Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.780
Tepki
84.439
Puan
113
Konum
İstanbul
gfghjk.png


59.Bölüm : Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı doktor!

........::::::::__Eylül__::::::::........

Malum şahıstan gelen hediye krizi sebebiyle Ahmet ile aramızda küçük bir sürtüşme yaşanmış olsa da yine de buna rağmen çocukların gülüp eğlendiği büyüklerin de uzun zamanın ardından birlikte keyifli vakitler geçirdiği bir gün oldu.

Akşam saatlerinde Sinan kızını eski eşine bırakması gerektiği için kızı ve Berna ile birlikte erken ayrıldı biz de tüm aile olarak güzel bir ziyafet çektik. Selim dedenin "Hadi bakalım hareketlenin efendiler! Kızlarım bütün gün yoruldu yakın mangalı da şimdi de sizin elinizin marifetini görelim" demesi bizim mangalsever beylerin gözlerini ışıldattı tabii. Ahmet Selim ile et alışverişine gitti Kenan ile Tolga mangalı yakma işini üstlendi biz de kızlarla mutfağa girip birlikte mezeleri ve salataları hallettik.

Bahçedeki büyük masaya kurulduğumuzda gözlerimi Ahmet'ten alamadığım çokça anlar oldu. O kalabalığın içinde o kadar mutlu ve neşeli görünüyordu ki adeta küçük bir oğlan çocuğu gibiydi. Oturduğu yerden herkese yetişmesi de ayrı bir olaydı. Hiçbir konuyu kaçırmayıp masanın başındaki sonundaki herkesin sohbetine dahil oldu. Tabii ara sıra sağlığını düşündüğü için titizlendiği dedesinin gazabına da uğramadı değil ama yine de tatlı tatlı atışmaları ortamı daha da neşelendirdi. Kalabalık aile ortamını sevdiğini bilirdim ama birebir yaşayıp görmek farklı bir etki bırakıyor.

Ama ne yalan söyleyeyim benim de çok hoşuma gitti. Oturduğum yerden hangi yanıma baksam mutluluktan gözlerinin içi parlayan sevdiklerimi gördüm ve bu da beni en az Ahmet kadar mutlu etti. Kötü günleri atlatan Meral ile Selim zaten evli mutlu iki çocuklu. Ela ile Tolga da Kenan'ın askerlik macerası başlamadan hemen önce evlendi ve artık kızlarıyla birlikte aynı çatının altında birleştiler. Ee! Bizim ele avuca sığmaz küçük Gürsoy da sonunda taktı küçük Şirine'sinin parmağına nişan yüzüğünü düğün çanları da askerden döner dönmez çalacak daha ne isteriz ki? Ah be! Keşke araya kilometreler girmemiş olsaydı da her zaman bir arada olabilseydik.

Kenan'ın yarın gidecek olmasından dolayı Ahmet ile ağız birliği yapmışız gibi bizim gençleri allem edip kallem edip bu akşam yatıya bıraktırdık. İlk başta Selim ile Meral kalabalık olmamızdan ötürü biz yarın sabah erkenden geliriz dese de hem bizim ısrarımız hem de Kaan'ın çok istekli olmasından dolayı fazla direnemediler. Ama ne yapalım? Hazır hep bir araya gelmişken bol bol vakit geçirelim istiyorduk şimdi birimiz eksik olursa olmazdı.

Aile büyüklerimizi evlerine geçirip salona kurulduktan sonra biz Ela ile çayları hazırladık Mine ile Meral'de annemle atıştırmalıkları halledip tabakları masaya dizmeye başladı. Beyler derseniz eğer onlar bir cengaverlik edip çocukları biz uyuturuz siz işinize bakın tavrındaydı. Bizim de canımıza minnet tabii.

Ela çayları bardaklara doldururken boş durmayıp sehpaları çıkarmak için salona gittim. Ahmet ortalarda olmadığı gibi herhangi bir yerden sesi soluğu da çıkmıyordu. Yiğit'i odasına çıkardı herhalde diye düşündüm ama gözlerim salonu turlarken benim küçük böcüğümü pencere kenarındaki okuma köşesinde Tolga dayısının kucağına yayılmış fosur fosur uyurken buldum. Evladım ahtapot musun ya? Al ayağını adamın ağzına sok bari o nasıl bir uyuyuş şeklidir anlamadım.

Tolga'nın yanına gidip "Sen mi uyuttun? Bilsem önceden gelirdim" dediğimde Tolga da kendisine yapışmış gibi uyuyan Yiğit'in kolunu bacağını toparlayıp "Sorun olmadı ki günün yorgunluğundan olsa gerek konuşurken bir anda kapadı gözlerini. Umarım Rüya da Ahmet'i uğraştırmadan uyumuştur" diyerek kucağıma almama yardım etti. İyi de Ahmet çocuklarla bir aradayken onları sakinleştirmez daha beter kudurtur. Yani şu an Rüya'yı uyutacağına oturmuş karşılıklı çay partisi yapıyor olabilirler.

Ahmet ile Rüya'nın uyuma macerasını gözlerimin önünden geçirip gülümseyerek "Çocuğunu Ahmet'e emanet edip onu uyutmasını beklemek fazla iyi niyetli bir düşünceymiş Tolga" dediğim sırada salona giren Kenan'ın sessizce "Şu lokum gibi çocuğa da her sorduğumda çok yaramaz başa çıkamıyorum deyip duruyorsun ya Allah'tan kork Eylül! Bulmuşsun böyle etliye sütlüye karışmayan çocuk öp de başına koy. Deminden beri bir tane falsosunu görmedim. Yat diyorum yatıyor kalk diyorum kalkıyor al diyorum alıyor. Sürekli bir neşeli güleç haller falan..." dediğini duydum. Gözlerim istemsizce devrilirken "O şu an size şirin yüzünü gösteriyor ki ben dert yanarken kendisinden yana çıkacak korumaları olabilsin. Bir uzun süre burada kal da o lokum dediğin cüce seni ne hallere sokuyor kendi gözlerinle gör" demeden edemedim.

"Ben hiçbir şey bilmeyen halimle aylarca Rüya'ya bakmışım beni böyle korkutamazsın"

"O prenses gibi bir kız bir kere hiçbir uğraştırıcılığı da olmadı"

"Öyle mi? Yemekleri ara öğünleri özel hazırlanıyor muydu? Evet hazırlanıyordu. Altını batırıp duruyor muydu? Aa! Evet onu da yapıyordu. Hatta ben o nahoş kokulu bezini atar atmaz sanki tepkimden mutlu oluyormuş gibi gözümün içine baka baka bezini yeniden batırıyordu ki bunu da genelde kucağıma aldığımda yapıyordu"

"Altını temizleyen ya Nevin ablaydı ya da Mine'ydi sana ne oluyor acaba?"

"Ben o bezleri "Al bunu at!" denilip kimin burnuna sokulduğuna ve transfer işleminin kim tarafından gerçekleştirildiğine bakarım Pembe Panter! Her neyse... Uyumak için bana kırk takla attırıyor muydu? Kesinlikle evet. Bir düzine çocuk masalının hafızanda kayıtlı olması ne demektir biliyor musun? Hayır bilmiyorsun çünkü muhtemelen beni bu konuda ya Ahmet ya da annen daha iyi anlar"

"Bir dakika ya! Çocuğuna senden çok onlar bakıyor imasıyla laf mı soktu bu bana?"

"Kenan fırsatları değerlendirmeyi her zaman çok iyi bilmiştir Eylül"

"Hızımı almışken lafı değiştirmeyin. Sürekli ilgi istiyor muydu? En babasından! İzmir'deki tüm parkları ezberlediğim gibi güneş hangi anlarda nereye vurur şu çoluklu çocuklu kadınların ya da dadıların toplandığı yerlerden nasıl görünmeden kaçılır hepsini öğrenmiş miydim? Öğrenmiştim. Sor babasına bilmez her defasında birine yakalanıp kırk saat tecrübe ile sabittir adı altında ondan bundan tavsiye dinlemek zorunda kalıyordu. Eline tutuşturulan börekler çörekler de cabası"

Kenan ağabeyine doğru "Sanırım konuyu üstünlüğümü kanıtlamayı başararak kapattım. Senin eklemek istediğin bir şey var mı?" deyince Tolga da bana üzgünüm dercesine bakıp kardeşine de "Bir de neye yarayacağını anlayamadığım 'Mükemmel Bir Gürsoy Olmanın İncelikleri' adlı özel dersler vardı tabii. Günde iki kere on beşer dakika" diyerek arka çıktı. O da vardı doğru.

Kucağımda çocukla Kenan'a daha fazla laf yetiştiremeyip yanından geçerken omuzumu hafifçe omuzuna çarpıp salondan çıktım. O da üstünlüğünü sağladı ya gıcık gıcık gülüyordu. Gülsün o gülsün! Ben onu kendi çocuğu olsun o zaman göreceğim. Çocuk düz duvara tırmanıp bunun anasından emdiği sütü burnundan getirirken geçeceğim karşısına pamuk gibi çocuk sen abartıyorsun diyeceğim. Yapmazsam Eylül değilim!

Tam anneme seslenecekken ağzımı bile açamadan durdum. Of! Şimdi annemi çağırsam kesin Kenan'dan çocuk yatıracaksın onu da annensiz yapamıyorsun tarzında bir laf daha yerim. Yiğit'in kucağımda mışıl mışıl uyuyan haline bakıp "Az mı ilgileniyorum seninle? Haklı mı bu çokbilmiş Kenan dayın?" dedikten sonra miniğimin kokusunu içime çekip tombiş yanağına da bir öpücük kondurdum. O gıdıklanan burnunu oynatışını yiyim senin! Neyse ki uyurken top patlasa tınlamıyor.

Anneme seslenmekten vazgeçip Yiğit'i yatağına yatırmaya giderken kulağıma gelen belli belirsiz konuşmalara kayıtsız kalamayıp merdiveni çıkamadan geri döndüm. Alt kattaki odalardan birini Elalar için hazırlamıştık yani Ahmet ile Rüya orada olmalı. Sessiz olmaya çalışarak odaya yaklaştıktan sonra aralık kapıdan başımı uzatıp ne haldeler diye bir göz attım. O anla birlikte yüzümde kocaman bir tebessüm belirdi.

Odada yatak haricinde bir de kocaman yastıklarını kaldırdığımızda iki zayıf kişinin yatabileceği bir koltuk var. Ahmet ortaya uzanmıştı ve bir kolunun altında Rüya diğer kolunun altında da Kaan vardı. Minikler de kollarının altından başlarını Ahmet'in omuzlarına yaslamış tatlı tatlı gülümseyip anlattığı masalı dinliyorlardı.

Benimki görselcidir öyle kuru kuru anlatmaz canlandırmalı ve dublajlı hikayeler sever. Yine öyle yapıyordu. Bir eline Rüya'nın oyuncak atını bir eline de tombiş yanaklı bebeğini almış onlar üzerinden anlatımını sürdürüyor küçük kızı da heyecanlandırıyordu. Ama böyle yapmaya devam ederse Rüya uyumaz bir daha bir daha der gibi geliyor bana. Gerçi Ahmet'in de o tatlı surata hayır diyebileceğini pek sanmam.

"...Ria yetişememişti. Atlılar Willy'i alıp tozu dumana katarak çoktan gitmişti. Herkes olduğu yere sinmiş ve korktukları için karamsar söylemlere kapılmışlardı. Tüm söylenenlere kulaklarını tıkayıp arkadaşını tek başına da olsa kurtarmayı kafasına koyan cesur prenses Ria ise atına atladığı gibi seslere doğru dört nala gitmeye başlamıştı. Ancak nafileydi. Karanlığın yanı sıra sesler de an be an azalmış ne Willy'nin seslenişleri ne de atların sesleri duyulmaz olmuştu. Ama Ria hâlâ yapılabilecek bir şeyler olduğuna inanıyordu çünkü o asla kolayca vazgeçen biri olmamıştı. Ormanın kalbi denilen noktaya ulaştığında ise "Ben Ria! Hadi ışıldayıp çıkar ortaya tüm gizemini ve bana arkadaşımı bulabilmem için yardım et" diye seslendi korkusuzca. Cevap alamadı. Sihirli olduğu söylenen ağaçlar konuşmadıkları gibi kıpırdamıyorlardı da... Nedenini düşünürken atından indi ve gözlerini etrafını saran ağaçlarda gezdirdi. Bir şeyler oluyordu. Yapraklar parlamaya geçtiği yerlerdeki topraktan da rengarenk çiçekler çıkmaya başlamıştı. Bu sırada hışırtı sesleri geldi kulaklarına. Kendilerine özgü bir müziğe benziyordu. O an belki de şarkı söylemeliyimdir diye düşündü çünkü şarkı söylemek Ria için büyülü bir şeydi. Bunu ne zaman yapsa etrafını göz alıcı bir ışık kaplıyordu. Aynı şey ağaçlar için de geçerli olabilir diye düşündü"

Kapının önünden çekilecekken Ahmet'in eğlenceli bir tavırla savaşçı prenses Ria'nın ağzından Rihanna'nın Diamonds şarkısını söylemeye başladığını ve ara sıra da çeviri yapıp "Hadi! Parlak bir elmas gibi ışılda" diye diye Rüya ile Kaan'ı gıdıklayarak güldürdüğünü görünce hiçbir yere gidemedim. Bana diyor ama asıl kendisi kaçık! Böyle çocuk mu uyutulur?

Salona geri dönüp kapının ucundan baktıktan sonra arkadaşıma küçük bir uyarıda bulunmayı kendime borç bilip "Tolga bu senin kıza arkadaşını atlılardan kurtarmaya çalışan savaşçı prenses hikayeleri falan anlatıyor. Valla büyüyünce Rüya benimkinin gazına gelip ona buna atarlanır erkek gibi bir şey olursa karışmam. Sen bir el at bence çünkü kızının bilinç altı şu an aksiyonsever doktorumuzun ellerinde" dedim ama Tolga halinden gayet memnun gibiydi.

Hatta oturduğu yerden gülümseyerek "Boş boş oturup aşık olacağı prensin yolunu gözleyeceğine atlılarla savaşan cesur bir prenses olmasında bir sakınca göremedim" dedikten sonra Kenan'a bakıp "Sen bu konuda ne düşünüyorsun?" deyince amcadan da "Ben de bir sakınca görmedim. Hatta yeğenimi destekliyorum ve cesur prenses Rüya'nın ilk kılıç setini ben alıyorum. Böylece kendisine yanaşmaya çalışan sevimsiz tipleri de sıradan geçirir bizim de gereksiz detaylarla uğraşmamıza gerek kalmaz" yanıtını aldım. İlk defa bu iki kardeş aralarında ufacıkta olsa çatışmadan bir konuda hemfikir oldu.


rerdtyguı.gif


İkisine de hayretle bakıp "Kıskançsınız! Allah Rüya'ya yardım etsin. Genç bir kız olduğunda bir de babasının ayrı amcasının ayrı kıskançlıklarıyla uğraşacak" dedikten sonra ister istemez gülümseyerek merdivenleri çıkmaya başladım. Arkamdan da Ela'nın "Yiğit'i hâlâ yatırmadın mı?" demesi geliyordu kulaklarıma. Ona küçük bir durum özeti geçtikten sonra onlar Mine ile salona girdi ben de yukarıya Yiğit'in odasına gittim. Yatıralım bakalım minik böcüğü...


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Masala devam edip Kaan ile ara sıra paslaşarak anlatırken Rüya'nın sızdığını fark etmemiz çok uzun sürmedi. Halbuki az önce gülüyordu. Bir varmış bir yokmuş olduğuna göre çok yorulmuş olmalı. Küçük hanımı uyandırmamaya çalışarak yanından kalktıktan sonra oyuncakları oyun kutusuna bırakıp arkamı döndüm. Kaan Rüya'nın üzerini örtüp düşmesin diye de etrafına yastıklarla bariyer yapıyordu. Evde kardeşi ile alakalı Meral'e epeyce yardım ettiği açık.

Yaptığından hoşnut olduğum için saçlarını karıştırıp ona şaka yollu takılarak "Birileri ağabey olmak için doğduğunu ne kadar da belli ediyor öyle" dediğimde bana muzur bir bakışla "Amcama çekmiş olmalıyım" demesi önce yüzümü gülümsetti ama hemen ardından da sesini ciddileştirerek "Amcam derken seni kastediyordum yani bir başkasını değil" deyişi hafiften burulmama neden oldu. Başkası dediği de Halit Bey oluyordu.

Söylediği şey ile ilgili düşünerek saçını öptükten sonra kolumu "Gidelim mi amca?" diyen yeğenimin omuzuna atıp birlikte odadan çıkarak salona girdik. Gözler aranan sevgili ile buluşmayı arzu etse de emeline ulaşamadı maalesef. Gerçi bugün yaşanan malum olaydan sonra layığıyla bir bakışma bile yaşayamadık. Kimseye belli etmiyor olsak da Eylül ile aramızda küçük bir gerginlik olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde.

Kızının son durumunu merak eden Tolga'nın sorar gözlerle baktığını görünce "Rüya uyudu sorun yok" demek yerine "İzmir'e dönerken Rüya'yı bizde unutsanıza" dedim. Bunu çok içten söyledim. Gerçekten giderken unutsunlar ben bu küçük prensese gözüm gibi bakarım hiç akılları kalmaz. Tolga da sözlerimin üzerine "Giderken sizi de İzmir'e götürelim. Malum biz baba kız pek ayrı kalamayız. Melek gibi görünen kızım babasını uzun süre göremeyince ortalığı birbirine katabiliyor da" diyerek gülümsemeye başladı. Ah be! Bu babasını göremeyince el kadar boyuna bakmadan atarlanan küçük kızdan ben de istiyorum. Tam bir küçük Eylül olup delirtir beni. Düşüncesi bile sabırsızlandırmaya yetti de arttı bile.

"Uyudu mu peki?"

"Direndi ama sonunda uyudu"

"Direnmesinin sebebi kulaklarımıza çalındı. Kızıma kılıç sallama öğretiyormuşsun"

"Rahat bir uyku için masalla pozitif bir uyku girişi yaptık diyelim. Yiğit ne durumda?"

"Gayet güzel uyudu. Eylül az önce odasına çıkarmaya gitti o da gelir şimdi. Selim ne durumda acaba bir baksaydınız?"

"Barış kardeşimin kalfalık eseri yani ortamdaki en deneyimli baba olarak muhtemelen hiçbir sorun yaşamamıştır. Laf aramızda ses tonunu çocuk uyutma moduna aldığında benim bile içim geçiyor"

Eylül geliyor mu diye merdivenlere doğru bakarken Kaan'ın "Amca satranç oynayalım mı?" dediğini işittim ama şu an kafamı verip layığıyla oynayamayacağımı düşündüm ve "Kenan ağabeyine bir sor bakalım o strateji gerektiren oyunlarda daha sıkı bir rakip olabilir" diyerek pası Kenan'a attım. Gerçi bunu da dedim demesine de Kenan yanına geçip oturan Mine ile konuşmaya başlayınca "Kenan ağabey nişanlısıyla daha mutlu bence bölmeyelim" dedi benim her halden anlayan yeğenim.


nnnnn.gif


O sırada imdadımıza "Kaan gel beraber oynayalım" diyen Tolga yetişti. Kaan gözleri ışıldayarak "Gerçekten mi?" deyip hemen dolaptaki satranç takımını çıkarmaya başladı onu izleyen Tolga da küçük bir açıklamada bulunup "Aslında ben tavlada iyiyimdir. Mine ablanın dedesiyle çok kez zar attık ama satrançta da fena değil gibiyim" diyerek sehpayı önüne çekti.

"Yalnız başlamadan önce bir konuda anlaşma yapmamız gerekiyor Tolga amca"

"Nasıl bir anlaşma olacak bu peki?"

"Karşında bir çocuk var diye onun kazanmasına yönelik yalancıktan oynamayacak sadece kazanmaya odaklanacaksın söz mü? Hakkım olmayan bir başarıya sevinmek istemem çünkü bu beni mutlu etmez"

Bu sözler üzerine tuhaf ama hoş hislerle yeğenime doğru bakıp kaldım. Kaan da sözlerine ara sıra bana bakarak devam edip "Bir keresinde amcam bana başkasının hakkına girerek elde edilen başarı gerçek bir başarı değildir demişti ve ben düşündüm de o haklı. Şimdi oyunumuzu oynarken aynı benim gibi tüm gücünle savaşmanı istiyorum. Kazanırsam hilesiz kazandığım için sevineceğim kaybedersem de üzülmeyeceğim sadece yaptığım hataları fark ettiğim için bir sonraki oynayışımda nelere dikkat etmem gerektiğini öğrenmiş olacağım" dedi. Ağaç yaşken eğiliyormuş gerçekten. Bunu izlemek ise paha biçilemez bir duygu yaşatıyor insana. Kaan ile göz göze geldiğimizde "Kazanıp kazanmaman umurumda değil şu an bu sözlerle beni çok gururlandırdın. Aferin sana" dediğimde tatlı bir gülüş eşliğinde oyunlarına başladılar.

"Beklettim kusura bakmayın" diyen sesle arkamı döndüğüm gibi Eylül ile yüz yüze geldik. Onun ardından da Meral ile Ela geliyordu. Eylül'e dikkatle baktım da iyi görünüyor. En azından gerginliğini üzerinden atmış ve bunu da bana hissettirebiliyor. Gözlerini benden çekse de yanımdan geçerken elime hoş bir dokunuş yapıp olumlu bir sinyal atmadan da edemedi. Hayatı güzelleştiren minik detaylar!

Buraya kadar her şey yolundaydı ama yanındaki yerimi almak için nereye oturacağını anlamaya çalışırken aniden durup sabit bir noktaya kilitlendi. Bakışlarını takip ettiğimde pencere kenarındaki koltukta duran ahşap arabaya baktığını görünce ses etmeden kendisiyle verdiği mücadeleye odaklandım. Aklından neler geçtiğini tabii ki bilemem ama Buğra ile ilgili olumsuz şeyler düşündüğünü tahmin edebiliyorum.

Kenan neden oturmadığımızı ve ayakta durduğumuzu anlayamayıp bana bakınca karışmayalım dercesine elimi kaldırdım. O da işaretimi alınca müdahale etmeden Mine ile birlikte Eylül'ü izlemeye başladı. O an Ela satranç hamlesi beklenen Tolga'nın koluna girip onunla Kaan'ın satranca daha hakim göründüğüyle alakalı tatlı tatlı uğraştığı için muhtemelen Eylül de hepimizin dikkatinin onların üzerinde olduğunu sandı ama durum öyle değildi.

Ağır adımlarla arabaya doğru yaklaştıktan sonra onu eline alıp üzerindeki yazıya baktı. Kenan ona daha yakın bir yerde oturduğu için bana da bilgilendirme yapıp eliyle gözlerinin dolduğunu işaret edince üzülmedim diyemem. Eylül kolay ağlayan bir kadın olmadığı için böyle anlar beni daha çok etkiliyor çünkü kendisini o noktaya gelmemek için çok fazla zorladığını hissedebiliyorum. Kim bilir o arabaya bakarken de aklından neler geçip gidiyordu.

Aniden hareketlendiğinde huzursuz olmadım diyemem ama neyse ki elindeki arabaya zarar vermek yerine onu kitaplığa bırakıp balkona çıktı. Bunu temiz hava alıp yanımıza dönmeden önce biraz toparlanmak istedi diye yorumladım. Dışarı çıktığını görür görmez yanında olmak için ona doğru gitmek istedim ama bu sefer de oturduğu yerden fırlayan Kenan elini kaldırıp "Bize beş dakika ver" dedikten sonra perdeyi çekerek balkona geçti. Makul buldum çünkü Eylül'ün dili bize karşı dirençli çıkarken Kenan'ın yanında çok daha kolay çözülüyor.

Olduğum yerde kaldım ama bu durağanlığım Mine ile göz göze gelişimle birlikte son buldu. Böyle durumlarda birbirimizi o kadar iyi anlıyoruz ki konuşmamıza bile gerek kalmıyor ve aynı anda hareketlenip ne yapılacaksa onu yapıyoruz. Aynı şimdi de olduğu gibi. Mine ile sözleşmiş gibi aynı anda balkonun kapısına yaklaşıp kulağımızı balkondaki konuşmalara verdik. Bir gün bunu yaparken yakalanıp okkalı bir azar işiteceğiz ama bakalım bu ne zaman olacak. Perdenin ardından baktığımızda Kenan çoktan konuya girmişti bile. Hatta Eylül'ü konuşturmaya da başlamıştı.

"Evet Kenan korkuyorum ve bu elimde değil. Ahmet ile her şey o kadar yolunda ki ben de Yiğit'te onunla o kadar mutluyuz ki o insan müsveddesi bir gün ansızın gelip her şeyi berbat edecek diye çok korkuyorum. Yapacak bunu biliyorum. Duracak duracak pat diye yine burnumuzun dibinde bitecek ve o ana kadar da bu korku içimden hiç gitmeyecek"

"Gelmek isteseydi Yiğit'in birinci yaş gününü önemser o arabayı da ailesi değil kendisi getirirdi"

"Ya geldiyse? Ya biz onu göremiyorsak ve o bir yerlerden gizli saklı hayatlarımızı izliyorsa?"

"Paranoyakları severim zihin açarlar ama senin gibisini değil"

"Ciddi olur musun lütfen"

"Tamam diyelim ki kenardan köşeden hayatlarımızı gözetliyor. Bu onun köklü bir değişiklik yaşadığını gösterir çünkü benim ne yazık ki çok da lazımmış gibi tanımak zorunda kaldığım Müfettiş Gadget öyle uzaktan izlemez direkt gelir hayatına maydanoz olur. Bu olursa da benim kafam biraz atar gibime geliyor ki bu defa büyük ihtimalle hiç kimsenin müdahalesi beni durdurmayı başaramaz. Muhtemelen seni de öyle. Anlayacağın üzere buraya ayak basması onun selameti açısından pek de uygun olmaz ve bunu o da biliyor olmalı"

"Yiğit şimdi bebek olduğu için her an yanımda ama bu çocuk büyüyecek ve okula gidecek. Ben her gün acaba şu an okulda mı yoksa o lanet herif ortalığı birbirine katarak oğlumu alıp götürüyor olabilir mi korkusu yaşamak istemiyorum. Nerede olduğunu bilseydik en azından ne yaptığıyla ya da ne yapacağıyla alakalı bir fikrimiz olurdu ama bilmeyince adam her yerde gibi. Sanki şu bahçenin kuytu bir köşesinde durup bütün gün bizi izlemiş hatta hâlâ izliyor gibi. Sadece Yiğit ile alakalı korkularım yok. Bir gün Ahmet'i arayıp herhangi bir sebepten dolayı ona ulaşamadığımı düşünmek dahi istemiyorum. Sadece Ela'nın yerini öğrenmek istediği için sana neler yaptığını hatırlasana. Ya Tolga'ya neler yaptığını... Öldürüyordu adamı. Rüya kızı değilken gözü döndü Yiğit için daha beterini yapar. Böyle hasta ruhlu bir adamı nasıl hayatıma musallat ettim ben Kenan? Zamanında seni dinlemeyen o aptal kafamı oradan oraya vurmak istiyorum ya! Laf dinlememem bütün hayatımın diken üstünde geçmesine neden oldu"

"Askerdeyken elim kolum bağlanıyor biliyorsun ama için öyle rahat edecekse döner dönmez sorup soruştururum istersen. Zor olur ama bir şekilde nerede olduğunu öğrenmeye çalışırım. Bulursam da babamın zamanında bize yaptığı gibi biz de bir BuğraTv açar onu uzaktan da olsa takibe alırız. Yaparız bir şeyler işte! Hem kimsenin de bilmesine gerek yok. Bu konuştuklarımız seninle aramızda kalır kimseye söylemeyiz"


tyhjrters.jpg


Kenan'ın son sözüyle birlikte Mine ile aynı anda birbirimize baktık. Hay aksi! Yine küçük baldızla duymamamız gereken bir şey duyduk. Mine dudağını kemirip sessizce "Sanırım bunu bilmememiz gerekiyordu" dediğinde yüzümü ekşitip Kenan'dan kopya çekerek "Aramızda kalır kimseye söylemeyiz" dedim. Mantıklı bulmuş gibi başını sallayıp yeniden kulağını uzattı. Eylül de o sırada sarıldığı Kenan'a teşekkür ediyordu. Neyse ki Kenan'ın "Teşekkürünü geri almak için üç saniyen var Pembe Panter!" deyip onu gülümsetmesi çok uzun sürmedi. Eylül önce omuzuna bir tane patlatıp "Tamam geri alıyorum sana teşekkür eden de kabahat!" dedi sonra da yeniden bir arada olmayı çok özlediğini söyleyip daha sıkı sarıldı.

Gülümsemesi ve artık daha iyi hissediyor gibi görünmesi biraz olsun içimi rahatlattı. Ama aksilik bu ya Kenan'ın içeriye gireceğini fark edip Mine ile onlara görünmemek için telaşla geri çekilirken birbirimize çarptık ve küçük çaplı bir ortalığı yıkıp geçme hadisesi yaşadık. İkimiz konsolun üzerindeki yıkılan çerçeveleri düzeltirken Kenan çıkıp önce bize tuhaf tuhaf baktı sonra da Mine'nin beline sarılıp ona "Bakıyorum yine beni düşünürken eli ayağı birbirine karışan telaşlı küçük Şirine haline bürünmüşsün tatlı şey" diyerek yardım etmeye başladı. Ela çıkan ses sebebiyle Rüya'nın uyanıp uyanmadığını kontrol etmeye giderken benim gözlerim kapıdaydı çünkü Eylül henüz gelmedi. Hâlâ düşünüyor ve kendi kendisini dolduruyor olmalı.

Kapıya yaklaşıp perdeyi çektiğimde Eylül'ü kollarını kavuşturarak dalıp gitmiş bir halde buldum. Yanına gider gitmez arkasından sarılıp çenemi omuzuna dayayarak "İyi misin?" dediğimde o da başını geri atıp omuzuma yasladı. Yüzü asılmış bir halde yıldızlara bakıyordu. Neyse ki sessizliği uzamadan "Seninle aramızda gerginliğe yol açacak tartışmalar yapmaktan nefret ediyorum" dedi. Gülümsedim ve hemen ardından burnumun ucunu çenesinde gezdirip "Ben de o gerginliği ortadan kaldırdığımız anları çok seviyorum" dedim. İfadesi olumlu bir hâl alırken yan gözle bana bakıp "Peki iyi miyiz şu an?" dediğinde kesinlikle iyi olduğumuzu söyledim. Olduğu yerde dönüp boynuma sıkı sıkı sarıldığında bana hissettirdiği hüzünden ötürü bu defa benim yüzüm asıldı ama yine de ona hissettirmeden kollarımı beline doladım.

"Bugün için özür dilerim. Aynı zamanda hem soğukkanlılığını koruyup her şeyi toparladığın için hem de Yiğit'i benden bile çok düşündüğün için teşekkür ederim"

"Teşekkür etmene gerek yok. Siz benim ailemsiniz Eylül aksi bir davranış göstermem mümkün olmazdı"

"Seni çok seviyorum doktor"

"Hislerimizin hâlâ karşılıklı olması ne hoş"

Güldüğünü hissedebiliyorum. Omuzlarımı tutarak kendisini geri çektiğinde "Sana bir tüyo vereyim mi?" dedi en sevdiğim şeyin bu olduğunu bilmiyormuş gibi. Dinlediğimi söylediğimde gözlerimin içine o kocaman aşık olunası gözleriyle bakıp "Hislerin asla karşılıksız kalmayacak. Ben de her zaman bir karşılığın var doktor" dedi. Kalbim az önce aynı kadın tarafından bir kez daha çalınmış olabilir.


e5yty.gif


Elini kaldırıp avucunun içini öptükten sonra "Günün yorgunluğunu içeriye girip dostlarımızla keyifli vakitler geçirerek atmaya ne dersin?" dedim ve olumlu yanıt alınca da tuttuğum eliyle onu da kendimle birlikte yürüterek balkon kapısından girip salona geçtim. Biz konuşurken satranç müsabakası bitmişti. Konuşmalardan anladığımız kadarıyla kazanan taraf Tolga olmuş şimdi de Kenan ile birlikte Kaan'a hangi pozisyondayken hangi etkili hamlelerin yapılabileceğini gösteriyorlardı. Kaan dikkatle ve hayranlıkla dinlediğine göre öğretmenliklerini sevmiş olmalı. Yaptığı her işi en ince detayına kadar öğrenme isteği çok hoşuma gidiyor. Umarım bu özelliğini Kaan ağabeylerini göre göre Yiğit ile Barış'ta alır.

Saatime bakıp "Oo! Babana verdiğimiz uyuma saati sözünü geçiyoruz Kaan! Hadi bakalım herkese iyi geceler dileyip doğru yatağa. Dişlerini fırçalamayı da unutma yoksa babandan kırk saat diş fırçalamanın önemi hakkında bir dizi bilgilendirme almak zorunda kalırız ki şu an hiç çekemem" dedim ama söylediğim şeye güldüğümüz sırada Meral'in bana bakışlarıyla arkamı işaret etmesi bir süredir ortalarda görünmeyen kardeşimin şu an nerede olduğunu anlamamı sağladı. Barış'ı uyutup geri dönmüş olmalı.

Selim'in bakışlarını tahmin ettiğim için kardeşime doğru bir türlü dönemedim. O da yanımdan "Neyse ki oğlum bu konuda amcasına çekmemiş" diyerek geçtikten sonra Meral'in yanına oturup sözünü de "Küçükken annem ikimize de dişlerimizi fırçalatır öyle yatırırdı ama Ahmet bir türlü uyuyamaz gizli saklı mutfağa inip illa ağzına tatlı bir şey atar öyle gelir uyurdu" diyerek tamamladı.

Gülüşmeler başlayınca "Ağzımda mentol tadı kalmasını sevmiyordum" dedim. Konunun kapandığını düşünürken Selim'in kolunu Meral'in omuzuna atıp "Dişindeki tekrarlayan çürüğe neyin sebep olduğunu bulmak ailem için epey zor olmuştu" dediğini işittiğimde karşı atağa geçmem ve "Kardeşimin yalan söylemeyi beceremeyip her şeyi en doğru haliyle ortaya dökme huyu bana çok zor bir çocukluk geçirtti" demem hiç de zamanımı almadı. Anneme beni ispiyonlayan Selim olmuştu çünkü.

Kaan baktı ortalık karışıyor "Tamam tamam ben şimdi gider dişlerimi fırçalayıp uyurum" dedi mecburen. Hepimizi tek tek öpüp Meral'in kardeşini kontrol etmesini istemesine de tamam dedikten sonra yukarıya çıktı. Kaan'ı yukarıya yolladık ama o sırada gözüme fısır fısır konuşan Kenan ile Mine takıldı. Her ne olduysa Mine dürtüp durduğu Kenan'a hadi der gibi kaş göz işareti yapıp "Sen anlarsın ya yap bir şey! Hadi bak kızlarla iddiaya girdim kazanmam lazım" diyor Kenan da "İddiaya girerken bana mı sordun Mine?" diyerek çayını içmeye çalışıyordu. Ortada bir iddia var ve ben bunu kaçırdığıma inanamıyorum.

Biz kendi aramızda genel bir sohbete başladığımızda Kenan dürtüklenmelere daha fazla direnememiş olacak ki hepimizi işin içine katsa da gözlerini direkt Eylül'e dikip "Annen çocukların başındayken çiftler arası midye yeme turnuvası yapalım mı?" diye sordu. Mine şaşkın bir ifade ile "Ne midyesi be! Onu mu dedim ben sana Kenan?" dedi ama bu soru sonrası yaşananlar biraz tuhaftı.

Kenan'ın sorusuyla midye sevmememe rağmen eğlenceli olacağını düşünüp ben dahil hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu söyleyip hareketlendik ama Eylül ile Ela duydukları anda buna şiddetle karşı çıkıp hem şaşkınca birbirlerine baktılar hem de gitmemek için birbirlerini destekleyici ve bizi vazgeçirici konuşmalar yapmaya başladılar. Eminim susan herkes içinden bu ne telaş diye geçiriyordur.


esrgdtfhygh.jpg


Eylül'ün midyeyi reddetmiş olmasının şaşkınlığını yaşarken Kenan da içtiği çayı boğazına kaçırmış olacak ki bir anda tıkanır gibi öksürmeye başladı. Mine sırtına vuruyor Kenan da Tolga'nın birdenbire ne olduğunu sorması karşısında sesi içine kaça kaça "Duble deja vu oldum ne olacak!" diyordu. Neden bahsettiğini anladığımı söyleyemeyeceğim. Yüzündeki ifadeden gördüğüm kadarıyla Tolga da benimle aynı durumdaydı.

Mine su içmesi için Kenan'ı apar topar mutfağa götürüp ardından kızlarda yardıma gidince Selim Tolga ve ben salonda öylece kaldık. Onlar bana bakıyor ben de onlara... Tolga'nın aklından ne geçiyor bilmem ama benim aklımdan geçmeye teşebbüs eden şeyler sebebiyle kalbimin heyecanla çarptığını hissetmedim dersem yalan olur. Eylül'ün midyeyi reddettiği tek bir dönem vardı o da Yiğit'e hamile olduğu zamandı yoksa tok karna bile en az yedi sekiz tane midyeyi afiyetle midesine indirirdi.

Eylül'ün çocuk konusundaki düşüncesini bildiğimden dolayı sonradan hayal kırıklığına uğramamak için kendi kendime "Yok canım imkansız" dedim. Tolga da benden çok farklı olmayarak "Yani... Bence de şu an için imkansız gibi bir şey" dedi sanki birbirimizin neden bahsettiğini anlamışız gibi. Aramızdaki suskunluk kardeşimin "Hiçbir şey imkansız değildir. Bence bu telaşın bir sebebi olmalı. Neden öğrenmek yerine burada durmuş birbirinize bakıyorsunuz anlamadım" demesi ile son buldu. Haklı aslında. Niye öğrenmek yerine burada boş boş duruyoruz ki?

Biz salonun ortasında kalakalırken içeriden de fısır fısır konuşma sesleri gelip duruyordu. Aynı anda hareketlenip mutfağı kontrole gittiğimizde gülüşmeler bizim geldiğimizi anlamalarıyla bıçak gibi kesildi. Onlar bize biz onlara bakıp kalsak da Ela elini tutmayı bıraktığı Eylül'e göz kırpıp yanımıza doğru gelerek Tolga'nın ellerini tuttu. Ortamdaki hava birazdan neler olacağını hissettiriyordu sanki.

Eylül'ün yanına geçip sessizce "Bu esrarengizliğin sebebini öğrenebilir miyim?" dediğimde onlara kalmadan sorumu kapının önünde Ela ile konuşan Tolga'nın "Gerçek mi bu? Ela sen..." demesi hemen ardından da Mine'nin "Yaa! Ela daha çok yeni olduğu için ne olur ne olmaz diye söylemek istememiş saklamış ama Rüya'ya kardeş geliyormuş. Yeniden anne baba oluyorlar" demesi açıklığa kavuşturdu.

Kapının önünde birbirlerine sarılan Ela ile Tolga'ya imrenerek bakarken saf gibi "Ee! Ben ne oluyorum?" diye sorup Eylül'e baktım. Önce gözlerini kıstı sonra da omuzuma teselli vuruşu yapıp "Ben kız tarafından teyze erkek tarafından da hala olduğuma göre sen her hâlükârda enişte oluyorsun doktor senin durum her daim stabil" dedi ama yok ben onu kastetmedim. Benim derdim de öğrenmek istediğim şey de başka.

Heyecanlansam mı heyecanlanmasam mı arasında kalarak "Sen de midye yemek istemedin ama" dediğimde gözlerini yarım tur çevirip "Ela yiyemiyor diye... Ona destek olma amaçlı istemedim yoksa sekiz on tane gömerim hiç sorun değil" dedi. Hayır ya! Şu an bana bunları değil hamile olduğunu söylemesi gerekiyordu ki biz de Ela ile Tolga gibi şu an bu güzelliğin heyecanını herkes ile birlikte yaşayabilelim. Hiçbir şey düşünemeden "Boşa mı düştüm ben şu an?" dediğimde şaşırmış gibi gözlerini kısıp "Ne yaptın?" dedi. Evet boşa düştüm. Yanlış anlamışım daha doğrusu anlamak istediğim gibi anlamışım.


........::::::::__Eylül / Pazartesi__::::::::........

Sabah erkenden kalkıp Yiğit'i odasından alarak yatağa getirdim. Neşeli bir halde oğlana sabah egzersizi yaptırıp onu kıkır kıkır güldürürken Ahmet de hastaneye gitmek üzere hazırlanıyordu. Benim neşem ne kadar yerindeyse onun da keyfi bir o kadar kaçık görünüyor. Cumartesi günü hamile olduğumu düşünüp sonra da duvara toslaması ayrı şu eski sevgilisinin şimdiki kocası olan doktorla dün akşam bir ameliyat yüzünden telefonda birbirlerine girmesi ayrı etkiledi onu.

Bu İlhan denen doktor başka hastaneye gitmeden Ahmet rahat edemeyecek belli oldu. Sorun da şu ki uzmanlıkları dolayısıyla ortak girmeleri gereken bir ameliyat var ama anladığım kadarıyla adam ameliyatta Ahmet'in bulunmasını istemiyor ve başka bir cerraha pas attırmaya çalışıyor. Aslında Ahmet'te onunla aynı ameliyata girmekten hiç hoşnut değil çünkü adam Ahmet'in her hareketini kendisine üstünlük taslıyormuş gibi algıladığı için yer mekan fark etmeksizin gerginlik çıkarma derdinde ve bu da haliyle Ahmet gibi pozitif bir adamın tahammül edebileceği bir şey değil.

Hatırlarsan daha önceden de birlikte Ahmet'in sorumlu olduğu bir ameliyata girmişlerdi ve ciddi sorunlar yaşamışlardı. Hatta işin ucu kurula çıkıp o ameliyatta yaşananlar hakkında savunmalarını vermelerine kadar gitmişti. Neyse ki Ahmet'in yaptığı hiçbir yanlış yoktu da bu konuda başı ağrımadan pirüpak bir şekilde çıkmıştı işin içinden. Şimdi de ne adam ameliyattan çekiliyor ne de Ahmet geri adım atıyor çünkü benimki hastanın durumuna çok hakim ve sorunu nasıl hasar bırakmadan halledeceğini bulmuş başkasına emanet etmek istemiyor. Bir yandan da bu doktor İlhan'ın bu tarz ameliyatlarda iyi olduğunu bildiği için onu da ekarte etmek istemiyor. İki ucu çöplü değnek diyeyim sen anla.

Yiğit ile ilgilenirken bir gözüm de Ahmet'in üzerinde olunca gergin bir halde kravatını yapmaya çalıştığını fark edip oğlana sessizce "Senin dattar fena kızmış ateşini kısalım biraz" diyerek yanından kalktım. Yiğit'i yataktan düşmesin diye odadaki fileli oyun parkına bırakıp aynanın önüne yaklaştım ama Ahmet geldiğimi anlasa da ses etmedi. Kolunu tutup "Sakin ol şampiyon!" diyerek onu kendime doğru çevirdikten sonra "Ben hallederim" deyip düğüm ettiği kravatını baştan yapmak için çözdüm. Ara sıra da gözüm ona takılıyordu ama yok o neşeli adamdan eser yoktu. Şu an kafasının içinde o adamla tartışıyor olmalı. Ben olsam öyle yaparım çünkü.

"Ahmet iyi misin?"

"Nasıl görünüyorsam öyleyim"

"Gergin huzursuz öfkelenmeye hazır... Daha sayayım mı?"

"Gerek yok"

"Bugün ekstra sakin olmaya çalış tamam mı? Adam bile bile damarına basmaya çalışabilir oyuna gelme sadece işine odaklan"

Kravata son dönüşleri yaptırırken Ahmet derin bir nefes alıp "Bizim hastanenin magazin servisinde boşanma haberleri patlamış ama doğrulama henüz yok" deyince birkaç saniyelik bir duraksama yaşayıp gözlerine baktım. Ahmet bakışımdan ötürü devam etmesi gerektiğini düşünmüş olacak ki "Bir süredir karşılaştığımızda iğneleyici sözler sarf ediyordu ama dikkate almıyordum. Bu boşanma haberi doğruysa beni sorumlu görüyor olabilir" dedi ama söylediği şey kafamı bir miktar karıştırdı. Onların boşanmasının Ahmet ile ne alakası var ki? Burnuma kötü kokular gelmeye başladı ya hadi hayırlısı!

Gözlerimi bu söylediği şeyin manasını çözmeye çalışır gibi gözlerinde gezdirirken aniden elimi kravatına dolayıp onu da her dolayışta doğal olarak kendime doğru yaklaştırdım ve burun buruna gelir gelmez de "Bana bak Atahan! Bizim oralarda eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı diye bir söz vardır benim kafamı bozacak bir şey yapma ikinizi de bir kaşık suda boğuveririm durduk yere eski arıza Eylül'ün ruhunu çağırttırma şimdi bana!" dedim. Sözlerim biter bitmez uyandığından bu yana ilk kez gülümsemeye başladı. Onu gülerken görünce dayanamayıp ben de güldüm ama konuya da takılmadım değil. Boşanmalarının odak noktasını benimki yapıp ümüklerini sıktırtmasınlar bana!

Ben elimi kravattan çıkarırken Ahmet de "O bahsettiğin arıza Eylül'e fena takığım ben" dedikten sonra aynı anda hem yanağımı öpüp hem de "Yani gelmesinde bir sakınca yok" dedi. Ellerimi göğsüne dayayıp ondan güç alarak geri çekildikten sonra "Niye seni sorumlu görüyormuş o? Hayır yani gerekçesi neymiş boş atıp dolu tutmaya mı çalışıyor yoksa bildiği bir şey mi var?" diye sordum ve en hızlısından bir cevap bekledim.

Söyleyeceği şeyi önce bir kafasında toparladı sonra da "Kızmayacaksın ama" dedi. Yanlış istek! Gözlerine dik dik bakıp "Oğlum gözlerini kapat birazdan dattarına son duasını ettireceğim çünkü!" dediğimde hemen müdahale ederek "Sandığın gibi değil. Sadece Nisa ile öğle yemeğinde karşılaştık o kadar" dedi ve benim ellerimi boynuna sarmamla can havli çıkışı yapıp sözünü "Sinan da vardı ama o sırada telefonla konuşmaya gittiği için sanki birlikte baş başa gelmişiz gibi bir algı oluştu. Sadece selam vermek için yanıma uğramıştı ama aynı mekana İlhan da gelince muhtemelen bu karşılaşmayı yanlış yorumladı. Sonrasında onlar ayrı masaya oturdu biz de Sinan gelince baktık ortam geriliyor kalktık" diyerek noktaladı.

Ellerim "Bırakabilirsiniz" emrime uymayıp hâlâ Ahmet'in boynunu sarmaya devam ediyordu. Göz göze durup sessizce beklerken ameliyata gireceği için aklı benimle yaptığı bu konuşmaya takılı kalmasın istedim ve ellerimi gevşetip "Niye bana önceden söylemedin?" diye sorarak aşağıya indirdim. Önemli bir durum olduğunu düşünmediği için unutup gittiğini söylediğinde içimden "Sen hastana dua et yoksa bu kadar kolay kurtulamazdın" desem de yüzüne karşı bunu belli etmeden "İyi tamam kızacak bir şey yokmuş" dedim. Aslında kızacak bir şey var da Ahmet yönünden değil şu eski sevgili yönünden. Bu kadın yine gördü etti meyillenmeye mi başladı benimkine acaba? Adam da çaktı durumu tabii çıkardı krizi. Ben hastanenin magazin ağı servisine bir görüneyim de şu işin aslı astarı neymiş bir dökülsünler bana bakalım.

"Kızmadığına inanayım mı?"

"Bu soru şans zorlamaya giriyor be doktor!"

Yiğit'i almaya giderken Ahmet'in arkamdan gelip kollarını bana sararak omuzumu öptüğünü hissedince yan gözle ona doğru baktım. Gerçekten kızıp kızmadığımı anlamaya çalışıyordu. Hadi yine günün anlam ve ehemmiyeti sebebiyle ona güvenme hakkımı kullanayım. Ona doğru döndükten sonra "Aklın bende kalmasın" deyip küçük bir öpücükle kızmadığımı belli ettim sonra da pembe bir yalana başvurup "Aslında düşündüm de ben de seninle hastaneye geleyim. Bugün Meral ile Selim oğlanı rutin kontrolleri için Sinan'a getirecekti. Çıkışta Selim'i işe göndeririz biz de iki elti yemek falan yer eşlerimizi çekiştirerek kafa dağıtırız" dedim. Neyse ki irdelemeyip "Olur sen hazırlan ben Yiğit'i giydiririm. Kahvaltıyı da hastanede Hasan ağabeyin yeni spesiyalleri ile hallederiz" dedikten sonra Yiğit'i alıp odasına götürdü. Güne gergin başladı ama alacağım ben onun negatifliğini yine sevgi pıtırcığı gibi pozitif pozitif dolanacak ortalarda.


........::::::::__Ahmet / Hastane__::::::::........

"Başhekimim!"

Eylül ile hazır gelmişken Yiğit'i de Sinan'a bir göstersek mi diye kendi aramızda konuşurken Eylül ardına bakıp "Bir alışamadın Ahmet! Çocuk başhekimim diye diye kendini paraladı arkada dön de ne derdi varmış bir bak" deyince aniden durduk. Sahiden Ahmet Hocam denmesine alışmışım başka türlüsü filtreden geçmiyor. Neyse yeni başhekim geldiğinde ben de eski alışık olduğum günlerime yeniden kavuşurum herhalde.

Koray nefes nefese yanımıza geldikten sonra yüzünü ekşitip bir bana bir de Eylül'e baktı ama sonra "Bir soru soracaktım ama vazgeçtim sormayacağım" deyip yanımızdan uzaklaşmaya başladı. Birbirimize bakar bakmaz aynı anda ben "Soramıyor zaten. Soru soracağım diyor ortada soru cümlesi yok" dedim Eylül de "Ben hiç soru sorabildiğini göremedim ki bu çocuğun hep bir telaş hep bir panik!" dedi. Laflarımızın üst üstte binmesiyle gülerek yolumuza devam ettiğimizde etrafımızı bizim girişteki kızlar sardı. Bize gelmiyorlar tabii Yiğit benden daha popüler şu sıralar.

Kızlar tarafından muhabbete tutulunca Yiğit'i Eylül'ün kucağına verip "Ben bir Koray'a bakayım belki önemli bir şey soracaktır. Odada buluşuruz" dedikten sonra seri adımlarla yürümeye başladım. Koray'ı koridorda yakalayıp "Hayırdır ne oldu?" dediğimde arkama doğru bakıp "Eylül Hanım'dan çok çekiniyorum. Onunla konuşurken bütün kelimelerim birbirine giriyor" dedi. Gülmemem lazım. "Tamam Eylül yok ne soracaksan şimdi sor" dediğimde yine soramadı ve sadece "İlhan Hoca en son sizin odanızın önünde görünmüş ama şimdi ortada yok" dedi. Elimle devam etmesini isteyip "Soruyu sor" dedim mecburen.

"Sizinle görüştüğünü düşünüp nerede olduğunu bilip bilmediğinizi sormak istedim. Anons geçtim dönmedi telefonunu da açmıyor"

"Gördüğün gibi ben daha yeni geldim o yüzden kendisi odama gelmişse de karşılaşmadık. Sen bir çatıya çık hastane içinde değilse orada olabilir. Niye arıyorsun İlhan'ı yoksa yine gözlemci asistanlıktan girip ameliyathaneye sızma niyetin mi var?"

"Öyle bir durumda direkt size gelirim Ahmet Hocam... Yani başhekimim!"

"Ahmet Hoca'dan devam Koray... Ee! Ne oldu peki İlhan'ı yana yakıla arayışının nedeni ne?"

"Eski bir hastası hakkında görüş almam gerek"

"Tamam sen önce dediğimi yap bulamazsan da haberim olsun"

Koray'ın yanından ayrılıp asansörle yeni odamın bulunduğu kata çıktıktan sonra tanıdıklarla selamlaşıp anahtarımı kilide taktım ama çevirmeden kapı açıldı. Etrafa bakıp bankoda notlar alan Leyla'ya kapının neden kilitli olmadığını sorduğumda geldiklerinde içeriden kablo yanığı kokusu yayıldığı için prizlerin kontrol edildiğini ama sorunun hallolduğunu söyledi.

Odaya girip yanık kokusu devam ediyor mu diye kontrol ederken Eylül'ün "Biz geldik" deyişiyle onlara doğru döndüm. Tam hoş geldiklerini söylerken elindeki ne ara aldığını anlayamadığım sandviçlerden birini elime tutuşturdu ve omuzumda kalan Yiğit'in çantasını alıp "Ama kalmayıp çantamızı alarak gidiyoruz çünkü Meraller gelmek üzereymiş. Sen de bu arada ameliyat için rahat rahat hazırlan biz kafanı karıştırmayalım. Sandviçini de ye tamam mı? Aç açına kafan randımanlı çalışmaz" dedikten sonra ağzımı bile açamadan "Aa! Portakal suyu mu o? İçiyorum bunu sen kendine yenisini alırsın" dedi. Portakal suyu da nereden çıktı?

Ben ne portakalı ne suyu diye düşünürken Eylül'ün masamdaki bardağı alıp çoktan içtiğini görünce elimi uzatıp "Eylül içmesene öyle bilip bilmediğin her şeyi!" dedim ama fayda etmedi çünkü yarısını içti bile. "Sakin ol!" dercesine bir bakış attıktan sonra bardağın üzerini gösterip "Üzerinde Ahmet Atahan yazıyor baktık herhalde. Ayrıca burası bir hastane Hasan ağabeyin sıktığı meyve suyundan siyanür çıkacak hali yok. Kafeteryada çalışan ben olsam kork ama Hasan ağabey yani... İçer misin bir yudum? Bozuk falan değil mis gibi taze sıkılmış portakal suyu" dedi. İçmeye devam etmesin diye bardağı elinden almaya giderken "Tamam bırakıyorum" deyip önce beni daha da sinirlendireceğini bile bile bir yudum daha içti sonra da bardağı masama bıraktı. Şunu yapmasa rahat edemez.

"Tip tip bakma ya! Tamam aşağıya inince kafeteryadan gönderirim bir tane daha içersin"

"Ben almadım ki bunu geldiğimde masamdaydı. Kim bilir ne zamandır duruyor"

"Hadi ya! Neyse bir şey olmaz olsa da sadece vitamini kaçmıştır o kadar. Ben öyle senin bildiğin nanemolla tipler gibi değilim doktor korkma"

"Her gördüğün şeyi sorgulamadan yiyip içmeni sevmiyorum. Son günlerde çok yapmaya başladın bunu acilen bu huyundan vazgeç"

Fazla titizlendiğimi düşünüyor ki gözlerini devirmeye başladı. Ama öyle! Olmadık şeyleri yiyor sonra midem kalktı ne biçim bir şey bu deyip sanki ben ye demişim gibi bana sarıyor. Yanağımı uzun uzun öpüp "Hadi kaçtık biz atarlı doktor! Akşam evde görüşürüz. Ameliyat bitince de ara beni merak ettirme" dedikten sonra Yiğit ile birlikte odadan çıktılar. Masadaki bardağı elime alıp kokladıktan sonra bir yudum içerek tadına baktım ve o sırada da pencerenin kenarına geldim. Gerçekten de taze sıkılmış portakal suyuymuş. Bizim kızlardan biri getirdi herhalde. Bardağı dolabın üzerine bırakıp içimdeki sıkıntıyla odadan çıktığımda Gözde bana "Günaydın hocam!" diyerek enerjik bir karşılama yaptı.

"Günaydın Gözde! Koray bulabilmiş mi İlhan'ı haberin var mı?"

"Yanınıza gelirken konuştuk bulduğunu söyledi. Bu arada Feraye Hoca müsaitseniz sizinle bir hastası ile ilgili konuşmak istiyormuş ve çok acil dedi"

"Tamam müsaidim kattaysa odaya alabilirsin"

"Yok hocam siz yanına uğrarsanız daha uygun olacak çünkü şu an hastası odasında olmalı. Biraz da telaşlı bir kadın sekiz haftalık hamileymiş bir an önce bilgilendirme yapılırsa iyi olur"

"Masamdan telefonumu alıp odayı kapatır mısın?"

"Hallediyorum hemen"

Aciliyetin neden kaynaklanmış olabileceğini düşünerek seri bir şekilde asansöre geçip kadın hastalıkları ve doğum bölümüne indim. Normalde yeni doğan bebeklerin ailelerine ilk merhabaları için kalıp onları izlerim ama bu defa acil beklendiğim için bunu yapamadım. Bir dahaki sefere artık. Feraye Hanım'ın odasının önüne gelip kapıyı tıklattığımda bizzat kendisi açtı ve bana "Siz içeriye geçin ben hemen geliyorum" dedikten sonra bankonun önüne gidip onam formu istedi. Ne oluyor anlamadım ama bakışlarımı üzerinden çekip "Merhaba ben doktor Ahmet Atahan! Feraye Hanım benden bahsetmiş olmalı" diyerek odaya girdim. Ses çıkmadı. Muayene masası perde ile kapalı olunca hasta orada mı değil mi anlayamadım doğrusu.

Birkaç adım atıp ortamdaki seslere kulak verdiğimde bakışlarım sağ tarafta duran ultrason cihazına doğru gitti. Bebeğin kalp atışlarıydı bunlar. Bu ses çok mucizevi bir ses. Kendini dinlerken kaptırıp gidebiliyorsun resmen hipnotize ediyor insanı. Bambaşka dünyalara gidip hayaller kurduruyor... Mutlu hayaller. Ultrason cihazının ekranındaki görüntünün hareket ettiğini görünce biraz yaklaşıp gördüğüm görüntü sebebiyle gülümsedim. Bebek henüz çok küçüktü.

Gözlerimi Gözde'nin konuşurken sekiz haftalık diye not düştüğü bebeğin görüntüsünden alamadan "İlk hamileliğiniz mi?" diye sordum. Cevap hayır der gibi tuhaf bir ses eşliğinde geldi. Çekindi herhalde üstelememek lazım. Feraye Hanım'ın beni neden çağırdığını bilemediğimden dolayı masasının üzerindeki tahlil sonuçlarını elime aldım ve değerlere göz attım. Burada herhangi bir sorun yok gibi görünüyordu aslında.

"Gerçekten şiştim ama! Zaten sıcak bir de bekle bekle içim kıyıldı bayılacağım şimdi burada! Hayır yani adam kaç yıllık doktor insanın aklına hastanın adına soyadına bakmak hiç mi gelmez arkadaş! Millet dışarıda elinde konfetilerle ağaç oldu senin bu meslek aşkıyla yanıp tutuşan baban hâlâ vaka çözme peşinde. Yahu baba oluyorsun baba! Bir sıçra bir heyecanlı nidalarda bulun ama yok adam benden umudu o kadar kesmiş ki uyanamadı hâlâ... O köşeli jeton düşüşe geçemedi bir türlü!"

Eylül'ün sesini duymanın şaşkınlığıyla gözüm elimdeki kağıtta bulunan hasta adına iliştiğinde "Eylül Acar Atahan" yazdığını görüp bir çıkan değerlere bir de ultrason cihazının ekranına baktım. Görüntü bir gidip bir geliyordu. Odanın içindeki kalp atış sesleriyle gözlerim istemsizce dolarken durumu idrak etmeye çalışıp kapalı perdenin önüne geldim ve açar açmaz da Eylül'ün gülerek "Nihayet be doktor! Bir an hiç anlamayacaksın sandım. Bu arada sürpriiiiz!" demesiyle karnına baktım. Hâlâ bu anın gerçek olup olmadığıyla alakalı kesin bir sonuca varabilmiş değilim. Bu an gerçekten de yaşanıyor mu? Şimdi sekiz haftalık hamile olduğu söylenen hasta Eylül şu an kulağıma gelen seste bizim bebeğimizin kalbinin sesi mi?


hfghg.gif


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Ahmet sen iyi misin? Bir ses mi versen acaba korkmaya başladım çünkü"

Gözleri dolmuş bir halde bana doğru bakıp kalınca bir an ne oluyor demedim değil. Neyse ki bu donup kalmışlık çok uzun sürmedi ve yanıma oturup karnıma ne olduğunu algılamaya çalışır gibi bakarak "Benimle kafa bulmuyorsun değil mi?" dedi. Gülmeden edemedim. Şu an değil ama aylardır onunla kafa bulduğumu gizleyemeyeceğim.

Yalnız şaka maka hâlâ hamile olduğumdan emin olamadı. Kesin yine bir şey olacak ve hevesi kursağında kalacak diye düşünüyor. Kravatını tutup yüz yüze olabilmek için onu kendime doğru çektikten sonra "Baba oluyorsun Ahmet... Sekiz haftalık hamileyim ve her şey yolunda hiçbir sorun da yok" dediğimde gözleri dolarak o kadar güzel güldü ki bu anı resmetmek istedim. Mutluluktan gözleri ışıldayarak önce yanaklarımı iki yandan tutup beni öptü sonra da "Sen ne zaman öğrendin bugün mü?" deyip sıkı sıkı sarıldı. Hem gülüp hem ağlıyor beni de ağlatacak şimdi ya!

"Yok ya! Ben zaten iz üstündeydim üçüncü haftaya doğru yakaladım ama emin olamadık kesinleşmesini beklemek zorunda kaldık. Aslında bana kalsa daha söylemez beklerdim de bir durum olur bir şeyden şüphelenip hamile olduğumu çakarsın diye tadında bırakayım dedim. Zaten Kenan Mine'nin gazına gelip az kalsın midye blöfüyle patlatıyordu beni neyse ki Ela da hamileymiş de onu öne atıp paçayı kurtardım"

"İz üstünde miydin?"

"Aylardır hamile kalmaya çalışıyordum ama bir türlü olmadı ben de fena hırs yaptım. Ama işte o aralar hafta sonu kaçamağı olarak bizi götürdüğün yerde tatile iş getirme kuralı diyete pazartesi başlarız aman sal gitsin hissiyatıyla birleşip beni bir boş vermişlik moduna sokunca... Bingo!"

"Sahiden çok arıza bir kadınsın! Söylemiyorsun da hiçbir şeyden haberim yok"

"Adı üstünde sürpriz!"

"Ciddi ciddi baba mı oluyorum ben şimdi? Bu defa boşa düşmedim yani"

fvfvvvff.jpg


"Boşa falan düşmedin. Aylar sonra bir baş belası daha hayatına katılıp ömrün boyunca "Baba baba!" diyerek yakandan paçandan düşmeyecek" dediğimde beni öpücük yağmuruna tutup bir yandan da nihayet çocuğunun anasını da unutmayarak beni çok ama çok sevdiğini ve onu her yeni bir gün daha da çok mutlu ettiğimi söyledi. Al gülüm ver gülümcülükte iyiyiz çünkü ben de aynı şeyleri onun için düşünüyorum. Hayatımdaki varlığı bana bir anlığına bile pişmanlık hissi yaşatmadı aksine her daim şükür sebeplerimden biri oldu bu tatlı hınzır adam.

Yüzündeki o mutlu gülüşe odaklanıp ellerini tutarken "Sakinleştin mi biraz?" dedim ama cevabın hayır olduğunu da görebiliyorum. Tam da tahmin ettiğim gibi başını olumlu bir şekilde sallamasına rağmen bir anda kendi kendisini gazlayarak "Baba oluyorum! Baba oluyorum baba!" diye bağırdıktan sonra yeniden bana doğru bakıp heyecanı tavan yapmış bir halde "Aklım kaçacak yer arıyor şu an bir şey yap!" dedi. Hadi ya! Hiç belli olmuyordu halbuki.

Yapabildiğim tek şey elimle ağzını kapatıp kinayeli bir tavırla "Biraz daha bağır Ahmetciğim daha geniş çevreye duyuralım bilmeyen kalmasın" demek oldu. O da ağzını kapatan avucumu öpüp bu defa sakinleşme isteğiyle olsa gerek alnını omuzuma dayayıp bir süre öyle bekledi. Ben de o sırada kolumu omuzuna sarıp saçlarını sakin sakin okşayarak gülümsemekle yetindim. Sevineceğini biliyordum da bu kadar heyecanlanacağını düşünememiştim. Kalbi de son hız atıyor normal ritmine nasıl dönecek merak etmiyor değilim. Aslında dakikalardır merak ettiğim başka bir şey daha var o da bana neden bu kadar uyku bastığını anlayamamam. Oysaki sabah çok dinç kalkmıştım ama şu an boş bulduğum yere devrilesim var. Yiğit'te hiç böyle olmamıştım ki ben.

"Su vereyim mi Ahmet?"

"Sadece sarıl yeter"

"Tamamdır doktor sendeyiz! Ama bir şey sormam lazım"

"Dinliyorum"

"Bu ultrason makinesi böyle açık ya bozulmaz değil mi? Deminden beri çocuğun kalbi de pıttırı pıttırı atıyor kapanması gerekiyorsa kapat"

"İyi hatırlattın. Bir kere daha onun bizim olduğunu bilerek bakmazsam gece gözüme uyku girmez"

"Aman iyice bak çünkü çocuğu görmek için gece gece hastaneye gelmek zorunda kalırsak asıl arızayı o zaman çıkarırım. Uykum tatlıdır benim"

Ultrason cihazının görüntüyü ekrana yansıtan zımbırtısını eline alıp bir yandan karnımda gezdirerek bebişe bakıp bir yandan da "Ben hâlâ inanamıyorum. Evlendik evleneli çocuk fikrine hiç sıcak bakmadığını sanıyordum. Fikrini ne değiştirdi?" dediğinde imalı bir göz süzüşü yaparak "Çok fena taklaya geldin be doktor!" dedim. Söylediğim şey sonrası bana doğru döndüğünde göz göze geldik. Geldi valla getirdim yalan yok.

"Sen misin beni üzüp üzüp pat diye nikah masasına oturtan! Ben de istemiyor görünüp hiç beklemediğin bir anda böyle veririm işte çocuğu eline" dedikten sonra aslında benim de çocuk istediğimi ama intikam yemeğini bu defa soğuk yemek istediğim için ona oynadığım oyunu biraz zamana yaydığımı söyledim. Gülüyor ve hâlâ gözlerini bizim bücürden alamıyor.

"Hadi kapat da artık çıkalım. Feraye Hanım'ın odasını da işgal ettik belki bekleyen hastaları vardır"

"Tamam kapatacağım bana bir dakika ver"

"Al koca makineyi eve götür bari!"

"Keşke bunu yapabilsem. Eylül..."

"Ne oldu kötü bir şey mi gördün?"

"Hayır öyle bir şey değil korkma. Adı kız olursa Yasemin erkek olursa da Özen olsun mu?"

"Yok artık! İsimleri ne zaman düşündün?"

"Evlenmeden önce desem..."

"Umarım bu isimleri benimle birlikteyken seçmişsindir. Gerçi Yasemin kesin bende de Özen'i bilemedim"

"O da sende merak etme. Bana evlilik hayalini de çocuk hayalini de ciddi ciddi kurduran bir sen oldun zaten"

"Başka kikiriklerle bu hayalin ciddiyetsizini kurdun yani!"

"Eylül yapma!"

"Tamam ya azıcık dürteyim de kikirikler konusunda gevşeme olmasın dedim sadece"

"Of! Ahmet hadi oda havasız mı ne bir tuhaf oldum ben deminden beri zor duruyorum. Çıkalım bir an önce de bir temiz hava alalım" demelerim sonucunda nihayet yeni oyuncağını elinden bırakabildi. Birlikte karnımdaki jeli temizleyip hemen ardından da ellerimden tutarak oturduğum yerden dikkatli bir şekilde kaldırdığında bir an ne oldu anlamadım ama kendimi biraz tuhaf hissettim. Gülüşümün kaybolmasına neden olan bir histi bu.

Ahmet ceketimi ve çantamı almak için tekli koltuğa doğru uzanıp "Yiğit nerede? Merallerin yanına mı bıraktın?" derken göz kapaklarım üzerine fil oturmuşçasına kapanır gibi olunca elim yatağı tutacakken boşluğa gitti ama neyse ki o an Ahmet ceketimi giydirmek için bana döndüğünden bunu çabuk fark edip kaymamı engelledi. Ne oluyor ya!

Ahmet'in neyim olduğunu sorarak kolunu belime sardığını hissedip diğer koluna tutundum ama ne yalan söyleyeyim ben de ne olduğunu anlayamadım. Sadece telaş etmesin diye "Çok yattım ya kalkınca tansiyonum oynadı herhalde" dedim. Hay aksi! Elim ayağım da boşaldı bir gevşedim pelte gibi oldum. Durup dururken niye böyle oldu ki? Şu an başımı Ahmet'in göğsüne dayasam hiç abartmıyorum saatlerce uyuyabilirim. İşin garibi hasta gibi de hissetmiyorum ya da bir yerim ağrımıyor sadece uyumak ve uzunca bir süre de uyanmamak istiyorum.

Ahmet beni geri oturtup tansiyonuma bakmak istese de ona odadan çıkıp hava alalım yüzüme bir su çarpalım hemen toparlanırım dedim ve birlikte el ele dışarıya çıktık. O anda da önceden planladığımız üzere katta rahatsız edici sesler çıkmasın diye patlatmadan açtıkları pembe mavi konfetileri havaya atan hastanedeki yakın arkadaşları ve bizimkiler çıktı karşımıza. Kimse az önce ne olduğunu bilmediği için doğal olarak heyecanımıza ortak olmaya çalışıp güzel haberi kutlama telaşında tabii.

Sevdiklerimiz ellerinde çiçekler ve bilumum bebek temalı süslemeleri ile bir Ahmet'e bir bana art arda sarılıp tebrikleri havada uçuştururken kalabalığın içinde Ahmet'in bana doğru uzattığı eli gördüm. Kafamın içi de o kadar tuhaftı ki sanki aylarca uyumamışım da son çırpınışlarımı yaşıyormuşum gibiydi. Onun da aklı içeride olanlardan ötürü bende kaldı herhalde ki yanından ayrılmamamı istiyordu.

Uzattığı eli tuttuğumda beni yanına doğru çekip kolunun altına alarak "İyi misin bahçeye çıkalım mı? Ya da haber yollayalım Feraye Hanım bir muayene etsin seni" dediğinde olumlu bir cevap duymayı umduğunu bilsem de bunu yapamadım. Tek tabanca olsam anında tüyer kendimi iyi hissedene kadar gözden kaybolurdum ama şimdi başka bir candan daha sorumlu olunca bunu yapamadım. Bu yüzden de başımı olumsuzca iki yana sallayarak "Ne oldu anlamadım ama bir şey oldu bana" der demez alnımı omuzuna dayayıp gözlerimi kapattım.


kjj.gif


Kutlama alanı bir anda karıştı tabii. Ahmet hiç vakit kaybetmeden "Feraye Hanım'ı çağırın!" derken beni de ayakta durmakta zorlanıyorum diye apar topar kucağına aldı. "Açılın hava alsın" diyen sesler duysam da en son başımı Ahmet'in yanağına yaslayıp gözlerimi kapattığımı hatırlıyorum. Sahiden ne oluyor ya!

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

  • Üst