Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.229
Tepki
85.086
Puan
113
Konum
İstanbul
gfghjk.png


59.Bölüm : Eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı doktor!

........::::::::__Eylül__::::::::........

Malum şahıstan gelen hediye krizi sebebiyle Ahmet ile aramızda küçük bir sürtüşme yaşanmış olsa da yine de buna rağmen çocukların gülüp eğlendiği büyüklerin de uzun zamanın ardından birlikte keyifli vakitler geçirdiği bir gün oldu.

Akşam saatlerinde Sinan kızını eski eşine bırakması gerektiği için kızı ve Berna ile birlikte erken ayrıldı biz de tüm aile olarak güzel bir ziyafet çektik. Selim dedenin "Hadi bakalım hareketlenin efendiler! Kızlarım bütün gün yoruldu yakın mangalı da şimdi de sizin elinizin marifetini görelim" demesi bizim mangalsever beylerin gözlerini ışıldattı tabii. Ahmet Selim ile et alışverişine gitti Kenan ile Tolga mangalı yakma işini üstlendi biz de kızlarla mutfağa girip birlikte mezeleri ve salataları hallettik.

Bahçedeki büyük masaya kurulduğumuzda gözlerimi Ahmet'ten alamadığım çokça anlar oldu. O kalabalığın içinde o kadar mutlu ve neşeli görünüyordu ki adeta küçük bir oğlan çocuğu gibiydi. Oturduğu yerden herkese yetişmesi de ayrı bir olaydı. Hiçbir konuyu kaçırmayıp masanın başındaki sonundaki herkesin sohbetine dahil oldu. Tabii ara sıra sağlığını düşündüğü için titizlendiği dedesinin gazabına da uğramadı değil ama yine de tatlı tatlı atışmaları ortamı daha da neşelendirdi. Kalabalık aile ortamını sevdiğini bilirdim ama birebir yaşayıp görmek farklı bir etki bırakıyor.

Ama ne yalan söyleyeyim benim de çok hoşuma gitti. Oturduğum yerden hangi yanıma baksam mutluluktan gözlerinin içi parlayan sevdiklerimi gördüm ve bu da beni en az Ahmet kadar mutlu etti. Kötü günleri atlatan Meral ile Selim zaten evli mutlu iki çocuklu. Ela ile Tolga da Kenan'ın askerlik macerası başlamadan hemen önce evlendi ve artık kızlarıyla birlikte aynı çatının altında birleştiler. Ee! Bizim ele avuca sığmaz küçük Gürsoy da sonunda taktı küçük Şirine'sinin parmağına nişan yüzüğünü düğün çanları da askerden döner dönmez çalacak daha ne isteriz ki? Ah be! Keşke araya kilometreler girmemiş olsaydı da her zaman bir arada olabilseydik.

Kenan'ın yarın gidecek olmasından dolayı Ahmet ile ağız birliği yapmışız gibi bizim gençleri allem edip kallem edip bu akşam yatıya bıraktırdık. İlk başta Selim ile Meral kalabalık olmamızdan ötürü biz yarın sabah erkenden geliriz dese de hem bizim ısrarımız hem de Kaan'ın çok istekli olmasından dolayı fazla direnemediler. Ama ne yapalım? Hazır hep bir araya gelmişken bol bol vakit geçirelim istiyorduk şimdi birimiz eksik olursa olmazdı.

Aile büyüklerimizi evlerine geçirip salona kurulduktan sonra biz Ela ile çayları hazırladık Mine ile Meral'de annemle atıştırmalıkları halledip tabakları masaya dizmeye başladı. Beyler derseniz eğer onlar bir cengaverlik edip çocukları biz uyuturuz siz işinize bakın tavrındaydı. Bizim de canımıza minnet tabii.

Ela çayları bardaklara doldururken boş durmayıp sehpaları çıkarmak için salona gittim. Ahmet ortalarda olmadığı gibi herhangi bir yerden sesi soluğu da çıkmıyordu. Yiğit'i odasına çıkardı herhalde diye düşündüm ama gözlerim salonu turlarken benim küçük böcüğümü pencere kenarındaki okuma köşesinde Tolga dayısının kucağına yayılmış fosur fosur uyurken buldum. Evladım ahtapot musun ya? Al ayağını adamın ağzına sok bari o nasıl bir uyuyuş şeklidir anlamadım.

Tolga'nın yanına gidip "Sen mi uyuttun? Bilsem önceden gelirdim" dediğimde Tolga da kendisine yapışmış gibi uyuyan Yiğit'in kolunu bacağını toparlayıp "Sorun olmadı ki günün yorgunluğundan olsa gerek konuşurken bir anda kapadı gözlerini. Umarım Rüya da Ahmet'i uğraştırmadan uyumuştur" diyerek kucağıma almama yardım etti. İyi de Ahmet çocuklarla bir aradayken onları sakinleştirmez daha beter kudurtur. Yani şu an Rüya'yı uyutacağına oturmuş karşılıklı çay partisi yapıyor olabilirler.

Ahmet ile Rüya'nın uyuma macerasını gözlerimin önünden geçirip gülümseyerek "Çocuğunu Ahmet'e emanet edip onu uyutmasını beklemek fazla iyi niyetli bir düşünceymiş Tolga" dediğim sırada salona giren Kenan'ın sessizce "Şu lokum gibi çocuğa da her sorduğumda çok yaramaz başa çıkamıyorum deyip duruyorsun ya Allah'tan kork Eylül! Bulmuşsun böyle etliye sütlüye karışmayan çocuk öp de başına koy. Deminden beri bir tane falsosunu görmedim. Yat diyorum yatıyor kalk diyorum kalkıyor al diyorum alıyor. Sürekli bir neşeli güleç haller falan..." dediğini duydum. Gözlerim istemsizce devrilirken "O şu an size şirin yüzünü gösteriyor ki ben dert yanarken kendisinden yana çıkacak korumaları olabilsin. Bir uzun süre burada kal da o lokum dediğin cüce seni ne hallere sokuyor kendi gözlerinle gör" demeden edemedim.

"Ben hiçbir şey bilmeyen halimle aylarca Rüya'ya bakmışım beni böyle korkutamazsın"

"O prenses gibi bir kız bir kere hiçbir uğraştırıcılığı da olmadı"

"Öyle mi? Yemekleri ara öğünleri özel hazırlanıyor muydu? Evet hazırlanıyordu. Altını batırıp duruyor muydu? Aa! Evet onu da yapıyordu. Hatta ben o nahoş kokulu bezini atar atmaz sanki tepkimden mutlu oluyormuş gibi gözümün içine baka baka bezini yeniden batırıyordu ki bunu da genelde kucağıma aldığımda yapıyordu"

"Altını temizleyen ya Nevin ablaydı ya da Mine'ydi sana ne oluyor acaba?"

"Ben o bezleri "Al bunu at!" denilip kimin burnuna sokulduğuna ve transfer işleminin kim tarafından gerçekleştirildiğine bakarım Pembe Panter! Her neyse... Uyumak için bana kırk takla attırıyor muydu? Kesinlikle evet. Bir düzine çocuk masalının hafızanda kayıtlı olması ne demektir biliyor musun? Hayır bilmiyorsun çünkü muhtemelen beni bu konuda ya Ahmet ya da annen daha iyi anlar"

"Bir dakika ya! Çocuğuna senden çok onlar bakıyor imasıyla laf mı soktu bu bana?"

"Kenan fırsatları değerlendirmeyi her zaman çok iyi bilmiştir Eylül"

"Hızımı almışken lafı değiştirmeyin. Sürekli ilgi istiyor muydu? En babasından! İzmir'deki tüm parkları ezberlediğim gibi güneş hangi anlarda nereye vurur şu çoluklu çocuklu kadınların ya da dadıların toplandığı yerlerden nasıl görünmeden kaçılır hepsini öğrenmiş miydim? Öğrenmiştim. Sor babasına bilmez her defasında birine yakalanıp kırk saat tecrübe ile sabittir adı altında ondan bundan tavsiye dinlemek zorunda kalıyordu. Eline tutuşturulan börekler çörekler de cabası"

Kenan ağabeyine doğru "Sanırım konuyu üstünlüğümü kanıtlamayı başararak kapattım. Senin eklemek istediğin bir şey var mı?" deyince Tolga da bana üzgünüm dercesine bakıp kardeşine de "Bir de neye yarayacağını anlayamadığım 'Mükemmel Bir Gürsoy Olmanın İncelikleri' adlı özel dersler vardı tabii. Günde iki kere on beşer dakika" diyerek arka çıktı. O da vardı doğru.

Kucağımda çocukla Kenan'a daha fazla laf yetiştiremeyip yanından geçerken omuzumu hafifçe omuzuna çarpıp salondan çıktım. O da üstünlüğünü sağladı ya gıcık gıcık gülüyordu. Gülsün o gülsün! Ben onu kendi çocuğu olsun o zaman göreceğim. Çocuk düz duvara tırmanıp bunun anasından emdiği sütü burnundan getirirken geçeceğim karşısına pamuk gibi çocuk sen abartıyorsun diyeceğim. Yapmazsam Eylül değilim!

Tam anneme seslenecekken ağzımı bile açamadan durdum. Of! Şimdi annemi çağırsam kesin Kenan'dan çocuk yatıracaksın onu da annensiz yapamıyorsun tarzında bir laf daha yerim. Yiğit'in kucağımda mışıl mışıl uyuyan haline bakıp "Az mı ilgileniyorum seninle? Haklı mı bu çokbilmiş Kenan dayın?" dedikten sonra miniğimin kokusunu içime çekip tombiş yanağına da bir öpücük kondurdum. O gıdıklanan burnunu oynatışını yiyim senin! Neyse ki uyurken top patlasa tınlamıyor.

Anneme seslenmekten vazgeçip Yiğit'i yatağına yatırmaya giderken kulağıma gelen belli belirsiz konuşmalara kayıtsız kalamayıp merdiveni çıkamadan geri döndüm. Alt kattaki odalardan birini Elalar için hazırlamıştık yani Ahmet ile Rüya orada olmalı. Sessiz olmaya çalışarak odaya yaklaştıktan sonra aralık kapıdan başımı uzatıp ne haldeler diye bir göz attım. O anla birlikte yüzümde kocaman bir tebessüm belirdi.

Odada yatak haricinde bir de kocaman yastıklarını kaldırdığımızda iki zayıf kişinin yatabileceği bir koltuk var. Ahmet ortaya uzanmıştı ve bir kolunun altında Rüya diğer kolunun altında da Kaan vardı. Minikler de kollarının altından başlarını Ahmet'in omuzlarına yaslamış tatlı tatlı gülümseyip anlattığı masalı dinliyorlardı.

Benimki görselcidir öyle kuru kuru anlatmaz canlandırmalı ve dublajlı hikayeler sever. Yine öyle yapıyordu. Bir eline Rüya'nın oyuncak atını bir eline de tombiş yanaklı bebeğini almış onlar üzerinden anlatımını sürdürüyor küçük kızı da heyecanlandırıyordu. Ama böyle yapmaya devam ederse Rüya uyumaz bir daha bir daha der gibi geliyor bana. Gerçi Ahmet'in de o tatlı surata hayır diyebileceğini pek sanmam.

"...Ria yetişememişti. Atlılar Willy'i alıp tozu dumana katarak çoktan gitmişti. Herkes olduğu yere sinmiş ve korktukları için karamsar söylemlere kapılmışlardı. Tüm söylenenlere kulaklarını tıkayıp arkadaşını tek başına da olsa kurtarmayı kafasına koyan cesur prenses Ria ise atına atladığı gibi seslere doğru dört nala gitmeye başlamıştı. Ancak nafileydi. Karanlığın yanı sıra sesler de an be an azalmış ne Willy'nin seslenişleri ne de atların sesleri duyulmaz olmuştu. Ama Ria hâlâ yapılabilecek bir şeyler olduğuna inanıyordu çünkü o asla kolayca vazgeçen biri olmamıştı. Ormanın kalbi denilen noktaya ulaştığında ise "Ben Ria! Hadi ışıldayıp çıkar ortaya tüm gizemini ve bana arkadaşımı bulabilmem için yardım et" diye seslendi korkusuzca. Cevap alamadı. Sihirli olduğu söylenen ağaçlar konuşmadıkları gibi kıpırdamıyorlardı da... Nedenini düşünürken atından indi ve gözlerini etrafını saran ağaçlarda gezdirdi. Bir şeyler oluyordu. Yapraklar parlamaya geçtiği yerlerdeki topraktan da rengarenk çiçekler çıkmaya başlamıştı. Bu sırada hışırtı sesleri geldi kulaklarına. Kendilerine özgü bir müziğe benziyordu. O an belki de şarkı söylemeliyimdir diye düşündü çünkü şarkı söylemek Ria için büyülü bir şeydi. Bunu ne zaman yapsa etrafını göz alıcı bir ışık kaplıyordu. Aynı şey ağaçlar için de geçerli olabilir diye düşündü"

Kapının önünden çekilecekken Ahmet'in eğlenceli bir tavırla savaşçı prenses Ria'nın ağzından Rihanna'nın Diamonds şarkısını söylemeye başladığını ve ara sıra da çeviri yapıp "Hadi! Parlak bir elmas gibi ışılda" diye diye Rüya ile Kaan'ı gıdıklayarak güldürdüğünü görünce hiçbir yere gidemedim. Bana diyor ama asıl kendisi kaçık! Böyle çocuk mu uyutulur?

Salona geri dönüp kapının ucundan baktıktan sonra arkadaşıma küçük bir uyarıda bulunmayı kendime borç bilip "Tolga bu senin kıza arkadaşını atlılardan kurtarmaya çalışan savaşçı prenses hikayeleri falan anlatıyor. Valla büyüyünce Rüya benimkinin gazına gelip ona buna atarlanır erkek gibi bir şey olursa karışmam. Sen bir el at bence çünkü kızının bilinç altı şu an aksiyonsever doktorumuzun ellerinde" dedim ama Tolga halinden gayet memnun gibiydi.

Hatta oturduğu yerden gülümseyerek "Boş boş oturup aşık olacağı prensin yolunu gözleyeceğine atlılarla savaşan cesur bir prenses olmasında bir sakınca göremedim" dedikten sonra Kenan'a bakıp "Sen bu konuda ne düşünüyorsun?" deyince amcadan da "Ben de bir sakınca görmedim. Hatta yeğenimi destekliyorum ve cesur prenses Rüya'nın ilk kılıç setini ben alıyorum. Böylece kendisine yanaşmaya çalışan sevimsiz tipleri de sıradan geçirir bizim de gereksiz detaylarla uğraşmamıza gerek kalmaz" yanıtını aldım. İlk defa bu iki kardeş aralarında ufacıkta olsa çatışmadan bir konuda hemfikir oldu.


rerdtyguı.gif


İkisine de hayretle bakıp "Kıskançsınız! Allah Rüya'ya yardım etsin. Genç bir kız olduğunda bir de babasının ayrı amcasının ayrı kıskançlıklarıyla uğraşacak" dedikten sonra ister istemez gülümseyerek merdivenleri çıkmaya başladım. Arkamdan da Ela'nın "Yiğit'i hâlâ yatırmadın mı?" demesi geliyordu kulaklarıma. Ona küçük bir durum özeti geçtikten sonra onlar Mine ile salona girdi ben de yukarıya Yiğit'in odasına gittim. Yatıralım bakalım minik böcüğü...


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Masala devam edip Kaan ile ara sıra paslaşarak anlatırken Rüya'nın sızdığını fark etmemiz çok uzun sürmedi. Halbuki az önce gülüyordu. Bir varmış bir yokmuş olduğuna göre çok yorulmuş olmalı. Küçük hanımı uyandırmamaya çalışarak yanından kalktıktan sonra oyuncakları oyun kutusuna bırakıp arkamı döndüm. Kaan Rüya'nın üzerini örtüp düşmesin diye de etrafına yastıklarla bariyer yapıyordu. Evde kardeşi ile alakalı Meral'e epeyce yardım ettiği açık.

Yaptığından hoşnut olduğum için saçlarını karıştırıp ona şaka yollu takılarak "Birileri ağabey olmak için doğduğunu ne kadar da belli ediyor öyle" dediğimde bana muzur bir bakışla "Amcama çekmiş olmalıyım" demesi önce yüzümü gülümsetti ama hemen ardından da sesini ciddileştirerek "Amcam derken seni kastediyordum yani bir başkasını değil" deyişi hafiften burulmama neden oldu. Başkası dediği de Halit Bey oluyordu.

Söylediği şey ile ilgili düşünerek saçını öptükten sonra kolumu "Gidelim mi amca?" diyen yeğenimin omuzuna atıp birlikte odadan çıkarak salona girdik. Gözler aranan sevgili ile buluşmayı arzu etse de emeline ulaşamadı maalesef. Gerçi bugün yaşanan malum olaydan sonra layığıyla bir bakışma bile yaşayamadık. Kimseye belli etmiyor olsak da Eylül ile aramızda küçük bir gerginlik olduğunu söylememe gerek yoktur herhalde.

Kızının son durumunu merak eden Tolga'nın sorar gözlerle baktığını görünce "Rüya uyudu sorun yok" demek yerine "İzmir'e dönerken Rüya'yı bizde unutsanıza" dedim. Bunu çok içten söyledim. Gerçekten giderken unutsunlar ben bu küçük prensese gözüm gibi bakarım hiç akılları kalmaz. Tolga da sözlerimin üzerine "Giderken sizi de İzmir'e götürelim. Malum biz baba kız pek ayrı kalamayız. Melek gibi görünen kızım babasını uzun süre göremeyince ortalığı birbirine katabiliyor da" diyerek gülümsemeye başladı. Ah be! Bu babasını göremeyince el kadar boyuna bakmadan atarlanan küçük kızdan ben de istiyorum. Tam bir küçük Eylül olup delirtir beni. Düşüncesi bile sabırsızlandırmaya yetti de arttı bile.

"Uyudu mu peki?"

"Direndi ama sonunda uyudu"

"Direnmesinin sebebi kulaklarımıza çalındı. Kızıma kılıç sallama öğretiyormuşsun"

"Rahat bir uyku için masalla pozitif bir uyku girişi yaptık diyelim. Yiğit ne durumda?"

"Gayet güzel uyudu. Eylül az önce odasına çıkarmaya gitti o da gelir şimdi. Selim ne durumda acaba bir baksaydınız?"

"Barış kardeşimin kalfalık eseri yani ortamdaki en deneyimli baba olarak muhtemelen hiçbir sorun yaşamamıştır. Laf aramızda ses tonunu çocuk uyutma moduna aldığında benim bile içim geçiyor"

Eylül geliyor mu diye merdivenlere doğru bakarken Kaan'ın "Amca satranç oynayalım mı?" dediğini işittim ama şu an kafamı verip layığıyla oynayamayacağımı düşündüm ve "Kenan ağabeyine bir sor bakalım o strateji gerektiren oyunlarda daha sıkı bir rakip olabilir" diyerek pası Kenan'a attım. Gerçi bunu da dedim demesine de Kenan yanına geçip oturan Mine ile konuşmaya başlayınca "Kenan ağabey nişanlısıyla daha mutlu bence bölmeyelim" dedi benim her halden anlayan yeğenim.


nnnnn.gif


O sırada imdadımıza "Kaan gel beraber oynayalım" diyen Tolga yetişti. Kaan gözleri ışıldayarak "Gerçekten mi?" deyip hemen dolaptaki satranç takımını çıkarmaya başladı onu izleyen Tolga da küçük bir açıklamada bulunup "Aslında ben tavlada iyiyimdir. Mine ablanın dedesiyle çok kez zar attık ama satrançta da fena değil gibiyim" diyerek sehpayı önüne çekti.

"Yalnız başlamadan önce bir konuda anlaşma yapmamız gerekiyor Tolga amca"

"Nasıl bir anlaşma olacak bu peki?"

"Karşında bir çocuk var diye onun kazanmasına yönelik yalancıktan oynamayacak sadece kazanmaya odaklanacaksın söz mü? Hakkım olmayan bir başarıya sevinmek istemem çünkü bu beni mutlu etmez"

Bu sözler üzerine tuhaf ama hoş hislerle yeğenime doğru bakıp kaldım. Kaan da sözlerine ara sıra bana bakarak devam edip "Bir keresinde amcam bana başkasının hakkına girerek elde edilen başarı gerçek bir başarı değildir demişti ve ben düşündüm de o haklı. Şimdi oyunumuzu oynarken aynı benim gibi tüm gücünle savaşmanı istiyorum. Kazanırsam hilesiz kazandığım için sevineceğim kaybedersem de üzülmeyeceğim sadece yaptığım hataları fark ettiğim için bir sonraki oynayışımda nelere dikkat etmem gerektiğini öğrenmiş olacağım" dedi. Ağaç yaşken eğiliyormuş gerçekten. Bunu izlemek ise paha biçilemez bir duygu yaşatıyor insana. Kaan ile göz göze geldiğimizde "Kazanıp kazanmaman umurumda değil şu an bu sözlerle beni çok gururlandırdın. Aferin sana" dediğimde tatlı bir gülüş eşliğinde oyunlarına başladılar.

"Beklettim kusura bakmayın" diyen sesle arkamı döndüğüm gibi Eylül ile yüz yüze geldik. Onun ardından da Meral ile Ela geliyordu. Eylül'e dikkatle baktım da iyi görünüyor. En azından gerginliğini üzerinden atmış ve bunu da bana hissettirebiliyor. Gözlerini benden çekse de yanımdan geçerken elime hoş bir dokunuş yapıp olumlu bir sinyal atmadan da edemedi. Hayatı güzelleştiren minik detaylar!

Buraya kadar her şey yolundaydı ama yanındaki yerimi almak için nereye oturacağını anlamaya çalışırken aniden durup sabit bir noktaya kilitlendi. Bakışlarını takip ettiğimde pencere kenarındaki koltukta duran ahşap arabaya baktığını görünce ses etmeden kendisiyle verdiği mücadeleye odaklandım. Aklından neler geçtiğini tabii ki bilemem ama Buğra ile ilgili olumsuz şeyler düşündüğünü tahmin edebiliyorum.

Kenan neden oturmadığımızı ve ayakta durduğumuzu anlayamayıp bana bakınca karışmayalım dercesine elimi kaldırdım. O da işaretimi alınca müdahale etmeden Mine ile birlikte Eylül'ü izlemeye başladı. O an Ela satranç hamlesi beklenen Tolga'nın koluna girip onunla Kaan'ın satranca daha hakim göründüğüyle alakalı tatlı tatlı uğraştığı için muhtemelen Eylül de hepimizin dikkatinin onların üzerinde olduğunu sandı ama durum öyle değildi.

Ağır adımlarla arabaya doğru yaklaştıktan sonra onu eline alıp üzerindeki yazıya baktı. Kenan ona daha yakın bir yerde oturduğu için bana da bilgilendirme yapıp eliyle gözlerinin dolduğunu işaret edince üzülmedim diyemem. Eylül kolay ağlayan bir kadın olmadığı için böyle anlar beni daha çok etkiliyor çünkü kendisini o noktaya gelmemek için çok fazla zorladığını hissedebiliyorum. Kim bilir o arabaya bakarken de aklından neler geçip gidiyordu.

Aniden hareketlendiğinde huzursuz olmadım diyemem ama neyse ki elindeki arabaya zarar vermek yerine onu kitaplığa bırakıp balkona çıktı. Bunu temiz hava alıp yanımıza dönmeden önce biraz toparlanmak istedi diye yorumladım. Dışarı çıktığını görür görmez yanında olmak için ona doğru gitmek istedim ama bu sefer de oturduğu yerden fırlayan Kenan elini kaldırıp "Bize beş dakika ver" dedikten sonra perdeyi çekerek balkona geçti. Makul buldum çünkü Eylül'ün dili bize karşı dirençli çıkarken Kenan'ın yanında çok daha kolay çözülüyor.

Olduğum yerde kaldım ama bu durağanlığım Mine ile göz göze gelişimle birlikte son buldu. Böyle durumlarda birbirimizi o kadar iyi anlıyoruz ki konuşmamıza bile gerek kalmıyor ve aynı anda hareketlenip ne yapılacaksa onu yapıyoruz. Aynı şimdi de olduğu gibi. Mine ile sözleşmiş gibi aynı anda balkonun kapısına yaklaşıp kulağımızı balkondaki konuşmalara verdik. Bir gün bunu yaparken yakalanıp okkalı bir azar işiteceğiz ama bakalım bu ne zaman olacak. Perdenin ardından baktığımızda Kenan çoktan konuya girmişti bile. Hatta Eylül'ü konuşturmaya da başlamıştı.

"Evet Kenan korkuyorum ve bu elimde değil. Ahmet ile her şey o kadar yolunda ki ben de Yiğit'te onunla o kadar mutluyuz ki o insan müsveddesi bir gün ansızın gelip her şeyi berbat edecek diye çok korkuyorum. Yapacak bunu biliyorum. Duracak duracak pat diye yine burnumuzun dibinde bitecek ve o ana kadar da bu korku içimden hiç gitmeyecek"

"Gelmek isteseydi Yiğit'in birinci yaş gününü önemser o arabayı da ailesi değil kendisi getirirdi"

"Ya geldiyse? Ya biz onu göremiyorsak ve o bir yerlerden gizli saklı hayatlarımızı izliyorsa?"

"Paranoyakları severim zihin açarlar ama senin gibisini değil"

"Ciddi olur musun lütfen"

"Tamam diyelim ki kenardan köşeden hayatlarımızı gözetliyor. Bu onun köklü bir değişiklik yaşadığını gösterir çünkü benim ne yazık ki çok da lazımmış gibi tanımak zorunda kaldığım Müfettiş Gadget öyle uzaktan izlemez direkt gelir hayatına maydanoz olur. Bu olursa da benim kafam biraz atar gibime geliyor ki bu defa büyük ihtimalle hiç kimsenin müdahalesi beni durdurmayı başaramaz. Muhtemelen seni de öyle. Anlayacağın üzere buraya ayak basması onun selameti açısından pek de uygun olmaz ve bunu o da biliyor olmalı"

"Yiğit şimdi bebek olduğu için her an yanımda ama bu çocuk büyüyecek ve okula gidecek. Ben her gün acaba şu an okulda mı yoksa o lanet herif ortalığı birbirine katarak oğlumu alıp götürüyor olabilir mi korkusu yaşamak istemiyorum. Nerede olduğunu bilseydik en azından ne yaptığıyla ya da ne yapacağıyla alakalı bir fikrimiz olurdu ama bilmeyince adam her yerde gibi. Sanki şu bahçenin kuytu bir köşesinde durup bütün gün bizi izlemiş hatta hâlâ izliyor gibi. Sadece Yiğit ile alakalı korkularım yok. Bir gün Ahmet'i arayıp herhangi bir sebepten dolayı ona ulaşamadığımı düşünmek dahi istemiyorum. Sadece Ela'nın yerini öğrenmek istediği için sana neler yaptığını hatırlasana. Ya Tolga'ya neler yaptığını... Öldürüyordu adamı. Rüya kızı değilken gözü döndü Yiğit için daha beterini yapar. Böyle hasta ruhlu bir adamı nasıl hayatıma musallat ettim ben Kenan? Zamanında seni dinlemeyen o aptal kafamı oradan oraya vurmak istiyorum ya! Laf dinlememem bütün hayatımın diken üstünde geçmesine neden oldu"

"Askerdeyken elim kolum bağlanıyor biliyorsun ama için öyle rahat edecekse döner dönmez sorup soruştururum istersen. Zor olur ama bir şekilde nerede olduğunu öğrenmeye çalışırım. Bulursam da babamın zamanında bize yaptığı gibi biz de bir BuğraTv açar onu uzaktan da olsa takibe alırız. Yaparız bir şeyler işte! Hem kimsenin de bilmesine gerek yok. Bu konuştuklarımız seninle aramızda kalır kimseye söylemeyiz"


tyhjrters.jpg


Kenan'ın son sözüyle birlikte Mine ile aynı anda birbirimize baktık. Hay aksi! Yine küçük baldızla duymamamız gereken bir şey duyduk. Mine dudağını kemirip sessizce "Sanırım bunu bilmememiz gerekiyordu" dediğinde yüzümü ekşitip Kenan'dan kopya çekerek "Aramızda kalır kimseye söylemeyiz" dedim. Mantıklı bulmuş gibi başını sallayıp yeniden kulağını uzattı. Eylül de o sırada sarıldığı Kenan'a teşekkür ediyordu. Neyse ki Kenan'ın "Teşekkürünü geri almak için üç saniyen var Pembe Panter!" deyip onu gülümsetmesi çok uzun sürmedi. Eylül önce omuzuna bir tane patlatıp "Tamam geri alıyorum sana teşekkür eden de kabahat!" dedi sonra da yeniden bir arada olmayı çok özlediğini söyleyip daha sıkı sarıldı.

Gülümsemesi ve artık daha iyi hissediyor gibi görünmesi biraz olsun içimi rahatlattı. Ama aksilik bu ya Kenan'ın içeriye gireceğini fark edip Mine ile onlara görünmemek için telaşla geri çekilirken birbirimize çarptık ve küçük çaplı bir ortalığı yıkıp geçme hadisesi yaşadık. İkimiz konsolun üzerindeki yıkılan çerçeveleri düzeltirken Kenan çıkıp önce bize tuhaf tuhaf baktı sonra da Mine'nin beline sarılıp ona "Bakıyorum yine beni düşünürken eli ayağı birbirine karışan telaşlı küçük Şirine haline bürünmüşsün tatlı şey" diyerek yardım etmeye başladı. Ela çıkan ses sebebiyle Rüya'nın uyanıp uyanmadığını kontrol etmeye giderken benim gözlerim kapıdaydı çünkü Eylül henüz gelmedi. Hâlâ düşünüyor ve kendi kendisini dolduruyor olmalı.

Kapıya yaklaşıp perdeyi çektiğimde Eylül'ü kollarını kavuşturarak dalıp gitmiş bir halde buldum. Yanına gider gitmez arkasından sarılıp çenemi omuzuna dayayarak "İyi misin?" dediğimde o da başını geri atıp omuzuma yasladı. Yüzü asılmış bir halde yıldızlara bakıyordu. Neyse ki sessizliği uzamadan "Seninle aramızda gerginliğe yol açacak tartışmalar yapmaktan nefret ediyorum" dedi. Gülümsedim ve hemen ardından burnumun ucunu çenesinde gezdirip "Ben de o gerginliği ortadan kaldırdığımız anları çok seviyorum" dedim. İfadesi olumlu bir hâl alırken yan gözle bana bakıp "Peki iyi miyiz şu an?" dediğinde kesinlikle iyi olduğumuzu söyledim. Olduğu yerde dönüp boynuma sıkı sıkı sarıldığında bana hissettirdiği hüzünden ötürü bu defa benim yüzüm asıldı ama yine de ona hissettirmeden kollarımı beline doladım.

"Bugün için özür dilerim. Aynı zamanda hem soğukkanlılığını koruyup her şeyi toparladığın için hem de Yiğit'i benden bile çok düşündüğün için teşekkür ederim"

"Teşekkür etmene gerek yok. Siz benim ailemsiniz Eylül aksi bir davranış göstermem mümkün olmazdı"

"Seni çok seviyorum doktor"

"Hislerimizin hâlâ karşılıklı olması ne hoş"

Güldüğünü hissedebiliyorum. Omuzlarımı tutarak kendisini geri çektiğinde "Sana bir tüyo vereyim mi?" dedi en sevdiğim şeyin bu olduğunu bilmiyormuş gibi. Dinlediğimi söylediğimde gözlerimin içine o kocaman aşık olunası gözleriyle bakıp "Hislerin asla karşılıksız kalmayacak. Ben de her zaman bir karşılığın var doktor" dedi. Kalbim az önce aynı kadın tarafından bir kez daha çalınmış olabilir.


e5yty.gif


Elini kaldırıp avucunun içini öptükten sonra "Günün yorgunluğunu içeriye girip dostlarımızla keyifli vakitler geçirerek atmaya ne dersin?" dedim ve olumlu yanıt alınca da tuttuğum eliyle onu da kendimle birlikte yürüterek balkon kapısından girip salona geçtim. Biz konuşurken satranç müsabakası bitmişti. Konuşmalardan anladığımız kadarıyla kazanan taraf Tolga olmuş şimdi de Kenan ile birlikte Kaan'a hangi pozisyondayken hangi etkili hamlelerin yapılabileceğini gösteriyorlardı. Kaan dikkatle ve hayranlıkla dinlediğine göre öğretmenliklerini sevmiş olmalı. Yaptığı her işi en ince detayına kadar öğrenme isteği çok hoşuma gidiyor. Umarım bu özelliğini Kaan ağabeylerini göre göre Yiğit ile Barış'ta alır.

Saatime bakıp "Oo! Babana verdiğimiz uyuma saati sözünü geçiyoruz Kaan! Hadi bakalım herkese iyi geceler dileyip doğru yatağa. Dişlerini fırçalamayı da unutma yoksa babandan kırk saat diş fırçalamanın önemi hakkında bir dizi bilgilendirme almak zorunda kalırız ki şu an hiç çekemem" dedim ama söylediğim şeye güldüğümüz sırada Meral'in bana bakışlarıyla arkamı işaret etmesi bir süredir ortalarda görünmeyen kardeşimin şu an nerede olduğunu anlamamı sağladı. Barış'ı uyutup geri dönmüş olmalı.

Selim'in bakışlarını tahmin ettiğim için kardeşime doğru bir türlü dönemedim. O da yanımdan "Neyse ki oğlum bu konuda amcasına çekmemiş" diyerek geçtikten sonra Meral'in yanına oturup sözünü de "Küçükken annem ikimize de dişlerimizi fırçalatır öyle yatırırdı ama Ahmet bir türlü uyuyamaz gizli saklı mutfağa inip illa ağzına tatlı bir şey atar öyle gelir uyurdu" diyerek tamamladı.

Gülüşmeler başlayınca "Ağzımda mentol tadı kalmasını sevmiyordum" dedim. Konunun kapandığını düşünürken Selim'in kolunu Meral'in omuzuna atıp "Dişindeki tekrarlayan çürüğe neyin sebep olduğunu bulmak ailem için epey zor olmuştu" dediğini işittiğimde karşı atağa geçmem ve "Kardeşimin yalan söylemeyi beceremeyip her şeyi en doğru haliyle ortaya dökme huyu bana çok zor bir çocukluk geçirtti" demem hiç de zamanımı almadı. Anneme beni ispiyonlayan Selim olmuştu çünkü.

Kaan baktı ortalık karışıyor "Tamam tamam ben şimdi gider dişlerimi fırçalayıp uyurum" dedi mecburen. Hepimizi tek tek öpüp Meral'in kardeşini kontrol etmesini istemesine de tamam dedikten sonra yukarıya çıktı. Kaan'ı yukarıya yolladık ama o sırada gözüme fısır fısır konuşan Kenan ile Mine takıldı. Her ne olduysa Mine dürtüp durduğu Kenan'a hadi der gibi kaş göz işareti yapıp "Sen anlarsın ya yap bir şey! Hadi bak kızlarla iddiaya girdim kazanmam lazım" diyor Kenan da "İddiaya girerken bana mı sordun Mine?" diyerek çayını içmeye çalışıyordu. Ortada bir iddia var ve ben bunu kaçırdığıma inanamıyorum.

Biz kendi aramızda genel bir sohbete başladığımızda Kenan dürtüklenmelere daha fazla direnememiş olacak ki hepimizi işin içine katsa da gözlerini direkt Eylül'e dikip "Annen çocukların başındayken çiftler arası midye yeme turnuvası yapalım mı?" diye sordu. Mine şaşkın bir ifade ile "Ne midyesi be! Onu mu dedim ben sana Kenan?" dedi ama bu soru sonrası yaşananlar biraz tuhaftı.

Kenan'ın sorusuyla midye sevmememe rağmen eğlenceli olacağını düşünüp ben dahil hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu söyleyip hareketlendik ama Eylül ile Ela duydukları anda buna şiddetle karşı çıkıp hem şaşkınca birbirlerine baktılar hem de gitmemek için birbirlerini destekleyici ve bizi vazgeçirici konuşmalar yapmaya başladılar. Eminim susan herkes içinden bu ne telaş diye geçiriyordur.


esrgdtfhygh.jpg


Eylül'ün midyeyi reddetmiş olmasının şaşkınlığını yaşarken Kenan da içtiği çayı boğazına kaçırmış olacak ki bir anda tıkanır gibi öksürmeye başladı. Mine sırtına vuruyor Kenan da Tolga'nın birdenbire ne olduğunu sorması karşısında sesi içine kaça kaça "Duble deja vu oldum ne olacak!" diyordu. Neden bahsettiğini anladığımı söyleyemeyeceğim. Yüzündeki ifadeden gördüğüm kadarıyla Tolga da benimle aynı durumdaydı.

Mine su içmesi için Kenan'ı apar topar mutfağa götürüp ardından kızlarda yardıma gidince Selim Tolga ve ben salonda öylece kaldık. Onlar bana bakıyor ben de onlara... Tolga'nın aklından ne geçiyor bilmem ama benim aklımdan geçmeye teşebbüs eden şeyler sebebiyle kalbimin heyecanla çarptığını hissetmedim dersem yalan olur. Eylül'ün midyeyi reddettiği tek bir dönem vardı o da Yiğit'e hamile olduğu zamandı yoksa tok karna bile en az yedi sekiz tane midyeyi afiyetle midesine indirirdi.

Eylül'ün çocuk konusundaki düşüncesini bildiğimden dolayı sonradan hayal kırıklığına uğramamak için kendi kendime "Yok canım imkansız" dedim. Tolga da benden çok farklı olmayarak "Yani... Bence de şu an için imkansız gibi bir şey" dedi sanki birbirimizin neden bahsettiğini anlamışız gibi. Aramızdaki suskunluk kardeşimin "Hiçbir şey imkansız değildir. Bence bu telaşın bir sebebi olmalı. Neden öğrenmek yerine burada durmuş birbirinize bakıyorsunuz anlamadım" demesi ile son buldu. Haklı aslında. Niye öğrenmek yerine burada boş boş duruyoruz ki?

Biz salonun ortasında kalakalırken içeriden de fısır fısır konuşma sesleri gelip duruyordu. Aynı anda hareketlenip mutfağı kontrole gittiğimizde gülüşmeler bizim geldiğimizi anlamalarıyla bıçak gibi kesildi. Onlar bize biz onlara bakıp kalsak da Ela elini tutmayı bıraktığı Eylül'e göz kırpıp yanımıza doğru gelerek Tolga'nın ellerini tuttu. Ortamdaki hava birazdan neler olacağını hissettiriyordu sanki.

Eylül'ün yanına geçip sessizce "Bu esrarengizliğin sebebini öğrenebilir miyim?" dediğimde onlara kalmadan sorumu kapının önünde Ela ile konuşan Tolga'nın "Gerçek mi bu? Ela sen..." demesi hemen ardından da Mine'nin "Yaa! Ela daha çok yeni olduğu için ne olur ne olmaz diye söylemek istememiş saklamış ama Rüya'ya kardeş geliyormuş. Yeniden anne baba oluyorlar" demesi açıklığa kavuşturdu.

Kapının önünde birbirlerine sarılan Ela ile Tolga'ya imrenerek bakarken saf gibi "Ee! Ben ne oluyorum?" diye sorup Eylül'e baktım. Önce gözlerini kıstı sonra da omuzuma teselli vuruşu yapıp "Ben kız tarafından teyze erkek tarafından da hala olduğuma göre sen her hâlükârda enişte oluyorsun doktor senin durum her daim stabil" dedi ama yok ben onu kastetmedim. Benim derdim de öğrenmek istediğim şey de başka.

Heyecanlansam mı heyecanlanmasam mı arasında kalarak "Sen de midye yemek istemedin ama" dediğimde gözlerini yarım tur çevirip "Ela yiyemiyor diye... Ona destek olma amaçlı istemedim yoksa sekiz on tane gömerim hiç sorun değil" dedi. Hayır ya! Şu an bana bunları değil hamile olduğunu söylemesi gerekiyordu ki biz de Ela ile Tolga gibi şu an bu güzelliğin heyecanını herkes ile birlikte yaşayabilelim. Hiçbir şey düşünemeden "Boşa mı düştüm ben şu an?" dediğimde şaşırmış gibi gözlerini kısıp "Ne yaptın?" dedi. Evet boşa düştüm. Yanlış anlamışım daha doğrusu anlamak istediğim gibi anlamışım.


........::::::::__Eylül / Pazartesi__::::::::........

Sabah erkenden kalkıp Yiğit'i odasından alarak yatağa getirdim. Neşeli bir halde oğlana sabah egzersizi yaptırıp onu kıkır kıkır güldürürken Ahmet de hastaneye gitmek üzere hazırlanıyordu. Benim neşem ne kadar yerindeyse onun da keyfi bir o kadar kaçık görünüyor. Cumartesi günü hamile olduğumu düşünüp sonra da duvara toslaması ayrı şu eski sevgilisinin şimdiki kocası olan doktorla dün akşam bir ameliyat yüzünden telefonda birbirlerine girmesi ayrı etkiledi onu.

Bu İlhan denen doktor başka hastaneye gitmeden Ahmet rahat edemeyecek belli oldu. Sorun da şu ki uzmanlıkları dolayısıyla ortak girmeleri gereken bir ameliyat var ama anladığım kadarıyla adam ameliyatta Ahmet'in bulunmasını istemiyor ve başka bir cerraha pas attırmaya çalışıyor. Aslında Ahmet'te onunla aynı ameliyata girmekten hiç hoşnut değil çünkü adam Ahmet'in her hareketini kendisine üstünlük taslıyormuş gibi algıladığı için yer mekan fark etmeksizin gerginlik çıkarma derdinde ve bu da haliyle Ahmet gibi pozitif bir adamın tahammül edebileceği bir şey değil.

Hatırlarsan daha önceden de birlikte Ahmet'in sorumlu olduğu bir ameliyata girmişlerdi ve ciddi sorunlar yaşamışlardı. Hatta işin ucu kurula çıkıp o ameliyatta yaşananlar hakkında savunmalarını vermelerine kadar gitmişti. Neyse ki Ahmet'in yaptığı hiçbir yanlış yoktu da bu konuda başı ağrımadan pirüpak bir şekilde çıkmıştı işin içinden. Şimdi de ne adam ameliyattan çekiliyor ne de Ahmet geri adım atıyor çünkü benimki hastanın durumuna çok hakim ve sorunu nasıl hasar bırakmadan halledeceğini bulmuş başkasına emanet etmek istemiyor. Bir yandan da bu doktor İlhan'ın bu tarz ameliyatlarda iyi olduğunu bildiği için onu da ekarte etmek istemiyor. İki ucu çöplü değnek diyeyim sen anla.

Yiğit ile ilgilenirken bir gözüm de Ahmet'in üzerinde olunca gergin bir halde kravatını yapmaya çalıştığını fark edip oğlana sessizce "Senin dattar fena kızmış ateşini kısalım biraz" diyerek yanından kalktım. Yiğit'i yataktan düşmesin diye odadaki fileli oyun parkına bırakıp aynanın önüne yaklaştım ama Ahmet geldiğimi anlasa da ses etmedi. Kolunu tutup "Sakin ol şampiyon!" diyerek onu kendime doğru çevirdikten sonra "Ben hallederim" deyip düğüm ettiği kravatını baştan yapmak için çözdüm. Ara sıra da gözüm ona takılıyordu ama yok o neşeli adamdan eser yoktu. Şu an kafasının içinde o adamla tartışıyor olmalı. Ben olsam öyle yaparım çünkü.

"Ahmet iyi misin?"

"Nasıl görünüyorsam öyleyim"

"Gergin huzursuz öfkelenmeye hazır... Daha sayayım mı?"

"Gerek yok"

"Bugün ekstra sakin olmaya çalış tamam mı? Adam bile bile damarına basmaya çalışabilir oyuna gelme sadece işine odaklan"

Kravata son dönüşleri yaptırırken Ahmet derin bir nefes alıp "Bizim hastanenin magazin servisinde boşanma haberleri patlamış ama doğrulama henüz yok" deyince birkaç saniyelik bir duraksama yaşayıp gözlerine baktım. Ahmet bakışımdan ötürü devam etmesi gerektiğini düşünmüş olacak ki "Bir süredir karşılaştığımızda iğneleyici sözler sarf ediyordu ama dikkate almıyordum. Bu boşanma haberi doğruysa beni sorumlu görüyor olabilir" dedi ama söylediği şey kafamı bir miktar karıştırdı. Onların boşanmasının Ahmet ile ne alakası var ki? Burnuma kötü kokular gelmeye başladı ya hadi hayırlısı!

Gözlerimi bu söylediği şeyin manasını çözmeye çalışır gibi gözlerinde gezdirirken aniden elimi kravatına dolayıp onu da her dolayışta doğal olarak kendime doğru yaklaştırdım ve burun buruna gelir gelmez de "Bana bak Atahan! Bizim oralarda eskiye rağbet olsaydı bit pazarına nur yağardı diye bir söz vardır benim kafamı bozacak bir şey yapma ikinizi de bir kaşık suda boğuveririm durduk yere eski arıza Eylül'ün ruhunu çağırttırma şimdi bana!" dedim. Sözlerim biter bitmez uyandığından bu yana ilk kez gülümsemeye başladı. Onu gülerken görünce dayanamayıp ben de güldüm ama konuya da takılmadım değil. Boşanmalarının odak noktasını benimki yapıp ümüklerini sıktırtmasınlar bana!

Ben elimi kravattan çıkarırken Ahmet de "O bahsettiğin arıza Eylül'e fena takığım ben" dedikten sonra aynı anda hem yanağımı öpüp hem de "Yani gelmesinde bir sakınca yok" dedi. Ellerimi göğsüne dayayıp ondan güç alarak geri çekildikten sonra "Niye seni sorumlu görüyormuş o? Hayır yani gerekçesi neymiş boş atıp dolu tutmaya mı çalışıyor yoksa bildiği bir şey mi var?" diye sordum ve en hızlısından bir cevap bekledim.

Söyleyeceği şeyi önce bir kafasında toparladı sonra da "Kızmayacaksın ama" dedi. Yanlış istek! Gözlerine dik dik bakıp "Oğlum gözlerini kapat birazdan dattarına son duasını ettireceğim çünkü!" dediğimde hemen müdahale ederek "Sandığın gibi değil. Sadece Nisa ile öğle yemeğinde karşılaştık o kadar" dedi ve benim ellerimi boynuna sarmamla can havli çıkışı yapıp sözünü "Sinan da vardı ama o sırada telefonla konuşmaya gittiği için sanki birlikte baş başa gelmişiz gibi bir algı oluştu. Sadece selam vermek için yanıma uğramıştı ama aynı mekana İlhan da gelince muhtemelen bu karşılaşmayı yanlış yorumladı. Sonrasında onlar ayrı masaya oturdu biz de Sinan gelince baktık ortam geriliyor kalktık" diyerek noktaladı.

Ellerim "Bırakabilirsiniz" emrime uymayıp hâlâ Ahmet'in boynunu sarmaya devam ediyordu. Göz göze durup sessizce beklerken ameliyata gireceği için aklı benimle yaptığı bu konuşmaya takılı kalmasın istedim ve ellerimi gevşetip "Niye bana önceden söylemedin?" diye sorarak aşağıya indirdim. Önemli bir durum olduğunu düşünmediği için unutup gittiğini söylediğinde içimden "Sen hastana dua et yoksa bu kadar kolay kurtulamazdın" desem de yüzüne karşı bunu belli etmeden "İyi tamam kızacak bir şey yokmuş" dedim. Aslında kızacak bir şey var da Ahmet yönünden değil şu eski sevgili yönünden. Bu kadın yine gördü etti meyillenmeye mi başladı benimkine acaba? Adam da çaktı durumu tabii çıkardı krizi. Ben hastanenin magazin ağı servisine bir görüneyim de şu işin aslı astarı neymiş bir dökülsünler bana bakalım.

"Kızmadığına inanayım mı?"

"Bu soru şans zorlamaya giriyor be doktor!"

Yiğit'i almaya giderken Ahmet'in arkamdan gelip kollarını bana sararak omuzumu öptüğünü hissedince yan gözle ona doğru baktım. Gerçekten kızıp kızmadığımı anlamaya çalışıyordu. Hadi yine günün anlam ve ehemmiyeti sebebiyle ona güvenme hakkımı kullanayım. Ona doğru döndükten sonra "Aklın bende kalmasın" deyip küçük bir öpücükle kızmadığımı belli ettim sonra da pembe bir yalana başvurup "Aslında düşündüm de ben de seninle hastaneye geleyim. Bugün Meral ile Selim oğlanı rutin kontrolleri için Sinan'a getirecekti. Çıkışta Selim'i işe göndeririz biz de iki elti yemek falan yer eşlerimizi çekiştirerek kafa dağıtırız" dedim. Neyse ki irdelemeyip "Olur sen hazırlan ben Yiğit'i giydiririm. Kahvaltıyı da hastanede Hasan ağabeyin yeni spesiyalleri ile hallederiz" dedikten sonra Yiğit'i alıp odasına götürdü. Güne gergin başladı ama alacağım ben onun negatifliğini yine sevgi pıtırcığı gibi pozitif pozitif dolanacak ortalarda.


........::::::::__Ahmet / Hastane__::::::::........

"Başhekimim!"

Eylül ile hazır gelmişken Yiğit'i de Sinan'a bir göstersek mi diye kendi aramızda konuşurken Eylül ardına bakıp "Bir alışamadın Ahmet! Çocuk başhekimim diye diye kendini paraladı arkada dön de ne derdi varmış bir bak" deyince aniden durduk. Sahiden Ahmet Hocam denmesine alışmışım başka türlüsü filtreden geçmiyor. Neyse yeni başhekim geldiğinde ben de eski alışık olduğum günlerime yeniden kavuşurum herhalde.

Koray nefes nefese yanımıza geldikten sonra yüzünü ekşitip bir bana bir de Eylül'e baktı ama sonra "Bir soru soracaktım ama vazgeçtim sormayacağım" deyip yanımızdan uzaklaşmaya başladı. Birbirimize bakar bakmaz aynı anda ben "Soramıyor zaten. Soru soracağım diyor ortada soru cümlesi yok" dedim Eylül de "Ben hiç soru sorabildiğini göremedim ki bu çocuğun hep bir telaş hep bir panik!" dedi. Laflarımızın üst üstte binmesiyle gülerek yolumuza devam ettiğimizde etrafımızı bizim girişteki kızlar sardı. Bize gelmiyorlar tabii Yiğit benden daha popüler şu sıralar.

Kızlar tarafından muhabbete tutulunca Yiğit'i Eylül'ün kucağına verip "Ben bir Koray'a bakayım belki önemli bir şey soracaktır. Odada buluşuruz" dedikten sonra seri adımlarla yürümeye başladım. Koray'ı koridorda yakalayıp "Hayırdır ne oldu?" dediğimde arkama doğru bakıp "Eylül Hanım'dan çok çekiniyorum. Onunla konuşurken bütün kelimelerim birbirine giriyor" dedi. Gülmemem lazım. "Tamam Eylül yok ne soracaksan şimdi sor" dediğimde yine soramadı ve sadece "İlhan Hoca en son sizin odanızın önünde görünmüş ama şimdi ortada yok" dedi. Elimle devam etmesini isteyip "Soruyu sor" dedim mecburen.

"Sizinle görüştüğünü düşünüp nerede olduğunu bilip bilmediğinizi sormak istedim. Anons geçtim dönmedi telefonunu da açmıyor"

"Gördüğün gibi ben daha yeni geldim o yüzden kendisi odama gelmişse de karşılaşmadık. Sen bir çatıya çık hastane içinde değilse orada olabilir. Niye arıyorsun İlhan'ı yoksa yine gözlemci asistanlıktan girip ameliyathaneye sızma niyetin mi var?"

"Öyle bir durumda direkt size gelirim Ahmet Hocam... Yani başhekimim!"

"Ahmet Hoca'dan devam Koray... Ee! Ne oldu peki İlhan'ı yana yakıla arayışının nedeni ne?"

"Eski bir hastası hakkında görüş almam gerek"

"Tamam sen önce dediğimi yap bulamazsan da haberim olsun"

Koray'ın yanından ayrılıp asansörle yeni odamın bulunduğu kata çıktıktan sonra tanıdıklarla selamlaşıp anahtarımı kilide taktım ama çevirmeden kapı açıldı. Etrafa bakıp bankoda notlar alan Leyla'ya kapının neden kilitli olmadığını sorduğumda geldiklerinde içeriden kablo yanığı kokusu yayıldığı için prizlerin kontrol edildiğini ama sorunun hallolduğunu söyledi.

Odaya girip yanık kokusu devam ediyor mu diye kontrol ederken Eylül'ün "Biz geldik" deyişiyle onlara doğru döndüm. Tam hoş geldiklerini söylerken elindeki ne ara aldığını anlayamadığım sandviçlerden birini elime tutuşturdu ve omuzumda kalan Yiğit'in çantasını alıp "Ama kalmayıp çantamızı alarak gidiyoruz çünkü Meraller gelmek üzereymiş. Sen de bu arada ameliyat için rahat rahat hazırlan biz kafanı karıştırmayalım. Sandviçini de ye tamam mı? Aç açına kafan randımanlı çalışmaz" dedikten sonra ağzımı bile açamadan "Aa! Portakal suyu mu o? İçiyorum bunu sen kendine yenisini alırsın" dedi. Portakal suyu da nereden çıktı?

Ben ne portakalı ne suyu diye düşünürken Eylül'ün masamdaki bardağı alıp çoktan içtiğini görünce elimi uzatıp "Eylül içmesene öyle bilip bilmediğin her şeyi!" dedim ama fayda etmedi çünkü yarısını içti bile. "Sakin ol!" dercesine bir bakış attıktan sonra bardağın üzerini gösterip "Üzerinde Ahmet Atahan yazıyor baktık herhalde. Ayrıca burası bir hastane Hasan ağabeyin sıktığı meyve suyundan siyanür çıkacak hali yok. Kafeteryada çalışan ben olsam kork ama Hasan ağabey yani... İçer misin bir yudum? Bozuk falan değil mis gibi taze sıkılmış portakal suyu" dedi. İçmeye devam etmesin diye bardağı elinden almaya giderken "Tamam bırakıyorum" deyip önce beni daha da sinirlendireceğini bile bile bir yudum daha içti sonra da bardağı masama bıraktı. Şunu yapmasa rahat edemez.

"Tip tip bakma ya! Tamam aşağıya inince kafeteryadan gönderirim bir tane daha içersin"

"Ben almadım ki bunu geldiğimde masamdaydı. Kim bilir ne zamandır duruyor"

"Hadi ya! Neyse bir şey olmaz olsa da sadece vitamini kaçmıştır o kadar. Ben öyle senin bildiğin nanemolla tipler gibi değilim doktor korkma"

"Her gördüğün şeyi sorgulamadan yiyip içmeni sevmiyorum. Son günlerde çok yapmaya başladın bunu acilen bu huyundan vazgeç"

Fazla titizlendiğimi düşünüyor ki gözlerini devirmeye başladı. Ama öyle! Olmadık şeyleri yiyor sonra midem kalktı ne biçim bir şey bu deyip sanki ben ye demişim gibi bana sarıyor. Yanağımı uzun uzun öpüp "Hadi kaçtık biz atarlı doktor! Akşam evde görüşürüz. Ameliyat bitince de ara beni merak ettirme" dedikten sonra Yiğit ile birlikte odadan çıktılar. Masadaki bardağı elime alıp kokladıktan sonra bir yudum içerek tadına baktım ve o sırada da pencerenin kenarına geldim. Gerçekten de taze sıkılmış portakal suyuymuş. Bizim kızlardan biri getirdi herhalde. Bardağı dolabın üzerine bırakıp içimdeki sıkıntıyla odadan çıktığımda Gözde bana "Günaydın hocam!" diyerek enerjik bir karşılama yaptı.

"Günaydın Gözde! Koray bulabilmiş mi İlhan'ı haberin var mı?"

"Yanınıza gelirken konuştuk bulduğunu söyledi. Bu arada Feraye Hoca müsaitseniz sizinle bir hastası ile ilgili konuşmak istiyormuş ve çok acil dedi"

"Tamam müsaidim kattaysa odaya alabilirsin"

"Yok hocam siz yanına uğrarsanız daha uygun olacak çünkü şu an hastası odasında olmalı. Biraz da telaşlı bir kadın sekiz haftalık hamileymiş bir an önce bilgilendirme yapılırsa iyi olur"

"Masamdan telefonumu alıp odayı kapatır mısın?"

"Hallediyorum hemen"

Aciliyetin neden kaynaklanmış olabileceğini düşünerek seri bir şekilde asansöre geçip kadın hastalıkları ve doğum bölümüne indim. Normalde yeni doğan bebeklerin ailelerine ilk merhabaları için kalıp onları izlerim ama bu defa acil beklendiğim için bunu yapamadım. Bir dahaki sefere artık. Feraye Hanım'ın odasının önüne gelip kapıyı tıklattığımda bizzat kendisi açtı ve bana "Siz içeriye geçin ben hemen geliyorum" dedikten sonra bankonun önüne gidip onam formu istedi. Ne oluyor anlamadım ama bakışlarımı üzerinden çekip "Merhaba ben doktor Ahmet Atahan! Feraye Hanım benden bahsetmiş olmalı" diyerek odaya girdim. Ses çıkmadı. Muayene masası perde ile kapalı olunca hasta orada mı değil mi anlayamadım doğrusu.

Birkaç adım atıp ortamdaki seslere kulak verdiğimde bakışlarım sağ tarafta duran ultrason cihazına doğru gitti. Bebeğin kalp atışlarıydı bunlar. Bu ses çok mucizevi bir ses. Kendini dinlerken kaptırıp gidebiliyorsun resmen hipnotize ediyor insanı. Bambaşka dünyalara gidip hayaller kurduruyor... Mutlu hayaller. Ultrason cihazının ekranındaki görüntünün hareket ettiğini görünce biraz yaklaşıp gördüğüm görüntü sebebiyle gülümsedim. Bebek henüz çok küçüktü.

Gözlerimi Gözde'nin konuşurken sekiz haftalık diye not düştüğü bebeğin görüntüsünden alamadan "İlk hamileliğiniz mi?" diye sordum. Cevap hayır der gibi tuhaf bir ses eşliğinde geldi. Çekindi herhalde üstelememek lazım. Feraye Hanım'ın beni neden çağırdığını bilemediğimden dolayı masasının üzerindeki tahlil sonuçlarını elime aldım ve değerlere göz attım. Burada herhangi bir sorun yok gibi görünüyordu aslında.

"Gerçekten şiştim ama! Zaten sıcak bir de bekle bekle içim kıyıldı bayılacağım şimdi burada! Hayır yani adam kaç yıllık doktor insanın aklına hastanın adına soyadına bakmak hiç mi gelmez arkadaş! Millet dışarıda elinde konfetilerle ağaç oldu senin bu meslek aşkıyla yanıp tutuşan baban hâlâ vaka çözme peşinde. Yahu baba oluyorsun baba! Bir sıçra bir heyecanlı nidalarda bulun ama yok adam benden umudu o kadar kesmiş ki uyanamadı hâlâ... O köşeli jeton düşüşe geçemedi bir türlü!"

Eylül'ün sesini duymanın şaşkınlığıyla gözüm elimdeki kağıtta bulunan hasta adına iliştiğinde "Eylül Acar Atahan" yazdığını görüp bir çıkan değerlere bir de ultrason cihazının ekranına baktım. Görüntü bir gidip bir geliyordu. Odanın içindeki kalp atış sesleriyle gözlerim istemsizce dolarken durumu idrak etmeye çalışıp kapalı perdenin önüne geldim ve açar açmaz da Eylül'ün gülerek "Nihayet be doktor! Bir an hiç anlamayacaksın sandım. Bu arada sürpriiiiz!" demesiyle karnına baktım. Hâlâ bu anın gerçek olup olmadığıyla alakalı kesin bir sonuca varabilmiş değilim. Bu an gerçekten de yaşanıyor mu? Şimdi sekiz haftalık hamile olduğu söylenen hasta Eylül şu an kulağıma gelen seste bizim bebeğimizin kalbinin sesi mi?


hfghg.gif


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Ahmet sen iyi misin? Bir ses mi versen acaba korkmaya başladım çünkü"

Gözleri dolmuş bir halde bana doğru bakıp kalınca bir an ne oluyor demedim değil. Neyse ki bu donup kalmışlık çok uzun sürmedi ve yanıma oturup karnıma ne olduğunu algılamaya çalışır gibi bakarak "Benimle kafa bulmuyorsun değil mi?" dedi. Gülmeden edemedim. Şu an değil ama aylardır onunla kafa bulduğumu gizleyemeyeceğim.

Yalnız şaka maka hâlâ hamile olduğumdan emin olamadı. Kesin yine bir şey olacak ve hevesi kursağında kalacak diye düşünüyor. Kravatını tutup yüz yüze olabilmek için onu kendime doğru çektikten sonra "Baba oluyorsun Ahmet... Sekiz haftalık hamileyim ve her şey yolunda hiçbir sorun da yok" dediğimde gözleri dolarak o kadar güzel güldü ki bu anı resmetmek istedim. Mutluluktan gözleri ışıldayarak önce yanaklarımı iki yandan tutup beni öptü sonra da "Sen ne zaman öğrendin bugün mü?" deyip sıkı sıkı sarıldı. Hem gülüp hem ağlıyor beni de ağlatacak şimdi ya!

"Yok ya! Ben zaten iz üstündeydim üçüncü haftaya doğru yakaladım ama emin olamadık kesinleşmesini beklemek zorunda kaldık. Aslında bana kalsa daha söylemez beklerdim de bir durum olur bir şeyden şüphelenip hamile olduğumu çakarsın diye tadında bırakayım dedim. Zaten Kenan Mine'nin gazına gelip az kalsın midye blöfüyle patlatıyordu beni neyse ki Ela da hamileymiş de onu öne atıp paçayı kurtardım"

"İz üstünde miydin?"

"Aylardır hamile kalmaya çalışıyordum ama bir türlü olmadı ben de fena hırs yaptım. Ama işte o aralar hafta sonu kaçamağı olarak bizi götürdüğün yerde tatile iş getirme kuralı diyete pazartesi başlarız aman sal gitsin hissiyatıyla birleşip beni bir boş vermişlik moduna sokunca... Bingo!"

"Sahiden çok arıza bir kadınsın! Söylemiyorsun da hiçbir şeyden haberim yok"

"Adı üstünde sürpriz!"

"Ciddi ciddi baba mı oluyorum ben şimdi? Bu defa boşa düşmedim yani"

fvfvvvff.jpg


"Boşa falan düşmedin. Aylar sonra bir baş belası daha hayatına katılıp ömrün boyunca "Baba baba!" diyerek yakandan paçandan düşmeyecek" dediğimde beni öpücük yağmuruna tutup bir yandan da nihayet çocuğunun anasını da unutmayarak beni çok ama çok sevdiğini ve onu her yeni bir gün daha da çok mutlu ettiğimi söyledi. Al gülüm ver gülümcülükte iyiyiz çünkü ben de aynı şeyleri onun için düşünüyorum. Hayatımdaki varlığı bana bir anlığına bile pişmanlık hissi yaşatmadı aksine her daim şükür sebeplerimden biri oldu bu tatlı hınzır adam.

Yüzündeki o mutlu gülüşe odaklanıp ellerini tutarken "Sakinleştin mi biraz?" dedim ama cevabın hayır olduğunu da görebiliyorum. Tam da tahmin ettiğim gibi başını olumlu bir şekilde sallamasına rağmen bir anda kendi kendisini gazlayarak "Baba oluyorum! Baba oluyorum baba!" diye bağırdıktan sonra yeniden bana doğru bakıp heyecanı tavan yapmış bir halde "Aklım kaçacak yer arıyor şu an bir şey yap!" dedi. Hadi ya! Hiç belli olmuyordu halbuki.

Yapabildiğim tek şey elimle ağzını kapatıp kinayeli bir tavırla "Biraz daha bağır Ahmetciğim daha geniş çevreye duyuralım bilmeyen kalmasın" demek oldu. O da ağzını kapatan avucumu öpüp bu defa sakinleşme isteğiyle olsa gerek alnını omuzuma dayayıp bir süre öyle bekledi. Ben de o sırada kolumu omuzuna sarıp saçlarını sakin sakin okşayarak gülümsemekle yetindim. Sevineceğini biliyordum da bu kadar heyecanlanacağını düşünememiştim. Kalbi de son hız atıyor normal ritmine nasıl dönecek merak etmiyor değilim. Aslında dakikalardır merak ettiğim başka bir şey daha var o da bana neden bu kadar uyku bastığını anlayamamam. Oysaki sabah çok dinç kalkmıştım ama şu an boş bulduğum yere devrilesim var. Yiğit'te hiç böyle olmamıştım ki ben.

"Su vereyim mi Ahmet?"

"Sadece sarıl yeter"

"Tamamdır doktor sendeyiz! Ama bir şey sormam lazım"

"Dinliyorum"

"Bu ultrason makinesi böyle açık ya bozulmaz değil mi? Deminden beri çocuğun kalbi de pıttırı pıttırı atıyor kapanması gerekiyorsa kapat"

"İyi hatırlattın. Bir kere daha onun bizim olduğunu bilerek bakmazsam gece gözüme uyku girmez"

"Aman iyice bak çünkü çocuğu görmek için gece gece hastaneye gelmek zorunda kalırsak asıl arızayı o zaman çıkarırım. Uykum tatlıdır benim"

Ultrason cihazının görüntüyü ekrana yansıtan zımbırtısını eline alıp bir yandan karnımda gezdirerek bebişe bakıp bir yandan da "Ben hâlâ inanamıyorum. Evlendik evleneli çocuk fikrine hiç sıcak bakmadığını sanıyordum. Fikrini ne değiştirdi?" dediğinde imalı bir göz süzüşü yaparak "Çok fena taklaya geldin be doktor!" dedim. Söylediğim şey sonrası bana doğru döndüğünde göz göze geldik. Geldi valla getirdim yalan yok.

"Sen misin beni üzüp üzüp pat diye nikah masasına oturtan! Ben de istemiyor görünüp hiç beklemediğin bir anda böyle veririm işte çocuğu eline" dedikten sonra aslında benim de çocuk istediğimi ama intikam yemeğini bu defa soğuk yemek istediğim için ona oynadığım oyunu biraz zamana yaydığımı söyledim. Gülüyor ve hâlâ gözlerini bizim bücürden alamıyor.

"Hadi kapat da artık çıkalım. Feraye Hanım'ın odasını da işgal ettik belki bekleyen hastaları vardır"

"Tamam kapatacağım bana bir dakika ver"

"Al koca makineyi eve götür bari!"

"Keşke bunu yapabilsem. Eylül..."

"Ne oldu kötü bir şey mi gördün?"

"Hayır öyle bir şey değil korkma. Adı kız olursa Yasemin erkek olursa da Mert olsun mu?"

"Yok artık! İsimleri ne zaman düşündün?"

"Evlenmeden önce desem..."

"Umarım bu isimleri benimle birlikteyken seçmişsindir. Gerçi Yasemin kesin bende de Mert'i bilemedim"

"O da sende merak etme. Bana evlilik hayalini de çocuk hayalini de ciddi ciddi kurduran bir sen oldun zaten"

"Başka kikiriklerle bu hayalin ciddiyetsizini kurdun yani!"

"Eylül yapma!"

"Tamam ya azıcık dürteyim de kikirikler konusunda gevşeme olmasın dedim sadece"

"Of! Ahmet hadi oda havasız mı ne bir tuhaf oldum ben deminden beri zor duruyorum. Çıkalım bir an önce de bir temiz hava alalım" demelerim sonucunda nihayet yeni oyuncağını elinden bırakabildi. Birlikte karnımdaki jeli temizleyip hemen ardından da ellerimden tutarak oturduğum yerden dikkatli bir şekilde kaldırdığında bir an ne oldu anlamadım ama kendimi biraz tuhaf hissettim. Gülüşümün kaybolmasına neden olan bir histi bu.

Ahmet ceketimi ve çantamı almak için tekli koltuğa doğru uzanıp "Yiğit nerede? Merallerin yanına mı bıraktın?" derken göz kapaklarım üzerine fil oturmuşçasına kapanır gibi olunca elim yatağı tutacakken boşluğa gitti ama neyse ki o an Ahmet ceketimi giydirmek için bana döndüğünden bunu çabuk fark edip kaymamı engelledi. Ne oluyor ya!

Ahmet'in neyim olduğunu sorarak kolunu belime sardığını hissedip diğer koluna tutundum ama ne yalan söyleyeyim ben de ne olduğunu anlayamadım. Sadece telaş etmesin diye "Çok yattım ya kalkınca tansiyonum oynadı herhalde" dedim. Hay aksi! Elim ayağım da boşaldı bir gevşedim pelte gibi oldum. Durup dururken niye böyle oldu ki? Şu an başımı Ahmet'in göğsüne dayasam hiç abartmıyorum saatlerce uyuyabilirim. İşin garibi hasta gibi de hissetmiyorum ya da bir yerim ağrımıyor sadece uyumak ve uzunca bir süre de uyanmamak istiyorum.

Ahmet beni geri oturtup tansiyonuma bakmak istese de ona odadan çıkıp hava alalım yüzüme bir su çarpalım hemen toparlanırım dedim ve birlikte el ele dışarıya çıktık. O anda da önceden planladığımız üzere katta rahatsız edici sesler çıkmasın diye patlatmadan açtıkları pembe mavi konfetileri havaya atan hastanedeki yakın arkadaşları ve bizimkiler çıktı karşımıza. Kimse az önce ne olduğunu bilmediği için doğal olarak heyecanımıza ortak olmaya çalışıp güzel haberi kutlama telaşında tabii.

Sevdiklerimiz ellerinde çiçekler ve bilumum bebek temalı süslemeleri ile bir Ahmet'e bir bana art arda sarılıp tebrikleri havada uçuştururken kalabalığın içinde Ahmet'in bana doğru uzattığı eli gördüm. Kafamın içi de o kadar tuhaftı ki sanki aylarca uyumamışım da son çırpınışlarımı yaşıyormuşum gibiydi. Onun da aklı içeride olanlardan ötürü bende kaldı herhalde ki yanından ayrılmamamı istiyordu.

Uzattığı eli tuttuğumda beni yanına doğru çekip kolunun altına alarak "İyi misin bahçeye çıkalım mı? Ya da haber yollayalım Feraye Hanım bir muayene etsin seni" dediğinde olumlu bir cevap duymayı umduğunu bilsem de bunu yapamadım. Tek tabanca olsam anında tüyer kendimi iyi hissedene kadar gözden kaybolurdum ama şimdi başka bir candan daha sorumlu olunca bunu yapamadım. Bu yüzden de başımı olumsuzca iki yana sallayarak "Ne oldu anlamadım ama bir şey oldu bana" der demez alnımı omuzuna dayayıp gözlerimi kapattım.


kjj.gif


Kutlama alanı bir anda karıştı tabii. Ahmet hiç vakit kaybetmeden "Feraye Hanım'ı çağırın!" derken beni de ayakta durmakta zorlanıyorum diye apar topar kucağına aldı. "Açılın hava alsın" diyen sesler duysam da en son başımı Ahmet'in yanağına yaslayıp gözlerimi kapattığımı hatırlıyorum. Sahiden ne oluyor ya!

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.229
Tepki
85.086
Puan
113
Konum
İstanbul
bfdb.png

60.Bölüm : Bugün yaşadığımız şeyi hiçbir özür telafi edemez

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül'ü odalardan birine yerleştirdik şimdi de Belma Hanım ve Meral ile birlikte gözlerini açmasını bekliyoruz ama bu hâlâ gerçekleşmedi. Tek tesellim Feraye Hanım'ın bebeğin iyi olduğunu ve endişelenmemizi gerektiren bir durum görmediğini söylemesiydi. Yine de belli aralıklarla gelip kontrollerini tedbir amaçlı sürdürmeye devam edecek.

Bebek şu an gayet iyi ama Eylül'e ne olduğunu anlayamamak bana kendimi çok aciz hissettiriyor. Halbuki sabah son derece enerjik bir başlangıç yapmıştı. Gözleri parlıyordu ve her anlamda ışıl ışıldı. Hastaneye geldiğimiz sırada da iyiydi. Odamdan bana takılarak çıkışını ve sonrasında verdiği müjdeli haber sırasındaki muzip hallerini düşünüyorum da şu an bu halde olması hiç mantıklı gelmiyor. Aklıma gelen her türlü testin yapılmasını istedim bakılmadık hiçbir şey kalmasın dedim ama ya yine bir sonuç alamazsak ve uyanmamaya devam ederse düşüncesi beni çok huzursuz ediyor.

Evden çıkmadan önce özenle taradığı saçlarını okşayıp yüzüne yaklaşarak sessizce adını fısıldadığımda beni duydu mu bilmem ama göz kapakları belli belirsiz oynasa da ne o güzel gözlerini açtı ne de seslenişime karşılık verdi. Onu bu halde görmek tüm hayat enerjimi yok etti desem hiç de mübalağa etmiş olmam.

Eylül'ün elini avuçlarımın arasına alıp gergin bir bekleyiş içerisindeyken kapı tıklatıldı ve odaya "Nasılsınız hocam bir isteğiniz var mı?" diyen Gözde girdi. Eylül'ü ayakta ve her zamanki cıvıl cıvıl halleri ile görmediğim sürece iyi olabileceğimi sanmıyorum. Sorusunu cevaplamak yerine "Sonuçlar çıktı mı?" dediğimde önce odamda kalan telefonumu yanıma bıraktı sonra da gelirken laboratuvara sorduğunu ama henüz çıkmadığını söyledi. Konu Eylül olduğunda zaman benimle inatlaşıyormuş gibi geçmek bilmiyor.

Gözde çıkarken bakışlarım yeniden Eylül'e döndü ve o anla beraber de telefonlardan birine arama geldi. Meral telefonu "Selim arıyor" diyerek açsa da "Sinan sen miydin? Selim sandım. Evet yanımda hemen veriyorum" dedikten sonra bana doğru uzatıp "Laboratuvarın önündelermiş Sinan seni istiyor Ahmet ağabey" dedi. Apar topar kalkıp telefonu aldıktan sonra "Dinliyorum Sinan" dedim. Tahlil sonuçları şimdi çıkmış birazdan geliyorlarmış ama kafalarına takılan da bir şey olmuş.

"Ne oldu hemen söyle kötü bir şey mi var?"

"Yekta Hoca yanımda birlikte sonuçlara bakıyoruz da... Eylül uyku ilacı mı kullanıyor Ahmet?"

"Uyku ilacı mı? Hayır bildiğim kadarıyla kullanmıyor. Hamile olduğunu biliyormuş yani bana ya da doktoruna sormadan kafasına göre ilaç kullanacağını sanmıyorum"

Ben böyle emin bir şekilde konuşuyorum ama Sinan'ın söylediğine göre kullanılan uyku ilacının etken maddesi Eylül'ün kanında sağlığını tehdit edecek boyutta görünmese de yine de yüksek düzeyde bulunuyormuş. O an aklımdan bir sürü şey geçti. Bunlardan biri de bu düzeyin bebeği etkileyip etkilemeyeceğiydi. Umarım ileride bu konuda sorun yaşamak zorunda kalmayız.

Ama iyi haber de şu ki başka hiçbir problem görünmüyormuş. Sadece ilacın etkisi sebebiyle uyuyor yani başka bir şey değil. İyi de Eylül hasta olduğunda bile ilaç kullanmamak için binbir dereden su getirirken uyumak için niye ilaç alsın ki? Hem de emziren ve hamile olan bir anneyken...

Birazdan yanımızda olacaklarını söyleyip telefonu karşılıklı olarak kapattıktan sonra Sinan bana tahlil sonuçlarının görüntüsünü gönderdi. İçim gerçekten rahatladı çünkü başımıza iş açabilecek diğer olasılıklar tamamen ortadan kalktı. Tüm değerleri de gerçekten iyi görünüyor. Tek sıkıntı uyanmasının yakın biz zamanda olmayabileceği çünkü bu etken maddeye sahip olan ilaçların 8-12 saat arası uyutma özelliği olduğu bilinir.

Belma Hanım'ın "Kötü bir şey mi var Ahmet?" dediğini duyunca telaşlanmasın diye Sinan ile aramızda geçen konuşmayı anlatmaya başladım ama Yiğit'in anneannesinin kucağında uyuduğunu fark edince sözlerim bıçak gibi kesildi. Düşündüğüm şeyin olmamasını dileyerek küçük adamı anneannesinin kucağından alırken haliyle Belma Hanım da telaşlanıp "Ne oluyor?" demeye başladı. Yiğit'i korkutmadan uyandırmaya çalışıp "Küçük adam hadi bakalım uyanma vakti" dediğimde kıpırdanmaya başladı ama gözünü açsa da emin olmak için ona da test yapılması gerekecek çünkü Eylül Yiğit'i emzirdiyse ilaç anne sütü yoluyla ona da geçmiş olabilir.

"Ben bir süreliğine Yiğit'i alıyorum onun da kanında etken maddenin olup olmadığına bakılması lazım"

"Ben de seninle geleyim"

"Hallederim ben siz Eylül ile kalın lütfen"

Odadan çıktıktan sonra Yiğit'i konuşarak uyanık tutmaya çalışıp laboratuvardaki elinin hafifliğiyle nam salmış olan Ceren ablamızı bulduk. Güler yüz sempatik konuşmalar ve oyuncakların yardımıyla küçük adamın kanını birazcık üzülüp çenesini titretse de verip Ceren ablasına teşekkür ederek yeniden odaya geri döndük.

İçeriye girdiğimde Sinanlar gelmişti ve Eylül'e de ilacı vücudundan daha hızlı atabilmesi için serum takılıyordu. Uzun süre uyuyacağı öngörülecek olunursa sıvı desteğine ihtiyacı olacaktı. Yiğit'i anneannesine teslim edip sakince düşünebilmek adına odadan çıktığımda karşı koridordan da Ela geliyordu. Kızıyla birlikte el ele yanıma yaklaştığında Rüya'yı kucağıma aldım Ela da bana herhangi bir haber olup olmadığını sordu. Kafam karışık bir halde bildiklerimi anlattığımda ise o da bizim gibi duyduğu şeye çok şaşırdı.

"Eylül mü uyku ilacı almış? Hayatta içmez öyle şeyler böbrek ağrısını bile sadece su içerek geçirmeye çalışan biri o"

"Ben de öyle biliyorum ve bu nasıl oldu hiç anlamadım. Tolga ile Mine nerede?"

"Selim aşağıya inerken Barış'ı Tolga'ya bırakmış o da sıkılmasın diye kattaki oyun bölümüne götürdü. Az önce biz de yanlarındaydık ama Rüya elinde balon olan bir çocuk görünce peşine takıldı sonra da buraya geldik. Mine de en son gördüğümde anneannesi ile konuşuyordu gelir birazdan"

"Meral ile ikiniz bizi kutlamaya diye gelip çocuklarla perişan oldunuz. Siz bir de bugün İzmir'e dönüyordunuz bütün planınızı etkiledik"

"Aciliyetimiz yok ki"

"İsterseniz anahtarı vereyim çocuklarla eve geçin. Ben size gelişmelerle alakalı haber veririm"

"Eylül'ün uyandığını ve iyi olduğunu görmeden gidersem içim rahat etmez. Gerekirse ben Tolga'ya söylerim Rüya ile Mine'yi alır götürür sen düşünme bizi"

"Uzun süre uyuyacağa benziyor yani beklemek faydasız"

"Senin öğleden sonra ameliyatın yok muydu?"

"Vardı"

"Tamam işte sen ameliyattayken biz de Eylül'ün yanında oluruz senin de aklın kalmaz"

"Ne demeliyim bilmiyorum. Çok sağ olun burada oluşunuz bana da güç verdi"

"Ne demek aşk olsun! Hem Eylül canımız bizim o az mı yanımızda oldu? Sen dediğim gibi hiç bizi düşünme. Şimdi kalabalık olduk ama birazdan organize olur kalacakları belirleriz hatta duruma göre nöbetleşe de dururuz"

"Çok iyi olur"

Rüya başını omuzuma koyup sakin sakin etrafa bakınınca "Sıkıldın mı sen minik kız? Eylül teyzen iyileşsin seninle odamda doktorculuk oynayalım olur mu? Stetoskobumla kalbimi dinlersin çok eğlenceli oluyor" dedim o da elindeki elma dilimini yemem için ağzıma doğru yaklaştırdı. Elindekini bulduğu ilk ağıza tıkma refleksi tüm çocuklarda olan bir şey sanırım çünkü aynı şeyi Yiğit ile Barış da sıklıkla yapıyor.

Teşekkür edip elmayı onun yemesini istedikten sonra Ela'nın "Yesin diye verdim deminden beri elinde süs gibi tutuyor ama suyunu görse hemen içmeye çalışır" demesiyle de küçük kızın karnını gıdıklayıp "Sen de Eylül teyzen gibi meyve suyu görünce kendini mi kaybediyorsun? Ama suyunu değil kendisini yemen lazım çünkü ancak o zaman bütün vitaminleri vücuduna girer ve seni korurlar. Laf aramızda burada bir beslenme uzmanı ağabeyimiz var meyvenin suyunun pek de işe yaramadığını söylüyor" dedim. Gıdıklanınca kıkırdayıp hemen benim kucağımdan annesinin kucağına kaçtı.

Ela'nın bakışlarıyla koridoru işaret edip "Tolga ile Selim geliyor" demesine rağmen o yöne bakamadım çünkü meyve suyunun yaptığı çağrışım aklıma Eylül'ün Yiğit ile odama gelip masamdaki portakal suyunu içtiği anı getirdi. Olabilir mi acaba? Bahsi geçen ilacı bilmeden o yolla almış olabilir mi?

Ela'ya birazdan döneceğimi söyledikten sonra yanlarından ayrıldım ve gördüğüm ilk asansörle yukarıya çıkıp odama girdim. Ancak gözlerim tüm odayı tarasa da sabah burada olan o üzerinde adımın yazdığı meyve suyu bardağını bulamadım. Masamın etrafına pencerenin yanındaki dolabın üzerine ve en son çöp kutuma baktıktan sonra geri çıkıp Leyla'nın yanına yaklaştım. Onun da işi vardı. Böyle durumlarda Aygün'ü çok arıyorum çünkü o hem kendi işini halledip hem de ondan istediğim şeyleri şıp diye anlayarak derdime hızla derman olabiliyordu. Kollarımı bankoya dayayıp Leyla'nın telefon görüşmesini bitirmesini beklerken Gözde'nin bana doğru yaklaştığını görünce cevabımı ondan da alabileceğimi düşünüp direkt ona yöneldim.

"Hocam tahlil sonuçları çıktı"

"Biliyorum gördüm ancak şu an konumuz bu değil. Odamdaki dolabın üzerinde portakal suyu vardı ama şimdi yok. Sen nerede olduğunu biliyor musun?"

"O sizin miydi? Ben yarısının içilmiş olduğunu görünce elektrikçi odanızda unutmuştur diye attım hocam. Yenisini getireyim mi?"


sdfghjk.gif


"O yüzden sormadım. Eylül sabah ondan içmişti de içeriğine bir bakılsın diyecektim"

"Çok özür dilerim ben bilmiyordum. Gidip bardağı geri alayım mı? İçinde birkaç damla kalmıştır belki"

"Döküp çöpe attıysan artık işimize yaramaz. Neyse en azından Eylül'ün neden bu halde olduğu anlaşıldı"

"Benden başka bir isteğiniz var mı?"

"Aslında var. Bana hastalarımı ve ameliyatı hatırlatsana. Olmaz ya Eylül ile ilgilenirken atlarım falan..."

"Hiç merak etmeyin ben bugünkü randevularınızı Fikret Hoca'ya kaydırdıktan sonra ameliyat için hazırlanma sürenizi de hesaplayıp size an be an neleri ne zaman hatırlatacağımı çoktan not aldım bile"

"Gözde hiç abartmıyorum elim kolum gibisin ki benim elim kolum çok kıymetlidir"

"Bilmez miyim? Ayrıca gurur duydum"

"Kendinle gurur duy çünkü şu hastanede girmeye gerek duyabileceğim tek savaş asistanımı kaptırmamakla alakalı olurdu"

"Ben sizi bırakıp hiçbir yere gitmem hocam"

"İçim rahatladı"

"Ben radyoloji katına geçiyorum hocam Dündar Bey'in tomografi sonuçları çıkacaktı"

"Tamam çıktıysa sonuçları bana da ulaştırırsın"

Gözde'nin gidişinin ardından kapımın önünde durmuş kara kara düşünürken Selim'in "Ne yapıyorsun burada? Biz Tolga ile gelirken aniden uzaklaştın merak ettim" demesiyle ona doğru döndüm. Huzursuzdum ve kardeşim de bunu hemen fark edip "Ne oldu Ahmet neyin var?" diye sorarak benden bir cevap bekledi ama benim tek diyebildiğim koluna dokunup "Gelsene benimle!" demek oldu. Neden böyle bir şey istediğimi anlayamadı ama yine de benimle birlikte hızlı hızlı yürümeye başladı.

Aklımdan bir sürü şey geçiyor. Bir yanım emin diğer yanım da düşündüğüm gibi bir şey olursa kendime nasıl hakim olurum onun derdinde. Güvenlik odasına girip odamın bulunduğu yerdeki kamera kayıtlarına bakmak istediğimi söylediğimde Selim de sorar gözlerle bana doğru bakmaya başladı. Sadece şüphe diyelim. Bu işte sabah odamın önünde görünüp sonra da ortadan kaybolan İlhan'ın parmağı olduğunu düşünüyorum. O kuşku uyandıran portakal suyu kendi kendine ayaklanıp gelmedi odama. Ameliyata girmemi engellemek adına böyle bir yola başvurmuş olabilir. Belki de yanılıyorum ama bakmadan içim rahat etmeyecek.

Görüntüler ekrana getirildiğinde kendim bakabileceğimi söyleyip teşekkür ettim ve Selim ile birlikte oturup sabahın erken saatlerinden itibaren kameraya yansıyan görüntüleri izlemeye başladık.

"Tam olarak ne arıyoruz?"

"Odama üzerinde adımın yazdığı o portakal suyunu kim bıraktı onu öğrenmeye çalışıyorum. Uyku ilacı onun içine katılmış olabilir çünkü Eylül bugün sadece kafeteryadan aldığı sandviçi yedi ve o nereden geldiği belli olmayan portakal suyunu içti"

"Biri kasıtlı mı yaptı diyorsun?"

"Paranoyaklık mı yapıyorum?"

"Şüphe duyduğun her şeyin bir doğruluk payı vardır derler. Yani içine böyle bir kuşku düştüyse ben buna paranoyaklık değil de her olasılığı değerlendirmek derim"

"Bu daha iyiymiş"

"Kimin olabileceği hakkında bir fikrin var mı?"

Selim'in sorusuyla odanın diğer tarafında oturan güvenlik elemanlarına şöyle bir bakıp kardeşime de kimseyi töhmet altında bırakmadan sadece "Var biri" dedim. O an gözlerim kameradaki hareketliliğe takıldı. Malzeme taşıyan hastane personeli odamın önünden geçecekken aniden durup geri döndü ve hemen ardından da kapıyı açmak için bir hamle yaptı. Kilitli olduğu için doğal olarak açılmadı. Çok geçmeden Leyla ile birlikte hem güvenlik görevlisi hem de elektrik tesisatını kontrol edecek biri geldi ve odamın kapısı açılıp kablo yanığı mevzusuyla alakalı harekete geçtiler.

Görüntüyü atlatırken İlhan'ın geldiğini fark edip birkaç saniye öncesine aldım. Koray'ın en son sizin odanızın önünde görülmüş dediği an bu an olmalı. Onu dikkatle incelerken elinde herhangi bir şey olmaması içten içe "O değil mi?" dedirtti bana. Kapının eşiğinde durduktan sonra içerideki elektrikçi ile muhtemelen ne olduğu hakkında konuşup sonra da odamın önünden gayet sıradan bir şekilde ayrıldı. İçeriye girmedi bile. Şaşırdım doğrusu halbuki ne kadar da eminmişim o olduğuna.

Oturduğum yerde sakince düşünerek sırtımı geriye yasladım. Yanılmış olmamın verdiği şaşkınlığı yaşarken sessizliğim de sürüyordu. O yapmadıysa karımın damarlarında dolaşan o uyku ilacı nereden geldi o zaman? Dirseğimi sandalyenin koluna dayayıp çenemi ovuştura ovuştura Selim'e baktığımda bana "Aklındaki kişi o muydu?" diye sorunca başımı sallayıp onu onayladım. İkimizin de bakışları ekrana döndü. Aklımdan İlhan değilse başka kim olabilir düşünceleri geçerken Selim de ekrandaki görüntüyü atlata atlata izlemeyi sürdürüyordu.

Kısa bir süreliğine oturduğum yerden kalkıp odanın içinde ellerimi enseme yerleştirerek gezinmeye başladım. Belki de gitti ama daha sonra yeniden geldi olamaz mı? Ya da hiç gelmedi ve ben sadece suçu onun üzerine atmak için bahane arıyorum. Aklımdan Eylül'ün uyku ilacını belki de portakal suyuyla değil başka bir yolla almıştır sorusu da geçiyor ama o yolun hangi yol olduğu hakkında fikir yürütemiyorum.

Düşüncelerimin içinde kaybolurken bir yandan da Meral'e mesaj gönderip Eylül'ü sordum ama cevap gelemeden Selim'in "Ahmet bir baksana" dediğini işittim. Kardeşimin yanına döndükten sonra iki elimle masaya dayanarak ne olduğunu anlamak için ekrana doğru eğildim. Ne yalan söyleyeyim İlhan'ın geri döndüğü anı yakaladığını düşündüm ama yine yanıldım.

Durdurduğu görüntüyü yeniden başlattığında odama doğru elinde büyük bir karton bardakla gelen Nisa'yı yani İlhan'ın eşini görünce gözlerim ister istemez elindeki büyük kahve bardağına odaklandı. O da yürürken etrafa bir göz atıp sonra da kapımı tıklattı ve açık olduğunu görünce dikkat çekmemeye çalışarak içeriye girdi. Niye böyle bir şey yaptığını anlayamamam gibi neden beni görmeye gelmiş onu da anlayamadım. Halbuki İlhan ile aramızın gergin olduğunu biliyor olmalı.

Selim ile birbirimize bakarken daldığımı fark etmiş olacak ki ekranı işaret edip "Daha dikkatli bak" dedi. Dediği gibi dikkatle baktım ama Nisa elindeki bardakla odadan çıkıp aynı İlhan gibi oradan uzaklaştı. "O da değil" diye fısıldayarak doğrulduğumda Selim'in kolumu kavrayıp "Dikkatini vermiyorsun. Aradığın kişi o olabilir" demesiyle yeniden baktım ama dikkatimi çeken bir şey olmadığı için neden bahsettiğini anlayamadım. Ta ki Selim'in Nisa'nın odaya girdiği ana geri alıp "Fark etmedin mi gerçekten?" diyerek parmağının ucuyla bardağın içini göstermesine dek...

"Kahve değil bu"

"Renginden ötürü onun portakal suyu olduğunu söyleyebilir miyiz?"

"İyi ama masama bırakmamış ki aynı bardakla geri çıkmış. Yani onun olması mümkün değil"

"Mümkünleştirmeme izin ver o halde"

Telefonuma gelen mesaja bakıp Meral'den Eylül'ün durumu ile ilgili herhangi bir değişiklik olmadığını öğrenirken Selim de Nisa'nın odadan çıkış anına getirip ekranı durdurdu. Bakışlarıyla bakmamı işaret ettiğinde ne demeye çalıştığını anladım çünkü içeriden çıktığında bardak artık dolu değildi.

Aramızdaki sessizlik kardeşimin bardağı işaret edip "İlk seferinde iç içe girmiş iki kağıt bardak varken çıkarken bu teke düştü. İçindeki portakal suyu olan bardağı içeride bırakıp dikkat çekmesin diye boş bardakla çıkmış olabilir" demesiyle son buldu. Söylediği şeyi onaylamak adına giriş çıkış anlarındaki bardağın durumuna bakıp haklı olduğunu görünce de hayretle kardeşime baktım.

"Etkilendim doğrusu. Gerçi sen şirketteki köstebeği de derin yırtmaçlı eteğinden tanımıştın niye şaşırıyorsam"

"Bu yırtmaç detayını sana Meral verdi değil mi?"

"Aslında o daha uzun versiyonunu söyledi. Neydi o? Selim'in benden boşalan..."

"Selim'in benden boşalan yeri ışık hızıyla dolduran yırtmaçlı asistanı Arzu Hanım mı?"

"Evet o. Kadın kafasını nasıl bozduysa ondan bahsederken bıkmadan usanmadan hep bu tanımı kullanıyordu. Eminim sorsam şimdi bile kelimesi kelimesine aynısını söyler"

"Neyse ki artık onu unuttu. Hatırlamamasını sağlarsak memnun olurum. Bu arada bu kadın kim? Siması tanıdık geldi ama çıkaramıyorum bir türlü"

Güvenlik görevlilerinin kendi aralarında konuştuğunu görüp kardeşime sessizce onun Nisa olduğunu ve artık İlhan ile evli olduklarını söylediğimde gördüklerimizle bağlantı kurmaya çalışıyor olacak ki sessiz kaldı. İlhan hastanenin doktorlarından biri olduğu için açık açık konuşamıyoruz ama üstü kapalı bir şekilde Selim'e İlhan ile ameliyat konusunda yaşadığımız sürtüşmeyi biraz olsun belli ettim ve o da bir şeyleri kafasında oturtmaya başladı.

"Şimdi ne yapacaksın peki? Devamlılığının olmaması için neden böyle tehlikeli bir şey yaptığını öğrenmen gerek"

"Önce bir Eylül kendisine gelsin de konuşuruz elbet. Hadi çıkalım"

"Çıkmadan önce kaydın kopyasını al. İnkar etme durumu olursa elle tutulur bir kanıtın olsun"

"Yine tecrübeni konuşturdun"

"İş dünyası acımasız"

"Sen bekleme istersen ben hallederim"

"Tamam o halde. Meral muhtemelen Eylül'ün yanında kalmak isteyecektir ben de Barış'ı anneannesine bırakıp şirkete uğrar işim biter bitmez de gelirim"

"İşin varsa dönmene gerek yok. Eylül uyuyor Tolgalar da burada..."

"Babam şirkette olacak sorun olmaz"

"Haluk Bey şirkete çok sık gelmeye başladı yoksa yıllar önce oğluna devrettiği koltuğunu geri mi istiyor? Dikkat et Selim her an ayağın kaydırılabilir. Malum iş dünyası acımasız"

"Şirkete gidince bu sorunu babamıza iletirim muhtemelen cevabını alman için gün içinde seni arar"


rgtfhghj.gif


"Vazgeçtim sorma. Merakım ansızın yok oldu"

"Tahmin etmiştim. Kafana takılan bir şey olursa beni ara"

"Tamam sağ ol"

Selim çıktıktan sonra izlediğimiz görüntünün kaydını alıp odadan çıktım. Selim'e de dediğim gibi bununla Eylül kendisine geldiğinde ilgileneceğim çünkü şu an önem sıralamamda doğal olarak karım başı çekiyor.

Odama girip ihtiyacım olabilecek şeyleri yanıma aldıktan sonra tabletimi açarak aşağıya indim ve direkt Eylül'ün yatış yaptığı odaya yöneldim. O sırada da kapı açıldı. Odadan önce Selim sonra da "Geri dönerken ara olur mu?" diyen Meral çıktı ve kardeşimin kucağındaki oğullarını öperek Selim'e sarıldı.

Yanlarına gider gitmez elimdekileri Meral'e verdim ve "Amcasının karizmatik börülcesi gidiyor mu?" diyerek Barış'ı kucağıma aldım. "Ah be amcam! Seninle daha hastaneyi turlayıp kızların kalbini çalacaktık. Laf aramızda fanın çok burada resimlerini gören kızlar adeta çıldırıyor" dediğimde aman kimse duymasın der gibi elleriyle ağzımı kapatmaya çalışsa da yine de yedirdi bana o tombalak ellerini. Keşke Eylül söylediklerimi duymuş olsa da şu kapıdan "Yahu evli barklı çoluklu çocuklu adamsın yine kimin kalbini çalmaya teşebbüs ediyorsun? Rahat rahat iki uyutmadın şurada ya!" diyerek çıkıp canıma okusa.

Biz amca yeğen vedalaşırken Meral dikkatimi çekip "Bir şey ifade eder mi bilmiyorum ama Eylül ara sıra kendi kendisine bir şeyler söylüyor" dedi. İfade etmez mi? Eder tabii. Barış'ı Selim'e uzatırken Eylül'ün ne söylediğini sordum ama Almanca olduğunu sandıkları birkaç kelime mırıldanmış kimse de ne dediğini anlamamış. Muhtemelen ben de duysam anlamayacağım.

Selim'i geçirdikten sonra odaya girip "Konuşmuş" diyerek Eylül'ün yanına geldim. Ellerimi saçlarına geçirip eğilerek alnını öperken pencerenin önünde Yiğit ile dışarıyı izleyen Mine'nin "Ne dedi anlamadık ama kesin çok ağır konuştu" dediğini duydum ve tebessüm ederek yatağın yanına oturdum. Orası kesin zaten. Uykusunda bile bana atarlanacak bir şey buluyordur o. Tabletimden Yiğit'in sonuçlarına baktım ama henüz çıkmamış ya da sisteme düşmemiş.

Yiğit'in kıpır kıpırlığı sebebiyle Mine'ye zor anlar yaşattığını görünce yanlarına gidip önce kızın saçlarını küçük adamın parmaklarından kurtarmasına yardım ettim sonra da "Oğlum kızlara nazik davranılır böyle saçları çekiştirilip canları acıtılmaz" dedim ve Yiğit'e karşı olan bu sıcak hitap şeklimle bakışları üzerime çektiğimi fark edince lafı anında değiştirip "Hadi sen biraz dattarına gel bakalım. Görüşemedik de bugün ortağımla" dedim. Yan gözle de Rüya'ya bakıyorum da babasının arkasına geçmiş kenardan köşeden kendisini göstermemeye çalışarak bana bakıyordu. Başta neden tedirgin olduğunu anlayamadım ama durum Tolga'nın "Beyaz önlük fobisi" deyişiyle çözüldü.

Üzerimdeki önlüğe bakıp yanlarına "Eylül teyzende de varmış o fobiden ama bak benden kaçamadı" diyerek gittikten sonra Tolga'ya da takılma amaçlı "Sana da ileride bir doktor damat lazım olacak galiba Tolga" dedim ama iyi etmedim gibi. Bunu dememle birlikte Ela elini eşinin göğsüne koyup "Tolga'nın kalp sağlığıyla oynamayın ne olur. Kızının büyüyüp aşık oldum babacığım diyeceği zamanlar düşündürüldüğünde kalp ritmi bozuluyor" deyince gülümsedim ama başıma gelirse ben ne yaparım bilmiyorum tabii.

Yiğit Tolga'nın saatindeki hareketli görüntüye kapılıp ona gidince Rüya'ya reddedemeyeceği bir teklifte bulunup "Doktor hanım kalp atışlarımı dinler misiniz? Sanırım biraz heyecanlandım çok hızlı çarpıyor" dedim. Önlüğümü çıkarıp Rüya'ya doğru uzattığımda babasının arkasından çıkıp bana boncuk boncuk bakmaya başladı. "Yardım edeyim" diyerek önce önlüğü giymesini sağladım sonra da komodine bıraktığım stetoskobu alıp yanına geri döndüm.

Ela kulaklarına yakın tutarken ben de diyaframı kalbimin üzerine koyup küçük hanımın vereceği tepkiyi bekledim. Önce sesi duyunca saniyelik bir şekilde irkildi sonra benim atışların sesini taklit edip "Ey-lül! Ey-lül!" dememle birlikte gülmeye başladı. Diyaframı onun minik kalbinin üzerine koyup "Rü-ya! Rü-ya! Rü-ya!" dediğimde artık iş oyuna döndü ve benden el alıp tek tek herkesin kalbini dinleyerek gülmeye devam etti. Bir beyaz önlük fobisi daha bu vesile ile tarihe karışmıştır umarım. En olmadı Sinan'ın abur cubur stokunu patlatırız bir şekilde hallolur.

Rüya hepimizi tek tek check-up'a alırken Gözde geldi ve Yiğit'in kanında etken maddeye rastlanmadığını haber verdi. Teyit etmek için tabletimden sonuçlara baktığımda küçük adamı garantiye almış olmamızın verdiği rahatlama ile "Sonuçlar temiz" dedim. Benim gibi herkes rahatladı. Aslında genel durumunu gözlemlediğimizde bir sorun görünmüyordu ama yine de emin olmak bir başka tabii.

Her şeyin yolunda olduğundan emin olduktan sonra Eylül uyansa dahi Yiğit'i emziremeyeceği için çocukları eve götürmenin uygun olacağına karar verdik. Belma Hanım Tolgalar ile birlikte eve dönmek üzere toparlanırken ben de Yiğit'i alıp annesinin yanına getirdim. Eylül'ü görür görmez elini dokunmak istiyormuş gibi ona uzatmaya başladı. Hafifçe eğildiğimde ise küçücük elini Eylül'ün yüzünde gezdirdi. Annesinin kendisine tepki vermiyor oluşunu garipsemiş olmalı.

"Ayne" değişiyle birlikte "Anne uyuyor ee ee yapıyor. Sen şimdi eve git annen uyanınca biz de yanına geleceğiz tamam mı?" dedim. Eğildi eğildi ve Eylül'ün yanağına tükürüklü bir öpücük bıraktı. Bunu yaptığında buruk bir gülümseme oldu yüzümde. Yiğit ne zaman onu bu şekilde öpse Eylül "Çocuk mu doğurdum lama mı doğurdum belli değil" der durur. Şimdi demedi. Diyemedi. Ama diyecek.

Çıkmaya hazır olduklarını anlayınca "Hadi bakalım bugün evin erkeği sensin küçük adam anneanneni üzme tamam mı?" deyip Yiğit'i Belma Hanım'a verdim. Haberleşmek üzere Tolgalarla birlikte çıktıklarında asansöre binişlerini de görüp odaya geri döndüm. Kapıyı kapatmamla birlikte Meral merakla "Ahmet ağabey nereden çıktı bu uyku ilacı olayı?" diye sordu. Bir gariplik olduğunu onlarda anladı tabii. Meral'in bu soruyu soruş şekli bile bu işte bir bit yeniği var değil mi der gibiydi.

Gözlerimi merakla bana bakan Ela ile Meral'in arasında gezdirirken onlara Nisa'nın kim olduğunu da henüz nedeni hakkında bir şey bilmediğimden dolayı bunu neden yapmış olabileceğini de söyleyemedim sadece "Anlayacağız bir şekilde" demekle yetindim.

Yatağın yan korumalığını indirdikten sonra sandalyeyi Eylül'ün yanına çekip oturduğum yerden başımı yastığına koydum. Dalmış bir halde Eylül'ün uyuyuşunu izlerken Ela ile Meral de bizi yalnız bırakmak için olsa gerek kafeteryadan içecek alacaklarını söyleyip odadan çıktılar. Eylül'ün nemli yanağını okşayıp nefes alıp verişlerini takip ederken sanki beni duyabilecekmiş gibi bir yandan da onunla konuşuyordum. Bir tepki verir ya da gözlerini aralar diye düşündüm belki de.

"Eylül bebeğimiz çok iyi hiçbir sorun yok merak etme. Sadece biraz uyuyacaksın sonra da gözlerini açtığında her şey eskisi gibi olacak. Bekle... Eskisi gibi değil çünkü çok daha iyi olacak. Bizim bugünü kutlayacak çok güzel bir sebebimiz var değil mi? Sen bir ayağa kalk da isimler konusunda tartışalım. Ben kararlıyım çünkü seni ikna etmek için elimden geleni ardıma koymayacağım. Kesin bana muhalefet olursun tatlı tatlı birbirimize gireriz. Arıza Eylül'e ne kadar takıksam kendi düşüncesini ateşli bir şekilde çata çat savunup bana diklenen Eylül'e de ayrı bir zaafım var biliyor musun? Yani bu isim tartışmasında karar neye bağlanırsa bağlansın ben çok büyük keyif alacağım. Keşke ameliyata girmeden önce uyansan da aklım burada kalmadan gidebilsem"

Maalesef saat geldiğinde Eylül'ü bizimkilere emanet edip ameliyat için hazırlanmaya gitmek zorunda kaldım ama aklımın onda kalmaması için de bir yol bulmadım değil. Ee... Bende çareler tükenmez. Hastayı odasında ziyarete gittiğimde İlhan hâlâ ortalarda yoktu. Oysaki birlikte gelmemiz daha uygun olacaktı. Hastaya yapılan son kan ve radyolojik taramaları inceledikten sonra rutinleşmiş bir moral yükseltici konuşmanın ardından yanından ayrıldım ve hastayı hazırlayıp ameliyathaneye alabileceklerini söyleyerek gerekli prosedürleri halletmeye gittim.

Üzerimi değiştirdikten sonra aklımı boşaltıp ameliyata konsantre olmaya çalışarak ellerimi dezenfekte etmeye başladığım sırada kapı açıldı ve nihayet İlhan geldi. Bir an hiç gelmeyecek sandım. Ona şüphelerimle ya da Nisa'nın odamda oluşuyla alakalı herhangi bir şey söylemek istemedim çünkü biliyorsa da bilmiyorsa da bu içerideki tutumuna olumsuz yansıyabilirdi. Her şeyin bir yeri zamanı var sözüne uydum yani.

Bu arada ne değişti bilmiyorum ama o da hazırlıklarına devam ederken ilk defa bana karşı düşmanca bir tavra sahip değildi. En azından halinden tavrından ve bana karşı olan bakışlarından öyle hissettim.

"Nasılsın Atahan?"

"Ameliyata girmeye hazır"

"Onu kastetmedim. Ben eşine olanları yeni duydum da... Şimdi daha iyi mi?"

"İyiler"

"İyiler?"

"Eylül hamile ama Feraye Hanım bebeğin iyi olduğunu söylüyor"

"İkisi ile de ilgili önemli bir şey olmamasına sevindim. Ayrıca tebrik ederim bilmiyordum"


efrgthyjukı.gif


Kendimi "Darısı sizin de başınıza" demek üzereyken yakaladım ve hem boşanma haberlerinin doğruluğunu bilmediğim hem de Nisa'yı da ilgilendiren bir durumla alakalı ona bir şey söylememin uygun olmayacağını düşündüğüm için sadece Eylül ile ikimiz adına teşekkür ettim.

Sonrası hiç de düşündüğüm gibi olmadı çünkü bu tatsız olay iyi bir şeye vesile oldu ve biz ameliyata girdiğimiz andan çıktığımız ana kadar birbirimize zorluk çıkarmadan aksine gayet koordineli hareket ederek ameliyatı başarılı bir şekilde sonlandırdık. Sanırım aklımın Eylül'de olacağını düşünüp durumun hassasiyeti sebebiyle benimle uğraşmak ya da üstüme gelmek istemedi.

İtiraf etmem gerekir ki içeride olduğumuz süre boyunca egolarından ve takıntılı düşüncelerinden arınmış bir İlhan ile ameliyathanelerin tozunu attırabiliriz gibi hissettim. Birbirimizden haz etmediğimiz ortada ama bu yeteneklerimizi göz ardı edeceğimiz anlamına gelmez. Umarım bu profesyonellik barındıran duruşu bugüne has bir durum değildir ve her daim sürer. Eylül ameliyathanede bu kadar uslu durduğumuzu öğrenince eminim ki çok şaşıracak.


........::::::::__Eylül__::::::::........

Ne oluyor ya! Kulağıma Selim ile Tolga'nın karşılıklı konuşmaları ve ara sıra da kızların sesleri geliyor ama gözlerimi açmak istesem de kendimi "Birazcık daha uyuyayım öyle kalkarım" demekten alıkoyamıyorum.

Gözlerimi açmaya çalışmam da Tolga'nın "Ahmet'in ameliyatı bitti mi acaba? Aklı buradayken konsantre olması zor olmuş olmalı" demesiyle son buldu. İyi de Ahmet'in ameliyatı öğleden sonra değil miydi? Ama biz buraya sabah gelmiştik. En son ona hamile olduğumu söyledim ve dışarıya çıkıp kutlamaları kabul ettik.

Bir dakika bir dakika! En son o değil. En son uyku bastırdığını ve sersemleşmiş bir halde Ahmet'in omuzuna gömülüp beni kucakladığını hatırlıyorum. Tolga aklı buradayken dediğine göre... Hayır hayır! Sakın bana bebeği kaybettik demeye kalkmasınlar çünkü böyle bir şey duymaya hiç hazır değilim hazır olmayı da düşünmüyorum.


fff.gif


Gözlerimi açmamla birlikte kolumdaki serum girişini görüp "Bebek!" diyerek doğrulmam bir oldu. Endişe duygum tavan yapmış bir halde karnımı tutup ne olduğunu anlamaya çalışırken neyse ki sağımda olan Meral ile solumda duran Ela sakinleşmemi sağlayıp "Dur dur! İkiniz de çok iyisiniz merak etme" dediler. İyiysek ne diye bir hastane odasına devrilmiş kolumda serumla yatıyorum o zaman?

Telaşlanmamı engelleyemeden "Ahmet nerede? Yiğit... Yiğit de yok. Neredeler?" dediğimde bana sakin sakin neler olduğunu anlatmaya başladılar. Duyduklarım aklımı karıştırmadı diyemem çünkü ben bahsettikleri ilacı bu yaşıma kadar değil içmek elime bile almadım diyeyim ne kadar alakam olmadığı iyice belli olsun.

Sersemlemiş bir halde ağrıyan başımı tutup bir an boş bulunarak "Sarhoş gibiyim resmen. En son Venedik'te böyle olmuştum" dedim ama orada ne olduğunu anlayamamış gibi bakan bakışları görünce "Burada olan burada kalır" sözümüzü hatırlayıp anında "Yani aşk sarhoşluğu anlamında demek istiyorum. Ortada alkollük bir durum yok edebimizle gittik edebimizle geri geldik" diyerek yan çizdim ama çok uzattım ya orada da kızların bakışları bir değişti. O değil de aşk sarhoşluğunu ne karıştırıyorsun Eylül ya kim bilir ne anladılar!

Yatağın ortasında kolumda serumla bağdaş kurmuş otururken telefon çalmaya başlayınca Meral hemen hareketlenip "Kesin Ahmet ağabey aratıyor. Kalbi temizdir benim kaynımın hissetmiştir uyandığını" diyerek Selim'in uzattığı telefonu eline aldı. Ortaya attığım "Ahmet'in ameliyatta olduğunu söylememiş miydiniz?" sorum ekranda Ahmet'i görmemle cevap buldu. Ahaa! Doktor Atahan ameliyathaneden bildiriyor adlı canlı yayınımız an itibarıyla başlamış görünüyor.

Merak etmesin diye her şey yolunda anlamında gülümseyip başparmağımı da görebileceği şekilde kaldırdım. Konuşamıyordu çünkü gördüğüm kadarıyla telefonu tutan kişi ameliyathanenin içinde değildi. Aralarında cam kapı olmalı. Neyse bu da bir şey. En azından iyi olduğumu görüp rahatlamış oldu. Bana kolunda olmayan saati işaret edip eliyle de az kaldı der gibi yaptı ve karşılıklı el sallayıp telefonları kapattık. Şımarıklık yapıp ama çok kısa sürdü diyeceğim arkada canının derdinde olan bir hasta olduğunu düşününce elimi ağzıma çarpıp sus diyesim geliyor.

Ahmet ile görüntülü görüştükten sonra annem ile Mine'yi de merak etmesinler diye aynı şekilde aradık. Şükürler olsun ki Yiğit de iyi görünüyordu. Kaan ağabeyi de Harun ve Elif ile birlikte okuldan bize gelmiş. Elif ellerinde bebeklerle Rüya ile oynarken Yiğit de ağabeylerine emanetti. Oh! İyi bari en azından evde her şey yolunda. Herkes aranıp iyi olduğum söylendikten sonra Ahmet'in dönmesini beklemeye başladık. Neyse ki sohbet muhabbet doktor kontrolü derken zaman su gibi akmaya devam etti.

Bizimkilerin bugün gitmeyeceklerini öğrenip sevinirken bu sevincime yola yarın çıkacaklarını öğrenmem sebebiyle hafiften bir hüzün karışmadı diyemem. Hep burada kalsınlar istiyorum çünkü. Ela ile Tolga'nın arasına girip ikisine de sarılı oturarak "İstanbul'a taşının yine birlikte olalım bak ne güzel zaman geçirdik. Ben sizi çok özlüyorum ne yapacağız böyle?" dedim. Bir ortak noktada buluşamadık gerçekten. İzmir'e gidiyorum Meraller burada kalıyor İstanbul'da oluyorum Elalar İzmir'de kalıyor bana da özlem rüzgarları sağdan soldan vurmaya devam ediyor. Neyse ki bu konuda güzel havadisler var gibi görünüyor.

"Aynı durum Ela ve Mine ile ilgili de söz konusu Eylül yalnız değilsin yani"

"Ne güzel işte! Kenan ile konuşun bunları evlendirdikten sonra toplayın pılınızı pırtınızı dönün İstanbul'a"

"Biz bunları Ela ile konuştuk zaten. Temelli olmaz ama işlerimizi iyice yoluna koyup İstanbul'da da bir ev açmayı düşünüyoruz. Belki yılın birkaç ayı ya da tatillerde burada olabiliriz. Bu noktada Ela'nın işlerini ayarlaması daha büyük önem kazanıyor çünkü ben çekimler sebebiyle zaten yurt içi yurt dışı gidip geliyorum sorun olmaz ama Ela'nın ofisi bu süre içinde yalnız bırakmaması için güvenilir bir ortağa ihtiyacı var"

Bana ortak demeyin kaşıntım tutuyor. Bu defa kadın mimar bulun da arıza çıkmasın diyecek oldum ama kelimeleri ağzımdan çıkarmadan tek tek yutmak zorunda kaldım. Durup dururken o musibeti hatırlatıp muhabbete limon sıkmayayım şimdi. Konu üzerine konuşmaya devam ederken odanın dışından da sesler gelmeye başladı.

Konuşmalara odaklandığımda birinin "Ahmet Hocam beklediğiniz MR sonuçları çıktı" dediğini duyunca Ahmet'in geldiğini anlayıp oturduğum yerden hızla kalktım ve "Eylül dur yavaş!" denmesine aldırmadan da kapıyı açıp dışarıya fırladım ama küçük bir sorun vardı çünkü bu Ahmet benim Ahmet değildi. Bakışlarım doktorun önlük cebine işlenmiş "Prof.Dr. Ahmet Ekinciler" yazısına gider gitmez minik bir tebessümle kuyruğu kıstırıp odaya geri döndüm. Bu vesile ile öyle her Ahmet'e atlanmayacağını da öğrenmiş oldum.

Selim ile Tolga zarafetlerinden gülümsemelerini saklamaya çalışıyordu ama o Ela ile Meral yok mu? İnsanın yüzüne baka baka alenen gülüyorlardı. Önlerinde durup ellerimi iki yandan belime koyduktan sonra "Niye gülüyorsunuz arkadaşım? Kapı gibi resmi nikahı bastığım kocam geldi sandım. Sanamaz mıyım? Hayır yani bana da eşlerinin ayak sesini duyunca kanat takıp uçuşa geçen bu sevgi kelebeklerinin gülmesi de ayrı bir tartışma konusu" dedim ama gülmeye devam ettiler.

Bu gülüşün nedenini anlayana kadar da belimin iki yanından geçen kolların sahibi bana sıkı sıkı sarılıp "Yalnız sen bana değil ben sana bastım o nikahı Eylül Atahan! Bakıyorum meydanı boş bulan atarlı manitam yine yokluğumda geçmişi kendisine göre kurgulamaya başlamış" dedi canıma susadım Eylül gel beni sula der gibi!

Ahmet'in sözleriyle arkamda olduğunu anlayıp başımı ona doğru çevirdiğimde tam açtım ağzımı yumdum gözümü moduna giriyordum ki masum bir bakışla "Çok korkuttun beni Eylül... Kendini nasıl hissediyorsun daha iyi misin?" demesi bunu yapmama izin vermedi. Yaşadığı endişeyi gözlerinde görünce kıyamadım galiba. Ona doğru döndükten sonra bebeği de işin içine katıp iyi olduğumuzu söylediğimde beni güldürmek için mi söyledi bilmem ama "Sensiz fişi çekilmiş lambader gibiydim. Hiçbir işlevim yoktu ve bundan hiç hoşlanmadım Eylül" diyerek ben dahil hepimizi güldürdü.

"Tanıştırayım ufaklık bu şakacı arkadaş baban oluyor"

"Şimdiden otoritemi yerle bir ettin Eylül"

"Çocukları kudurtan sen dizginleyen de ben olacağıma göre ha şimdi ha sonra yıkılmış o otorite ne fark eder değil mi?"

"Görev dağılımı yapılmış bakıyorum"

"Görünen köy kılavuz istemez be doktor! Bu arada çok yorgun görünüyorsun"

"Gördüğünü ikiyle çarp"

Elinden tutup onu da kendimle birlikte yürüterek "Hadi gel sana Bésame Mucho çalayım da enerjin yerine gelsin. Yataklardaki düğmeler hâlâ aktif değil mi? Hayır yani basarım olmadık bir şey çalar rezil olmayalım" dedim ama o sırada kapı tıklatıldı. Bakışlarımız aynı anda kapıya döndüğünde Ahmet'in girebileceğini söylemesiyle kapı açıldı ve içeriye şu aralarının limoni olduğu doktor girdi. Bakışlarım da tepkisini ölçmek için anında Ahmet'e doğru kaydı. Bakıyorum da gerilmedi ya da varlığından rahatsız olmadı. Şaşırdım doğrusu.

Adam bana hitaben "Olanlardan ameliyata girerken haberim oldu o yüzden daha önce uğrayamadım kusura bakmayın. Geçmiş olsun sizi ayakta ve iyi gördüğüme sevindim" deyince teşekkür ettim ama ters bir şey olur mu diye de tedirgin olmadım diyemem. Ama olmayacak gibi çünkü Ahmet gayet içten bir tavırla "Kapıda kalma İlhan içeriye gel lütfen" dedi sanki karşısında Sinan ya da başka bir yakın arkadaşı varmış gibi. Beni şaşırtıyorsun doktor!

"Hiç rahatsız etmeyeyim. Ben sadece eşine ve sizlere geçmiş olsun demek istedim"

"Sağ ol"

"Ahmet'i kutladım ama sizi de tebrik ederim Eylül Hanım sanırım bebek bekliyormuşsunuz"

"Teşekkür ederim"

"Gitmeden önce seninle kapının önünde biraz konuşalım mı Ahmet?"

"Tabii olur. Hemen geliyorum"

"Dışarıdayım"

Bir dakika bir dakika! Ne olmuş bunlara? Yahu bu ikisi bir araya gelince "Hah! Şimdi karakolluk olacaklar" enerjisi yaymıyorlar mıydı? Bal gibi de yayıyorlardı. Acaba ben içim geçtiğinde başımı Ahmet'in omuzuna dayadım zannederken aslında düşüp taş zemine mi vurdum? Benim devrelerde bir sıkıntı var çünkü bu ikisi en son bıraktığımda asla böyle değillerdi.

Gözlerim ikisinin arasında git gel yaparken adam iyi günler dileyerek odadan çıktı. Onun ardından Ahmet de "Ben hemen dönerim" dedi ama çıkamadan onu kolundan yakalayıp "Hayırdır doktor bu ne nezaket?" dedim merakla. Gülümsedi. "Bugün aradaki buzları erittik gibi görünüyor yani endişe edecek bir durum yok" dediğinde ne yalan söyleyeyim buna inanmak biraz zor geldi. O buzlar ne çabuk salmış kendisini öyle.

"Bir anda"

"Evet bir anda"

"Her şey yolunda yani"

"Şimdilik öyle görünüyor"

"Bana bak sakın geri döndüğünde adamı karısıyla birlikte barış yemeği babında eve davet ettim deme canını öyle bir sıkarım ki yediğin lokmalar gırtlağına sıra sıra dizilir sittin sene de öyle kalırlar"

"Oo! Çoktan davet ettim bile desem?"

Göz göze kalırken elim boa yılanı gibi yavaş yavaş Ahmet'in boynunu sarmaya başladı. Boynunu "Bir daha söyle bakayım" diyerek güzelce kavradığımda bileğimden tuttu ve "Şakaydı" derken de avucumun içini öptü. Bence de şaka olmalı. Her gırtlak gırtlağa geldiğiyle işin sonunda kanka olursa benim de tepem atar gibime geliyor çünkü bu denli sevgi kelebekliği bünyeme ters benim. İçimde hâlâ hazmedemediğim bir Uras Çamlı varken bir de İlhan Taner ile ince bacaklı dolgun hatlı zevcesini hiç çekemem doğrusu. Aklarımla karalarımı birbirine karıştırmayın benim.

Kapının önünden başımı uzatıp bakan var mı diye kontrol ettikten sonra Ahmet'i kravatından tutup kendime doğru çektim. Halinden memnunmuş gibi gözlerime aşık aşık bakmaya başladı. Kıyamam öpeceğim sanıyor herhalde hâlâ tanıyamadı karısını. Kravatı elime dolaya dolaya "Hadi şimdi git ne derdi varmış öğren sonra da orada burada oyalanma doğru karının yanına!" dediğimde aynı anda gülümsedik. Kesin içinden arıza karım geri döndü diye geçiriyordur. Yanağıma bunu tasdikler gibi "Hoş geldin Atahan" diye fısıldayarak minik bir öpücük kondururken ben de karnıma koyduğu elini tutup "Hoş bulduk Atahan" dedikten sonra gecikmemesini isteyip odadan çıkışını izledim. Adamın karısı gözlerini yeni açmış bir rahat vermiyorlar yahu!

Kapıyı örtüp geri döndüğümde ellerim yeniden belime gitti çünkü hanım hanım oturuyor izlenimi veren Meral ile Ela beni tiye alır gibi Bésame Mucho'nun sözlerini mırıldanıp bir yandan da gülmemek için büyük bir çaba harcıyor ama bunu da başaramıyorlardı. Tabii onlar gülüp sözleri kaçırdıkça siz yapmayın bari dediğim Selim ile Tolga da eşlerine uyup onlara sufle vererek kaçırdıkları sözleri hatırlatıyor durum besbeter bir hâl alıyor. Tövbe estağfurullah... Tövbe estağfurullaaah!

şlkjjkl.gif



........::::::::__Ahmet__::::::::........

Kapının önünde İlhan ile hastanın durumu hakkında konuşurken telefonuma garip bir mesaj geldi. Garip diyorum çünkü kayıtlı olmayan bir numaradan gelen bu mesajda "Konuşmamız gerek. Hastanenin çatısına gelir misin?" yazıyordu. Bir yandan İlhan ile konuşmaya devam edip bir yandan da kim olabileceğini düşünerek cevap yazmadan telefonumu ceketimin iç cebime koydum.

"Kötü bir haber mi?"

"Hayır değil. Biriyle görüşmem gerekiyor da"

"O halde ben gideyim sen de işine bak"

"Tamam"

Tam giderken İlhan bana seslenince olduğum yerde kaldım. Birbirimize döndüğümüzde beni yeniden şaşırtıp "Sen bugün eşini yalnız bırakma eve birlikte dönün hastanın takibini ben yaparım. Bütün gece burada olacağım önemli bir şey olursa haber veririm" dedi. Anlık bir duraksamanın ardından emin olup olmadığını sordum ama ciddi görünüyordu. Teşekkür ettiğimde o yoluna gitti ben de bu iyiliğin altında bir şey aramalı mıyım hisleriyle kendi yoluma gittim.

Asansöre geçip en üst kata çıktıktan sonra çatının kapısını açıp merakla bakınarak dışarıya çıktım ama kimse görünmüyordu. Ağır adımlarla ilerlerken "Bir an gelmeyeceğini düşündüm" diyen sesle sol tarafıma baktığımda Nisa bana doğru yaklaşıyordu. Yüzümdeki ifadeden olsa gerek onu görmeyi beklemediğimi anladı ve şaşkınlığını gizleyemeyerek "Numaramı silmişsin" dedi. Neden silmeyeyim ki? Sonuçta uzun zamandır birbirimizi aramamız gereken bir konumda değiliz.

"Rehber detoksu diyelim. Bir daha aramayacağım numaraları rehberimde tutmamaya özen gösteririm. Neden buradayız Nisa?"

"Seninle konuşmak istediğim bir şey var"

"Konuşmak istediğin konu ne hakkında? İlhan ile şaşırtıcı bir şekilde uzlaşma yoluna girmemizle alakalı olan mı yoksa karımın içtiği içeceğe karıştırdığın uyku ilacı hakkında mı?"

Eylül'ün ilacı o yolla aldığından emin olmasam da sanırım blöfüm yerini buldu çünkü yüzündeki ifade bariz bir şekilde değişti. Ancak beklemediğim şey inkar etmek yerine "Onu senin içmen gerekiyordu" demesi oldu. Bu gerçekten de planlı programlı bir şekilde yapılmış yani doğru mu anlıyorum?

Bunu neden yaptığını sorduğumda bariz bir şekilde gerildi ve gözlerini kaçırıp alnını ovuşturarak "İlhan ameliyata girmeni istemiyordu" diye manasız bir gerekçe sundu bana. Ben de İlhan'ı bu hastanede görmek istemiyorum. Ne yapayım yani adamdan hoşlanmıyorum diye arabasına dinamit mi koyayım? Aman Allah'ım iyice Eylül gibi düşünmeye başladım. Bunlar onun kurabileceği cümleler çünkü. Çiftler bir süre sonra gerçekten de birbirlerine benziyorlarmış.

"Bizim kişisel sorunlarımızı işimize yansıtma gibi bir lüksümüz yok. İlhan'ın ısrarla anlamak istemediği şey de buydu"

"Başından beri İlhan'ın bu hastanede çalışmasını hiç istemedim çünkü burada olduğunu öğrendiğinde profesyonelliğini bir kenara bırakıp seni yeniden takıntı haline getireceğini biliyordum"

"Burada olduğumu öğrendiğinde... Sen benim bu hastanede çalıştığımı nereden biliyordun?"

Söyleyip söylememe arasında epey bir bocaladıktan sonra sessiz kalacağını anlayıp "Nisa benim burada olduğumu nereden biliyordun?" diyerek sorumu yineledim. Arkasını dönüp alçak duvarların yanına giderken "Seni merak ettiğim bir dönem oldu. Benden sonra ne yaptığını hayatına nasıl devam ettiğini iyi olup olmadığını merak ettiğim bir dönem..." dediğinde bunun gelebileceği manayı düşünüp biraz rahatsız olmadım diyemem. Hatta bu yüzden normal şartlarda sormam gereken bir soruyu sormaktan kaçındım. Açıkçası çatırdayan bir evlilikte sığınılacak güvenli bir liman olarak görülmeyi hiç mi hiç istemem. Ancak sessiz kalışım cevabını duymak istemediğim sorunun Nisa'nın ağzından "Bu meraka neyin sebep olduğunu sormayacak mısın?" diyerek dökülmesine mani olmadı.

Yanına gidip kollarımı alçak duvara dayayarak sorusunu düşünürken "Bilmemem daha doğru olur" dediğimde temiz havayı iyi hissetmeyi umarcasına içine çekti. Dirseklerini duvara koyup çenesini de elleriyle destekleyerek manzarayı izlerken yine de söylemek istiyormuş gibi bana doğru baktığını hissettim ama sanki Eylül'ün eli yine çenemdeydi ve yüzümü sabit tutup benim o yöne bakmamı engelliyordu. Bu hissin ardından Nisa'nın görüş alanından çıkmak için doğruldum.

ty.gif


"Hiç hayatınla alakalı başka seçimler yapsaydın ne olurdu diye düşündüğün oldu mu Ahmet?"

Sessiz kaldım. Ama bu sessizliğim düşünüp düşünmediğimi sorguladığım bir sessizlik değildi. Ben sadece sorulan sorudan rahatsız olduğum için kelimelerimi düzgün anlaşılır ve konunun başka yönlere kaymaması adına doğru seçmeye çalışıyordum.

"Bu konuda şanslıyım çünkü seçimlerim beni hep en doğruya yönlendirdi. Günün sonunda beraber olmak istediğim kadınla tam da olmak istediğim yerdeyim ve arzu ettiğim hayatı yaşıyorum. Eylül'ün de benim de yaşadığımız her şey bizi birbirimize hazırlayan şeylerdi o yüzden beni ona onu da bana adım adım yaklaştıran doğru ya da yanlış her seçimimize minnettarım"

Omuzunun ucundan bana doğru bakıp "Umarım karın da ne kadar şanslı bir kadın olduğunun farkındadır" dedikten sonra yeniden önüne dönerken kısık bir ses tonuyla da "Yerinde olmak isteyecek birçok kadın tanıyorum çünkü" dedi. Söylediği şeyi duymazlıktan gelmeyi tercih ettim çünkü konunun boyut değiştirmesini istemiyorum. Nisa da düşünürken zoraki bir gülümsemeyle "Sen hep aramızdaydın biliyor musun?" dedi ama bunu da duymaktan hoşlandığımı söyleyemem. Bilerek ya da bilmeyerek insanların hayatında olumsuz bir yer edinmek istemem.

"Ne zaman İlhan ile iletişim kopukluğu yaşayıp tartışsak ne yapar eder konuyu bir şekilde seni unutamadığıma getirirdi. Öyle bir şey olmadığına ikna edemezdim onu. Fikri sabitti ve değiştirmeme de müsaade etmiyor seni sürekli bana hatırlatan o oluyordu. Seni merak edişim belki de bu yüzdendi. Yapmadığım bir şey için değil en azından yaptığım bir şey için bu ithamlara maruz kalayım istemiş olmalıyım. Ama seni görsem de nerede olduğunu öğrensem de karşına çıkmadım. Seninle bir sebepten ötürü görüşürsem İlhan da öğrenirse aksini iddia edemeyeceğim için geri dönüşümüz olmaz diye düşündüm çünkü. Sonra bir şekilde toparlar gibi olduk. Ta ki İlhan bu hastanede çalışmaya başlayana kadar. O zaman her şey daha kötü oldu. Artık çok daha gergin çok daha öfkeli ve her şeye karşı tahammülü daha az biri. İlişkimiz kötü yönde etkilenmeye başladığı için defalarca buradan ayrılmasını istedim ama o bunu sana yenilip kaçmak olarak gördüğü için kabul etmedi. Boşanma kozunu bile oynadım ama o burada kalma konusunda kararlı. İkinizin yeniden aynı ameliyata gireceğini öğrenip İlhan'ın da seni saf dışı etmek için uğraştığını görünce bir kere olsun sana karşı kazansın istedim. O duyguyu tatsın ki öfkesi biraz yatışsın... Belki o zaman bir şeyler düzelmeye başlar dedim"

"Bunu yaparken nelere sebebiyet verebileceğini düşündün mü?

"Sadece ameliyatta bulunmanı engellemek için bir süre uyu istedim Ahmet sana zarar vermek gibi bir düşüncem yoktu. Olamazdı da"

"Ama verdin. Odama bıraktığın o portakal suyunu karım içti. Buraya bana hamile olduğunu söyleyip sürpriz yapmak için gelmişti ama ne oldu biliyor musun? Dostlarımızın kutlamalarını kabul ederken ne olduğunu anlayamadığımız bir şekilde kendinden geçti. Ona ve bebeğimize bir şey olacak diye ne kadar korktuğumu tahmin edebiliyor musun? Muhtemelen edemiyorsun çünkü benim yerimde değildin. Annesi dahil herkes bana endişe ile bakarken sakin kalmaya çalışıp içimde kopan fırtınaları nasıl kontrol altına almaya çalıştım bilemezsin. Bugün bizim mutlu olmamız gereken bir gündü ama olamadık çünkü Eylül saatlerce o ilacın etkisiyle bir hasta yatağında uyumak zorunda kaldı. Neden bu halde olduğunu anlayamadığımız anlarda ona gerekli gereksiz bir sürü test yaptık. O sonuçların çıkmasını nasıl bekledik aklımızdan neler geçti biliyor musun? Beni uzak tutmaya çalıştığınız o ameliyata aklımın bir köşesi karımda ve çocuğumda olarak girmek zorunda kaldım. Neyse ki şimdilik iyi görünüyorlar ama Eylül o bardağın tamamını içseydi ne olurdu bilmiyorum. Yarısıyla bu hale geldiyse tamamını aldığı o yüksek dozun ona ya da bebeğe neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorum"

"İşin buraya kadar varabileceğini düşünmemiştim. Özür dilerim"

"Telafi etmez. İnan bana bugün yaşadığımız şeyi hiçbir özür telafi edemez"

Söylediğim şeyleri sesli duymak bana kendimi hiç iyi hissettirmedi. Ne kadar korktuğumu kendimden bile gizlemişim sanki. Daha fazla konuşmadan arkamı dönüp gitmek istedim ama sanki bir şey durdurdu beni ve olduğum yerde kalıp Nisa'ya baktım. O da üzgün görünüyordu. Yanlış bir şey yaptığının farkına vardığı açık ama geç kalınmış bir pişmanlıktı bu.

"İlhan ile karşılıklı konuşarak ya da profesyonel yardım alarak aranızdaki sorunları çözmenin bir yolunu bulun. Ona bir şekilde benim sizin ilişkinize bir tehdit oluşturmadığımı hiçbir zaman da oluşturmayacağımı iyice anlat. Bak biz Eylül ile çok zor şartlar altında bir araya geldik ve ben onunla kurduğum hayata iç ya da dış etkenler sebebiyle bir zarar gelmesini istemiyorum. Ben yolumu Eylül ve çocuklarımla çoktan çizdim geçmişte neler olduğu da özür dilerim ama umurumda bile değil. Sizin için de olmasın. O dönem kapandı herkes kendi yoluna gitti. Rica ediyorum beni aranızdaki sorunların odağı yapmadığınız gibi muhatabı da yapmayın. Bizim gibi siz de birlikte çok mutlu olun sevin sevilin büyük huzurlu bir aile olun ama lütfen artık bize dokunmayın"

Gitmek üzere arkamı döndüğümde ne zamandır orada olduğunu bilemediğim İlhan ile karşı karşıya kaldık. Sessizdi ve sakin görünüyordu. Kimseden bir tepki gelmeyince onları yalnız bırakmak için kapıya doğru yürümeye başladım ama İlhan'ın yanından geçerken durmak zorunda kaldım çünkü bir şey söylemek istiyormuş gibi kolumu tutup gitmeme engel oldu.

Birbirimize bakarken kendimi duyabileceğim olumsuz şeylere hazırlamaya çalışıyordum ama beklediğimin aksine bana sadece "Bir daha böyle bir şey olmayacağına emin olabilirsin" demekle yetindi. Bunu bugün yaşanan şeylerin perde arkasını zaten biliyormuş diye algıladım. Bugün ortalarda görünmeyişi belki de bu yüzdendi.

Her iki taraf adına da hoş olmayan bir andı ve bu yüzden herhangi bir şey söyleyip mevzunun uzamasına neden olmak istemedim. Başımı hafifçe salladığımda elini kolumdan çekti ve ben de bu yaşanan şeylerin rahatsızlığıyla Eylül'ün yanına gitmek üzere oradan ayrıldım. Benim ardımdan neler yaşandı neler konuşuldu bilmiyorum. Sanırım gerçekten sorun yaşayıp yaşamayacağımızı İlhan ile olan bir sonraki karşılaşmalarımızda daha net anlayacağım.

Kata inip üzerimdeki ağırlıkla kapının önüne geldiğimde kısa bir an durdum. İçeride derin bir sohbet vardı ve ara sıra Eylül'ün o tatlı gülüşü çalınıyordu kulaklarıma. Bu çok iyi geldi işte. İçeriye "Bu kadar mutlu olduğuna göre karım benden bahsediyor olmalı" özgüveniyle girdikten sonra ilk fırçamı "Nerede kaldın sen? Hani oyalanmadan gelecektin az daha düşüyordum peşine" diyerek yesem de kendimi yatağa bırakıp başımı da Eylül'ün omuzuna koydum ve o güzel gözleriyle buluşup "Hadi beni eve götür" dedim. Beline sardığım koluma tek kaşını kaldırarak bakıp "Benim seni değil senin beni eve götürmen gerekmiyor mu? Yamulan benim ya" demesi gecikmedi. Şimdi benim de senden farkım yok desem nedenini sorgulayacak en iyisi hiç o toplara girmeyeyim.

Bizimkilere bakıp "Hadi bizi eve götürün" dediğimde hep beraber ayaklandık. Eylül'ün doktorundan onay alır almaz çıkış işlemlerini de halledip hastaneden çıktık. Arabadayken Eylül'ün nereden çıktı bu uyku ilacı konulu sıkıştırmalarına maruz kalsam da ikisinin de iyi olmasından aldığım güvenle olanları anlatmanın bir faydası olmayacağını düşündüm. Bilirse hamile haliyle öfkelenip kesin intikam ateşiyle kavrulacak. Belki de yaptığı karşı atakla Nisa'nın bizimle uğraşmaya devam etmesine ve bize karşı kışkırmasına neden olacak. Böyle şeyler yaşansın istemiyorum. Nisa'nın ya da bir başkasının hayatımıza olumsuz etkileri olsun da istemiyorum. Ben sadece ailemle mutlu olmak ve karımın sorunsuz bir hamilelik geçirmesini istiyorum. Umarım yerin kulağı da bu defa duyduklarını es geçmiştir de Eylül olmadık bir anda öğrenip bu olayı burnumdan fitil fitil getirmez.


........::::::::__Eylül__::::::::........

Evim evim güzel evim diye boşuna dememişler. Kapıdan içeriye adım attığım gibi burnuma gelen anne yemeği kokusu bir yana oğlumun geldiğimi anlamış gibi "Ayne" diyerek salondan paytak paytak çıkması da bütün yorgunluğumu sildi süpürdü.

Yiğit'i kucaklayıp onu öpücüklere boğarak "Naber Acar torunu? Özledin mi anneyi çünkü ben seni çok özledim" dediğimde küçük bir cimcime de elleri belinde bir halde bana "Eylül sizin yine bebeğiniz olacakmış duymadım sanma. İnşallah yine erkek doğurmazsın çünkü herkesin erkek bebek doğurmasından içime fenalık geldi" dedi. Elif mi o? Anam bu da taktı bize sanki Atahanların aile planlama uzmanı mübarek!

"Valla güzelim sorsan Ahmet ağabeyinde kız istiyor ama o işler öyle olmuyor"

"Nasıl oluyor peki?"

Sorusuyla afallayıp ne diyeceğimi düşünürken kızların Elif'in eline düşmeme güldüğünü görünce onlara ters ters bakıp "Bana mı gülüyorsunuz siz? Tamam be en ince detayına kadar anlatıyorum otur karşıma Elif!" dedim ve tam da tahmin ettiğim gibi eteklerin tutuşması eşliğinde "Aman Eylül sakın!" müdahaleleri gelmeye başladı. Ne o? Az önce gülüyordu bu arkadaşlar ne oldu birdenbire telaşlandılar?

Kızlara benimle uğraşmamaları için gerekli gözdağını verdikten sonra herkesi salona doğru yönlendirip "Elifciğim büyüyünce ben sana bunu detaylıca anlatırım unutturma. Ee! Sen sıkılmadın değil mi?" dedim. Hoplayıp zıplayıp heyecanla "Hayır hiç sıkılmadım! Burada küçük bir kız var çok tatlı hep onunla oynadım ve çok da eğlendim ama gideceklermiş Eylül keşke daha çok kalsalar" dedi. Şöyle bir bakınıp Rüya'dan bahsettiğini anlasam da gıcıklık değil mi "Küçük kız... Ha Mine'dir o! Sonunda boyu boyuna huyu huyuna bir arkadaş bulmuş desene" dedim. Tam o anda da Mine'nin arkamdan sarılıp "Dua et hastaneden geldin yoksa uğraşırdım seninle" demesiyle ona doğru dönüp sarıldım.

Nasılsınlar iyi misinler havada uçuşurken gözüm Ahmet'e takıldı. Oturmuş yere nereden bulduğunu anlayamadığım balonu şişiriyordu. Ucunu düğümleyip kendisini sabırsızlıkla bekleyen Rüya'ya verdiğinde birlikte kaçan balonu yakalamak için el ele tutuşup salonda oradan oraya koşuşmaya başladılar. Bu hallerini görür görmez aklıma ona aldığım hediye geldi. Kargonun da bugün gelmesi gerekiyordu. Yiğit'i yanımda duran Mine'ye verip hemen geleceğimi söyleyerek annemin yanına gittikten sonra Mehmet Efendi'nin biz yokken kargo paketi getirip getirmediğini sordum. Bingo!

Ardiye olarak kullandığımız odaya gidip annemin oraya bıraktığı büyük paketi alarak salona girdim ve "Ahmet Atahan bahçeden bekleniyorsunuz!" diye minik bir anons geçip sırtımla sürgülü kapıyı açarak arka bahçeye geçtim. Geçtim geçmesine de sürpriz yapayım derken yine sürprizlenen ben oldum iyi mi!

Arkamdan "Dur Eylül daha değil!" demeleri fayda etmedi ve bahçeye adım atar atmaz kocaman bir gülümsemeyle etrafa bakmaya başladım çünkü arka bahçemiz ailemize katılacak olan Jr.Atahan'ın şerefine ışıl ışıl bir halde süslenmişti. Bugün bu güzel haberi layıkıyla yaşayamadığımız için bizimkiler bir hoşluk yapmak istemiş herhalde. Cümleten çok severiz böyle alengirli kutlama şeylerini.

Her şey o kadar güzeldi ki nereye bakacağımı şaşırdım. Gözlerim nemli bir halde birazdan oturacağımız ziyafet sofrasına ve oraya buraya serpiştirilen balonlarla süslemelere kayarken herkes bahçeye çıktı. Aralarında neşeli konuşmalar dönüyor farkındayım ama onlara odaklanmak yerine sırtımı arkamda durup saçımı öpen Ahmet'e dayayıp anın güzelliğini sonuna kadar yaşamaya çalışıyorum.

"Düzenim bozulur hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?" sözü ne kadar da doğruymuş. Neler yaşadık neler oldu neler bitti yeri geldi isyan ettik neden böyle oldu dedik ama sonunda olacaklardan korksak bile her şey o kadar mükemmel oldu ki şaşmamak elde değil. Böyle bir hayat yaşayacağım aklımın ucundan geçmezdi. Bu kadar sevip bu kadar sevileceğim kocaman bir aile olacağımızı hiç düşünmezdim. Hayatımda sadece annem vardı onunla da ayrı şehirlerdeydik. Ama şimdi tüm sevdiklerimle birlikte hayalini kursam böyle bir şey anca hayallerde kalırdı diyebileceğim bir hayat yaşıyorum.

Gözlerimdeki yaşlar kızlar tarafından silinirken "Böyle şeyler yapıp duygusallaştırmayın beni ya zaten hormonlarım yine birbirine girdi iyice ağlak bir kadın olacağım" dediğimde toplu bir sarılmanın ardından herkese bu güzel sürpriz için teşekkür ettim. Güzel temennilerin ardı arkası kesilmedi. Eminim Ahmet'te benim gibi bu güzel dilekleri kabul ederken içten içe bebeğimizi sorunsuz bir şekilde kucağımıza almamız için dua ediyordur. Bugün o korkuyu yaşadık ve bir daha yaşamayı asla istemeyiz çünkü.

Kızlar ve annem sofraya son tabakları getirirken beylerin çocuklarla ilgilenmesini fırsat bilip Ahmet'i kenara çektim. Elimdeki kutuya şaşırarak baksa da ne olduğunu sormadı çünkü söylemeyeceğimi o da bildiği için gereksiz laf kalabalığına girişmemeyi artık öğrendi. Ben de merakını gidermek için kutuyu uzatıp "Bizim Jr.Atahan'dan babasına küçük bir hediye olsun diye düşündüm. Büyüdüğünde Yiğit'i de kafalayıp birlikte takılırsınız" dedim.

Kutuyu gülümseyerek aldıktan sonra içinde ne olacağı hakkında fikir yürütemediğini söyleyerek çimlerin üzerine oturdu ve kutunun paketini açmaya başladı. Yanına oturduğumda içinden çıkan şeyi görüp heyecanla "Şaka yapıyorsun!" diyerek bana bakınca işaret parmağımla ciddi yüzümü gösterip "Şakacı bir halim mi var?" dedim. "Küçük adam koş annen bu defa büyük oynamış!" derken bu defa kutuyu daha hızlı açmaya başladı.

Ahmet'in çocuklaşan haline gülerken Selim de ellerinden tuttuğu Yiğit'i yürüterek yanımıza getirdi. Çocuk bile içinden çıkanı görünce turboya taktı koştura koştura geliyor. Ah be doktor oğlanı da kendine benzettin sonunda. Ahmet kutudaki siyah büyük helikopteri çıkarıp "Efsane bir şey bu! Üzerinde adım mı yazıyor yoksa ben mi yanlış görüyorum? Eylül sen gerçekten muazzam bir kadınsın" diye diye bakarken Yiğit de Selim'in yardımıyla kendi adının yazdığı küçük helikopteri eline aldı.

"Var ya eline araba anahtarı versem bu kadar sevinmezsin. Bu ne helikopter aşkıymış arkadaş pes!"

Yiğit'in sıçrayarak "Heikop" deyişine gülüp bu kelime ile başımıza yeni bir bela aldığımızı düşünürken Ahmet uzaktan kumandayı da alıp doğruldu ve önce "Aşksın aşk!" diyerek beni öptükten sonra yere koyduğu helikopteri herkesin sabırsız bakışları eşliğinde havalandırmaya başladı. Suratındaki sırıtık ifadeyi yememe az kaldı çünkü havalanan helikopterden ışıklar ve sesler çıktıkça bildiğin yedi yaşına geri döndü kazık kadar adam.

Onun ardından Selim Yiğit ile birlikte Tolga'da isteğim üzerine Jr.Atahan'ın henüz ismi işlenmemiş küçük helikopterlerini havalandırdı. Benimkinin de yine hınzırlığı üzerindeydi. Helikopteri sürekli kendisinden kumandayı isteyen Kaan Harun ve Elif'in üzerine uçurarak çocukları bahçede çığlık çığlığa bir o yana bir bu yana koşturup durdu. Sonra ne mi oldu? Ne olacak oyuncak yeni olunca şarjı çabuk bitti ve oyunları şimdilik sona erdiği gibi Ahmet de gücünü kaybedip üzerine atlayan çocukların altında kaldı. Hiç ellemedim valla kendi kendisini kurtarsın bana ne!

Gün içinde sıkıntılı bir süreç yaşanmış olsa da eve dönüşümüzle birlikte tüm o sıkıntılar unutuldu. Keyifli bir sohbet eşliğinde yenen yemeğinin ardından bizimkilerle şimdilik son olan akşamımızı mutlu mesut geçirip geç saatlerde de odalara dağıldık. Ahmet yatağa geçse de telefonunu elinden düşüremedi çünkü hastasıyla alakalı bilgi almakla meşguldü. Ben de o konuşurken ılık bir duş alıp odaya geri döndüm. Makyaj masama yaslanıp yüzümden silemediğim gülüşümle ellerimi kremlerken bir yandan da beni izleyen Ahmet'e bakıyordum. Ne o bir şey diyordu ne de ben diyordum. Sadece iki şapşal aşık gibi bakışıp gülüşüyorduk.

Kremlenmeye bir son verip yatağa girdim ve mutluluğu her halinden belli olan doktor beye sarılıp "Baba olacağıma hâlâ inanamıyorum biliyor musun?" demesiyle de gülerek "Sen baba oluyorsun ben anne oluyorum üzerimize zimmetli iki çocuk oluyor ev tımarhaneye dönüyor gelsin huniler gitsin uykular... Farkında mısın bilmiyorum ama bittik Atahan!" dedim. Bana sıkı sıkı sarılıp alnımı öperken bitmeyeceğimizi aksine yeniden başlayacağımızı söyledi. Ahmet ve o her zamanki pozitif yaklaşımları...

Başımı huzurla göğsüne dayadım ve Ahmet'in saçlarımı okşamasıyla birlikte o tımarhanelik olacağını iddia ettiğim hallerimizi düşünmeye başladım. O hengameden korksam da bu yanımdaki tatlı adam "Hallederiz be Eylül! Sen bana güven" enerjisini veriyor ya biraz da o rahatlatıyor yoksa şu an "İki çocukla ne yaparım ben? Yapamam beceremem ben böyle bir duruma uygun değilim. Ben kim anne olmak kim daha bir çocuğa zor bakıyorum!" çıldırışlarına başlamış olmam gerekirdi. Düşünürken şöyle bir Ahmet'e baktım da yüzümde muzur bir gülüş beliriverdi. Tabii bunun nedenini sorgulaması da gecikmedi.

"Ne oldu niye güldün?"

"Erkek olursa adını Mert koyalım dedin ya"

"Evet dedim"

"Kız olursa Yasemin'de netiz ama erkek olursa adını ben koyacağım ve sen çıtını bile çıkarmayacaksın"

"Emrivaki oldu sevmedim. İkinci adını sen koyarsın"

"Olmaz ilk ad bende!"

"Niyeymiş o?"

"Yine oğlan olursa ona öyle bir isim koyacağım ki muazzam bir enerji yüklemesi olacak"

"Anlamadım nasıl olacak o?"

Yorganı üzerime çekip "Erkek olursa öğrenirsin" deyip gözlerimi kapattım. Telaşlandığı o kadar belliydi ki bu "Kız olursa öğrenemeyecek miyim?" deyişinden belliydi. Aynen öyle olacağını söylediğimde yattığı yerden doğrulup doğal olarak aklımdaki ismi öğrenmek için beni sıkıştırmaya başladı. Söylersem ne olayım! Beklesin sabretsin şanslıysa öğrenir.

"Eylül ya!" deyişleri bitmezken kulaklarımı kapatıp dikkatimi ondan çekerek farklı farklı şeyler düşünmeye çalıştım ama bunun sonucu da bana yataktan doğrulup "Allah kahretmesin gece gece nereden geldi aklıma!" dememe neden oldu.

"Ne oldu yine ne geldi aklına?"

Yataktan çıkıp gardolaba doğru yürürken "Çok lazımmış gibi bu saatte aklıma ekmek kadayıfı geldi. Yakınlarda açık bir yer var mıdır acaba?" dedim. Aklıma nereden geldiğini buldum. Annem şerbetli tatlı yapmıştı onu görünce saniyelik bir şekilde içimden geçirmiştim keşke kadayıf olsaydı diye oradan dank etti. Ben dolaptan kıyafet çıkarırken Ahmet yattığı yerden fırlayıp "Eylül canın bir şey istediğinde bana söylemen gerekmiyor mu? Sonuçta aşeren sen cefasını çeken de doğal olarak ben olmalıyım. Rolleri karıştırıp beni bu süreçte pasifleştirme lütfen" deyip yanıma geldi. Biz normal bir çift miyiz de benden normal davranmamı bekliyor? Ayrıca aşermedim ben bu hamile olmadığım zamanlarda gelen midye krizi gibi bir şey.

Gözünün içine baka baka üzerimdeki geceliğin askılarını indirip doktoru kısa süreliğine iptal ettim sonra da yerle buluşan geceliği ayağımla kenara itip elime geçen tişörtü "Elden ayaktan düşmedim Ahmet alt tarafı hamileyim! Sen yat bugün canın çıktı zaten ben de arabayla gider gelirim" diyerek başımdan geçirdim. Beni tanımıyor sanki Yiğit'e hamileyken de kendi işimi kendim halletmek isterdim ben. Yeni bir şey değil yani.

Az önceki manzara sonrası kayan şaftını toparlar toparlamaz "Sen de hastaneden yeni çıktın. Ayrıca sen karanlıkta araba kullanamazsın Eylül ben de geliyorum" deyip pantolonumu verdi ve benim "Sırf o yüzden yani yoksa tatlıma ortak olmak istediğinden değil" diyerek giymem eşliğinde tek kelime etmeden gülümsedi. İki elimle tişörtünden tutup bedenen ona yaslandıktan sonra yüzüne yaklaştım ve gözlerine "Bende kal Ahmet bende kal!" dercesine baka baka "Cüzdanını al ve beyaz tavşanı takip et doktor!" dedim. Hipnotize işlemi tamam olunca tişörtünü son ana kadar bırakmayıp odadan çıktım.


lkjhghjkl.gif


Birkaç saniye içinde arkamdan sarılmasıyla birlikte birbirimize sessiz olmamızı işaret ederek aşağıya inip iki kaçak gibi kimseye görünmeden evden çıktık. Tatlı almaya diye çıktık ama konuşmalarımızdan eve dönüşümüzün biraz uzayacağını da anlamamız zor olmadı. Ee... Bunlar iyi günlerimiz ileride çocuklardan baş başa kalacak bir an yakalarsak şanslı sayılacağa benziyoruz. Bittik biz bittik!

•●●·٠•●●•٠·˙

Sonraki bölümde 6 Yıl Sonrasına Gideceğiz ;)

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.229
Tepki
85.086
Puan
113
Konum
İstanbul
trusrtuysrtforum.png

61.Bölüm : 6 Yıl Sonra

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Eylül Hanım hava şartları uygun olmadığı için yarın yapılacak dış çekim ertelendi bilginiz olsun"

Bunu tahmin etmek çok da zor değildi doğrusu. Karşı cevap olarak "Siz beni gelişmelerden haberdar edersiniz o halde" yazdıktan sonra telefonu çantama attım ve arabadan çıkarak okula doğru yürümeye başladım.

Hani benimle çalışmak isteyen Beauty markası vardı hatırladın mı? O dönem kabul etmemiştim çünkü hem kendimi sadece Atahan markasına bağlı hissediyordum hem de hamilelik durumlarım vardı. İşte o markayla gecikmeli de olsa iki yıl sonrası bir anlaşma yaptık ve o zamandan beri de markalarının tanıtımlarında yer alıyorum. Bu konuda Selim'e de teşekkür etmem gerekir çünkü Evren Bey ile olan olumlu iletişimleri benim de markaya karşı güven duymama neden oldu. Aksi takdirde böyle bir anlaşmaya cesaret edebilir miydim bilmiyorum.

Benim işler böyle yani eskisi gibi modelliğe devam ediyorum. Sadece bir farkla artık daha tanınır oldum çünkü reklam filmleri olsun dergi çekimleri olsun epey bir göz önünde olmama neden oldular. Bu bazen garip hissettiriyor ama yine de alıştım diyebilirim. Ahmet alışamadı ama. Her ne kadar yanımda gururla dursa da bazen tatlı tatlı kıskançlık krizlerine girebiliyor. Hele o kendi içinde sessizce çıldırıp fıldır fıldır dolanan gözleriyle sözde bana bakan kişilerin niyetlerini okumaya çalışması yok mu? Karşısında gülme krizine girmemek için zor duruyorum.

O halleri o kadar masum o kadar sempatik oluyor ki bunalıyormuşum gibi hissetmiyorum aksine üstüne gitmek daha çok hoşuma gidiyor. Doktorun kabaran kıskançlık damarını hafif hafif kaşıyorum anlayacağın. Ne demişler etme bulma dünyası. O zamanında beni az delirtmemişti biraz da onun kıskançlık seviyeleriyle oynamak gerek. Elime muazzam bir fırsat geçmişken de bunu değerlendirmemem mümkün değil. Kusuruma bakmasın artık.

Okulun kapısından etrafa bakınarak girip tanıdık velilerle ve öğretmenlerle selamlaştıktan sonra tam kızlar hazır mı diyordum ki bizim çenesi düşük Atahanlar öğretmenlerinin ellerini tutmuş bıcır bıcır konuşarak aşağıya inmeye başladı. Gören de bütün gün dut yemiş bülbül gibi susup oturdular da konuşmaya şimdi fırsat buldular zanneder. Yine neler neler anlatıyorsunuz kadına acaba? Hiç mübalağa etmiyorum bizimkiler çenebazlıkları yüzünden anaokulundan atılan ilk çocuklar olup tarihe adlarını altın harflerle yazdırabilirler.

Benim geldiğimi görür görmez Zülal her zamanki disiplinli haliyle mutlu mutlu el sallayarak öğretmeniyle yürümeye devam etti Yasemin cadısı da kadının elini bıraktığı gibi koştura koştura "Annem gelmiş!" diye koridoru inletip kucağıma atladı. Benim niye sessiz sakin çocuklarım olmuyor anlamadım hepsi ayrı aksiyonlu sağ olsunlar.

Devrilmemeyi başarıp küçük hanımın bal yanaklarından öptükten sonra da edebiyle yanıma gelen Zülal'i öpüp ikisine de aynı anda sarılarak "Nasılsınız fıstıklar gününüz nasıl geçti?" dedim. Demez olaydım. Sağdan soldan bir başladılar anlatmaya şaftım kaydı. Yavrum evladım nasıl geçti derken özet geçin demek istedim bana okula adım attığınız andan itibaren en gereksiz detayları bile ne anlatıyorsunuz? Bana ne Ozan Can'ın üstüne meyve suyu dökmesinden ya da Alara'nın çorabındaki kedi deseninin komik bıyığından...


rı.jpg


Konuşmanın bir yerinde derste yaptıkları elişleri hakkında car car konuşurken birbirlerinin çantalarını açıp yaptıklarını çıkarmaya başlayınca birazdan buraya yerleşeceğimizi anladım ve öğretmenleri ile tokalaşıp iyi hafta sonları diledikten sonra kızları hafiften hafiften kapıya doğru yönlendirdim. Hadi ben neyse de Meral tek başına geldiğinde bunlarla nasıl başa çıkıyor yahu!

Zülal sağ tarafımdan yaptığı şirin uğurböceği maskesini Yasemin'de yaptığı ne olduğu belli olmayan garip bir maskeyi sol tarafımdan uzatırken haliyle şaşırıp "Ne güzelmiş bu... Kahverengimsi şey" deyiverdim. İçimden hay dilimi eşek arıları sokaydı diye geçirirken Zülal de elleriyle ağzını kapatıp kıkır kıkır gülmeye başladı. Benim gibi hiç kimse ne olduğunu anlamadı herhalde çünkü Yasemin çattığı kaşlarıyla ellerini beline koyup "Sen de mi ne olduğunu anlamadın anne? Babam olsa hemen anlardı" deyiverdi. Yavrum senin hayal gücünün kaynağı baban zaten ondan anlıyor her zıkkımı!

Dizlerimin üzerinde eğilip maskeye şöyle bir baktıktan sonra rengi sebebiyle "Benim yetenekli kızım ayıcık mı yapmış yoksa?" dedim ama bunu da demez olaydım çünkü maskeyi elimden alıp yüzüme ters ters bakarak "Bir süre konuşmayalım anne" dedikten sonra yürümeye başladı. Bozuldu ya utanmadan anasına trip atıyor cüce!

"Zülal kuzenin ne maskesi yapmış sen biliyor musun?"

"Biliyorum ama söylememem gerekiyor. Benim biraz çenem düşükmüş ya Yasemin birine söylersen bir daha seninle konuşmam dedi. O yüzden beni sıkıştırma olur mu? Zaten zor duruyorum bir anda ağzımdan kaçabilir"

Zülal'in yanağını okşayıp "Tamam tatlım söyleme" dedikten sonra elini tuttum ve birlikte bizim atarlı cüceye yetişip arabaya doğru gittik. Çantaları ön tarafa attıktan sonra kızların kemerlerini de bağlayıp enerjik bir tonlamayla "Gitmeye hazır mıyız?" diye sordum ama Zülal ellerini kaldırıp "Hazırız!" dese de Yasemin tavırlı bir halde kollarını önünde kavuşturup "Ben değilim! Biraz düşünmeye ihtiyacım var" dedi. Başlatma şimdi ihtiyacına diyeceğim ama onun yerine sus Eylül ve ondan geriye sakin sakin say diyorum kendi kendime.

Kapılarını kapatıp şoför koltuğuna oturduktan sonra kapıları kilitledim ve bizimkinin paşa gönlü hazır olsun diye bekledim. O sırada da sıkılmayalım diye kızların favori müzik listesini açıp biraz havayı değiştirdim ama bizimkinin kirpiği bile oynamadı. Hiç de renk vermez.

Arkaya döndüğümde ise önce tavırlı bir şekilde oturan Yasemin Hanım'a şöyle bir baktım sonra da Zülal'e "Tatlım annenin işi henüz bitmemiş o yüzden baban isterse size gidebilir isterse de benim yanıma gelebilir dedi. Hangisini yapmak istersin?" diye sordum. Cevap beni şaşırtmadı çünkü tabii ki de Selim'in yanına gitmek istedi. Şirkette olmaya ve oradaki parfüm şişeleriyle kendisine oyunlar kurmaya bayılıyor ve seçim şansını da bu yüzden hep bu şekilde kullanıyor.

"Tamam o halde önce şirkete gidiyoruz"

"Anne bana niye sormadın eve mi yoksa babana mı gideceksin diye? Bu arada babama gideceğimi söylemiş miydim?"

"Babası kılıklı! Hep Ahmet'ten öğreniyor bu lafları"

"Duyamadım"

"Ağabeyinin ateşi çıkmıştı baban da hastanede onunla ilgileniyor sonra birlikte eve gelecekler zaten"

"Büyük ağabeyim mi küçük ağabeyim mi?"

"Yiğit ağabeyin"

"Neden ateşi çıkmış?"

"Okuldaki arkadaşları da öksürüyordu ağabeyine de geçirdiler herhalde. Olur öyle bazen sana da oluyor sonra geçiyor biliyorsun. Ne oldu düşünme ihtiyacın sonlandı mı?"

"Evet ama bir şey soracağım"

"Sor bakalım"

"Sen makyaj mı yaptın?"

"Evet bugün çekim vardı hatırladın mı? Dün akşam sana oradan çıktıktan sonra sizi almaya geleceğimi söylemiştim"

"Hatırladım"

"Bana tanıtacağım ürünleri kullanarak profesyonel makyaj yaptılar. Sizin çıkış saatinize yetişebilmek için de silmek ile uğraşmadım direkt yanınıza geldim"

Cevabım üzerine Yasemin gamzeli gülüşüyle Zülal'e doğru yaklaştı ve elleriyle ağzını kapatmaya çalışıp "Annem çok güzel olmuş değil mi? Sorsak bize de makyaj yapar mı acaba?" diye sordu. Zülal de bizimki gibi sessiz konuştuklarını zannediyor olacak ki kuzenini onaylayıp "Evet çok güzel olmuş. Sor istersen belki yapmak ister" dedi. Bakışları aynı anda bana dönünce kulağımı uzatmış onları dinliyormuşum gibi görünmemek için toparlandım.

"Şey... O ürünlerden bize de var mı? Zülal nasıl kullanıldığını çok merak etmiş ondan sordum. Değil mi Zülal? Sen de bir şey desene!"

Ne konuştuklarını kulağımla duymasam saf gibi inanacağım. Bizimki gözlerini aça aça bir şeyler söylemesini ister gibi bakınca Zülal en doğrucu haliyle "Ben öyle demedim ki sen bana 'Annem çok güzel olmuş değil mi? Sorsak bize de makyaj yapar mı acaba?' dedin ben de 'Evet çok güzel olmuş. Sor istersen belki yapmak ister' dedim" deyiverdi. Yasemin yanlış insanı ortaya atıyorsun zira Zülal'in en belirgin özelliği bir şeyi üzerine ekleme yapmadan direkt olduğu gibi anlatmasıdır. Hepimiz biliriz ki böyle kritik durumlarda asla Zülal ile ortak bir yalana girilmez çünkü yalan söylenmemesi gerektiğine inandığından en masum haliyle her şeyi noktasından virgülüne kadar anlatıp mevzuyu direkt patlatır.

"Yaşınız tutmadığı için size makyaj yapamam ama Meral'e söylerim dudaklarınıza parlatıcı gibi görünsün diye bal süreriz. Hem böylelikle balla dudaklarınıza bakım da yapmış oluruz"

"Hııh! Ama yapış yapış olur"

"İşin eğlencesi orada zaten"

"Peki sonra babamı öpebilir miyim?"

"Harika olur. Bozuk atarsa annemden izin aldım dersin"

"Sen de amcamı öp Zülal çok komik olur"

"Benim babam öyle şeyler sevmiyor ki ben önce öperim sonra balı sürerim"

"Ee fıstıklar! Sohbetinize doyum olmuyor ama gidelim mi artık?"

"Gidelim!"

Onay alır almaz kemerimi bağlayıp okulun önünden hareket ettik. Kızlarla şarkılar söyleyip birbirimize bilmeceler sorarak şirketin önüne geldikten sonra Zülal'in çantasını alıp kızları arabadan çıkardım ve birlikte içeriye girdik. Ellerimde zıp zıp zıplayan iki tavşanla yukarıya çıkıp Rana Hanım'ın yanına geldikten sonra selamlaşarak sohbet etmeye başladık. Seviyorum bu kadını hem çok kibar hem de kendi halinde kimseye zararı dokunmayan biri.

Selim üretim katında olduğu için biz de o gelene dek Rana Hanım ile aramızda konuşmaya daldık ama bizim keyfimiz yerinde olsa da küçük hanımların sıkılıp eteğimi çekiştirmeye başlaması uzun sürmedi tabii. Neyse ki o sırada Selim koridorun başında göründü de kızlara hedef şaşırtıp kurtuldum. İkisi de Selim'i görünce sessiz olun dememe aldırmadan koşarak yanına gidip kucağına atladı ve öpüşüp koklaştıktan sonra birlikte konuşa konuşa buraya doğru yürümeye başladılar. Aslında Zülal'i bırakıp eve geçecektik ama selamlaştıktan sonra Meral'in de çocuklarla buraya gelmek üzere hastaneden çıktığını öğrenince Selim'in odasına geçip koltuklara oturduk.

Çantamı koltuğun üzerine bırakırken Selim'in kızlara günlerinin nasıl geçtiğini sormak üzere olduğunu anlayıp "Aman sorma!" desem de geç kaldım. Küçük hanımlar makineli tüfek gibi anlatmaya Selim de sanki anlattıklarıyla ilgileniyormuş gibi bakmaya başladı ama şu an içinden "Neyin içine düştüm ben?" dediğine adım gibi eminim. Bir süre sonra Yasemin yine bozuk atmaya başladı çünkü amcası da yaptığı maskenin ne olduğunu anlayamadı. Haklı adam çünkü kusura bakmasın ama maske bir şeye benzemiyor. Bak Zülal nasıl uğurböceği yapmış geçmiş kenara bizimki ne diye antin kuntin şeyler yapıyor anlamadım.

Selim kızlarla biraz muhabbet edip onlara sehpanın üzerinde oynayabilecekleri birkaç şey çıkardıktan sonra yanıma gelince "Barış nasıl fizik tedavi işe yarıyor mu?" diye sordum. Bunu sormamın bir nedeni var elbet. Barış hepimizin yüreğini ağzına getiren çok kötü bir kaza geçirdi ve maalesef ameliyat olmasına rağmen bacağındaki aksamada herhangi bir düzelme olmadı. Bu aralar da fizik tedavi için hastaneye gidip geliyorlar. Ahmet doktoruyla irtibatta ve bu yüzden de duruma göre bir kez daha ameliyat olmasının gerekebileceğini söylüyor. Umarım bir an önce düzelir demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

"Meral tedavinin işe yaraması açısından bir farklılık olmadığını ama Barış'ın artık daha fazla çabaladığını söylüyor. Biliyorsun başlarda ayağını kullanmakta zorlanıyor koltuk değneğinden de hoşlanmıyor diye mutsuzdu ama son zamanlarda bir şeyler değişti ve artık bu durumu kabullenip tedavi yönünden sözümüzü daha çok dinlemeye başladı"

"Aferin ona"

"Meral aradığında Ahmet ile Yiğit'i de gördüklerini söyledi"

"Nasıllarmış? Gerçi ben Ahmet ile konuştum ama son bilgileri de almak isterim"

"Yiğit'in ateşi düşmüş iyi de görünüyormuş. Meral keyfi yerindeydi dedi"

"Çok şükür. Neyse ki güçlü bir çocuk da hastalandığında sarsılmıyor"

"Sana benzemiş"

"Öyle"

Konuşmamız Zülal'in koltuğa çıkıp Selim'in omuzuna sarılır gibi yatarak "Baba bizim canımız dondurma istedi" demesiyle sonlanırken Yasemin de diğer tarafına geçip yüzündeki ifadeyi şirinlik moduna alarak "Lütfen amca. Bu arada benimki çilekli ve çikolatalı olursa çok mutlu olurum" dedi. Almaya ikna etti de çileği çikolatası kusur kaldı. O kırpışan kirpikli masum bakışı ancak baban yer güzelim diyecekken Selim'in "Siz iki yaramaz kız dondurmayı ısırarak yiyorsunuz bu da boğazınızı ağrıtıyor" sözü kızların ellerini yalvarır gibi birbirine dayayıp aynı anda "Ama çok istiyoruz. Ne oluuuur!" deyişiyle cevap bulunca Selim'i de kaybettik çünkü bu tatlı mı tatlı "Ne oluuuur!"a karşı bütün gardı düştü. Bu da Selim'in zaafı işte.

Selim onay almak için bana bakınca gönülleri kırılmasın diye başımı olumlu anlamda sallayıp Yasemin'i kastederek sessizce "Yiyebilir" dedim. Yemek saatine yaklaşıyoruz ama çok heyecanlı görünüyorlardı kıyamadım. Neyse ki yemek konusunda sorun çıkaran çocuklar değiller. Selim onayı aldıktan sonra "Tamam ama ısırarak yemek yok. Dondurmanızda diş izi gördüğüm anda sorgusuz sualsiz elinizden alırım. Anlaştık mı?" deyince kızlar aynı anda "Anlaştık" deyip koltuktan aşağıya atladılar. Selim tam bana "Sen de ister misin Eylül? Sonra da birer kahve içeriz" demişti ki telefonum çalmaya başladı. Bir yandan telefonumu çıkarıp bir yandan da arayanı görünce sırıtarak "Yok sağ ol. Meral gelsin birlikte kahve içeriz" dedim.

Kenan arıyordu ve telefonu açıp "Vay! Küçük Gürsoy sen beni arar mıydın?" dememle birlikte Yasemin duydunuz zilin sesini der gibi oturduğu yerden fırlayıp "Ben de dayımla konuşacağım" dedi. O sırada Kenan'ın "Eylül önemli bir durum var. Müsait bir yere geç etrafında da kimse olmasın" deyişini duydum ve Yasemin'e birazdan telefonu ona geri getireceğimi söyleyip Selim ile işaretleşerek kapının önüne çıktım.

"Ne oldu Kenan ya korkutma beni! Evde her şey yolunda mı?"

"Herkes iyi merak etme. Bu şey ile ilgili..."

"Ne ile ilgili?"

"Yakınlarında oturabileceğin bir yer varsa otur çünkü söyleyeceğim şeyler sonrası biraz sarsılabilirsin"

Çok garip... Şu an ne söyleyeceğini biliyor gibiyim ama dillendiremiyorum. Bir yer bulup oturmadım ama pencerenin önüne gidip oraya tutunarak "Söyle Kenan her ne diyeceksen ben duymaya hazırım" dediğimde o da bana tam da hissettiğim gibi Buğra'nın izini bulduğunu söyledi. Duyduğum şey ile kilitlenip kaldım. İnanır mısın bilmem ama bunu duyduğum anda sanki vücudum buz kesti. Kaskatı kaldım. Resmen iliklerime kadar üşüyorum şu an.

Kenan'a yıllar önce Buğra'nın nerede olduğunu bilseydik en azından ne yaptığıyla ya da ne yapacağıyla alakalı bir fikrimiz olurdu ama bilmeyince adam her yerde gibi demiştim hatırladın mı? Kenan askerden döndükten sonra düğün dernek işlerini halledip bizimkilere çaktırmadan hemen birilerini ayarladık ve Buğra'nın peşine taktık. Tahmin edeceğin üzere uzun yıllar boyunca ona ulaşmak pek mümkün olmadı. Adam ortadan öyle bir kayboldu ki tozunu da dumanını da ardında bırakmadı. Ancak onca yılın ardından artık işler değişmişe benziyor.

Aramızda ister istemez oluşan sessizlik sonrası zorlukla yutkunup "Neredeymiş o Allah'ın cezası!" dememle birlikte Kenan da sessizliğine son verip "En son görüldüğü yer Marmaris ve halen orada olduğu söyleniyor" dedi. Marmaris mi? Ne demek Marmaris ya kafayı mı yedirtecek bu odun bana!

Sinirimi çıkarırcasına elimin ayasını pencerenin pervazına vurup "Nasıl yani? Hepimizin canına okuyup senelerdir tatil bölgelerinde fink mi atıyor o omurgasız herif!" dediğimde Kenan öfkelenmememi istedi ama bu isteğini yerine getirmem çok zordu çünkü voltaj seviyem belli bir birimin üzerine çıktığı için yanarak kısa devre oldum şu an!

"Eylül bizim istediğimiz onun nerede olduğunu öğrenmek değil miydi? Öğrendik işte neden biraz olsun rahatlamaya çalışmıyorsun? Bırak ister Marmaris'te olsun ister başka bir yerde... Sonuçta şu an kontrolümüz altında mı? Evet kontrolümüz altında ve o ensesindeki nefes olduğumuzdan habersiz yaşamaya çalışıyor"

"Yaşamaya çalışıyor derken?"

"O birbirinden yaratıcı bedduaların yerini bulmuş olmalı Pembe Panter çünkü Müfettiş Gadget berbat bir durumda"

"Berbat derken nasıl yani? Neyi var yoksa hasta falan mı? Kötüye bir şey olmaz be Kenan!"

"Öyle bir şey olmuş ki annesi babası gelse onu tanıyamaz"

"Ne demek o ya?"

"Sana birkaç fotoğraf ve video göndereyim de kendi gözlerinle gör"

Telefonun ekranına ne göreceğim hakkında fikir yürütemeden bakıp kendimi en kötüye hazırlamaya çalışırken Meral'in bana seslendiğini duyup ne alaka ise telefonu arkama saklama gereksinimi duyup onlara doğru döndüm. Bir yanında Kaan bir yanında da Barış vardı ve bana doğru yürüyüp sanki ters bir durum olduğunu anlamış gibi "İyi misin sen?" dedi. İyi olmak bana haram be Meral!

İyi olduğumu söyleyip çocukları öperken Kenan'ın gönderdiği fotoğraflar peş peşe geliyor olacak ki bildirim sesim bik bik ötüp benim de istemsizce yüzümü şekilden şekle sokmama neden oldu. Meral de iyice şüphelendi tabii. Hâl böyle olunca telefonu yeniden kulağıma yaklaştırdım ve "Kenan ben şirketteyim Meraller de geldi seni eve dönünce geri ararım tartışmamıza o zaman devam ederiz" deyip kapattıktan sonra arka cebime soktum. Tuhaf bir sessizlik olunca Meral'e de "Kenan ile konuşuyorduk ve bilirsin işte... Yine birbirimizle uğraşıp durduk o sırada ağzımdan da çocukların duymaması gereken bir şey kaçtı ondan şey oldu" dedim. Yine başladım şey oldu demelere ya inanmıyorlar böyle deyince de!

Kendi söylediğimi yadırgar gibi bakmam sebebiyle Meral arkasını dönüp "Kaancığım sen kardeşine yardım et birlikte babanların yanına geçin biz de Eylül ablanla birazdan yanınıza geliriz" dedi ve Kaan'ın kardeşini alıp uzaklaşmasının ardından "Eylül yüzün bembeyaz görünürken hiçbir şey olmamış gibi konuşarak beni kandıramazsın. Bir şey olmuş işte hadi söyle bana" dedi. Gözüm kızların dondurmalarını getiren genç çocuğa takılırken bir yandan da belki de Meral'in bilmesi iyi olur diye düşünmeden edemedim. Ayrıca beni bu şekilde gördüğü için aklına bambaşka şeyler gelebilir ve Ahmet ile konuşup istemeden zor durumda kalmama neden olabilir.

Bakışlarımı Selim'in odasına giren gençten çekip Meral'e yönlendirerek "Söylersem aramızda kalır mı?" dediğimde şaşırması kaçınılmaz oldu. "Elbette kalır" cevabını alsam da kısa bir an söyleyip söylememe arasında tereddüt yaşadım ama sonra Meral'e güvenebileceğimi bildiğim için bir çırpıda "Buğra'nın nerede olduğunu öğrendik" dedim. Aramızda sessizliğin eşlik ettiği garip bir bakışma yaşandı. Aradığımızı bile bilmiyordu ki bunu anlamlandıramaması çok normal. Durumu daha rahat anlasın diye sebebini de açıklayarak Kenan ile yıllardır onun izini sürdüğümüzü ve nihayet Marmaris'te görüldüğünü anlattım. Az önce beni hortlak görmüş gibi bulunca bunun iyi mi kötü mü olduğunu o da bilemedi tabii.

"Sen iyi misin peki? Geldiğimizde kötü görünüyordun"

"Bilmiyorum Meral içimde olumlu ve olumsuz her türlü duygu atağa geçti sanki"

"Ne yapıyormuş orada öğrendiniz mi? Kendisine yeni bir hayat kurduysa artık endişe etmeye gerek yok demektir herhalde"

"Kenan berbat bir halde dedi"

"Nasıl yani?"

"Ben de öyle dedim. Bana eline ulaşan fotoğrafları atıyordu ama işte siz gelince panikledim biraz"

"Tamam görmek istiyorsan şimdi bak o zaman"

Telefonu arka cebimden çıkardıktan sonra gergin hissederek Kenan'ın gönderdiği mesajı açtım. Ancak açmamla birlikte hiç ama hiç beklemediğim bir görüntü ile de karşı karşıya kaldım. Aman Allah'ım ne olmuş buna? Gelen fotoğraflara peş peşe bakarken gözlerime inanmakta bir hayli güçlük çektim. Bu duvar diplerinde uyuyan saçı sakalı birbirine karışmış kir pas içindeki adam gerçekten de Buğra mı şimdi?

Videoyu açıp ekrana yansıyan görüntüyü izlerken içime bir şey oturdu sanki. Görüntü yakınlaşıp yüzünü yansıttığında içimden sürekli bu gerçek olamaz deyip durdum. Karmakarışık saçları omuzlarına kadar uzamış sakalları deseniz onu tanımakta zorluk çekmeme neden olacak kadar gür ve uzun... kıyafetlerini hele hiç sorma. Her şeyi düşünürdüm ama onun bu halde olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Buğra'nın bitik bir halde sokaklarda yürüyüp çöp konteynerini karıştırmasını izlerken bir şey oldu ve aniden videoyu kapattım. İstemedim onu böyle görmek.

Ekranı Meral'in de görebileceği şekilde tutup Kenan'ın yazdığı mesajı okurken Meral'de benim gibi şaşkınlık içerisindeydi. Mesajda yazanlar sebebiyle "Bunca yıldır sokaklarda evsizler gibi mi yaşıyormuş?" dediğinde ekrandaki adama yabancılaşır gibi bakıp kaldım. Görünen o ki kendi cezasını en ağır şekilde yine kendisi veriyor.

Telefonu kapatıp yeniden cebime koyduktan sonra ellerimi saçlarıma geçirerek arkamı döndüm. Ona karşı yumuşamamak adına içten içe "O bunu hak etti. Bu hayatı hak etti!" diye tekrarlayıp gözlerimin önüne hem Ela'nın hem de kendimin o zor zamanlarını getirdim çünkü yaşadığımız onca ağır şeyden sonra hiçbir şey yaşamamışız gibi o lanet adama merhamet etmek istemiyorum. O bunu da hak etmiyor. Birkaç saniye sonra Meral'in "Eylül şimdi ne olacak? Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" dediğini işittim.

"Bilmiyorum Meral henüz Kenan ile bu görüntülerin üzerine konuşma fırsatımız olmadı"

"Ahmet ağabey biliyor mu? Yani Buğra'yı aradığınızı..."

"Ahmet dahil hiç kimse bilmiyor. Sadece ben ve Kenan... Bir de şimdi sen"

Bunu söylediğimde ne kadar büyük bir yükün altına girdiğim bir tokat gibi yüzüme çarptı. Buğra'nın yerini bilirken susmayı nasıl başaracağım bilmiyorum. Ben de bir anneyim Ferda teyze ile Tamer amcanın yüzüne baka baka nasıl söylemem oğullarının nerede olduğunu? İkisi de Buğra gitti gideli bedbaht haldeler. Kadının elinden oğlunun resmi düşmüyor babası deseniz hiçbir zararlı alışkanlığı olmayan adam artık her gördüğümde baca gibi tütüyor. Neden? Binbir emekle cefayla büyüttükleri oğulları adam bile olmayı başaramadığı için onları yaşarken öldürdü de ondan! İnsanların tutunacağı tek dal Yiğit şu an...

Aman Allah'ım! Yiğit ne olacak peki? Oğlumun gözünün içine bakarken hiç mi vicdan azabı duymayacağım? Ya bir gün bildiğimi öğrenirse ne yapacağım? Bilip de sustuğum kimseye bir şey demediğim için benden nefret eder. Ama söyleyemem ki. Nasıl derim "Al oğlum bu çöpleri karıştıran adam senin baban anan da sana böyle bir adamı reva gördü" diye?

Kalbim sıkışmış bir halde bu düşüncelerle boğuşurken açılan kapının ardından "Anne üzerime dondurma döküldü" diye seslenen Yasemin'in sesi gelmeye başladı. Hızlıca toparlanıp Meral'in bana destek olma amaçlı koluma girerek "Stres yapma tamam mı? Müsait olduğunda baş başa buluşur daha detaylı konuşuruz" demesiyle teşekkür ettim ve birlikte Yasemin'in yanına doğru gittik.

Benim halim malum olunca bana kalmadan Meral çantasından ıslak mendil çıkarıp "Siz dondurmayı nereden buldunuz küçük hanım?" diyerek Yasemin'in üzerini silip onunla sohbete başladı. Sessiz kalıp sadece onları izledim ama kafamın içi Çıfıt çarşısı gibi desem yalan olmaz.

"Amcam aldı"

"Demek amcan aldı. Nasıl kandırdınız bakalım bizim otoriterliği ile nam salmış Selim Bey'i?"

Yasemin gözlerini kırpıştırıp ellerini masumca birleştirerek "Ne oluuur!" dediklerini anlatırken Meral de gülmeye başladı. El kadar bebelerin istediklerini yaptırmak için kişiye özel taktikleri var görüyor musun?

Meral ile Yasemin'in odaya yöneldiğini görünce "Fıstık babanlar eve gelir birazdan hadi herkesi öp de biz de eve gidelim" deyip peşlerinden gittim. İçeriye girer girmez dediğimi ikiletmeden yapıp herkese sarılmaya başladı. Arada laf dinlediği de oluyor çok şükür. "Amcana dondurma için teşekkür etmeyi unutmadın değil mi?" dediğimde Selim etti dercesine bakınca gülümseyip Kaan ile Barış'a sarıldım.


pagewrety.jpg


"Eylül bir kahve içseydin öyle giderdiniz"

"Bir dahaki sefere içeyim Meral aklım bizimkilerde kaldı. Kaancığım bir ara Barış ile Harun'u alıp bize gelin de amcanı konsol oyunlarında ezelim biraz bu aralar kendisini pek bir yenilmez görüyor"

"Olur Eylül abla geliriz"

Bu dediğimi duyan Zülal durur mu? Durmaz. Hemen tatlı tatlı "Ben de geleyim mi?" demeye başlayınca küçük hanımı kucaklayıp "Ay sen de gel tabii bal yanak!" deyip yanağını peş peşe öperek olduğum yerde hızla döndüm o da kıkır kıkır gülmeye başladı. Zülal'i bir kez daha öpüp Meral'e uçurdum sonra da eteğimi çekiştiren diğer fıstığın elini tutup herkese hoşça kalın diyerek oradan ayrıldık. Ay yarım kalan dondurmasını da bırakmamış yine batıracak üstünü.

"Kenan dayım neden benimle konuşmadı yoksa bana küsmüş mü?"

"Niye küssün ki sana?"

"Son konuşmamızda ona sen şımarık zengin bebesi misin herkes sana öyle diyor dedim"

"Ne dedin ne dedin!"

"Ama o da bana bir daha duymayayım ağzına biber sürerim dedi"

"İkinize de süreceğim ben o biberi!"

"Siz de öyle diyorsunuz ama niye ben deyince biberleniyorum"

"O büyüklerin arasında bir şey sen söyleme. Bu arada küsmemiş sadece işi vardı sonra seni görüntülü arar. İkinizin de maaşallah çenesi epey düşük olunca vakit anlamında da uygun bir an gerekiyor tabii. Al bakalım şu peçeteyi de sil ellerini her tarafın dondurma oldu"

Aşağıya indikten sonra araca geçip eve doğru yol aldık. Yol boyunca Yasemin ile de konuşup gülüştük ama zihnimde hâlâ Buğra'nın o berbat hali olunca arada sırada dalıp gitmeme de engel olamadım. Adamın varlığı da dert yokluğu da dert anlayacağın.


hfghjk.jpg


........::::::::____::::::::........

Evin önüne gelip arabayı park ettik ama Ahmet'in arabası yerinde değildi. Hâlâ niye gelmemişler anlamadım ama anlamak için küçük hanımı arabadan çıkarıp hemen Ahmet'i aramaya başladım. Bir iki çalışın ardından telefonu "Çok özledim Eylül eve geldiniz mi?" diye açınca gülümseyip "Biz geldik ama siz yoksunuz. Nerelerdesiniz kaçaklar hâlâ çıkmadınız mı hastaneden?" dedim. Arkadan gelen tuhaf sesler dikkatimi çekerken Ahmet'in "İki bilemedin üç dakikalık uzaklıktayız" deyişiyle kuşkulu bir halde "Ne oluyor orada? Yine bir aksiyonlu haller var gibi sizde. Bana bak Atahan çok yorgunum iş açmayın başıma efendi efendi gelin evinize" dedim ama yok kesin var bir şeyler.

"Ne olabilir Eylül?"

"Sizin olduğunuz yerde her şey olabilir. Ahmet'i okuldan aldınız mı?"

"Mert'i demek istedin herhalde"

"Yo Ahmet'i demek istedim"

"Ne inat kadınsın! Evet aldık"

"Sorun yok mu yani?"

Telefonun hoparlörünü açtı herhalde çünkü aynı anda üçü birden "Her şey yolunda merak etme. Evde görüşürüz" diye seslendi. Tek kaşım kalkarken bakışlarım Yasemin'e ilişti. Bahçedeki çiçekleri okşayıp onlarla konuşuyordu. Okul çantasını aldıktan sonra eve doğru yürümeye başladım ama tam "Kızım hadi gel çiçeklerle sonra muhabbet edersin!" deyip pencerelerin önünden geçerken bir karartı gördüm. Evin içine doğru bakarken Yasemin'in "Niye durdun?" deyişiyle susmasını işaret edip sessizce "Arkamda dur" dedim ve eğilerek pencerelerin önünden geçip kapının yanına geldim.

Kulağımı kapıya dayadıktan sonra içeride bir şeyler döndüğünü anlayıp olduğum yerde eğildim ve Yasemin'in kollarını tutup "Şimdi sessiz oluyoruz ve ne olursa olsun birbirimizden ayrılmıyoruz tamam mı?" dedim. Gözlerini kocaman açıp bana bakarak kaldı çocuk.

"Neden böyle bir şey yapıyoruz?"

"Çünkü evimizde istenmeyen misafirlerimiz mevcut"

"Hıı!"

"Korkma halledemeyeceğimiz bir şey değil"

"Tamam"

"Şimdi yavaşça arkamdan gel"

Birlikte pencerelerin önünden eğile eğile arka bahçeye gittikten sonra Mehmet Efendi nerede diye şöyle bir baktım ama ortalarda görünmüyordu. Bahçedeki kutunun içinden kendimizi koruyacak bir şeyler aldıktan sonra oğlanların pompalı su tabancalarından birini "Her şeyi unut! Sadece sen ve ben varız ve karşımızdaki kim olursa olsun birbirimizi korumak zorundayız anlaştık mı?" diyerek Yasemin'e verdim. Elindeki silaha tuhaf tuhaf bakıp "Babamı bekleyelim o bizi korur" deyince elini tutup kendimle birlikte yürüterek "Yanında bir orduya bedel anan var hâlâ babam mı diyorsun? Hadi Yasemin hadi!" dedim. Babasını bir göreyim canına okuyacağım haberi yok.

Kapının yanına gelir gelmez anahtarı kilide sokup açtım ve sırtımı duvara dayayıp üçten geriye sayarak ayağımla vurduğum kapıyı sonuna kadar açtım. Açmamla birlikte kulak tırmalayan acayip bir müzik son ses çalmaya başladı. Yere çöktükten sonra çantamdan aldığım allığımın aynasını kullanarak kendimi açık etmeden içeriyi dikizlerken Yasemin de "Çok akıllıca!" deyip başını uzatarak benimle birlikte bakmaya çalışıyordu.

Durum tespitinin ardından allığı kapatıp "Yiğit ile küçük Ahmet bende sana da üçlü koltuğun arkasına pusu kuran büyük Ahmet kaldı ama başa çıkabileceğine eminim" dediğimde kızımla birbirimize korkusuz bakışlar atıp üç deyince de elimizdeki pompalı su tabancalarıyla eve daldık. O anda da büyük bir kaos yaşandı çünkü biz içeriye Lara Croft karizmasıyla girsek de bir anda koltukların arkasından çıkan kaçık Kızılderililer bize doğru plastik oklar atmaya başlayınca bütün öz güvenimiz yerle bir oldu ama yılmak yok. Bittiniz oğlum siz!

Evin içinde birbirimizi ele geçirmeye çalışarak oradan oraya koşup saklanırken anlık bir dalgınlıkla boş bulundum ve yakalanmam kaçınılmaz oldu. Bu da kendimi unutup tam Yasemin'i masanın altına yönlendirmiştim ki bir elin arkamdan ağzımı kapatıp beni geri geri çekerek mutfağa sokmasıyla gerçekleşti. O el Ahmet'in eliydi tabii ki.

Elini ağzımdan çektiği saniye de "Çok pis bilendim Atahan canını seviyorsan kaç!" diyerek ona doğru dönmeye çalıştım ama lafımın sonu gelemeden kendimi Ahmet'i öperken buldum. Arkadaş önce bir lafımın bitmesini bekle sonra ne halt edeceksen et!

Yükseldim tabii yükselince de elimin ayarı kaçtığı gibi Ahmet'i kapıya yapıştırdım ama elimdeki su tabancasını ona doğru tutup ciddi ciddi "Ellerini kaldır teslim ol yoksa yakarım!" derken başındaki tüylü zımbırtıyı görmemle birlikte bütün ciddiyetim yerle bir olup "Bu ne be!" diyerek gülmeye başladım. Başında devasa büyüklükte tüylü müylü bir Kızılderili başlığı vardı da ondan böyle dedim.

"Oyun oynuyoruz"

"Oyunmuş! Siz utanmadan bize pusu mu kurdunuz? Bunu canımıza susadık mesajı olarak algıladım"

Bunu söylerken elimdeki silahı karın boşluğuna yerleştirip elimle de çenesini tuttum ama tırsacağına muzur muzur bakmaya başladı. "Bu konuda ne yapmayı düşünüyorsunuz güzel bayan?" dediğinde gözlerimi kısıp "Öğrenmek istiyor musun gerçekten? Çok cesur adammışsın doğrusu" dedim bir yandan da silahı biraz daha bastırarak. Ahmet cevap vermeden gülerek beni yeniden öpmeye çalışınca ona engel olup "Hop! Bana bak kabile reisiymiş Oturan Boğa'ymış demem akıtırım pekmezini evli barklı kadınım ben geri bas!" dedikten sonra refleksle ona su sıktım. Sıkmamla birlikte su gözüne girince şaka kaka oldu tabii. Ooops!

"Eylül ne yapıyorsun ya!"

"Aman sen de ne naziksin! İki cilveleşiyoruz şurada hemen oran buran döküldü"

"Gözüme su sıktın Eylül! Ne yapmamı bekliyordun acaba?"

Kırpıp durduğu gözüne peçete tutarken bir yandan da özür dileyip durdum ama bir şey olmadı herhalde çünkü aniden başını doğrultup "Çocuklar?" dedi. Yüzündeki bakışın aynısı bende de belirince hemen mutfaktan çıkıp salona girdik ama şok bir görüntüyle karşı karşıya geldik. Ben müziğin sesini kapatırken Ahmet de oğlanların üzerine örtü atmış elinde su tabancasıyla üstlerinde oturan Yasemin'e doğru gidiyordu. Oğlanlar örtünün altında kıpır kıpır olunca Yasemin de dengesini bulmakta zorlanıyor gibiydi ve bu da çok tatlı bir görüntüye sebep oluyordu.

Bizim atarlı fıstık büyük bir zafer kazanmış gibi bir tavır takınıp "Evimizi düşmanlardan korudum anne" dedikten sonra kendisine kollarını açan Ahmet'in kucağına atlayarak "Baba sen çok komik olmuşsun" deyince araya girmek zorunda kaldım ve "Baba değil o Oturan Boğa" der demez örtüyü kaldırıp oğlanları da yerden kaldırdım.

Tiplere bak! Bunlar da tüylü ama tüyleri dökülen cinsten. Bir yanıma Mert'i diğer yanıma da Yiğit'i aldıktan sonra dudağımı alnına dayayıp ateşini kontrol ettim gerçekten düştüğünü anlayınca da rahatlayarak ikisine birden sarıldım. Annesinin kuzuları...

Bu arada Mert bizim iki numaramız. Her ne kadar adını o yüksek enerjili babası gibi Ahmet koysam da karışıklık olmaması için ikinci adı olan Mert'i kullanıyoruz. Laf aramızda ona bakarken sürekli Ahmet'ten bir iz yakalıyorum yüzünde. Babasının bazı sevdiğim bakışlarını ve mimiklerini birebir kopyalamış gibi benim yakışıklı oğlum. Aa! Bir de şu tertiplilik özelliğini de almış çünkü dağınıklığa asla tahammülü yok. Şu an bile örtüleri ve ortalığı toparlamaya başladı.

Mert'i kolundan yakalayıp "Sonra beraber toplarız gel biraz yanıma" dedikten sonra oğlanları kollarımın altına alıp koltuğa oturdum. Günlerinin nasıl geçtiğini öğrenmeye çalışırken de karşı koltukta kaos başladı. Ahmet Yasemin'in elbisesindeki dondurma lekesini fark edip "Nee! Bensiz dondurma mı yedin sen? Şimdi ben de seni yiyeyim mi he!" diye diye küçük hanımı koltuğa yatırıp gıdıklarken Yasemin de çığlık kıyamet bağırıp "Amcam aldı amcam!" diye kendisini savunarak gülüyordu ama kurtulabilecek gibi görünmüyor çünkü bu sefer de "Hııı! Amcana da mı gittin sen?" ısırıklarıyla kaçışmaya başladı. Deliler!

Yasemin kaçmayı başarıp Ahmet'in omuzuna atlayınca konu da değişti çünkü saçı başı birbirine girmiş bir halde babasının yüzüne eğilip "Okulda maske yaptık göstereyim mi?" dedi. Eyvah! Bunu der demez hemen aşağıya inip çantasının yanına giderek fermuarını açtı ve arkası dönük bir halde maskeyi yüzüne geçirip aniden dönerek "Hangi hayvanım ben?" diye sordu. Ağzımı açarsam ne olayım!

Ben ağzıma fermuar çektiğimde Mert'in "Hamster!" demesiyle Yiğit aniden kardeşine dönüp susmasını ister gibi "Şişşt!" deyince gözlerim aralarındaki kuşku uyandıran bakışmalar sebebiyle ikisinin arasında gezinmeye başladı. Tabii Yasemin'in "Of! Bilemedin" demesiyle dikkatimiz yeniden ona döndü. O da Ahmet'e dönüp "Sen söyle baba kimim ben?" dediğinde Ahmet maskeyi dikkatle inceleyip sırıta sırıta "Şurada küçük tatlı kırmızı bir kurdele görüyorum. Yanağına ve burnuna bulaşan koyu kahverengi lekeyi de göz önüne alacak olursak eğer... Çikolatalı ekmek yiyen hipopotam!" deyince gözlerim şehlalaştı. Yok artık! Ama bildi galiba çünkü Yasemin deli gibi sevinip "Babam bilir demiştim!" diyerek Ahmet'in boynuna atladı. Nasıl bilir ya ne alaka?

Ahmet boş boş dolanan bakışlarımı görünce nasıl bilmezsin der gibi bakıp "Arkadaşım Hipopotam Diş Hekimine Gidiyor kitabını unuttum deme" dedi. Oo! Şimdi hatırladım o kitapta çikolatalı ekmek yemeği seven bir hipopotam var ve çikolata yedikten sonra dişini fırçalamadığı için doğal olarak yolu diş hekimine uzanıyordu. Of Yasemin! Yapacak onca şey varken hipopotam mı gerçekten?

Oturduğum yerden kalkıp çocukları da hareketlendirerek "Hadi elinizi yüzünüzü yıkayın sonra da odalarınıza gidip üstünüzü değiştirin. Biz de babanızla etrafı toparlayıp yemek hazırlayalım. Sofraya çağırılana dek özgürsünüz ama fazla coşmayın. Ha! Bu arada anneanneniz biraz geç gelecekmiş o yüzden mükellef bir sofra beklemiyoruz tamam mı?" dedim. Mert'e kardeşinin çantasını verip üçünü de yukarıya postaladıktan sonra tam eğilip yastıkları alıyordum ki Ahmet tedirgin bir ses tonuyla "Sadece meraktan soruyorum. Annenin hayatında şu sıralar biri olabilir mi?" diye sordu. Eğildiğim yerden "Ne münasebet!" diye öfkelenerek doğrulduğumda ürküp bir adım geri gitti.

Yastığı ona doğru atıp "Gülmesene!" dediğimde karnına çarpan yastığı gülmeye devam ederek koltuğa bıraktı sonra da kolumu tutup beni kendisine doğru çekerek "Niye hiddetleniyorsun olamaz mı?" dedi. Olamaz efendim! Anneanne olma konusunda hat-trick yapmış bir kadın bu yaştan sonra ne diye aşk meşk işleriyle kafayı kırsın delirtmeyin beni!

Gözlerine dik dik bakıp "Bak bakayım şu gözüme! Ben de babamın üzerine kaktüs koklatacak göz var mı?" dediğimde ikimiz de kaktüs detayını saçma bulurcasına yüzümüzü ekşittik. Evet manasız oldu gerçekten. Bileklerimi tutarak kollarını belimin arkasında birleştirip gitmemi engelledikten sonra "Bu konuda biraz modern bir bakış açısı geliştirelim diyorum sonuçta annenin de hayatına devam etme..." demeye başlayınca kafam attı ve "Yerinde olsam sözümü bitirmek gibi bir aptallık yapmazdım doktor!" dedim. Gülme Ahmet valla gireceğiz birbirimize şimdi!

Göz göze dururken bir yandan da bunun olabilirliği var mı diye bir sağlama yapıyorum ama dikkatimi çeken de hiçbir şey olmadı ki. Yoksa oldu da ben mi böyle bir şeye yormadım? Ay kesin o zırt pırt kafeye gelen bir ayağı çukurda moruk sarkıyor anneme! Tevekkeli değil ondan çay kahve içmeye grand tuvalet geliyor habire de müşerref olup duruyor. Annem babama bağlıdır aklından geçmez böyle şeyler de aklına mı girmeye çalışıyor bu kart zampara acaba?

Ah anne ya bu yaştan sonra kızını bir de hafiye gibi peşine takacaksın. Bir ara kafeye gideyim de şu adama yaşının geçkinliği sebebiyle üç beş günlük ömrünün kaldığını o ömrü de bir kadına bağlanarak değil gezip tozarak geçirmesinin daha çok hayrına olacağını hissettireyim. Hayır yani baştan el koymazsam sonradan başıma cici baba muhabbeti çıkar çocuklarda başlar bu amca bizim cici dedemiz mi diye iyice delirtirler beni!

Kaşlarımı çatmış düşünürken Ahmet'in çeneme öpücükler bırakarak "Rahatlasan mı biraz?" demesiyle aniden "Kart zampara!" diyerek kendime geldim. Ahmet de doğal olarak ona söyledim zannetti ve afallayarak "Ne?" deyip geri çekildi. Yok ben az önce kendime gelmemişim şimdi geldim. Aklımdan geçenleri paylaşmadan "Sana demedim! Tamam sen de pek çıtır değilsin ama kartta değilsin. Arada bir şeysin..." dediğimde bir kez daha afallayıp "Ne?" deyince sussam mı acaba diye düşünmedim diyemem çünkü konuştukça sıkıntı çıkıyor.

Gözlerimi devire devire "Ahmet kırkı çoktan devirdin elliye doğru koşuyorsun hâlâ genç bir delikanlıyım demeyeceksin herhalde" dedikten sonra gitmek isterken yeniden kendisine doğru çekilmem uzun sürmedi. Şaşkın bir ifadeyle "Sen bana yaşlandığımı mı ima ediyorsun?" dediğinde sal gitsin Eylül dedim kendi kendime ve bunu dememle birlikte de önce "Hem bana rahatlasan mı biraz diyorsun hem de karınla tatlı tatlı ilgilenip onu rahatlatmak yerine bıdı bıdı konuşarak daha da geriyorsun. Yaşlanmışsın demek ki eski Ahmet böyle miydi? Nerede o flörtöz doktorun ruhu?" dedim sonra da yüzündeki donuk ifadeyi görüp burnunun dibinden gözlerine hülyalı hülyalı bakarak "Bu arada yanıldığımı kanıtlamak için üç saniyen var" dedim. Karar anı Atahan!


anigiferrtdfgukıj.gif


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Üç... İkiiii... Buçuk! İki...."

Bu kadın beni delirtecek. Saymaya devam ederken yerdeki örtüyü elime alıp önce silkeledim sonra da çocuklara uygunsuz bir halde yakalanmamak için etrafımıza sarıp görünürlüğümüzü engelledim. Eylül işveli bir tavırla "Bir... Buçuk!" demeye devam edip bir yandan da parmaklarını kışkırtıcı bir şekilde göğsümde adım adım ilerletirken zamanı onu öperek durdurdum. Ancak tam sevgili karımla romantik anlar yaşayıp ondan da "Hmm... Bizim flörtöz doktorun ruhu hâlâ buralardaymış" itirafı almışken Yasemin merdivenlerden "Anne! Baba! Ağabeyimler odalarına fare almışlar!" diye koştura koştura gelip küt diye bize çarptı ki çarpınca da haliyle birbirimizi öpeceğimize kafa atmış gibi olduk.

İkimizden de canımızın acıdığına dair sesler çıksa da Yasemin tutuşmuş bir halde etrafımıza doladığımız çarşafın içine girip telaşla da bize bakarak "Fare gördüm! Fare gördüm! Fare gördüüüüm!" diye zıplamaya başladı. Çarşafı üstümüzden atarken Eylül'ün kızarak "Ne faresi ya! Nerede? Kesin bahçe kapısından girdi. Hep diyorum şu yediğiniz şeylerin kırıklarını temizleyin diye ya!" dediğini işitip çocukları kurtarmak için kulağına doğru yaklaşıp "Arkadaşlarından Yasemin ile kafa bulmak için oyuncak hamster almışlar bozma çocukları" dedim.

Yalandan kim ölmüş? Oyuncak değil de gerçek olduğunu bilse yanacağımız kesin. Oğlanlar özenmişler arkadaşlarından emaneten almışlar iki gün Eylül'den gizli saklı bakacağız mecburen. Eylül Yasemin'in bahsettiği farenin oyuncak olduğunu öğrenince gözlerini rahatlamış gibi devirip "Korkma kızım minnacık hayvan ne yapabilir sana?" dedi ama Yasemin ikna olacak gibi değildi.

"Minnacık değil anne kocaman dişleri ve tırnakları var kafam kadar da kafası var! Yanakları da şişmiş sanırım benden önce başka bir çocuğu yedi"

"Fıstıktır o fıstık!"

Eylül bana dirsek atıp çocukla dalga geçmememi söylerken Yasemin de anlatmayı sürdürüyordu. Susmayacak galiba. "Eminim fıstık değildi o!" dedikten sonra küçücük parmaklarıyla gözlerini açarak büyütüp "Gözlerini bu kadar açmış bana doğru bakıyordu. Mert ağabeyim yaklaşmamamı çünkü yanaklarımı yiyebileceğini söyledi ama ona da çok küstüm hiç beni korumadı. İnsan kardeşi korkuyorsa onu korur değil mi anne? Ama onlar bana güldü! İkisiyle de konuşmayacağım ve gece olduğunda onlar uyurken yüzlerine zeytin ezmesi süreceğim. Bir de ne yaptılar biliyor musunuz? Odadan çıkmam için fareyi yere koydular çığlık çığlığa kaçtım oradan ama ya gece olduğunda yatağıma gelirse? Ay ne yapacağım ben amcamlara mı gitsem acaba? Oraya da gelmez değil mi? Çünkü gelirse Zülal de korkar o korkarsa ben daha çok korkarım zaten Meral teyzemde sevmez öyle şeyler küt diye bayılır. Ama Selim amcam kapıları iyice kilitlerse belki..." deyip hâlâ nefes almadan konuşmaya devam edince aynı anda koltuğa oturup başımı Eylül'ün omuzuna gömerek "Susmayan çocuk yapmışlar" dedim. Sinirsel gülme denen şey de an itibarıyla bana musallat oldu galiba çünkü duramıyorum.


susmayançacukyapmışlar.gif


"Kızımız da olsun diye başımın etini yediğin çocuğu üstüne almaman da ne bileyim... Seni duyan da olay mahallinin yakınından bile geçmedin zanneder"

"Anneannem olsaydı kuyruğundan tutup fareyi dışarıya bırakırdı ama anneannem yok! En iyisi babam beni dedemlere götürsün hem Selim dedemin bastonu var o kimseyi yanıma yaklaştırmaz korur beni zaten çok da özledim kesin bana oyuncak da almıştır onu da görmüş olurum. Uyumamışlardır değil mi? Arayıp bir sorsak..."

"Hâlâ konuşuyor Eylül"

"Ne yapsak sussun diye dondurma mı versek? Gerçi susması için verdiğimizi anlarsa da eve dondurma imalathanesi kurmak zorunda kalırız"

"Yemek saatinde taviz veremeyiz"

"Ahmet gülme çocuğun suratına baka baka"

"Tansiyonum düştü Eylül"

"Senin mi benim mi?"

İkimiz de baygınlık geçirecek hale gelirken Yasemin ellerini beline koyup "Siz beni dinlemiyor musunuz? Kendi aranızda konuşurken beni duymadınız bile! Baştan anlatıyorum bu sefer beni dinleyin lütfen çünkü önemli bir şey anlatıyorum burada! Fare gözlerini bu kadar açmış bana doğru bakıyordu..." deyince konuşma geri sardı biz de araya girmeyi başaramayınca Eylül ile sözleşmiş gibi aynı anda "Dondurma yer misin?" deyiverdik. Taviz vermememiz gereken bir kuralı çiğnediğimiz için Eylül ile düşünceli bir bakışla birbirimize bakarken Yasemin de bir anda mevzuyu unutup "Olur hadi yiyelim!" dedi ama yanlış bir şey yaptık. Çok yanlış bir şey...

........::::::::____::::::::........

Hamster krizine ara verdikten sonra etrafı toplayıp yemek hazırlıklarına başladık ama tahmin edileceği üzere benim kucağımda bir adet kemirgenlerden korkan prenses vardı. Eylül sofrayı kurarken biz de annesine yardım edip kızımla çorbayı karıştırdık ve her şey hazır olunca da prensesimi annesine emanet edip ağabeylerini çağırmaya gittim.

Odalarının önüne geldiğimde kendi aralarında hararetli hararetli konuşuyorlardı. Eylül duymasın ama sanırım bizimkiler de yakında eve evcil hayvan alma konusunda bize baskı yapmaya başlayacaklar.


jhıjklp.png


Aralık kapıyı daha da açtığımda annelerinin geldiğini zannedip panikleseler de beni görünce rahatlamaları uzun sürmedi. Elimi Yiğit'in yüzünde gezdirerek ateş durumuna bakıp "Gençler! Hamsterı Yasemin'e göstermeyeceğiniz konusunda anlaştığımızı sanıyordum. Kardeşiniz ilk dakikadan annenize öttü!" dediğimde birbirlerine suçlu suçlu bakmaya başladılar.

"Gerçekten istemeden oldu. Yasemin bir anda odaya girince Mert telaşlanıp elinden kaçırdı sonra da Yasemin çığlık çığlığa kaçtı zaten"

"Kardeşinizi hiç korkutmadınız yani"

"Şey... Aslında birazcık korkutmuş olabiliriz"

"Hamster şimdi nerede?"

"Annem görmesin diye kafesini yatağımın altına koyduk"

"Dikkat edin de kaçmasın. Şimdilik annenizi oyuncak olduğu konusunda ikna ettim ama yeniden gündem olursa şüphelenebilir. Hadi ellerinizi yıkayın da aşağıya inin yemek hazır"

Tam çıkarken arkamdan gelip "Teşekkür ederiz" diyerek bana sarılınca oğlanlara doğru dönüp eğildim. Yumuşadım galiba. Ortaklığımızda sorun olmadığını belli etmek için yumruklarımı kaldırdığımda birine Yiğit diğerine de Mert yumruğunu dokundurdu ve hemen ardından ikisine de sarılıp saçlarını karıştırdıktan sonra "Acele edin yoksa patateslerinizi yerim" deyip odadan çıktım.

Çok geçmeden sofraya oturduk ama Yasemin yere ayak basmamak konusunda hâlâ ısrarcı olduğu için benim kucağımdan ayrılmadı. Bu durum uyuyana kadar da sürdü diyebilirim. Yatma saati geldiğinde Eylül oğlanları teftişe çıkıp dişlerini fırçaladıklarından emin olmaya çalıştı ben de üzerinde çiçekli pijaması elinde de oyuncağıyla yanıma gelen Yasemin'i göğsüme yatırıp masal anlatarak uyutmaya çalıştım ki başarılı da oldum. Yalnız yarın şu fare sandığı hamster ile arasını yapmak lazım çünkü onu severse muhtemelen saklamamız konusunda da yardımcı olur. Diğer türlü bu korkak halleriyle Eylül'ü iyice kuşkulandıracak ve biz de oyuncak yalanını daha fazla sürdüremeyeceğiz.

Oturduğum yerden uzanıp saate bakmak için Eylül'ün telefonunu elime aldığımda saati gördüm ama başka bir şey daha gördüm. Ekranına kilit koymuş. Neden böyle bir şey yapma gereği duymuş anlamadım çünkü daha önce hiç kilit kullanmamıştı. Hatta benim telefonuma bile şifre ya da kilit koydurmaz çünkü unuttuğunu söyler. Şaşırdım doğrusu. Telefonu sehpaya geri bırakırken dış kapının açıldığını duyup o yöne doğru odaklandım. Belma Hanım gelmiş olmalı.

Bu arada Eylül hamileyken Belma Hanım ile oturup konuştuk ve birlikte yaşamaya karar verdik. Eylül'ün çocuklar yönünden annesine çok fazla ihtiyacı oldu ve sağ olsun Belma Hanım da bizi kırmadı. Zaten her gün çağırır olmuştuk boşu boşuna evine kira veriyordu. Aslında bu hepimiz için iyi oldu çünkü o da torunlarıyla ve kızıyla daha uzun vakit geçirme şansı elde etmiş oldu biz de o hep istediğimiz büyük aileye kavuştuk.

"İyi akşamlar geciktim biraz değil mi?"

"Yo erken aslında"

"Eylül yok mu?"

"Yukarıda çocuklarla... Gelir birazdan"

Yasemin'in saçını okşayıp "Burada mı uyudu anneannesinin güzeli? Giderken odasına götüreyim istersen" dediğinde halimden o kadar memnundum ki gerek olmadığını benim halledebileceğimi söyledim. Belma Hanım da iyi geceler dileyip odasına gitti. Bir an aman Eylül'e yakalanmayın demek istedim ama diyemedim. Neyse anne kız aralarında konuşsunlar ben mevzuyu bildiğime dair bir açık vermeyeyim.

"Baba gitme"

"Buradayım prensesim hiçbir yere gitmiyorum. Hadi sen uyumaya devam et"

Güzel kızımla annesini beklerken biraz içim geçmiş herhalde çünkü gözlerimi yeniden açtığımda yanımda Eylül vardı. O da yanımıza oturup kolunu üzerimize atmış bizi izliyordu. "Uyumuş muyum?" dediğimde başını omuzuma koyup "Çok güzel görünüyorsunuz" dedi. Öyleyizdir. Güzel görünürüz biz kızımla. Yasemin'in göğsümde huzurla uyuyan haline şöyle bir bakıp "Geveze ama çok güzel be Eylül!" dedikten sonra başımı Eylül'ün başına yasladım.

"Mert doğduktan sonra bir daha beni kimse yeni bir çocuğa ikna edemez diyordum ama şu an ben de iyi ki diyorum biliyor musun? Sana da Yasemin'den sonra tamamlandık gibi geldi mi?"

"Bana daha çok yolu yarıladık gibi geldi"

Omuzuma hafifçe vurup "Kaşınma Atahan! Başka çocuk yok harç bitti yapı paydos! Ama illa istiyorum kararlıyım diyorsan boşarsın beni gider başkasından yaparsın geri kalanını" dediğinde ikimizde güldük. Bunun mümkün olmadığını bildiği için rahatça söylüyor. Onun olmadığı yerde ne işim var benim?

Gözüm telefonuna ilişince merakımı giderebilmek için "Telefonuna kilit koymuşsun. Hayırdır? Ben yapınca söyleniyordun diye hatırlıyorum" dedim ama tedirgin oluşu hemen ardından da "Ne oldu ki mesaj falan mı geldi?" deyişi kafamı bulandırdı. "Hayır sadece saate bakarken fark ettim" dediğim sırada telefonunu eline alıp ekrana baktı sonra da sehpaya bırakmak yerine bacağının yanına koydu. Telefonunu mu saklıyor benden?

"Şeyden ya... Çekimdeydim ya orada burada bırakırım kaybolur diye güvenlik önlemi yapayım dedim"

"Mantıklı. Versene bir fotoğrafımızı çekeyim çok güzel uyuyor"

"Fotoğraf mı? Boş ver uyanır şimdi"

"Uyandırmadan çekerim daha önce yapmadığım şey değil"

"Senin telefonun nerede?"

"Şarjdaydı. Ne o Eylül telefonunu veremedin benden habersiz gizli saklı işler mi dönüyor yoksa?"


Elijah-Hayley-image-elijah-.gif


Farkında mı bilmiyorum ama anlık bir endişe yansıdı gözlerine. Neden böyle bir şey oldu bilmiyorum. Hoşuma gitmedi bu hali. Umarım benden sakladığı bir şey yoktur çünkü bu beni bunca senenin ardından çok kırar. Telefonu huzursuz bir gülüşle uzatıp "Senden gizli bir şey yapmak mı? İnandın mı buna gerçekten?" dedikten sonra kısa bir an durdu sonra da kendi kendisine "Ben bunun şifresini ne yapmıştım ki?" diye sorarak düşünüyor gibi sessiz kaldı.

Gerçekten unuttu mu yoksa telefonunun şifresini görmemi mi istemedi anlamadım. Kucağımda Yasemin varken konuyu uzatmak istemedim ve "Neyse tamam boş ver" dedikten sonra neden şu an böyle bir şey yaşadığımızın kafa karışıklığıyla Yasemin'in saçlarını okşayıp başına bir öpücük kondurdum. Eylül de huzursuz oldu hissediyorum.

Çenesini omuzuma koyup "Yasemin'i yatırıp odaya geçelim mi? Ben de çok yoruldum bugün erken yatarız" dediğinde başımı sallayıp onu onaylasam da "Yasemin bu gece bizimle yatsın. Masal anlatırken istemeden korkuttum o da baba beni bırakma ne olur demeye başladı. Şimdi uyanır da beni göremezse hoş olmaz. Güven sarsmayalım durduk yere" dedim. Birlikte koltuktan kalktıktan sonra ışıkları söndürüp kapıyı kilitleyerek yukarıya çıktık. Eylül üzerini değiştirirken ben de Yasemin'i yatırıp banyoya girdim.

Buraya kadar her şey sıradandı ancak yattıktan bir süre sonra yatakta bir kıpırdanma olduğunu fark edip gözlerimi araladığımda Eylül bizi uyandırmamaya çalışarak yataktan kalkıyordu. Seslenmedim sadece ne yaptığını anlamak için sessizce onu izledim. Makyaj masasının üzerinde olan telefonunu eline alıp unuttuğunu iddia ettiği şifreyi girdikten sonra telaşlı bir halde bir şeyler yapmaya ve ara sıra da bize doğru bakmaya başladı. Gözlerimi kıstığım için hâlâ uyuduğumu sanıyordu. Çok geçmeden de telefonu geri bırakıp derin bir nefes alarak aynada kendisine baktı sonra da yanımıza gelip yattıktan sonra Yasemin ile bana sarılarak gözlerini yumdu.

Eylül'ün gözlerini yummasıyla gözlerimi açıp bir süre onu izledim. Benden sakladığı bir şey olduğuna da artık iyice emin oldum. Ama ne olabilir onu kestiremiyorum. Niye böyle bir şey yaptın Eylül? Neyi sakladın neyi bilmemi istemedin? Hoş olmadı bu. Hiç hoş olmadı.


........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

"Arkadaşım Hipopotam Diş Hekimine Gidiyor" kitabını sahne için ben uydurdum yani reklam değildir​
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.229
Tepki
85.086
Puan
113
Konum
İstanbul
grdgrdg.png

62.Bölüm : Kıssadan Hisse

........::::::::__Eylül__::::::::........

"Ahmet yapma ne olur biraz daha uyuyup öyle kalkacağım"

Yapma dedim ama boynum hâlâ gıdıklanmaya devam edince onu bileğinden yakalayıp gözlerimi de zar zor aralamak durumunda kaldım. Bunu yapmamla birlikte boynumun Ahmet tarafından değil Yasemin'in minicik ayak parmaklarını kırpıştırmasından dolayı gıdıklandığını anlamam da uzun sürmedi. Gece yanımızda yattığını unutmuşum. O değil de ısıracağım şimdi o tatlı parmaklarını görecek dünyanın kaç bucak olduğunu cimcime!

Kıyıp da ısıramadım tabii çocuğu uykusundan zıplatacak kadar gaddar bir ana değilim. Sadece ayağının üzerini koklayarak öpüp kenara çektikten sonra kendi halinde uyumaya çalışan Ahmet'e baktım. Bizim bıcırık ayaklarını anasına reva görürken kollarını babasının karnına sarmış huzurlu huzurlu uyuyordu. Başlayacağım bunların baba kız aşkına diyeceğim ama çok güzeller onu da demeye dilim varmıyor.

İkisinin bu hallerini izlerken dalıp gitmişim. Dudağımın kenarındaki gururlu gülüşle bir bıcırık hanıma bir de doktora bakarken ne yalan söyleyeyim içimden de "Aferin kız Eylül! Sonunda aklı başında bir hayat sürmeyi başardın" demeden de edemiyorum. Kendimden hiç ümitli değildim çünkü. Savruk bir hayatım vardı bir kere. Düzen kurmak kim ben kim misali oradan oraya gidip duruyordum. Şimdi düzgün bir eş düzgün bir yuva ve başarılı bir işe sahip olduğuma inanmak zor geliyor. Sahiden de bülbül güle karga çöplüğe götürüyormuş ucuz atlattım yalan yok. Çöplüğe gitmekte ısrar etseydim şu an ne haldeydim düşünmek bile istemiyorum.

Kendime gelir gelmez Yasemin'in saçlarını okşayıp önce onun o tombiş yanağını öptüm sonra da Ahmet'in dudağının kenarına bir günaydın öpücüğü bıraktım. Hissetmedi ama olsun. Yanlarından onları uyandırmadan kalktıktan sonra da elimi yüzümü yıkayıp üzerimi değiştirdim.

Odaya geri döndüğümde Yasemin uyanmıştı. Bizim fıstığın sabah uyanışları pek tatlı oluyor çünkü tuhaf bir şekilde güne çok mutlu başlıyor. Yüzü hep güler ve şimdi olduğu gibi kollarını iki yana açarak "Güzel bir güne daha merhaba!" der. Zannedersin "Sabah Şekerleri" programının açılışını yapıyor cimcime. Yine aynı şeyi yapınca yatağın yanına gelip eğildim ve yattığı yerden açtığı kollarını bana sararken ben de ona sarılıp aynı sempatik tonlamayla "Güzel bir güne daha merhabaaa!" dedim. Kollarını boynumdan çekmeden "Biz ne unuttuk anne?" diye sorduğunda kim bilir yine ne unuttuk diye düşündüm. Hatırlamıyorum çünkü.

"Ne unuttuk fıstık?"

"Hani balı ruj gibi sürüp babamı öpecektik?"

"Unuttuk gerçekten"

"Kahvaltı sırasında yapalım mı?"

"Olur. Masaya bal koyarım"

"Anne bil bakalım benim canım ne istedi?"

Şirinlik muskası! Yanağını "Ne istedi cancağızın?" diyerek öperken bir yandan da karnını gıdıklamaya başlayınca hem gülüp hem de "Çikolatalı muzlu kreeeeep!" demeyi başardı ve çakma waffle isteği ile başıma sabah sabah iş çıkardı cüce!

Gıdıklamayı bırakıp "Cidden mi ya? Krep değil de ballı reçelli ekmek yesek olmuyor mu? Hani baban uçak gibi masanın etrafında dönüp sırayla hepinizin ağzına tıkıyor ya ondan" dediğimde yüzümdeki ifade olumsuz gelmiş olacak ki hemen tek kaşını kaldırıp "Ha! Ben beceremem diyorsan uyanınca babama söylerim o yapar. O çok iyi biliyor çünkü" deyiverdi ağzını burnunu yediğim. He canım he! O çokbilmiş babacığın her bir haltı çok iyi biliyor. Bunu demek istesem de demedim tabii. El kadar bebeden aldık gazı yapacağız mecburen.

"Ben hallederim. Benim krebim de güzel bir kere"

"Yaaaani!"

"Yani mi? Küstüm gidiyorum ben"

"Tamam tamam! Seninki de güzel ama babamın yaptığı gibi yap olur mu? Zebra desenli"

"Yok zürafa! Kızım nasıl yapacağım ben onu?"

"Önce kakaolu hamuru döküyor sonra ortasına beyaz hamur döküyor sonra bir daha kakaolu hamuru döküyor sonra ortasına beyaz..."

"Tamam tamam anladım! Hadi sen de gel yardım et beraber yapalım"

"Ol-maz! Ge-le-mem!"

"Niye?"

"Sadece babama söyleyebilirim çünkü aramızda bir şey"

"İyi madem"

Gelmek istemeyince ben de telefonumu alıp odadan tek başıma çıktım. Aşağıya inmeden önce oğlanların odasına yaklaşıp kapıyı bir tıklattım sonra da ses gelmeyince açıp içeriye girdim. Girdiğim gibi de burnuma tuhaf bir koku gelmedi diyemem. Bu ne be! Daha yeni temizledim ben bu odayı hangi ara böyle çürük saman gibi kokuttular.

Bir yerlere yiyecek mi sokuşturdular da bozuldu diye etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra kokunun kaynağını bulamayıp Yiğit'in yatağının yanına geldim. Ateşini kontrol ettikten sonra da saçını okşayıp Mert'in yanına yaklaştım. Uyandırmamaya çalışarak saçını öptükten sonra odadan çıkıp aşağıya indim. Bir yandan da elimdeki telefona bakıp Kenan'dan başka bir mesaj gelmiş mi diye bakıyordum.

Kenan ile yaptığımız telefon görüşmesinin etkisinden hâlâ çıkabilmiş değilim. Hatta bu yüzden dün gece rüyamda sürekli Buğra uyuzu ile uğraşıp durdum. O saçı sakalı birbirine karışmış haliyle bu evin içindeydi ve bizimle birlikte yaşıyordu. Çamurlu ayakkabılarıyla odalara girip çıkıyor bizimle aynı sofraya oturuyor çocuklarımla vakit geçiriyor ve bunları çok normal bir şeymiş gibi yapıp etraftakilerden de öyle karşılanıyordu. Aman Allah'ım gerçekten korkunçtu.

Keşke sadece Marmaris'te olduğunu bilmekle kalsaydım da o resimleri görmeseydim. Aptal herif mahvetti hayatını! Bir insan kendi kendisine nasıl bunu yapabilir cidden aklım almıyor. Değdi mi ya! Sahiden değdi mi çok merak ediyorum.

Mutfağa girip krep için malzeme çıkarırken bundan sonra ne olacağını düşünüp durdum. Ben bu denli önemli bir bilgi ile ne yapacağım şimdi? Bir yanım ne diyor biliyor musun? Atla git yanına "Ulan varlığın da dert yokluğun da dert!" de sık gırtlağını! Neyse ki diğer yanım biraz daha sakin görünüyor da onu dizginleyebiliyor.

Benim bu durumu Ahmet'e anlatmam lazım. Yıllardır Buğra'nın izini sürdüğümüzü ve sonunda onu bulduğumuzu bilmeli. Sanırım bu noktada onun o sağduyulu ve her daim doğru yolu bulan aklına ihtiyacım var yoksa bana kalırsa yine ortalık kan gölüne döner. Malum benim seçeneklerimin ucu hep başımı belaya sokacak sonuçlara neden oluyor.

O değil de başka ne koyuyorduk bu zebralı krebe ya! Aman be kızım bir kere de kolay bir şey çeksin şu tatliş canın valla dişimi kıracağım!


........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Küçük prenses Yasmin babasını bulmak için şatolarının dört bir yanını dolaşmış ama onu hiçbir yerde bulamamış. Dudağını titrete titrete üzgünce otururken de aklına ormana bakmak gelmiş. Hoplaya zıplaya ormana doğru yürürken bir yandan da 'Belki de babam benim için böürtlen topluyordur' diyordu kendi kendisine..."

Bir an "böürtlen" değil o "böğürtlen" diyecek gibi olsam da küçük hanımın anlattığı masalın büyüsünü bozmamak için sessiz kalmayı tercih ettim. Yasemin de üstüme oturmuş upuzun saçlarıyla başımın etrafını kapatarak burnumun dibinden yüzüme bakıyordu. Uyuma numarası yaparken gülmemeye çalışmak ne zormuş.

"Küçük prenses ormana girdiğinde ay bir de ne görsün! Kral babası ormanda otların üzerine uzanmış uyuyormuş. 'Uyuyacak başka yer bulamadın mı baba annem görse kızacak şimdi sana!' dese de koştura koştura babasının yanına gitti ve yüzüne doğru eğilip 'Hadi aç gözlerini babacığım seni kurtarmaya geldim!' dedi"

Gözlerimi açmak için uygun bir an olduğunu düşünüp masala "Sonra babası biricik kızının geldiğini anlayıp gözlerini açtı" diyerek ben de dahil oldum. Yasemin'im şirin gülüşüyle gözlerini kısa kısa "Günaaaydın doktor!" dediğinde önce günaydın dedim sonra da etrafı görmemi engelleyen saçlarına şöyle bir bakıp "Karanlık bir orman küçük bir çocuk için çok tehlikeli olabilir" dedim ciddiyetimi bozmadan. Gözlerini tam tur çevirip birazdan ne yapacağımı bilse de yine de sırıta sırıta "Nasıl bir tehlikeymiş ki o?" dediği anda yanağını ısırır gibi öpüp "Çünkü kurtlar çıkabiliiiiir!" diyerek küçük hanımı annesinin üzerine düşürdüm.

Annesinin üzerine dedim ama Eylül'ün yatakta hatta odada olmadığını anlamam hiç de uzun sürmedi. Eylül'ün dün geceki kuşku uyandıran hallerini düşünerek Yasemin'i gıdıklarken bir yandan da merakla etrafa göz atmayı sürdürüp "Atarlı Kraliçe nerede fıstık?" diye sordum. Cevap beklerken gözlerim direkt Eylül'ün dün gece telefonunu bıraktığı yere yani makyaj masasına ilişti. Yoktu. Giderken onu da almış. Bu telefonda görmemden çekindiği bir şeyler var gibi hissediyorum ama ne olabileceğini tahmin edemiyorum. Şu an sadece canımı sıkmakla kalıyor yani.

"Annem aşağıya indi çünkü bize kahvaltı için çikolatalı muzlu zebra krep yapacak"

"Onu annen mi yapacak? Emin misin?"

"Yaparım dedi ama bence yapamayacak"

"Gülme cimcime! Hadi sen koş annene yardım et ben de üzerimi değiştirip hemen geliyorum"

"Ol-maz! Gi-de-meeem!"

"Ni-ye gi-de-mez-siiiin?"

Önce elleriyle iki yandan ağzını örttü sonra da kulağıma sokulup "Çünkü dışarıda fare var. Beni kucağına alıp aşağıya öyle indirmen gerekiyor yoksa minicik ayaklarımı kemirebilir" dedi. Hamster olayını unutmadığına göre bu mevzu kahvaltı sofrasına kadar uzanacak gibi görünüyor. Yasemin'e yatakta beklemesini söyledikten sonra dolaptan bir sweatshirt çıkarıp tişörtümün üzerine geçirdim. Geri döndükten sonra da kollarımı açarak "Atla bakalım" deyip hanımefendiyi kucağıma aldım ve yüzünü yıkayıp kurulanır kurulanmaz birlikte odadan çıktık.

Küçük hanım sweatshirtümün fermuarını aşağı yukarı hareket ettirip kendi kendisine oynarken ağabeylerinin odasına geldiğimizi anlayınca resmen kucağımda kaçacak yer aradı. "O bir fare değil Yasemin hamster ve aslında çok ama çok tatlı bir hayvan. Şu anda da minicik karnı o kadar acıktı ki Yasemin ablam gelse de bana havucumu verse diyor olmalı" demem umarım biraz olsun sakinleşmesini sağlamıştır.

"Havucu değil beni yiyecek o!"

"Vejetaryenmiş o"

"Neymiş ne?"

"Et sevmiyormuş sadece havuç elma marul fıstık çekirdek gibi şeyler yiyormuş"

"Beni yemez mi yani?"

"Sence hamster çocukları yiyen bir hayvan olsa ağabeylerin onunla bütün gece aynı odada kalabilirler miydi?"

"Kalamazlardı"

"Aklıma ne geldi biliyor musun? Belki tanışıp kaynaşmak için onu öğleden sonra yapacağımız çay partimize çağırabiliriz. Hamster için sevdiği şeylerden oluşan küçük bir tabak hazırlarsın ve geldiğinde biz de ona ikram ederiz"

"Misafir gibi mi? Gelir mi gerçekten?"

"Biz davetimizi yaparız ama ben geri çevireceğini sanmam"

"Beni ısırmaz değil mi?"

"Ona vurmaz ya da kötü davranmazsan seni ısırmaz"

"Isırabiliyor yani!"

"Ona zarar vermeye kalkarsak o da kendisini korumak için savunmaya geçecektir öyle değil mi? Neyse ki benim tatlı kızım çok nazik ve sevgi dolu bir çocuk yani kendisini ona sevdirmeyi başaracaktır. İçeriye girelim mi artık?"

"Tamam ama ben söyleyene kadar beni kucağından indirme yoksa sana küserim baba"

"Anlaştık. Hadi bakalım kapıyı tıklat ağabeylerin müsaitse içeriye girelim"

Kapıyı çalar çalmaz içeride yaşanan panikten kaynaklı bir hareketlenme oldu. Kesin geleni Eylül sandılar. Giriş izni verildikten sonra içeriye girip "Günaydıın!" dedik. Yasemin'in gözleri fıldır fıldır etrafı kolaçan ederken aynı anda da korkudan boynuma öyle bir sarıldı ki elinde kalacağım sandım. Annesinin kendisi gibi eli ayarsız kızı!

Eylül'ün gelme ihtimaline karşılık kapıyı kapatıp "Biz hamsterınıza da günaydın demek istiyoruz" dedikten sonra Yiğit'e bir göz kırpıp "Sen ne durumdasın ortak?" diye sordum. İyi görünüyor iyi... Neyse ki erkenden tedbir aldık da çabuk atlattı. Yiğit'in "Ateşim yok halsiz de değilim. Bence gayet iyiyim" demesiyle Mert de yatağın altına dalıp hamsterın yuvasını çıkardı. Yanına gittikten sonra yere oturup bağdaş kurdum Yasemin de bacaklarımın üzerine oturup "Sakın onu evinden çıkarmayın" dese de meraklı gözlerle hamsterı izlemeye başladı.

"Çocuklar bir ara kafesi temizleyin çünkü odanızda ağır bir koku var anneniz gelirse şüphelenebilir. Odadan çıkarken de pencereyi açık bırakın içerisi biraz havalansın"

"Tamam baba"

Sakin sakin oturup hamsterı izlerken Yiğit'in arkamdan boynuma sarılıp kardeşine de "Eline koyalım mı Yasemin?" diye sormasıyla bizim tırsık prenses çığlık atıp beni de adeta merdiven gibi kullanarak yatağın üzerine kaçtı. Şimdi Eylül çığlıkları duyacak basacak burayı hep beraber göreceğiz günümüzü!

"Şişşt! Sessiz oluyoruz. Gençler aranızda anlaşın da biriniz aşağıya inip annenizi oyalasın"

"Ben giderim zaten su içeceğim"

"Yiğit dur bekle!"

"Ne oldu?"

"Annenin gelmesine engel olamazsan ıslık öttür geldiğinizi anlayalım"

"Anlaştık!"

Yiğit odadan çıkarken Yasemin'in ağabeyinin elindeki hamstera korkuyla bakarak "Dişleri var baba beni ısıracak gibi bakıyor" dediğini işittim. Taktı mı takıyor cimcime! Dişini nereden gördü masum masum bakıyor halbuki. Kızımın saçına bir öpücük kondurup "Senin de dişlerin var küçük hanım" dediğimde Mert bir yandan hamsterı oynatıp bir yandan da gülerek "Ve ısırıyorsun Yasemin! Yani sen bu evde kalabiliyorsan hamster da kalabilir" dedi kardeşine. Yangına körükle gitme be oğlum!

"Ya baba ağabeyime bir şey söyle!"


hgh.jpg



........::::::::__Eylül__::::::::........

"Eylül krep yanıyor kızım!"


gukk.jpg


Düşünürken nasıl daldıysam yandığını fark edememişim. Yanık krepi tavadan alırken "Günaydın" diyen Yiğit'in sesini duyup yanıma gelmesiyle de "Sonunda gelebildiniz beyefendi! Kardeşin nerede bakalım?" diyerek saçını karıştırdım. Yiğit yaktığım krepin kenarını tırtıklarken birazdan Mert'in de geleceğini söyleyince spatulayı eline verip Ahmet ile Yasemin'in uyanıp uyanmadığına bakacağımı söyledim ama bunu dememle birlikte bir anda önüme geçip "Uyandılar!" demesiyle durmak zorunda kaldım.

"Bu ne heyecan yavrum?" diyesim geldi ama sadece "Hayırdır?" dercesine bir göz kırptım benim bir numaraya. Cevap vermeden önce içten içten dudağını kemirdiğini de fark etmedim sanmasın. Ne oluyor ya? Bunlarda da dünden beri bir haller var ama çözemedim bir türlü.

"Yasemin yüzünü yıkamak istemedi de Ahmet ağabey onu ikna etmeye çalışıyor"

"Küçük cadı! Dur bakayım şunlara"

"Gitme!"

"Ne oluyor oğlum?"

"Benim ateşim mi var anne?"

Bu gitmemem için geçerli bir nedendi işte. Elimi yüzünün çeşitli bölgelerinde gezdirip sonra da anne ölçerimi yani dudağımı alnına bastırdım. Ama ateşi yoktu. Bana mı öyle geliyor acaba? "Anne ateşi var da ben mi anlamıyorum bir de sen baksana" dediğimde annem de gelip kontrol etti ama sorun yoktu. Dizimin üzerine çöküp bir yerinin ağrıyıp ağrımadığını sorduğumda yüzünü asıp "Biraz halsiz gibiyim" diyerek kolunu boynuma sardı. Ne oldu bu çocuğa anlamadım. Halbuki uyandıktan sonra odalarına gittiğimde mışıl mışıl uyuyordu ateşi de yoktu. Neyse Ahmet gelsin de bir de o sorguya çeksin bakalım o daha iyi anlar neyi var neyi yok diye.

"Günaaydıııın!"

Yasemin'in sesini duyar duymaz kapıya doğru döndüğümde gördüğüm şey karşısında gözlerimi devirerek yanlarına gittim. Üçü birlikte merdivenden iniyorlardı. Ama ne inmek! Ahmet'in kucağında Yasemin'i sırtında da boynuna sarılmış halde kıkır kıkır gülen Mert'i görünce oğlanı kucakladığım gibi aşağıya indirip "Oğlum ağacına aşık koala gibi sarılmışsın babana böyle mi indiniz aşağıya? İyi elin kayıp düşmedin" dedim. Gülüyor zıpırık! Çocuklar gülüyor da bizim doktorla aramızda bir mesafe sezdim sanki.

Birlikte mutfağa girdikten sonra çocuklar masadaki yerlerine oturdu onların aksine Ahmet de anneme günaydın deyip ocağın başına geçti. Ona bakarken dalıp gitmişim. Kendime geldiğimde aramızdaki sevimsiz mesafeyi bertaraf etmek için yanına yanaştım. Son krepleri çevirirken yan gözle kendisine baktığımı fark etmedi bile. Halbuki hiç kaçırmaz bu kaçamak bakışlarımı. Hafif bir omuz çarptım vereceği karşılığı merak ederek. Bana doğru baktığında işveli bir tavırla "Günaydınlaşamadık be doktor!" dedim ama yok çözmem gereken bir sorun var gibi. Gözlerime kendi düşüncelerinde kaybolur gibi baksa da eğilip omuzuma bir öpücük bırakarak "Günaydın" demeyi de atlamadı. Canı sıkkın anlarım ben.

Masaya doğru baktığımda annemin çocuklarla ilgilendiğini görüp yeniden önüme döndüm. Ahmet'in sessizliğine alışık olmadığım için bir keyfim kaçmadı değil. Akşam telefonumu vermek istemedim diye mi bozuldu acaba? Of ya! Kesin yanlış anladı. Kısacık bir an dudağımı kemirip sessiz kaldım sonra da "Kahvaltıdan sonra konuşalım mı biraz?" diye sordum. Bana baktığında bakışlarım kardeşleriyle şakalaşan Yiğit'e doğru kaydı ve içim sıkılarak "Önemli" dedim. Kabul ederken Ahmet'in de bakışları Yiğit'e döndü. Mevzunun kiminle alakalı olduğunu anladı mı acaba?

Krepleri alıp masaya geçtikten sonra sohbet ede ede kahvaltımızı yaptık. Yasemin'in ballı dudaklarıyla babasını ve sırayla bizleri öpmeye çalışması her ne kadar ortalığı yapış yapış etse de yine de keyifli bir kahvaltı oldu. Herkesin karnı doyduktan sonra eline boş tabakları tutuşturduğumu mutfağa yolladım. Güle oynaya sofrayı toparladığımız sırada Ahmet'in telefonuna bir mesaj geldi. Bu tuhaf bir şey değildi elbet. Sonuçta hastaneden her an aranabiliyor ya da birilerinden mesaj yoluyla bilgi alabiliyor ama okuduğunda yüzünün aldığı şekil bana bu defa hastaneden aranmadığını hissettirdi.

Salondaki balkondan çıkıp kapıyı örtünce merakıma yenilerek ardından gittim. Perdeyi çekip kapıyı araladığımda Mine ile konuştuğunu "Sana Kenan mı söyledi? Fotoğrafı görünce anlatmak zorunda kaldı yani. Haber verdiğin için teşekkür ederim. Eylül de konuşmak istiyordu zaten muhtemelen aynı konu hakkında..." demesinden anlamam hiç de zor olmadı. Kendimi göstermeden kapının önünden çekilip salonda bir o yana bir bu yana giderek volta atmaya başladım. Kız Mine kesin anladın değil mi ne haltlar karıştırdığımızı!

Birkaç saniye sonra balkon kapısı açıldı ve Ahmet suratı beş karış halde içeriye girdi. Ne olduğunu anlamaya çalışırken yanımdan "Kahvaltıdan sonra konuşalım demiştin. Hadi konuşalım" diyerek geçti ve sakin sakin merdivenleri çıkmaya başladı. Hadi şimdi de sıkıysa söyleme Eylül! Şu an resmen gerçeği biliyorum ama bunu senden duymak istiyorum tavrında olduğu açıkça belli oluyor. Onu bunu geçtim inşallah Buğra'ya çok meraklıyım da özlemimden nerede olduğunu araştırıyorum gibi saçma sapan bir kanıya varmamıştır. Yok yok! Ahmet aklı başında adamdır böyle bir ihtimale mahal bile vermez. Beni yanıltmaması dileğiyle...

Peşine takılmadan önce annemin yanına gittim ve ondan Ahmet ile özel bir şey konuşacağımız için çocuklarla ilgilenmesini rica ettim. Kabul etti ve yanımıza gelmek için ısrarcı olurlarsa onları bahçeye çıkaracağını söyledi. Bu daha iyi olurdu çünkü birinden birinin yukarıya çıkıp konuşmamıza şahit olmasını hiç istemem. Malum konumuz can sıkıcı ve Yiğit'i de yakinen ilgilendiriyor.

Annemin yanından ayrılıp yukarıya çıktıktan sonra odaya girdim. Kapıyı kapatırken bakışlarımda pencereden dışarıyı izleyen Ahmet'in üzerindeydi. Ondan habersiz işler yaptığım için biraz bozulmuş galiba. Yanına gittikten sonra ılımlı olmak istediğim için arkasından kollarımı beline sarıp çenemi de omuzuna yasladım. Sessizdi. Bu yüzden de sessizliği benim bozmam gerektiğini anlayıp "Buğra'nın nerede olduğunu öğrendim" dedim. Şaşırmadığı gibi henüz bir şey de söylemedi. Etekteki taşları patır patır dökeceğiz başka çare yok.

"Yiğit'in birinci yaş gününde Kenan ile bir konuşma yapmıştık. Ona çok huzursuz olduğumdan ve sanki her an Buğra'nın bir yerlerden çıkıp hayatımızı mahvedebileceğini düşündüğümden bahsettim. Onun nerede olduğunu bilirsek kendimi ve bizi güvende hissedecektim. Yıllar bu hissin verdiği endişe ile geçti ama bu sırada ondan tek bir haber bile alamadık. Yine de Kenan araştırmaya devam etti. Sonunda tuttuğu adam onu Marmaris'te bulmuş. Berbat bir halde. Sokaklarda kalıyor kir pas içinde..."

Kelimelerimi seçerek kullanırken zorlandığımı anlamış olacak ki ellerimi tutup bana doğru döndü. Birbirimize bakıp kalmışken "Balkonda yaptığınız o konuşmaya kulak misafiri olmuştum. Aslında sadece ben değil Mine'de oldu" deyince şaşırıp "Bunca zamandır biliyordun yani. Kızdın mı sana söylemedim diye?" diye sordum. Başını kızmadığını belli edercesine iki yana sallarken aynı anda da "Kızmadım çünkü seni anlayabiliyorum. Bu yüzden biz de size yardımcı olabilmek için Mine ile birlikte kendi çapımızda bir araştırma yapmaya başladık" deyip beni bir kez daha şaşırttı. Birbirimizden habersiz aynı hedefe kilitlendiğimiz gibi bunca sene karşılıklı olarak hiç de çaktırmamışız şaka gibi gerçekten.

"Siz de mi Buğra'yı arıyordunuz?"

"Mine'ye söyleyemedim ama bulmuştuk aslında"

"Nasıl?"

Yüzündeki ifade tuhaflaştı. Kelimelerini düzgün seçmeye çalışarak "Yıllar önce" dediğinde hiçbir şey söyleyemeden ona bakıp kaldım. İyi de onu bulduysa neden bize söylemedi ki? "Birazdan duyacağın şeyleri sana zamanında söylemediğim için özür dilerim. Eğer Buğra elimizden kaçmamış olsaydı yani nerede olduğu artık kesin olarak belli olsaydı inan bana senden gizlemeyecektim" dediğinde cümledeki "Elimizden kaçmamış olsaydı" kısmına takıldığımı belli edince detay vermek zorunda kaldı ve inanmakta zorlandığım şeyler anlatmaya başladı.

"Ulaşabildiğim tüm hastanelere Buğra'nın fotoğrafıyla birlikte kimlik bilgilerini gönderdim. Bu konuda doktor arkadaşlarımın da yardımı oldu. Herkes kulaktan kulağa yayılma misali hareket edince farklı farklı şehirlerde birçok hastane durumdan haberdar oldu. Amacım Buğra bir sebepten dolayı hasta kayıtlarına geçerse haberimin olmasıydı. Yıllar önce oldu da..."

"Ahmet bunu bana söylemen gerekiyordu"

"Söylemem bir şey değiştirmeyecekti çünkü yine ortadan kayboldu yani en başa döndük. Ayrıca sen Yasemin'e hamileydin ve ben de doğumun son aylarındayken strese girmeni istemedim"

"Hasta kayıtlarına ne gerekçe ile geçmiş peki?"

"Boş ver bilmesen de olur. Geçip gittiği gibi iyileşmesi de en iyi şekilde sağlanmıştı zaten"

"Ses tonuna bakacak olursak eğer bilmem gerektiğini düşünüyorum. Hadi ama Ahmet onun gibi bir adam için üzüleceğimi düşünmüyorsun herhalde!"

Niye bir şey söylemiyor anlamadım ama söylemek istemiyormuş gibi hissetmeme neden oluyor. Birkaç saniye düşündükten sonra beni yatağın ucuna oturtup kendisi de yanıma oturdu. Elimi sıkı sıkı tutuşu da gözümden kaçmadı. Bunu en son Ela'nın yangın hadisesinde yapmıştı. Sonunda dile geldiğinde karşımda eşim olan değil doktor olan Ahmet vardı. Sesinden de tavrından da o hasta yakınına bilgi verme gerginliğini birebir hissettim.

"Kalabalık bir serseri grubu tarafından saldırıya uğramıştı. Anladığım kadarıyla bu ilk de değilmiş. Olaya şahit olanlar Buğra'yı Antalya'daki bir devlet hastanesine getirdiğinde bilinci yerinde olmadığı gibi vücudunda da işkence gördüğüne dair izler varmış. Kimileri yeni kimileri de daha eski görünüyordu"

"Ne?"

"Gerekli tedaviyi başlattıktan sonra bir şekilde bana da haber ulaştı. Doğruluğunu öğrenmek için hastaneyi aradım ve onunla ilgilenen doktorla irtibat kurdum. Durumu pek parlak değildi. Başına aldığı darbeler sebebiyle beyninde ödem oluşmuştu. İlaçlarla kontrol altına alınmaya çalışılıyordu ama doktoru kafa içi basıncı azaltmak için cerrahi müdahale de gerekebileceğini söyledi"

Onun gibi bir adam için üzüleceğimi düşünmüyorsun herhalde dedim ama Ahmet'in söyledikleri gözümde canlandıkça ister istemez duyduklarım içimi delip geçti. İnsani yönden üzüldüm yalan yok. Yaptıklarının yükünü kaldıramayıp kendisini öldürtmeye mi çalışıyor bu adam?

Ayrıca Ahmet'in bahsettiği dönemlerde Yiğit'in ne kadar hırçın ne kadar gergin olduğunu düşündüm de bunu yeni bir kardeşin aileye gelişine yormakla hata mı yapmışım acaba? Belki de hissetti babasına olanları. Olur ya bazen... İçine bir sıkıntı çöker ve nedenini anlayamazsın. Yiğit'in durup dururken sinirlenip ağlayışlarını ve nedenini bize açıklayamayışlarını düşününce burnumun ucu sızladı.

Derin bir nefes alırken Ahmet'in devam etmek için toparlanmamı beklediğini fark ettim ama tam devam etmesini isteyecekken aklıma az önce yaralarının kimisinin eski kimisinin de yeni göründüğünü söylediği geldi. Gözleriyle görmüş gibi yani. Bunun ardından aklıma başka şeyler de geldi elbet. Bakışlarım Ahmet'in gözleriyle buluştuğunda o bana "İyi misin?" dedi ben de ona "Sen oraya gittin. Antalya'ya... Bana şehir dışında görmen gereken bir hasta olduğunu ve birkaç günlüğüne orada kalacağını söylemiştin. O hasta Buğra'ydı!" dedim. Durumu anlamam yüzünün asılmasına ve tedirgin olmasına neden oldu.

"Özür dilerim. Onun Buğra olduğundan yüzde yüz emin olmadan sana hasta hakkında bilgi veremedim" dediğinde muhtemelen bunu bana söylemediği için ona kızacağımı düşündü ama ben düşüncesinin aksine boynuna sarılıp "Seni çok seviyorum" dedim. Bunu bu kadar içten bir şekilde söylememle birlikte rahatlayıp kollarını belime sardı. Ahmet'e sarılarak dururken ne kadar şanslı bir kadın olduğumu bir kez daha anladım. Meral'in onu bana anlatırken seçtiği cümleleri hatırlıyorum da ne kadar haklıymış. "Ona hayatında bir şekilde de olsa yer ver Eylül. İnan bana buna pişman olmazsın" demişti ki bu konuda gerçekten de hiç pişman olmadım.

"Onu sen mi ameliyat ettin?"

"Oraya vardığımda verilen ilaçlar etkilerini göstermeye başlamıştı yani ameliyat gereksinimi ortadan kalkmıştı. Ben sadece onu tanıyan ve yaşadığı soruna mesleğim dolayısıyla hakim biri olarak bulundum yanında. Doktorları gereken ne ise en iyi şekilde yapıyorlardı zaten bana o yönden gerek yoktu"

"Seni gördü mü peki konuştunuz mu?"

"Hayır görmediği gibi benim orada olduğumu da bilmiyor. Kendisine geldiğinde ben sizin yanınıza gelmiştim. Sana bildiklerimi anlatmadan önce durumunu sormak için aradığımda da kimseye görünmeden hastaneden çıkıp gittiği söylendi. Kameralara çıkış anları yansımıştı ama aklın kalmasın çünkü doktorları vücudundaki ezikler ve yaralar dışında herhangi bir hayati sorunu olmadığını söyledi"

"Benim gördüğüm son hali pek de iyi değildi. En azından Kenan'ın bana gönderdiği fotoğrafta... Evsizlere dönmüş"

"Mine az önce o fotoğrafları bana da gönderdi. Peki şimdi ne olacak?"

"Nasıl yani?"

"Onun nerede olduğunu artık biliyoruz. Bu konuda herhangi bir şey yapmayacak mıyız?"

"Ben sadece içimdeki o her an bir yerlerden çıkıp gelebilir korkusu yüzünden yerini yurdunu öğrenmek istemiştim o kadar"

"Yine de ailesinin bilmesi gerek. Tamer Bey belli etmese de Ferda Hanım'ın ne kadar üzgün olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir anne olarak sen onu daha rahat anlayabilirsin diye düşünüyorum"

"Haklısın galiba"

"Ela biliyor mu? Yani Buğra'yı arayıp bulduğunuzu..."

"Kenan söylemediyse bilmiyordur çünkü ben hiçbir şey söylemedim. Of! Bu durum onu da kötü etkileyecek"

"Endişelenme Ela olanları sadece anlattığımız kadarıyla biliyor yani hafızasının o kötü anları silmesi bir nevi onun iyiliğine oldu. En azından o günkü acı veren duygularını hatırlamıyor"

"Hatırlamadığından ne kadar eminiz?"

"Neden sordun?"

"Doktoru ve sen bazı şeyleri hiçbir zaman hatırlayamayabilir demiştiniz ama bence Ela zaman zaman bir şeyler hatırlıyor ama parçaları birleştiremiyor"

"Nasıl yani?"

"Bazen rüyasında görmüş gibi anlattığı ufak tefek şeyler kafamı çok karıştırıyor çünkü o gün olanlarla alakalı özellikle Buğra ile o evin içinde oldukları anlarla alakalı çok ince detaylar anlatıyor. Bizim bile bilmediğimiz... Belki de zihninde o günle alakalı anlık görüntüler görüyor ama bunu bize endişelenmeyelim diye rüya diye anlatıyor bilmiyorum. Mine bana anaokulunun bekleme bölümüne her geldiğinde Ela'nın etrafa tuhaf tuhaf baktığını söyledi. Yalnız kaldığı anlarda dalıp gidiyormuş sonra da olmayan benzinin kokusunu aldığını söyleyip okulun kontrol edilmesini istiyormuş"

"Anaokulunun bekleme bölümü yıkılmadan önce ailesinin evindeki salonun bulunduğu yer değil mi?"

"Evet o kısım eskiden evlerinin salonuydu"

"Bu durum ne zamandan beri var?"

"Bilmem ama benim dikkatimi birkaç aydır çekiyor diyebilirim"

"Tolga'ya ya da Kenan'a söyledin mi?"

"Hayır"

"O halde Tolga'ya söyle Ela'nın doktorunu bilgilendirsin. Dediğin gibiyse bir süre sonra Ela bu gördüğü ve anlamlandıramadığı görüntülerle başa çıkamayabilir. Ağır bir şey yaşadı biliyorsun. Endişelendirmemek için kimseyle konuşmaz ve gördüğü şeyleri kendi hayalinde ürettiğini düşünürse kendi aklından şüphe etmeye başlayabilir bu da istenmeyen şeylere sebebiyet verir"

"Tamam söylerim"

"Eylül..."

"Efendim?"

"Buğra konusunun bir muhatabı daha var. Yiğit..."

Ahmet'i keyifsizce tekrarlayıp "Yiğit..." dedikten sonra kısacık bir an düşündüm sonra da "İçten içe babasını merak ettiğini ve onu görmek istediğini anlayabiliyorum ama böyle bir adamı karşısına çıkarıp al sana baban diyemem" dedim. Bana sıkıca sarıldığında küçük bir kız çocuğu gibi küçücük kaldım kollarında. Ne zor işlermiş bunlar.

"Eylül?" dediğinde başımı hafifçe kaldırdım. Göz göze geldiğimizde Yiğit için biraz zamana ihtiyacımız olduğunu ama ailesinin muhakkak oğullarının nerede olduğunu bilmesi gerektiğini söyledi ve doğrulmamla birlikte sözüne devam edip "Buğra yeniden ortadan kaybolmadan önce Tamer Bey ile konuşup ona her şeyi anlatalım. Hem belli mi olur belki de oğullarının yanına gidip onu yeniden kazanmayı başarabilirler. Eğer bunu yaparlarsa yani Buğra'nın kendisini biraz olsun toparlamasını sağlarlarsa biz de durumu Yiğit'e yavaş yavaş anlatırız" dedi. Bir an kalbim sıkıştı. Yiğit'in o odunla alakalı hiçbir şey bilmesini hiçbir şey öğrenmesini ya da merak etmesini istemiyorum aslında. Sihirli bir değnek yok mu ya? Şöyle bir sallayayım Buğra hayatımıza hiç girmemiş gibi olsun Yiğit de baba olarak sadece Ahmet'i bilsin. Yok öyle tozpembe bir dünya değil mi?

Konuşmamız nahoş bir son yaparken kapı zilinin sesini duyup ben "Kim geldi?" dedim aynı anda Ahmet de "Birini mi bekliyorduk?" diye sordu. Valla evin diğer sakinlerini bilmem ama ben beklemiyordum. Odadan çıkıp aşağıya indiğimizde kapıyı kapatan annemin elinde devasa büyüklükte bir çiçek vardı. Bu kafeye dadanan kart horoz utanmadan bir de eve çiçek mi yollamaya başladı şimdi? Bu adamın varlığı kafamı fena attırıyor yaşına başına bakmayacağım sıkacağım ümüğünü görecek gününü!

Hafif sert hafifte kinayeli bir ses tonuyla "Hayırdır anne? Hayranların peşini bırakmıyor bakıyorum. Yalnız şöyle bir şey var ki babamdan aldığım yetkiye dayanarak bunu gönderen zat-a bizzat o çiçeği münasip bir şekilde..." dediğimde Ahmet küfür etmeye doğru son hız gittiğimi anlamış olacak ki eliyle ağzımı kapatıp "Geri iade edebilirim demek istiyor" dedi ama bir tuhaflık var çünkü annemin ifadesi ciddileşip bana da Ahmet'e çaktırmadan sus işaretleri yapmaya başladı. Konuyu uzatma zararlı çıkarsın diyor yani. Ne oluyor ya?

Biz anne kız kaşımızla gözümüzle anlaşırken Ahmet annemin kucağındaki çiçekten bir tane çekip "Ne kadar güzeller. İzninizle kızıma da alayım bir tane" dedi ve çocukların yanına doğru gitmeye başladı. Gidişini izledikten sonra garip hallerinin sebebini anlamak için anneme "Ne oldu anne niye öyle hortlak görmüş gibi bakıyorsun?" dediğimde çiçeği uzatıp "Çiçekler bana gelmedi. Eylül Acar'a dedi getiren çocuk" deyince küçük çaplı bir şaşkınlık yaşasam da hemen çark edip "Ahmet göndermiştir ya başka kim olacak?" dedim. Bir yandan da "İnsan gönderdiği çiçeği tanımaz mı canım!" da demiyor değilim. O da anneme geldiğini sandı çünkü. Hem Ahmet öyle dümdüz Eylül Acar dedirtmez illa o Atahan'ını kondurur bir tarafa. Bunu gönderen her kimse beni bir Atahan olarak görmüyor olmalı.

Annem de uzatmasına rağmen elime almadığım çiçeği ne yapayım diye soruyordu. Ben ne idüğü belirsiz şeyleri sevmiyorum ya! Arkadaş bir iş yapıyorsunuz bari nedenini belli edin. Ne amaçla gönderildiğini bilsem ya alıp aa ne güzelmiş sağ olsunlar nezaketen göndermişler deyip vazoya koyacağım ya da canına susamış herhalde deyip alıp çiçeği zatıalilerinin burnundan sokup kulaklarından çıkaracağım! Ama yok yorumsuzca duruyor çiçek karşımda.

Ne manaya geldiğini çözemediğim bu çiçeği alıp Ahmet'in önüne koyasım gelmedi yalan yok. Bu yüzden çiçeği kaptığım gibi evden çıktım. Bahçeden geçip güvenliğin önüne doğru yürürken aynı anda da içinde kart mart bir şey var mı diye çiçeği didik didik ettim ama yoktu. Çiçeği karısına götürsün diye güvenlik görevlisine verirken ileride duran siyah araç o yöne bakmamla birlikte hareketlenip sitenin önünden hızla geçip gitti. Camlar da siyah olunca içindekini göremedim. İşin garibi ben bu arabayı daha önce çekim mekanına bakmaya gittiğimde de görmüştüm sanki. Çiçekle bir alakası var mıydı acaba?

Kafamda zırdeli sorular. İster misin hayran mayran muhabbetine elin manyağı taksın kafayı bana! Hayatının hatasını yapar o ayrı. Bakmasınlar öyle kataloglarda tanıtımlarda çıtırık pıtırık tek lokmalık göründüğüme evli barklı kadına sarkan adam bozmalarının gırtlağına çöker analarından doğduklarına bin pişman ederim valla! Eş kontenjanından Atahanlığın zarafetini almış olsam da bir kibrit çakmayı geçtim kibriti görünce alev alan Acarlığım hâlâ baki evellallah!

"Bir şey mi oldu Eylül Hanım?"

"Birileri benim katliam çıkarmaya meraklı olan karanlık tarafımı dürtmeye başladı ya hadi hayırlısı"

Güvenlik görevlisinin şaşkın bir halde "Efendim?" deyişiyle ona doğru baktığımda bir an "Ne diyon Eylül ya!" olup uzatmadan tebessüm ettim sonra da adamın renginin attığını fark ettiğim için anında kıvırıp "Şaka! Sadece takılıyordum. Bir şey olmadı merak etmeyin" der demez eve geri döndüm. İnşallah arkamdan kadın sonunda kafayı sıyırıp kendi kendisine konuşmaya başladı demiyordur.

Dalgın bir halde kapıdan adım attığımda Ahmet'in bana seslendiğini duyup yanına gittim. Hararetli bir şekilde telefonla konuşuyordu. Ensesini gıdıkladığımda bana doğru dönüp önce "Ah! Eylül'ü buldum soruyorum hemen" dedi sonra da telefonu eliyle kapatıp "Selim biz içimizdeki çocukla ilgilenmeye gidiyoruz geliyor musunuz diyor" dedi. Bir an boş bulunup "Ne çocuğu? Meral yine mi hamile ya!" deyiverdim ama Ahmet'in "Ne alaka?" der gibi bakan bakışlarıyla muhatap kalınca kafamı toplayıp "Hee! Gezmece tozmaca... Dışımızdaki çocuklar ne olacak?" diye sordum. Hayır yani hepimiz çocukları getirirsek mevzu kreş gezisine döner.

"Kaan'ın arkadaşlarıyla planı varmış ufaklıkları da Verda Hanımlara bırakacaklarmış. Biz de oğlanları babamlara bırakırız Yasemin de işi yoksa annenle kalır"

"Dağılımı yapmışsınız bile. Tamam planı sevdim ama Yasemin'i kalmaya sen ikna edersin ben hayatta karışmam"

"Anlaştık"

"Ben üstümü değiştireyim o zaman"

"Rahat edebileceğin bir şeyler giymen tavsiye olunurmuş Selim öyle diyor. Meral de araya kaynak yapıp sandalet tarzı düz ayakkabı detayının altını çizdi. Bu arada bisikletleri de alıyoruz"

"Tamamdır mesaj alındı"


........::::::::____::::::::........

Giyinip aşağıya indikten sonra çocukları da hazırladık ama Yasemin yine planda sapmalara neden oldu çünkü evde kalmak değil dedesine gitmek istediğini söyledi. Dedesinin bahçesinde kedi besliyorlardı onu da görmek istiyormuş hanımefendi. Neyse çocukları ne işlerine yarayacağını bilemediğim bir dolu eşya ile dedelerine bıraktıktan sonra buluşma mekanına öyle gittik. Tabii bir yerden sonra arabayı park edip arkaya attığımız bisikletlerle yola devam ettik. Bizim ikinci baharlarını yaşayan çifte kumrular çoktan gelmişti bile.

gfnhmhjköjlç.jpg


Ahmet ile yanlarına yaklaşırken bizi görsünler diye şekilden şekle girdik ama gözleri birbirlerinden başkasını görmeyince çabamız boşa gitti. Baktık bunlar yine burun buruna cilveleşiyorlar anında gıcıklığımızı yaptık ve benim "İki dakika geciktik "yine" şifreli yayına geçmişler" dememi Ahmet'in de "Eltinin gözüne "yine" kirpik kaçmıştır belki fesatlık etme karıcığım" deyişi tamamlayınca buseler kavuşamadan kaçacak yer aramaya başladı. Aa! Dikkatlerini anında çektik görüyor musun?

Meral'in panikle hemen savunmaya geçip "Bir şey yapmıyorduk sadece Selim saçımdaki yaprağı alıyordu o kadar" demesi gecikmedi. Sevgili kaynım saça düşen yaprağı ilginç bir teknikle alıyordu doğrusu. Gülmeyeceğim diyorum ama Meral'in her seferinde telaşla açıklama yapmaya çalışıp sanki ailelerine uygunsuz bir halde basılmışlar gibi paniklemesi beni çok güldürüyor. Şeytan diyor o yaprak ne yaparken kaçtı oraya de iyice kızarıp bozarsın ama kıyamayacağım tam buseleşirken geldik ya çok tutuştu. Birbirimizle selamlaşıp sarılırken rahatlaması için "Tamam canım bir şey demedik yaprak bu tabii almak lazım bir şekilde" demem muzur gülüşüm sebebiyle pek de yerini bulmadı gibi.

"Ee ne yapıyoruz şimdi? Valla benim içimde çocuk mocuk kalmadı hepsini doğurdum ama Ahmet'in içinde boy boy istediğiniz her yaştan üçer beşer çocuk var. Size hangisi lazım?"

"İlahi Eylül!

"Ne bileyim telefonda Ahmet'e öyle demişsiniz. Bana çocuk mocuk bir şeyler dedi"

"Hadi bizi takip edin sizi çok eğlenceli bir yere götüreceğiz"

Gülerken onlar da bisikletlerine geçti ve birlikte Selim'in arkasına takıldık. Nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim bile yok ama yine de eğleneceğimizi düşünüyorum. Etrafa bakarken Selim'in "Hafta sonu için Meral ile Almanya'ya gidiyoruz. Bir planınız yoksa siz de gelin birlikte gidelim" dediğini işitip "Ne işiniz var Almanya'da yahu!" dedim.

Gezi dedin mi çantasını hazır eden doktor beyin bu çıkışım sebebiyle gözlerini devirmesi eşliğinde Selim bize gidecekleri yerle alakalı kısa bilgiler vermeye başladı. O sırada da Meral'in orada bir mücevherat fuarına ve birkaç davete katılacağını söyleyince sırıtıp "Saksonya'nın ağırbaşlı ve ihtişamlı şehri Leipzig değil mi o? İhtişam tamam da ağırbaşlılık kısmı Ahmet'e pek uymadı ya şimdi orada klasik müzik falan çalıyorlardır bayar benimkini zaten yaşlanma alametleri başladı beni buraya bilinçli mi getirdiniz diye iyice bunalıma girer bizi de delirtir" dedim. Gülüyorum ediyorum ama Ahmet tek kelime etmese de cevabını beni bisikletiyle sıkıştırıp yoldan çıkarmaya çalışarak verdi. Gıcık! Dalga geçip durma demek istiyor da indireceğim şimdi lastiğini kalacak orta yerde!

"Yavaş be!"

"Yaşlanmışmış! Sen kiminle dans ettiğini unuttun herhalde"

"Benimle sadece romantik danslar et doktor! Diğer üstünlük sağlamak için ettiğin danslarda fena bozarım seni karizman sizlere ömür olur"

"Öyle mi? Sen gel bakayım şuraya!"

"Hop hop! Bisikletle karını sıkıştırıp artistlik yapacağına kardeşine geliriz oranın ağırbaşlılığının da içinden geçeriz desene doktor!"


fuıu2,.jpg


"Ondan şüpheleri mi var sanki? Benim bulunduğum yerde rahat durmayacağımı cümle alem biliyor kaç yıllık kardeşim mi bilmeyecek"

Gülmeye devam edip "Yaşı ortaya çıkacak diye kırk yıllık kardeşim diyemiyor kaç yıllık diye yuvarlıyor" demem yüzünden karı koca tekerlek çarpma omuz vurma ve bilumum el kol savaşına girerek birbirimize bisiklet üstünde denge sorunları yaşattık ama keyifli bir şekilde sağ salim varmamız gereken noktaya da ulaştık. Selim ile Meral de çocukları evde bıraktık ama bunlar onlardan beter çıktı diyor olmalı. Bir rahat durmadık gerçekten.

Bisikletleri demir parmaklıklara sabitleyip karşımızda eğlencenin dibine vuran insanların yanına doğru yürümeye başladık. Burada festival mi varmış ya hiç haberim olmadı. Yiyecek satılan çadırlara şöyle bir bakıp birer içecek aldıktan sonra kalabalığa karıştık. Canlı müziğe kapılmamız da saniyelik işti. Bağıra çağıra şarkılara eşlik edip dans ederken Selim'e de takılmadan edemedim. Onu böyle görmek her zaman nasip olmuyor çünkü.

"Selim'i de kendimize benzettik ya artık ölsem de gözüm açık gitmez"

"Meral'e sözüm var ara sıra içimdeki saklambaç oynayan çocuğun sobelenmesine izin veriyorum"

"O ne demek?"

Selim gözlerine aşkla baktığı karısının omuzunu "Anlaması gereken anladı diye düşünüyorum" deyip öperken o sırada sahnedekilere bardak kaldırıp solistle işaretleşen Ahmet'e sert bir dirsek atıp "Sen ne yapıyorsun ya kaşla göz arasında!" deyiverdim.

Elimden tutup beni bir iki tur döndürdükten sonra hızla kendisine doğru çekip "Sıradaki şarkı en sevdiğim Atahan'a gelsin" deyince gözlerinin dibinde olsam da yine de cıvıtma fırsatını kaçırmayıp "Dedenin kulaklarını çınlatmaca he!" dedim. Gözlerini devirmesini beklerken alnımı öpüp kolunu omuzuma atarak sahneye doğru dönmemizi sağladı. Dedesine aşk şarkısı göndermeyeceğine göre sıradaki şarkı bana geliyor tabii ki. Ee sesimiz bed de olsa bağıra çağıra eşlik etmezsek olmaz diye düşünüyorum. Onca insan sesinin içinde arada kaynamamız dileğiyle.


Her şey harikaydı. Güldük eğlendik tanımadığımız insanlarla topluca şarkılar söyleyip danslar ettik ve iyi ki geldik dedik. Ara sıra gerçek dünyadan kopup ipin ucunu kaçırmak iyi oluyor gerçekten. Ayaküstü bir şeyler atıştırdıktan sonra da beyler çöplerimizi atarken biz de Meral ile çocukların yanına dönmeden önce üstümüzü başımızı toparlayıp ellerimizi yıkamak için bizimkilerin yanından ayrıldık. Yerlerde oturunca toprakla çokça temas hali oldu tabii.

"Eylül sana magazin haberi vereyim mi?"

"En sevdiğim!"

"Kaan'ın "özel" bir kız arkadaşı varmış. Dün akşam babasıyla bana bildiğin basın açıklaması yaptı. O kadar ciddi bir tavrı vardı ki bir an lise biter bitmez evleniyoruz diyecek sandım yüreğime iniyordu"

"Hadi canım! Ben Harun'un vardır diye şüphelenmiştim Kaan'ın çıktı. Yoksa şu kafede karşılaştığımız zaman bizimkilerin yanında oturan utangaç çıtı pıtı kız mı? Ay şimdi anladım ya kız seni ansızın karşısında görünce içine kaçtı tabii"

"Evet o. Ezgi okuldan arkadaşlarıymış aynı zamanda Kaan'ın da teniste partneriymiş"

"Vay vay! Partner baldan tatlıdır vakası. Elif cadısı nasıl kabul etmiş? Yanlarına dişi sinek yaklaştırmıyordu"

"O Harun'un yanına yaklaştırmıyor Kaan ile bir derdi yok"

"O çocuğa da çok acıyorum. Bak söyledi dersin bu Elif yakacak bu çocuğun başını çok da iyi arkadaşlar arada derede bırakacak oğlanı"

"Ne?"

"Yarın öbür gün diyorum Harun birine körkütük aşık olsa Allah muhafaza bu Elif boğar kızı"

"Deme Elif'ime öyle!"

"Yalan mı? Harun'a göz açtırmıyor şimdiden çocuğu tekeline aldı. Kafede kızın biri Harun'a doğru bakar gibi oldu bizim bızdık bakışlarıyla parçalara ayırdı kızı görmedim sanki"

"Nelere dikkat ediyorsun Eylül ya"

"Ederim çünkü detaycı bir insanım ben"

"Çok da iyi ve efendi bir çocuk biliyor musun? Bizimkilerden hiç ayırmıyorum. Geçen gün sitede sahipsiz yaralı bir yavru köpek bulduk. Zülal'i bilirsin duygusallaşıp hemen sarıp sarmaladı. İyileşmeyecek ölecek diye üzülüp çok ağlayınca Harun da her gün gelip onunla iyileşene kadar ilgileneceğine söz verdi de ancak öyle yatıştı"

"Okuldan sonra bir veterinerin yanında çalışıyordu zaten anlıyor tabii bakımından"

"Aynen öyle. Şimdi her gün gelip gidiyor sağ olsun. Köpek ile ilgileniyor ya bizim küçük hanımın da süper kahramanı oldu. Harun ağabey aşağı Harun ağabey yukarı dilimizden düşmüyor"

"Eyvaaah! İster misin senin kız da büyüyünce beyaz atlı kahraman kodu yüzünden Harun'a aşık olsun Elif ile girsinler birbirlerine"

"Allah korusun ağzını hayra aç Eylül! Böyle bir sebepten aralarının bozulmasını asla istemem. Böyle çok tatlılar hepsi kardeş kardeş geçiniyorlar. Hem Harun Zülal'in ağabeyi gibi büyüseler bile olmaz öyle bir şey"

"Ahmet de benden büyük yanımda ağabeyim gibi mi görünüyor?"

"Ne alakası var canım siz yaşıt gibisiniz"

"Sağ ol Meral ya! Yaşlı mı görünüyorum ben?"

"Ahmet ağabey genç görünüyor diye dedim. Sen de her sözü hemen olumsuz yanından alıyorsun"

"Kaynının saçlarında beyazlar var bir kere"

"Boyatmasak bizim de beyazlarımız görünür Eylül"

"Sinirimi bozdun Meral ya!"

"Konuyu uzatıyorsun ve ben uzayan konuları toparlayamayıp batırmamla ünlüyümdür Ahmet ağabey sana söylemedi galiba"

"O zaman konu değişimi talep ediyorum"

"Mantıklı"

"Elif gibi tonladın"

"Fark ettim"

Tuvaletlerin bulunduğu yere geldiğimizde bizi daha doğrusu beni sevimsiz bir karşılaşma bekliyordu. Meral ile kendi aramızda konuşup gülüşerek yürürken bir an bana doğru dik dik bakan bir çift gözle karşı karşıya geldim. Tabii bu olur olmaz o dik bakışlar saklanmak istercesine ortadan toz oldu ve yerini de sahte bir tebessüm eşliğinde normal bakışlara bıraktı.

O samimiyetsiz bakışların sahibiyle adım adım birbirimize doğru yürürken Meral'in "O kim?" diye sormasına karşılık çok sıradan bir şey söylüyormuşum gibi "Doktorluğunun ilk dönemlerinde Ahmet gibi bir adamı başkası için terk edip sonra da o talihsizle başarısız bir evliliğe imza atan ama benim hâlâ Ahmet'te gözünün olabileceğini hissettiğim Nisa Taner. Ara sıra hastanede karşılaşmak zorunda kalıyoruz kocası da şu İlhan denen adam. Hani Ahmet ile gerginlerdi bir dönem" dedim. Meral iptal! Açıklama yaparken verdiğim detaylar onun için biraz ağır oldu şimdi fark ettim.

Bunları da söylüyorum ama bir yandan da içimden "Bu kadın her gördüğümde daha da mı güzelleşiyor? Kesin sistematik olarak estetik seansları düzenliyor" düşünceleri geçmiyor değil. Bir çocuk doğuraydı görürdüm onu da işte onu da yapmadı hâlâ taş hâlâ kaya mübarek!

Meral rahatlığım sebebiyle bana garip bir şekilde bakarken aynı noktada bir araya geldiğimiz Nisa "Bu ne hoş bir tesadüf" dedi. Hoş derken? Bana pek öyle gelmedi ya hadi neyse. Geriliyorum ben bu kadını görünce yalan yok. Buna da başhekimlik katında çokça rastlaşmış olmamız neden olmadı diyemem. Tamam Ahmet ile yan yana görmedim ama çevresinde dolanıp kendisini fark ettirmeye çalıştığını hissediyorum ve bu da sinirlerimi bir miktar zıplatıyor. İnsan "Git kocanın katında dolaş ne işin var bu katta belanı mı arıyorsun?" demek istemiyor değil. Gerçi günahını almayayım birkaç aydır hastanede denk gelmedim ama geldiğim anlarda onun ve bir karış etek boyunun verdiği sevimsiz hissi hatırlıyorum.

"Evet beklenmedik bir tesadüf oldu gerçekten. Bu arada Meral ile tanışmış mıydınız? Ahmet'in kardeşinin eşi benim de yakın arkadaşım"

"Selim'i Ahmet'ten dolayı tanıyorum. Meral ile de bazen hastane koridorlarında denk geliyorduk ama sohbet etme ortamımız olmamıştı"

İçimden "Tanımasan şaşardım zaten!" diye geçirirken Meral hiç ummadığım bir şekilde "Öyle mi? Doğruyu söylemek gerekirse ben sizi hiç fark etmemiştim" demesin mi? Desin. Aslan eltim benim! O kadar sönüksün ki hastanede esamen bile okunmuyor demenin en zarif yolunu seçti. Gerçi farkında olmadan yaptığına eminim yoksa ayıp olur diye sözünü değiştirirdi ama olsun bilerek ya da bilmeyerek taşı gediğine tıktı. Hay aksi! Güleceğim gülemiyorum kahkaham içimde patladı.

Meral onunla el sıkışıp merhaba dese de az önceki garip bilgilendirmem sebebiyle benim kadar rahat olamadı. Hatta çaktırmadan bana doğru sokulup "Alkol almış gibi bir bahane uydurup sorun çıkmadan gitsek mi?" dedi ama öylece gitmeyi kendime yediremeyeceğim önce bu hatun kuyruğunu kıstırıp gitsinciyim ben.

Aramızda kız kıza mı geldiniz tarzında soğuk tonlamalı bir muhabbet dönerken eşlerle geldiğimizi öğrenince kadının gözleri istemli ya da istemsiz benimle konuşurken kalabalığın içini turlamaya başladı. Heyecanlandı mı o? Biri bana "Eylül kadına takıksın ya o yüzden o düşündüğün şey de tamamen senin hüsnü kuruntun canım" desin lütfen. Ben yine mi paranoyaklaşmaya başladım ya! Bu yanımı da hep bu kadın tetikliyor.

İnsan kalabalığının içinde Ahmet'i görmeyi mi umuyor anlamadım ama bu düşünce kafamın içinde döndükçe ister istemez gıcıklanmaya başladım. Hani şu "Yapsam ne olur acaba?" düşünceleri vardır ya bilir misin? Karşındakini saçından tutup kafasını bir yerlere çalarsın sonra aniden o hayalden çıkıp gerçek dünyaya geri dönersin ve bir de bakmışsın ki aslında yapmamışsın. Hah! İşte az önce gözümde o sahne canlandı ve bende de hafiften bir rahatlama oldu. Demek ki gerçekten yapsam bayağı relax bir moda geçeceğim.

"Sen buraya tek mi geldin? İlhan Bey yok herhalde göremedim" sorumun cevabı "Ben kız arkadaşlarımla geldim. Bu arada Ahmet sana söylemedi galiba biz İlhan ile üç ay önce boşandık. Aslında çekişmeli dava olmasaydı çok daha önce boşanmış olacaktık ama geç olsa da nihayete ermiş olmasının rahatlığını yaşıyorum" olunca bir elim kaşınmadı dersem yalan olur. Ahmet bana böyle bir şey söylemedi çünkü. Muhtemelen mevzu bahis etmeye değmeyen bir şeydir diye düşünmüştür. En azından kendimi böyle rahatlatayım bari. O değil de şimdi kocamın ex aşkı olan bu taş gibi hatun bekar mı yani? Hay ben böyle işin!

"Üzüldüm. Yine de ikiniz için de hayırlısı tabii"

"Kabullenmek zordu ama şimdi düşünüyorum da bence zaten olması gereken oldu. Yıllar önce doğru kişiye arkamı dönüp yanlış kişiyi seçtim ve nelere sebep olduğumu anlayabilmem için yıllar sonra yaşattığımın aynısını yaşadım. İlhan'ın boşalan gönlü çabuk doldu anlayacağın. Hem de hâlâ benimle beraberken... Bu beni düşünmeye ve kendimle yüzleşmeye sevk etti. Şimdi kendimi çok pozitif bir enerjide hissediyorum. Belki de hayat bu konuda dersimi aldığımı düşünüp gerçek aşkımla yeniden bir araya gelebilmem için aradaki karmik ilişkileri yoldan çekmeye başlamıştır belli mi olur? Bu pozitiflik hissiyatı da doğru yola girdiğimin işareti olabilir"

Ne dedi o? Çok uzun konuşunca arada bağlantım koptu da. Anladığım kadarıyla "Hay senin karmiğine ayrı dersine ayrı enerjine ayrı..." desem çok ayıp olur değil mi? Olsa mı acaba? Yalnız bu kamyon çarpmış Megan Fox bozması alttan alta bana da karmik demiş oldu değil mi? Ona göre ex kocası İlhan onun karmik ilişkisi ben de Ahmet'in... Ben bu kadının bütün estetik operasyonlarını söküp eline veririm Ahmet'in hayalini kurarken kendisini bir anda silikon vadisinde buluverir he!

Gözlerimi kadının gözlerinden çekmeden "Meralciğim sen ellerini yıka da bizimkiler merak etmeden geri dönelim. Hem daha çocukları alacağız geç kalmayalım" dedim. Ağır konuşmayı planlıyorum da Meral bu konuşma için fazla nahif kalıyor o yüzden uzaklaşsın ki hiç bu negatifliği üzerine çekmesin. Meral ikimizi yalnız bırakmak istemese de yine de ısrarlı isteğim üzerine gidişimizi hızlandırmak adına olsa gerek yanımızdan uzaklaştı. Çabuk dönmeye çalışacağından eminim o yüzden bu kadına ayar vermek için acele etmem lazım.

Meral'in uzaklaştığını görür görmez gözdağı verme moduna geçip Nisa'ya birkaç adım yaklaştım. Hmm... Meral alkol aldığı konusunda haklıymış demek ondan geliyor bu yersiz özgüvene bağlı çene düşüklüğü. Ama bu söyledikleri için tarafımdan hafifletici bir neden olarak sayılmayacak. Kafamı fena attırdı çünkü.

Konuşmasının altındaki mesajı aldığımı ve aldığım şeyden de hiç hoşlanmadığımı belli edercesine "Ben öyle enerjiymiş karmikmiş dersmiş ödevmiş zartmış zurtmuş pek anlamam biliyor musun? Ama yine de senin dilinden konuşmaya çalışacağım. Öyle zamanında yanlış kişiyi seçtim şimdi kenara çekildi gerçek aşkımla yollar yeniden kesişip tarih bir daha yazılacak zırvalıklarına çok kapılma derim ben. Bana ait olan alana yanlışlıkla adım atmaya kalkarsan hiçbir tıbbi müdahale o ayağı bir daha kullanılabilir hale getiremez haberin olsun. Namım ne derece kulaklara ulaştı bilmem ama arsızlığın kokusunu aldığım anda yılanın başını erkenden ezme kuralıma sadık kalma eğilimimdeyimdir. Alınma ama o kadar arıza tiplerle uğraştım ki sen benim dişimin kavuğunu bile doldurmazsın. Yani bugünkü payına düşen kıssadan hissen kafanı saçmalıklarla doldurup hayal dünyasında yaşayarak kendine yazık etmeye değmez olacak" dediğimde rahatsız oldu ama yine de belli etmemek için epey çaba harcadı.


rdyrydy.gif


"Ahmet'e çok güveniyorsun değil mi?"

"O güveni kendisi ilmek ilmek ördü. Doktorları bilirsin attıkları düğümler epey sağlam oluyor"

Gıcık edici bir tebessümle gözlerime bakıp "Diğer doktorları bilmem ama Ahmet'e ben de güvenirim" dedikten sonra yanımdan geçip gidecekken bir anda döndü ve Meral'in geri döndüğünü görüp kolumu tutarak kulağıma sokuldu. Ne yaptığını anlamak isterken sessizce "Mesela hastanede yanlışlıkla içtiğin o ilaçlı portakal suyunu oraya ben koymuştum ama Ahmet bilmesine rağmen bu olayı örtbas ederek yine de beni bunca zaman korudu. Bir adam böyle bir olayda karısının yerine eski aşkının yanında yer alıyorsa bence bu dikkate almaya değer bir şey. Belki de evrenden gelen bir şansınız daha var iması taşıyan bir işaret... Yani senin bugünkü payına düşen kıssadan hissen de kendine fazla güvenip birine karşı savaş açmadan önce elindekilere dön bir bak sandığın gibi gerçekten seninler mi diye olacak tatlım!" deyince kan beynime sıçradı.


tuft.gif


Meral'in neden bu halde olduğumuzu anlayamamış gibi bana seslendiğini işitsem de o an kendime hakim olamadım ve "Hastasın sen!" deyip kadını kolundan tuttuğum gibi sertçe ileriye ittim. Meral yanıma gelirken Nisa bize bakan insanlara ellerini bir şey yok dercesine kaldırıp söylediğime karşılıkta "Dediklerini dikkate alıp işinin ehli bir "doktora" görüneceğimden emin olabilirsin Eylül Acar" diyerek kırıta kırıta uzaklaştı. Ehil doktor diye Ahmet'i kastediyor ya ben de şimdi onun canına kastedeceğim farkında değil!

O an peşinden gitmeye çalıştım ama tanımadığım bir kızla Meral beni tutup "Ne yapıyorsunuz Eylül? Herkes size bakıyor niye dalaştınız bir anda?" deyince önüm kesildi. Sinirden gözlerim o kadar döndü ki konu üzerine tek bir kelime edemedim. Neyse ki "Bir şey yok iyiyim ben bırakabilirsiniz" dediğimde ciddi olduğumu zannedip beni bıraktılar da o öfkeyle hızla kalabalığa karışıp "Nisa!" diye bağırdım. Yoktu tabii! Yaptı yapacağını kayboldu ortadan adi a... Ağzımı bozduracak şimdi bana!

İnsan kalabalığını yararak ilerleyip seslenmeyi sürdürürken bir yandan da gözlerimin önünden bahsettiği gün geçiyordu. Kendimi kötü hissedip ne olduğunun anlayamadan bayılışım saatler boyunca gözümü kırpmadan uyuyuşum ve uyandığımda Mert'i kaybettiğimizi sanışım kare kare geçiyor zihnimden. "İçtiğin o ilaçlı portakal suyunu oraya ben koymuştum ama Ahmet bilmesine rağmen bu olayı örtbas ederek yine de beni bunca zaman korudu" dediğini düşündükçe de ayrı çıldıracakmış gibi oluyorum. Benim ve karnımdaki çocuğumun hayatını bu kadın tehlikeye atıyor ve Ahmet de eski sevgilisi diye kıyamayıp onu korumak için bunca yıldır gözümün içine baka baka susuyor he! Bana bu yaptığının hesabını vereceksin ve bu konu öyle kolay kolay kapanmayacak Atahan!

fuıu.jpg


........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.229
Tepki
85.086
Puan
113
Konum
İstanbul
fjgfj.png

63.Bölüm : En tehlikeli Eylül hangi Eylül'dür?

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Eylül'ün ertelenen çekim günüyle çakışmaz çocuklar da arıza çıkarmazsa büyük ihtimalle sizinle geliriz. Eylül ile konuşup durumları netleştirelim ben seni akşam..."

Selim'in konuşmamızdan kopup kaşlarını çatarak "Ne oluyor orada?" demesiyle sözümü tamamlayamadan bakışlarını takip edip arkamı döndüm. İlk anda yaşanan kargaşanın ne olduğunu ben de anlayamadım ama sonra Eylül'ün öfkeli bir bakışla kalabalığı yararak geçip gittiğini Meral'in de ardından durması yönünde seslenerek ona yetişmeye çalıştığını gördüm. Ne oldu da Eylül bu kadar hiddetlendi gerçekten anlamadım. Meral ile tartışmış olmalarına ihtimal dahi vermiyorum.

Selim'in aklımdan geçenleri seslendirircesine "Meral ile kavga etmiş olamazlar herhalde. Yürü hadi yetişip ne olmuş öğrenelim" deyişiyle kızların olduğu yöne doğru gittik ama Eylül tuhaf bir şekilde hiçbirimizin seslenişine cevap vermedi. Sanki tüm dünyaya kendisini kapatmıştı ve etrafında olan bitenleri umursamıyor gibiydi. Bisikletlerimizin olduğu yere gider gitmez eğilip kendi bisikletinin kilidini açmaya çalıştı. Son birkaç adımımı koşarak kapatıp yanına eğildim ama neden bu halde olduğunu sorarak elini tutmamla birlikte elini sertçe çekip "Sakın bana dokunma!" dedi. Bana bağırması bir yana öfkeli bakışlarıyla da muhatap olunca tutulup kaldım.

mnhmhm.jpg


Gözlerinde o her zaman görmeye alışık olduğum sevgiyi değil bu defa öfkeyi kırgınlığı hatta nefreti gördüm. Gözleri ilk kez beni tanımıyormuş gibi ona yabancılaşmışım gibi baktı. Aslında ona dokunmamamı söylemesinin yanı sıra daha birçok şey söylemek istedi hatta belki de fiziksel olarak tepki göstermek istedi ama kendisine hakim olmaya çalışır gibi de bir hali vardı. Gözlerinde bana karşı olan sevgisini görmeye alıştığım karımın bu defa bana bu kadar olumsuz duygularla bakması içime bir yumru gibi oturdu. Eylül atarlıdır çabuk sinirlenir ama şu an gördüğüm hale çok ama çok nadir bürünür. Hele ki bana karşı...

"Tamam dokunmam ama hiç değilse neden bu halde olduğunu söyle. Bilmeden ben mi bir şey yaptım? Yaptıysam da açıklayabilirim ya da telafi edebilirim" dememe rağmen Eylül sinirle "Telafi he!" diye geveleyerek kilidi söküp kenara fırlattı ve hemen ardından da doğrulup üzerime gelerek "Bana söylemeye gerek duymadığın ama haberim olduğu takdirde de telafi edebileceğine inandığın bir şey var mı Atahan?" diye sordu. Ne demeye çalışıyor hiçbir şey anlamıyorum ki! Birbirimize bakarken neyi kastettiğini anlayamadığım için cevap da veremedim ve ne yazık ki bu halimle Eylül'ü daha da çok kızdırdım.

Gözlerindeki öfkenin alevi etrafı sararken önce "Hatırlayamadın mı? Dur sana yardımcı olayım" dedi sonra da yüzündeki ifade ile başımın epey bir belada olduğunu iliklerime kadar hissettirerek sözünü "Bir nesil ex aşkınla portakal suyunun arasındaki bağlantıyı asla anlayamayacak desem!" diye tamamladı. Tutulup kaldım. Yüzüme tokat gibi çarpan bu bağlantıyı şu an nasıl ve kimden öğrendi anlamadım.

Sinirlenmekte haklı olduğunu anlayınca gözlerine bakmaya devam edemedim. Bakışlarımı kaçırırken Eylül'ün hayal kırıklığı yaşadığını hissettiren bir ses tonuyla "Hatırlamana yardımcı olabildim mi Atahan?" dediğini işittim. Yanlış yaptım. Belki sıcağı sıcağına değil ama uygun bir anda bu konuyu Eylül'e açıp o gün yaşananların arka planını ve nedenlerini onunla da paylaşmalıydım. Zor bir konuşma olacağını bile bile "Sakin bir yerde oturup konuşalım. Beni dinlersen eğer bu konuyu neden dillendirmediğimi anlayacaksın ve eminim ki bu konu aramızda bir soruna sebebiyet vermeden kapanıp gidecek" dediğimde resmen "Sen öyle san!" der gibi dik dik baktı gözlerime.

Koluna dokunmaya çalışırken beni kendisinden uzaklaştırıp "Sen bu konuyu iki modern insan gibi sağduyuyla konuşup kapatabileceğimizi mi sanıyorsun doktor? O kadın benim çocuğumun canına kastettiyse kocam dediğim adam da bunu bilmesine rağmen onun ağzının payını veremediyse ben bu olanları sakinlikle karşılamam!" dediğinde duruma müdahale etmek isteyen kardeşimle Meral'e karışmayın der gibi elimi uzatıp Eylül'e de "İkiniz de iyiydiniz ve ben durumu öğrenip o haldeyken Nisa ile horoz dövüşü yapmanı istemedim tamam mı? Çünkü seni tanıyorum Eylül! Sen hamileyim demeden şu an hissettiğin öfkenin kat be kat fazlasıyla tozu dumana katardın kimse de seni tutamazdı. Ayrıca o da yaptığı şeyin farkındaydı ve çok üzgündü. Konuştuk özür diledi bir daha böyle bir şey yapmayacağına inandığım için de konu kapandı" dedim. Demese miydim? Tedirgin edici bir sakinliğin ardından üstüme doğru öfkeyle geldikten sonra bir yandan omuzlarıma sertçe vura vura beni ittirip bir yandan da bağırmaya başladı.

ythyhyt.gif


"Bıktım senin bu her haltı yiyip sonra da özür dileyerek işin içinden pirüpak sıyrılan hasta ruhlu insanları affetmenden! Adamın teki geldi karısının ameliyatını bahane edip gözümün önünde vurdu seni affettin. Neden? Ah kıyamam özür diledi çünkü! Kadının teki geldi karının ve çocuğunun sağlığını tehlikeye attı yine affettin. Neden? Bu da hatasını anladı özür diledi. Yahu sonradan ateşkes sağlamış olsak da Cilveli Köstebek bile şu ailenin içinden geçti tek laf etmedin kadına çünkü sen çok affedici ve her şeyi doğru yapan muazzam bir kişiliksin be aferin sana! Herkesin içinde bir iyilik olduğuna ve bir şansı daha hak ettiğine inanan iyi niyet timsali Ahmet Atahan! Kim bilir ben hayatına girmeden önce sana kimler kimler ne acılar verdi de affettin ben sadece bu kadarına yetiştim. Sen neyi bekliyorsun Ahmet ya? Başka biri çıkıp içimizden birini öldürünce mi vermen gereken gerçek tepkiyi vereceksin. Ama ne olacak biliyor musun? Bu defa iş işten geçmiş olacak. O zaman da pişman olan kişinin özrünü kabul edip ben olması gerekeni yaptım diyebilecek misin? Vicdanını bu şekilde rahatlatabilecek misin? Hayır yapamayacaksın çünkü bu defa hayat sana benim bir türlü öğretemediğim şeyi kafana balyoz inmiş gibi hissettirerek zorla öğretecek. Sen bunu bekliyorsun anladım ben seni!"

Tek kelime edemedim çünkü Eylül bir anda o güçlü ve öfkeli halinden uzaklaşıp ağlamaya başladı. Elleriyle yüzünü kapatıp arkasını dönerek ağlamaya devam edince ikimizin de toparlanabilmesi adına arkamı dönüp birkaç adım uzaklaştım. O bahsettiği balyoz da söyledikleriyle birlikte gerçekten kafama indi sanki. Eylül'ün sessizce dökmeye çalıştığı ama hıçkırıklarıyla saklamayı başaramadığı gözyaşlarına odaklanırken aniden bana doğru döndü ve bir şeyler söylemek ister gibi eliyle Selim ile Meral'i işaret etti.

"Kardeşin nasıl biri Ahmet? Ya da Meral... İyi insanlar değil mi? İkisi de ihtiyacı olan herkese yardım eden yanında olan destek olan asla başkalarına kötülükleri dokunmayan iyi kalpli insanlar. Senin gibi yani. Yeri gelince onlarında affettiği kişiler oldu. Ama onlar senden farklı olarak ne yaptılar biliyor musun? Aynı zamanda hak ettikleri cezaları da çekmelerini sağladılar. Çok uzağa gitmeyelim ya! Barış'a çarpan arabayı hatırla. Hani Barış zamanında müdahale etmemiş olsa onun yerine Kaan'a çarpıp belki de yeğeninin ölümüne neden olacak olan sarhoş sürücü! Ayılıp aklı başına gelince af diledi ikisinin de ayaklarına kapandı. Karısı desen küçücük kızıyla her gün Barış'ı hastanede ziyarete geldi iyi mi değil mi sorup durdu. Hâlâ ayağında düzelme var mı diye merak edip doktorlar önererek Meral ile haberleştikleri oluyor. Ama ne oldu? Ne Selim ne de Meral bu kadar iyi insanlar olmalarına rağmen senin yaptığını yapmadılar. Tamam özürlerinin içtenliğine inanıp büyüklük gösterdiler ama buna rağmen şikayetlerini geri çekmediler. Adam hapiste şu an öyle senin Uras Çamlı gibi değil önünde uzun yıllar var çıkmak için! Rehabilite de oluyor içmeye devam edip başka insanlara ya da sarhoş halde aracında gezdirmeyi adet haline getirdiği kızına bir zararı dokunmasın diye. Acımadılar iki çift özrüne demediler adamın karısı çocuğu var üzülürler diye! Neden? Çünkü bazı insanlar kuru bir özürle affedilip ortalığa salınmayı hak etmezler. O tür insanlar birinin iki çift lafıyla doğru yola gelmezler ancak hâkimin karşısına geçip yaptıklarının cezasını hak ettikleri şekilde aldıklarında akılları başlarına gelir"


htrytr.gif


Sözleri bittiğinde dolu dolu olan gözlerinden akan yaşlar aynı söyledikleri gibi içimi yaktı geçti. Bu yüzden de vereceği tepkiden emin olamadan kollarımı Eylül'e sararak "Söyleyecek sözüm yok... Haklısın demekten başka" dedim. Kısacık bir an kendisine sarılmama tepki vermedi ama sonra beni kendisinden uzaklaştırıp bisikletini yola çıkardı ve yüzüme bile bakmadan "Sakın peşimden gelmeye yeltenme seninle eve döndüğümde görüşeceğiz Atahan! Tabii kendimi sakinleştirmeyi başarabilirsem!" dedikten sonra yanımızdan hızla uzaklaştı. Ardından bakıp kaldım. Az önce yaşadığımız şey gerçekmiş gibi gelmedi çünkü.

Kendime gelişimin ardından da Eylül aksini söylemiş olsa da yanına gitmek istedim ama kolumdan tutulup engel olununca bunu yapamadım. Kolumu tutan kişi Meral'di. Bakışlarım bunu neden yaptığını anlamak için Meral'e döndüğünde o da gergin görünüyordu. Neyse ki tutulup kaldığım için benim soramadığım soruyu Selim "Eylül bunu nasıl öğrendi?" diyerek Meral'e yöneltti.

"Şey ile karşılaştık biz..."

"Kiminle?"

"Nisa"

O da mı burada? Bakışlarım etrafı tararken "Ne dedi Eylül'e?" dediğimde Meral yan gözle Selim'e baktı. Söylesem mi söylemesem mi ikileminde kalmış olmalı. Kardeşim aralarında her ne geçtiyse açıkça söylemesini istediğinde Meral kısacık bir an düşündü sonra da "Ben yanlarındayken aralarında imalı bir konuşma geçti. Eşinden boşanmış herhalde ama olması gereken oldu zaten yanlış kişiyi seçmiştim yaşattığımın aynısını yaşadım falan dedi. Sanırım Eylül kendisini ima eder gibi hayat dersimi aldığımı düşünüp gerçek aşkımla yeniden bir araya gelebilmem için aradaki karmik ilişkileri artık yoldan çekmeye başladı demesine de çok bozuldu. Kadın alkollü gibiydi. Sonra da ne konuştular bilmiyorum. Ben ellerimi yıkamaya gittim ama giderken ikisi de çok sakindi yani sorun olmayacağını düşünmüştüm. Çok da çabuk döndüm o kadar kısa sürede bunları nasıl konuştular gerçekten anlamadım. Ama ben döndüğümde Eylül itti Nisa'yı aralarına girdik. Kadın hâlâ saçma sapan şeyler söylüyordu. Sonra gitti. Eylül de elimizden kurtulup peşine takıldı ama kalabalığın içinde çoktan kaybolup gitmişti" dedi. Nisa'nın susup susup neden ansızın ortaya böyle bir bomba bıraktığını gerçekten anlamıyorum. Neden şimdi yaptı bunu?

"Siz eve dönün ben de Eylül'ü bulup bir şekilde konuşabilmemizi sağlayayım"

"Gitme şimdi Ahmet ağabey"

"Ama..."

"Duydun işte sakın peşimden gelme dedi. Belli ki çok kızgın ve ağzından sana karşı geri dönüşü olmayacak şeyler çıkmasını istemiyor. Şu an öfke kontrolünü sağlayamıyor olmalı. Ben gideyim biraz kadın kadına konuşalım içini döktüreyim sonra da sakinleşip birlikte eve döneriz"

koğoğo.gif


Aksini düşünüp Eylül'ün ardından gitmemek için kendimi zor tutsam da Meral haklıydı. Şu an beni dinlemeye asla yanaşmayacak ve muhtemelen bağırıp çağırıp yanımdan ayrılarak kayıplara karışacak. Meral giderse en azından nerede olduğuna dair bilgi sahibi olma şansımız var. "Tamam öyle olsun" dediğim sırada Selim diğer bisikletlerin kilitlerini söktü Meral de merak etmememizi ve bizi sık sık arayıp durumundan haberdar olmamızı sağlayacağını söyleyerek Eylül'ün peşinden gitti.

Meral'in bisikletiyle bizden uzaklaşmasını izlerken içime büyük bir sıkıntı çöktü. Hiç saklamayacağım inanılmaz huzursuzum. Şu anlarda Eylül'ün zihninden benimle alakalı olumsuz şeyler geçtiğini bilmek hatta bana karşı olan söylenmelerinin boyutunu düşünmek bana hiç iyi hissettirmedi.

Bir an ağzımdan "Biz de gitsek..." sözleri çıkarken kendime geldim ve Selim ile göz göze gelip sözümü de "Onlara görünmeden sadece uzaktan izleriz. Eylül'ün iyi olup olmadığını bilmeden saatler geçiremem ben" diyerek devam ettirdim. Kardeşim yola doğru bakarken muhtemelen şu an kendisini benim yerime koyarak düşündü çünkü yeniden göz göze gelmemizle birlikte hiç beni vazgeçirme girişiminde bulunmadan "Hadi!" diyerek bisikletini yola çıkardı. Bana karşı çıkmadığı için sevindim çünkü bunu yapsaydı Meral'den haber çıkana kadar dokuz doğuracağım kesindi.


........::::::::__Eylül__::::::::........

Kendi kendime "Düşünme Eylül!" desem de bu pek mümkün olmuyor. Çok ağır geldi be! Evli barklı çoluklu çocuklu demeden kocama göz koyduğunu alenen belli eden bir yuva kundakçısının hadsiz cesaretine mi öfkeleneyim Ahmet'in böylesine önemli ve hayati bir konuyu bana yıllardır söylememesine mi çıldırayım yoksa çok parlak zekayım ya bunca zaman hiçbir şey sezmememe hatta bu hastane işinin ardını arkasını didiklemeyecek kadar salak olan kendime mi verip veriştireyim bilmiyorum.

Delireceğim! Bu adam niye böyle ya cidden aklım havsalam almıyor. Nasıl bunun hesabını sormazsın nasıl yanına bırakırsın bu kadının Ahmet! Bu defa sıkıntı büyük haberi olsun. Kendi sağlığımı da geçtim ben şu an bu ruh sağlığı şaibeli kadın yüzünden doğamamış çocuğumun yasını hâlâ içimde tutuyor olabilirdim arkadaş!

"Kahretsin!"

Düşünme desem de kendimi dinlemedim ve beynim tüterken tekerleğe patır patır çarpan irili ufaklı taşlar yüzünden bisikletin hakimiyetini kaybedip yere kapaklandım başka derdim yokmuş gibi! Taşlık yolda ayarsızca gidersem sonu bu olur tabii. İçimde harlandıkça harlanan öfkem sebebiyle yerde duran bisiklete tekme atarken Meral'in seslenişiyle geldiğim yola doğru baktım. Beni bu haldeyken tek başıma bırakmak istemeyeceğini bilmem gerekirdi.

Başımı ellerimin arasına alırken bisikletini yanıma bırakıp önce telaşla "Düştün mü sen?" dedi sonra da kemer gibi kullandığı bandanasını belinden çekip alarak "Düşmüşsün tabii dizin kanıyor" dedi. Meral bisikletinden matarasını alıp dizimdeki kanı suyla uzaklaştırdıktan sonra bandanayı sarmaya başladı. Benim ise gözüm üzerindeydi. İhtimal vermememe rağmen "Sen de biliyor muydun? O kadının yaptıklarını bilip de sakladın mı benden?" diye sorduğumda bana baktı ve samimi olduğunu hissettirerek "Selim haberdar mıydı bilmiyorum ama ben seninle birlikte öğrendim" dedi. Bizim konuşmalarımızı dinlerken yaşadığı şaşkınlıktan belliydi zaten.

"Peki bilseydin bana söyler miydin?"

Göz göze dururken başını iki yana sallayarak "Söyleyemezdim" dedi ama sonra tam da ondan beklediğim cevabı verip "Ama Ahmet ağabeye cesaret verip sana söylemesini sağlardım" dedi. Teşekkür eder gibi elini tuttuğumda "Ben gittikten sonra o kadınla aranızda neler oldu?" diye sorunca canım sıkkın bir halde iç çektim. Yalan yok sinirden ha ağladı ha ağlayacak haldeyim. "Muhtemelen yapmayacağım ama şu anki sinirimle Ahmet'i boşamayı düşünüyorum diyeyim sen de neler olmuş olabileceğini zihninde hayal et" derken yolun ilerisinde Ahmet'i gördüm. Arkadaş gelme dememin neyini anlamadı bu adam!

Oturduğum yerden sinirle kalkıp "Rica ediyorum söyle şu laftan sözden zerre kadar anlamayan adama arkamdan gizli saklı gelmesin yoksa kafam atacak muhtemelen yapmayacağım dediğim şeyi çat diye yapacağım avukatım bir adım ötemde o dereceyim şu an!" diyerek bisikleti düzelttim ve kulağımda Meral'in telefonla konuşmaları eşliğinde yola seri şekilde devam ettim. Nereye gittiğimi bilmiyorum ama içimdeki her şeyden çokça olan tüm kötü duyguların bir an önce kaybolmasını diliyorum yoksa böyle gidersem bu sevimsiz duygular benim canıma okuyacak.

"Peki ben seninle gelebilir miyim?"

Bisikleti sürmeye devam ederken omuzumun ucundan ardıma baktım ve endişeli görünen Meral ile göz göze geldim. Yeniden önüme dönerken yalan yok sonunda dayanacak gücü kalmayan gözlerim doldu ve bu yüzden hiç sevmediğim ağlak tonlamamla "Sen gelebilirsin ama o affedici kişiliğinin köküne kibrit suyu döktüğüm kaynın olacak adam ben gel diyene kadar gözüme gözükmesin!" dedim. Neyse ki aramış da Selim ile bize gidin deyip bir şekilde ikna ederek düşürmüş peşimizden. Deli gibi sevdiğim her zerremden ona karşı sevgiler fışkırdığını hissettiğim adamın şu an yüzünü bile görmek istememek de çok ağır geldi be!

Meral ile epey uzunca bir yol gittik. Duramadım da bir yerde. Sanki durursam döner ve Ahmet'in yakasına yapışır konuşmasına bile fırsat tanımadan belki de pişman olacağım şeyler söyler ya da yapardım. Tutamazdım yani... Kendimi tanıyorum sonuçta. Meral'e de ne kadar teşekkür etsem az çünkü yol boyunca ne beni konuşturmak için sıkıştırdı ne Ahmet'i korumaya çalıştı ne de nereye gittiğimizi öğrenmeye çabaladı. Sadece yanımda olup ondan güç aldığımı hissetmemi sağladı o kadar.

İleride bir bar olduğunu görüp bisikleti önüne bıraktıktan sonra camından içeriye doğru baktım ama saatin erken olmasından kaynaklı kapalıydı. Arkamı döndüğümde Meral'in uzattığı suyu görüp "Neye niyet neye kısmet" dedim ve teşekkür ederek alıp birkaç yudum içtim. Aklımdan bir sürü şey geçerken bitap bir halde "Seni de peşimden buralara kadar sürükledim. Ne zaman döneceğimi kendim bile bilmiyorum. İstersen sen..." dememe kalmadan Meral bana sıkıca sarıldı.

"Sen ne zaman dönmeye hazır olduğunu hissedersen ben de o zaman dönerim. Beni düşünme çünkü yanında olabildiğimden ötürü içim çok rahat diğer türlü ne kadar endişeli ve panik biri olabildiğimi sen de çok iyi biliyorsun"

"Teşekkür ederim"

Meral'e sıkı sıkı sarılırken "Kafa bulmaya ihtiyacım var ve maalesef bar kapalı. Yani bir as bir de yedek seçeneğimiz kaldı" dedim. Geri çekilip ne demeye çalıştığımı anlamamış gibi bakınca söylediğim şeye bir açıklama getirip "Ya patlayana kadar midye yiyeceğim ya da duramama pahasına ay çekirdeğini çitleyeceğim. Sen karar ver" dedim ve çok beklememe gerek kalmadan Meral'den "Midye konusunda pek iyi değilim yani çekirdek her daim kazanır" cevabını aldım. O halde çekirdekle başlayıp sonrasına bakacağız artık.


.......::::::::__Ahmet__::::::::........

"Ahmet mesaj geldi! Eylül markete girince Meral de fırsattan istifade edip bize haber vermek istemiş ama haberler pek iyi değil"

Salona girer girmez kardeşimin uzattığı telefonu alıp mesajı okudum ama okuduklarımdan sonra içimdeki sıkıntı daha da çok arttı. Saf gibi Meral'in "Eylül sakinleşti artık gelebilirsiniz" diyeceğini ummuşum meğerse. Sakinleşmek ne kelime konuştukça daha çok köpürüyormuş. Telefonu sehpanın üzerine bırakıp başımı bittiğimi hissederek ellerimin arasına aldım. Oturduğum yerde yok olmak istedim. O sırada Selim'in "Sen bunca zamandır Eylül'e bu meseleden nasıl bahsetmezsin Ahmet! Hiç mi kulağına giderse ne olur diye düşünmedin?" dediğini işittim. Yemin ediyorum stresten aldığım nefesi bile hissetmiyorum. Kardeşime bitik bir halde bakıp "En tehlikeli Eylül hangi Eylül'dür biliyor musun?" diye sorduğumda aramızda kısacık bir sessizlik olsa da sonrasında ikimiz de aynı anda "Haklı olan Eylül!" dedik. Bittim ben!

gvgvjv.gif


Gelecek cevabı tahmin etsem de Meral'e nerede olduklarını sorduğum bir mesaj gönderdim ama tabii ki de sonuç değişmedi. Eylül şu an beni görmek istemiyormuş ve ancak kafasını toparladıktan sonra eve gelecekmiş. Bu da öyle çabucak olacak gibi görünmüyor. Ani bir kararla oturduğum yerden kalkarken Selim'in "Nereye?" dediğini duyunca Eylül'ü evde bekleyeceğimi söyledim.

"Burada bekleseydin aklım sende kalacak"

"Yok Selim gideyim ben"

"Eylül sana çok sert çıkıştı farkındayım ama ona kırılma olur mu? Güven sarsılmasının ne demek olduğunu bilirsin. Kafasında oturttuğu Ahmet'in yeri ciddi anlamda sarsıldı ve bu da muhtemelen ona çok ağır geldi. Biraz sakinleşsin yine konuşursunuz. Belki bu defa konuşma daha yapıcı ilerler sen de nedenlerini niçinlerini anlayabileceği şekilde açıklarsın"

"Ben Eylül'e kırılamam ki... Sadece bana olan inancını zedelediğim için çok kızgınım kendime"

"O gün ben de senin yanındaydım istersen birlikte konuşuruz Eylül ile"

"Bakarız Selim... Eylül bir geri dönsün de bakarız"

"Ben ara sıra Meral'i arar ne durumdalar diye bilgilendiririm seni"

"Sağ ol. Görüşürüz"

Kardeşimin yanından ayrılıp eve dönerken kafam o kadar boş üzerimde de o kadar manasız bir sükûnet vardı ki buna da bir mana veremedim. Hayatın durduğunu hissettiğim anlardan birini yaşıyorum. Bir şeyler olacak ama iyi şeyler değil. Eve gelip ağır adımlarla kapıya doğru yürüdüm ama kapıyı açtığım anda içerideki o bomboşluk yüzüme tokat gibi çarptı. Eylül'ün sesi ve çocukların koşuşup gülüşmeleri olmadan ev gibi değildi bu dört duvar. Eve adımımı da atamadım görünmez bir şey durdurdu beni. Aynı şey kalbimin korkuyla çarpmasına da neden oluyordu.

Kapının girişindeki dolaptan Eylül'ün lastik tokasını alıp kapıyı örttüm ve eve giremediğimden dolayı bahçeye geçip huzursuz hislerle masanın önüne geldim. Girişe doğru çevirdiğim sandalyeye oturup elimdeki tokaya bakarken sanki Eylül'ün bu bilgiler sonrası aklından geçenler benim de zihnime misafir oldu. Geri döndüğünde vermesi muhtemel olan tepkileri ve sözleri düşünmeye çalışıyorum da bunların hiçbiri iyi şeyler hissettirmiyor. Benim tanıdığım Eylül değil aradaki incelmiş ipi kafası atarsa halatı bile koparır. Ama yapmasın. Sırf bu yüzden aramızda soğuk rüzgarlar esmesine izin vermesin.

Uzun süre oturduğum yerden kalkamadım. Eylül'ün geliş anını yüreğim ağzımda bir halde beklerken ara sıra Meral'den haber alan Selim ile de konuştum ve bu sayede iyi olup olmadıklarını bir nebze olsun öğrenebildim. Meral ilk başlardaki öfkeli halinin biraz yatıştığını söylemiş ama bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilemedim. Sanırım şu an iyi bir şey bile söylense onu kötüye yoracak psikolojiye sahibim. Saatler geçip hava kararmaya başladıkça tedirginliğim de had safhaya çıktı. Ya gelmezse ya Ahmet'i görmek istemiyorum deyip geceyi ona ulaşamadığım bir yerde geçirirse? Bunun olma olasılığından hiç hoşlanmadım. Bir şey yapmam lazım.

Huzursuz bir halde tokayı elimde evirip çevirirken araba sesi gelince bir an Eylül geldi sandım ama değildi. Belma Hanım çocuklarla beraber eve geri dönmüştü. Hay aksi! Şimdi annelerini sorunca ne diyeceğim onlara?

Arabanın kapıları açılırken çocuklar da Belma Hanım'ın yardımıyla tek tek çıkmaya başladı. Önce Yasemin elindeki yavru kediyle "Baba bak ne kadar güzel değil mi? Aynı pamuk gibi bembeyaz..." diyerek yanıma geldi sonra da Yiğit yaklaşıp gözlerini aça aça "Hamsterdan korkuyor ya kendisini korusun diye Haluk dedelerin bahçesindeki kediyi eve getirdi. Annem görünce çıldıracak!" dedi. Ah be kızım! Annen zaten ateş görse dokunmadan patlayacak halde sırası mıydı şimdi kediyi eve getirmenin?

Evin kapısını açıp "Hadi geçin bakalım içeriye" dedikten sonra çantaları taşımak için arabanın yanına gittim. Belma Hanım yüzümdeki ifadeden bir şey olduğunu anladı ama Mert'in yanında da bir şey soramadı. "Ortak al bakalım şu torbayı. Ağabeyine de söyle kardeşinizin odasını hayvan saklama moduna alın. Anneniz bu defa kesin anlayacak ama şansımızı bir deneyelim bakalım" dediğimde Mert de "Anlaşıldı ortak!" deyip eve doğru gitti.

"Ahmet neden tek başına bahçede oturuyordun? Siz Eylül ile beraber gitmiştiniz o nerede?"

"Eylül ile Meral bizden ayrılmıştı da ben de eve gelmesini bekliyordum"

"Aranızda tatsız bir durum mu oldu? İyi görünmüyorsun istersen eve girmeden konuşalım biraz iyi gelir"

"Bana çok kızgın ve kabul etmek zorundayım ki bu defa sonuna kadar haklı"

"Çiçek konusunda mı tartıştınız? Eğer öyleyse kimin gönderdiğini inan ki bilmiyor"

Çiçek mi? Neden bahsettiğini anlamaya çalışır gibi bakarken Belma Hanım pot kırmışçasına bir ifade takınıp "Sen onu demiyordun galiba" dedi. İyi de ben o çiçek Belma Hanım'a geldi diye biliyordum. Eylül'e gelen ne idüğü belirsiz bir çiçekten neden haberim olmadı anlamadım. Gerçi şu an bunun krizini yapacak durumda değilim ondan önce çok daha büyük bir sorunu halletmem lazım.


........::::::::__Saat 21.30__::::::::........

Çocuklara annelerinin yokluğunu Meral teyzeleri ile kızlar buluşması yaptığını söyleyerek açıkladım ve Belma Hanım'la birlikte durumu idare etmeye çalışıp dakikalar önce uykuya dalmalarını sağladık. Şimdi de üzerimi değiştirdim Eylül'ü bulmaya gidiyorum çünkü ben biraz daha beklersem yavaş yavaş kafayı sıyırma etabına geçeceğim.

Aşağıya indikten sonra Belma Hanım'a Eylül'ü almaya gideceğimi söyledim ve çocukları ona emanet ederek evden çıktım. Araca geçtiğimde Meral'in kardeşi Yağız'dan bir mesaj geldi. Üzerimi değiştirirken ne yap et benim sorduğumu söylemeden ablandan nerede olduklarını öğren demiştim ve şükürler olsun ki elle tutulur bir yanıt aldım. Şimdi de Selim'e haber vermek için onu aramam lazım.

"Ahmet ne oldu?"

"Kızların nerede olduğunu buldum. Tek mi gideyim yoksa gelip o soğukkanlı tavrınla orta yolculuk yapmak ister misin? Bu arada bardalar yani gittiğimizde aksiyonlu bir Eylül ile karşılaşma olasılığımız yüksek. İçince çarpı iki oluyor da"

"Konum at hemen geliyorum"

Selim'e konumu attıktan sonra yoluma devam ettim. Bu saatte gidip gidebileceğim en uzak mesafeye ulaştığımda kendi kendime "Bu kadar mı uzağımda olmak istedin Eylül?" demeden edemedim. Kapısının yakınlarında iki tane bisiklet olan barı fark ettiğimde aracı yanlarına park edip Eylül'ün bisikletini arabaya aldım sonra da barın kapısına yaklaştım. Çıkışta nasıl bir aksiyon yaşayacağımızı bilemediğim için bisikleti alma şansım olmayabileceğini hesaba katmam gerekiyordu. Camdan bakıp kalabalığın içinde Eylül'ü aradım ama henüz görüş alanıma girmedi. Sokağa bakıp kardeşimin gelip gelmediğini kontrol ettikten sonra kapıyı açıp bara girdim.

İçerisi hem çok loş hem de boğucu bir havaya sahipti. Benim bulunmaktan hoşlanacağım tarzda bir mekan asla değildi. Derinlerden bir müzik sesi geliyor insanlar da kenar köşede oturmuş hayattan bezmişcesine içeceklerini yudumlayıp sohbet ediyordu. Gözlerim içeriyi adeta tararken çok geçmeden barmenin elinden aldığı şişeyi kafaya diken Eylül'ü ve onu kontrol etmeye çalışan Meral'i fark ettim. İşte başlıyoruz!

Ağır adımlarla yanlarına yaklaşırken genç bir adamın elindeki içki bardaklarından birini Eylül'ün önüne doğru koyup yanındaki boş tabureye oturduğunu görünce adımlarım hızlandı. Karıma ne söylüyor bilmiyorum ama Eylül yüzüne bile bakmadan elinin tersiyle bardağı geri iterken ben de adamın oturduğu tabureyi çekmek üzere tuttum. Saniyelik bir duraksamaya neden olan şey benimle aynı müdahaleyi yapan birinin elini görmem ve sonra da onun Selim olduğunu anlamamdı. Kardeş dayanışması diye buna derim.

Selim ile aynı anda tabureyi üzerinde oturan genç adamla birlikte Eylül'ün yanından kaldırarak çekip adamın "Hey hey! Ne yapıyorsunuz?" demesine aldırmadan da kenara bıraktık. Selim'in gençle ilgilendiği anlarda ben de yanına geçtiğim Eylül'ün beni fark edip "Avukatını ara Atahan çünkü seni tek celsede boşuyorum. Haa! Çocuklar da bende kalıyor aksi için uğraşırsan gırtlağını söker eline veririm. Sen Eylül Acar'ı çoook iyi tanırsın!" demesinin ilk şokunu üzerimden atmaya çalışıyordum. Neyse ki az önceki gençle tartışmasın diye Selim'in yanına giden Meral'e baktığımda bana Eylül'ün dediklerini çok da önemsememem gerektiğini söylediğini işittim de biraz olsun rahatladım. Eylül sandığımdan çok daha sarhoştu çünkü.

"Eylül saat çok geç oldu. Hadi kalk da evimize gidelim"

"Sen istiyorsan git. Sahi sen ne diye peşimden geliyorsun ki arkadaşım ben sana ben gel demeden gelme demedim mi?"

"Saatlerdir ortada yoksunuz seni ne kadar merak ettiğimi tahmin edebiliyor musun?"

"Merak edip etmemen umurumda mı? Bekleyin düşünüyorum... Aa! Hiç değilmiş be doktor!"

"Eylül!"

"Nisacık ne yapıyormuş Ahmet günün kritiğini yaptınız mı sevdiceğinle? Karmik hatun çekildi aradan ne halimiz varsa görebilirmişiz cehenneme kadar yolumuz varmış deseydin de gidip nikah gününü seçseydi canına ot tıkadığımın estetik harikası!"

"Eylül bunları yarın konuşalım şu an çok sarhoşsun"

"Sen de çok ayıksın ben sana bir şey diyor muyum?"

htutrutr.gif


"Madem kalıyoruz o halde sana bir açıklama yapmama izin ver"

"Açıklamayı salla gitsin asıl ben sana bir sır vereyim mi? O kadın ruh eşin olduğunu sanıyor ama aslında ruh hastasının teki! Kaç kurtar kendini diyeceğim ama bu saatten sonra umurumda mısın? Bekleyin onu da düşüneyim... Aa! İşe bak ki artık hiç de değilmişsin be doktor!"

Selim ile Meral'e yardım lazım bakışı atıp "Hadi Eylül!" diyerek koluna girdim ama kalkmak için hiçbir hamlede bulunmadığı gibi bir de üstüne telefonu ısrarla çalmaya başladı. Çantasını açıp bana gözdağı verir gibi "Zamanlamasını seveyim! Arkamda her daim kapı gibi duran şahidim arıyor. Müsaitse boşanma davamıza da şahitlik eder mi diye bir sorayım bari" dedikten sonra sesi hoparlöre vererek "En sevdiğim Gürsoy! Tam zamanında aradın Kenan çünkü benim de sana ihtiyacım vardı" dedi. Ancak başka bir sorun daha var gibiydi.

Kenan önce sinirli bir tonlamayla "Merak etme çoktan hallettim Pembe Panter! Bir sorundan daha sayemde kurtuldun" dedi sonra da Eylül'ün bana sessizce "Hallettim diyor. Boşandık mı biz şimdi? Çok çabuk oldu ya... Gerçi o da koskoca Kenan Gürsoy değil mi? Eli kolu her yere ulaşıyor. Ben bu adam kadar çabuk sorun çözen birini ömrü hayatımda görmedim" demesiyle ikimizi de şaşırtıp sözünü "Bırak şimdi beni övmeyi! Sen kafayı mı kırdın ya ne diye halka açık bir yerde kavga ediyorsun? Kızım sen modelsin model! Festivalde kadının birini itip kakarken bir dünya fotoğrafını çekmişler az kalsın magazin haberlerine bomba gibi düşüyordun. Kulağıma gelmese müdahale edemeyeceğim cümle aleme rezil kepaze olduğun yetmiyor gibi yaptığın anlaşmalarda iptal edilecek!" diye tamamladı. Eylül telefonla birlikte bardan çıkmak için yerinden kalkarken barmene bir miktar para bırakıp biz de ardından gittik. O sırada Eylül ne dediyse Kenan'ın söylenmeleri de bitmiyordu.

Onlar konuşurken Selim ile Meral'e yanaşıp "Bir kahve içirelim kendisine gelsin sonra evlere dağılırız. Şimdi bu halde gidersek çocukları da ayağa kaldırır" dedim ama gözüm de Eylül'e takıldı. Bana bakarken kaşlarını çatmıştı. Duyduğu şey her ne ise hoşuna gitmediği belliydi. Görüşmesi bittiği gibi yanımıza doğru yürüyüp telefonunu Meral'e verdi sonra da iki eliyle beni sertçe itekleyip "Söyle o ansızın hortlayan çırpı bacaklı sevgiline benimle uğraşmayı bıraksın yoksa onu gözünü karartmaktan bir an bile olsun çekinmeyen Eylül Acar ile bir tanıştırmaya kalkarsam dünyaya geldiğine geleceğine pişman olur!" diye bağırdı.


uool.gif


"Eylül yapma şunu! Nisa benim sevgilim falan değil!"

"Beni festival alanında bilerek kışkırtıp resimlerimi o çektirmiş! Kenan fotoğraflarını servis eden kişinin adını istedim kim bu Nisa ne derdi var seninle diyor! Kadın bir de haftalar önce size bomba gibi bir haber getireceğim demiş. Resmen kavgayı bilinçli çıkarmış cıvatası gevşek! Ben var ya onun derisini bir gererim bir daha değil kaşını gözünü oynatmak karşısındakinden su bile isteyemez!"

Ayakta durmakta zorlandığı için sendeleyince Eylül'ü düşmeden yakalayıp "Kahveni içiyorsun sonra da eve gidip uyuyoruz! Yarın da sakin kafayla bu konuları konuşup kapatacağız ve hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz!" dedim ama daha da çok kızdı. Doğrulduğu gibi önce "Neyi kapatıyoruz Atahan! Sen bu akşam ceketini alıp evden gidiyorsun ben de senin arkandan bir kova su döküyorum" dese de kafasını toparlamaya çalışır gibi iki yana sallayıp "Niye su döküyorum ya! Geri dönmeni istemiyorum ki su dökeyim. Sen ve ceketin kuru kuru çekip gidiyorsunuz sonra da sen sağ ben selamet!" dedi. Böyle bir şey yapacağımızı gerçekten düşünmüyordur herhalde. Sarhoşluğuna veriyorum bu manasız sözleri.

"İki tartıştık diye pılımı pırtımı toplayıp baba evine gidecek değilim. Hadi yürü eve gidiyoruz"

"Ben seninle değil eve şuradan şuraya bile gitmem"

Sakinliğimi koruyarak önünde durup "Gelmiyor musun şimdi?" dediğimde Eylül de bir adım yaklaşıp burnumun dibinden "Gelmiyorum ne yapacaksın?" dedi. Biz birbirimize dik dik bakarken Meral'in ne yapacağımı anlamış gibi "Ah! Bir Atahan klasiği daha geliyor" demesiyle aniden Eylül'ü omuzlayıp arabaya doğru yürümeye başladım. O sırada Meral "Yapması değil sadece ya gelirsin ya da o arabaya omuzumda gidersin tehdidi savurması gerekiyordu" derken Eylül de tepemde bağırıp "Senin bu kaynın olacak adam var ya benim asabımı çok bozuyor Meral!" diyordu.

Anahtarı araca tutup kapılarını açarken Eylül'ün "İndir beni Atahan yoksa Allah yarattı demem duvardan duvara çarparım seni!" dediğini duyup şu gergin durumda gülümsedim. Duvara çarpmalar konusunda şerbetliyim yani bu tehdit bana işlemez. Tabii ben gülerken Eylül'ün "Ne diye gülüyorsun be adam?" çıkışının gelmesi de uzun sürmedi. Kapıyı açıp Eylül'ü indirdikten sonra koltuğa oturmasını sağlayıp kemerini taktım. O esnada sustuğunu düşünenler tabii ki de yanılıyorlar çünkü sinirlenince yine ağzına geleni söylemeye başladı.

Kapıyı kapattıktan sonra Selim ile Meral'e dönüp "Yol üstünden bir kahve alır arabada içiririm. Siz hiç bize bakmayın direkt evinize geçin. Bu arada kusura bakmayın resmen eğlenmeye diye çıkıp kavga dövüş geceyi sonlandırdık" dediğimde Meral kolumu ovuşturup "Olur mu öyle şey Ahmet ağabey sen bizi düşünme. Siz iyi olun o bize yeter" dedi. Karşılıklı sarılıp destekleri için teşekkür ederek vedalaştıktan sonra şoför tarafına geçip oturdum. Eylül de başını geri yaslamış ha sızdı ha sızacak haldeydi. Neyse uyursa en azından yolda arıza çıkarmaz.

Eve doğru yol alırken arabanın içi sessizleşti ve ben de zihnimde ister istemez Eylül'ün o lanet portakal suyunu içtiği ana geri döndüm. O gün yaşananlar gözlerimin önünden geçerken bir yandan da Eylül'ün olanları öğrendikten sonra sarf ettiği sözleri düşündüm. Haklılık payı olabilir. Belki de ben insanlara yanlış davranıyorumdur dedim kendi kendime. Evin önüne gelene kadar o gün farklı davransaydım neler olurdu diye tüm senaryoları tek tek zihnimde canlandırdım. İtiraf etmem gerekirse hiçbiri de iyi sonuçlar doğurmuyordu.

Arabayı park ettikten sonra kısa bir süre başımı geriye yaslayıp Eylül'ü izledim. Öğrendiklerinden sonra neler hissedebileceğini tahmin ettiğim için bu gece bana söylediği hiçbir sözden dolayı ona gönül koyamıyorum. Duyduğu şeyler bir yana bunları bunca yıldır ondan saklamış gibi görünmem eminim ki bana karşı hayal kırıklığı yaşamasına neden oldu. Bu konuda kendime çok kızdım çünkü ne olursa olsun bu olayı ona anlatmanın bir yolunu bulup bu şekilde güvenini yıkmamalıydım.

"Ahmet..."

Sessizce adımı mırıldandığını duyunca saçlarını okşayıp "Buradayım Eylül" dedim. Gözlerini aralar gibi olup bana şöyle bir baktıktan sonra "Sen hâlâ pılını pırtını toparlamadın mı?" dediğinde hiçbir şey demeden araçtan çıkıp yanına gittim. Kapısını açtım ve kemerini çözüp destek olmak için kolundan tutarak "Eve geldik. Biraz sessiz olalım çünkü çocukların önüne sarhoş halde çıkmayı sen de istemezsin" dedikten sonra arabadan çıkmasını sağladım. "Sarhoş olabilirim ama en azından babaları gibi ex aşkımı korumak için analarının arkasından iş çevirmiyorum!" demesi eşliğinde kapıları kilitlerken ayakta durmakta zorlanıyor olacak ki başını omuzuma gömdü. Yer yer sendeleyerek yer yer de duraksayarak kapıya kadar yaklaştık.

"Ben senin arkandan iş çevirmedim Eylül!"

"Fırrrıldak gibi dönmüşsün doktor ne anlatıyorsun sen bana?"

"Benim derdim sadece sizin iyi ve güvende olmanızdı"

"Hay ben o Nisa'nın güvenliğine de ona da..."

"Nisa'yı değil seni ve bebeğimizi kastettim"

"Sevdiceğini de ne çabuk yarı yolda bıraktın be doktor! Yakışmadı bu sana"

"Eylül yeter ama! Nisa benim hiçbir şeyim değil bunu sen de adın gibi biliyorsun"

Bir yandan Eylül'ü tutup bir yandan da anahtarı cebimden çıkarmaya çalışırken kapı açıldı ve Belma Hanım bizi görüp "Aa! Kızım bu ne hâl?" dedi haklı olarak. Tam durumu toparlamak adına "Meral ile biraz kafa dağıtmışlar" diyordum ki Eylül'ün "Senin bu toz kondurmadığın damadın olacak adam var ya katil edecek beni anne! Adamın köstebeği bitiyor Feride'si başlıyor tam o da bitti rahata erdim diyorum hoooop Nisa'sı çıkıyor ortaya..." demesiyle sevgili kayınvalidem ile göz göze kaldık. Ne diyeceğimi de bilemedim sadece böyle bir şey olmadığını anlaması için başımı iki yana sallayabildim.

Neyse ki Belma Hanım beni tanıyordu da herhangi bir şey demeden sadece Eylül'ü içeriye almama yardım edip "Kahve içirdiniz mi?" diye sordu. İçiremediğimi çünkü arabada sızıp kaldığını söylediğimde "Uyusun madem hiç şimdi kahve yapıp uykusunu kaçırmayalım. Çocukların annelerini bu halde görmesi pek hoş olmaz" dedi. Aynı fikirdeyim. Belma Hanım ile birlikte üst kata çıktıktan sonra bir şey olursa haber vermemi isteyip o kendi odasına gitti biz de kendi odamıza girdik.

Eylül'ü yatağa yatırdıktan sonra gözüm dizine sarılı bezde olarak sandaletlerini çıkarıp kenara koydum. Bisikletten düştüğü sırada dizi yaralanmış olmalı. Banyodaki ecza dolabından birkaç parça şey aldıktan sonra Eylül'ün yanına dönüp kanlanmış bezi çıkardım. Dizindeki yarayı temizlerken Eylül de gözleri kapalı olsa da yine de bana "Nisa çirozuna karmik hatun beni evden attı bir döşek at geliyorum dedin mi?" diyerek laf yetiştiriyordu. Hiçbir karşılık vermedim çünkü beni duyacağa benzemiyordu.

"Ay ne heyecan yapar şimdi o saçını başını yolup eline verdiğim! Amacına ulaştı ya o bir karış eteği zil çalar artık. Ama var ya hastanedeki odanın etrafında fink atmalarından anlamalıydım niyetini. Bombayı bırakıp bizim aramızı bozacak ya önceden sana görünmek istemiş ki sen kendini boşlukta hissedersen aklına ilk o gelsin. Çok kurnaz kadın çok! Aslında kurnaz değil başka bir şey demek isterdim ama çocuklarımla aynı çatının altındayken ağzımı bozmak istemiyorum"

Söylenmeleri eşliğinde dizini sarıp ortalığı toparladıktan sonra üzerimi değiştirip Eylül için de dolaptan kolayca giydirebileceğim bir gecelik buldum. Yanına döndükten sonra yatakta doğrulmasını sağlayıp tişörtünü çıkarmaya çalışırken de gözlerini aralayıp bana bakmaya başladı. Bu defa kızgın ya da öfkeli değildi. Bakışlarında çok masum bir hâl vardı. Gözlerimi kırgın bakışlı gözlerinden çekemeden çıkardığım tişörtünü kenara bırakıp geceliği başından geçirdim ama bir yandan da "Aklında ne varsa söyle de rahatla" dedim içten içe. Sanki beni duymuş gibi "Neden yaptın bunu be doktor?" dedi. Bir şey diyemedim sadece derin bir nefes aldım.

llollşş.jpg


Eylül de aldığım nefesin boğazımda düğümlenmesine neden olup "İlk defa kendimi yanında korunmasız hissettim biliyor musun? İlk defa... Sana ne kadar çok güveniyormuşum meğerse" dedi. Eylül sessizleşip yatağa kıvrılarak uyumaya başladığında kalbimin sıkıştığını hissettim desem mübalağa etmiş olmam. Bana kendisini korunmasız hissettiğini söylemesi tüm öfkeli bağırışlarından boşanma tehditlerinden çok daha ağır geldi. Çünkü bu fiziksel bir kavgadan ya da sözlü bir tartışmadan öteydi. Bu binbir emekle büyüttüğümüz ilişkimizin temeline inen bir darbeydi.


........::::::::__Ertesi Gün__::::::::........

Hangi ara uyuyakaldım bilmiyorum ama bütün gece yatakta huzursuzca dönüp durdum. Gözlerimi araladığımda odanın içi sessizdi. Birkaç saniye boyunca dün yaşadığımız kaosu düşünüp kafamı toparlamaya çalıştım. Bir sonuç vermedi. Hâlâ düşündükçe kalbim sıkışıyor. Sol tarafımdaki boşluğu hissedince dikkatim gibi bakışlarımda yatağın diğer tarafına döndü. Eylül yoktu ve yatağın ona ait olan kısmı toplanmıştı. Yavaşça doğrulup etrafı dinledim ama ne banyodan ne de koridordan ses gelmiyordu. Yataktan kalkıp yüzümü yıkadıktan sonra elime geçen ilk şeyi üzerime geçirip odadan çıktım. Çocukların odalarına da göz attım ama ikisi de bomboştu. Ağır adımlarla merdivenleri inip çocukların sesini takip ederek mutfağa girdim. Herkes buradayken Eylül yoktu.

"Baba bak kedim de kahvaltı yapıyor. Ona süt verdik lıkır lıkır içiyor"

Yasemin kucağıma gelip şaşırmış bir tavırla "Annem kedimi gördü ama hiç kızmadı biliyor musun? Hatta Yumuş'u kucağına alıp sevdi ve onun çok güzel bir kedi olduğunu söyledi. Yumuş bizimle kalabilirmiş inanabiliyor musun baba? Annem izin verdi ona bakmama" dese de Eylül'den başka hiçbir şey düşünemedim. Sadece Yasemin'in saçını öpüp annesinin izin vermesine sevindiğimi söyledim. O sırada da Belma Hanım ile göz göze geldik. O da endişeli gibiydi ama zihninde dönen sorulara çocukların yanında cevap alamayacağını bildiği için bir şey diyemiyordu.

Sorar gözlerle baktım ve o da ne öğrenmeye çalıştığımı anlamış gibi bakıp o an asla duymak istemeyeceğim bir şey söyleyerek "Eylül sabah erkenden çıktı. Marmaris'e eski bir dostunu görmeye gidecekmiş Ahmet'in haberi var dedi. Ama fazla kalmayacakmış yarın akşam evde olurmuş. Ansızın nereden çıktı bu Marmaris işi anlamadım" dedi. Eski bir dostunu görmeye değil o Buğra'nın yanına gidiyor. Bunu duyduğum anda beynimde vurulmuşa döndüm. Bu denli sinirliyken Buğra ile karşı karşıya gelmemeli. İlla gelecekse de yanında ben de olmalıydım. Ne yapıyorsun sen Eylül!

fdgf.png


........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız


Buğra'nın hikayesini eklemeye başladım : Kendime Yalan Söyledim (Yazan : Nk83)

 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst