divane misin sen ya! Git yat odana arkadaşım gece gece belanı mı arıyorsun? Şimdi biri görecek ortalık birbirine girecek"

"Kapa çeneni de bana yardım et! Burada olmam Ela ve ağabeyim için hayati bir önem taşıyor"

"Nasıl bir önem o?"

"Aradığımı bir bulayım öğrenirsin. Şimdi ciddileş ve şu odaya dikkatlice bak ama bir yandan da eğer elinde kimsenin bilmesini istemediğin şeyler bulunduruyorsan onları nereye koyardını da düşün"

Kimsenin bilmesini istemediğim şeyler mi? İtiraf etmem gerekirse eğer orada bulunma sebebinin Ela ile Tolga olması beni inanılmaz tedirgin etti çünkü sıradan bir konu için babasının odasına girmesi mümkün değildi.

"Sen ne arıyorsun Kenan?"

"Sus ve sadece etrafı incelemeye devam et"

Bana odayı bir uçtan diğer bir uca gösterirken yıllar önce izlediğim bir filmden aldığım yetkiye dayanarak "Halının altına bakıp parkelerde yerinden oynayabilecek gibi görünen bir parça var mı diye baksana" dedim. İzlediğim o filmde kadın karakter yeni satın aldığı evin parkesinde bir tuhaflık fark edip onu açıyordu ve evin eski sahibine ait bir takım belgeler buluyordu. Gerçi o belgeler başına epey bela açmıştı ama o da bir filmdi en nihayetinde.

Kenan dediğimi yapıp parkeleri kontrol ettikten sonra aniden yerden kalkıp kan ter içinde "İyi denemeydi Pembe Panter ama ne yazık ki fos çıktı. Hadi Eylül hadi bir şeyler bulmamız lazım vaktim çok kısıtlı!" dedi. Yahu gecenin bu kör vaktinde ne bulayım? Hamile bir kadın ve megalomanlıkta master yapmış ukala bir adamla Gerçek Kesit tadında Sherlock Holmes'un çakma versiyonunu mu çeviriyoruz burada!

Hızlıca düşünürken bir anda aklıma annemin evindeki eski çalışma masamız geldi. Aklıma geldi bari başımıza da gelsin diyerekten bunu Kenan ile paylaşıp "Çalışma masasında kulpsuz çekmece gibi gözüken bir çıkıntı ya da gömme tarzı bir şey var mı peki? Babamın eskiden böyle bir çalışma masası vardı da oradan biliyorum. Kaybolmasını istemediği şeyleri oraya koyardı" dediğimde hemen masanın önüne eğilerek muhtemelen sağına solunu altına üstüne bakmaya başladı. Ama sonra aniden durdu. Bunun nedenini sorduğumda da benden beklememi isteyip mana veremediğim sesler eşliğinde görüntüsü yeniden ekrana yansıdı. Elinde de acayip bir şeyler vardı.

"Onlar ne Kenan ya seri katil malzemeleri gibi"

"İskarpela setimin hayat kurtaran en güzide ikilisi!"

Hmm... İskarpela setinin ne olduğunu bilmeli miyim? Düşünüyorum bekleyin... Tamam düşündüm ve "Öğrendiğim iyi oldu" kararı çıktı. Sonuçta bir gün benim de işime yarayabilir değil mi? Aah! Bu zımbırtıyı beni Ahmet'in önünde büyük bir keyif alarak zor duruma düşüren o Cilveli Köstebek kod adlı Bayan Sağ Kol'un üzerinde test etmeyi çok isterdim. Kulağa ne kadar da eğlenceli geliyor. Resmen görsel bir şölen olurdu. Ağzım sulandı. Aşermek dedikleri şey böyle bir şey olsa gerek.

Gözlerim ekranda olarak hem bunları düşünüp hem de Kenan'ın ne yaptığını anlamaya çalışırken bir anda ne olduysa dönüp bitik bir halde masaya yaslandı ve elindeki anahtarı bana göstererek "Şimdilik kayda değer sayılabilecek tek şey bu" dedi. Ne yapalım buna da şükür...


ewsrdtfyghu.png


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül de bir gitti bir daha da gelmedi. Deminden beri Kenan ile fısır fısır ne konuşuyorlar acaba? Merakımdan uyuyamıyorum da keşke konuşmaya burada devam etseydi de bir gözüm açık bir gözüm kapalı da olsa konuşmaları hakkında fikir yürütme şansım olabilseydi. İçeriye gitsem ne olur ki? Orada olduğunu bilmiyormuş gibi davranır etrafından iki döner ne konuştuklarını anlar anlamaz da geri dönerim. Olur bence...

Salondan çıktıktan sonra mutfağın ışığını açık görünce içeriye girmeden bir süre kapının önünde bekledim. Bir şeyler atıştırmaya geldim desem kesin "O kadar şey yedin hangi ara acıktın? der. En iyisi su içmeye geldim diyeyim. Tam kapı kolunu tutmuşken aklıma yatmadan önce içmem gereken ilacım gelince geri dönüp başucumdaki sehpanın üzerinden ilacı alarak gönül rahatlığıyla mutfağa doğru gittim. Niye tedirgin oldum ki sonuçta ilacımı içeceğim sonra da geri çıkacağım. Sağlık her şeyden önemlidir öyle değil mi?

Kapıyı tıklatarak mutfağa girdiğimde Eylül'ün arkası dönüktü. Beni göremediği gibi nedense kapıyı tıklattığımı da fark etmedi. Artık nasıl konsantre olmuşsa elindeki telefondan başka hiçbir şey umurunda değil gibiydi. Açıkçası bu gizli saklılıkta benim aşırı derecede merakımı cezbetti. Başımı uzatıp ne yaptığına bakmaya çalışırken Kenan ile görüntülü olarak görüştüklerini anladım ama Eylül sessizdi ve ekrana baksa da hiç konuşmuyordu. Ara verdiler herhalde...

Elimde ilacımla Eylül'ün arkasına yaklaştıktan sonra merak edip omzunun ucundan ekrana baktım ve Kenan'ın arkasındaki dikkat çekici tabloyu fark ederek çenemi tutamayıp "Harika bir parça ama yamuk mu duruyor o? Söylesene düzeltsin" dedim. Eylül'e bu denli yakın durunca doğal olarak sesimle irkilip hemen kulaklığını çıkararak bana doğru döndü ve nedenini anlayamadığım bir şekilde gözlerini kocaman açarak "Heeh! Doktor Watson'da geldi tam olduk!" dedi. Ona bunu ne söyletti bilemem ama bu kadar paniklediğine göre bu ikisi gerçekten de bir işler çeviriyor olmalı.

"Bir şey demedim Eylül sadece tabloyu düzeltsin dedim o kadar"

"Ne tablosu ne yamuğu ne düzeltmesi doktor! Hem ne işin var senin burada?"

"İlacımı içmek için su almaya gelmiştim ama tesadüfe bak sen de buradaymışsın"

"Tesadüf... Suyunu alıp içseydin ilacını o zaman neden gelmiş tepemde duruyorsun?"

"Ne yani geçerken dikkatimi çekmiş söylemeyeyim mi? Yamuk işte bak bariz bir şekilde sağa doğru kaymış!"

"Doktor başlatma şimdi simetri takıntından! Hem bize ne milletin evindeki yamuk duran tablodan düzelmesinin bize bir faydası mı var sanki? Hadi sen iç ilacını sonra da marş marş yatağına hadi"

"Tamam içiyorum Eylül boğazıma dizme"

"Nereye bakıyorsun sen?"

"Tablo gerçekten muazzam dedem görse bayılırdı. Bu tablonun içerdiği sırrı biliyor musun?"

"Bilmek zorunda mıyım? Bana pek gerekli gibi gelmedi çünkü"

"Bilmiyorum Ahmetciğim anlat dediğini varsayıyorum"

"Sen sakın bir şey varsayma ne olur! Ahmet bak bir yandan sen bir yandan Kenan bana çok fazla gelirsiniz gece gece!"

"Dinler misin lütfen çok romantik sen de bil istiyorum"

"Vazgeçmeyeceksin belli oldu. İyi anlat bakalım"

"Sanatçı eserini tamamladıktan sonra bu tabloyu çizmesine neden olan sevgilisinin ölüm tarihini üzerine yazıyor daha doğrusu sadece kendisinin fark edebileceği şekilde rakamları resmin içine gizliyor. Sonra..."

"Ölmüş sevgili çok romantikmiş gerçekten! Hadi sen içeriye git Ahmet kültürel konular için şu an beynen hiç uygun değilim hatta tütmem an meselesi"


ethrytukı.gif


"Bana git ve bütün eğlenceyi kaçır diyorsun... Hayatta olmaz! Bu arada ne yapıyorsunuz siz burada?"

"Ya ne eğlencesi doktor sen de ne aksiyon sever adammışsın! Yat hadi dikişlerin acıyacak! Hem bir şey yaptığımızda yok Kenan'ın abuk sabuk işleri işte"

"Bana pek öyle gelmedi ama"

"Sana nasıl geldi acaba?"

"Mesela sizi tanımıyor olsaydım şu an ikinizin birini öldürüp onu nereye gömelim telaşına düştüğünüzü düşünüyor olabilirdim"

"Nee!"

"Tanımıyor olsaydım dedim... Umarım tanıyorumdur! Öyle bir şey yapmıyorsunuz değil mi?"

"Bunu ciddi ciddi soruyor musun gerçekten?"

"İtiraf etmeliyim ki beni her zaman korkutmuşsundur Eylül Acar!"

"Bana cilvelinin ağzıyla konuşma doktor!"


........::::::::__Eylül__::::::::........

Ahmet'in burnumun dibine kadar girip beni kızdırdığı anlarda aniden telefon çalmaya başladı. Hay aksi ona daldım Kenan'ı unuttum iyi mi! Hem az önce konuşuyorduk ne ara kapandı ki bu telefon anlamadım. Acil durum olabileceği sebebiyle telefonu hızla açtığımda daha ağzımı bile açamadan bana "Eylül kovuldun! Telefonu hemen Ahmet'e ver" dedi. O arkadan gelen biiig biiig biiiig sesi de ne?

Hem ben varken neden telefona Ahmet geliyormuş anlayamadım. Bunu Kenan'a da söyleyip neden Ahmet'i istediğini sorduğumda bir anda hiddetlenip "Fazla vaktim yok acele et be kadın!" dedi. Kahretsin! Bir şey buldu ve arkadan gelen o biiig biiig sesi de her ne bulduysa ondan geliyor olmalı. Bu defa ben değil sen bittin Kenan!

Telefonu telaşla Ahmet'e uzatıp "Seni istiyor bir şey oldu galiba!" dediğimde o da hemen telefonu elimden alıp "Buradayım Kenan söyle" dedi. Kenan ne diyor bilmem ama Ahmet beni unutmuş gibi koluna asılarak "Ne olmuş? Ahmet söylesene ne olmuş!" dememi hiç umursamayıp ona "13 Haziran 1898" dedi. Başımı eğip burnunun dibine girerek "Duysana beni ya ne olmuş?" dediğimde Kenan'ın şu tablodaki rakamların ne olduğunu bilip bilmediğini sorduğunu söyledi. Öten şeyin şifresi olabileceğini düşündü herhalde ama Ahmet bunu deyince hiçbir tepki veremeden otomatikman ona bakıp kaldım.

"Ne oldu Eylül niye öyle bakıyorsun?"

"Sen elin sevgilisinin ölüm tarihini nereden biliyorsun doktor? Sorsam benim doğum günümü bilmezsin"

"Dedem tablolara ve onların hikayelerine çok meraklıdır zaten evimizdeki tabloların fazlalığından bunu az çok anlamışsındır. Ben de bu hikayeyi ondan dinlemiştim aklımda kalmış. Bu arada doğum gününün 15 Ağustos olduğunu hastanedeki kayıtlarda görmüştüm. En kısa zamanda Aslan ve Kova uyumuna bakmalısın çünkü tamamen bizi anlatmış. Zıt kutupların dansı benzetmesini çok sevmiştim. Aramızda çok güçlü bir çekim olurmuş ve kanıtladığımız üzere arkadaş olsak bile bu çekime karşı koyamayıp bir yerden sonra romantizme kucak açarmışız. Çokça tartışırlar ama sonucu da tatlıya bağlarlar diyordu. Her ikimizde sadakat bağlılık ve güven gibi değerlere son derece önem verirmişiz. Ayrıca..."

"Bir ara kendi kendime erkeğin çokbilmişi can sıkar mı diye sormuştum. Şimdi bakıyorum da evet sıkıyormuş!"

Ahmet bana gülerken bir anda kulağını Kenan'a verip sonra da bana kendisine yaklaşmamı söyledi. Sorgulamadan dediğini yapıp telefona aynı anda kulağımızı verdiğimizde de Kenan sanki aradığını bulmuş gibi rahatlamış bir halde "Eylül sen sakın bu adamı kaçırma Ahmet sen de aklın varsa bu arıza kadına sakın yakalanma" dedi. Bunu der demez ikimizin de bakışları birbirimize döndü.

Her şeyi bir kenara bırakıp şu an dürüst olacağım. Onu bilemem ama her ne kadar benimle ölümüne uğraşıp sürekli kızdırsa da Ahmet'siz geçirdiğim o lanet bir aydan sonra bu adamı kaçırmamak için büyük bir çaba harcayacağıma adımın Eylül olduğu kadar eminim. Ama bunu da sesli olarak dile getirmeyeceğim. Şaşırdık mı? Tabii ki hayır.

Aynı telefona kulak vermiş gözlerimizi de bir an bile olsun birbirimizden ayıramazken Ahmet aramızda oluşan sessizliği çok hoş bir ses tonuyla "Bu kadın onu ilk gördüğüm anda bana aklımı kaybettirdi bile... Sanırım bu yüzden beni yakalasın diye önünde her gün kırk takla atıyorum" diyerek bozdu. Ne tuhaf... Bu dediğiyle birlikte tam kalbimin olduğu yerden bir sıcaklık aktığını hissettim. Görünen o ki keskin nişancımız bir kez daha mükemmel bir atışta bulunarak kalbimdeki yerini iyice sağlamlaştırdı.


ewrt.jpg


Kenan'ın ikimize de yardımlarımız için teşekkür ettiğini duyduğumda kendime gelmişim gibi hemen gözlerimi Ahmet'in gözlerinden çekip uzaklaştım ve bana olan bakışları yüzünden ne manaysa utanıp durumu kaynatarak "Ben niye arıza oluyorum ya!" deyiverdim. Gülmese olmaz! Benim arıza kendisinin de kaçırılmaması gereken bir adam olduğunu duymak hoşuna gitti tabii. Yalnız bunu bize söyleyen de Kenan yani! Al birini vur ötekine...

Ellerimi belime koyarak yüzüne tip tip bakarken Ahmet de bakışlarını üzerimden çekmeden telefonu kapatıp tezgahın üzerine koydu. Cevap vermesi için bekledim ama o nezaketen de olsa "Hayır sen arıza değilsin. Kenan sadece bize takılıyordu" demek yerine geri geri gitmeme neden olacak şekilde üzerime doğru yürüyüp "Bir de soruyor musun?" dedi. Öylesin demeye getirdi yani!

O değil de geri geri giderken arkamdaki tezgaha değip mecburen durdum ve durur durmaz da Ahmet iki yanımdan ellerini tezgaha dayayıp başını da hafifçe eğerek gözleriyle yüzümü karış karış gezmeye başladı. Tamam dedektifçilik oynamak heyecan düzeyimizde saçmalıklar yaratmış olabilir ama sakın bunun ardına sığınıp düşündüğüm şeyi yapma doktor!

Hay aksi! Dudağımın ardından gözlerime bakıp "Ben de bu tanıdık koku nereden geliyor diyordum. Şeftali aromalı rujunu mu sürdün sen? Bu arada daha önce söyledim mi bilmiyorum ama kendisi favorimdir" dediğinde bu defa armut toplamaya hiç niyetim olmadığını anladım ve geri durup "Bana bak doktor ben öyle şeftali meftali anlamam! Hele bir o aklından geçeni yapmaya kalk bak ben seni kardeşinin mikrodalga fırını ile iki saniyede ne yapıyorum!" deyiverdim. Gülmesene be adam!

"Yine Eylül Acar ve yine onun o tatlı mı tatlı tehditleri!"

"Yapamam mı sanıyorsun?"

"Dürüst olayım mı?"

"Bir de soruyor musun? Hiç yapmadığın şey sanki!"

"Şaka bir yana az önceki tuhaf telefon görüşmesinden sonra her şeyi yapabileceğini düşünüyorum. Sahi neydi o? Nasıl bir belaya bulaştırdın beni söyle bakalım"

"Bu Kenan ile aramızdaki bir şey söyleyemem"

"Suçunuza ortak olduğuma göre kayda değer bir açıklama almayı hak ediyorum bence"

"Yok sen şansını zorlama bence"

"Zorlarsam ne olur?"


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Kaçacak hiçbir yeri olmamasına rağmen hâlâ bana diklenip "Başına bela olurum doktor!" diyerek kafa tutmaya devam edince daha önceden yapmak isteyip de maalesef vereceği tepkiden çekindiğim için yapamadığım şeyi şimdi yaparak o ayarsız çenesini elimle sıkıştırdım ve büzüşen dudaklarıyla şaşkın bakışları altında "Ne kavgacı şeysin sen uslu dursana biraz" dedim. Bir şeyler söylemeye çalıştı ama dudaklarının durumu söylediği şeyi anlaşılır kılmayınca elime vurup kendisini kurtararak "Sen de kafamı bozma o zaman!" deyip benden uzaklaştı. Ama sen de kafan bozulup arıza bağlayınca çok tatlı oluyorsun be Eylül Acar!

Eylül tezgahın üzerindeki telefonunu alıp mutfaktan çıkınca ben de ardından gidip ışığı kapatarak salona girdim. O da telefonunu sehpaya bırakmış kulaklığını çantasına koyuyordu. Küçük yalancı! Kafasını bozuyorsam neden bir yandan muhtemelen beni kastederek "Gıcık!" deyip bir yandan da gülümsemesini engellemeye çalışıyor o zaman?

Yanağındaki aşık olunası gamzeden aldığım cesaretle yanından geçerken tebessüm edip omzumu omzuna değdirerek "İyi geceler arıza sevdiceğim" diledikten sonra yerime geçtim ama aklım gülüşünün güzelliğine takılınca sanki çok sağlammışım gibi boş bulunup kendimi gerisin geriye koltuğa bıraktım. Sen misin boş bulunan! Hissettiğim acıyla birlikte adeta "Yavaş ol Ahmet!" diye bağıran yaramı "Aaah!" diyerek tutunca Eylül de pikesini bırakıp telaşla ne olduğunu sorarak yanıma geldi. Ne olacak gamzesinin kurbanı oldum.

"İyiyim iyiyim bir şeyim yok! Sadece biraz hızlı oturdum o kadar"

Tahmin edileceği üzere niye dikkat etmiyorsundan girip hâlâ acıyor mudan çıktı. Sızladığını belli etmedim ama her şeyin yolunda olduğunu söylerken yüzündeki ifadeden canımın yanmasına üzüldüğünü fark ettim. Ne yapacağını bilemediği için elini kolunu nereye koyacağını şaşırması bir yana benim için endişelenmesini de izlemek paha biçilemez bir şeydi. Ben en iyisi kendimi ara sıra bir yerlere atayım.

Bir kez daha iyi olduğumu söylediğimde omzuma dokunarak arkasını döndü ama sonra ne değişti bilmem bir anda bana döndü ve yüzümü ellerinin arasına alarak "İyi geceler" dileyip yanağımı öptü. Ellerini hangi ara tuttum anlamadım ama onun öpücüğüne avucunun içini öperek karşılık verip ellerini yavaşça yüzümden çekmesini izledim.

Sonra o ışığı kapatıp yerine yattı ben de yanağıma bırakılan öpücüğün etkisinden çıkamayıp yastığımı onu görebileceğim diğer köşeye koyarak kendi yerime yattım. Beni gözlerimi seninle yummaya alıştırmamalıydın Eylül Acar...


........::::::::__Eylül / Ertesi Sabah__::::::::........

Yatağımı toplayıp üzerimi değiştirdikten sonra mutfakta sohbet eden Müberra Hanım ve Meral'e "Günaydın" deyip koridorda da Kaan ile karşılaştım. Bana enerjik bir tavırla günaydın dedikten sonra amcasının uyanık olup olmadığını sordu. Salonda uyuduğunu ve gidip kontrol etmesini söylediğimde de teşekkür edip hemen salona koştu. Tam mutfağa girecekken bir anda vazgeçip kendimi kapının kenarından onları izlerken buldum.

Kaan koltuğun önüne oturmuş vazonun içinden aldığı çiçeğin yaprağıyla da sessizce "Amcaaaa!" diyerek Ahmet'in burnunu gıdıklıyordu. O sırada benim yanıma da Meral geldi. İkimiz de gülen gözlerle Kaan'ın amcasını uyandırmasını izlerken Ahmet nihayet gözlerini açtı. Tabii sabah sabah kendisine böyle bir saldırı düzenleyen yeğenini baş ucunda bulunca ufaklığı kendisine çekerek bir yandan ısırır gibi öpmeye bir yandan da elinden aldığı yaprakla onun burnunu gıdıklamaya başladı. Aralarındaki konuşmalardan bahsetmiyorum bile...

Onların bu keyifli anlarını gülümseyerek izlediğim sırada Meral kolunu omzuma atıp "Ahmet ağabeyin ileride harika bir eş ve mükemmel bir baba olacağından hiç şüphem yok" dedikten sonra sözüne beni yerimde hafifçe sallayarak devam edip bir de üstüne "Bence sevgili eşi de çocukları da çok şanslı insanlar olacaklar. Tecrübeyle sabittir ki bir Atahan erkeğinin gönlüne taht kurmak ölmeden cenneti yaşamaya başlamakla eşdeğerdir" deyince yan gözle bir şey mi ima ediyorsun dercesine ona bir bakış attım. Gülümsediğine göre söylemek istediklerini bir kağıda yazıp onu da uçak yaparak ilgili şahsa yani bana gönderdiği alenen belli oldu.

"Cennet manzaralı üç oda bir salon kaynım var kaçırma diyorsun yani"

"Kaynım çok kıymetlidir layık olmayan ellere gidip mutluluğu ıskalasın istemem. Ayrıca seçeceği eş aileye gireceği için eltimle de anlaşabiliyor olmak benim için çok önemli"

Ahmet'in şu etrafa çifter çifter mavi boncuk dağıtan fıttırtmalık hallerini saymazsak harika bir eş ve mükemmel bir baba olacağından benim de şüphem yok ama adam bu konuda o kadar şanssız ki bunca yıl beklemiş ama sonra karşısına çıka çıka benim çıkacağım tutmuş.

Bir yandan Kaan ile güle oynaya yatağını toplamasını izleyip bir yandan da Meral'in söylediklerini düşünüyorum da ona hak ettiği aileyi ben veremem ki. Durum ortada zaten ne yapacağım yani başkasının çocuğunu alıp onun kucağına mı vereceğim? Tabii yanında eşantiyon olarak "Çocuğumu görmeme engel olamazsınız" deyip kafasına estikçe karşımıza çıkması muhtemel olan ruh hastası bir iskele babası da var.

"Ahmet böyle bir hayatı mı hak ediyor yani?" diye düşünürken yüzüm asıldı. Telefonumun çaldığını duyup bu düşüncelerden sıyrılırken Ahmet'te omuzlarını tuttuğu Kaan ile yanımıza gelip Meral'e benim için "Neyi var?" der gibi bir bakış atıyordu. Bu bakışı görünce merak etmesin diye yanından geçerken elimi omzuna koydum ve "Bir şey yok siz gidin geliyorum şimdi" diyerek elimi yavaşça çekip telefonumun yanına gittim. O da merak etti herhalde ki Kaan'ı Meral ile gönderip geride kaldı.

Gözüm onda olarak telefonu sehpanın üzerinden alıp açtığımda çok şaşırdım çünkü annem arıyordu. Çok daha şaşırtıcı olanı aramızdaki soğukluktan ötürü konuşmak için buraya gelmiş olması ve şu an beni evimde bulamadığı için de kapıda kalmış olmasıydı. Anneme tavır aldığım doğru çünkü bana danışmadan Buğra'ya her şeyi bir bir döktüğü için ona çok ama çok kızgınım. Beni gerçekten de öyle berbat bir durumun içine soktu ki bunu unutmam için bence biraz zamana ihtiyacımız olacak. Tabii bu annemi kapımın önünde bırakıp burada rahat rahat kahvaltı edeceğim anlamına da gelmiyor.

Telefonu kapattıktan sonra Ahmet'e durumu anlatıp gitmem gerektiğini ve onu sonra arayacağımı söyledim ama tam çantamı alıp mutfağa geçerek Merallere annemin beklediğini söyleyecektim ki telefonum bir kez daha çaldı. Bu defa "Efendim anne?" diyerek açtığım telefonun diğer ucunda annem değil "Eylül benim" diyen Buğra vardı. Ne oluyor yine ya! Sakın ikisi bir araya gelip ortaya da beni almaya kalkmasınlar o zaman gerçek anlamda arızaya bağlayıp en sevimsiz yönümü hiç çekinmeden ortaya döküveririm.

Buğra'nın sesini duyar duymaz gözlerim hemen yanımda duran Ahmet'e döndü. O da niye öyle baktığımı anlayamadı ama saklamak istemeyip telefonu elimle kapatarak "Buğra arıyor. Ne derdi var öğreneyim sonra anlatırım" dediğimde anlamış oldu. Rahatsızlığı saniyeler içinde değişen bakışlarından belli oluyordu ama yine de başını sallayıp tamam demeyi ihmal etmedi. O tamam dedi de bakışı da benim içime oturdu onu ne yapacağız?


r6ru7wxk.jpg


İçime oturanlar bir türlü kalkmayınca konuşmaya şahit olsun da kafasında başka başka şeyler kurgulamasın diye salona giderken elini tutup onun da benimle gelmesi için peşimden sürükledim. Şaşırdı tabii. Bunu da bir yandan kapıyı örtüp bir yandan da ona bakarak Buğra'ya "Ne istiyorsun sabah sabah?" derken fark ettim. Eee! O dün geceki konuşmayı boşu boşuna yapmadık herhalde. Artık iki kişi olduğumuz gerçeğini benimsiyorum ve bir adım atarken de önce onu düşünüyorum. Ne konuştuğumuzu merak edip kemikleri birbirine gireceğine gelsin kendi kulaklarıyla duysun.

Buğra Efendi'nin derdi de daha ilk andan anlaşıldı. Artık İzmir'e dönmesi lazımmış o yüzden de gitmeden önce bebeği doktor kontrolünde görüp hem iyi olduğundan emin olmak hem de kalp atışlarını birebir duymak istiyormuş. Bu istekten hiç hoşlanmadım desem yeridir ama bir yandan da Kenan'ın görüşmeyi kabul etmediğin sürece üstelemeyi sürdürecektir ve oradan gitmek bilmeyecektir dediğini hatırlayınca kendi kendime "Hadi Eylül son kez katlan şu oduna da gitsin bir an önce!" dedim.

Bunu dedim ama bir yandan da Ahmet'in ne düşündüğünü merak ettiğim için Buğra'nın dediğini tekrarlayarak "Doktor kontrolünde bebeği görmek istiyorsun ve gördükten sonra da aynı gün buradan gidiyorsun yani doğru mu anlıyorum?" dedim. Ahmet ise duyduklarından sonra düşünceli bir ifadeyle pencerenin önüne geçip elleri cebinde olarak dışarıya bakmaya başladı. Sanki "Diyecek bir şeyim yok sana bırakıyorum" der gibiydi. Bana bırakma be doktor demeyi ne kadar isterdim bilemez.

Buğra için de bir yandan görsün de gitsin bir an önce diyorum ama bir yandan da zaten doktor kontrollerim ruhuma yapılan bir işkence gibi geliyor bir de bu adamla birlikte nasıl katlanılır hale gelecek diyorum. Şimdi kırk saat onu sorar bunu sorar yok kalp atışıydı yok cinsiyetiydi der beni de o heyecanlı ve sözde ilgili baba tavırlarıyla fıtık eder!

"Evet doğru anlıyorsun. Tamam mı?"

"Tamam ama kısa sürecek öyle uzun uzadıya kalamam"

"Ne kadar gerekiyorsa o kadar kalacağız Eylül"

"Hemen bir orta yol bulalım o zaman! Ultrasonda görürsün duyarsın sonra da ben çıkar giderim detayları doktorla baş başa konuşur oradan da nereye gideceksen gidersin"

"Bunu seni almaya geldiğimde konuşuruz"

"Öyle bir şey olmayacak çünkü ben kendim geleceğim"

"Eylül!"

"Kendim geleceğim dedim ama ısrar edeceksen tamamen vazgeçebilirim de! Artık zat-ı aliniz de istihareye yatar bebeğin durumunu rüyalar aracılığıyla görmeye çalışırsınız"

Sessiz kaldı ama sonra sanki çok iyi anlaşıyormuşuz da bana takılıyormuş gibi "Hiç değişmeyeceksin değil mi Eylül? Eskiden de böyleydin... Her zaman dediği dedik çaldığı düdük olan hırçın bir kadındın ama yine de vazgeçilmez bir yanın olduğunu..." demeye başlayınca sonraki söyleyeceklerini duymak istemeyip telefonu kulağımdan çekerek kapattım. İyi ki bu konuşmayı umuma açıp Ahmet'e dinletmek gibi bir saçmalık yapmamışım. Adamın ağzından ne çıkacağı belli değil işte geldi yine konuşmanın ortasına tüyü dikti geri zekalı!

Artık kesinlikle eminim ki hayatımın bir döneminde şu an hatırlamadığım birine büyük bir kötülüğüm dokunmuş ve aldığım beddua ile başıma gelen en büyük ceza da Buğra olmuş. Ben gerçekten bu adamın ne istediğini de neyi neden yaptığını da bir şey söylerken samimi olup olmadığını da bir türlü anlayamıyorum. Bir insanın şirazesi bir anda bu kadar kayar mı ya! Bana etmediği hakaret kalmamış karşıma çıkmaya bile yüzü olmaması lazım ama şimdi sanki onlar hiç olmamış gibi eski benden bahsediyor. Elimizde o eski saftaron Eylül'den kalmadı yeni Eylül'de sana karşı takındığı tutumla evlerden ırak dedirtmeye programlı yani hiç şansın yok be Buğra Efendi! Ben en iyisi doktorun yanına gittiğimde kapayım şu ultrason aletini yapıştırayım Buğra'yı duvara bakalım o bilinmezlikler ile dolu beyninde neler dönüyormuş!

Telefonu kapattığımda konuştuklarımız hakkında Ahmet'e bir açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Bu açıklamayı da sinirimi çantamdan çıkarırcasına telefonu içine atıp bir yandan da "Şimdi şöyle bir durum var! Buradaki performansı yetmedi şimdi de mahkemeye kadar Ela'yı canından bezdirmeye İzmir'e dönecekmiş ama gitmeden öncede bebeği göresi tutmuş benden de hastaneye gelmemi istiyor. Dürüst olmam gerekirse içten içe benden uzak cehenneme yakın olsun diye düşünsem de aynı zamanda bu işi yokuşa sürersem yakamdan da düşmeyeceğini düşünüyorum" diyerek yapınca Ahmet yanıma yaklaşıp çantamı elimden alarak koltuğa bıraktı.

Ben bunu neden yaptığını anlamaya çalışırken de ona bakmamla birlikte bana sarılarak "Tamam şimdi sakin ol ve derin derin nefes al. İkimiz de böyle isteklerde bulunabileceğini az çok tahmin ediyorduk öyle değil mi? Her ne kadar bu durumdan hoşlanmıyor olsak da sonuçta o bebeğin babası ve onu görmek de en doğal hakkı. Açıkçası ben bunu talep etmiyor olmasını daha az anlaşılır bulurdum. Yani demem o ki bunu sorun yapıp gerilmeye gerek yok" dedi ama bu kadarla kalmadan geri çekilip sözlerine de "Git ve ne gerekiyorsa mantık süzgecinden geçirerek onu yap ama lütfen işin biter bitmez ya yanıma geri dön ya da beni arayıp iyi olup olmadığını haber ver çünkü bunu yapmazsan ben elimde olmadan biraz huysuzlaşıp aksileşebilirim ve içerideki adam kardeşim dahi olsa bu tahammül edilmesi zor halime dayanamayıp beni kapının önüne koymaya kalkabilir" diyerek nokta koydu.


6gbcfsyl.jpg


O bunları dedi ama bendeniz hiçbir şey diyemedim. Sadece gözlerim onun gözlerinde mekik dokurken bir yandan da söylediklerini onaylar bir edayla başımı salladım. Gülümsedi ama bu gülümseme rahat olduğu için mi yoksa benim içimi rahat ettirmek için miydi emin olamadım.

Yine kilitlediğim anlardan birini yaşıyorum herhalde. Eylül sana karşı bu kadar anlayışlı olup her şartta yanında olmaya çalışan bu adama bir şey söyle ya da bir şey yap ne bileyim bir tepki ver denildiğini duyar gibiyim. Benim de bir şey yapasım var ama tam olarak o şeyin ne olduğunu bulamıyorum.

Çantamı aldıktan sonra maalesef yine Eylüllüğümü yapıp "Yanına gelemeyebilirim çünkü annemle de konuşmam lazım ama muhakkak ararım merak etme" dedim. Bu kadar mı donuksun be Eylül! Anladığım kadarıyla o kadar da umutsuz vaka değilmişim çünkü kapıya doğru giderken sanki attığım her adımdan sonra biri altımdaki halıyı çekerek gitmeme engel oluyormuş gibi hissettim.

Bunu yapan Ahmet olmadığına göre ben olmalıyım çünkü böyle gitmek istemediğimi adımın Eylül olduğu kadar iyi biliyorum. Bu yüzden de kapı kolunu tutmak için elimi dahi uzatamadım. Söylediklerini düşünüyorum da onun yerinde olmadığım için nasıl bu kadar anlayışlı olabildiğini bir türlü anlayamıyorum ama şu an gerçek anlamda bana tahminimi aşacak ölçüde değer verdiğini hissedebiliyorum. Belki de bu zor duruma katlanabiliyor olması bundan ileri geliyordur.

Bir süre sessizce olduğum yerde kaldım. Düşünüyorum çünkü. Keşke şu an ona karşı hissettiğim şeyleri anlatmama gerek duymadan anlayabilseydi. Kafamdaki karmaşa son bulur bulmaz ne yapmak istediğimden emin olup arkamı döndüm. Ahmet'te ne olduğunu sorar gibi bakıyordu. Gerçi sesli olarak soruyor olsa da onu duyabileceğimi pek sanmıyorum çünkü şu an kafamın içinde türlü türlü sesler var ve tüm dikkatimi kendi üzerlerine çekiyorlar. Neyse konuşmaya da gerek yoktu zaten.

"Ne oldu Eylül yoksa gitmekten vaz mı geçtin?"

Ahmet'in bir şeyler söylediğini işitsem de üstünde durmadım çünkü o an aklımdan delice bir şey yapmak geçiyordu. Aslında daha çok yapacağım şeyin yanında söyleyeceğimin lafının bile olmayacağı bir şey. Tam da bu noktada kalbimden geçenlere güvenip çantamı koltuğa bıraktım ve ona doğru yürüyüp şaşkın bakışları altında bu defa o beni değil ben onu öptüm.


fp6hj2jm.gif


Şimdi bu gerginlikle yanımda bu kadar güzel ve destekleyici durduğu için onunla ilgili neler hissettiğimi anlatmaya kalksaydım kesin iki lafı bir araya getiremeyip saçmalardım. Böyle olmasını değil konuşmak yerine bunu hissetmesini sağlayarak doğru anlaşılmak istedim galiba.

Çok tuhaf sanki bunu en doğru anda yapmışım gibi onu öpmemle birlikte her yer karardı ve ekrana da "Tebrikler! Bir sonraki bölüme geçmeye hak kazandınız" yazısı yansıdı. Bana bunu yaptırabildiğine göre artık benimle başın gerçek anlamda belada görünüyor doktor!

Şaşırdı farkındayım ama bunu yapmasaydım şu kapıdan çıkıp gittikten sonra hissetmeme rağmen bunu yapmamış olmamın pişmanlığını yaşayacaktım. O daha önce ne demişti? İçimden gelen seslere kulak vermezsem ben ben olamam ki demişti değil mi? Sanırım benim de onunla ilgili büyük pişmanlıklarım olmadan önce aynı yoldan ilerlemem gerekiyor.

Ahmet'i öptükten sonra geri çekildiğimde birkaç saniyeliğine göz göze geldik ama bir şey söylemesini istemediğim için geri dönerek çantamı alıp oradan çıkmaya hazırlandım. O içimden gelen seste sürekli "Hadi Eylül söyle ve öyle git!" diyordu. Bana ne oldu bilmem ama bu dediğini de dinleyeceğim galiba.

Kendimden emin bir tavırla "Bu arada!" diyerek hızla Ahmet'e döndüm ve afallamış halini umursamadan "Olur... Ben varım" dedim. Dağ gibi adam bu söylediğimle resmen iptal oldu. Sanırım reset atıp onu yeniden başlatmam gerekecek. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından Ahmet'in gözlerini kısıp anlamamış gibi "Ne olur?" diyerek bakmasıyla gülümseyip "Bunu neden dediğimi bulmak için tam bir saat vaktin var doktor! Bir saati bir dakika geçsin söylediğim şey hükümsüz kalır haberin olsun" dedikten sonra salondan çıktım. İnsana ne düşüneceğini bilemediği şeyler söyleyip sonra da çekip gitmek nasıl oluyormuş doktor! Sen de şimdi bir saat boyunca düşün bakalım bana bu cevabı vermemi sağlayacak ne sorduğunu.

werty.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
153a2b627a5bb58c840400212064.png


35.Bölüm : Onu Seviyorum

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Ne yaptı o! Öptü mü beni? Kendi özgür iradesiyle geldi öptü değil mi? Şahitsiniz yani çünkü şu an benden hayır yok bu konuda tamamen size güvenmek zorundayım. Yoksa yapmadı mı? Gerçi Eylül bu yapmış gibi hissettirip yapmamış da olabilir. Ya da yapmamış gibi hissettirip yapmış da olabilir. Bu kadın beni her zaman korkutmuştur zaten.

Belki de yine onu öptüğüm onun da beni tokatladığı hayallerden birini görmüşümdür. Ama henüz yüzümle buluşan okkalı bir şaplak hissetmedim. Acaba çok hızlı vurdu da ondan mı hissetmedim? Yine yapmış olup yapmamış da olabilir ya da yapmamış olup yapmış gibi de hissettirebilire geri döndük. Bir dakika bir dakika! Zaten o beni öpmedi mi bir de üstüne niye tokatlasın ki? Burada öpülen benim yani demek oluyor ki tokat atması gereken de benim.

Attım mı yoksa?

Of! Kim kimi öptü anlamadım ki!

Kahretsin beynim yandı!

Bu kadın sonunda sağ kalan tek yerimi de yakmayı başardı!

Henüz beni öpmüş olmasının gerçekliğine kendimi inandıramamışken bir de bunun üstüne "Bu arada!" deyip aniden bana doğru dönerek "Olur... Ben varım" deyince bir an kendimi "Tamam şimdi bir kez daha geç üstümden de öldüğümden iyice emin olalım!" diyecekken buldum. Ya da dedim mi acaba? Sanırım bana bir elektroşok cihazı lazım başka türlü toparlayamayacağım gibi görünüyor.

Eylül'e afalladığımı gizleyemeyerek "Ne olur?" diye sorduğumda telapatik yoldan sözümü dinletmiş olacağım ki üzerimden bir kez daha geçip "Bunu neden dediğimi bulmak için tam bir saat vaktin var doktor! Bir saati bir dakika geçsin söylediğim şey hükümsüz kalır haberin olsun" dedi ve beni bu halde bırakarak salondan çıktı. Benim de onun gidişini izlerken yavaş yavaş beyin ölümüm gerçekleşti. Terzi kendi söküğünü dikemez derler ben de kendimi kurtaramadım ama iyi adamdım bence kıymetimi bilemeyenler utansın.

Eylül'ün ardından bakakaldım çünkü ne demeye çalıştığını zerre kadar anlamadım. İçten içe "Ahmet kendine gel! Kalan son elli dokuz dakikanda Eylül'ün neyi kastettiğini anlamak zorundasın" derken de bana seslenen kardeşimi yani Selim'i duydum. Ne dediğine odaklanamadığımdan mütevellit kardeşime boş boş bakıp "Kapattık" demekten başka bir şey de yapamadım. Sonrası malum...


waetdryfuhko.gif


"Ahmet sen iyi mis... Hadi gel otur şuraya! Kaan amcana bir bardak su getir oğlum!"


........::::::::__Eylül__::::::::........

Ahmet'e kısa devre yaptırıp evden çıktıktan sonra bir taksiyle hemen kendi evimin önüne geldim. Annem de kapıda kaldım diyordu ama ne kapı önünde ne de bahçedeki çardaklardan herhangi birinde değildi. Buna akıl sır erdiremeyip apartmana girerek tam dairemin önüne gelmiştim ki Sinan'ın seslenmesiyle başımı kaldırıp merdivenlere baktım.

O da kucağındaki minik prensesle bir iki basamak inip "Balkondan seslendim ama duymadın. Gelsene!" dedi. Bu davete katılamayacağım ortada olunca maalesef geri çevirmek zorunda kalıp "Yok gelemem sağ ol benim annemi bulmam lazım. Aslında bana evin önündeyim demişti ama ara ki bulasın. Tipik Acar kadını işte! Kendisi geç gelir ama bekletilmeye katlanamaz hemen ortadan kaybolur" dedim. Ama bunun üzerine bana ne dese beğenirsiniz?

"Belma Hanım yukarıda o yüzden sana seslendim zaten. Hadi Eylül gel! Bak Melisa da burada kızımla da tanışmanızı çok istiyorum"

Annem neden Sinan'ın evinde anlamadım ama birazdan anlayacağımı umarak Sinan'ın yanına gittim. Yalnız baba kız da pek tatlı görünüyordu doğrusu. Küçük kız elinde bebeğiyle babasının boynuna sarılıp başını omzuna koymuş bana da boncuk boncuk bakıp sessizce duruyordu. Biraz uykusu da var sanki. En sevdiğim çocuk uykusu gelip sızmak üzere olan çocuktur zaten.

Sinan kızına bakarken bir yandan da tanışmamız için "Melisa bak bu abla benim komşum Eylül. Sana anlatmıştım hatırladın mı?" dedi. Ufaklık beni baştan aşağıya süzüp sonra da utanarak "Memnun oldum" deyince ona aynı şekilde bakıp "Ben de memnun oldum" dedim. Buraya kadar her şey yolundaydı ama sonra birlikte yukarıya çıkmaya başlayıp Sinan'da kızına "Eylül ablan Ahmet ağabeyinin arkadaşı biliyor musun?" deyince işler bir miktar değişti.

Dairenin olduğu kata gelmemize iki basamak kalmışken küçük kız bunu duyunca başını babasının omzundan kaldırıp endişeli bir halde "Nasıl arkadaşı?" diye sorduktan sonra Sinan'ın yakın arkadaşı olduğumu söylemesiyle de bozulup kaşlarını çattı. Yok artık! Bu adam 3,5 yaşındaki kızı da mı kendisine aşık etti ne yaptı? Bu bebe daha kalbinin nerede olduğunu bilmez be ne aşkı! Bana bak doktor beni bacak kadar kızla karşı karşıya getirme valla karışmam!

Birlikte eve girdikten sonra Sinan'ın yönlendirmesiyle salona geçtik. Annem de geldiğimizi görür görmez ayağa kalktı. İtiraf etmem gerekirse eğer karşı karşıya gelişimiz biraz soğuk oldu çünkü ona "Hoş geldin anne" derken pek de candan davranamadım. O da açıkça konuşmadığımız için bu mesafenin neden oluştuğunu tam olarak anlayamıyordu. Anlaması mı iyi yoksa anlamaması mı iyi bilemiyorum.

"Otursana Eylül ben de içecek bir şeyler getireyim"

"Zahmet etme Sinan biz eve ineriz şimdi zaten işlerimde var"

"Olur mu canım ilk defa evime gelmişsiniz bir şey ikram etmeden hayatta bırakmam"

"İyi madem"

Sinan salondan çıkarken kızı da sehpanın önüne eğilmiş elindeki bebeğini diğer bebekleriyle konuşturup oyun oynuyordu. Annemle konuşamıyorum bari Melisa ile konuşayım dedim ve bebeklerinin adının ne olduğunu sordum. İlk olarak kız bebeği eline alıp saçlarını okşayarak "Bu bebeğin ismi Melisa" dedi. Şaşırdık mı? Tabii ki şaşırmadık ama birazdan ben şaşıracağım çünkü diğer erkek bebeği de eline alıp "Bu da Melisa'nın nişanlısı Ahmet! Kendisi doktor ve çok komik biri beni de hep güldürüyor" dedikten sonra bebeğin başını öpüp küçük masasına oturttu. Ne münasebet canım nişanlanacak başka birini bulamamış mı bu bebe? Hayır yani memlekette adam kalmadı da bizim mi haberimiz yok!

Tek kaşımı kaldırıp işaret parmağımla da boynumu ovalarken "Ahmet mi? Hem de doktor olanından..." dediğimde Melisa da bana gülümseyerek bakıp "Evet adını da Ahmet ağabey koydu. Ben babamın yanına geldiğimde o da buraya geliyor ve biz birlikte evcilik oynuyoruz. O benim kedilerime doktorluk yapıyor. Ama bazen de biz hastaneye onun yanına gidiyoruz o zamanda bizi masasına oturtup hepimize çilekli dondurma alıyor çünkü ben çileği de dondurmayı da çok severim" dedi. Şu işlerimi bir halledeyim yedireceğim ben ona bir dondurma merak etmesin.

"Ahmet ağabeyinin nişanlı olduğunuzdan haberi var mı peki?"

"Hayır yok ama yarın babam beni yanına götürdüğünde söyleyeceğim. Bence duyunca havalara uçacak"

"Uçarsa ben indiririm onu sen merak etme"

"Efendim?"

"Kedilerinin doktoruyla neden nişanlanıyorsun yavrucuğum?"

"Ama o çok eğlenceli biri"

"Öyle her eğlenceli gördüğünle nişanlanılmaz!"

"Eğlencesiz biriyle mi nişanlanılır?"

"Senin yaşın tutmuyor bir kere!"

"Senin tutuyor mu?"

"Dilde maşallah pabuç kadar!"

"Pabuç ne demek?"

Daha pabucun ne demek olduğunu bilmeyen el kadar kız göz göre göre takmış adama nişanı! Gözlerim Melisa'nın yardımıyla çay içmeye çalışan Ahmet bebeğin üzerindeyken Sinan da elinde tepsiyle salona girdi. Buyur buradan yak! O sarı su düşündüğüm şey değil mi? Öyle öyle! Uzattığı buz gibi limonataya bir bakışım vardı ki evlere şenlik denen cinstendi. Senin de kulakların çın çın çınlasın doktor artık bu seferlik sensiz içeceğiz yapacak bir şey yok.

Sinan'ın ikram ettiği limonatayı içip biraz da sohbet ettikten sonra izin isteyip annemle birlikte aşağıya indik. Annem neden bu kadar gergin olduğumuzu anlamak için konuya bir an önce girme niyetinde olsa da acelem olduğunu ve akşam döndüğümde konuşabileceğimizi söyleyerek onu evimde bırakıp hemen çıktım. Apartmandan apar topar çıktıktan sonra da sitenin yakınındaki bir duraktan taksi ayarlayıp hemen hastanenin önüne geldim. Burayı Buğra buldu ve randevuyu da o ayarlayıp bana mesaj yoluyla iletti. Yani ilk defa geldiğim bir yerdi burası...

Şimdi ne mi yapıyorum? Hastanenin önünde Buğra Efendi'nin gelmesini bekliyorum. Ama ne oldu? Gelmedi. Hatta gelmediği yetmiyormuş gibi telefonunu da açmıyor uyuz! Madem gelmeyeceksin beni neden oradan oraya sürüklüyorsun be adam! Hadi onu geçtim Ahmet'te hâlâ aramadı. Halbuki ilk on dakika içinde arayacağından adımın Eylül olduğu kadar emindim. Ne oldu doktor yoksa hâlâ kendine gelemedin mi?


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Cerrahım ben! İnsan beyninin en ücra yerlerine girer çıkar o sırada da hızlı düşünüp saliseler içinde hayati önem taşıyan kararlar vererek onları uygularım! Bir saniye bile bekleme lüksü olmayan ve beyni hiç durmadan verimli bir şekilde çalışmak zorunda olan biriyim ama şimdi Eylül'e bana bunu demesini sağlayacak ne söylediğimi hatta ne zaman söylemiş olabileceğimi bile hatırlamıyorum. Ne olur ne! Neye varsın da benim haberim yok Eylül Acar?"

Gözlerim dönmüş bir halde Eylül'ün ne demek istediğini düşünürken Selim beni sandalyeye oturttu Meral'de biraz korkuya kapılmış olacak ki bana zeytin tabağını uzatıp "Ahmet ağabey beni endişelendiriyorsun biraz sakinleşsen mi acaba? Bir de bir şeyler ye çünkü ilacını içmen gerekiyor" dedi. Elindeki zeytin tabağını alıp önüme koyduktan sonra çekirdek yer gibi zeytinleri tek tek yuvarlamaya başladım. Eylül haklıymış insan bir şeyler yerken daha iyi düşünebiliyormuş.

"Ahmet ağabey şimdi tam olarak ne oldu söyle de bari birlikte düşünelim"

"Meral doğru söylüyor Ahmet bu şekilde kendi kendini strese sokup doğru düşünmene de engel oluyorsun"

"Eylül çıkmadan önce Buğra aradı. İzmir'e dönmesi gerekiyormuş ama dönmeden önce de bebeğin iyi olup olmadığından emin olmak istediği için doktor kontrolünde onu görmek istiyormuş"

"Buna mı tutuştun bu kadar?"

"Hayır tabii ki! Eylül onun yanına gitmeden önce normalde hiç yapmadığı bir şey yaptı ve beni..."

"Seni ne?"

"Biraz samimi bir hoşça kal dedi"

"Samimi derken..."

"Aradaki mesafeyi azalttı diyelim. Sen bilirsin bunu Meral geçmişi düşün. Selim sen muck!"

"Ahmet ağabey!"

"Sen kaşındın!"

"Öyle mi? Tamam mesafeniz azalınca ne oldu peki Ahmet ağabeyciğim?"

"Gülme! Sen benden intikam falan mı alıyorsun Meral çünkü ben bu sıkıştırmayı bir yerden hatırlıyorum sanki"

"Doğru hatırlıyorsun! Seni öptü mü yoksa?"

"Meral!"

"Evet öpmüş!"

"Ya! Konumuz bu değil ki şu an resmen kısıtlı dakikalarımdan çalıyorsun!"

"Tamam şu andan itibaren ciddi oluyorum. Sen istediğin gibi devam et kulağım sende"

"Çıkmadan önce bir anda bana doğru döndü ve olur ben varım dedi. Bir de bunu neden dediğimi bulmak için tam bir saat vaktin var bir saati bir dakika geçsin söylediğim şeyin hükmü mükmü kalmaz geçmiş olsun dedi. Deli bu kadın!

Meral karşımda kıkır kıkır gülerken kardeşimde onu "Gülme hayatım durum hassas malum kalplerde hassas" diyerek kendisine doğru çekip sarılıyordu. İşte bu! Şu an ihtiyacım olan tek şey ciddiyet ve bu da ciddiyet gerektiren işlerde aranan bir isim olan kardeşimde fazlasıyla mevcut. Derin bir nefes alıp "Selim bir kadın durup dururken neden böyle bir şey söyler? Hem de ortada hiçbir sebep yokken" diye sorduğumda o da bana imalı bir tavırla "Ortada bir sebep olmadığına emin misin?" dedi. Olsa bilirdim ya da formdan hızla düşüyorum. Ben her şeyi şıp diye anlarım şimdi niye böyle oldum anlamıyorum.


ttty.jpg


Bu defa zor olsa da sakinleşmeye çalışarak düşünmeye başladım. Ayrıca acele de etmek zorundayım çünkü vaktim iyice daraldı. Dakikalar hızla azalıyor ve ben daha ipin ucunu yakalamayı bırakın ipin nerede olduğunu bile bulamadım. Ayağa kalktıktan sonra pencereye yaklaşarak dün gece Eylül'e neler söylediğimi bir kez daha gözden geçirirken Selim de sessizliği bozup "Yine aranızda iddiaya falan mı girdiniz? Ondan mı ben varım dedi acaba?" diye sordu. İddiaya falan girmedik. Başımı iki yana sallarken bir yandan da gözüm saatteydi. Zamanın da bugün bana bir garezi var herhalde başka zaman olsa geçmek bilmez şimdi depar atıyor depar!

Konsantre olup sessiz kalarak uzun uzun düşündüm. Artık son beş dakikamın içindeyim yani ne olacaksa birazdan olacak gibi görünüyor. Şimdi bulamadım diye ne olduğunu da söylemez iyice kıvrandırır beni! Acaba Derya gelmeden önce ya da sonra mı bir şey demiştim? Çıldıracağım ne dedim ben bu kıza!

Aradığım cevabı bulamamanın verdiği sinir bozukluğuyla pencereden bakmaya devam ederken Meral'in "Ahmet ağabey..." dediğini duyup omzumun ucundan ona doğru baktım. Gözlerini açarak bana bir şeyler anlatmaya çalışıp "Şey mi dedin acaba?" derken bir yandan da yüzüğünü gösterince onun bu yaptığını fark eden kardeşim de hiç ima yapmadan bana dönüp "Evlenelim mi dedin kıza?" dedi. Tam alaycı bir gülüş savurup "Demedim öyle bir şey" demiştim ki bir an aklıma dedemin kapımı vurup odaya gireceği esnada Eylül'e tepkisini ölçmek için "Evlenelim mi?" deyip onu da bu sorumla şoka soktuğum an geldi. "Evlenelim mi?" sorusunun cevabı elbetteki "Olur... Ben varım" olabilir. Ayrıca ona bu sorumun cevabını er ya da geç alacağımı söylemiştim. Almışım haberim yok!

Gözüm saatte olarak "Telefonum nerede? Nerede telefonum!" diye söylene söylene salona gittikten sonra ortalıkta ve yastıkların altında telefonumu aramaya başladım ama yıkıldığım an Selim'in arkamdan gelip evden acele ile çıkarken telefonumu almadığımı hatırlatmasıyla oldu. Yine manasız bir vakit kaybı oldu yani!

"Selim bana acilen birinizin telefonu lazım!"


........::::::::__Eylül__::::::::........

Nerede kaldı bu adam ya! Yalnız ben fena halde sıkıldım daha da bekleyemeyeceğim zaten Acar kadınlarının bekleme sınırına da epey bir yaklaştım yılların geleneğini bozmak istemem. Son kez etrafa bakınıp sesli bir şekilde "Sana ayrılan sürenin sonuna geldik Buğra artık benden sonra gelirsen de şansına küs ne yapayım" diye diye hastanenin önünden uzaklaştım ama tam taksi çevirecekken aksilik bu ya Buğra'nın geldiğini gördüm. Şansına küsen de ben oldum iyi mi!

Taksiye ödemesini yaparken onun da beni fark etmesi uzun sürmedi. Yanıma gelmesini beklemek yerine tekrardan hastane kapısına geri döndüm. Hemen de yetişti zaten. "Eylül bekle!" dediğinde darlanmış bir halde ona doğru dönüp elimle baştan aşağıya kendimi işaret ederek "Ne o diktiğin ağacı ziyaret etmeye mi geldin? Seni beklerken yeşerdim sarardım yaprak döktüm tekrar yeşerdim... Neredesin sen?" dedim ama sonra aniden sakinleşip yüzüne dikkatle bakarak "Ne oldu sana?" diye sordum.

Bunu soruyorum çünkü yanağında mora çalan bir renk değişimi vardı. Daha dün bir bugün iki kavga falan mı etti bu ya? Hay aksi! Kenan'da burada ve bu iki kontrolü zor adam birbirlerinin gırtlağına çökmek için neredeyse fırsat kollar haldeler. Umarım yine karşı karşıya gelmemişlerdir.

Bu sorumu her yalan söyleyen insan gibi bakışlarını kaçırıp ses tonunu da aşağıya çekerek "Bir şey olduğu yok. Hadi içeriye girelim randevu saatini de geçtik zaten" diye cevaplayınca haliyle huylandım ve "Sen beni aptal mı sanıyorsun? Olmuş bir şey söyle hadi kavga falan mı ettin?" dedim. Gerçi şu an Kenan açısından biraz rahatlar gibiyim çünkü o bulmuş Buğra'yı hafif bir morlukla geçiştirmez epey bir hırpalar diye düşünüyorum. Karşılaşmamış olma olasılıkları yüksek yani. Buğra elini saçlarının arasından geçirip gergin bir halde etrafa bakarken "Buraya gelmeden önce büyük Gürsoy ile tanıştım. Adamları kaldığım otelin önünden yaka paça aldılar beni sana haber veremedim. Gecikme sebebim oydu yani" deyince şaşırdım çünkü Kenan ile Tolga'nın babasıyla aralarındaki bağı çözemedim. Hem ne alaka Allah aşkına!

"Vedat Bey'in seninle ne işin olur ki?"

"Tehdit etti beni! Gördüğün üzere bunu yaparken hiç de misafirperver değildi. Mahkemede işi uzatmadan Ela'dan boşanacakmışım Rüya'nın da oğlunun nüfusuna geçmesi konusunda zorluk çıkarmayacakmışım yoksa başıma gelecekleri elim kolum bağlı bir şekilde izlemek zorunda kalırmışım"

"Cidden mi? İtiraf etmem gerekirse eğer ilk defa nefret duyulası bir imaja sahip olan Vedat Gürsoy'a karşı içimde bir ısınma meydana geldi. Demek Ela sonunda senden kurtuluyor. Bak bu güzel haber işte o kadar beklediğime değdi"

"Eylül!"

"Tamam tamam gülmüyorum! Vedat Bey ne ile tehdit etti ki seni?"

"Ela gittikten sonra ofiste tek kaldım. Önceden ayarlanan bir sürü iş vardı ama bir aksilik oldu ve aniden vazgeçildi. Sonra da borç üstüne borç bindi. Yetkili olan kişi de bendim. Borçları kapatmak için oradan buradan para alıp senetler imzaladım. Ayrıca Ela yanıma dönecek diye sıfırdan ev kurup dayadım döşedim ama ödemelerim aksadı. Arabamı önceden satmıştım ama her yere yetmedi işte. Sıkıştım. Babamla konuştuktan sonra biraz paraya ihtiyacım olduğunu ve geri ödeyebileceğimi söyledim. Bana güvendi ve ailemin evini annemin haberi olmadan ipotek ettik ama şimdi öğreniyorum ki bunca zamandır borçlu olduğum tek bir kişi varmış"

"Ooo! Vedat Gürsoy kumpasına kurban gittin yani? Ailen için üzüldüm ama Vedat Bey'in dediğini yaparsan her şeyini kurtarma şansın olduğunu bildiğim için gönlüm rahat"

"O iki kardeşe beni alt etmiş olmalarının mutluluğunu yaşatamam"

"Saçmalama bu haldeyken daha ne yapabilirsin ki?"

"Sen bu işlere karışma bu o ikisiyle benim aramda"

"Bal gibi karışırım çünkü o iki kardeş benim dostum"

"Ben neyinim Eylül?"

Gözlerine bakarken bir an bile olsun tereddüt etmeden gönül rahatlığıyla "Sen benim hiçbir şeyim değilsin Buğra" dediğimde bozulduğu bakışlarından belli oluyordu. İşin güzel yani bunu söylerken gerçekten de böyle hissediyor olmam ve ona karşı içimde tek bir sevgi kırıntısının dahi kalmamış olduğunu iyice anlamam oldu. Buradan da onu içimden söküp atabilmemin en büyük nedeni olan o hayat kurtarmayı yaşam biçimi haline getirmiş beyaz önlüklü hınzır adama selam olsun. Kalbimdesin doktor!

Buğra'ya gözümdeki ederini belli ettiğimde kaşlarını çatıp sanki bir şey söylemek istiyor da kendisini engelliyormuş gibi canı sıkkın bir halde bakınmaya başladı. Eskiden olsa onu konuşturmak ve ne düşündüğünü öğrenmeye çalışmak isterdim ama şu an onunla alakalı o kadar boşvermiş durumdayım ki kendisiyle hiç uğraşamayacağım.

"Gidiyorum ben geliyorsan gel"

İçeriye girmek üzere hareketlendiğimde hiç sevmediğim bir şey yapıp bileğimden sertçe tutarak beni durdurdu. Bunu yapması gerçekten de beni fıtık ediyor! Gözlerimden alevler saçarak bileğimi bırakmasını söyleyecekken ne yazık ki benden önce davrandı ve bana doğru birkaç adım yaklaşıp araya girmeme bile fırsat tanımadan "Yaşattıklarım yüzünden kızdığın için bana öfke duyuyor olabilirsin. Böyle hissetmeni istemiyor olsam da buna engel olamam. Olamıyorum da... Bak zamanında benim de sana çok kızdığım doğru. Sana inanıp güvenmişken o küçük Gürsoyla arkamdan iş çevirmiş olduğunu düşünmek beni çılgına çevirmişti. Seninle ilgili büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım çünkü sen benim hiç düşünmeden sırtımı dayayabileceğim tek kişiydin. O an böyle bir kırıklık hissettiğim için maksadının arkamdan iş çevirmek değil beni içinde bulunduğum durumdan çekip çıkarmak olduğunu anlayamadım. Anlamalıydım. Halbuki sen başından beri benim yanımda olan ve iyiliğimi isteyen tek kişiydin. Mutluluğumu da gördün hüznümü de... Yıkıldığımda da yanımdaydın ayağa kalktığımda da... " dedi. Ancak bu noktada susacak gibi değildi. Devam edeceğini anlayıp onu dinlemek istemediğimi söyledim ama buna rağmen kolumu sıkıca tutmaya devam edip sözüne devam etti. Görünen o ki bunları bana sarhoşken de söylediğini hatırlamıyor.

"Seninle tartıştıktan sonra evine neden gelmiştim biliyor musun? Gelmiştim çünkü benim yaşattıklarıma karşılık senin yaptıkların sevgine tüm kalbimle inanmamı sağlamıştı. En ufak bir şüphe bile duymadan gelmiştim yanına. Beni kurtarabilecek tek kadının sen olduğunu hissettim çünkü. Anladım ki bendeki yerin çok farklıydı. Yalan söyleyemem hâlâ daha öyle... Ne yaşarsak yaşayalım böyle olmaya da devam edecek. Yani bunca yaşanan şeyden sonra karnında benim çocuğumu taşırken bana sen benim hiçbir şeyim değilsin diyemezsin Eylül. Bunu ben de diyemem çünkü hayatımız boyunca sen benim en önemli varlığımın annesi olacaksın ben de senin en önemli varlığının babası olacağım. Ve sen bu gerçeği istesen de değiştiremeyeceksin"


etrytuıoş.jpg


Yalan yok "Ve sen bu gerçeği istesen de değiştiremeyeceksin" sözleri şu an beynimin içinde peşpeşe yankılanıyor. Çok ağır geldi be! Bu gerçeği asla değiştiremeyecek olmam içime öyle bir oturdu ki neler hissettiğimi bile dile dökemiyorum. Yüzüne hissizleşmiş gibi bakıp "Bitti mi?" dediğimde söylediklerinin hiçbir önemi olmadığını anlamış olacak ki buruk bir ses tonuyla "Bitti" dedikten sonra bileğimi bıraktı. Ona şöyle bir bakıp "Tüm bu anlattıklarından sonra geldiğin o son nokta var ya hani değiştirmeye gücümün yetmeyeceğini söylediğin o yer... İşte o benim hayatım boyunca gölgesini üzerimde hissedeceğim lanetim olacak!" dedikten sonra tek başıma hastaneye girdim. Umarım bugün seninle son kez karşılaşmışızdır Buğra... Umarım bir daha ne yüzünü görürüm ne de sesini duyarım o kadar içten temenni ediyorum bunu!

İçeriye girdikten sonra ikimiz de hiç konuşmadan yukarıya çıktık ve işlemleri yapıp randevu saatini geçtiğimiz için doktorun gittiği yerden geri gelmesini beklemeye başladık. Gözüm de sürekli karşımızdaki saatteydi. Hâlâ aramadığına inanamıyorum. Beni ciddi ciddi şaşırtıyorsun Ahmet...

Çantamdan telefonumu alıp arama olup olmadığına bakarken doktorun birazdan geleceği söylendi. Teşekkür edip telefonu tekrardan çantama koyduktan sonra bir saatin doluşuna adım adım şahit olup başımı duvara yasladım. Bunun üzerinden bir iki dakika geçmişti ki telefonum çalmaya başladı. Başımı kaldırıp telefonumu elime nasıl aldım bilemedim. Ekranda Selim'in adını görsem de arayanın kim olduğunu biliyorum çünkü bizimkinin telefonu alelacele çıktığı için evinde kalmıştı.

Yüzüm gülerek ayaklanırken Buğra'nın "Nereye?" diye sorduğunu duyup "Seni ilgilendirmeyen bir yere" dedikten sonra telefonu "Kendine gelmen epey uzun sürdü. Hatırlatın da bir daha ki sefere hoşça kal derken yanına fazla yaklaşmayayım" diyerek açıp aynı anda da oradan uzaklaştım. Dediği tek şey nefes nefese bir halde "Ben de varım!" oldu. Sessiz kalsam da o an gülümsüyordum. Sadece güldüğümü o bilmiyordu.

Ses tonumu ayarlamak için hafifçe öksürüp "Belirtilen süreyi aşmış görünüyorsunuz doktor bey yani söylediğim şey yaklaşık iki dakika önce hükmünü yitirdi" dediğimde ses tonumdaki ciddiyeti kaile almamış olacak ki muzip bir tavırla "Mızıklama Eylül! Aranan cevabı süre dahilinde bulduğum konusunda şahitlik edebilecek önemli tanıklarım var. Hem de bir değil iki değil tam üç buçuk kişi" dedi. Buçukmuş!

Alnımı ovalarken bir yandan da sırtımı duvara dayayıp "Selim'i anladım Meral'i hatta Müberra Hanım'ı da anladım ama o buçuk kim doktor? Meral'in bebeğini kastediyorsan o sayılmaz haberin olsun. O bebiş daha kulaklarını nasıl kullanacağını bile bilmiyordur. Bu arada kulağı oluşmuş mudur ki onun?" dediğimde bana gülerek Kaan'dan bahsettiğini söyledi. Hmm... Bak o büyümüşte küçülmüş çocuk buçuk değil tam bir kişi bile sayılabilir.

"Üzgünüm Ahmet şahitler konuya dahil değildi"

"Olsun ben yine de almam gerekeni aldım"

"Aferin sana"

"Sen ne yaptın Eylül hastaneden çıktın mı?"

"Yok çıkamadım çünkü beyzade gecikince randevu saati sizlere ömür oldu. Şimdi de doktorun odasına gelmesini bekliyoruz"

"Buğra da şu an yanındadır herhalde"

Gözlerimi devirerek "Keşke olmasa değil mi?" diye sorduğumda ses tonunu hoş bir şekilde kaydıra kaydıra "Yorumsuz" dedi. Artist! O an ki yüz ifadesini düşündüm de gözüme bir hoş gelmedi değil. Kesin o muzur bakışlı gözlerini kısmış yüzünü ekşiterek dudak büküyordur. Düşüncelere dalsam da iltifat etmeyi ihmal etmeyip "Bugün karizma mıyız biraz? Bakıyorum da yorumsuzluğunda bile yorum var doktor" dediğimde keyiflenmiş bir edayla "O tamamen sizin güzel kalbinizin yakıştırdığı bir benzetme Eylül Hanım layık olabildiysem ne mutlu bana" dedi.

"Eylül!"

Sesin batsın! Bu seslenmeyle birlikte Buğra'ya baktığımda bana odasına giren doktoru işaret etti. İşkence başlıyor yani. Ahmet kulağımın dibinde ne olduğunu sorunca doktorun geldiğini ve kapatmam gerektiğini söylemek zorunda kaldım. O da bana işim bittiğinde aramamı söyledi. Ararım dedim ama aramayacağım çünkü başka bir planım var. Tabii bunu bilmesine gerek yok o yüzden bu kısmı saklı tutup ona da "Sesini duymak o kadar iyi geldi ki... Neyse kapatıyorum artık yarın görüşürüz" dedim. İtiraz gecikmedi ve "Yarın mı? Ama yarına daha çok var" diyerek telefonun ucundan feryat figan etti. Haline gülsem de "Hadi doktor hadi! Görüşürüz sonra" dedikten sonra telefonu kapatıp az önce oturduğum yere geri döndüm.

"Ee! Girmiyor muyuz?"

"Doktorun telefon görüşmesi bitsin bizi alacaklar"

"İyi bekleyelim bakalım"

"Kimdi o?"

"Kim kimdi?"

"Telefondaki... Sürekli güldüğüne göre fıkra anlatıyordu herhalde"

Laf mı çarptı o? Yüzüne hissettiğim tüm olumsuz duyguları yansıtarak baktıktan sonra bu aralar favori cevabım olacağını düşündüğüm için doktora bir selam çakıp yüzümü ekşittim ve "Yorumsuz" dedim. Önüme dönüp Ahmet ile olan konuşmamızı düşünerek istemsizce sırıtırken Buğra da bana bakıyormuş herhalde "O muydu yine? Şu hastanede gördüğüm adam.." deyip cevap vermemi bekledi. Bekliyor da farklı bir cevap alamayacak. Derin bir nefes alıp hiç laf kalabalığı yapmadan "Yorumsuz" dediğimde iyice sinir oldu.

"Ne o üstüne vazifesi olmadığı halde yanımda olmandan dolayı endişeye mi kapılmış?"

"Yorumsuz!"

"Yanımda olduğunu da söyleyemedin tabii uzattıkça uzattı"

Yan gözle ona doğru bakıp tam yine yorumsuz kalacakken bunu yapmaktan vazgeçip "Sabah seninle konuşurken Ahmet yanımdaydı. Bizim birbirimizden gizlimiz saklımız yok sen rahat ol" dedim. Önüme döndüm ama gözlerini üzerime diktiğini hissedebiliyorum. Tam içten içe kesin birazdan beni fıtık edecek bir şey söyleyecek diye geçirirken beni yanıltmadı ve "Yanında mıydı? Sabah sabah bu kadar erken bir saatte ne işin var onun yanında? Ben sana derdimi anlatamıyorum galiba! Bir de gizlimiz saklımız yok zırvalıkları atıyorsun ortaya" dedi. Asıl ben derdimi anlatamıyorum gibi görünüyor.

"Bir kere şu konuda anlaşalım! Bu çocuğu taşıyor olmam senin sustalı maymunun olduğum anlamına gelmiyor. İstediğim saatte istediğim kişinin yanında olurum ve bunun için de sana hesap verecek değilim"

Ben bunları söylerken içeriden çıkan kız da "Eylül Acar" diye seslenerek doktorun yanına girebileceğimizi işaret etti. Beyefendi de yerinden kıpırdamadan gözlerini dikmiş bana bakmaya devam ediyordu. Ayağa kalkıp önüne geçtikten sonra bir şeyleri iyice anlasın diye son derece sakin bir tavırla Ahmet'i kastederek "Onu seviyorum" dediğimde kaşlarını çattı ama neresini neden çattığı dirhem umurumda değildi. Bu yüzden de sözüme devam edip "O da beni seviyor hem de en başından beri. Bak ben yeteri kadar hırpalandım da yoruldum da... Şimdi gölge etme de beni gerçekten seven değer veren ve her şartta koşulsuzca yanımda olmayı seçen bu adamla mutlu olma şansımı sonuna kadar kullanayım" dedikten sonra onu orada bırakıp doktorun odasına girdim.

Sonrası malum doktorla biraz konuştuktan sonra durumu anladı ve beni perde çekilmiş bölüme alıp Buğra'yı da içeriye çağırdı. Onu görmedim ama elbette ki sesini duyabiliyordum. Doktor ilk çocuğu olup olmadığını sorarken sesi titreyerek ilk olduğunu söylüyordu. Bunu demesine şaşırmadım diyemem çünkü her ne kadar aralarında bir kan bağı olmasa da Rüya'nın da kendi çocuğu olduğunu iddia eder dururdu. Tolga'ya bile kafa tutup defalarca o senin değil benim kızım demişliği vardır.

Bebeğin sağlıklı olması bir yana kalp atışlarını da duyunca duygusallaşmış olacak ki doktor ona "Çok eşsiz bir duygu değil mi? Baba adaylarımız her ne kadar soğukkanlı görünmeye çalışsalarda bebeklerinin kalp atışlarını duyunca hislerini saklayamıyorlar" diyordu. Sesi çıkmadı. Umarım o sırada gözleri dolmamıştır.


fsdfhfgjk.gif


Doktordan da bir iki ricam olmuştu o da benimle ilgili kısımlar bitince çıkmama izin vermesi ve bebeğin cinsiyetinin de şu an belli olamadığını söylemesiydi. Buğra'nın bilmesini istemedim çünkü Ahmet'in öğrenmesine izin vermeme rağmen Buğra bu özel bilgiden mahrum kalsın istedim. Bu heyecanları yaşamayı hak etmediğini düşünüyorum çünkü.

Kendimle alakalı acı bir gerçeği açığa çıkarayım mı? Ben hep iyi niyetli olan kendisine taş atana gül atma kapasitesine sahip olan Pamuk Prenses kıvamında bir kadın değilim. Yeri geldiğinde gözümün yaşına bakmayanlara karşı verdiğim kararlarla çokça acımasız olabiliyorum maalesef.


........::::::::____::::::::........


Doktor işlemin bitmesi sebebiyle istersem çıkabileceğimi söyleyince karnıma sürülen jeli silip yattığım yerden kalktım ve üstümü başımı düzeltip yanlarına geçtim. Buğra'nın da benimle buluşturmamaya özen gösterdiği gözleri kıpkırmızıydı. Çok da meraklısı değildim zaten.

Doktora teşekkür edip kapıya yaklaştığımda Buğra "Eylül dışarıda bekle birlikte çıkalım" dedi. Çok bekler! Hiçbir şey söylemeden dışarıya çıktıktan sonra tabii ki de orada bir dakika bile kalmayıp kendimi hemen hastaneden dışarıya attım. Aslında annemin yanına dönmem lazım biliyorum ama şu an tek istediğim Ahmet'i görmekti. Sanırım onun o pozitif elektrikler saçan yüksek enerjisine ihtiyacım var.

Telefonumu çıkarıp kapalı halini açığa çevirdikten sonra küçük bir şaşkınlık yaşadım çünkü Ahmet'in kendi telefonundan bir mesaj gelmişti. Anladığım kadarıyla ben doktorun yanındayken göndermiş ama onun telefonu evdeydi. Kesin tebdil-i mekanda ferahlık vardır dedi yer değişikliği yaptı. Bir yandan taksi çevirip bir yandan da mesajı açtığımda yüzümün şekli şemali saniyeler içinde değişti.

Kurtlu mu bu adam ya bir yerinde duramıyor! Evde kalmanın kendisine iyi gelmeyeceğini hissetmiş Selim'den de şirkete giderken kendisini hastaneye bırakmasını söylemiş. Bir de gayet iyiyim dört bir yanım doktor kaynıyor beni merak etme diyor iyi mi! Adamı kapıdan çıkardılar bacadan geri girdi. Yahu taburcu oldun sen taburcu gidip yan gelip yatsana.

Taksiye geçtikten sonra hastanenin adını verip ilk önce Ahmet'e şaşırtmaca yaparak "Bende de her şey yolunda hiçbir sorun da yok merak etme. Şimdi taksideyim eve gider gitmez arayacağım" içerikli bir mesaj attım sonra da Meral'i aradım. Benden sonra Ahmet'in ne halde olduğunu öğreneyim dedim ama bayağı evlere şenlikmiş bunu da Meral'den bayağı neşeli bir şekilde öğrenmiş oldum. Yazık Kaan bile babasına amcasının iyi olup olmadığını sora sora okul servisine binmiş. Ortalığı birbirine kattığı ortada.

Hastanenin önüne geldikten sonra ödemeyi yapıp yanımda duran paketi de alarak içeriye girdim. Bu defa elim boş gelmeyeyim dedim ve çokça seveceğini düşündüğüm bir şey aldım. Doktor bey sayesinde bu hastanede de epey tanınır oldum. Artık gelen geçen selam veriyor popülarite had safhada anlayacağınız. Ağır adımlarla asansöre geçip odasının bulunduğu kata bastım ve beklemeye başladım. Yarın görüşürüz demiştim ya şimdi beni görünce kesin çok şaşıracak.

Asansörün kapısı açıldıktan sonra huzurlu bir ruh haliyle yürüyüp Aygün'e selam vererek Ahmet'in müsait olup olmadığını sordum ama odasında yokmuş çünkü az önce bir şeyler atıştırmak için kafeteryaya inmiş. Ne çok acıkıyor bu adam ya! Kahvaltı edeli ne kadar olmuş olabilir ki?

Aygün'e teşekkür ettikten sonra bu sefer de asansörü aşağıya inmek için kullandım. Aynadan gördüğüm kadarıyla yüzümde de şapşal bir gülümseme vardı. Şu güne rağmen gülümseyebiliyor olduğuma inanamıyorum.

Asansörden çıktıktan sonra elimdeki torbayı sallaya sallaya yürümeye başladım. İçimden de beni görür görmez Ahmet'e nasıl bir laf atsam acaba diye düşünüyordum ama kafeteryaya girmemle birlikte bir de ne göreyim? Bizimki bulmuş yine bir esmer pıtırcık kafeteryanın ortasında "Senden öğreneceğimiz daha çok şey var Ahmet!" diyen arkadaşlarıyla şakalaşıp dans ediyor. Ama ne dans! Kolunu sarmış kızın kırılasıca beline sağa sola sallayarak ameliyatlı adamım demeden artistik bir şekilde eğip şov yapıyor resmen! Yalnız ben bu adamın ümüğünü sıkarım gibime geliyor!


nghnghd.gif


Hiç ses etmeden elim belimde bir halde neler yaptığını izlerken dansın finalini etrafa çekici bir bakış savurduktan sonra rahmetlinin elini öpüp dans için de teşekkür ederek yaptı. Kızın da yerden yüksekliği epeyce var. Ahmet'in kollarındayken uçmuş belli! Şimdi ben bu kızın saçını elime birkaç tur dolayıp bir avazda duvara çarpsam doktora da hadi sen de git esmer bombanın yanına yalnız kalmasın biiiip diyerek komboyu çaksam beni direkt karakola çekerler değil mi? Çeksinler be bir gece yatar çıkarım ne olacak!

"Atahaaan!"

Arkadaşlarıyla sarılırken seslendiğimi duyar duymaz bana doğru bakıp şaşırmış bir halde "Eylül!" dedi. Eylül ya Eylül! Az daha gelmesem adam yine cariyelerini boy sırasına göre huzurlarına çağıracak maşallah! Beni tanıyanların verdiği selama zoraki bir tebessümle karşılık verirken Ahmet hemen aralarından sıyrılıp yanıma geldi. Bir de mutlu ki sormayın! Basıldığının farkında değil herhalde.

"Bu ne güzel bir sürpriz Eylül iyi ki geldin!"

"Ortada gerçekten bir sürpriz var ama bu sürprizin güzelliği nerede onu anlayamadım"

"Efendim?"

"Burada konuşup yarım saat içinde hastanenin magazin gündemine mi oturalım yoksa gidip odanda mı konuşalım?"


ehtjyrutj.gif


Gözlerimdeki alevli bakış ikinci şıkkı seçmesine yardımcı olmuş olacak ki eliyle yolu işaret edip "Gidelim o zaman" dedi. Doğru karar! Asansöre geçip kata bastıktan sonra sus pus bir şekilde beklemeye başladık. Odasına girene kadar tek kelime etmemeye kararlıyım çünkü kendimi sakinleştireyim de daha bilinçli saldırayım istiyorum.

Aygün'ün yanından geçerken bana "Ahmet Hoca'yı bulmuşsunuz" dediğinde gülümsemeye çalışıp "Birazdan da kaybedeceğim! Bir saat içinde bizden haber çıkmazsa acil müdahale ekibinize haber verirsiniz" dedim. Kız da şakalaşıyorum sanıp gülüyordu. Oysaki şaka yapmıyordum.

Odaya girdiğimizde kapı kapanır kapanmaz kızın saçına sarmayı arzu ettiğim elimi Ahmet'in kravatına iki kez dolayıp onu kapıya yapıştırdım ve gözlerine dik dik bakarak "Düzgün bir açıklama yapmak için 10 saniyen var Atahan!" dedim. Evet Atahan diyorum çünkü bu defa çok ama çok kızdım doktor demek epey hafif kalacak gibi hissediyorum.

Elimin ardından yüzüme bakıp "Vaaoouv! Sana bir kadında arzu ettiğim tüm özelliklere sahip olduğunu daha önce hiç söylemiş miydim?" deyince elimi kravatına bir tur daha dolayıp "Peki ben sana geri kafalı bir kadınım öyle gözümün önünde veya arkasında onunla bununla cilveleşemezsin demiş miydim yoksa dememiş miydim?" diye sordum.

"Cilve mi? Biz sadece biraz eğleniyorduk"

"Haa bir de eğleniyordunuz!"

"Evet ne oldu ki?"

"Ne mi oldu? Kollarında eriyip biten kıvrak hatuna git sor bakalım ziyafet hoşuna gitmiş mi?"

"Ziyafet derken?"

"Kadın seni gözleriyle çıtır çıtır yedi görmüyor musun? Aaa! Neden soruyorum ki? Tabii ki görüyorsun ondan böyle gevrek gevrek gülüyorsun"

Elimi çözüp geri çekildikten sonra yanımda getirdiğim torbayı masasına koydum ve içinden dondurma kutusuyla plastik kaşığı çıkarıp kapağını açtım. Ahmet'te o sırada "Yine anlamadan dinlemeden asıp kesiyorsun. Bir kere kıskanmanı gerektirecek hiçbir durum yok çünkü Demet zaten pazar günü bizim patologgillerden Suat ile evleniyor" diyordu ama ben bir yandan dondurmamı yiyip bir yandan da sakinleşsem de yine de lafı ağzına tıkarak "Evlenme arifesindeki kadınları rahat bırak bari! Bir de yaralı kuşum deyip kendini acındırarak bana bütün gece hizmet ettirdin. Gördük yaralı kuş halini bir de sağlam olsan geldiğimde ne ile karşılaşacaktım acaba?" demeden duramadım.

Çilekli dondurmayı peş peşe kaşıklarken yanıma gelip arkamdan sarılarak çenesini omzuma dayadı ve ona yan yan bakmam karşısında da "Nişanlısı da oradaydı. Düğün danslarını bir türlü beceremiyorlarmış o yüzden de çiftimize biraz teknik göstereyim istedim" dedikten sonra sözüne gülerek devam edip "Beş dakika önce Suat'a da göstermiştim. O sırada gelmediğine şükretmelisin bence" dedi. Bak bu güldürdü işte... Gıcık!

Kolunu tutup masasına oturur gibi dayanmasını sağlarken bir yandan da "Tamam bu konudaki açıklamanı makul bulup geçerli sayıyorum ama diğer konu daha yaş be doktor!" deyip koca kaşık dondurmayı ağzına attım. Dondurmayla boğulan ilk insan olmak istemiyorsan ayağını denk alacaksın doktor öyle bekar zamanlarındaki gibi at koşturmak yok artık.

Ahmet dondurmayı zar zor yutup diğer konunun ne olduğunu sorarken gözlerimi kısarak önce dondurmadan hatrı sayılır bir miktarda alıp yeniden ağzına attım sonra da hayırdır dercesine gözümü kırpıp "Bana nişanlı olduğunu ne zaman söylemeyi düşünüyordun?" dedim. Bunu dememle birlikte şok olup öksürmeye başladı. Ben de sırtına vurup "Söyleyecektin herhalde değil mi?" deyip sıkıştırmayı sürdürdüm. Masasındaki suyu verdiğimde bir yandan yudumlayıp bir yandan da canhıraş bir halde "Ne nişanı Eylül çıldırdın mı? Benim nişanlım falan yok" deyince uzatamayıp gülmeye başladım. O da neden güldüğümü anlayamadı tabii.

Bir kaşık dondurma daha yedirip "Sinan'ı arkadaşın sanıyordum adam kayınpederin çıktı. Kızı Melisa ile tanıştım bugün seni anlata anlata bitiremedi. Öyle kıza çilekli dondurmalar almak olsun güldürmek olsun evcilik mevcilik falan olsun hayırdır?" dediğimde gözle görülür ölçüde rahatlayıp o da "Melisa mı? Aklım çıktı Eylül deminden beri kiminle nişanlanıp da unutmuş olabileceğimi düşünüyorum" diyerek gülmeye başladı. O nasıl bir cevap Allah aşkına? Çamura battım bari geri geri yüzeyim de şeklim kaymasın der gibi.

Dondurmayı sol yanından masaya bırakırken "Liste kabarık tabii zor olmuştur" dedikten sonra ona dönüp "Sen beni dinle bu hatunları kronolojik sıraya göre bir deftere not al. Yanlarına da ilişki durumuna göre çarpı marpı bir şey koy böyle durumlarda düşünüp zaman kaybetmek yerine oradan kontrol et. Şimdi bir kriz anında sen düşünürken benim kafam bir atsa gırtlağını bir sıksam sen üçüncü sıraya gelemeden hoşça kal doktor aşamasına geçiveririz haberin bile olmaz" dediğimde kollarını belime dolayıp muzur bir gülüşle birlikte "Benim hafızam kuvvetlidir Eylül zaten önce "favoriler" kısmına bakıyorum. Onlar da aklımı karıştırınca cevap biraz gecikiyor tabii" dedi. Aa! Resmen avucum kaşındı. Yine bana favori muhabbeti üzerinden laf dokunduruyor değil mi? Senin de içine ne oturmuş be doktor!

jhhyj.gif


"Favoriler demek... Seni son zamanlarda iyi bilirdim doktor yazık aramızdan ayrılışın çok ani oldu"

"Yine mayına basıp öldüm galiba"

"Seni şu en sondaki talihsiz açıklaman yaktı. Halbuki akıllı adamsın böyle bir şey dersen başına neler gelir bilirsin"

"Dedim ya o klasör aklımı karıştırıyor diye. Asıl ilk sıradaki o güzel gözlerinden alev püskürten afet-i devran yaktı beni"

Afet-i devranına başlatacak şimdi! Ondan bir iki adım uzaklaşıp elimi kolumu sallaya sallaya "İşe bak daha bu sabah adamı kendi hikayemin baş kahramanı yapmaya gönül verip ortaya rakipsiz adaylığımı koyuyorum ama o hâlâ kıytırık hatunların bulunduğu favoriler listesinin takibinde! Bir de aklı karışmışmış..." dedim Ahmet'te kendi kendime konuşan bu halimi keyifle izleyip sonra da sözüm biter bitmez kolumdan tutup beni yanına çekerek "Sen şimdi onu bunu bırak da evleniyor musun benimle onu söyle" dedi. Şu ciddi konularla alakalı zamanlamalarına da ayrı ayar oluyorum yalnız.

gfhgjhjkçl.jpg


Ben bu adamın gözlerine yakından bakınca niye kilitleniyorum anlamıyorum. Deminden beri çan çan konuşuyorum ama bana doğrulttuğu bakışlarına hapsolunca yapabildiğim tek şey ona dikkatle bakıp kalbimdeki akıl almaz atışa kulak vermem oluyor. Gözlerimiz birbirimizin gözlerinde gezinirken sorduğu soruya bir cevap vermem gerektiği için hafiften bir tutuşma hali de başgöstermedi diyemem.

"Gördüklerimden sonra çok yükseldim yani onları unutana kadar olumlu bir yanıt vermem mümkün görünmüyor. Ne zaman unutursun dersen eğer bu konuda belirsizlik olduğunu söyleyebilirim"

"Ama bu sabah kendinden çok emin bir tavırla ben varım diyordun"

"Sabah öyle hissetmişim demek ki... Sen de vaktin varken bunu değerlendirseydin doktor! Zaman dediğin şey değerlidir öyle lay lay loma gelmez"

"Zaman değerlidir lay lay loma gelmez diyorsun... Tamam o halde bir bilemedin iki ay sonra bu cevabı bana nikah masasında yan yana otururken verirsin"

"Tepkimi ölçüyorsun değil mi?"

"Tepkini ölçeli çok oldu Eylül şimdi harekete geçiyorum"

"Bunu yapamazsın"

"Var mısın iddiaya?"

"Varım çünkü hiçbir güç beni bu bebeği dünyaya getirmeden önce evlenmeye ikna edemez"

"Sonra eder yani... Epey umut verici oldu. O halde iddiayı bebek doğduktan sonra diye değiştiriyorum"

"İddia diyorsun"

"İddia diyorum"

"İkna ederim de diyorsun"

"Çocuk oyuncağı Eylül"

"Bu cevapla şimdiden kaybettin bile geçmiş olsun"

"Erken konuşma derim. Ee! Kabul mü?"

"Seninle bu konuda iddiaya falan girmem doktor!"

"Korktun kaçıyorsun yani"

"Ne korkacağım ya!"

"Korkmuyorsan kabul et gitsin"

"Tamam kabul! Sen beni nikah masasına oturtmayı başar sana evet demezsem ben de Eylül Acar değilim!"

"Ben davetiyeleri bastırmaya başlayayım o zaman"

"İyi ben de sana güzel bir çelenk yaptırayım da en özel gününde yalnız kalma bari"

"Anlaştık!"

Bakışları her ne kadar tedirgin edici olsa da sözümden dönmeyip "Anlaştık!" dedim. Çok çabuk gaza geliyorum değil mi? Çözdü beni... Nereden yakalayacağını öğrendi oradan yürüyor. Neyse canım sonuçta bu da benim özgür iradem. O öyle doktor efendi istedi diye hemen olabilecek bir şey değil. Değilse niye gerildim ben? Of Eylül! Girme şu adamla iddiaya falan!

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
154e7b8ee2846e55938186310052.png


36.Bölüm : Bu çocuğun bir soyadına ihtiyacı var!

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Yalnız ben bu adama anlaştık dedim ama o sırada da yüzüme çok fena baktı haliyle huylandım. Hay aksi! Gaza gelip yanlış bir şey mi yaptım acaba? Önümüzde de bayağı zaman var değil mi? Şimdi kafasında kurar da kurar ben ne olduğunu anlayamadan da ciddi ciddi oturtur beni o masaya. Hayır yani süre de uzun unuturum gider en olmadık anda "Ladeees!" der gibi önüme dikilir ben de saf saf "Ne... Nee! Ne oldu?" der dururum. Bir dakika ya! Oturtursa oturtsun ondan mı korkacağım? En olmadı basarım o çok meraklı olduğu eveti sonra kendi düşünsün arkadaş babamın oğlu değil ya bana ne! Benimle bir ömür geçirmeyi öyle çok matah bir şey sanıyor ama geleceği varsa göreceği de var. Öyle çoraplarını gömleklerini oraya buraya atabileceğini mi sanıyor? Attırmaaaam! Yemekti bulaşıktı temizlikti bana yığıp sonra pıtırcık peşinde koşmak için yalandan "Benim hastam bekliyor Eylül acilen gitmem gerek" deyip sıvışabileceğini mi düşünüyor? Düşündürtmem alırım aklını! Diş macununu gıcıklığına bile olsa ortadan sıkabileceği gafletine mi düşüyor? Düşürtmem ya da gider ben de onun ümüğünü sıkıveririm! Yok ya! Yine adamın canına kastettim. Olmadı bu... Of! Neler diyon Eylül ya!"

Birkaç dakikalığına hastama bakmaya gidiyorum döndüğümde yine kendimi ümüğü sıkılmış bir halde buluyorum. Ah Eylül Acar ahh! Her ne kadar ölümümün senin elinden olacak olması içimi rahatlatsa da yine de seninle iki nefes fazladan almayı tercih eder haldeyim. Elindeki dondurmayı yiye yiye bir yandan evlendiğimiz takdirde yapma olasılığım olan şeyler hakkında bana saydırıp bir yandan da diplomalarımın ve farklı dallarda edindiğim eğlence içerikli ödüllerimin bulunduğu köşeye bakıyordu. Sanırım bu çenesinin ayarını bir türlü tutturamayan hanımefendi için küçük bir baskın yemenin zamanı geldi.

"Kano yarışı ne alaka ki? Hem de bir tane ödülle de yetinmemiş seviyor herhalde... Aman be doktor bir oturamıyorsun oturduğun yerde hep bir aksiyon hep bir aksiyon! Gerçi futbol tutkunu olmasındansa böyle bir hobisi olması daha iyi en azından izliyor gibi alkış yapar aynı anda da deniz kum güneş üçlüsünde günün tadını çıkarırsın. Tabii yarış bitip geri döndüğünde de pürdikkat izlemiş gibi yalandan "Harikaydın!" deyip iki de omuz sıvazlaması yaptın mıydı miiiis!"

Şu an bunları duymamış olsam beni böyle bir durumda ayakta mı uyutacaktı yani? Dalmış bir halde ödüllerime bakarken böyle bir konuşmaya imza atınca ben de vakit geldi diye düşündüm ve ciddi bir tavırla hafifçe öksürdüm. Ben öksürürken o da aynı anda önünde durduğu dolabın camından benim arkasında olduğumu fark etti. Yüzünde oluşan ifadeye gülmemek için kendimi epey bir tuttuğumu söylemem gerek. Şu an onun yerinde olmayı hiç istemezdim doğrusu.

Büyük ihtimalle az önceki konuşmalarının duyulup duyulmadığı paniğini yaşıyordu çünkü bir anda bana doğru döndü ve yüzde bir milyonluk olasılıkla "Şimdi geldim" dememi umarak "N-Ne zaman geldin sen?" diye sordu. Şansım yaver gitmiş olacak ki tam zamanında gelmişim. Bu konuşmayı kaçırsaydım gerçekten çok yazık olurdu.

aseftyuıuoıp.gif


"Anlaştık derken seni huylandırmamı sağlayacak nasıl bir bakış attım bilmiyorum ama o an aklımdan karşımda bembeyaz bir kuğu gibi durmuş bana evet dediğin anı geçiyordum"

Tüm söylediklerini duyduğumu anlayınca fena halde tutuştu. En sevdiğim bir diğer Eylülsel hâl! Tabii o halinden hızla sıyrılıp çantasını almak için yanımdan geçerek "Uyuyor olsaydın kibarca üstün açık kalmış derdim ama şimdi ne diyeyim bilemedim. Belki de bu hayalperestlik hâl aldığın ilaçların yan etkisi falandır" demesi de gecikmedi. Benim kazanacağımı bilmesine ve de bunu içten içe kabullenmesine rağmen hâlâ kuyruğu dik tutma çabasını takdirle karşılıyorum.

Çantasını alıp arkasını dönünce önüne geçerek yolunu kapattım çünkü az önce söylediği şeyler ile ilgili bir iki kelam etmem gerekiyor. Önce sağdan geçmek istedi sonra sol tarafa yöneldi ve kendisine geçit vermeyeceğimi anlayınca da ellerini beline koyup bana dik dik bakarak "Yolu açıyor musun yoksa ben kendi usulüme göre açayım mı?" dedi. Aman ne de korktum!

Aslında biraz çekinsem iyi olacak çünkü eli cüssesine göre cidden ağır ve önündeki kim diye bakmadan da adamı sağlam indiriyor. Yani karşısında cengaverlik yapılabilecek bir kadın değil. Ses tonumu ayarlamak için hafifçe öksürürken "Güzel! Yolu açmaya karar verdin demek" deyince onunla birlikte kapıya kadar yürüyüp bir yandan da "Gitmeden önce gıyabımda yaptığın konuşmalara kendi tarafımdan bir açıklık getirmek isterim" dedim.

O kocaman gözleri resmen nereye kaçacağını şaşırdı. Korkarım ki birazdan birbirlerine toslayacaklar. Sesi soluğu çıkmayınca "Güzel! Beni dinlemekte bir sakınca görmedin demek" dedim ve sırtımı beni dinlemeden çıkmasın diye kapıya yaslayıp kollarımı da önümde kavuşturarak açıklık getirmem gereken konulara giriş yaptım.

"İlk olarak çoraplarını ya da gömleklerini oraya buraya atabileceğini mi sanıyor demiştin değil mi?"

"Bu konuyu hiç açmadan tamamen kapatabilir miyiz? Sadece sen yokken sıkılmıştım ve abuk subuk şeylere kafa yorarak vakit öldürüyordum. Yani üstüne tartışılacak bir mevzu değil. En güzel salla gitsin!"

"Yokluğumun can sıkıntısına sebebiyet veriyor oluşunu bilmem iyi oldu ama konuya dönmem gerekirse eğer hiçbir eşyamı oraya buraya atmam çünkü bu konularda çok titizimdir. Kol düğmelerimin bulunduğu dolabın ne kadar nizami olduğunu hatırlatmam sanırım bana inanmanı daha kolay sağlayabilir"

"Evet onların özen gösterilerek belli bir düzende yerleştirilmiş olduklarını hatırlıyorum ama evde yardımcılarınız var elbette nizami duracaklar"

"Evdeki herkes kişisel eşyalarıma el sürülmemesi gerektiğini bilir. Bu yaşıma kadar odamın düzenini de acil bir durum olmadığı sürece hep ben sağladım. Odadan çıktığımda yatağım toplanmış gerekli gereksiz eşyalarım kaldırılmış ve içerideki havanın tazelenmesi için de pencerem açılmış olur"

Yüzüme bakıp öylece kaldı. Ben de saf saf bu düzenli halimin hoşuna gittiğini düşünüyordum ama durum pek öyle değilmiş. Bunu da gözlerini kısıp "Ama sen çok sıkıcıymışsın be doktor!" demesiyle anladım. Sıkıcı der tabii çünkü bana buralardan saldıramayacağını anladı. Şimdi "Ben sana ne yapsam yaranamam ki zaten" desem kesin tartışırız o yüzden demiyorum ve ikinci maddeye geçiyorum.

"İkinci olarak yemeği temizliği ve bilumum işleri bana bırakıp pıtırcık peşinde koşmak için yalandan "Hastam bekliyor acilen gitmem gerek" diyerek sıvışabileceğini mi düşünüyor demiştin sanırım"

"Flörtöz bir tavrın var doktor bu da bunu yapabilme potansiyelinin yüksek olduğunu düşündürüyor"

"Yemek konusu ilgi alanıma girdiği için eğlenceli görünüyor yani o kısımda yardımım dokunabilir. Temizliği de bir şekilde hallederiz ama diğer iki maddeye bir kesinlik kazandırmamız gerekiyor"

"Hangi maddelermiş onlar?"

"Hastamın yanına gitmem gerekiyor dediysem gerçekten hastamın yanına gidiyorumdur. Özel hayatımda bir kaçış arıyorsam bu kaçış asla mesleğimi alet ederek yaptığım bir kaçış olmaz. Şakaya gelmeyen bir iş yapıyorum Eylül... Olur da bir gün bana inanmayıp günün alakasız herhangi bir saatinde olan bu ani gidişlerimi soruna çevirirsen sana cevap vermeye çalıştığım her an bir başka insanın hayatından çaldığım dakikalara tekabül edebilir. Yani o an ne durumda olursak olalım sana böyle bir şey söylediğimde gönül rahatlığıyla bana inanabilirsin çünkü sana bu konuda hiçbir zaman yalan söylemeyeceğim"

"Bu güven uyandırıcı cevaba karşılık benim de böyle durumlar oluştuğunda seni sesli ya da sessiz asla sorgulamayacağımdan emin olabilirsin"

"Bir konuda daha anlaştık diyebilir miyiz?"

"Öyle görünüyor. Kesinlik kazanması gereken bir diğer madde ne?"

"Bizim ailede dedemin meşhur bir lafı vardır onu biraz daha açarak söyleyeyim de konuya gerekli kesinliği kazandıralım"

"Bu meşhur söz doğru bildiği uğruna torununu bile tanımayan dedenden geldiyse kulak kabartmakta fayda var. Merak ettim neymiş peki?"

Merakını giderdiğimde umarım kaş yapayım derken göz çıkarmış olmam. Eylül'ün meraklı bakışları altında "Senden önce nasıl bir hayatı olduğu mühim değil..." dedim ve tutar tutmaz buz gibi olduğunu hissettiğim elini avucumun içine aldım. Dondurma kabının düşük ısısından dolayı üşümüş olmalı. O anlarda Eylül konuşmaya devam etmemi bekliyordu ki haklıydı da. Bu yüzden diğer elini de alarak ikisini birden avuçlarımın arasında ısıtmaya başlayıp söyleyeceklerimde de hiçbir riya olmadan devam ettim.

"Hayatına girdiğin andan itibaren ona ne yaparsan yap ne ile suçlarsan suçla ama asla bir Atahan erkeğinin sadakatinden şüphe etme çünkü sevgisinin gücüne inanılmaması en güçlü görünenimizi bile derinden yaralar. Bizi gerçek manada incitebileceğiniz tek an herkesten sakındığımız ama sizin avuçlarınıza hiç düşünmeden bıraktığımız aşkımızın gerçekliğini sorguladığınız andır. Yani demem o ki benimle ilgili kafanda oluşan o yanlış izlenimleri koy bir kenara... Hatta koyma direkt al at gönlündeki uçurumdan aşağıya. Bunu yap ve şunu da aklından hiç çıkarma... Dedem Behiye'sini babam Zülal'ini Selim Meral'ini ben de seni ömrümüzün sonuna kadar bizi bırakıp gitseniz de bir ömür yanımızda kalsanız da her şartta kalbimizde ilk günkü gibi yaşatmaya devam edeceğiz çünkü bir Atahan erkeğinin kalbine adınızı yazabildiyseniz bir daha sizi hiç kimsenin oradan silmeye gücü yetmez"


dgfhgjhu.gif


Bu defa gözlerime bakarken dudaklarında "Hep böyle kal ve o bahsettiğim ömrün sonuna kadar da bana bu güzellikte bakmaya devam et" diyebileceğim hoşlukta bir tebessüm oluştu. O dudaklarda oluşan muazzam gülüş işin içine her baktığımda kalbimi gıdıklayan gözlerini de ortak edince az önce ne konuştuğumuzu bile unutur hale geldim. Bu kadının üzerimde farklı bir etkisi olduğu su götürmez bir gerçek.

Onca lafın üzerine hiç konuşmadan gözlerime uzun uzun bakıp öylece kaldı. Bu Eylül'de alışık olduğum bir durum değil. O daha çok dinler dinler sonra da beklenmedik öyle bir laf eder ki kendimi eşekten düşmüş karpuz olsam en azından neden düştüğümle alakalı bir fikrim olurdu derken bulurum. Ama yine de bu ne söyleyeceği tahmin edilemez halini de en az onun kadar çok seviyorum.

Ne düşündü gerçekten bilemiyorum ama gözlerini o güzel gülüşünü hiç soldurmadan üzerimden çekerken konuşmanın öncesinde istediği gibi onun yolundan çekildim. Bunu yaptığımda kapıdan çıkıp gitmek yerine gülüşü daha da derinleşti. Onu bu sessizlikten kurtarmak istediğim için küçük bir noktaya daha değinerek "Bu arada ortadan sıkılmış diş macunu konusunda da endişe etmene gerek yok çünkü bu benim de tahammül edemediğim şeylerden biridir. Yapıldığı takdirde tartışmayı macunun neden ortadan sıkılmaması gerektiği ile açıp onu ilk kim bulmuş ne şartlar altında meydana getirmişten ilerleterek kafanın fena halde atmasına neden olabilirim" dediğimde sonunda dilinin bağını çözmeyi başardım.

Olduğu yerden hiç kıpırdamadan sadece gözlerime bakarak "Sana bir itirafta bulunayım mı?" dedi. Bu itiraf beni hiç korkutmadı çünkü an itibarıyla içimde çok hoş bir his belirdi. Bu yüzden de muzur bir gülüş eşliğinde cevap verip "Bakışlarından ve bu soruyu soruş tarzından bu itirafı çok seveceğimi anlıyorum" dedim. Haklı çıkmam dileğiyle... Umarım ben onun dilinin bağını çözeyim derken o benimkine düğüm atıp gitmez.

Ağır adımlarla yanıma yaklaşmaya başladı. Gözlerimi üzerinden çekemeden onu izlerken de kulağıma doğru sokulup ses tonunu kısarak "Macunu zaman zaman ortasından ya da daha yukarıdan sıktığım oluyor... Yani bu konuda senin kadar özenli olmayışım asıl senin tepeni attırabilir. Ama bunca zamanlık tanışıklığımıza binaen bu noktada sana hayat kurtaran bir tavsiye verebilirim. Sakın o anlarda bana şu macunun tarihçesi konusunu açma yoksa hiç acımam canına fena okurum doktor!" dedikten sonra yanağıma ayaklarımın yerle temasını kesen harika bir öpücük bıraktı.


ewrfgth.gif


Geri çekildiği andaki göz göze gelişimiz paha biçilemezdi. Bana şimdiye kadar edilmiş ya da edilmemiş tüm sevgi sözcüklerini ardı ardına söylese herhalde beni sevdiğinden bu kadar emin olamaz bu kadar da net hissedemezdim ama şimdi tek bir bakışı yetti emin olmama. Bu "Asla boşa kürek çekmiyorsun" diyen bakış Eylül'ün hayatımda olması için yaptığım ya da bundan sonra yapacağım tüm çabama değer dedirtiyor.

Ona olan hayranlığımı alenen belli ettiğini düşündüğüm bakışlarım eşliğinde çeneme hakim olamayıp "Şu canıma okuma işi... Bunu ne şekilde yapacağını merak ettim" dediğimde Eylül'de "O zaman gelirse görürsün" der gibi bakan çekici bakışlarını üzerimden çekmeden yanımdan geçip kapıyı açtı. Şu an şapşal şapşal gülümsüyor olma olasılığım çok yüksek. Gitmese keşke...

Arkam dönük bir halde dururken son duyduğum şey Eylül'ün muhteşem bir ses tonuyla "Bu arada parfümünü sevdim. Bir ara ismini ver de evde bir tane bulundurayım" demesi ve hemen ardından da kapının kapanma sesiydi.

Ona olan özlemim yüzünden şişenin dibine vurma derecesine geldiğim parfümüne selam çaktığı belli. Bu dediği her ne kadar hoşuma gitse de yine de umarım birbirimizi asla özlemek zorunda kalmayız demeyi de ihmal etmemem gerektiğini düşünüyorum.


........::::::::__Eylül__::::::::........

Yalnız ben de bir değişiğim he! Adam beni nikah masasına oturtacak diye verip veriştirip sonunda ümüğünü sıkma aşamasına geliyorum ama sonra aynı adamla neler konuşuyorum neler! Evlendik de kimin macunu ortadan sıkacağı kimin kızıp diğerine Allah ne verdiyse dalacağı kusur kaldı.

Tabii bir de olumsuz anlamda aklını alırımdan olumlu anlamda parfümünün adını almaya uzanan garip bir durum söz konusu. Ama hakkını da yememek lazım konuşmayı öyle bir ilerletti ki aklı alınan da ben oldum galiba.

"Hayatına girdiğin andan itibaren ona ne yaparsan yap ne ile suçlarsan suçla
ama asla bir Atahan erkeğinin sadakatinden şüphe etme"


Şaka gibi! Adamın onu tanıdığım andan itibaren gözümde bir gram dahi değişmeyen flörtöz ve çapkın hali bir anda bu konuşmayı yapmasıyla yok oldu. Hayır yani hık dese "Kime hıkladın sen yoksa bu aranızda bir çeşit işaretleşme şekli mi?" diyecek kıvamdayken söylediği sözlerdeki samimiyete adımın Eylül olduğu kadar inandım da güvendim de...

İşte böyle saçma sapan bir şey oldu içimde. Beni dakikalar içinde bu hale getirebildiyse aylar sonra ne hale getirir kim bilir. Ben şimdiden ona nasıl evet diyeceğimin provalarına başlasam iyi olacak galiba. Of! Ciddi ciddi sen neler diyon Eylül ya!

Böyle konuşuyorum ama Ahmet'in yanından çıktıktan sonra kendimi içsel anlamda hiç olmadığım kadar rahat hissettim. Doğru bir şey yaptığınızda hissettiğiniz gönül rahatlığı gibi bir şey bu. Sanırım hayatımda ilk defa geleceğimi ilgilendiren bir konuda temeli sağlam atmışım. Gerçi temeli atan Ahmet üzerine de toprağı atan ben oldum ama yine de ortaya her ne çıkacaksa bu kolay kolay yıkılacak bir şeye benzemiyor. Ahmet beni pişman etmeyecek hissediyorum bunu.

Hastaneden çıktıktan sonra bir taksi çevirip eve döndüm. Aramızın bir süredir limoni olduğu bilinen sevgili annemle sonuçlanması gereken bir konu üzerine tartışmam gerekiyor ama o kadar pozitifim ki tartışamayacağım gibi de görünüyor. Yine de bir şekilde konuşmamız lazım çünkü bir mesafeli bir iyi bir soğuk sonra tekrar iyi davranırsam ruh halim konusunda annemi şüpheye düşürmem kaçınılmaz olacak. Bu da isteyeceğim son şey bile değil. Bu yüzden eve girdikten sonra ceketimi çıkarıp çantamla birlikte askıya astım ve doğruca salona girdim. Annem de elinde bir fincan çayla balkonumda oturmuş düşünceli bir şekilde dışarıya bakıyordu. Geldiğimi fark etmedi bile.

"Anne..."

Sesimi duyar duymaz bana doğru baktı ve "Gelişin uzun sürdü. Seni merak ettim Eylül nerelerdeydin?" diyerek ayaklandı. Nerelerde olduğumu düşünüp önce Buğra'dan dolayı yüzüm ekşise de kapanışı Ahmet ile yaptığım için yeniden toparlandım ve benden bir cevap bekleyen anneme de salonu işaret ederek "İçeride konuşalım mı?" dedim. Balkondan komşulara naklen yayın yapamayacağımız için itiraz etmeden salona geçti. Annemin ardından gidip koltuğun köşe tarafına oturdum.

Birbirimize bakarken acaba konuya nasıl girsem diye düşünüyordum ki annem yanıma yaklaşıp elimi tutarak "Eylül neyin var senin? Sinan'ın evinde yüzüme bile bakmadın benimle doğru dürüst konuşmadın bile. Neden bana karşı kalbinde bir katılaşma meydana geldi kızım? Bu sadece Buğra ile konuşup ondan senin için yardım istemem ile ilgili olamaz" dedi. Haah! İşte buradan mis gibi de girerim konuya.

Ellerimize bakarken bakışlarımı anneme çevirip "Aslına bakarsan tam da bunun içindi" dedikten sonra söylediğime bir mana verememiş gibi bakmasıyla da sözüme devam edip "Buğra'ya dert yanmadan önce benden onayımı almalıydın. Bunu yapmak bu kadar zor muydu anne? Bak sen gidip Ela ile Mine ile Kenan ile ya da Tolga ile konuşmadın. Onlarla konuşsan gerçekten bu kadar kızmazdım ama sen gidip benimle ilgili yardımı en olmaması gereken kişiden istedin. Buğra'nın yüzünü görmek sesini bile duymak istemezken sen onu hiç hazır olmadığım bir anda ayaklarıma doladın" dedim. Bu söylediklerimin nedenini bilemediği için bağlantıyı kuramayıp ne diyeceğini şaşırdı tabii.


awdsrgfthyjlk.gif


"Eylül ne demeye çalışıyorsun sen? Ben anlamıyorum kızım diğer arkadaşların senin için ne ise Buğra'da öyle değil mi? Onu diğerlerinden ayıran bu kadar uç durum ne ben gerçekten anlamıyorum. O kadar efendi bir çocuk ki sorunlarınız olsa dahi bana bunlardan hiç bahsetmeyip sadece sana nasıl yardımcı olabileceğini düşünüp durdu"

Şu son sözün üzerine acı bir kahkaha atsam annemin gözünde "Benim kız delirdi" damgası yiyebilirim değil mi? Bunu yapmadım ve oturduğum yerden kalkıp kinayeli bir şekilde "Buğra çok efendi değil mi? Böyle pirüpak bir tip! Al yanına daya sırtını ömür billah gıkı çıkmadan taşısın seni öyle iyi öyle temiz bir çocuk!" diyerek salonun içinde bir o yana bir bu yana gitmeye başladım. Annem de o sırada oturuşunu değiştirip bana doğru döndü ve "Evet bir saygısızlığını görmediğim bana da her zaman nezaketli davranan bir çocuk" dedi.

Şimdi "O ne sinsidir o!" desem daha çok savunmaya geçer benim de cinlerimi tepeme çıkarır. Artık yapacak bir şey yok annemin gözünü açmak için Buğra'nın maskesini indirmek zorundayım yoksa beni suçlu çıkarıp onu koltuğunun altına alacak.

Ellerim belimde bir halde anneme döndüm ve birkaç saniye dudaklarımı kemirip söylesem mi söylemesem mi diye düşündükten sonra battı balık yan gider sal gitsin Eylül diyerekten "Aramızdaki sorunla ilgili neden ikimizin de hiç konuşmadığını düşündün mü anne?" diye sordum. Yüzüme bakıp kaldı. Büyük ihtimalle ikimize de konduramadığı için bebek olayını aklına getirmemeye çalışıyor ama getirteceğiz başka çaresi yok çünkü sürekli bana onu övüp durmasına artık dayanamıyorum!

Annem herhangi bir şey söylemeden bana bakıp kalınca sözün hâlâ bende olduğunu anladım ve ağzımdan baklayı çıkarıp "Aramızdaki sorunla ilgili hiç konuşmadık çünkü ben onu hayatımda yok saymaya çalışıyordum o da Ela'nın ya da bir başkasının bu bebeğin babası olduğunu öğrenmesini istemiyordu. Hatta bence bunun olmasından da deli gibi korkuyordu. Bu yüzden de ilk defa bir konuda ters düşmeyip çenemizi karşılıklı olarak kapalı tuttuk" dedim. Karnıma bakarken gözleri dolmaya başladı. Yapma şunu anne!

Duygusallaşmamak için anneme bakmamaya çalışırken kısık bir ses tonuyla "Bebeğinin babası Buğra mıydı yani?" deyince başımı sallayıp "Ne yazık ki öyle!" dedikten sonra oflaya puflaya sözüme devam ederek "Ama bebeğin babasının o olması benim umurumda bile değil çünkü onu ne şimdi ne de sonra hayatımda istemiyorum anne. Lütfen sen de bunu bil ve bundan sonra ona göre hareket et" dedim.


tumblr_mjl6a3ll8P1qc1f3to1_500.gif


Yüzünü ellerinin arasına alıp sessiz kaldıktan sonra aniden bana bakıp "Kızım sen ne dediğinin farkında mısın? Buğra senin çocuğunun babasıysa elbetteki bu sorumluluğu üstlenecek. Onu hayatımda istemiyorum da ne demek?" dedi. Ben daha çok benden uzak cehenneme yakın olsun diyorum ya hadi bu da içimde kalsın.

"Ne dediğimin gayet farkındayım"

"Olmaz öyle!"

"Ne demek olmaz öyle?"

"Buğra'yı ara hâlâ burdaysa akşam gelsin doğru düzgün konuşalım"

"Af buyur ne?"

"Çağır diyorum Eylül neyini anlamadın? Ela ile yakında boşanıyorlar..."

"Eeee!"

"Bu bebek haberi duyulmadan önce hemen kıyarsınız bir nikah hallolur bu mevzu"

"Ben bir kıyım yaparım da bu kıyım nikahla ilgili olmaz. Yani unut bunu!"

"Eylül fevri davranma! Ben inanıyorum Buğra aklı başında biri ve ne seni ne de çocuğunu öylece ortada bırakacak biri değil"

"Ya ben ortada bıraksın istiyorum zaten sen de eşeleme daha fazla"

"Ne demek ortada bıraksın istiyorum Eylül aklını başına al! Yapmışsınız bir hata bari çocuğunuzun bundan sonraki hayatını düşünüp ne yapılması gerekiyorsa onu yapın"

"Bu çocuğun bundan sonraki hayatı için yapılabilecek en iyi şey ona babasının Buğra gibi bir adam olduğundan bahsetmemek olacaktır"

"Bu çocuğun bir soyadına ihtiyacı var!"

"Acar neyine yetmiyor? Mis gibi soyadı işte yıllarca taşıdım bir yamuğunu da görmedim!"

"Torunumu bir babası varken babasız gibi eksik mi büyüteceksin Eylül? Bu ileride çocuğumu nasıl etkiler diye hiç mi düşünmüyorsun kızım?"

Annemi bu düşüncelerden uzaklaştıramayacağımı anlayınca derin bir nefes çekerek koltuğa geri oturdum. Ne yapayım yani? Çocuk eksik büyümesin diye saplantılı ve akli dengesi kayık bir adamı hayatıma alıp baba diye önüne mi koyayım? Üzgünüm ama hiçbir güç bana böyle bir şey yaptıramaz.

Sessizliğim uzayınca annem koltuğun benim oturduğum kısmına gelip bana sarılarak "Kendin için çocuğun için geleceğiniz için çok iyi düşün Eylül" dedi. Otomatikman ben de ona sarılmış oldum tabii. Bunu yaparken de "Beni paramparça eden bir adamla alakalı artık daha fazla zihnimi yormak istemiyorum. Onu gerçekten hiç tanımıyorsun. Sen onun sadece iyi yönlerini gördün ama inan bana Buğra iyi niyet gösterilebilecek biri değil anne. Onun neler yapabileceğini nelere sebebiyet verebileceğini bilmiyorsun. Bizim için en hayırlı olanı onun bizden olabildiğince uzak kalması" dediğimde geri çekildi.

Annem ilk şoku atlatmışa benziyordu. Ellerini yanaklarıma koyup "Senin için hiç böyle bir hayat hayal etmemiştim. Ben senin mutlu olduğunu ne zaman göreceğim Eylül?" dediğinde o halde bile gülümseyip zaten mutlu olduğumu söyledim. Endişeli gözlerini üzerimde gezdirirken ona Ahmet'in hayatımdaki yerinden bahsetmeye karar verdim ve öğrendiklerinden sonra bunu nasıl karşılayacağını merak ederek "Ben Ahmet'i seviyorum anne... Buğra benim hayatımda ne kadar olmamalıysa Ahmet'te onun aksine benim hayatımda ilelebet olmalı diye düşünüyorum" dedim. Şaşırdı tabii.

Bakışlarını çekip sonra da kafası karışmış gibi yeniden bana bakarak "Doğru ya bir de Ahmet vardı" deyince ellerini tutup gözlerine Ahmet var ama bir sorun yok dercesine bakarak "İyi ki de var. O olmasaydı ne yapardım gerçekten bilmiyorum. Hayatım hiç hesap etmediğim bir şekilde yerle bir oldu ama Ahmet her şeyi bilmesine rağmen yine de benden vazgeçmedi ve gelip beni o enkazın altından çıkardı. Yaşadıklarımla ilgili beni hiç suçlamadı ya da hiç yargılamadı. Beni kırabilecek incitebilecek hiçbir söz de sarf etmedi. O sadece beni sevdi. Sen benim için nasıl bir hayat hayal etmiştin bilmiyorum ama inan bana mutlu olduğum zamanları görebilmen Ahmet'in sayesinde olacak. O yanımdayken mutsuz olmam mümkün değil. Bugün daha iyi anladım bunu" dedim.

"Az önce öfkeyle bakan gözlerin bir anda ışıldadı"

"O halde neden Ahmet'in hayatımda olması gerektiğini daha iyi anlamışsındır"

Yüzünde buruk bir ifade olsa da konuşmamız sırasında ilk defa gülümsedi. Ben de onu böyle görünce bir süredir aramızda oluşan mesafeyi sıpıtıp atıp anneme sıkıca sarılarak "Merak etme artık aptallık yapmayacak kadar akıllandım. Bu saatten sonra üzülmek yerine hayatımı nasıl güzelleştirebileceğime odaklanacağım. Her şey yoluna girecek bak görürsün" dedim. Yanağımı öperken "İnşallah kızım" demekten başka bir şey söyleyemedi.

Of! Anne olmak da başa bela bir şey galiba. Sen git çocuğun için hayalden hayale hopla zıpla sonra o gitsin bir çuval inciri berbat etsin. Annem yine kibar ve anlayışlı bir kadın ben onun yerinde olsam bu olanlardan sonra bacaklarımı kırardım. Şaka! Tamamen şaka! Bu kısmı kayıtlardan siliyoruz.


........::::::::__BİRKAÇ GÜN SONRA__::::::::........

"Eylül... Eylülcüğüm hadi kalk kızım Ahmet geldi"


heryre.jpg


Ahmet geldi deyince açılmak bilmeyen gözlerimi aralayıp "Nereye geldi?" diye manasız bir soru sordum. Bunu uykulu halime verin lütfen. Annem Ahmet'in burada ve şu an salonumda olduğunu söyleyince gözüm saate kaydı da daha kargalar bırakın kahvaltı etmeyi gözlerini bile açamamışlardır. Bu kadar erken bir saatte neden geldi ki?

Yattığım yerden perişan bir halde kalkıp "Bu saatte neden gelmiş ki bir şey söyledi mi?" diye sorduğumda annem kuşku uyandıran bir ifadeyle bilmediğini söyledi. Bilmiyorsa benim de adım Eylül değil. Annem odadan çıkınca telaşla üzerimi değiştirip bir yandan Ahmet'in neden geldiği ile ilgili düşünmeye başladım bir yandan da saçımı başımı toparlayıp odadan çıktım. Hızlı adımlarla koridordan geçerken Ahmet'in anneme "Sabaha karşı olmuş" dediğini duyup "Ne sabaha karşı olmuş?" diye sorarak içeriye girdim.

Ahmet'in yüz ifadesi biraz garipti ama sonra hemen toparladı. Yanıma gelip yanağımdan öperken de anlatacağını söyleyip sonra da endişeli bir ses tonuyla "Hasta mısın sen?" diye sordu. Kötü görünüyorum herhalde.

Ateşim var mı diye baktığı sırada başımı iki yana sallayıp bir yandan da "Hasta değilim merak etme. Sadece bütün gece uyuyamayıp evin içinde zombi gibi dolaştım. Sizce de dün gece çok sıcak değil miydi? Sanki evin her köşesinde şömine yanıyor gibiydi" dedim. Pot kırmışım gibi sessiz kaldılar. Hallerini kuşkulu gözlerle izleyip etrafa bakarken televizyonun fişinin çekik olduğunu fark ettim ama bir şey diyemedim çünkü Ahmet'in telefonu çalmaya başladı.

Telefonu Kenan'a ithafen açınca gülümseyip "Ne oluyor size sabah sabah Kenan oradan sen buradan hayırdır?" dediğimde Ahmet telefonun bir diğer ucundaki Kenan'a "Evet geldim şimdi Eylül'ün yanındayım" dedi. Ne oluyor ya! Ahmet elimi tutup "Gelsene oturalım biraz" diyerek beni koltuğa oturttuktan sonra telefonu da hepimizin duyacağı şekilde hoparlöre alınca iyice huylandım. Kötü bir şey mi oldu acaba? Ondan mı tüm bu gizemli haller?

Ahmet telefona doğru onu dinlediğimizi söyleyince Kenan da daha önce ondan hiç işitmediğim kadar kötü bir ses tonuyla "Şu an nasılsın Eylül?" diye sordu. Sesim çıkmadı çünkü şu an nefesimi kontrol etmeye çalışıp Ahmet'in elini sıkıyordum. Kenan bir kez de "Eylül..." deyince ona cevap verip "Bana ne olduğunu söylerseniz iyi miyim değil miyim daha çok emin olacağım" dedim.

"Aslında daha sonra yani toparlanınca arayacaktım ama televizyonda haberler peş peşe dönmeye başlayınca neler olduğunu benden duy istedim"

"Ne haberi Kenan? Sen bana doğru düzgün anlatsana şunu! Ne oldu neyi senden duymam gerekiyor?"

Ahmet her şeyi biliyor olmalı ki bunu dememle birlikte elimi tutarken diğer kolunu da belime sardı. Kenan'da o sırada zorlansa da ağzındaki baklayı çıkarıp "Bu sabaha karşı Ela'nın ailesinin eski evinde bir yangın çıktı" dedi. Bu ilk anda bana bir şey ifade etmedi çünkü o ev zaten yıllardır kullanılmayan bir evdi. Ela'nın babası yıllar önce o evde çıkarılan bir yangında ölmüş ve o günden beri de boşmuş diye biliyorum.

Vücudum ne duyacağımı bilememenin verdiği endişe ile istemsizce titrerken "Tamam ama o evde çıkan yangının şu an bu konuşmayı yapmamızla ne ilgisi var onu anlamıyorum" dediğimde sessizlik oldu. Kalp atışlarım hızlanırken elimde olmadan "Bir şey söyleyin bana!" diye bağırdım.

Annem sakin olmamı isterken bunu yapamadığımı söyledim ve Kenan'dan da bana söylemeye çalıştığı her ne ise onu bir an önce söylemesini isteyerek ayağa kalktım. Ahmet elimden yakalayıp beni geri oturturken de Kenan'ın "Buğra İzmir'e döndükten sonra boşanma konusunda Ela'yı ağabeyimin üzerinden tehdit etmiş. Güya boşanırsa yaşatmazmış ağabeyimi... Ela'nın bıraktığı notta böyle bir şey yazıyordu ama bunu ne şekilde yapmış olabileceğini az çok sen de tahmin edersin herhalde. Aşağılık herif! Artık nasıl köşeye sıkıştırdıysa Ela ağabeyime bir zarar veremesin diye kendine göre bir çözüm bulmuş. Sabaha karşı ikisi de içerideyken ateşe vermiş evi" demesiyle sanki başımdan aşağıya kaynar sular boşaldı. Hayır hayır hayır! Böyle bir şey olmadı. Olmadı... Olamaz çünkü olmamalı!


rethgyj.jpg


Gözlerimin önüne o eski ev ve Ela ile Buğra'nın alevler arasında kalmış halleri gelince ister istemez ağlamaya başlayıp "Kurtuldular ama değil mi? Çıkardılar onları... Ne olur iyi bir şey söyle Kenan yalvarırım bana ikisi de iyi de!" dedim. Ahmet annemin getirdiği suyu alıp içmemi sağlarken Kenan da "Şu an hastanedeyiz ama Ela'nın durumu kritik diyorlar. Çok fazla dumana maruz kalmış bilinci de evden çıkarıldığından beri kapalıymış. Nasıl olduğunu tam olarak bilmiyoruz ama içerideyken başına bir darbe almış. Ağabeyim ile Mine çok fazla kanaması vardı dedi. Biz de ağabeyime destek olmaya çalışıp gelecek iyi bir haber bekliyoruz işte" dedikten sonra tam Buğra'ya ne oldu diye soracaktım ki doktorun geldiğini söyleyip daha sonra yeniden arayacağını söyledi. Soramadım... O da Ela'dan bahsetti ama ondan bahsetmedi.

Ahmet ile göz göze geldikten sonra ağlayarak ona sarılırken bir süreliğine İzmir'e gitmem ve arkadaşlarımın yanında olmam gerektiğini söyledim. Hiç aksi bir şey söylemeden bana beraber gidebileceğimizi söyledi. Ona daha sıkı sarıldığım sırada da aniden Buğra için sarf ettiğim sözler kafamın içinde dönmeye başladı. Hastanede beni sinir ettiğinde "Umarım bugün seninle son kez karşılaşmışızdır Buğra... Umarım bir daha ne yüzünü görürüm ne de sesini duyarım o kadar içten temenni ediyorum bunu!" demiştim. İyi de bunu söylerken kastettiğim kesinlikle böyle bir şey değildi ki.


Bölümler daha uzundu buraya sadece bölümlerden konuyla alakalı yerleri koyacağım

Ne tuhaf durumlar yaşıyorlardı inanılır gibi değil. Kırk yıl düşünse Buğra'nın yanına iki tane korumayla gideceği aklının ucundan bile geçmezdi herhalde. Can arkadaşlardı onlar ama şu geldikleri nokta gerçekten içler acısıydı.

Buğra ile hem kalabalık bir ortamda hem de açık bir alanda buluşmak istediği için eskiden de sıklıkla uğradıkları çay bahçesinin önüne gelmişlerdi. Buğra da çoktan gelmiş masalardan birinde oturuyordu. Gerçi o bu kadar kalabalık olmasından dolayı hoşnut değildi ama Ela'yı başka türlüsüne ikna etmek mümkün olamamıştı. Ee! Kızın kendisini güvende hissetmek istiyor oluşunu yadırgayamazdı herhalde.

Emre ile Onur aynı anda Buğra'ya uzaktan selam verip masalardan birine geçerken Ela'da ağır adımlarla ona doğru yürümeye başlamıştı. Buğra onu görür görmez ayaklansa da Ela yanına geldiğinde yüzüne bile bakmamaya çalışıp hemen sandalyeyi çekerek karşısına oturdu. Böyle yapması Buğra'yı üzmüştü ama niye böyle yaptığını sorgulayacak yüzü de yoktu. Gözlerini Ela'dan alamayarak az önceki yerine oturup "Bir şey içer misin? Sen buranın taze sıkılmış portakal suyunu çok sever..." derken Ela'da sözünü bir çırpıda kesip "Yeter Buğra! Ne söyleyeceksen söyle ben de bir an önce kalkıp gideyim" dedi haklı olarak.

"Tamam kızma"

"Boşanmayı kabul ettiğini ve buna da Vedat Gürsoy'un neden olduğunu söylemiştin. Bence buradan başla da gereksiz detaylarla vakit kaybetmeyelim"

"İş için İstanbul'a gittiğimi duymuşsundur. Nasıl haberi oldu beni nasıl buldu hiç bilmiyorum ama adamları yolumu çevirdi. Beni otelin önünde hırpalayarak apar topar arabaya alıp büyük Gürsoy'un yanına götürdüler. O da beni boşanma konusunda ve Rüya'nın oğlunun nüfusuna geçmesi konusunda zorluk çıkarmamam için tehdit etti. Çok da ikna ediciydi. Hem kişisel hem de işle alakalı yaptığım tüm borçlarımdan haberdar olmasının yanı sıra imzaladığım tüm senetler de elindeydi. Ofis tehlikede... Bir aptallık edip ailemin ipotek ettirdiğim evi tehlikede yani her şeyim tehlikede Ela! Annem otuz küsur yıllık evini riske attığımı duyarsa yıkılır bir daha yüzüne bakamam. Bu Gürsoylar bu kadar aşağılık insanlar işte!"

"Yorum katma!"

"Sen de şu insanları koruyup durma!"

"Gürsoylar derken Tolga'yı Kenan'ı hatta Rüya'yı da işin içine katmış oluyorsun nasıl korumam!"

"Tamam gerilmeyelim yine"

Ela rüzgardan uçuşan saçlarını eliyle toparlarken bir yandan da "Boşanmak istediğini söyledin o zaman bir an önce boşanalım bitsin bu dava!" deyince Buğra da ona doğru bakıp kalmış sonra da Ela'nın tedirgin bakışları altında burada asıl bulunma konularına giriş yapıp "Boşanmayı kabul ettiğimi söyledim ama boşanacağız demedim" diyerek Ela'yı resmen kilitlemişti. Ne saçmalıyordu bu yine?

Ela söylediği şeyi zihninden tekrar tekrar geçirirken ona da kaşlarını çatarak bakıp "Boşanacağız demedim de ne demek oluyor?" diye sordu. Sorunun âlâsını çıkaracağım demek istiyordu ne desin! Buğra geldiğinden bu yana ilk defa yüzüne bakan Ela'ya doğru hafifçe yaklaşıp "Ben anlaşmaya uyup boşanmak istediğimi söyleyeceğim ama sen vazgeçtiğini çünkü bir şans daha verilmeyi hak ettiğimizi düşündüğünü söyleyeceksin. Sonra da şu senetleri bir şekilde alırsın ellerinden..." dediğinde Ela ne düşüneceğini şaşırmış bir halde bakıp sadece "Aklını kaçırmışsın sen! Asla böyle bir şey söylemem" diyebilmişti.

Bu konuşmanın geri dönüşü kalmamış çizgi de an itibarıyla geçilmişti. Ela'nın sözüne karşılık "Ben de seni o adamın yanına kendi ellerimle göndermeyi asla göze alamam! Ona bu mutluluğu yaşatmam Ela sok artık kafana bunu!" diyen Buğra onun başını iki yana sallayarak "Hiçbir güç beni senin yanına geri döndüremez Buğra unut bunu! Er ya da geç bitecek bu iş benden boşanmak zorunda kalacaksın daha fazla küçülme gözümde!" demesiyle öfkelenip "Ela sen beni anlamadın galiba! Ya mahkemede boşanmak istemediğini söyler bu konuyu da sonsuza kadar kapatırsın ya da bundan sonra Tolga Gürsoy ismi ancak anılarında yer alır!" dedi. Ela duyduğu şeyi anlamlandırmaya çalışsa da bunu bir türlü başaramıyordu.

ertfhgj.gif


"Ne saçmalıyorsun sen?"

"Onu çok sevdiğini iddia ediyorsun değil mi? Al işte! Sana kendini sınama imkanı veriyorum. Hadi o kadar seviyorsan kurtar sevdiğinin hayatını..."

"Şu an akli dengenin yerinde olup olmadığından ciddi anlamda şüphe etmeye başladım Buğra!"

"Bunun sorumlusunu uzakta arama Ela!"

"Sen gerçekten iyi değilsin!"

"O adam hayatımıza girmeseydi şu an çok farklı konumlarda olup mutlu bir hayat yaşıyor olabilirdik. O gelmeden önceki hallerimizi düşünsene! Birbirimize ne kadar bağlıydık yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor her anımız birlikte geçiyordu ama şimdi ne oldu? Düzen bozan biri geldi ve hepimizi bir tarafa savurdu"

"Bizim bir yere savrulduğumuz falan yok! Ne yaptıysan sen kendi kendine yaptın Buğra anla şunu artık!"

"Ben kararımı verdim diyeceğimi de dedim! Eğer o mahkeme salonundan benimle birlikte Ela Çelik olarak değil de Ela Yılmaz olarak çıkarsan benim için zaten hayat son bulmuş olacak. O zaman da kimseye eyvallahım olmaz. Sana şurada şerefim üzerine yemin ederim ki böyle bir şey olursa ve ben seni onun yüzünden kaybedersem o adamı bir dakika bile yaşatmam Ela! Onu son görüşün mahkemeden önce vedalaştığın an olur ki inan bana bu konuda hiç şakam yok!"

Ela'nın sabahtan beri yaşadığı sıkıntının sebebi buymuş meğerse. Şu an Buğra'ya bakıyordu da sanki bu tehditleri savurmuyor eline aldığı kör bir bıçakla kalbini sökmeye çalışıyordu. Daha önce hiç hissetmediği bir acı hissetmişti bu sözler sonrasında. Bir yandan Tolga'yı düşünüyor bir yandan kızını düşünüyor Buğra'nın dediğini yaparsa ya da yapmazsa neler olabileceğini anlamaya çalışıyordu. Her iki türlü de diri diri mezara gireceği ortadaydı. Canım dediği kardeşim dediği adam nasıl böyle acımasız bir adama dönüşebilmişti aklı almıyordu. Bu kadar mı karartmıştı gözünü bu kadar mı kötüleşmişti kalbi?

Ela oturduğu yerden Buğra'nın "Böyle olmasını ben de istemezdim ama bana başka seçenek bırakmadın Ela" demesi eşliğinde kalktıktan sonra aklından delice şeyler geçerek Buğra'nın gözlerine baktı. Garip bir andı. Şu an sanki yıllar önce annesi ile Vedat Gürsoy'un yaşadığı bir anı görüyormuş gibi hissetti. O da annesini bu minvalde sözlerle mi köşeye sıkıştırmıştı bilmiyordu ama onun ailesine yaptığı şeyin aynısını Buğra'da şimdi Ela'ya yapmaya çalışıyordu. Geçmişte yaşananlar babasının öyle ya da böyle ölümüne neden olmuştu şimdi olanlar da Tolga'yı mı kaybetmesine neden olacaktı? Ama olmaz. Tarih bir kez daha tekerrür edip aynı acıyı bu defa da Ela'ya ve kızına yaşatamazdı.

Aklından bunlar geçse de konu üzerine hiçbir şey söylemedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Uyuşmuş gibiydi. Kimseyi görmüyor kimseyi duymuyor hiçbir şey söylemiyor sadece yürüyordu. Öldü sanılan Orhan Bey'in yıllar sonra geri dönüyor olması ve Ela'nın suskunluğunun korkutucu sonuçları derken bu bir iki gün içinde yaşanacak olan hadiseler hiç kimsenin hafızasından kolay kolay silinemeyeceğe benziyordu.
ghjklş.gif


(2 Bölüm sonrası)
........::::::::__03:35__::::::::........

Herkes uyuduğundan dolayı evin içi son derece sessizdi. Ela ise gördüğü kabusun ardından gözlerini korkuyla açmış ve Tolga'nın iyi olup yanında uyuduğunu görünce de çok rahatlamıştı. Bütün gece Buğra'nın kendisine söylediklerini yansıtan rüyalar görmüştü çünkü...

Kesik kesik gördüğü rüyalarında ne yapıyor ediyor sonunda söylediğini yapıp Tolga'yı Ela'nın gözleri önünde öldürüyordu. Bunu rüyada bile olsa gerçekmiş gibi görmek Ela'yı çok etkilemişti. Sonuçta adam bunu yapacağını ve bu konuda şakasının olmadığını ona alenen belli etmişti. İşin kötüsü Buğra artık öyle bir raddeye gelmişti ki söylediğini yapmakta bir an bile olsun tereddüt edecek gibi değildi. Kendisine ne olacağı bile umurunda değildi. O derece kararmıştı gözleri.

Ela yataktan yavaşça kalkıp ellerini saçlarının arasından geçirerek düşüncelerine hakim olmaya çalışırken Rüya'nın kıpırdandığını fark etmişti. Küçük kız her zamanki rutinlerinden şaşmayarak birazdan uyanacak gibi görünüyordu. Ela baş ucuna geçip bir süre bekledikten sonra gözlerini açan Rüya'yı kucağına alarak odadaki tekli koltuğa oturdu. Bir yandan kızını emziriyor bir yandan da sessizce ağlayıp verdiği kararı uygulaması gerektiğini düşünüyordu çünkü başka türlü Tolga'yı güvende tutamayacağını biliyordu.

Tolga'nın hayatını güvence altına alamazsa kızları tekerrür eden hayatın mağdurlarından biri olacaktı. Ela zamanında hem annesini hem de babasını aynı anda kaybetmişti ama Rüya onunla aynı kaderi yaşamayacaktı. Kızları hayatı boyunca babasının himayesinde güven içinde kalacaktı. En azından kızı için bunu sağlayabilirdi.

Dakikalar sonra kızını uzun uzun öpüp kokusunu içine çekerek yatağına geri yatırmıştı. Bir Rüya'ya bir Tolga'ya bakıyor aynı anda da Buğra'nın söyledikleri kulaklarında çınlıyordu. O kadar kötü bir ruh halindeydi ki her şeyin üst üste gelmiş olması kontrolünü kaybetmeye adım adım yaklaştırıyor gibiydi.

Çekmeceye yaklaşıp bir kağıt ve kalem bulduktan sonra Tolga'ya gözyaşları içinde bir not yazdı. Buğra ile olan konuşmalarının yanı sıra birazdan yapacağı şeylerin açıklaması ve nedenleri vardı o gözyaşlarının ıslattığı notta.

Ela kağıdı kalemle birlikte komodinin üzerine bırakıp Tolga'nın yanına gelmişti. Onu o kadar çok seviyordu ki iyi olması için kendinden bile vazgeçmeye hazırdı. Gözyaşlarını silip saçlarını eliyle topladıktan sonra Tolga'yı uyandırmamaya çalışarak dudaklarına son bir öpücük kondurdu ve "Beni affet ne olur! Sizi bir arada tutmamın başka bir yolu yok" diye fısıldayarak geri çekildi.

Hiçbir şeyden haberi olmayan sevdiğine bakarken sanki içinde yangınlar çıkıyordu. Gözyaşları bile tenini adeta yaka yaka iniyor bunun Tolga'yı son görüş anı olduğunu düşünürken de kahroluyordu. Henüz hiç yaşayamamışlardı ki birbirlerini. Hiç gelecekte ne olacak korkusu yaşamadan bir arada durup o rahatlıkla bakamamışlardı ki birbirlerinin gözlerine. Tam bitiyor artık kavuşuyoruz derken bu bitiş hiç hesaplamadıkları bir şekilde gerçekleşmek zorunda kalmıştı. Bugün gerçekten de bir şeyler bitiyordu artık.

Ela gözleri dolu bir halde Rüya'nın yanına yaklaşıp kızını son bir kez daha öptükten sonra pusetindeki patiğini de alarak odadan perişan bir halde çıktı. Kapıyı kapattığı anda da kendisini hiç olmadığı kadar kötü hissetmişti. Sanki kapıdan çıkmamış sonu olmayan bir uçuruma atmıştı kendisini...

Bitik bir halde gözlerini silip odanın önünden çekilirken ne zaman geldiğini bilemediği Kenan'ın salonda uyuduğunu gördü. Onu uyandırmamak için ses çıkarmaması gerekiyordu. Salona bir göz gezdirip telefonunu bulduktan sonra onu da yanına alarak evden ayrıldı. Kapıdan çıkar çıkmaz da Buğra'yı aramaya başlamıştı. Bir yandan telefonun açılmasını bekliyor bir yandan da evlerinin arka tarafındaki kullanılmayan garajdan yanına alması gereken şeyleri topluyordu. Kısa bir çalışın ardından da telefon Buğra'nın şaşırarak "Ela sen misin?" demesiyle açılmıştı.

Ela ise gözleri dolu bir halde eve dışarıdan son bir kez bakıp "Tolga'ya zarar vermeni istemiyorum. Bu gece gidelim buradan... Bizi bulamayacağı bir yere gidelim. Ben evden çıktım sen de çık... Ailemin eski evinde buluşalım. Kimseye görünmek istemiyorum" dedikten sonra Buğra'yı şok ederek telefonu kapattı ve bahçeden çıkarak bomboş sokakta yürümeye başladı.
Kulaklarında Tolga'nın geleceklerine dair olan umut verici sözleri vardı. Asla yaşayamayacakları o güzel zamanlar...

"Markete gitmişim çünkü sen bana eve gelmeden önce almam için upuzun bir liste hazırlamışsın. Akşama misafirlerimiz var çünkü... Tüm sevdiklerimiz orada olacak. Kenan ile Mine'de çoktan evlenmiş hatta çocukları bile olmuş bizim sorumsuz dediğimiz Kenan kendisini onlara adamış peşlerinden koşturuyor. Hepimiz onunla uğraşıyoruz diye bir yandan da bize laf yetiştiriyor tabii... Her şeyi eksiksiz alıp eve geliyorum. Kapıya yaklaşıyorum ve senin içeride olduğunu bildiğim için yüzüme mutlu olduğumu belli eden bir tebessüm yerleşiyor. İşin olabileceğini düşündüğüm için de eve anahtarımı kullanarak giriyorum. Tesadüfe bak ki sen de o sırada mutfaktan çıkıyorsun. Ama o da ne? Elimdekileri orada bırakarak tam sana ulaşmaya çalışırken Rüya koşarak gelip boynuma atlıyor. Onun hemen ardından da diğer kızımız ya da oğlumuz yetişiyor ve beni onlara ne aldığım konusunda sıkıştırmaya başlıyorlar. O hengamede bir yandan onlara cevap verip bir yandan da bana uzaktan attığın öpücüğü yakalamaya çalışıyorum. Bu nafile çabam seni gülümsetiyor ama elbet kucağımdan inip beni serbest bıraktıkları bir anda oluyor. Bunu yaptıklarında soluğu hemen senin yanında alıyorum. Mahrum kaldığımda öleceğimi hissettiğim kokunu içime çekip sana sıkıca sarılıyorum. Sen de bana sarılıyorsun. O sırada sana her zaman yanınızda olacağımı söylediğim bu anı hatırlatıyorum ve o güzel yüzünü bana döndürüp gülümsediğinde de bu defa hiçbir engellemeye takılmadan seni öpmeyi başarıyorum"

Bu konuşmayı hatırladıkça kalbi sıkışıyor attığı her adımda da sevdiği adamdan ve kızından uzaklaşıyor olmanın verdiği acıyla ağlamaya devam ediyordu. Yaşamalarına imkan tanınmayan hayatlarını düşünürken canı hiç olmadığı kadar çok yanıyordu. Ne geçmişinde ne de geleceğinde mutlu bir aileye sahip olmak yokmuş meğerse.

Kısa bir süre sonra ailesinin yıllar önce yanan evinin önüne gelmişti. Vedat Bey'in Ela'ya geri vermeden önce tadilata aldığı bu ev artık eskisi gibi harabe görünümünde değildi ama yine de Ela oraya her baktığında yakıp yıkılan viraneye dönen evlerini görüyordu. O görüntü hiç gitmemişti gözlerinin önünden...

Anahtar olmadan ön kapıdan giremeyeceği için ağır adımlarla evin etrafından dolanıp mutfak kapısının bulunduğu yere geldi. Boş gözlerle çevreye şöyle bir baktıktan sonra da yanında getirdiği çekici kapının kilidine birkaç kez vurup zar zor açtı ve çekiç elinden kayarak düşerken aynı anda da eve girdi. Adım attıkça burnunun ucuna o geceki yangının sebep olduğu is kokusu gözlerinin önüne de bu evde yaşadıkları mutlu anıları geliyordu. Hatta şu an bile salonun ortasında babasının küçükken koltuk altından tutup kendisini hızla döndürerek kıkır kıkır güldürdüğü zamanları görüyordu. Pencerenin önündeki sallanan sandalyede kucağına oturduğu babasının kendisine okuduğu kitapları dinler şöminenin karşısına denk gelen koltukta da babası gazete okurken türlü türlü şirinlikler yaparak onun dikkatini üzerine çekmeye çalışırdı. Güzel ama aynı zamanda da mazide kalan günlerdi.

Bu düşünceler eşliğinde elindeki torbadan aldığı mumları yakıp evin iki farklı köşesine koydu. Bunu da o kadar sıradan bir şekilde yapıyordu ki sanki Tolga'nın ve kızının bulunduğu odadan çıktığı anda ölmüştü ve şu an bu evin içinde ruh gibi gezinir olmuştu. Gözlerinden hiç durmadan akan yaşlara rağmen üzerinde tuhaf bir sakinlik daha doğrusu hissizlik vardı.

Gözlerinin önüne babasının büyük bir hayal kırıklığıyla annesine "Ela'nın benim kızım olmadığını biliyorum Nergis!" diye bağırması ardından evi saran alevler ve bu evden kulaklarını kapata kapata Vedat Bey'in kucağında korkuyla çıktığı anlar geldiğindeyse hiç düşünmeden yanında getirdiği benzin bidonunun kapağını açtı ve evin her köşesine döke döke dolaşmaya başladı. Sanki o benzini evin içine değil de iyi kötü tüm anılarının üzerine döküyor gibiydi.

Bidondaki son damla da bittiğinde onu kenara bırakıp dış kapıyı açmaya gitti. Buğra geldiğinde eve buradan girmeliydi. O zaman her şey daha kolay olurdu.
Elindeki çakmağı evire çevire salona girip tam da anne ve babasının tartıştığı noktada durmuştu. Keşke o anlara geri dönüp babasına öz kızı olduğunu bu yanılgıya da Vedat Gürsoy'un yalanlarının neden olduğunu söyleyebilseydi. İnsanların hayatlarını pervasızca mahvettiğini düşündükçe nefesi kesiliyordu sanki. Camdan Buğra'nın gelip gelmediğine bakarken bir yandan da Tolga'nın birazdan burada olacakları öğrendiğinde nasıl bir ruh haline bürüneceğini düşünüp gözyaşları içinde kendilerini bu hale düşürdüğü için Buğra'ya lanet ediyordu. İyi insan mıydı yoksa değil miydi emin olunmazdı ama Buğra tam da lafının üzerine gelmişti.

Buğra evin önüne gelip kısa bir an neden burada olduklarına bir mana verememiş gibi baktıktan sonra kapıya doğru yaklaşmaya başlamıştı. Ela da gözlerindeki yaşı tek dokunuşla silip salon kapısına doğru yürüyerek Buğra'yı görür görmez "İçeriye gel" dedi. Göz göze kalırken Buğra tam içeriye doğru bir adım atmıştı ki aniden durdu. Bu koku da neyin nesiydi böyle?

Buğra burnuna ulaşan garip koku sebebiyle tedirgin bir halde "Ela ne kokuyor burası?" diye sorduğunda Ela da derin bir nefes alıp içeriye girsin diye gözü kararmış gibi yaparak olduğu yerde sendeledi. Tabii Buğra o an hiçbir şey düşünememiş ve hızla eve girip Ela'yı düşmeden önce tutmak için bir atılım yapmıştı. Ancak Ela kendisine dokunmasına izin vermeden geri çekilip ona tuhaf tuhaf bakmaya başlamıştı. Tek amacı içeriye girmesiydi ve bunu da başarmıştı.

Buğra ise Ela'nın bu haline bir anlam veremiyordu ama dikkatini çeken bir başka şey daha vardı. Az önce aldığı koku burnuna çok daha keskin gelmeye başlamıştı. Tamam burası yıllardır kullanılmayan kapalı bir evdi ama yine de bu koku hiç normal bir koku değildi.

"Ela beni aradığında bu gece buradan gidelim demiştin. Rüya nerede?"

"Babasının yanında bıraktım"

"Neden?"

"Çünkü birbirlerinden ayrılmalarını istemiyorum"

"Nasıl yani? Rüya bizimle gelmeyecek mi?"

"Gelmeyecek"

"İyi de sen kızın olmadan yaşayamazsın ki"

Sadece Rüya olmadan mı yaşayamazdı? Ela burnunun ucu sızlayarak "Ben Tolga olmadan da yaşayamam" dediğinde Buğra da ondan böyle şeyler duymaktan nefret ettiği için sinirden dişlerini sıkmaya başlamıştı. Aslında diyeceği çok şey vardı ama Ela ile bu konuda tartışmayı istemiyordu. İstemiyordu çünkü bunu her yaptıklarında Ela kendisinden daha da uzaklaşıyordu. Şimdi tam gitmeyi kabul etmişken huyuna gitmemezlik yapmamalıydı.

Sessizlik sırasında Ela gözyaşlarına daha fazla engel olamayarak sesi titreye titreye "Neden yapıyorsun bunu bana? Neden daha önce yaşadığım şeyleri bile bile beni yine sevdiklerimden koparıp zindanına çekmeye çalışıyorsun? Neden kalbimin bir başkasına ait olmasına rağmen seni sevmem için bu kadar zorluyorsun beni? Neden olmayacak bir hayalin peşinden bu kadar ısrarla gidip bizim gibi kendi hayatını da mahvediyorsun Buğra?" dediğinde Buğra da bunları duymak istemediği için Ela'ya susmasını söyledi.

Ela susmak yerine ona birkaç adım yaklaşıp yalvarır gibi de bakarak "Yapma bunu Buğra! Beni de Tolga'yı da kızımızı da birbirimize bırak artık ne olur! Bak ben her şeyi unutmaya razıyım. Aramızda yaşanan tüm olumsuzlukları silmeye razıyım yeter ki sen yeniden benim eskiden tanıdığım dostum dediğim Buğra ol. Yemin ederim yaptığın her şeyi unuturum. Bir daha da ne kendime ne de bir başkasına hatırlatmam" dedi ancak Buğra gözlerindeki yaşlara içi acıyarak baksa da başını iki yana sallayarak böyle bir şey olmayacağını alenen belli etti. Ela ise ellerini saçlarının arasından geçirirken hâlâ onu ikna etmenin yollarını arıyordu çünkü Buğra'yı ikna edemezse bu gece ikisi için de felaket ile sonuçlanacaktı.

"Arkadaş değil miydik biz? Hani kötü zamanlar geçirdiğimizde birbirimize nefes olacaktık? Hani önümüze çıkan taşları birlikte temizleyip hayatımız boyunca bu birliği bu beraberliği sürdürecektik? Mine verdiği sözleri tutuyor. Yelda'da öyle... Sen neden şimdi soluğumu kesmeye çalışıp ayağıma takılan taş oluyorsun? Neden beni düşürmeye çalışıp en yakın dostumla ilgili hayal kırıklığına uğratıyorsun?"

"Ben seni seviyorum Ela"

"Hayır sen beni sevmiyorsun"

"Yanılıyorsun"

"Eğer sevseydin beni üzmeye de gözlerimden yaş akıtmaya da kıyamaz mutlu olmama da sesini çıkarmazdın. Üzülürdün belki ama yine de yüreğine taş basar beni unutmaya çalışırdın çünkü zorlarsan dostluğumuz gibi bizi de tamamen kaybedeceğini bilirdin"

Buğra bu sözlerin ardından Ela'ya doğru yaklaşıp tam da önünde durarak ona bakmaya başlamıştı. Gözlerini Ela'nın çehresinde gezdirirken bir yandan da düşünüyor gibiydi ama aklından ne geçtiği meçhuldü. Ela da bir şeyler söylemesini beklerken bir yandan da ılımlı davranmayı sürdürüp "Hem benim için hem de kendin için bitir bu işkenceyi ne olur. Buradan aramızdaki sorunu çözerek çıkalım sonra da gidip boşanalım. İstemezsen sizi görmeye dayanamam dersen gözüne de gözükmeyiz. Kızımızı da alır gideriz buralardan! Senin gözünün önünde olmaz bambaşka bir yerde bambaşka bir hayat kurarız kendimize. Sen de kendine mutlu olabileceğin ve içinde gerçek sevgilerin yer aldığı bir hayat kurar bir süre sonra beni de olanları da unutursun" dedi ama beklediği karşılık umduğu gibi olmadı.

Buğra duydukları yüzünden kendisini o kadar kötü hissetmişti ki anlaşma yoluna gitmek yerine Ela'ya sanki ben bitiremiyorum sen bitir bu işi der gibi "Bu konuda ne düşündüğümü biliyorsun. Seni o adama bırakmayacağım Ela! Ne söylersen söyle ne yaparsan yap onun kazanmasına göz yummayacağım. Benim yanımda olamıyorsan onun yanında hiç olamayacaksın. Üzgünüm ama izin vermeyeceğim buna" demiş aralarında da can yakıcı bir bakışma yaşanmasına neden olmuştu.

Ela ne düşünüyordu bilmiyordu ama Buğra kendi söylediği sözler sonrası belli etmese de sarsılmıştı. Buna benzer şeyleri çocuğunu kullanarak Eylül'e de söylemişti çünkü. Ona da hayatındaki adamla alakalı "O adam çocuğumun yanında olamaz ve dolayısıyla da onun yanında olamayacağı için senin yanında da olamaz" demişti. Bu sarsılma da devam etmişti çünkü Ela'nın hayal kırıklığıyla "Sen beni istemiyorsun ki... Sen sadece Tolga'ya karşı mağlubiyet almak istemiyorsun. Bana karşı hissettiğin şeyin karşılığı aşk değil Buğra! Bambaşka bir şey ama aşk değil" demesi gözlerinin önüne Eylül'ü getirmişti. Onu ilk kez gördüğü anı hatta ilk öptüğü anı hatırlamıştı. O kabul etmek istese de etmese de Ela haklıydı. Eylül'e karşı hissettiği duygular Ela'ya karşı hissettiği duygulardan farklıydı. Aşk denilemezdi belki ama Eylül'e hissettiği o karşı konulamaz çekimi Ela'ya hayatlarının hiçbir döneminde hissetmemişti. Belki de Ela'ya karşı olan takıntısı olmasaydı zamanında Eylül ile birlikte bir hayat kurmaya bile başlamışlardı. O kadar mümkünlerdi çünkü. Maalesef ikisi arasındaki farklı anlasa da Buğra duruşunu bozmayıp ısrarını sürdürdü.

"Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirsin? Neden seni sevdiğime inanmıyorsun Ela! Neden bir türlü inandıramıyorum seni?"

"İnanmıyorum çünkü benden sürekli müsabakalarda kazanılan ödülmüşüm gibi bahsediyorsun! Ben birini alt ettiğinde alıp vitrinine koyacağın başarı sembolün değilim anla artık!"

"Benim için ne anlama geldiğini bilmiyorsun. Senin için neler yaparım nelere sebep olurum bilmiyorsun!"

"Bilmek de istemiyorum!"

"Ama öğrenmek zorunda kalabilirsin!"

Ela kendisini iyi hissetmediği için gözlerini kapatıp birkaç saniye içerideki ağır kokuyu içine çekerek öylece kaldıktan sonra bulanık görüşlü gözlerini yavaşça açıp Buğra'ya bakmış sonra da "Bu Tolga ile aramızdan asla çekilmeyeceğin mutlu olmamıza da izin vermeyeceğin anlamına mı geliyor?" diyerek kendisine cevap vermesini beklemeye başlamıştı. Buğra ise hâlâ inatla aralarına girenin kendisi değil Tolga olduğunu o olmasaydı asla böyle şeyler yaşamayacaklarını iddia ediyordu. Onu suçlamaktan vazgeçmeyeceği belliydi.

Ela bir yerden sonra onu dinlemeyi bırakmıştı çünkü Buğra ileriye gidip Tolga'yı hangi manada olursa olsun önlerinden çektiği anda hayatlarının kısa bir süre sonra düzene gireceğinden bahsetmeye başlamıştı. Ona bakarken artık sesini duymuyor sadece kendisine Tolga hakkında tüm nefretini kusan adamı görüyordu. Şaka yapıyordu herhalde. Tolga'ya zarar verip onun hayatına son verdiğinde Ela'yı mutlu edebileceğini düşünüyorsa gerçekten de akli dengesinde bazı sapmalar olmalıydı.

Buğra kızgın bir halde konuşmayı sürdürürken Ela önce yerde devrilmiş halde duran benzin bidonuna bakmış sonra da bakışlarını yanan mumların ardından Buğra'ya çevirmişti. Bu konuşmanın bir yere varamayacağını da iyice anlamıştı. Buğra'nın onlara rahat bir nefes aldırmaya niyeti yoktu. Konuşmalarından seçtiği kelimelerinden ve Tolga'ya karşı olan öfkeli tavrından belliydi bu...

Başında hissettiği ani ağrıyla ensesini tutan Ela gözlerine dik dik bakarak Buğra'nın lafını kesip "Seni buraya neden çağırdım biliyor musun?" diye sorduğunda Buğra önce sessiz kalsa da sonra ona "Herkesi ardımızda bırakıp buradan gitmek için!" diyerek cevap verdi. Yanılıyordu. Hem de çok fena yanılıyordu.

Ela belli belirsiz bir halde başını sallayarak "Buradan gideceğiz..." dedikten sonra Buğra'nın mutlu bakışları altında sözüne devam ederek "Ama sandığın gibi bir yere değil" dedi. Bu dediğiyle Buğra'nın mutluluğunu yansıtan bakışları saniyeler içinde endişeli bir hale bürünmüştü. Ne demek sandığın gibi bir yere değil?

Buğra gözleri dolu dolu olan Ela'nın aynı zamanda da son derece sakin gözükmesi karşısında tedirgin olup "Ne demek istiyorsun?" diye sorunca Ela da yanından geçip dış kapıya doğru yürümeye başladı. Buğra ne yaptığını anlamaya çalışıyor Ela'da dış kapıyı üzerlerine kapatıyordu. O anla birlikte Buğra elindeki çakmağı ve yerde duran boş benzin bidonunu fark edip "Ela dur!" diye bağırdı. Korkmak için biraz geç kalmıştı sanki. Ela salona dönüp sonra da onun tam karşısında durmuştu. Aralarında sadece birkaç adım vardı.

Donuklaşan bakışları Buğra'nın üzerindeyken bu zamana kadar hayatlarını karartan herkesi işin içine katarak bir nevi isyan edip "Ne istediniz bizden? Neden mahvettiniz hayatlarımızı! Önce onlar babamı ve ailemi aldı benden şimdi de sen bu yaşadıklarımı bilmene rağmen aynı şeyi yapıp sevdiğim adamı ve kızımı aldın elimden! Senden de en az onlar kadar nefret ediyorum Buğra! Birazdan istediğin olacak ve Tolga ile sonsuza kadar ayrılacağız ama şunu bil ki son nefesimde bile ona olan aşkımı haykırırken sana sadece lanet ediyor olacağım! Bizi asla birbirimizden ayıramayacaksın çünkü ölü ya da diri fark etmez... Biz Tolga ile sadece birbirimize aitiz" dedikten sonra Buğra'nın kendisine doğru korkuyla yaklaşmasıyla Tolga'yı ve kızını kastederek "Özür dilerim" diye fısıldadı. Bu gözyaşlarıyla ıslanan özrün bir nedeni vardı elbet...

O andan itibaren geri dönüşü olmayan bir yola girmişlerdi çünkü Ela yaşlı gözlerini Buğra'nın üzerinden çekmeden elindeki çakmağı yakarak kapının eşiğine doğru atmıştı. Çakmak Buğra'nın gözlerinin önünde adeta ağır çekimdeymiş gibi havalanıp aynı hızla da yere düşmüştü. Kapının önünden başlayıp benzinin döküldüğü yoldan ilerlemeye başlayan alevler Buğra'yı şok etmişti çünkü Ela'nın düşünse de böyle bir şey yapabileceği aklının ucundan dahi geçmemişti. Bir kadını sevdiği adamın hayatıyla tehdit etmek çok tehlikeli bir şeydi. Buğra'da kazanan taraf olacağını düşünürken şimdi bu yaptığının acı sonuçlarını görüyordu.

dsfedgrhtgjyhklk.gif


Ela kendisinde değilmiş gibi donuk gözlerle alevlerin ilerleyişini geçmişte yaşadıkları yangınla eşleştirerek izlerken aynı anda da "Önce sadece seni öldürmeyi düşündüm biliyor musun? Benim gibi insanların ruhunu bile incitmekten çekinen birine bunu düşündürdün sen!" deyince Buğra da korku dolu gözlerle ona dönmüştü. Şu an bu yaşadıklarına inanamadığı belliydi çünkü kilitlenmiş gibiydi. Halbuki yardım istemeli ya da en azından kendi imkanlarıyla yangını çoğalmadan söndürmeye çalışmalıydı. Ama tuhaf bir şekilde bunu yapamıyordu. Ela ise ne halde olduğunu umursamadan sözlerine aynı tavırla devam ediyordu.

"Sonra bunu yaparsam kendi ailemin ve senin ailenin yüzüne bakamam birini öldürmenin vicdan azabıyla da yaşayamam diye düşündüm. Ama Tolga'nın hayatta kalmasını istiyorsam senin bir daha onun karşısına çıkmamanı da sağlamam gerekiyordu. Bunu da ancak bu şekilde yapabilirdim. Kendimi sevdiğim adam için kızımın geleceği için feda ederek..."

Buğra zorlukla yutkunup ilk şoku üzerinden atmış ve birazdan bütün evin alevlerle sarmalanacağını düşündüğü için de üzerindeki ceketi çıkarıp Ela'nın yanına gitmişti. Burayı bir an önce terk etmek zorundalardı yoksa diri diri yanacaklardı. Ceketini omuzlarına koymak isterken Ela'nın "Dokunma bana!" diye bağırıp geri geri gitmesiyle de ne yapacağını şaşırıp "Ela buradan çıkmamız gerek!" dedi ama Ela çıkmak istemiyordu ki...

"Çıkmayacağız Buğra! Sevdiğini iddia ettiğin kadınla birlikte ölüyorsun işte daha ne istiyorsun?"

Buğra yükselmeye başlayan alevleri görünce hiç düşünmeden Ela'nın yanına gitmiş ve ne kadar dirense de ceketini üzerine sarmayı başarıp onu zor kullanarak bir şekilde salondan çıkarmıştı. Ela kendisini bırakmasını söyleyerek onu itekliyor Buğra'da korku içinde etrafa bakıyordu. Kahretsin! Kapılardan çıkamıyorlardı çünkü alevler buna imkan tanımıyordu. Buğra hızlı düşünmeye çalışarak "Ne yaptın Ela? Ne yaptın!" diyerek evin içinde bir çıkış yolu ararken baktı olmuyor dumanlardan korunup dışarıya seslerini duyurabilmek için Ela'yı evin üst katına doğru sürüklemeye başladı ama Ela merdivenleri çıkmalarını hiç de kolaylaştırmıyordu.

"Bırak beni Buğra! Bıraaaak!"

Buğra ne derse desin onu bırakamıyordu çünkü Ela'nın şu an kendisinde olmadığı belliydi. Bakışları bile garipleşmişti. Sevdiği adamı ve aynı zamanda da çocuğunun babasını öldürmekle tehdit edip çıldırtmıştı kızı ne olmasını bekliyordu ki! Ela'nın direnmesi yüzünden zorlukla yukarıya çıktıklarında Buğra onu çevirip kendisine gelmesi için sıkıca sarıldı. O sarıldı ama Ela kendisini bir sağa bir sola sallayıp "Bırak!" diye bağırarak onu itmeye devam ediyordu.

Belki Ela değil ama Buğra yaptıklarının doğurduğu sonuç sebebiyle acı verici bir kendine geliş yaşamış gibiydi. Bu kız onun çocukluğunu gençliğini birlikte geçirdiği kızdı. Birlikte büyüyüp birlikte okuduğu her sevincine her hüznüne ortak olduğu onun için canını bile vermeye razı olduğu kızdı. Şu an bu halde olmamalılardı!

"Bırak beni! Dokunma diyorum çek ellerini üzerimden!"

Ela hem ağlıyor hem de gücünü yitirmesine rağmen onu kendisinden uzaklaştırmaya çalışıp Buğra'nın göğsüne vura vura "Bunları yaşamamıza sebep olduğun için seni asla affetmeyeceğim Buğra!" diyerek bağırıyordu. Buğra ise kollarını tutmaya çalışırken Ela'ya gözünden akan yaşlar eşliğinde "Özür dilerim. Çok özür dilerim! Ela çıkacağız buradan duydun mu beni? Çıkacağız ve ben sana kendimi affettireceğim. Söz veriyorum affettireceğim!" dedikten sonra Ela'nın "Sakın benden özür falan dileme! Hayatımı mahvettin kalbimi söküp attın yaşarken öldürdün beni şimdi karşıma geçmiş özür mü diliyorsun!" diye bağırmasıyla da onu sabit tutabilmek adına kendisine doğru çekip kollarıyla sarmak istedi ancak tam o anda Ela'nın onu güçlü bir şekilde itmesiyle beklenmeyen bir durum yaşandı.

Buğra geri itilmenin verdiği denge kaybını yaşarken Ela'nın gözlerinin kaydığını fark edip endişeyle onu tutmaya çalışmış ama bunu yapması Ela'nın da dengesini bozmuştu. Korku içinde "Ela!" diye bağırırken maalesef Ela ellerinden kayıp gitmiş ve yere düşüp çok sert bir şekilde başını yere çarpmıştı. O an derin bir sessizlik vardı. Ne Ela'dan ne de Buğra'dan ses seda çıkmıyordu. Buğra yaşadığı şokun ardından yerde hareketsizce yatan Ela'nın yanına koşup gözleri dolu bir halde "Aç gözlerini Ela... Ela yalvarırım aç gözlerini! Elaaaa!" diye bağırırken Tolga'da gördüğü kabus sebebiyle kan ter içinde uyanmış yanında Ela'yı bulamayınca da telaşlanıp hemen yattığı yerden kalkmıştı.

dsefgrthyju.gif


Rüya'da babasının uykusunda sürekli "Ela! Ela yalvarırım bırakma beni! Ela dur gitme!" diye bağırması yüzünden çoktan uyanıp ağlamaya başlamıştı bile. Tolga kalbi deli gibi atarak kızını kucağına aldıktan sonra tam arkasını dönüp Ela'ya bakmak için odadan çıkacaktı ki komodinin üzerindeki notu fark etti. Ela'nın bırakmış olduğunu tabii ki düşünmemişti ama uyumadan önce orada öyle bir kağıt olmadığına yemin edebilirdi.

Rüya'nın ağlamasında kesilme olmadığı gibi azalma da olmuyordu. Sanki annesinin neler yaşadığını hissetmiş gibi içini çeke çeke ağlayıp duruyordu. Tolga da kızını omzuna alıp sırtını ovalayarak bir yandan "Şiiişşş! Tamam meleğim şimdi anneni bulacağız ve o da derdine hemen derman olacak merak etme" deyip bir yandan da notu diğer eline aldı. Ancak kağıdı okuyarak odadan çıkarken hayatı boyunca yaşadığı en kötü anlardan birini daha yaşamıştı çünkü Ela'nın oraya yazdığı şeyler hiç de yenilir yutulur şeyler değildi.

Ela gidişini nedensiz bırakıp Tolga'yı besbeter bir hale sokmamak için hem Buğra'nın tehdidinden hem de ailesinin evinde yapmayı düşündüğü şeyden üstü kapalı bir şekilde bahsedip tek isteğinin onu koruyup kızının yanında olmasını sağlamak olduğunu yazmıştı. Ama Tolga'ya en acı geleni de onları ne kadar sevdiğinden bahsettikten sonra kendisini unutmamalarını söyleyip Rüya için de buzlukta anne sütü olduğunu hatırlatması olmuştu. Üzerlerine yazdığı tarihlere dikkat etmelerini ve Mine'ye nasıl verileceğini daha önce öğrettiğini söylüyordu. Tolga bunu okurken aynı kucağındaki kızı gibi gözleri dolu dolu olmuş ve yeğeninin sesine uyanan Kenan'a doğru hızla yürümeye başlamıştı. Kardeşinin burada ne aradığını bilmiyordu ama ne zaman geldiğini soracak vakti yoktu.

Kenan ayaklanıp ne olduğunu anlamaya çalışırken Tolga hemen kızını onun kucağına verip "Rüya'yı Mine'ye götür sonra da Ela'nın ailesinin eski evine gel!" dedikten sonra çok hızlı bir şekilde yanından ayrılıp evden çıktı. Kenan da yere düşen kağıdı aldıktan sonra bir yandan dediğini yapıp Rüya'yı yukarıya çıkarıyor bir yandan da kağıtta yazılanları okuyordu. Bu yüzden de apar topar kapıyı açıp Mine'yi uyandırdıktan sonra Rüya'yı kucağına verdi ve dönünce her şeyi anlatacağını söyleyerek merdivenleri hızla inip arabanın anahtarlarını kaptığı gibi evden çıktı.

........::::::::____::::::::........

Tolga hiç bu kadar hızlı koştuğunu hatırlamıyordu ama şükürler olsun ki iki ev arasında fazla bir mesafe yoktu. Evin bulunduğu sokağa geldiğinde de ne yazık ki korktuğu görüntüyle karşı karşıya kalmıştı çünkü gecikmişti. Ev çoktan alev almış çevredekilerde itfaiye gelene kadar yangını söndürebilmek adına evlerinden getirdikleri kova kova suları içeriye doğru dökmeye başlamışlardı. O an tek yapabildiği var gücüyle "Elaaaa!" diye bağırıp kendisine engel olanlara rağmen eve doğru gitmeye çalışmak olmuştu.

werrtdyu.jpg


Ela'nın o yanan evde olduğunu düşünürken aklını kaybedecek gibi olmuştu. Koşarken bir yandan da kendi kendisine "Orada değil... Ela orada olma! Yalvarırım orada olma!" demesi de bu yüzdendi. Ağabeyinden birkaç dakika sonra da Kenan gelip alevler içindeki ev ile kalabalığı görmüş ve arabayı babasından yedikleri veto sebebiyle giremedikleri evlerinin çitlerinden dalarak oraya üstünkörü bırakıp dışarıya çıkmıştı. Büyük bir kargaşa vardı ve herkes bir ağızdan konuşuyordu. O sırada Kenan ileride Tolga'yı görmüştü. Konuştuğu kişi yukarıyı işaret ederek ona bir şeyler anlatıyordu. Ela ile Buğra'yı gören biri olmalıydı.

Ağabeyinin bu konuşma sırasında kovalardan birini alıp suyu üzerine döktükten sonra eve girmek için arka tarafa koştuğunu görünce hızlıca düşünüp eski evlerinin sorunlu olan penceresinin önüne geldi. Sağlam olan kolunu pencerenin açma bölümüne birkaç kez vurduktan sonra da oradan zar zor içeriye girip son derece seri bir şekilde evin farklı bölümlerinde bulunan yangın tüplerini eline aldı ve geldiği yerden geri çıkarak hızla yanan evin arka bölümüne geldi. Aynı onun gibi yangın tüpünü kapan gelmeye başlamıştı.

O sırada Tolga evin bazı camlarını taşla kırmış ve arka odalardan birine atlamıştı. Ona yetişen Kenan'da ağabeyine seslenip yangın tüpünü içeriye verdikten sonra oradan birini kendisine yardım etmesi için çağırdı ve aynı ağabeyi gibi bir kova suyu üzerine boca ettikten sonra adamın yardımıyla hiç düşünmeden içeriye atladı. Ah be! Bir de şu omzu sağlam olaydı iyiydi ya hadi neyse!

Tolga peşinden gelen kardeşi ile birlikte Ela'ya seslenerek alevlerin izin verdiği ölçüde ilerlemeye çalışırken yukarıda da Buğra feryat figan bir şekilde Ela'ya gözlerini açması için yalvarıyordu. Aslında o da iyi değildi çünkü Ela gibi o da dumandan epeyce etkilenmeye başlamıştı.

İtfaiyenin gelip yangını söndürme çalışmalarına hemen başlaması alevler yüzünden bir türlü yukarıya çıkmayı başaramayan Tolga ile Kenan'a da ilaç gibi gelmişti. Yukarıda olduklarını bilip yanlarına gidememek iki kardeşi de çıldırtmıştı çünkü. Tolga elindeki boşalan yangın tüpünü bırakıp açılan yoldan dikkatli bir şekilde geçerek merdivenleri çıktıktan sonra açık olan kapılara üstünkörü baktı ve kapalı olana yöneldi. Dumanın girişini engellemek adına Buğra kapatmış olmalıydı.

Kapıyı açıp paldır küldür içeriye girdiğinde ise ilk gördüğü tabii ki de kendinde olmayan Ela olmuştu. Düşmeden kaynaklı olarak hâlâ baygındı ve işin kötüsü sağ kulağının bulunduğu yerde saçlarının da ıslanmasına neden olan bir kanaması vardı. O anla birlikte de hayat durmuş sanki hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı.

Buğra'da şoka girmiş bir halde kucağındaki Ela ile birlikte yere oturmuş gözleri dolu bir halde de "Özür dilerim. Çok özür dilerim! Yalvarırım aç gözlerini söz veriyorum gideceğim buralardan rahat bırakacağım seni aç ne olur! Yalvarırım aç!" deyip hareketsiz halde duran Ela'ya sarılıyordu. Tolga ömründen ömür gitmiş bir halde yaşayıp yaşamadığını bilmediği sevdiğinin yanına koşarken Buğra da tüm nefretini unutmuş gibi ona Ela'yı kucaklamasında yardım edip "Başını vurdu! Çok sert vurdu götür onu buradan! Çıkar hemen götür!" dedi.

Tolga perişan bir halde "Bırakma beni Ela! Sakın bırakma yalvarırım bırakma!" diye diye kucağına aldığı Ela'yı odadan çıkarırken bir yandan da "Kenan durma öyle Buğra'yı al arkamdan gelin!" dedi ama o an Kenan gördükleri yüzünden çok öfkeli olunca ağabeyine "Bu aşağılık adamı buradan çıkaracağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun! Bırakalım da dünya bir pislikten kurtulsun!" diye bağırarak cevap verdi. Damarlarındaki Vedat Gürsoy kanı fokurdamaya başlamış gibiydi sanki.

dvbnhjmökçşufdr.gif


Ela'nın durumu sebebiyle Tolga'nın vakit kaybetme lüksü yoktu. Bu yüzden de arkasını dönüp sinirli bir ses tonuyla "Ela'yı bıraktıktan sonra onu almak için buraya geri dönmemi istemiyorsan dediğimi yap ve Buğra'yı da alıp hemen arkamdan gel Kenan!" diye bağırdıktan sonra Kenan'ın istemeye istemeye dediğini yapmasıyla odadan çıkıp merdivenleri inmeye başladı. Tabii ne olur ne olmaz diye ara sıra da gelip gelmediklerine bakıyordu.

O sırada tüm kapılar ve pencereler açılmış yangın da bir nebze olsun kontrol altına alınmaya başlanmıştı. Tolga büyük bir hızla kapıdan çıkıp ambulansın gelip gelmediğine bakarak Ela'yı evden uzaklaştırırken evdeki kağıdı bulan Mine'de Rüya'yı Nezaket Hanım'a bırakıp çoktan oraya gelmişti bile. Tabii çevredeki insanlardan Ela ile Buğra gibi Tolga ile Kenan'ın da içeride olduğunu öğrendiği anda gözyaşlarına boğularak perişan bir halde dışarıya çıkmalarını beklemişti. İtfaiye ekipleri hiçbir şekilde eve de yaklaştırmıyorlardı. Dışarıda hiçbir şey yapamadan dururken çıldıracak gibi olmuştu.

Mine panik bir halde bakınırken kalabalığın içinde Tolga'yı görünce önce rahatlamıştı ama sonra kucağındaki Ela'yı görür görmez korkuyla yanlarına koşmuştu. Biliyordu kötü bir şey olacağını! Mine eli ayağı titreyerek iki gözü iki çeşme "Aman Allah'ım! Ela'nın neyi var Tolga? Neler olmuş burada aklımı kaçıracağım şimdi!" diye bağırırken Tolga'da kucağındaki Ela ile yere çöker gibi oturmuş hâlâ kendisine gelmemiş olmasıyla da "Bilmiyorum" diyerek ağlamaya başlamıştı.

wertyguhıj.gif


Komşular tarafından geç haber verilen ambulansın sesi nihayet duyulmuştu. O sırada Tolga kaybedeceği korkusu ile sarılıp kan içinde kalan saçlarını öptüğü Ela'ya "Beni bırakamazsın Ela! Şimdi olmaz hiçbir zaman olmaz yalvarırım dayan yapma bunu bize! Yapma ne olur!" derken Mine'de etrafa bakınıp korku içinde "Kenan nerede?" diye sordu. Tolga onların Buğra ile birlikte arkasından çıktığını söylese de ne Kenan ne de Buğra ortalarda görünmüyordu.

Mine kalabalığın içinden insanları ittirerek geçip boğazı parçalanırcasına "Kenaaan!" diye bağırıyordu ama yoktu. Canhıraş bir halde önüne çıkan herkese Buğra ile Kenan'ı tarif edip onları görüp görmediklerini sorduğunda birkaç kişi evden çıktıklarını gördüğünü söyledi ama niye şimdi yoklardı? Çıkamadılar mı yoksa?

O sırada Tolga Ela'ya yapılan ilk müdahaleyi elini bir an bile olsun bırakmadan izliyor bir yandan da gözyaşları içinde ona bir şey olmamasını diliyordu. Ama durum pek iç açıcı değil gibiydi. Ela'nın kendisine gelemeyişi ve başına aldığı sert darbenin ciddiyeti onun acilen hastaneye ulaştırılması gerektiğini gösteriyordu çünkü bu darbe sadece dışta değil içeride de kanamaya sebep olmuşa benziyordu.

Ela apar topar sedyeye alınıp ambulansa bindirilirken Tolga'da yanından ayrılmayıp aynı araca geçmişti. Sevdiği kadın gözlerinin önünde ölüyordu ve o hiçbir şey yapamadan onu kurtarmaya çalışanları izleyip sadece gözyaşları içinde dua edebiliyordu. Ela'ya bir şey olursa nasıl yaşar nasıl devam edebilirdi ki bu hayata?

........::::::::____::::::::........

"Kenaaaaan!"

Ambulans Ela'yı alarak hastanenin yolunu tutarken Mine de delirmiş gibi her yerde Kenan'ı arıyordu. Bağıra çağıra evin bulunduğu yerden uzaklaşırken de ağaca yaslanarak yere oturmuş birini görmüştü. O adamın Kenan olmasını dileyerek yanına koştuğunda gerçekten de onun olduğunu görüp dizlerinin üzerine çökerek sımsıkı bir şekilde Kenan'ın boynuna sarıldı.

Mine ağlaya ağlaya "İçeride kaldın sandım ölüyordum Kenan!" dedikten sonra yüzünü ellerinin arasına alıp "Gerçekten buradasın değil mi? Karşımdasın!" derken aynı anda da onu öpüp yeniden sıkıca sarıldı. Kenan ise ses çıkarmadan ve karşılık vermeden öylece duruyordu. Mine de onun bu tepkisizliğini fark edince biraz geri çekilip gözlerine dikkatle bakarak "Neyin var senin? Neden öyle bakıyorsun bir şey söyle" deyip bir cevap vermesini bekledi.

ghrhr.gif


Kenan susuyordu. Mine endişeli gözlerle etrafa bakıp "Buğra nerede? Onu da çıkardın değil mi? Nerede şimdi iyi mi?" diye sorarken Kenan'ın hiçbir şey söylememesi ile telaşa kapılıp "Hayır hayır yapmadın! İçeride bırakmadın onu... Kenan bırakmadım desene! Böyle bir şey yapmadım de lütfen yapmadım de! Çıkardın sen onu... Nerede?" demeye başladı. Kenan endişe verici bir tavırla ayağa kalkıp birkaç adım atarken onun ardından kalkan Mine de kolunu tutarak hemen önüne geçti. Niye böyle yaparak Mine'yi korkutuyordu ki!

Mine yakalarını hiç bırakmayacakmış gibi tutup "Ne olur bir şey söyle cevapsız bırakma beni!" deyince Kenan da soğukkanlı durmaya çalışsa da dolmaya başlayan gözleriyle birlikte bakışlarını kaçırıp boşluğa bakarak "Ben de onlar gibiyim. Babam gibi... Annem gibi!" dedi. Niye böyle söylüyordu belli değildi ama şoka girmiş gibiydi.

Mine yanaklarını tutup yüzünü kendisine doğru yaklaştırdıktan sonra kaçırdığı gözlerine bakmaya çalışıp "Hayır hayır hayır! Bende kal Kenan bende kal gözlerime bak! Değilsin... Sen kötü biri değilsin yapma bunu kendine!" dedi ama Kenan yüzündeki ellerini bileklerinden tutup bir anda "Sen beni hiç tanımıyorsun! Benim de içimde aynı kötülük var ama göremiyorsun!" diyerek bitik bir halde dizlerinin üzerine çöktü. Ses tonu kendisine olan öfkesini birebir yansıtıyordu.

Ellerindeki kanları fark eden Mine onunla aynı anda yere çöküp böyle söylememesini isteyerek Kenan'a sarılırken Kenan'da acı bir itirafta bulunup "Onu çıkarmak istemedim! O evin içinde o alevlerin arasında kalıp cayır cayır yanarak gebersin istedim. Yaptığı her şeyin bedelini canıyla ödesin yok olup gitsin istedim!" diyerek bağırdı. Evet maalesef ki bunu gerçekten de istemişti.

Mine yüz yüze gelmelerini sağlayıp sevdiği adamın başını sabit tutarak gözlerine bakarken "Ama yapmadın" dedi ve "Evet yapmadım" demesini beklemeye başladı. Yapamazdı çünkü! Mine adı gibi emindi ama bunu ondan da duymak istiyordu. O anlarda Mine gibi Kenan'ın da gözleri dolu doluydu. Alışık olunan bir Kenan hali değildi bu.

Sessiz geçen birkaç saniyenin ardından Kenan başını iki yana sallayıp "Yapamadım" deyince Mine de büyük bir rahatlama ile Kenan'ın yanağını uzunca öpüp gözlerinin içine bakarak "Yapamadın çünkü sen kötü biri değilsin. Onca şeye rağmen Buğra'yı oradan çıkaracak kadar iyi bir kalbin var senin" dedi. Kenan pek öyle düşünmüyor gibiydi.

"Ağabeyim onu da çıkar yoksa Ela'yı bırakıp eve onun için tekrar girerim dedi. O yüzden çıkardım. Sırf ağabeyim içeriye girmesin diye sırf o çıkar dedi diye çıkardım o aşağılık herifi! İyi olan kardeş o... Ben değilim. Hiçbir zaman da olmadım"

"Böyle şeyler söyleyip daha fazla üzme beni ne olur! Benim tanıdığım Kenan kim ne söylerse söylesin kendi istediğini yapmanın bir yolunu öyle ya da böyle bulan bir adam. Kimse onu iyiye ya da kötüye yönlendiremez çünkü o sadece kalbiyle hareket eder. Sen Buğra'yı orada bırakamayacağın için çıkardın sakın aksini düşünme çünkü ben adım gibi eminim ki onsuz çıksaydın bile vicdanının sesine kulak verip geri döner yine doğru olanı yapardın"

Evet bunu yapardı. Anlık bir öfkeye kapılsa da o özünde iyi bir adamdı ve Buğra'yı orada bırakmaya da asla gönlü el vermezdi. Kendisine bunu yaptığı için kıza kıza onu oradan yaka paça çıkarırdı. Yapmadığı şeyin bile utancını yaşayan bir adam başka türlü davranamazdı zaten.

Kenan kendinden bile saklanmak istercesine bitik bir halde başını Mine'nin göğsüne dayarken Mine'de ona sıkıca sarılıp yanağını başına yaslayarak bir süre öyle durdu. Kızın da gözlerindeki yaşlar bir an olsun dinmemişti. Buğra'nın şu an nerede olduğunun bilinmemesi bir yana Ela'nın durumuna ayrı üzülmüş Tolga'ya ayrı Kenan'ın bu haline ayrı üzülmüştü.

Ne kara bir gündü bu böyle! Güzel şeyler yaşayacakken resmen hayatlarının en büyük kabusunu yaşamışlardı. Şu an bu halde değil evde mışıl mışıl uyuyor olmaları gerekiyordu çünkü yarın sabah erkenden Ela'ya çok büyük bir sürpriz yapacaklardı. Ama olmamıştı işte! Hayat yine bu güzellikleri yaşamalarına imkan tanımamıştı.

Mine başını öpüp saçlarını okşadığı Kenan'ın sakinleşip sakinleşmediğine bakarak "Hadi kalk Tolga'nın yanına gidelim. Bize özellikle de sana çok ihtiyacı var ona destek olmamız lazım. Ela da çok kötüydü Kenan onu görmem lazım o da benim kardeşim ne olur kalk gidelim!" derken Tolga'nın da gerçekten o desteğe çok ama çok ihtiyacı vardı.

Hastaneye gelir gelmez eli Ela'nın elinden koparcasına uzaklaşmış ve nefesi olduğunu anladığı kadının bilinci kapalı bir şekilde müdahale edilmek üzere götürülmesini gözyaşlarıyla izlemişti. Tek yapabildiği de aynı kardeşi gibi dizlerinin üzerine çöküp Ela'ya kendisini bırakmaması için koridorları inleterek yalvarması olmuştu.


kjhj.gif

........::::::::____::::::::........

(Geçmişin Gölgesinde'de final bölümleri münasebetiyle durumlar karışık o yüzden Eylül orada uzun süre kalmış olacak. Artık BKY'da kısa bir sahnesini verip büyük ihtimalle o kısımları zaman atlamasına uğratırım hem GG'de hem burada aynı muhabbet uzun uzun dönmesin. Bu birkaç günlük geçiş de Ahmet'in GG'lik işlerde yer alması sebebiyle böyle olmuştu bir doktora ihtiyaç vardı da)

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
1559e11a4f766c2c380659238581.png


37.Bölüm : Özlemişim seni be doktor

........::::::::__Eylül / İzmir__::::::::........

Az önce hayatımın en zor ikinci uçuşunu gerçekleştirdim. Aylar önce İzmir'i perişan bir halde ağlaya zırlaya terk edip şimdi de daha perişan bir halde geri dönmek zorunda kalmak ne acı bir tesadüf. Her iki durumda da gözyaşlarımın akmasına sebep olan kişinin aynı kişi olması da bir başka tatsız tesadüf tabii. Bir kere de iyi bir şeye sebep ol be Buğra! Hayatında bir kere insan ol ve gözyaşlarımızı akıtmak yerine güldür şu yüzümüzü diyeceğim ama nerede!

Olanlara hâlâ inanamıyorum. Ela'nın hayatına son vermek istemesine zemin hazırlayacak şeyler yaşamak zorunda kalmış olmasına da Buğra'nın bu kadar kötü biri olup bu kadar vicdansızca insanların hayatını hallaç pamuğu gibi dağıtabilmiş olmasına da inanamıyorum. Nasıl bu kadar ileri gidebildi çıldırmamak elde değil. Annem de sağ olsun bir de gel bu adamı çocuğunun başına baba diye dik diyordu. Neyse ki artık bu fikri tamamen değişti. Bu saatten sonra o adamdan değil baba bostana korkuluk bile olmaz.

Ama benim onda gördüğüm adam bu değildi ya! Yani bu kadar değil arkadaş... Bu kadar değil! Bir insan nasıl böyle kontrolsüz bir hale gelebilir aklım almıyor. Sevmenin de bir adabı bir ayarı bir usturubu var. Kendini mahvettiği yetmiyormuş gibi zamanında sevdim dediği ailem dediği herkesi de perişan edip gitti Allah'ın cezası!

Gitti diyorum çünkü Mine'nin söylediğine göre yangının ardından kayıplara karışmış. Daha doğrusu yaptıklarının affını dilemek yerine kaçıp gitmeyi tercih etmiş. Korkak! Öyle seviyorum onu benden kimse koparamaz demek kolay! Bunları söylediği kadın şu an canıyla cebelleşiyor onu gerçekten seven adam yani Tolga sevdiği kadının çocuğunun annesinin daha alacak nefesi olması için kapısının önünde bedbaht bir halde dua ediyor ama Ela olmadan yaşayamam onsuz nefes alamam diyen adam ortalıklarda görünmüyor.

Alkışlıyorum seni Buğra! Sonunda herkesi tek tek o meşhur bataklığına çekip boğmayı başardın. Şu hayatta yapıp yapabileceğin tek şey bu oldu. Şimdi o gittiğin yerde al kınanı yak bir tarafına!

Of! Kendimi gerçekten berbat hissediyorum. İyi ki yanımda Ahmet var. İyi ki ben de seninle geliyorum Eylül demiş yoksa ne yapardım ne halde olurdum hiç bilmiyorum. Bu adam geçirdiği ameliyatın ardından evde yatıp dinlenmesi gerekirken şu an burada ya elini elimden ayırmıyor ya ben buradayım korkma Eylül'ü bana hissettiriyor ya gözümde de değeri kat be kat artıyor.

Ben bugünü unutmam doktor!

Bugünün kredisi tahmin bile edemeyeceğin kadar büyük bende...

........::::::::____::::::::........

Havaalanından ayrılıp hastanenin önüne geldiğimizde gözlerime inanamadım. Basın mensupları hastanenin kapısına yığılmış durumdaydı. Tolga'nın ailesi moda camiasının tanınmış isimlerinden olunca haliyle yaşanan hadisenin haber değerleri de artmışa benziyor. O kargaşanın içinde muhabirlere açıklama yapan Bora'yı gördüm. O Tolga'nın en eski ve en yakın arkadaşı. Bizi karşılamaya çıktığı sırada muhabirler onu ablukaya almış olmalı. Aslında ben ilk Kenan'ı görürüz diye bekliyordum ama Mine'nin dediğine göre o da bu olaydan epey etkilendiği için pek kendinde değilmiş. Neyse ben onu kendine getiririm. Yani umarım bunu yapabilirim.

Ahmet taksicinin yardımıyla bavullarımızı alırken ben de iyi bir şeyler duymayı umarak yanıma doğru gelen Bora'ya Ela'nın iyi olup olmadığını sordum. Anlattığı kadarıyla durum pek parlak değildi. Bana maruz kalınan dumandan ötürü Ela'nın küçükken de geçirdiği akciğer sönmesinin aynı tarafta tekrarladığını ve beyninde de kanama olduğunu tespit ettiklerini söyleyince kalbim sıkıştı sanki. Ela getirildiğinde hemen ameliyata alınmış ve henüz iyi olup olmadığıyla ilgili bir haber de çıkmamış. O iyi haber şimdi gelsin ne olur!

Bora'nın anlattıklarını dinledikten sonra kendimi ağlamamak için zor tutarak hastanenin girişine doğru gittim. Kulağıma da Bora'nın Ahmet'e "Sen Eylül'e yetiş ben de bavullarınızı bizim arabalardan birine koyayım" dediği çalındı. Kısa bir süre sonra Ahmet bana yetişti ve elimi tuttuğu gibi asansöre geçtik. Katı tuşladıktan sonra kapı kapanır kapanmaz konu üzerine olan sessizliğimi bozup başımı "Ela iyileşir değil mi? Bora'yı duydun sen de doktorsun anlarsın iyileşip iyileşmeyeceğini" diyerek omzuna gömdüm. Bana sarılırken bir yandan da sorumu cevaplamaya çalışıyordu.

"Ela'nın doktoruyla konuşmadan ya da kanamanın hangi bölgede ve ne derecede olduğunu bilmeden bir şey diyemem. Ama korkma eminim doktorlar gibi Ela'da hem kızı için hem de Tolga için elinden gelenin en iyisini yapıyordur. Sakın ümitsizliğe kapılma tamam mı? Meral'in işin başında Ela kadar bile şansı yoktu biliyorsun. Onun ne kadar umutsuz bir durumdan hayata geri döndüğünü kendi gözlerinle gördün. O başardıysa Ela'da başarır. Onlar narin görüntülerinin altında güçlü kalmayı da başaran kadınlar bu kadar çabuk pes etmezler. Ela'da etmeyecek güven bana"

"Ama Meral'in ameliyatını gerçekleştiren sendin! Olmayan şansı senin mesleki yeteneğin sayesinde yükseldi"

"Bu dünyadaki tek doktor ben değilim Eylül. Emin ol ki Ela da şu an güvenilir ellerde. Benim bundan yana hiçbir şüphem yok"

"Olamıyorum! Ameliyatın gidişatı senin kontrolünde değilse hiçbir şekilde emin olamıyorum. Ela'nın ameliyatına da girmenin bir yolunu bulamaz mısın? Gidip hastane yönetimiyle konuşsan özel bir izinle yapamaz mısın bunu?"

Ahmet bu dediğimin ardından yüzümü ellerinin arasına alıp istemsizce akıttığım gözyaşlarımı silerken aynı anda da "Gelir gelmez ameliyata alındığına göre bitmek üzere olabilir ama söz veriyorum seni arkadaşlarının yanına bıraktıktan sonra gidip ne öğrenebilirsem öğrenmeye çalışacağım. Yapabileceğim bir şey varsa da sonuna kadar yaparım biliyorsun" dedi. Biliyorum ve bu yüzden onu Ela'nın yanına göndermek istiyorum ya...

Kata gelip kapı açılır açılmaz mümkün olduğunca hızlı adımlarla yürüyerek bekleme salonuna girdik. Gözüm tabii ki de direkt Tolga'yı aradı. O sırada da Mine bizi görür görmez "Eylül ile Ahmet geldi!" deyince tüm gözler üzerimize döndü. Normal bir zaman olsa ortama çok enerjik bir giriş yapabilirdim ama şimdi ne diyeceğimi bile kestiremiyorum. Bakışlarımı başını eğik bir halde ellerinin arasına almış olan Tolga'dan ayıramazken onun Mine'nin sesini duyup bize bakmasıyla göz göze geldik. Sakın adamın yüzüne baka baka ağlama Eylül yoksa çok fena bozuşuruz!

Tolga bizi görüp bitik bir halde ayağa kalkınca içim o kadar acıdı ki hiçbir şey diyemeden koşar adım yanına gidip boynuna sarıldım. Kendisini ne kadar kötü hissettiğini o kadar iyi anlıyorum ki... Ben de Ahmet'in ameliyattan çıkmasını beklerken her dakika ölüp ölüp dirilmiştim. Şimdi o da aynı durumda olmalı. Biz tek kelime bile edemeden sadece birbirimize sarılırken Ahmet geldi. Tolga omzundaki eli hissedince geri çekilip bu sefer de "Geldiğiniz için teşekkür ederim" diyerek Ahmet ile sarıldılar.

Bu defa geri çekildiklerinde tüm gözleri üzerime çekeceğim bir şey oldu. Aslında bunun olmasına da şaşırmamak gerekirdi. Ne mi oldu? Ahmet merakla "İçeriden haber var mı?" diye sorup Tolga'da tam başını olumsuz bir şekilde iki yana sallayarak "Yok! Hiçbir şey de söylemiyorlar" demişti ki bir anda gözü karnıma doğru gitti. Bu bakışı fark edince benim de elim ister istemez karnıma gitti.


werfgthyjuhkm.gif


Kendimi nasıl kötü hissettim anlatamam. Utandım yalan yok. Resmen gözlerim yerin dibi olan mekanın giriş kapısını aradı. Bir kez daha sevdiğim insanların karşısında başım eğik kaldı. Şimdi onlara özellikle de Tolga'ya bu bebeğin babası senin sevdiğin kadını ölüme sürükleyen adam nasıl derim gerçekten bilmiyorum.

Tolga büyük ihtimalle bebek mi yoksa kilo mu sorusu yüzünden pot kırmamak için susuyordu ama bizim küçük yer mantarı yaşadığı şoku gözlerine birebir yansıtarak "Aman Allah'ım! Eylül sen düşündüğüm şey değilsin değil mi?" deyiverdi. Tam da düşündüğün şeyim Mine aferin otur beş!

Ne diyeceğimi de söze nasıl başlayacağımı da bilemeden öylece dururken Ahmet'in yanıma yanaşıp kimseye belli etmeden elini belime koymasıyla gözlerine baktım ve ondan aldığım güçle birlikte Buğra'yı kastederek "Hamile olup olmadığımı sormaya çalışıyorsan eğer... Maalesef öyleyim. Görünüşe göre adam aynı dönemde birden fazla kişinin hayatını mahvetti. Bu da kendi dalında enteresan bir başarı tabii" dedim. Bu başarısına alet oldum ya bu da çok ağır geliyor be!

Herkes şok oldu ve doğal olarak durumun vahametiyle de tek kelime edemedi. Sadece Mine yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atamayıp gözlerini karnımdan ayıramadan "Nasıl yani? Bu bebek Buğra'nın bebeği mi şimdi?" diye sordu. Hayır değil demeyi çok isterdim ama maalesef yapamıyorum.

Kahretsin! Ahmet'in bu tarz konuşmaların içinde olup bunları işitmek zorunda kalmasını hiç istemiyorum ama o bir şekilde bunlarla muhatap olmak zorunda kalıyor. Bu benim için olduğu kadar onun içinde çok sıkıntılı bir durum farkındayım ve bir şey yapamıyorum ya bu da kafamı fena bozuyor. Ee! Kafam bozulunca da haliyle içimden küfür rekortmenliğine soyunup Buğra'nın o lanet kulaklarını da epey bir çınlatır oluyorum.

Bebeğin babasının Buğra olduğunu onaylamak için Mine'ye bakarak başımı olumlu anlamda sallarken Ahmet her zamanki gibi rahatsızlığımın farkında olarak araya girdi ve "Ben gidip Ela'nın durumu hakkında bilgi alabileceğim birilerini bulayım. Belki bir yardımım da dokunur" dedi. Seni gerçekten seviyorum Atahan!

Tolga minnet dolu bir ifadeyle teşekkür ederken Ahmet koluma belli belirsiz hoş bir dokunuş yaparak bekleme salonundan ayrıldı. Üzülme demek istedi herhalde. Ardından bakarken dalıp gittim ve Mine'nin yanıma geldiğini de ancak elimi tutmasıyla fark edebildim.

"Kenan biliyordu değil mi? Yani bebeği..."

"Onun bilmeme ihtimali var mı?"

"Demek bu yüzden ne zaman onu seninle alakalı sıkıştırsak sen konuşmadan asla konuşmayacağını söyledi"

"Hamile olduğumu öğrendiğimde Kenan yanımdaydı Mine. İyi ki de yanımdaydı çünkü o an bununla kendi kendime başa çıkabilecek halde değildim. Bana verdiği desteği de yaptığı yardımları da asla unutmayacağım"

"Niye bize söylemedin Eylül? Yanında olabilirdik biliyorsun. Böyle zor bir durum yaşarken yalnız kalmamalıydın"

"Yakın bir zamanda size söylemeyi planlıyordum zaten ama o ilk dönemde bunu yapamadım çünkü Buğra'yı hayatımda istemediğim için bebeğin kulağına gitme ihtimalini mümkün olduğunca en aza indirmeye çalışıyordum"

"Kulağına şimdi de gidebilirdi. Ne değişti de bize söylemeye karar verdin o zaman?"

"Buğra artık bebeği öğrendi ve benim de bunu saklamama gerek kalmadı"

"Nasıl öğrenebilir ki?"

"Annemle konuşmuşlar"

"Belma teyze mi söylemiş?"

"Annem şimdi biliyor ama o sıralar bebeğin babasının Buğra olduğunu bilmiyordu. Aramız bozuk olsa da bizim arkadaş olduğumuzu söyleyerek zor günler geçirirken benim yanımda olmasını falan istemiş Buğra'da o kadar salak değil ya anlamış bebeğin kendisinden olduğunu"

"Ela duyar diye istemedi tabii"

"Ne yazık ki istedi. Hem de hiç tereddüt etmeden kabullendi ve hayatı boyunca çocuğunun yanında olmak istediğini söyledi"

"Olabileceğini sanmıyorum"

En hayırlısının bu olacağını söylerken Mine en masum haliyle elini karnımın üzerine koyup "Kaç haftalık oldu şimdi? Cinsiyeti falan belli mi?" diye sordu. İşte en sevmediğim kısma geldik. Canım sıkkın bir halde derin bir nefes alıp düşündüm ve bu konuyla çok da ilgilenmediğimi sözlerimle Mine'ye de belli edip "Doktorumla bir anlaşmam var. Bana iyi olup olmadığı dışında hiçbir detaydan bahsetmemesini istedim. O da saygı duydu. Cinsiyetini bilmiyorum. Kaç haftalık olduğu konusuna gelecek olursak eğer buradan gittiğimden beri işte yap parmak hesabını" dedim. Elini çekerken haklı olarak neden öz be öz çocuğumla ilgili olmadığımı da anlayamadı.

"Neden öyle dedin? Sanki umurunda değilmiş gibi"

"Bu bebeği hâlâ kabullenemiyorum da ondan. Onu hissetmemeye çalışıyorum sanki yokmuş gibi hayatıma devam ediyorum. O da henüz beni bu konuda zorlamıyor yani var mı yok mu belli değil. Karnımın büyümesi hariç tabii"

"O senin canın Eylül nasıl kabullenemezsin?"

"Ne olur onun hakkında konuşmayalım artık Mine"

"Peki tamam üzülme"

"Sağ ol"

Mine ile birbirimize sarılırken gözlerim bir Tolga'ya bir Bora'ya bir Ela'nın teyzesine kısacası bekleme salonunda olan herkese uğradı ama aranan kanı bir türlü bulamadı. Bu yüzden de geri çekilirken endişelenerek Mine'ye "Kenan nerede?" diye sordum. Tolga'nın yanında olmadığına göre gerçekten de bu olayın üzerinde bıraktığı etkiyi atlatamamış olmalı.

"Kenan hiç iyi değil Eylül"

"İyi olmadığını telefonda da söylemiştin ama ben yine de onu Tolga'nın yanında bulurum diyordum. Kenan ne olursa olsun ağabeyini bu durumda yalnız bırakmazdı"

"Vicdanen çok huzursuz ve ben ne yapacağımı da ona nasıl yardım edeceğimi de gerçekten bilmiyorum"

"Neden huzursuz ki?"

"Ela'yı ve Buğra'yı o yanan evin içinden Kenan ile Tolga çıkardı. İtfaiyeye geç haber verildiği için onlar içeriye daha önce girmişti. İtfaiye yetişince de hep birlikte çıktılar işte"

"Bunda ne var ki? Onları çıkarmışlar işte ortada vicdanen huzursuz olunacak bir sorun görünmüyor"

"Kenan'ı bulduğumda çok kötü bir haldeydi. İlk defa kendinde değildi. Ben onu daha önce hiç böyle yıkık bir halde görmedim Eylül. Bu Kenan'da hiç alışık olduğum bir hâl değil. Sürekli ben de babam gibiyim onun gibiyim sen beni hiç tanımıyorsun benim de içimde aynı kötülük var ama göremiyorsun deyip duruyordu"

"Bir dakika bir dakika! Niye böyle bir şey oldu bu çocuğa? Hayır yani kahramanca bir tavır sergiledikten sonra bu söyledikleri çok mantıksız"

"Buğra'yı içeride bırakmak istemiş. Tolga Ela'yı alırken onun aksine Kenan Buğra'yı çıkarmayı reddetmiş. Ağabeyi ile atışmışlar biraz. Bana o alevlerin arasında kalıp cayır cayır yanarak gebersin istedim yaptığı her şeyin bedelini canıyla ödesin yok olup gitsin istedim dedi. Ona göre Tolga istediği için Buğra'yı çıkarmaya mecbur kalmış ama ben adım gibi eminim ki Kenan zaten onu orada asla bırakamazdı. Kanlı bıçaklı duruma geldiler biliyorum ama yapamazdı. Yapamadı da zaten. O öyle bir adam değil ki"

Duyduğum şey içime oturmadı dersem yalan söylemiş olurum. Ama Buğra için üzüldüğümden ya da onun için kaygılandığımdan değil Kenan'ın o anki ruh halini çok iyi anladığımdan. Bu yüzden bana Kenan'ın dişi versiyonu diyorlar herhalde. O an orada olsaydım Buğra'nın gözlerine bakarken benim de aklımın bir köşesinden geçen bu olurdu. Bir anlığına da olsa o evin içinde yandığını ve canımızı yaktığı kadar kendi canınında yandığını görmek isteyebilirdim. Yapamazdım o ayrı ama yalan yok isterdim. Pamuk Prenses kıvamında bir kadın olmadığımı daha önce de söylemiştim.

"Onu da görmek istiyorum. Nerede şimdi?"

"Hastanenin arka tarafındaki banklarda oturuyor. Yanımıza gelmiyor sanki yüzümüze bakmaya utanıyor gibi Eylül ne olur konuş onunla"

"Tamam ben bir gidip bakayım. Ben yokken Ela'dan bir haber gelirse hemen arayın"

"Olur"

Hastaneden çıkıp Mine'nin bahsettiği yere gittiğimde Kenan hâlâ oradaydı. Gözlerini önündeki yola sabitlemiş tek başına bankta oturuyordu. Tahminimden daha kötü görünüyordu. Onu o olumsuz ruh halinden çıkarmak istedim ve yanına gittikten sonra elimi omzuna koyup "Kendini iyi hissetmeni sağlar mı bilmem ama yerinde olsam inan bana ben de aynı şeyi yapmak isterdim. Yani Buğra'yı o alevler arasında görüp de görmemezlikten gelmeyi demek istiyorum. Yapamazdım o ayrı ama en azından dışarıya çıktıktan sonra yüzünü gözünü dağıtır onu İzmir'den dünyanın bir diğer ucuna uçuracak tekmeyi de hiç düşünmeden basarak ardıma bile bakmadan gönül rahatlığıyla oradan uzaklaşırdım. Bak bunu yapabilirdim işte" diyerek yanına oturdum.

Bakışları bana doğru döndü ve elini de geldiğime sevinmiş gibi dizimin üzerine koyarak "Yüzünü gözünü dağıtmadığımı kim söyledi?" dedi. Bak bunu yapmış işte hem bakışından hem de elinin üzerindeki kızarıklıklardan belli bu. Bir an ikisini o halde düşünürken afakanlar bastı ama bu halden çabuk sıyrılıp Buğra'yı umursamaz davranmaya çalışarak "Aslında daha beterini hak ediyor ya dua etsin insaflı yanına denk gelmiş" dedim.

"Sen bu kan çanağına dönmüş gözlerinle tek başına mı geldin buraya?"

"Hayır Ahmet'te benimle geldi. Ben senin yanına gelirken o da Ela'nın durumunu öğrenmeye gidiyordu. Elinden gelen bir şey olsa bari..."

"İyi bir adam o"

Yüzümdeki buruk tebessümle Ahmet'i düşünerek "Öyle" dedim. Gerçekten de öyle. Hem iyi hem de insanın kulağına mucizeler fısıldayan bir adam o. Hadi be Ahmet! Hadi bir müjdeli haber daha almamızı sağla. Yalvarırım ver şu müjdeyi. Verirsen dile benden ne dilersen. Yapmazsam ikiletirsem ben de Eylül Acar değilim!

"Ela'nın babasını bulduk biliyor musun?"

"Ne?"

"Gizlice babamın çalışma odasına girmiştim siz de Ahmet ile ne yaptığımı bilmeden bana yardım etmiştiniz ya"

"Ee!"

"O şifre sayesinde açtığım kasadan öyle acayip belgeler çıktı ki aklın durur"

"Kenan saçmalama Ela'nın babası yıllar önce ölmüş"

"Orhan Bey ölmemiş bunca zamandır da babamın uygun gördüğü ıssız bir yerde hapis hayatı yaşıyormuş. Saplantılı aşkın nirvanası! Al işte bu Buğra'nın da yaşlı versiyonu. Aynı kafadalar! Sırf Nergis Hanım'a karşı olan karşılıksız aşkı yüzünden mutlu bir hayat sürmesinler diye adamı yaşayan ölüye çevirmiş. Mecazen demiyorum he! Bayağı yaşayan ölü gibiydi bulduğumuzda ne zaman kavramı vardı ne zihni yerindeydi ne bedeni sağlıklıydı... Düşündükçe çıldırıyorum! Daha detaylarda neler var neler annem bile karışmış mevzuya bayağı ekibin beyniymiş"

"Tüm bunlar çok acımasızca"

"Ama biz ne yaptık? Ağabeyimle sırt sırta verip Orhan Bey'i bulunduğu yerden çıkardık Vedat ile Belgin Gürsoy çiftini de o çok kıymetli sofralarından kaldırıp hapse tıktık ve senin doktor da tüm bunlar olurken bize epey yardımcı oldu"

"Ne! Ahmet mi? İyi de bana bunlardan hiç bahsetmedi"

"Ağzı sıkı insanları severim"

"Demek o yüzden birkaç gündür hastaneden çıkmıyordu. Ben de yatıp dinlensin çok çabuk işe başladı diye kızıyordum"

"Orhan Bey'i almaya birlikte gittik. Ambulansı ve hastaneye nakletme işlerini de o halletti. Çevresi epey geniş olmalı Bora ile ikisi her şeyi o kadar hızlı hallettiler ki... Öncesinde bir ipucu peşindeyken kaza geçirdim benimle de uğraştı biraz hatta tam o anda sen hastaneye teftişe geldin ama neyse ki bizi görmedin"

"Sen iyi misin şimdi?"

"Omzumun pert olması haricinde iyiyim"

"Ela babasının hayatta olduğunu öğrenmiş miydi?"

"Hayır öğrenmemişti çünkü bu sabah ona mükemmel bir sürpriz yapmayı planlıyorduk. Sürprizimiz elimizde patlamasaydı tabii"

"Keşke öğrenmiş olsaydı be Kenan! Belki de bunu bilmesi tüm bunların yaşanmasına engel olurdu"

"Keşke"


::::::::__Ahmet & Kenan / 1 Saat 15 Dakika Sonra__::::::::


ewrt5yryjukkhjö.gif


"Ahmet..."

"Gelsene Kenan"

"Ela'nın durumunu öğrenmeye gidip sonra da geri dönmeyince meraklandık. Biriyle konuşup herhangi bir şey öğrenebildin mi?"

"Ameliyathaneye giremedim ama Ela'nın tomografi görüntülerini detaylıca inceleyip asistanların bulunduğu cam bölümden de ameliyatın son kırk dakikasını izleyebildim"

"Ameliyat bitti mi yani?"

"Biteli yaklaşık on ya da on beş dakika oldu. Çıkışta doktoruyla da konuştum"

"Bu halini hiç beğenmedim. Durum ne kadar kötü?"

"Bunu Ela'nın doktoruyla konuşsan daha uygun olur"

"Orada her ne olduysa bunu senden duymak istiyorum. Hiçbir şey saklamadan tüm gerçekliğiyle"

"İyi haberlerim olduğu kadar kötü haberlerim de var ama"

"İyi ve kötünün bir araya geldiği haberlere karşı inanılmaz bir bağışıklık kazandım. Söyle lütfen hiç çekinme"

"Bana bilgi veren doktorun söylediğine göre Ela birkaç ay önce burun kanaması ve şiddetli baş ağrısı şikayeti ile bu hastaneye gelip muayene olmuş"

"Evet öyle bir şey olmuştu. Doğum sonrası bu beş harfli mahlukatın elinde olduklarında apar topar gitmişlerdi hastaneye"

"Doktor muayene sırasında tansiyonunun yüksek olduğunu görünce şikayetlerinin buna bağlı olabileceğini söylemiş ama Ela sonraki kontrolüne gitmemiş"

"Gitmedi çünkü o formaliteden kocası olan insan müsveddesi kızın aklıyla oynayıp üzerine haddinden fazla gitmişti ve Ela da berbat bir halde burada kalmak istemediğini söyleyip ağabeyimle birlikte İstanbul'a gitmişti"

"Burada ya da orada fark etmez eğer kontrole gitseydi büyük ihtimalle doktoru bu kanamanın gerçekleşebilme olasılığından da şüphelenip bir BT görmek isteyecekti ve haklı olduğunu anlayınca da Ela'ya uygun bir tedavi önerip yakın takibe alacaktı"

"Ne demeye çalışıyorsun Ahmet?"

"Ela'nın saçlı derisindeki kanama düştüğü yerdeki ahşap parçasının çok da önemli olmayan küçük bir kesi atması yüzünden olmuş ama içeride yaşanan kanama başını çarptığı sırada olmamış Kenan"

"Nasıl yani?"

"Normalde kafa travmaları da bu kanamaya yol açabilir ama Ela'nın kanaması çok daha önce sızıntı halinde başlamış. Tahminime göre en az yedi ya da sekiz saat önce... Eğer bu gece olanlar sebebiyle burada olmasaydı uykuda yakalandığı için bunu ne kendisi ne de sizler fark edemeyecektiniz ve karşılaştığımız ağır tablonunda geri dönüşü olmayacaktı"

"Ne yani şimdi tüm bu olanlara şükretmeli miyiz demek istiyorsun?"

"Her şerde bir hayır vardır diyorum Kenan"

"Bir dakika bir dakika! Önemli bir noktayı kaçırdım. Bu şu an Ela'nın iyi olduğu anlamına mı geliyor? Bir sorun yok yani her şey yolunda"

"Yaşıyor"

"Tamam bunu iyi haber olarak görecek olursak eğer kötü haber ne? Söyle Ahmet! Her ne ise bunu kaldırabilirim"

"Bir doktor için hastasıyla ilgili yaşayabileceği en zor durumlardan biri nedir biliyor musun? En azından benim için öyle... Elinden gelenin en iyisini yaparsın ama en en en iyisini! Başka yapılabilecek hiçbir şey kalmamıştır çünkü zaten yapılabilecek her şeyi kusursuz olarak uygulayıp kendi içinde de en ufak bir acaba bile bırakmamışsındır çünkü bırakırsan o acabanın ömrün boyunca yakanı asla bırakmayacağını bilirsin. Bu yüzden önüne gelen her vakada en iyisininde en iyisini yapmak zorundasın. İşte bu noktada doktorun elini kolunu bağlayan tek şey kan ter içinde hayata döndürdüğü hastasının ne zaman hayata gerçek anlamda döneceğine kendisinin karar vermesidir. Bu bazen haftalar bazen aylar bazen de yıllar sürer. Bu bekleyişi yaşayanların tek dileği de bu sürenin sonunda geri dönmesi beklenenin hayatından vazgeçmemiş olmasıdır"

"Bu ne demek şimdi?"

"Ela'nın geri dönmek istediği ana kadar bekleyeceğiz ve bu süre içinde de vazgeçmemesi için dua edeceğiz"

"Uyanamayabilir yani"

"Uyanacak Kenan... Geride bıraktıkları için uyanmak zorunda"



fghjuklş.jpg


::::::::__ 4 AY SONRA / EYLÜL__::::::::

"Fıttıracağım he!"

"On üç on iki on bir..."

"Hani inmişti bu uçak bozuntusu? Kafa mı buluyorlar bizimle!"

"On dokuz sekiiiiz..."

"Başlayacağım şimdi rötarlarına!"

"Yedi altı beşşşş..."

"Rötar yapacak başka uçakları yokmuş gibi bula bula Ahmet'in bineceği uçağı buldular. Adamla bir hafta sonumuz var onun da canına okudular ya!"

"Dört üç ikiiii..."

"Bunlar bizi rötarla oyaladılar da uçak kaçırılmış falan olmasın sakın"

"Bir sıfııır!"

"Hayır yani benimki böyle aksiyonlu konularda ballıdır. Şu an bile kargaşanın göbeğine düşmüş hatta ve de hatta uçak korsanını da o canına yandığımın tatlı diliyle vazgeçirmeye çalışıyor olabilir. Yapar yani yapmaz değil. Kesin çıkışta onunla da kanka falan olur çünkü huyu kurusun çok affedici bir kişiliktir. Sana üç gün önce Uras ve Nagehan Çamlı çiftiyle birlikte yemeğe çıktığını söylemiş miydim? Hani şu otoparkın ortasında kendisini dan dan vuran cani adam! Çok net söylüyorum bu adam bir gün beni delirtecek! Bir dakika ya! Ben uçağa kızıyordum yine hangi ara Ahmet'e saydırmaya başladım ki?"

"SUUUS BE KADIN!"

Kenan'ın ağız dolusu bağırmasıyla etrafımızdaki üç beş kişi bize doğru bakınca durumu toparlamak bana kaldı çünkü bizimkinin beni dinlerken şaftı kaymış gibiydi. Aklımı seveyim durumu da saniyeler içinde "Biz oyuncuyuz! Bir sahne için diyalog çalışıyoruz da arkadaş rolüne fazla girince şey oldu... Yani şey... Neyse gördünüz işte ne olduğunu kaptırdı gitti" diyerek çok temiz bir şekilde kurtardım. Bunu söylerken bir yandan da millete şapşal şapşal gülümseyip Kenan'ı kolunu tutarak oradan uzaklaştırıyordum ama bizim huysuzun söylenmeleri bitti mi? Tabii ki hayır!

"Sana her seferinde bu karnı burnunda halinle havaalanına kadar gelme ben Ahmet'i karşılar yanına bırakırım diyorum ama sen yine geliyorsun ve yine beni o lanet çenenle fıtık etmeyi başarıyorsun!"

"Ben de sana her seferinde adam benim manitam kendim gider alırım sana ne oluyor ablasının peşine takılan küçük bebeler gibi diyorum ama sen yine karşı çıkıyorsun ve yine kafamı fena halde bozmayı başarıyorsun!"

Biz kendimizi kaptırmış ağız dalaşını sürdürürken bir an konuşmamızın arasına "Benden sevgilim değil de manitam diye bahsediyor oluşuna bozulabilirdim ama argo kelimeler ağzına çok yakışıyor be Eylül Acar!" diyen Ahmet'in sesi karıştı. Yanlış duymuş olma ihtimalim olabilir mi acaba?

Kenan'a baş parmağımla arkamı işaret edip "Orada değil mi? Yine en olmadık anda gelip duymaması gereken şeyler duydu" dediğimde Kenan'ın eliyle git git yaparak "Bu kadın çekilecek dert değil! Bence geri dönmek için hâlâ vaktin var. Git kendine bir dönüş bileti ayarla ya da hiç uğraşma kaçak yolcu olarak bagaj bölümüne atla gitsin! Güven bana kimse bunun için seni suçlayamaz" demesi Ahmet'in tam da arkamda olduğunu teyit etti. Hay aksi!


rewtrtyujoıp.gif


Arkamı dönüp Ahmet ile göz göze geldiğimizde o mübarek çenem bu defa pek işime yaramadı çünkü tek kelime edemedim. Neyse ki Ahmet'te konuyu uzatmayıp Kenan ile selamlaştıktan sonra özlediğini söyleyerek bana sarıldı. Ona sarılıp kokusunu burnumun ucunda hissederken az önceki tüm sinirim uçtu gitti sanki. Şimdi alsınlar uçaklarını ne yaparlarsa yapsınlar ağzımı açarsam Eylül değilim.

Yalan yok dört aydır hafta sonlarını iple çeker haldeyim. Hele beni burada bırakıp o ilk gittiği gün yok muydu o ilk gün! Canım o kadar acımıştı ki haddi hesabı yoktu. Uçağının kalkışını izlerken boğazıma bir yumru oturmuştu sanki. Eksik kalmışım bomboş manasız saçma sapan bir halde kalmışım gibi geldi. Alışmışım tabii öyle her an burnumun dibinde bitmesine şimdi istesem de beş gün boyunca göremiyorum ya bu fena halde dokunuyor.

Geri çekildiğinde gözlerini ikimizin arasında gezdirip "Peki sizin bu neşenizi neye borçluyuz?" diye sorunca Kenan'ın ağzını açmasına fırsat vermeden müjdeyi yapıştırarak "Ela gözlerini açtı ve açmakla da yetinmeyip bir de üstüne konuşarak Rüya'yı sordu!" dedim. Yüzüme hiçbir tepki vermeden bakıp "İyi de ben bunu zaten biliyorum" deyince şaşırmadım diyemem ama niye şaşırıyorsam adam Ela'nın doktoruyla sürekli irtibat halinde olduğu için neredeyse bizden bile önce öğrenmiş Ela'nın gözlerini açtığını...

"Bir dakika bir dakika! Coşkulu bir tepki beklerken sürprizim elimde patladı benim"

"Tamam hadi bir daha söyle bu sefer şaşırıp tam da beklediğin tepkiyi vereceğim"

"Çocuk mu kandırdığını sanıyorsun Ahmet?"

Kenan bana gözlerini devirip "Eylül ömür törpüsünden betersin" dedikten sonra Ahmet'e sokulup sessiz olduğunu sanarak "Hâlâ geri dönmek için zamanın var. Aklını kullan kaç kurtar kendini bu kadından!" dedi. Canına susamış küçük Gürsoy bavulu alıp önden ilerlerken Ahmet'te ona cevap veremeyeyim diye eliyle ağzımı kapattı. Söylemek istediklerimi türlü türlü şekle soktuğum gözlerimde Ahmet'e anlatabildiğimi umuyorum.

Ben bu haldeyken Ahmet'te burnumun dibine yaklaşıp "Şişşt! Tut diyorum şu çeneni biraz" diyerek elini yavaşça dudaklarımızın arasından çekti. Tenime çarpan nefesini hissederek gözlerine bakarken bir an Kenan'a çemkirmem gerektiğini unutup "Özlemişim seni be doktor" dedim. Saçlarımdaki tutamları yüzümden uzaklaştırırken duyduğundan hoşnut olmuş gibi gülümsüyordu.

"İyi de daha geçen hafta buradaydım. Ondan önceki haftada... Hatta daha daha önceki haftalarda da"

"Biliyorum ama şey oluyor işte..."

"Ne oluyor?"

Gözlerime cevap beklediğini belli ederek ışıl ışıl bakınca söylemekte bir zarar görmeyip "Her seferinde daha da zorlaşıyor" dedim. Gülümsedi. Ortaya çıktığı anlarda ne kadar mutlu olduğunu birebir yansıtan bu gülüşünü seviyorum. Ben de ona gülümserken "Ne zorlaşıyor?" diye sorması da gecikmedi. Cevabı bilmesine rağmen yine de sorup beni sıkıştırıyor ya alacağı olsun. Bal gibi biliyor ama illa bana söyletecek.


ghbjnöm.gif


Gözlerim gülüşüyle bakışları arasında gidip gelirken bunu da söylemekte bir sakınca görmeyip "Her hafta kalbim sıkışmış bir halde gidişini izlemek sonra da günlerin bir an önce geçmesini ve senin buraya tekrardan gelmeni beklemek falan filan işte. Yalan yok doktor! Bu karşılamalar iyi hoş ama buradan birlikte gitmediğimiz sürece seni her uğurlayışım her seferkinden çok daha zor gelecek biliyorum" dedim ve bunu dememle birlikte de bana o kadar güzel bakmaya başladı ki ona yeniden aşık olasım geldi.

Yeniden diyorum çünkü bu son dört ay içinde Ela'nın durumu ile kendi ailesinden biriymiş gibi yakinen ilgilenmesi bir yana bana ayrı arkadaşlarıma ayrı o kadar güzel destek oldu benim yanımda öyle güzel öyle sağlam durdu ki defalarca böyle hissetmeme neden oldu. Ne yaptı ne etti sonunda adını kalbime yazdı. Onu da bu saatten sonra oradan silmeye kimsenin gücü yetmez. Teşebbüs edenin de vay haline! Bu da sizin şahitliğinizde ona sözüm olsun.

Söylediklerimin ardından gözlerime bir başka bakıp "Bunları duymayı o kadar uzun zamandır bekliyorum ki" diyerek tam yüzümü ellerinin arasına alıp beni öpüyordu ki bunu yapacağını anlar anlamaz geri çekildim ve nedense yan tarafıma baktım. Az önce Kenan'ın "Sus be kadın!" bağrışına şahit olan orta yaşı epey geçmiş çiftlerden biri hâlâ oradaydı ve bizi izliyorlardı.

Yaşlı teyze kocasına dirsek attığına göre kesin "Bu gençlerde de hiç ahlak kalmadı" deyip bir yandan da kocasına "Sen niye hiç böyle şeyler yapmıyorsun?" diye çemkiriyordur. Yapar yani o kınarım ama bir yandan da imrenirim potansiyeli var bu kaşı gözü oynayan teyzede.

Bize bir garip baktıklarını fark edince mecburen durumu kurtarma girişiminde bulundum ve güleç bir ifadeyle kaşımı gözümü de olaya dahil ederek Ahmet'i işaret edip "O da bizim oyuncu tayfasından! Dizinin jönü tipten bellidir herhalde. Neyse! Havaalanındaki öpüşme sahnesinin atıldığını bilmiyormuş da ondan şey etti ama ben hatırlattım kendisine kanalı kapatmayacağız merak etmeyin" dedim. Tabii Ahmet'in boş boş bakıp "Ne ettim?" demesi gecikmedi. Valla ettin bir şey ki onu toparlamaya çalışıyorum doktor!

Gözlerimi kocaman açıp "Ettin işte bir şey karıştırma oraları! İnsan ulu orta öpülür mü ya!" dedikten sonra Ahmet'in "Öpemedim ki!" demesi eşliğinde başımı teyzeye doğru uzatıp "Bir de oyuncu olacak dizinin gidişatından zerre haberi yok. Bir amatörlük bir yaptığı işi benimseyememezliktir aldı başını gidiyor. Artık bunlar yüzünden senaryo rafa kalkmazsa siz de yakında izlemeye başlarsınız inşallah" dedim. Ne diyom ben ya!

Kadın söylediklerimin ardından bakışlarını karnıma doğru götürünce içten içe "Hadi Eylül başarabilirsin!" deyip işaret parmaklarımla karnımı hedef aldım ve bir avazda "Yastık! 7,5 ayı temsil eden bir üçlü koltuk yastığı! Mendilleri hazırlayın çünkü dokunaklı bir hikaye geliyor çok ağlayacağız" dedim. Ahmet anlattıklarımı dinlerken beni hayretler içerisinde izliyordu. Rahat dursaydı normal bir şekilde çıkıp gidecektik ama durmadı sonuç bu oldu ne yapayım!

İşin kötüsü mevzu daha da fazla uzamadan gidelim bir an önce diye Ahmet'i ceketiyle birlikte sırtından tutup geri geri çekme girişimim hiç beklemediğim bir sonuç verdi çünkü adam yine dürüstlüğünü konuşturarak sus dememe aldırmadan "Oyuncu değiliz" dedikten sonra kadının bakmasıyla da "Aşığız aşık! Ama hanımefendi de bir çekinme bir utanma bir beni görünce elini kolunu nereye koyacağını bilememedir gidiyor. Neyse aşacağız artık bunları öyle değil mi Eylül?" deyiverdi. Adımı deşifre ettiği yetmiyormuş gibi bir de soru sorarak yine topu bana attı.

Battı balık yan gider be! Batacaksak birlikte batalım dert değil. Bu son dört ay içinde çok üzüldük haddinden fazla da gerildik. Şimdi Ela uyanıp her şey düzene girmeye başladığına göre bence biraz eğlenmekten kimseye zarar gelmez. Yani bu seferki İzmir ziyaretin gördüğün üzere daha öncekilere hiç benzemeyecek doktor!

retyhujıo.jpg


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.775
Tepki
84.411
Puan
113
Konum
İstanbul
dgfhjk.png


38.Bölüm : Bugün hiçbir şey canımı sıkamaz

........::::::::__Eylül / İzmir__::::::::........

"Biraz beklettik biliyorum ama bil bakalım bu kimin suçuydu?"

Arka koltuğa oturur oturmaz sözümü tamamlamak için işaret parmaklarımla Ahmet'i hedef gösterip "Tabii ki doktorun!" dedim. Herhalde onun olacak benim olacak değil ya! Ben efendi efendi onu karşılamaya gelmiştim ama o ne yaptı? Geldiği gibi onca insanın içinde romantik suni solunum yapmaya çalışıp beni de raydan çıkardı.

"Harika! Bir şey yapamadan hem azar işittim hem de zan altında kaldım"

Ahmet yanıma geçerek kapıyı kapatırken Kenan da aniden bize doğru döndü ve gözlerine inanamıyormuş gibi suratımıza tuhaf tuhaf bakıp "Vaaaoouuv! İkiniz de hiç değişmemişsiniz aynı bıraktığım gibisiniz. Siz yokken neler oldu neler! Hiç ne diye düşünmeyin çünkü asla tahmin edemezsiniz. Ela hastaneden çıktı ve sonunda ağabeyimle evlenip mutlu bir hayata yelken açtılar. Üçüncü Gürsoy'umuz da yolda! Hatırlarsanız siz tek Gürsoy'da kalmıştınız. Her neyse! Beni soracak olursanız eğer hâlâ Mine'yi istiyorum ama Hulki Bey dede bunca yıl geçmesine rağmen hâlâ söyle ailen gelsin torunumu usulünce istesinler öyle tamam derim deyip bu izdivaca yanaşmıyor. Bizimkilerin yaşları itibarıyla ömürlerini hapishanede geçireceği gerçeği göz önüne alınırsa eğer bu benim battığım ve sittin senede geçse o battığım yerden çıkamayacağım anlamına geliyor. Aah! Ben bu küçük şirineyi sonunda kaçıracağım galiba bana başka şans bırakmadılar. Bu arada senin ufaklıkta doğdu büyüdü şimdi de liseye hazırlanıyor. Çok zeki çocuk hiç ebeveynlerine çekmemiş. Tabii siz ortalarda görünmediğiniz için vaktinin çoğunu benimle geçiriyor olduğunu da göz ardı etmemek lazım. O büyük bir artı sağlıyor haliyle" dedi. Ha ha haa! Bu da ne gıcık bir adam arkadaş bir de bana ömür törpüsüsün diyor. Halbuki evet çok beklettiniz de geç ne destan üstüne destan yazıyorsun!

"Yapma Kenan o kadar da bekletmedik abartmanın da bir dozu var yani"

"Ben Mine'nin iş çıkışında bile bu kadar beklemedim Pembe Panter neyin abartmasından bahsediyorsun sen?"

Ahmet konuşmalarımıza gülüyor da benim hiç gülesim gelmedi. Bu yüzden de kollarımı öndeki koltuklara dayayıp aradan bakarken biraz gıcıklık yapmanın zararı olmaz diye düşündüm ve çaktırmadan Ahmet'e göz kırpıp "Kenan onu bunu bırak da bende acayip bir bilgi var. Haberin var mı bilmiyorum ama bence duyunca hoşlanmayabilirsin" dedim. Yola baksa da bir yandan da dikiz aynasından ne bilgisi dercesine bana bakıyordu. Biraz sessiz kalıp onu delirtmesem olmazdı.

"Eylül..."

"Efendim Kenancığım?"

"İşgüzarlık yapma da söyle ne söyleyeceksen!"

"Şu Mine'nin yolunun üzerindeki spor salonu var ya..."

Bunu der demez aynadan çok ters bir bakış attı. Güleceğim ama gülemiyorum. Kendisinin o salonun sahibi olan Bülent Hoca'ya ayrı bir garezi vardır da. İşte bizler de o garezi bilir ara sıra oradan vururuz Kenan Efendi'yi.

Ciddiyetini bozmadan "Şimdilik var! Bülü'nün salonu kısa bir zamana kadar kepenk indiriyor haberin yok herhalde" deyince şaşırmış gibi yapıp "Aa! Neden?" diye sordum. Alacağım cevabı az çok biliyordum ve o da beni yanıltmayıp boynunu çıtlata çıtlata "Mekan sahibi sizlere ömür olacak pek vakti yok diyorlar. Kaynağımı yabana atma haber alıp alabileceğin en sağlam kaynaktır" dedi. Ahmet mevzuyu bilmediğinden dolayı ona inanarak büyük bir ciddiyetle "Neyi varmış ki?" diye sorup üzüldü tabii. Aman be doktor o iş başka üzme sen tatlı canını!

Işıklarda durunca Kenan bakışlarını yavaşça Ahmet'e çevirdi. Bakışta bakış hani! Tam lafa atlayıp sorusunu "Haset yaratan baklavaları tepe attıran şöbiyetleri var" diyerek yanıtlıyordum ki Kenan sözümü bastırıp Ahmet'i aydınlatarak "Henüz neyi olacağına karar vermedim. Ben genelde o an ki duygu durumuma göre doğaçlama takılmayı severim. Kurgulama yapınca işi çok prodüksiyonlu hale getiriyorum hem vakit kaybı oluyor hem de Mine duyunca çok kızıyor. Ama her türlü çok sanatsal bir çalışma olacağından emin olabilirsin" dedi. Doğaçladığı ve kurguladığı işlerin boyutuna şahitlik ettiğimden dolayı itiraz edemedim.

Araba yeniden hareket ederken Kenan'ın "Ee! Hadi söyle neden açıldı bu oksijen israfı yaratan Bülü'nün konusu?" demesiyle konuyu hatırlayıp "Şimdi Mine böyle çıtı pıtı doğal fit bir kız ya..." dedikten sonra onun bozularak "Eeeee!" demesiyle de sözüme devam edip "İşte bu Bülent Hoca da sanki kendi spor salonunun ürünüymüş gibi olsun diye kıza özel üyelerinden biri olması için teklifte bulundu. Haftada birkaç gün gitsin gelsin ortalarda görünsün istiyor. İndirimin de gözünü çıkardı. Biraz daha sıksa ikimizden de hiç ücret almayacaktı" deyiverdim.

Ciddi ciddi gözleri döner gibi oldu. Yalnız Bülent Hoca değil de ben biraz gözünü çıkardım galiba. Keşke bu kadar süsleme bezeme yapmasaydım. Adam alt tarafı bize birer kart verdi o kadar. O da benim meraklı gözlerle içeride olanları izlemem yüzünden oldu. Neyse canım bizim olayımız neydi? Pilavdan dönenin kaşığı kırılsındı. Kırılsın be!

"Ben onu çıtı pıtı derken pata küte indireceğim belli oldu!"

Kısa bir süre sessiz kaldı ama o süre içinde aklından neler geçtiğini halinden tavrından anlamış bulunduk. Doğaçlama değil kurgusal takılacak belli oldu. Adamın başına bir şey gelmeden bir ara bu durumu düzelteyim ben. Neyse Mine'yi görünce yumuşar o sırada aradan çıkarırım. Yüzümü gözümü şekilden şekile sokarak "Fazla detaya girdim olmadı değil mi?" dediğimde Ahmet elimi tutup "Fazla mı? Masum adamı ipe götürür seri katili ipten çekersin Eylül" diyerek beni yanına çekti. Evet o getir götürü yaparım galiba öyle görünüyor.

Biz Ahmet ile kendi aramızda konu üzerine konuşurken Kenan da gergin bir ses tonuyla "Yalnız Ahmet senin yerinde olsam o kadar da rahat olmazdım" dedi. Ooo! Sindirimi tamamlayıp karşı atağa geçiyor demek!

"Neden rahat olmazdın?"

"Belli ki konuşmada kaçırdığın detaylar olmuş. Biraz daha sıksa ikimizden de ücret almayacaktı dediğine göre seninki de Bülü'yü ziyaret etmiş. Doğumdan sonra eski formuna o kas yığınına giderek dönmeyi planlıyor herhalde. Belki de hamile pilatesi denen o zırvalıkla başlarlar. Şimdiden davul gibi oldu ya anca toparlar kendisini"

Densiz ne olacak! Koluna "Sensin davul gibi!" diyerek bir tane patlatırken Ahmet'te alaycı bir gülüşle "Nedense bu konuda Kenan'a güvenmem gerektiğine inanıyorum. Adamda hoşlanmadığı bir şey olmuşsa bence konu kapanmıştır. Çok istiyorsanız başka bir spor salonu buluruz" derken benimle göz göze gelince ne hikmetse bir anda dilinin bağı sıkıştı. Dua etsin şu an sadece dilinin bağında sıkıntı var. Gerçi birazdan başka yerinde de olacak ya şansına küssün artık!

Buluruzmuş!

Bu onların onay vermediği yere gidemiyoruz mu demek oluyor şimdi?

Bu ikisi halt etmişler onu!

Ahmet'in gözlerinin içine sevgiyle bakarken dizini baş ve işaret parmaklarımı kullanarak mengeneye takmış gibi sıkıştırıp bir yandan da "Ne dedin canım? Ağzında bir şeyler geveliyordun duyamadım da" dedim. Doğru noktalara basınç uyguladığımdan ötürü bacağı kımıldayamaz hale gelince yüzü gözü şekilden şekile girdi tabii. Bu diz sıkıştırma hareketini de bir konuşma sırasında diziyle oynarken tesadüfen keşfettim. Tik gibi bir şey herhalde. Bunu yapınca alnında "Aradığınız doktora ulaşılamıyor" yazısı çıkıyor.

Elini dizindeki elimin üzerine koyarken bir yandan da canı yanarmış gibi bakıp "Konu beni pek açmadı. Bir an önce gidip yemek mi yesek acaba? Malum yoldan geldim uçaktaki yemeklerde damak tadıma uygun değildi" dedi. O nereye kaçtığı meçhul olan sesini sevsinler doktor!

"Kıyamam çok mu acıktın?"

"Çok acıktım. Nezaket Hanım'ın kurduğu o aşık olunası sofralardan birine daha oturmak için can atıyorum"

"O zaman yarın sabaha kadar sabredeceksin çünkü şimdi direkt Tolgaların yeni evine gidiyoruz. Bu sefer yemekleri Mine ile beraber yaptık Nezoş'a da kahvaltıya davetliyiz"

"Aa! Gideriz tabii ki hayatta kaçırmam. Sen bana ne yaptın peki? Umarım dışarıdan söylememişsinizdir"

"Olur mu canım sen geliyorsun diye özenip bezenip zıkkımın kökü çorbası yaptım. Sevdiğin gibi karabiberini bol tutup üzerine de bol kırmızı biberli tereyağı gezdirdim parmaklarını yiyeceksin"

"Ispanak köküdür o"

"Senin umuduna sıkı sıkıya sarılan iyimserlik abidesi bir doktor olduğunu unutmuşum ama hiç heveslenme çünkü bu bildiğin zıkkımın kökü çorbası oldu. Yapımı biraz çetrefilliydi de bir yerden sonra kafam attı haliyle"

"Başlangıcı gördükten sonra başka ne var demeye korkuyorum ama bu merak yok mu bu merak inan çok başa bela bir şey"

"Senin başına neler gelebileceğini bilmene rağmen yine de bu yeniliklere açık tavrını çok seviyorum biliyor musun? Hiç böyle çıkıntılık etmiyorsun çok uyumlu adamsın"

"Karşımda uyum sağlamaya gönüllü olduğum bir kadın var da ondan"

"Tabii bir de mevzu bahis olan yemek olunca..."

"Yüzde elli elli diyelim. Patatesli peynirli yumurtandan da var mı?"

"O yok ama geçen gün bizim Yelda'dan harika bir tavuk tarifi öğrendim. Emre'ye yapmış adam iki gün kendisine gelememiş. Gözü ne konsol oyunu görmüş ne televizyon görmüş. Bayağı süs bitkisi gibi oturmuş koltuğunda Yelda ne derse de sen bilirsin hayatım diyormuş. On numara koca mı desem yoksa bir kocanın hazin sonu mu desem bilemedim"

"Ooo! Epey sert bir şey geliyor demek. Sen şimdi kendinden de bir şeyler kattın haliyle"

"Katmam mı? Manitam geliyor olacak o kadar"

"Nedense aklıma ilk gelen ziftin peki çeşnili pıtırcık tavuk oldu"

"Süpermiş! Bunu bir ara yapayım mı ne dersin?"

"Senin elinden yemediğim şey kalmadı Eylül onu da afiyetle yerim elbet"

Gülümsememle birlikte sözüne devam ederken iki parmağıyla aniden kalbime dokunup "Yeter ki içine bana ait olan sevginden birkaç tutam kat" dedi ve hemen ardından da "O güzel ellerin değsin yiyeceğim her bir lokmaya" diyerek hangi ara tuttuğunu anlayamadığım elimi öptü. Onu takip ederken hiçbir şey diyemedim zaten o da hiç hız kesmeden ellerimizi kenetleyip sözünü de "İçinde ne olduğunun bir önemi yok. Yeter ki boğazımdan her geçişinde onu beni düşünerek yaptığını hissedeyim. İşte o zaman ziftmiş zıkkımmış oymuş buymuş hepsi bal börek gibi gelir bana" diyerek sonlandırdı.


asffhgjklş.jpg


Yine sadece gülümseyip sustuğum anlardan birini yaşıyorum. Ne yapıyor ediyor alakasız bir mevzudan bir yol bulup yine kalbime ulaşmayı başarıyor. Ama ben de değişiyorum galiba. Mesela artık o yollardan hiçbir engele takılmadan geçmesine izin veriyorum. Ayağına tek bir taş bile değsin istemiyorum. Sadece o yolu temizleyip bana doğru gelişini izliyorum. Güzel bir görüntü çıkıyor karşıma... İçimde yeniden çiçekler açtıran etrafta kelebekler uçuşturup güneşe karşı gözlerimi zar zor açtığım ama yine de onu görebilmek adına kendimi bakmaya zorladığım bir görüntü.

Bunları söyleyince aklıma ne geldi biliyor musunuz? Bana aylar aylar önce "Seni gerçekten hak etmişsem o kalbin yolunu bulur yaşaması gereken tüm güzellikleri de yaşatırım ona" demişti. Ben de ona değil belki ama gıyabında kendi kendime "Nasıl başardın bilmiyorum ama o gizli saklı köşelerde gizlenmiş olan kalbe bir adım daha yaklaştın. Eğer sonunda her şey vaat ettiğin gibi olacaksa umarım o kalbi içinde hâlâ yaşam belirtileri taşırken bulursun" diye diye onun yanından ayrılıp eve gitmiştim.

Ne yaptı ne etti buldu o kalbi. Hem de içinde hiçbir yaşam belirtisi yokken buldu ama buna rağmen doktor ya yılmadan bir an olsun vazgeçmeden yaptığı kalp masajlarıyla ümitlerin kesildiği o ölü kalbi yeniden hayata döndürmeyi başardı. Hem de öncekinden bile daha sağlam şimdi çünkü eski Eylül'ün kalbi o. Hiçbir yara almamış kırılmamış yıpranmamış o aşkta gözü kara olan ele avuca sığmaz kızın kalbi.

"Eylül..."

Daldığımı fark edip bozuntuya vermeden "Ne oldu?" dediğimde bana ön tarafı işaret edince ne olduğunu anlamadan Kenan'a doğru baktım ama karşımda koca bir boşluk vardı. "Nereye gitti bu?" dememe kalmadan da evin bulunduğu sokakta olduğumuzu anlamam uzun sürmedi. Allah seni bildiği gibi yapsın Kenan! Bizi yolun ortasında öylece bırakıp gitmiş iyi mi!

Kuşkulu gözlerle Ahmet'e bakıp "Onu giderken gördün mü?" diye sordum ama tam da tahmin ettiğim gibi başını iki yana sallayarak görmediğini söyledi. Of! Kesin konuşmalarımızdan fenalık geçirdi ondan sessiz sedasız çekip gitti. Şimdi de içeriye girer girmez yine destan yazmaya başlayacak.

Şoför ansızın ortadan kaybolunca aracı evin önüne Ahmet çekmek zorunda kaldı. Arabanın kapısını açıp kendi kendime pozitif enerji yüklemek için "Bugün hiçbir şey canımı sıkamaz! Kenan bile..." dedikten sonra Ahmet ile eş zamanlı olarak araçtan çıktık. Ben kapıyı kapatıp eve doğru yürüyordum ama onun gelmediğini fark edince durma ihtiyacı hissedip arkamı döndüm. Yaaa! Ama bu "Ben bir halt ettim ama şimdi nasıl açıklayacağımı bilemiyorum" bakışını biliyorum ben! Yine geçen seferki gibi yüreğime indirirsen seni öldürürüm Atahan!

Ellerimi belimin iki yanına koyup onun yanıma gelişini izlerken bir yandan da "Canımı sıkacaksın değil mi? Kesin ondan böyle bakıyorsun" diye sordum. Yüzü gözü hâlâ duracağı noktaya karar verememişken "Ahmet!" dediğimde bir çırpıda durumu açıklayıp "Hatırlarsan sana İzmir'de yaşayan tanıdıklarım olduğundan bahsetmiştim. Beni bu akşam evlerine davet ettiler ama fazla kalmayı düşünmüyorum sadece bir saat o kadar" demez mi? Evet canımı sıkacakmış gerçekten. Tanıdık dediği kişilerin kimler olduğunu hatırlıyoruz değil mi? Cilveli Köstebek'in ailesinden bahsediyor.

"Bu davetin bir sebebi olmalı"

"Doğum günü münasebeti ile diyebiliriz"

"Kimin doğum günüymüş o? Sakın bana Cilveli Köstebek'in pastasından çıkacağım deme fena bozuşuruz!"

"Kardeşinin doğum günü"

"Onun bir kardeşi mi var? Umarım ablasına zerre kadar benzemiyordur"

"Neva daha duygusal daha sakin ve daha içine kapanıktır ama tanıyınca seveceğine eminim. Bu arada benimle gelirsin değil mi? Dediğim gibi fazla kalmayı düşünmüyorum pasta kesildikten sonra hediyemizi verir kalkarız"

Benimle gelirsin mi dedi o? Sanki kendi gidebildi de bir de benim gelip gelmeyeceğimi merak ediyor. Hem niye gelecekmişim niye o kundakçının kardeşini tanıyacakmışım canım ne münasebet!

Ahmet tedirgin bir halde benden cevap beklerken tek gözüm seyire seyire "Şu yaşıma kadar bir tane Üstündağ tanıdım o da her türlü burnumdan geldi. Şimdi sen benden içinde birden fazla Üstündağ bulunan bir eve gönül rızamla gelmemi mi istiyorsun yani?" dediğimde suskun kaldı. Benden ne istediğinin farkında mı o? Hayır yani ben gelsem o kadın beni görünce arıza çıkarır o arıza çıkarırsa da ben coşarım bilmiyor mu bunu?

O bana ben ona birbirimize bakıp kaldık. Aklından ne geçiyor bilmem ama ben bu işten hiç hoşlanmadım. Bir soru sorduğumu hatırlattığımda ellerimi sıkı sıkı tutup gözlerime kırma beni dercesine bakarak "Bunu benim için yapmaz mısın?" deyince tam aksilik edecektim ki bu sefer de benim dilim bağım birbirine dolandı. Onun benim için göğüs gerdiği şeyleri düşündükçe o dilin bağı da bir türlü gevşemedi. Adam benden kırk yılın başında bir şey istedi ama bunu da en olmayacak kişinin üzerinden istedi. Of! Yapma bana bunu be doktor!

"Ahmet senin aklın bunu gerçekten alıyor mu?"

"Eylül..."

"O kadının hem Merallere hem de bana yaptığı şeyi hâlâ unutamadım ve inan bana bunların acısını ondan çıkaracağım günü iple çeker haldeyim ama sen şimdi kalkmış bana birlikte kutlama yapıp pasta yemekten bahsediyorsun. İstersen o köstebekle sırt sırta verip dilli düdük üfleyerek doğum günü hatırası da çektireyim!"

"Ben oraya bir şekilde gideceğim Eylül ama yanımda sen de ol istiyorum. Yarın öbür gün orada ne yaşandığını bilmediğin için duyabileceğin herhangi bir sözle ilgili kafanın karışmasına müsaade edemem"

"Kadına sen bile güvenmiyorsun ama yine de onun için ailesinin yanına gitmeye kalkıyorsun"

"Ben oraya Neva için gitmek istiyorum. Bir önceki doğum gününe takip etmek zorunda olduğum hastalarım olduğu için gidememiştim ve ona bir sonraki doğum gününe geleceğime ve onunla dans edeceğimize dair bir söz vermiştim"

"Kaç yaşında bu kız?"

"Yirmi olacak"

"Yirmi mi? Bir de gözümün önünde daha önce hiç görmediğim genç bir kızla salına salına dans mı edeceksin Ahmet? Unut bunu çünkü bu hiç iyi bir fikir değil!"

Yanından hızla ayrılıp Rüya uyuyordur diye kapıyı tıklattım ama tam o anda da Ahmet bana "Neva yürüyemiyor Eylül" dedi. Ben söylediğini algılamaya çalışırken Mine kapıyı açtı ama konuşmamız sonlanmadığı için kız ağzını bile açamadan "Birazdan geliyoruz" deyip kapıyı geri kapattım. Arkamı döndüğümde ben sessiz kaldım Ahmet'te sözüne devam etti.

"Ne Neva ne de Derya bu konu hakkında hiç konuşmaz ama annelerinden öğrendiğim kadarıyla küçükken abla kardeş odalarında otururken bir anda ne olduysa koşuşmaya başlamışlar. Neva dengesini kaybedip merdivenlerden yuvarlanmış. Derya da onu düşmeden önce tutamadığı için kimseye belli etmemeye çalışsa da hep kendisini suçlamış"

"Yürüme şansı yok mu?"

"İki kez ameliyat olmuş uzun süredir de fizik tedavi görüyor ama şu an en büyük sorun yürümek için istekli olmayışı yoksa doktorları gayet umutlular"

"Yürümek istemiyor mu? Ama neden?"

"Yürüyebileceğine inanmıyor herhalde"

"Sormadınız mı?"

"Dedim ya ikisi de bu konuları hiç konuşmuyor"

Ahmet'e bakarken aklımdan bir dünya şey geçti. Hepsi de bu Cilveli Köstebek'e neden diş bilediğimi hatırlatıcı şeylerdi ama yine de tüm bu olumsuz şeylere rağmen kararımı etkileyen Neva olduğu için "Tamam gelirim ama hediyesini ben seçeceğim. Aa! Sen de boş elle gitme pastayı al çünkü pastanın sponsoru o Cilveli Köstebek olursa büyük ihtimalle ben ağzıma bile koymam sonra hadi ye yok yemem derken ortam buz keser" dedim. Gülümsedi. O gülüşü görünce karşılık vermeden edemedim.

rtgykj.jpg


Güldüm ama hemen arkasından da işaret parmağımı yüzüne doğru uzatıp "Bak ben edebimle gider gelirim ama o kadın damarıma basarsa söylediği hiçbir şeyi yiyip yutmam onu da evlerinin önüne korkuluk niyetine diker öyle giderim" demeyi ihmal etmedim. Yaparım çünkü benim böyle anlarda sağım solum pek belli olmaz.

Ahmet gülümsemeye devam ederken aynı anda da bana sarılıp merak etmememi çünkü hem kendisinin hem de ailesinin önünde bana sözlü bir saldırı yapmaya cesaret edemeyeceğini söyledi. Onu bunu bilmem ben uyarımı yapayım da sonra niye böyle oldu demesin. Adam bir ipin üstüne ellerinde ateşli çubuklar bulunan iki cambazla aynı anda çıkıp o sırada da ayakta kalabileceğini sanıyor iyi mi!


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Beni hiç şaşırtmadı çünkü her ne kadar sert mizaçlı bir kadın olsa da onun kalbinin yumuşacık olduğunu biliyorum. Sadece bunu insanın gözüne gözüne sokmayı sevmiyor o kadar. İyi bir şey yaparken bile bunu agresif sözlerle dile getirmesi hep bu iyi yönünü perdeleme isteği yüzünden.

Konuyu tatlıya bağladıktan sonra evin kapısına yaklaşıp yavaşça tıklattık. İçeriden de "Kenan uyuyan çocuk öpülmez. Allah aşkına çekil başından zaten zor uyuttum!" diyen Mine'nin sesi geliyordu. Sesteki tonlamanın tam tersine Mine güler bir yüzle kapıyı açıp "Hoş geldiniz! Hadi içeriye girin yemekleri ısıttım soğumasınlar" dedi. Birbirimize sarılırken "Anneannem pazılı börek yapmış dedeme götürürken bize de bir tabak getirdi. Sana çok selamı var" demesine Eylül'ü azıcık kızdırmak için "Nezaket Hanım da olmasa aç kalacağız" diyerek cevap vermem gerçekten şimşekleri üzerime çekti.

Eylül'ün ters bakışlarının kurbanı olurken o da o güzeller güzeli gözlerini gözlerime dikerek "Ben gidip yemeklerin tuz ve baharat oranını bir kontrol edeyim. Böyle rahat rahat konuştuğuna göre az gelmişler belli ki" dedikten sonra mutfağa geçti. Eyvah! Yine basacak karabiberi bütün geceyi ayakta geçireceğim.

Ceketimi çıkarıp astıktan sonra ellerimi yıkayıp mutfak kapısının kenarından Eylül'e doğru bakmaya başladım. Onu yemeklerin başında bulacağımı düşünürken o dolaptan çıkardığı limonatayı sürahiye döküp üzerine de tatlı gelmiş olacak ki su ekliyordu. Limonata yapmayı Nezaket Hanım'dan öğrenmiş ve şimdi de her hafta sonu benim için yapıp dolaba koyuyor. Tabii o senin için yaptım demiyor ama ben anlıyorum bu hazırlığın benim için olduğunu.

Geleceğim için ne kadar heyecanlandığını da son gün beni görecek olmasının mutluluğuyla uykularının nasıl kaçtığını da şu yemekleri yapabilmek için nasıl harıl harıl tarif araştırdığını ve bunun için arkadaşları Yelda'nın çenesine bile katlanmak zorunda kaldığını da biliyorum. Beş gün boyunca burada olamasam da onunla ilgili her şeyi biliyorum çünkü laf aramızda Mine bana bilmek istediğim ne var ne yoksa Eylül'e çaktırmadan anlatıyor. Sakın bunları Ahmet'e söyleme demediğine göre ortada etiksel açıdan hiçbir sorun yok bence.

Kenan su getirmek için mutfağa girince ben de salona geçtim. Eylül ile yolun ortasında bırakılma konusunu konuşmaya başladıklarını duyar duymaz da hemen peçeteleri yerleştiren Mine'ye yaklaşıp "Haftalık gözlemlerini alayım mı? Mesela Eylül'ün hamileliği nasıl gidiyordan başlayabiliriz. Çarşamba günü doktor randevusu vardı gidip gitmediğini sorduğumda gittim deyip hemen lafı değiştirdi. Bana söylemediği bir sorun yok değil mi?" diye sordum. Peçeteleri hızlı hızlı yerlerine bırakıp aynı benim yaptığım gibi mutfak kapısına baktı. Anlatacağı epey şey var galiba.

"Her şey yolunda hiçbir sorun da yaşamıyor merak etme. Sadece bebeğin tekmelediğini hissettiğinde yüzü düşer gibi oluyor sonra da hiçbir şey olmamış gibi ekstra bir neşeyle bunu kapatmaya çalışıyor"

"Şu durumu neden aşamıyoruz anlayamıyorum"

"Direniyor ama bebeğini kucağına alıp yüzünü gördüğünde artık daha fazla direnemeyecek"

"Yemek sırasında isim konusunu açalım. Hatta ben Meral'i öne sürüp açarım. Bebeğe isimler önerelim ortamı biraz neşelendirelim zaten bu gibi durumlarda Kenan'ın ağzı iyi laf yapıyor Eylül bozulsa da hızlıca toparlar"

"Olur tamam yapalım. Bu arada dün beklenmedik bir gelişme oldu"

"Ne gibi?"

"Dün sabah işe giderken Ferda teyzeyi gördüm. Konuşmak için sokağın başında beni bekliyordu"

"Neden seni bekliyormuş?"

Gergin bir bekleyişin ardından Buğra'nın ailesini aradığını öğrenince kemiklerim birbirine girmedi diyemem. Geri dönüp Eylül'ü yine stres altında bırakacak huzursuz edecek diye çok endişeleniyorum. Umarım düşündüğüm gibi değildir.

Sorumun ardından Mine bir kez daha kapıya doğru bakıp "Ailesine bebeği söylemiş. Bununla da kalmayıp Eylül'ün son ayları olduğu için onunla ilgilenmelerini ve yalnız kalmaması için de destek olmalarını rica etmiş. Gerçi ben en çok rica etmesine şaşırdım. Kaçarken o taş kafasını bir yerlere vurup çatlattı herhalde" deyince rahatladığımı hissettim çünkü bunun kötü bir şey olduğunu düşünmüyorum.

"Eylül bu konuşmadan haberdar mı?"

"Sen geleceksin diye o kadar neşeliydi ki morali bozulmasın diye söyleyemedim ama Ferda teyze en yakın zamanda onunla konuşmak istiyor"

"Eylül'e ailenin durumu bilmesinin iyi olacağını söylemiştim ama hakkında ne düşüneceklerini bilemediğini söyleyip bunu kabul etmemişti. Sen ne hissettin yani sana göre Ferda Hanım'ın yaklaşımı nasıldı?"

"Ferda teyze zaten çok tatlı lokum gibi bir kadın sen de görmüştün biliyorsun. Konuşurken gözleri hep dolu doluydu. Ela'nın yaşadıkları yüzünden yeteri kadar boyunları bükülmüş şimdi bir de Eylül'ü öğrenince oğlumuz ikisinin de hayatını mahvetti diyerek iyice yıkılmışlar ama öyle Eylül'e bir tepki falan yok. Aksine Eylül artık bizim de kızımız derdi tasası varsa düşünmeden gelsin bize diyor. Tamer amcayla da konuşmuşlar torunları soyadlarını alsın onları dede ve babaanne olarak bilsin bu eksikliği yaşamasın istiyorlarmış"

Ailenin olumlu bir tavır içinde olmasına sevindim. Keşke Eylül şu soyadı konusunda diretmese de kabul etse. Konusu bir kez açıldı onda da kâti bir kararla Acar olacak dedi sonra da kimseyi bu konuda bir daha konuşturmadı. Ama bu çocuk büyüyecek ve o zaman sıkıntısını da o çekecek. Çekmesi temennim değil ama olacak olan bu. Umarım ailenin tavrı kararını değiştirmesini sağlar.

Mine'nin söylediklerine cevaben "Bana göre de en doğrusu bu" dedikten sonra tam "Babasının geri dönüp dönmeyeceği bile belli değil. Eylül ister kabul etsin ister etmesin bu çocuğunun hayatında çok büyük bir boşluk yaratacak. İzmir'de yaşıyor olsalar dahi babasının akrabalarıyla ilişkisini sürdürmesi önemli. En azından varlıklarını hissedeceği belli zamanlarda da olsa gördüğü dedesinin ve babaannesinin... " sevgisiyle büyümesinin onun için çok iyi olacağını söyleyecektim ki Eylül önden Kenan arkadan bir anda salona girince sözümü çok alakasız bir şekilde tamamlamak zorunda kalıp "Babagannuş sevgisi bambaşkadır! Çok severim gerçekten efsane bir meze. Durup dururken nereden geldi ki aklına?" dedim. Eylül bana Kenan'da Mine'ye kuşkulu gözlerle bakıyordu ama yine de konuyu kusursuz şekilde çevirdiğimi düşünüyorum.


fdghgjyk.png


Mine de lafı kelalaka bir şekilde bağlamış olmama şaşırdı ama yine de hiç bozuntuya vermeden "Anneannem çok güzel yapar da aklıma oradan geldi. Hadi ama oturun artık sofraya yemekler buz gibi oldu" deyip verdiğim pası harika bir şekilde potayla buluşturdu. Tam da varmak istediğim noktaya parmak bastı çünkü...

........::::::::____::::::::........


"Biz tabaklara böyle pay ediyoruz ama isterseniz yine alın çünkü içeride devamı var"

Eylül ile Mine hazırladıkları yemeklerden tabaklarımıza koyarken biz de içecekleri doldurduk ama gördüğüm kadarıyla Kenan'ın da benim gibi gözü Nezaket Hanım'ın pazılı böreğinde kaldı. Garanti tabak tabii diğerlerinden ne çıkacağı meçhul. Kızlar da inadına gibi onu tabaklara servis etmediler. Karşımızda öyle duruyor nar gibi kızarmış börekler.

İkimiz de gayet kibar bir şekilde peçeteleri açıp emekleri için teşekkür ettik ve tabaklarımıza şöyle bir bakıp dikkat çekmemeye çalışarak birbirimize bir işaret çaktık. Kenan bir eliyle çatalını alırken diğer elini de masaya koyup üçten geriye sayar gibi baş parmağını üç kez masaya vurdu ve tam o anda aldığım işaretle ben "Yanık kokuyor!" dedim o da "Rüya'nın sesi mi o?" dedi.

Eylül mutfağa Mine'de Rüya'ya bakmak için ayaklanıp masadan uzaklaşırken biz de o fırsattan yararlanıp önümüzdeki böreklerden birer tane tabaklarımıza transfer ettik. Tabaklarımızı görmemeleri için de bardaklarımızı ve sürahiymiş ekmek sepetiymiş ne bulduysak açılı bir şekilde araya yerleştirdik. Artık rahatça yemeğimize dönebiliriz.

Kenan şanslıydı çünkü Rüya gerçekten uyanmıştı. Attı tuttu artık darısı başıma demekten başka çare yok. Mine küçük kızı kucakladığı gibi "Kenan sende de ne kulak varmış korkuyorum valla!" diyerek masaya geri dönerken Eylül'de gözlerini devire devire masaya oturup "Senin burnunda performansını kaybetmiş! Bence dönünce sizin hastanedeki kulak burun boğazcıya bir görün daha geçen hafta eve girer girmez menüyü baştan sona saymıştın" dedi. Burunda sorun yok mevzu derin Eylül Acar!

Gülümseyip fark ettirmemeye çalışarak böreği yemeye başladım ama çatalıma bulaşan mezeler damağımda ciddi anlamda lezzet patlamasına neden olunca gözüm börekmiş pazıymış görmedi. Anlayacağınız tabağın geneline yayılmam uzun sürmedi. Kenan'a bakıyorum da o da benden farklı değil. Lokmasını çiğnerken gözleri de Eylül ile Mine'nin arasında kuşkulu kuşkulu geziniyordu. Biz kızları biraz fazla hafife aldık galiba.

Şaşkınlık içinde yemeklerin mükemmel olduğunu söylediğimde Mine tüm nezaketi ile teşekkür edip çoğunu Eylül'ün yaptığını söylerken Eylül'de önce beni baştan aşağıya süzdü sonra da hafifçe yaklaşıp "Umulmadık taşım ben doktor! Çok fena baş yararım şaftın kayar toparlayamazsın!" dedi. Önce yemekler sonra da bu uğruna ölünesi göz süzüş derken kaymadı dersem zaten yalan olur.


fyguyhjkl.png


Eylül'ün elini tutup avucunun içini öperken Mine "Sen de bir şey söylesene Kenan afiyet olsun ama anca yiyorsun" deyince Kenan boş bulundu herhalde "Pazılı böreği tek geçerim" dedi ve hayatının hatasına imzasını attı. Bu sefer de o benim kadar şanslı değildi çünkü masanın altındaki sert kıpırtının ardından Kenan'dan acı dolu bir bağrış yükseldi. Tabii sonrası malum...

"Ağabey ben cidden düşün düşün kafayı oynatacağım! Bu yer mantarının boyu 1.55 ya var ya yok o savurduğu tekmeler oturduğu yerden her seferinde bana nasıl ulaşıyor biri bana bu bilinmezliği mantıklı bir şekilde izah etsin!"

"Sevimsiiiz! Sensin yer mantarı!"

"Mine senin gözlük zamanın bayağı geçmiş 1.90'lık yer mantarı mı olur?"

"Bir kere benim boyum 1,55 değil!"

"Evet topuklu giyince daha bir gözle görünür oluyorsun ve aslında bu benim işime geliyor çünkü kalabalığın içinde boncuk gözlü Küçük Chucky'min nerede olduğunu sadece ben bilebiliyorum"

"Yılışma da kalk!"

"Nereye?"

Mine çocuğu yakınım diye bana verip kulaklarını kapatmamı istedi ve Kenan'ın yanına gittikten sonra yakasından tuttuğu gibi "Cehennemin dibine! Seninle başka bir yere gidilmediğini bunca sene içinde öğrendim herhalde!" diyerek ayağa kaldırdı. Kenan'ın da halinden memnun olduğunu "Aah! Bu yıllar geçse de seninle o cehennem ateşinde yanmaya devam edeceğim mi demek oluyor? Beni her daim etkilemeyi başarmışsındır vahşi şey!" demesinden anlayınca Eylül de arkalarından "Çabuk dönün oyalanmayın içeride! Gelirken de tatlıları getirin. Duydunuz mu?" diye bağırmak zorunda kaldı.

Onlar kendi aralarında dalaşırken ben de Rüya'nın tatlılığına daha fazla kayıtsız kalamadım. Göz göze gelince hemen de gülmüyor mu? Abartısız söylüyorum gördüğüm en güzel bebekler sıralamasında ilk üçe rahat girer. Yemekten sonra Kaan ağabeyinin onun için gönderdiği resmi ve oyuncağı unutmadan versem iyi olacak.

........::::::::____::::::::........

"Tatlılar hazır ama Kenan'ın kızarmak için hâlâ 10 dakikaya ihtiyacı var"

Bir yandan gelen fırın sütlaca göz atıp bir yandan da Rüya ile konuşuyordum ve o an isim mevzusuna giriş yapmak için hiç de fena bir an olmadığına kanaat getirip "Rüya biliyor musun Kaan ağabeyinin bir erkek kardeşi olacakmış" dedim. Eylül'ün bakışları bana doğru dönünce büyük bir gururla elimi uzatıp "İddia bizim!" dediğimde Eylül de elime çakıp "Şaka yapıyorsun! Telefonda neden söylemedin? Meral de bana bir şey söylemedi" dedi. Meral söylemedi çünkü tembihli demek isterdim ama maalesef biraz keyfi kaçık çünkü bebeğin erkek olacağını öğrendikleri gün kemoterapinin ilk dozunu aldı ve şu aralar hem yorgun hem de bebeği için hiç olmadığı kadar endişeli. Şimdilik Eylül'e bundan bahsetmesem iyi olacak yoksa morali bozulup Meral'i aramak için masadan kalkacak.

Rüya'nın bana doğru uzattığı elini öpüp "Bu güzel haberi kazanan taraf olarak sana ben vermek istedim. Malum onlar kız olacak hissediyoruz diye tutturdukları için henüz şoku atlatamadılar. Bir de bebek arabasını ve tur bisikletini bize kaptırdılar tabii" dediğimde Mine hemen Kenan'ı bırakıp bana doğru döndü ve yeniden attığım pası potayla buluşturarak "Ee! İsim falan düşünmüşler miydi peki?" dedi. Biz bu küçük baldızla çok iyi anlaşacağız belli oldu. Yeter ki Eylül uyanmasın yoksa yekten yanarız.

"Kız olursa Zülal olacaktı. Annemizin ismi..."

"Ne kadar güzelmiş"

"Ama şimdi Kaan Bey'in isteğiyle kardeşinin adı Barış oldu. Barış Atahan!"

"Sevdim soyadınızla çok uyumlu olmuş. Aferin Kaan'a!"

Biz topu Eylül'e atmak için birbirimizle paslaşırken sürpriz bir oyuncu olaya dahil olup "Seninkinin adı ne olacak Eylül? Doğuma az kaldı bence artık karar vermen lazım" demez mi? Mine ile aynı anda önce Kenan'a sonra da donuk bir ifadeyle ona bakan Eylül'e baktık. Sessizlik uzadı ve müdahale gereği hissedilmesi de kaçınılmaz oldu. Bu yüzden de önce ben bir öneride bulundum sonra da Mine derken bir anda Eylül bize dahil olmasa da üçümüzün arasında kızlı erkekli isimler havada uçuşmaya başladı. Gerçi ben erkek olacağını çoktan öğrenmiştim ama Eylül anlamasın diye bozuntuya vermeyip araya kız isimleri de serpiştirdim.

İsim aramaya yılmadan devam ettik ama bu süre içinde gözlerimi Eylül'ün üzerinden ayıramadım. O da ağzını bile açmadan sabırla bizi dinledi ama en son Mine'nin "Of! Keşke kız mı yoksa erkek mi olacağını bilseydik ona göre isim düşünürdük" demesiyle yerinden kalkıp masadan uzaklaştı. Gidişini izlerken içimden bir şeyler koptu sanki ama sonra bir şey oldu. Tam salon kapısından çıkacakken aniden durup bize doğru döndü.


dsfghjk.gif


Gözleri dolmak istiyor ama o buna karşı koyuyor gibiydi. Biz de sözleşmiş gibi sessizce tüm dikkatimizi ona verdik. Başını dikleştirip gözlerini önce Kenan'a sonra Mine'ye en sonda bana çevirdikten sonra büyük bir kararlılıkla "Yiğit olacak. Yiğit Acar! Umarım büyüdüğünde babasından aldığı genlere meydan okuyacak kadar güçlü insanların mutluluklarına gölge düşüremeyecek kadar yürekli ve onunla gurur duymamı sağlayacak kadar da adı gibi mert bir adam olur" diyerek hepimizi şaşkına çevirdi.

Öğrenmiş! Bilmeyi kâti sûretle reddetmiş olsa da bebeğin cinsiyetini bir şekilde öğrenmiş. Hatta bununla da kalmayıp ismini bile seçmiş. Bu nasıl oldu bilmiyorum ama umarım öğrenmeyi de kendisi istemiştir. Her halükârda sahneyi devralmamın zamanı gelmişe benziyor. Bebek arabasını seçerken alışveriş konusunda ipin ucunu biraz kaçırsam hiç fena olmaz.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst