Beni Kalbine Yaz (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?


  • Kullanılan toplam oy
    2
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.625
Tepki
84.273
Puan
113
Konum
İstanbul
"Doğru zamanda gelen yanlış insana tanıdığın şansı,
yanlış zamanda gelen doğru insana tanımadığın sürece, üzülen hep sen olursun"
Anton Çehov

tufdru8.png


19.Bölüm : Kitana VS Scorpion

........::::::::__Eylül__::::::::........

Gizem ile yaptığımız nahoş konuşmanın ardından bahçede kalıp biraz hava almak istedim. İçeriye hemen girersem o dört duvar üstüme üstüme gelecekmiş gibi hissettim çünkü. Delireceğim ya! Esmeri kumralı yetmedi bir de sarışını çıktı başıma. Gerçi bu defa doktor efendi durumdan habersiz ama olsun o da her gördüğü kadınla muhabbeti koyultmasın değil mi? Bir de utanmadan kadınlara derler kuyruk sallamıştır diye yahu adamın kırk tane kuyruğu var kırkının da ucu birbirine değmiyor ne profesyonel bir flörtözmüş anlamadım gitti. Benim konuşmamam lazım çünkü konuştukça daha da çok sinirleniyorum sinirlendikçe de gidip adamın gırtlağına yapışasım geliyor.

İçeridekiler de yokluğumu fark edip merak etmeden geri dönsem iyi olacak. Gerçi Meral kesin anlamıştır bir numaralar döndüğünü. Evin aralık kapısından içeriye girdiğimde karşı odada doktorla Kaan'ı mutlu mesut bir halde oyun oynarken görünce asabım bozulmadı diyemem. Biz nelerle uğraşıyoruz adamın umurunda bile değil. Biri çıkıp da "Ev yanıyor! Patlamaya üç saniye kaçııın!" dese bu doktor efendi "Dur şu bölümü de geçeyim geliyorum" diyecek resmen.

Onlara dik dik bakmayı sürdürürken Meral beni kolumdan tutup kenara çekti ve "Ne olduğunu anlatacak mısın artık? Gizem ile ikiniz o kadar garip davranıyorsunuz ki merak etmemek elde değil" dedi. Belki de kimseye anlatmamalıyım ama anlatacağım galiba çünkü biriyle konuşmazsam ortadan ikiye çatlayacağım gibime geliyor. Hem Meral de ağzı sıkılardan yani sıkıntı olmaz.

"Gizem ile sohbet ettik demiştim ya..."

"Evet ne oldu?"

"O konuşmada bana yıllar önce buradan kaçar gibi gitme sebebinin ne olduğunu anlattı. En yakın arkadaşına sırılsıklam aşıkmış ama olmayacak bir şey olduğunu düşündüğü için buralardan gitmiş. İşin kötüsü ona hâlâ aşık!"

Az önce benim yaşadığım şokun bir benzerini şu an Meral yaşıyor olmalı ama korkmasın çünkü onun cephesinde asayiş berkemal. Yani vukuat yine bendeniz bela çekici Eylül'ün mıntıkasında. Meral kısa bir an sessiz kalıp duyacaklarının korkusunu yaşayarak salona doğru bakarken bir yandan da "Selim miymiş yani?" deyince amca yeğene bakarken dalmışım herhalde çünkü düşünmeden etmeden "Yok sen rahatsın! Yine döndü dolaştı mevzunun ucu bana dokundu. Bela çekiciyim ya ben biri gidiyor biri geliyor!" deyiverdim.

Meral ne düşündü bilemiyorum ama tam bana bir şey diyecekken doktorun karşımda güle oynaya Kaan ile şakalaştığını görüp elimde olmadan yükseldim ve "Doktormuş!" dedikten sonra gözlerimi bu rahatlıkta bir dünya devi olan adamdan ayırmadan "Bu adam var ya benim sinirlerimi çok bozuyor!" dedim. Böyle deyince Meral de şaşırdı tabii.

"Sen bunu nereden biliyorsun?"

"Kendi ağzıyla söyledi"

"Gizem mi?"

"Evet az önce bahçede sıkıştırdım o da söylemek zorunda kaldı. Ben Selim'den bahsediyor sanıyordum ama bir baktım ki yine olayın başrolünde bizim flörtöz doktorun ta kendisi varmış"

"Ahmet ağabey biliyor muymuş peki?"

"Hayır bilmiyormuş çünkü gizemli Gizem'imiz ona bundan hiç bahsetmemiş. Bana sen de söyleme lütfen dedi"

"Ee! Ne olacak şimdi?"

"Bir şey olmayacak. Hadi sen git kocanın yanına ben de gidip bir hâl hatır sorayım şu şeytan tüylerini tek tek yolduğumunun doktoruna!"

"Eylül dur saçmalama! Ahmet ağabeyin ne suçu var?"

"Ben malımı bilirim Meral! Kesin kıza ümit verici birkaç kelam edip arada da çapkın çapkın bakışlar atmıştır o!"

"Sen niye bu kadar kızdın ki? Ahmet ağabeyin gönül işlerinin seni bu denli ilgilendirdiğini bilmiyordum"

"İlgilendiriyor çünkü adam tanıştığımız günden beri belli ki beni baş cariyesi yapmaya çalışıyor!"

Meral'in şaşkın bir halde "Ne yapmaya çalışıyor?" diye sorduğunu duyunca bir anda neler dediğimi idrak edip konuyu kapatarak "Neyse gidiyorum ben! Sinirim yatışmadan hıncımı almam lazım bu adamdan" dedim. Meral'in bir şey söylemesine bile fırsat vermeden doğruca odanın önüne gittim. Kapının önünde duruyorum ama nasıl daldıysa gözü beni bile görmüyor!


ljkhjdfhgjvj.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Amca her seferinde beni yenmek zorunda mısın? Çocuk olduğum için belki arada sırada benim de yenmeme izin verebilirsin"

"Bu seni gerçekten mutlu edecek mi peki? Yani hakkın olmayan bir başarıya sevinmek..."

"Aynı babam gibi konuştun o da hep böyle söylüyor"

"Böyle söylüyoruz çünkü ikimiz de senin gerçek ve gurur duyulası başarılar elde etmeni istiyoruz. Başkasının hakkına girerek elde edilen başarı başarı değildir Kaan"

"Anladım galiba"

"Hadi bir daha deneyelim ama bu defa tüm gücünle savaşmanı istiyorum"

Kaan o yenilesi yüzünü daha da şirin bir ifadeyle asıp "Şimdi oynamayalım amca ben biraz çalışayım güçleneyim seni yenebileceğime inandığım zaman çıkarım karşına" deyince yumruğumu gururla omzuna dokundurarak "Aslanım benim! Bu karşılaşmayı sabırsızlıkla bekleyeceğim" dedim. Kaan kolumun altına girip saatimi yeni mi aldığımı sorarak onu bileğimde evirip çevirirken "O halde oyuncu değişikliği yapalım. Kaan'ın yerine şimdilik ben geçeyim ne dersin doktor?" diyen Eylül'ün sesini duydum ve bakışlarımı hemen kapıya doğru çevirdim. Ooo! Gözleri yine alev almış. En sevdiğim Eylülsel hâl!

Yüzündeki tedirgin edici ifadeye karşılık "Büyük bir zevkle kabul ederim" dedim ama özgüvenim iki saniye içinde yerle bir oldu çünkü Kaan bu konuşmaya şahit olunca kulağıma sokularak bana "Eylül abladan dayak yersen büyük ihtimalle gülerim gibime geliyor. Onun yanında güldüm diye bana bozulmazsın değil mi amca?" diye sordu. Duyduğum şeyin şokunu yaşayan bakışlarım ağır çekimde Kaan'a dönerken o da mesajı almış olacak ki gözlerini bir sağ bir sol yaptırıp "Ya da ben en iyisi annemlerin yanına gideyim çünkü kendimi tutamayabilirim" dedi. Beyefendi bununla da kalmadı. Koltuktan kalktıktan sonra yanından geçtiği Eylül ile birbirlerine göz kırpıp bana çaktırmamaya çalışarak da ellerini arkadan çak yaparak salona döndü. Anladığım kadarıyla az önce yeğenim tarafından güzeller güzeli bir kadına feda edildim.

Bakışlarımı kısa zamanda müptelası olduğum o muhteşem kokuyu yaya yaya önümden geçip yanıma oturan Eylül'e döndürdüğümde o da yan gözle bana "Ne oldu?" dermiş gibi bakmaya başladı. Neler olmuyor ki? Bugüne kadar beni peşinden sürükleyebilen tek koku fırından yeni çıkmış paskalya çöreği kokusuydu ama şimdi ona sen de eklendin desem büyük ihtimalle bu söylediğimin benim için ne kadar özel olduğunu anlamaz. Sanırım kendimi bu konuda riske atmayıp sussam iyi olacak zaten sinirli görünüyor bir de gereksiz yere ben yükseltmeyeyim.

"Demek amca yeğen Mortal Kombat oynuyordunuz. Ne güzel de denk geldi bilemezsin hatta şu an en çok ihtiyacım olan şeydi desem yalan olmaz"

"Bilir misin ki?"

"Eh! Bilirim biraz. Hadi seç bakalım birazdan önümde diz çöküp merhamet dilenmek zorunda kalacak olan karakterini"

Ooouuuvv! Gerçek hayatta yapamadı sanal hayatta öldürecek beni! Onu öptüğüm için bana hâlâ kızgın demek ki. Seçim ekranına gelip "Bakıyorum yine iddialıyız" dediğimde önce görmekten hiçbir zaman bıkıp usanmayacağım o kocaman gözlerini "İddialı değilim" diyerek üzerime çevirdi sonra da bakışlarını aniden sertleştirerek "Sinirliyim" dedi. Fark ettim. Edilmeyecek gibi değil ki. Bakışlarımı televizyon ekranına yöneltip "Scorpion'ı seçiyorum" dediğimde o da önüne döndü ve pek de emin değilmiş gibi "Ben de..." diyerek karakterler arasında gidip gelmeye başladı. Yardımcı olmak adına "Kitana nasıl?" diye sordum ama Eylül hafiften hafiften saldırıya geçerek "Oyun bahane maksat gözüm gönlüm bayram etsin diyorsun yani" dedi. Bunu dediğimden benim neden haberim yok acaba?

Söylemek istediği şeyi tam olarak anlayamayıp "Efendim?" deyince Eylül de buna istinaden "Adil bir yarış olması için kadın karakter seçip dikkatini dağıtmayayım diyorum doktor. Malum bu Kitana denen hatun da biraz esmer çirkini kod adlı Feride Hanımcığını anımsatıyor. Neme lazım şimdi tam oyunun ortasında aklın falan karışır sonra vay efendim ben niye yenildim diye mızıklarsın hiç çekemem inan ki" dedi. Bir oyun karakterini Feride ile ne ara bağdaştırdı anlamadım ama fena laf çarptı. Demek hâlâ Feride mevzusuyla alakalı bir takıklığı mevcut. Sanırım buna sevinsem hiç kimse bana neden sevindin diyemez. Resmen ilgilendiğim ama ısrarla benimle ilgilenmediğini söyleyen bir kadın tarafından kıskanılıyorum. Anlaşılması çok zor bir kadınsın Eylül Acar!

Bu arada ikinci keredir fark ediyorum kıskanırken de tam bir afet-i devran oluyormuş. Böyle gözler falan bırakın ateş etmeyi resmen alevli füze gönderiyor. Bu kız dünyaya aklımı başımdan alsın diye mi gönderildi bilmiyorum ama niyet ne olursa olsun beni perişan ettiği bir gerçek. Bu arada dikkat dağılmasından bahsetti değil mi? Bana lehime çevirebileceğim bir pas verince onun o güzel gözlerine baka baka golümü atmasam olmazdı.

"Bu zamana kadar dikkatimi dağıtmayı başaran tek bir kadın oldu o da şu an yanımda oturuyor. Yani seçtiğin karakterin pek bir önemi yok çünkü her halükârda karşımda o güzel çehreni göreceğimden adının Eylül olduğu kadar emin olabilirsin"

Tüh! Sarstım ama aramıza ördüğü duvarlar o kadar sağlam ki birkaç tuğla devirsem de hepsini yıkmayı başaramadım. Alevleri hâlâ sönmeyen gözlerini kısa kısa küçültüp oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Konu kilit! Oyunu başlat" deyince burnumun dibinde bitmesiyle nasıl büyülendiysem bir an gözlerim dudaklarına kaydı. Kullandığı ruj kaynaklı olsa gerek o güzel dudaklarından buram buram yayılan şeftali kokusu "Hey doktor beni hatırladın mı? diyordu sanki. Bir yerlerden çıkaracağım ama... Latife yapıyorum onu unutmam ne mümkün. Aklımdan Eylül'ü öptüğüm an geçerken bir yandan da bir kez daha öpsem en kötü bir tokat daha yerim diye düşünüyordum. Yalnız böyle bakmaya devam edersem öpemeden tokadı yiyeceğim gibi görünüyor. Ah! Kaderimde olduğunu hissediyorum Eylül Acar ve bu inancımın da o aramıza ördüğün duvarları eninde sonunda aşmamı sağlayacağını biliyorum.

........::::::::__Eylül VS Ahmet__::::::::........
rdytfuygju.png


Oyun başlar başlamaz neye uğradığımı şaşırdım. Sağdan soldan aşağıdan yukarıdan yediğim darbelerin haddi hesabı yoktu. Üzerime öyle bir geliyor ki bana yediğim yumruklardan sonra kendime gelme şansı bile tanımıyor. Gerçi kendime gelsem ne olacak? Oyun dahi olsa ona aynı karşılığı vermek istemediğim için olabildiğince ondan kaçmaya çalışacağım. İşin garibi ara sıra çaktırmadan Eylül'e bakıyorum da resmen kendisini kaybetmiş gibiydi. Bir yandan kızgın bakışlarıyla bana bir şeyler söylüyor bir yandan da sanki verdiğim cevapları beğenmemiş gibi ne dersem diyeyim Allah ne verdiyse dalıyordu. Umarım o da seçtiğim karakterin yüzünde beni görmüyordur.

"Dikişlerini aldırmışsın doktor"

"Aldıralı bayağı oldu. Ee! Malum olaydan sonra görüşemeyince..."

"Başlatma şimdi malum olayına! Bakıyorum iz falan kalmamış senin esmer çirkini kahrolmadı mı?"

"Feride mi?"

"Vay be! Kimden bahsettiğimi de hemen anladın. Helal olsun ne diyeyim"

"Dikişlerimden bahsediyoruz çağrışım yapması gayet normal değil mi? Ayrıca oyuna başlamadan önce de kızdan kod adı esmer çirkini diye bahsetmiştin"

"Her lafa da bir sayfa dolusu cevap!"

"Bir dakika bir dakika! O etrafımda dönüp başa bıçak saplama hareketini nasıl yaptın?"

"Bir ara mutfağa gel canlandırmalı olarak gösteririm. Ee! Kahrolmadı mı senin ki?"

"Niye kahrolsun ki?"

"Hastanenizin en gözde cerrahında iz bırakacağı için etekleri zil çalıyor gibi bir hali vardı da"

"Keşke birileri de kalbime attığı iz için endişeleniyor olsa... diyeceğim ama Eylül biraz soluk aldırsan diyorum en azından adam ayağa kalksın öyle vur"

"Karışma işime oyununu oyna kalbinin izine de başlatma şimdi! Dikişlerini kim aldı peki?"

kitana scorpion.gif


"O gün sen de duydun"

"Neyi duydum?"

"Feride başkasına yaptırırsam bozulacağını söylemişti"

"Bu dikişlerini o mu aldı demek oluyor?"

"Ee..."

"Doğru söyle doktor yeminlen daha yere bile düşemeden komboyu çakarım şaftın kayar!"

İkinci raunt sonunda gücüm gibi baş parmaklarımda can çekişirken sorusunu hiç de hoşlanmayacağı bir şekilde "Evet dikişlerimi Feride aldı" diyerek yanıtlamak zorunda kaldım. Eylül verdiğim cevaptan nefret etti ve tam o anda da benim bahtsız Scorpion'ım göğsünün tam ortasına Kitana'dan yediği sert tekmeyle havaya uçup hakkın rahmetine kavuştu. Ölüm saati 20:17!

O an o tekme sanki benim göğsüme de gelmiş gibi hissettim. Eminim Eylül de bana vurduğunu düşünerek savurdu o tekmeyi. Soluğum kesilirken gördüğüm son şey Kitana'nın elindeki bıçaklarla süslü yelpazesini savurup yüzüne doğru tutarak ekrana göz kırpması duyduğum son şey de Eylül'ün "Hadi şimdi git sevgili Feride'ne de kaportanı düzeltebilirse düzeltsin!" demesiydi.

Eylül'ün yanımdan sinir içinde kalktığını görür görmez Feride hakkında bir açıklama yapmadan gidemesin diye bileğinden yakalayarak ayağa kalktım. Önünde durunca o da farkında olmadan biraz sertçe tuttuğum bileğine ters ters bakarak "Ha susadın sen!" dedikten sonra bakışlarını bana doğru çevirdi. Susamak mı? Neden bahsettiğini tabii ki de anlayamadığım için "Ne?" dediğimde kolunu kurtarıp gözlerini açarak "Eceline diyorum doktor! Böyle kol yakalamalar bilek tutmalar level atlama telaşına girmeler falan... Umarım hızlı yaşa genç öl cesedin yakışıklı olsun diyenlerden değilsindir" dedi. Bugün de ağzından bal damlıyor. Kabul etsen de etmesen de arızanın önde gidenisin Eylül Acar!

Gözlerimin önünde çeşit çeşit mimik kullanan o seyir zevki yüksek haline bakarken dalıp gitmişim. Gözlerine baka kaldığım bir an "Ben daha çok kalbinin sesini dinleyip bulduysan kaybetme adını kalbine yaz ölümsüzleşsin diyenlerdenim" dediğimde beklemediğim bir şekilde sessiz kalarak bana bakmaya başladı. Ne oldu yine mi yanlış bir şey söyledim?

ghjhgjg.gif


Aah! İşte yine "Şu an hakkımda ne düşünüyorsun?" dediğim bakışlarından birini atıyor. Bu hoş bakışma ismini fısıldadığım anda aniden bozuldu. Eylül bana bakıp daldığını yeni fark etmiş gibi bir tavır takınarak tam yanımdan giderken aniden durdu. Neden durduğunu anlamaya çalışırken "Sana daha önce kafamı bozuyorsun demiştim hatırladın mı?" diyerek bana dönünce ne diyeceğinin merakıyla tebessüm edip "Seninle alakalı olan her şeyi hatırlıyorum" dedim. Yine bir garip bakıyor ya hadi hayırlısı...

"Şimdi ne hissediyorum biliyor musun?"

"Öğrenmeyi çok isterim"

"Canımı çok sıkıyorsun doktor!"

"Hisler konusunda yerimde saymadığıma ve iyi ya da kötü bir şekilde ilerleme kaydettiğime sevindim"

Gözlerini kısarak beni baştan aşağıya süzdükten sonra "Yemeğe bekleniyoruz. Bu dediğine cevabımı masada veririm" dedi. Eylül beni öylece bırakıp içeriye giderken ben de ardından bakıp bu cevabı herkesin içinde nasıl vereceğini düşündüm de o kadar insanın içinde pek de bir şey yapamaz herhalde. Yapmaz değil mi? Şu an yapabilir gibi geldi çünkü.


werdtgfhy.png

........::::::::__Eylül__::::::::........

Odadan çıktığım gibi Meral ile karşı karşıya geldim. O da bizi yemeğe çağırmaya geliyormuş. Beni görünce "Geçti mi bari sinirin?" dedi haklı olarak. Şöyle bir test ettim de pek geçmişe benzemiyor. Meral'in sorusunu "Tam geçiyor gibi oluyor yine beni heyheylendirmenin bir yolunu buluyor" diyerek yanıtlarken doktor efendi de odadan çıktı. Çıkar çıkmaz güya bana çarpmamak için elini belime koyunca ben de omzumun ucundan "Hayırdır?" dercesine ona doğru baktım. Ben kaşlarımı çatmış ona bakıyorum doktor da burnumun dibinden gözlerimin içine baka baka "Müsaadenle geçebilir miyim?" diye soruyor. Yahu o kadar yer var oradan geçse ya illa dibime gelecek. İyi alıştı ağzımızı burnumuzu birbirine karıştırmaya!

Hiçbir şey demeden bir adım yana çekildiğimde o da elini tek seferde çekmek yerine belimden aheste aheste uzaklaştırarak salona yöneldi. Bu artistik dokunuşların beni etkileyeceğini sanıyorsa çok yanılıyor. Bakışlarımla onu takip ederken Meral'in halimize gülerek "Ne oldu Gizem ile ilgili Ahmet ağabeyin ağzını arayabildin mi?" diye sorduğunu duyunca derin bir nefes alıp "Adamın haremi o kadar geniş ki Feride Hatun'dan Gizem Hatun'a sıra gelemedi!" dedim. Doğru ya ben Gizem ile ilgili sıkıştıracaktım bu adamı niye unuttum ki?

Meral'in muzurca bakan bakışlarını görünce yüzümü ekşitip "Bir tur daha mı oyun oynasaydık acaba? Ben bu adamı dövmelere doyamadım" dediğimde Meral hemen koluma girdi ve beni bahçeye yönlendirerek "Hadi gel sofrada harika yemekler var. Birkaç dakikaya sinir minir kalmaz sende merak etme" dedi. "Umarım öyle olur" hisleriyle birlikte bahçeye çıktık. Doktor bahçeye kurulan masadaki mumları yakarken Selim de hoş bir müzik ayarlıyordu. Bir an istek yapıp Orhan Gencebay'dan "Bana kaderimin bir oyunu mu bu?" şarkısını çaldırmak istedim çünkü daha dakika bir gol bir Gizem doktor ve ben masada inci gibi yan yana dizildik. Tamam bu kötü bir başlangıç oldu ama şu andan itibaren yan tarafı görmeyip tüm dikkatimi Merallere ve bu güzel sofraya vereceğim.

Müberra Hanım'ın leziz mezeleri elden ele geçerken masada da hoş bir sohbet vardı. Konu konuyu açarken de Meral tanıtım fotoğraflarının çekildiği gün şu mavi saçlı kaşında da kurukafa temalı piercing olan garip tavırlı kuaförümüzle olan imtihanımdan bahsetmeye başladı. Hani şu elimden zor aldıkları adam. Iyyy! O adamı hatırlamak bile saç diplerimde sızıya neden oluyor. Hiç beklemediğim anlarda elini babasının bağı gibi daldırıveriyordu saçlarıma. Meral perde arkasında yaşananları paylaşırken haliyle herkes çok eğlendi.

Suyumu yudumladıktan sonra Selim'e "O gün ikinizin arasında bir şeyler olduğunu anlamıştım" dediğimde Selim de Meral'in elini tutup parmaklarının üzerini öperken "O kadar belli oluyor muydu?" diye sordu. Hem de nasıl! Gözlerimi açıp gülümseyerek "Olmaz mı? O aşk dolu bakışlarınızı takip ederken kaç kere dalıp gittim kaç kere de o cırtlak sesli asistanın "Eylül Hanııım!" diye cırlamasını duyup yerimden sıçradım biliyor musunuz siz?" dediğimde yan tarafımda oturan doktor efendinin sessizce "Herkesi anladın da bir beni anlayamadın" dedikten sonra bu lafını örtmek için de masaya şöyle bir bakıp "Rica etsem biberliği uzatır mısın Eylül?" dediğini işittim. Adam bir rahat duramıyor. Demek herkesi anladım bir tek onu anlayamadım. Sen kendini doğru anlatabildin mi de benden seni anlamamı bekliyorsun derler adama!

esfdtfhy.png


Elbetteki bu güzel ortamı bozacak kötü bir şey yapmayacağım ama bu bir şey yapmayacağım anlamına da gelmez. Benden istediği biberliğin içinden pul biberini alıp doktorun gözlerine de "Şimdi de sen beni anla bakalım" dercesine bakarak etine dökmeye başladım. O sırada ben ona bakıyorum o da bana bakıyordu. Dökme işlemi bitene kadar da gözlerimizi bir an olsun çekmedik birbirimizden. Oops! Biberin miktarı da biraz elimden kaçtı ama etin kaplaması güzel oldu bence. Hem acı iyidir derler değil mi? O kısık kısık konuştuğu sesini de açar belki. Etinin can çekişen halini gördükten sonra bakışlarını bana döndürdü. Bak derdini düzgünce anlatınca anlaşılıyormuş işte.

Bakışı yüzünden tek kaşımı ister istemez kaldırıp ima içeriği yüksek bir ifadeyle de "Afiyet olsun doktor" dedikten sonra biberliği yerine bırakarak yemeğime geri döndüm. Belki gözlerim değil ama tüm dikkatim ondaydı. Etinden aldığı her lokma sonrası neredeyse yarım bardak su içti. Güldüğümü belli etmemek için büyük bir çaba harcadığımı itiraf etmem gerek. Hadi itiraf edeyim onu hiç bu kadar sempatik görmemiştim. Sesi çıkmadığı gibi Meral'in sessizce tabağını değiştirebileceğini söylemesine rağmen ona etinin acılı halini çok daha fazla beğendiğini söyledi. Ne beğenmesi Allah aşkına? Çaktırmadan gözlerine bakıyorum da şu an cayır cayır yanıyor olmalı. Ah be doktor! Ne yapacağız biz seninle?

........::::::::____::::::::........

Birbirinden güzel yemekleri afiyetle yedikten sonra kahve servisi için hazırlıklar başladı. Müberra Hanım özel günlerde kullandıkları tatlı tabaklarını çıkarırken benim gözüm de koyu bir sohbete dalan muhteşem ikiliye kaydı. Bir de bana herkesi anladın da bir beni anlayamadın diyor. Yahu sen kaç senedir şu kadının sana karşı duyguları olduğunu nasıl anlayamadın peki? O öyle çapkın çapkın ortalarda gezmeye benzemez doktor! Sadece bakmayacaksın bakarken göreceksin de...

Meral mutfakta boş durmamak için peçeteleri katlarken ben de doktorun Gizem'in bardağına su doldururken bir yandan da onu güldürecek bir şeyler söylediğini gördüm ve içimde tutamayarak "Bak nasıl da pis pis sırıtıyor kadına! Gidip arkasından iteklesem mi acaba daha rahat düşsün ağzının içine!" dedim. Meral elindeki peçeteleri bırakıp yanıma geldikten sonra pencereden onların haline bakarak "Sadece sohbet ediyor gibi görünüyorlar" dedi. Hee! Sadece sohbet ediyorlar. O kaşın gözün oynaklığı ne peki?

"Bu adam herkesle böyle sohbet ediyorsa işimiz var yani"

"Ne dedin?"

"Sohbetine diyorum... Turp sıkarım diyorum"

"Eylül sen ciddi ciddi Ahmet ağabeyi kıskanıyorsun farkında mısın?"

"Kıskançlık değil de..."

"Bu gördüklerim kıskançlık değilse ne peki?"

"Sadece bir yandan ona inanmamı bekleyip bir yandan da başka kadınlara böyle samimi davranıyor ya işte o an ellerimle boynunu kavrayıp gözünün içine baka baka onu boğasım geliyor"

"Kıskançlık değilmiş gerçekten"

"Gülme Meral!"

"Tamam gülmüyorum"

"Bak bak şu haline bak! Utanmasa peçeteyi alıp dudaklarını silecek kadının"

"Abartıyorsun bence"

"Müberra Hanım kahve yapıyor değil mi?"

"Evet ne oldu?"

"Henüz bir şey olmadı ama birazdan olacak. Ben şu kahve işine bir el atayım"

"Ne yapacaksın?"

"Sen beni düşünme misafirlerinle ilgilen. Şu kadını da doktordan uzak tut sinirimi bozuyorlar. Artık ortalarına mı oturursun Kaan'ı amcasının yanına mı gönderirsin yap bir şey işte"

"Eylül dur! Nereye gidiyorsun?"

"Zıkkımın peki denen çok özel bir karışımım var da gidip doktor için onu hazırlayacağım"

"Bu kadar da acımasız olamazsın. Yapma lütfen yazık adama"

"Kötü bir şey olmayacak korkma. Hatta damak zevki varsa inan ki çok beğenecek!"

Ben kahvelerin başına geçerken Meral ile Müberra Hanım da tatlıları tabaklara koyup dışarıya götürmeye başladı. Doktor da masadayken benden biberliği istemişti değil mi? Demek acı seviyor. Bu beğenisini göz önünde bulundurarak hatırı sayılır miktarda tuz karabiber ve sirke ekledikten sonra doktorun kahvesini de bir fincana koyup Müberra Hanım'ın ardından gittim. Tam da ondan beklediğim gibi herkesin fincanına baktıktan sonra iki dakika sabredemeyip kadıncağıza "Bana kahve yok mu Büberra Sultan'ım? Yoksa yine bir haylazlık yaptım da ceza mı aldım?" dedi. Sorusuna cevap Müberra Hanım yerine benden geldi. Kahvesini önüne koyup kinaye içeren bir tonlamayla da "Sen ve haylazlık etmek... Yan yana gelemeyecek iki uç şey" dedikten sonra yerime geçip oturdum. Tuhaf tuhaf bakıp duruyor. Onun kahvesini ben yapıp getirdim ya şok oldu.

Tatlılarımızı yemeğe başladığımızda Selim gelelim sebebi ziyaretinize dercesine söze girdi. "Bugün şirkette Meral ve Gizem ile birlikte biraz sohbet ettik. Bu sohbetin içeriği seninle ilgiliydi Eylül" dediğini duyup ne konuştuklarını merak ederek ona doğru baktım. Elimdeki suyu masaya bıraktığımda Selim sözüne devam ederek "Bu gibi durumlarda lafı dolandırmayı sevmiyorum. İki Hayal Tek Bir Şişede tanıtımlarında Meral ile birlikte harika bir iş çıkardınız ve açıkçası ben bunun bir devamlılığı olmasını istiyorum. Bugün bu düşüncemi Meral ve Gizem ile de paylaştım. Onlar da bu fikre çok sıcak baktılar. Demek istediğim şu ki ben Atahan markasının daimi yüzü olup bundan sonra tüm işlerimizde bizim markamızı temsil etmeni istiyorum Eylül. Tabii senin de iş konusunda başka bir düşüncen yoksa" dedi. Şaka yapmıyor değil mi? Bana mükemmel bir iş teklifi yapmasının şokunu yaşarken yanımda oturan doktordan öksürükle birlikte tuhaf sesler gelmeye başladı. Boğuluyor mu o?

Selim'e cevap veremeden "Harika! Masadaki tek doktor iki yudum kahveyle kendisini boğmayı başardı" diyerek doktorun sırtına peş peşe vurmaya başladım. Aslında onun suçu değil galiba. Kahvenin karabiberi fazla kaçmış olmalı. Adamın rengi mengi gidince telaşlanıp "Şişşt! İyi misin sen? Doktor korkutma beni" dedim ama o ne dese Eylül gıcık olur bir düşün bakalım. Tabii ki de "Durumla pek alakası yok ama sen yine de şöyle en şeftalilisinden bir suni teneffüs yapsan hayır demem" derse olur. Göstereceğim ben şimdi ona suni teneffüsü! Sırtına okkalı bir vuruş daha yaparken kardeşine dönüp beni kastederek "Sürekli göz önünde mi olacak yani?" diye sordu. Hoppala! Boğuluyordun doktor bırak şimdi göz önünde mi olacağım kulak arkasında mı duracağımları...

Bak şimdi küçücük çocuğu da halimize güldürdü görüyor musun? Meral kıkır kıkır gülen Kaan'ı susturmaya çalışırken konuyu kaynatmak adına Selim'e dönüp ağabeyinin boğulma girişimini kastederek "Selim kusura bakma malum olaydan dolayı cevap veremedim" dedim ve doktorun kısasa kısas yapar gibi "Başlatma şimdi malum olayından!" diye fısıldamasıyla aniden ona döndüm. Özellikle yapıyor değil mi? Beni sinirlendirmeye çalışıyor ki kızıp üzerine daha çok gideyim o da bu durumdan keyif alsın.

"Yapma şunu!" diye fısıldayıp o da belli belirsiz gülümseyerek önüne dönünce ben de Selim'e ve mevcut konuya geri dönerek "Teklifin beni gerçekten çok şaşırttı. Açıkçası Meral bana Selim seninle iş ile alakalı bir şeyler konuşmak istiyor demişti ama senin bana bu kadar büyük bir iş fırsatı sunacağını beklemiyordum. Tabii ki de kabul ediyorum. Etmemem mümkün değil zaten... Ben de böylesine köklü bir firmanın yüzü olmaktan dolayı mutluluk duyarım" dedim. İnanamıyorum ya tam yeni seçenekleri gözden geçirmeye karar vermişken hem harika bir ev hem de mükemmel bir iş buldum. Görünen o ki darmadağın olmuş olan hayatım yavaş yavaş düzene girmeye başladı.

Kahveler eşliğinde tatlılarımızı da yedikten sonra doktor sabah bir ameliyatı olduğunu ve hazırlanmak için de erkenden hastanede olması gerektiğini söyledi. Böyle deyince de bir tedirgin olmadım değil. Kimi ameliyat edecek acaba? İnşallah o aklını kaçırmış gibi etrafına saldıran adamın eşi değildir. Herkesin içinde soramıyorum da. Şimdi demezler mi sen nereden biliyorsun hayırdır diye? Derler tabii. Mesela ben olsam kesin derim. En iyisi onunla birlikte kalkıp aklıma takılan ne var ne yoksa hepsini yolda sorayım.

Tam benim de kalkmam gerektiğini söylerken Meral'in kaş göz işaretleri yaparak beni içeriye çağırdığını fark ettim. Tabii sorgulamadan hemen yerimden kalktım. Arkasından gidip salona girdikten sonra "Ne oldu Meral bir şey mi var?" dediğimde önce biri var mı diye koridora baktı sonra da bana dönüp "Annem Selim ve Ahmet ağabey dışında kimse bilmiyor" dedi. Dırı dı dıt dıııı dııııt! Duydunuz Meral'in sesini Eylül'ün kulaklarını kapatın çünkü muhtemelen yeni bir sır daha geliyor.

Duyacağım şeyin tedirginliğiyle yüzümü ekşitip "Böyle konuşulduğunda cidden çok korkuyorum. Bence söyleyeceğin şey her neyse ben de bilmemeliyim" dedim ama söyleyeceği şey kötü bir şey değil galiba çünkü gülümseyerek elimi tuttu. Ne olduğunu anlamaya çalışırken de heyecanı gözlerinden okunur bir halde "Hamileyim!" dedi. Nasıl yani? Ama ona getirdiğim gebelik testini yaptığı zaman hamile olmadığını öğrenmişti. Yani bu o zaman hamile değildi ama şimdi hamile mi demek oluyor? Düşünürken onu baştan aşağıya inceleyip "Şaka yapıyorsun değil mi?" diye sorduğumda başını iki yana sallayarak "Hayır şaka falan değil. Telaş yapma diye sana söylemedim ama evdeyken düştüm ve o sırada kırılan çerçevenin camı omzuma girdi. Alelacele hastaneye gittik tabii. Pansumanım yapılırken de bayılmış olmam sebebiyle bir sürü test yapıldı o sırada öğrendik işte. Eylül bizim Selim ile bir bebeğimiz olacak" dedi. O kadar mutlu ki o mutluluğu bana da geçirdi. Şaşkın olmama rağmen "Sizin adınıza çok sevindim Meral harika bir haber bu tebrik ederim" diyerek sıkıca sarıldım. Tabii aklıma takılan şeyler de olmadı değil. Bu kızın tedavi olmaya devam etmesi lazım değil mi? Ama hamileymiş...

"Peki bir şey soracağım Meral bu senin durumun için biraz riskli değil mi?"

"O kısım biraz can sıkıcı"

"Niye ne oldu?"

"Normalde çok erken bir dönem olduğu için bebeği aldırmayı ve hemen kemoterapiye başlamayı öneriyorlarmış ama ben ondan vazgeçmek istemedim. Böyle bir anda gelmesinin bir nedeni olmalı. Bakma şimdi iyiyiz ama Selim de beni riske atmak istemediği için bu kararıma kâti suretle karşı çıktı. Onu çok zor ikna ettik. O günleri düşünmek bile istemiyorum onu o kadar üzdüm ki beni yeniden kaybetme ihtimalinin düşüncesi mahvetti onu"

"Haklı Meral. Sen ameliyathanedeyken neler yaşadığını gözlerimle gördüm. Kolay değildi hiçbir şey. O zaman bebek doğana kadar tedavin ertelenecek"

"Ahmet ağabey hamileliğin riskli dönemi atlatıldıktan sonra anneye uygulanan kemoterapinin bebeğe bir zararı olmayacağını söylüyor"

"Mucizesever doktor iş başında desene"

"Hastası ben olunca olmayacağı bile oldurmaya çalışıyor ne yapsın? Selim son derece kararlı bir şekilde ben Meral'i riske atmam konu kapandı derken ben de inatla doğuracağım deyince o da ikimizin de içini rahat ettirecek çıkar bir yol bulmaya çalıştı ve sonuç bu oldu"

"Demek bu yüzden günlerdir sesi soluğu çıkmıyordu"

"Efendim?"

"Şey... Kızıyorum falan ama doktorluğu on numara beş yıldız diyorum"

"Evet mesleğine aşık bir adam"

"Sadece mesleğine mi? Uçan kuşa bile aşık olacak neredeyse... Bak gider ayak yine sinirimi bozdu!"

"Eylül sizin Ahmet ağabey ile alıp veremediğiniz ne? Aranızda bizim bir türlü çözemediğimiz bir şeyler oluyor sanki. Masada da bir rahat durmadınız mırıl mırıl söylenip duruyordunuz birbirinize"

"Sadece şunu söyleyebilirim ki..."

Selim doktorla Gizem'in kalktığını haber verirken doğal olarak sözüm yarım kaldı ama Meral'in tam da bu noktada beni bırakmaya hiç niyeti yoktu. Selim'e "Hemen geliyoruz hayatım" dedikten sonra merakla bana doğru dönüp "Hadi söyle yoksa çok merak ederim. İki canlıyım ben öyle heyecandı meraktı yaramaz bana" dedi. Bak nasıl da iki canlıyım diyerek mecbur bırakıyor insanı! Neyse yapacak bir şey yok konuşacağım artık çünkü içimde tuta tuta patlayacakmışım gibi geliyor.

"Doktor dile geldi ama ne gelmek! Sonradan işi batırmasaydı buraya el ele kol kola bile gelebilirdik diyeyim sen anla artık nasıl bir dile gelmek olduğunu. Bu arada el ele kol kola derken gerçekten öyle gelebileceğimiz için değil sadece konuşmasının düzeyini anla diye dedim"

Haklı olarak bu duyduğuna hem çok sevindi hem de çok şaşırdı. İkimiz de birbirimize bakarken koridordan sesler gelmeye başlayınca "Bunu daha sonra detaylı konuşalım" dedi. İpin ucunu kaçırdım bir kere el mahkum konuşacağız. Birlikte salondan çıktığımızda Meral eşinin yanına ben de doktorun yanına geçtim. Öğrenmem gereken şeyler olduğundan dolayı onunla gitmem gerekiyordu ve bu yüzden de lafı hiç uzatmadan yanına sokulup "Beni de eve bırakırsın herhalde. Yolunun üstü değilse bile bir zahmet yolunun üstü ediver" dedim. Böyle demek de biraz tuhaf oldu ama ne yapayım canım ben de öyle cici bici bir kız değilim. Sonuçta eldeki malzeme de bu!

"Sen ciddi misin?"

"Ne o başka bir planın mı var yoksa?"

"Ne planım olacak Eylül yok tabii ki. Ayrıca olsaydı da anında iptal etmiştim"

"İyi o zaman hadi gidelim"

"Gidelim"

Merallere bu güzel gece için teşekkür ettikten sonra evden ayrılıp arabalara doğru yürümeye başladık. Gizem ile de vedalaşırken ona karşı kendimi hâlâ gergin hissediyordum. O da bana karşı pek rahat değildi doğrusu. Birbirimize iyi akşamlar diledikten sonra doktor Gizem'in arabasının kapısını açıp "Yıllar sonra yeniden karşılaşmak güzel oldu. Bir daha kendini bu kadar unutturma" demesin mi? Şimdi çantayı kafasına bir yiyecek bırak Gizem'i kendi adını bile unutacak haberi yok. Hadi şu kadın da binsin arabasına artık!

Kollarımı önümde kavuşturup başka yöne bakarken Gizem'in "Ben de seni gördüğüme çok sevindim. Artık buradayım zaten yine görüşürüz" dediğini duyup ağzımı oynata oynata taklidini yaptıktan sonra "Hava soğudu gitsek mi artık?" diye sordum. Hay sormaz olaydım çünkü böyle deyince de doktor centilmenlik gereği hemen ceketini çıkardı. Halbuki üşüdüğüm falan yoktu aksine hararet tavan yaptı ama ettik bir laf ceremesini çekeceğiz ne yapalım. Gerçi buna da şükür arabaya geçip klimayı açsaydı onun yerine ben bir şeylerimi çıkarmak zorunda kalırdım kiii üstümde çıkarılabilecek pek uygun bir şey yok.

Yüzündeki belli belirsiz tebessümle önümde durduktan sonra ceketi arkamdan geçirip diğer eliyle de tutarak omzuma yerleştirdi. Birbirimize gereğinden fazla yakın durduğumuzu bilmeme rağmen kendimi gözlerine bakmaktan alıkoyamadım. Aynı tanıtım gecesi yaptığı gibi sanki ona bakmam için ağını fırlattı ve ben de ister istemez kendimi ona bakarken buldum. Bunu nasıl yapıyor bilmiyorum ama yapıyor işte. Üzerimdeki ceketin yakalarını tutup bu sayede de beni belli belirsiz bir şekilde kendisine çekince bir an yalan yok "Başlarım böyle işe!" deyip bu seferde benim onu öpeceğimi sandım ama neyseki böyle bir şuursuzluk yapmadım. Bunu şuursuzluk olarak adlandırıyorum çünkü hâlâ kafama takılan şeyler var.

fghgfh.jpg


Biz birbirimize kilitlenip kalmışken Gizem'in "İyi akşamlar" diyen sesini duydum. O anla birlikte doktor ceketi tutmayı bıraktı ben de bir adım geri çekilip sessizce "Hâlâ gitmedi mi bu ya!" diye söylendim. Doktorla Gizem'e iyi akşamlar diledikten sonra da kadın nihayet gitti. Başbaşa kalınca sessizleştik. Gecenin karanlığında dip dibe durmanın çok da akıllıca olmadığını düşündüğüm için aniden hareketlenip arabasına doğru yürümeye başladım. Yahu ben bu adamı sorguya çekecektim ne diye gevşiyorum anlamadım gitti. Kendine gel Eylül!

Sessizliğimiz aynı anda kapıyı ve dolayısıyla da ellerimizi tutmamızla birleşince garip bir an yaşanmasına neden oldu. Kapımı açmak için arkamdan geliyormuş fark etmemişim. Ellerimizde birbirine uyum sağlayan tehlikeli bir kıpırdanma olunca panikledim ve aniden geri çekilip bir avazda da "Açardım kapıyı ben... Yani ben açardım kapıyı... Amaan! Kendi kapımı kendim açabilirim Gizem miyim ben biri gelsin de kapımı açsın diye bekleyeyim?" deyiverdim. Of! Bu adam da ne diye gülüyorsa iyi ki bir kırk yılın başında dilim dolandı!

Hiçbir şey söylemeden sadece kapımı açtı. Niye bir şey demedi ki? Of Eylül sen de bir tuhafsın adam konuşsa bir dert sussa başka bir dert diyorsun değil mi? Haklısın sustum. Ona dik dik bakmama karşılık suskunluğunu bozarak "Tamam bu şekilde düşünüyorsan başka birine kapını açtırma hatta bu hoşuma bile gider ama bırak bu gece sana içimden geldiği gibi davranayım" deyince bu gece içimden geldiği gibi davranayımın manasını düşünerek sessizce arabaya geçtim. O da kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafından dolanıp direksiyonun başına geçti. Bence içinden geldiği gibi davranmasın yoksa işler fena karışır. Malum en son içinden geldiği gibi davrandığında noktayı dudaklarıma konan bir buse ile yapmıştı.

Arabayı çalıştırıp evin önünden ayrılırken ona bakmamaya çalışarak dudaklarımı kemirmeye başladım. Ben böyleyim ama o benim aksime ara sıra benim olduğum tarafa doğru bakıyor. Bunu fark etsem de bu kez bakışlarına karşılık vermek istemedim. Aaa! Az kalsın unutuyordum. Doktor yarın sabah bir ameliyatım var demişti değil mi? Ani bir şekilde "Hastan kim?" diyerek ona doğru baktığımda o da afallayarak bana bakıp "Efendim?" dedi. Artık ne düşünüyorsa beni duymadı herhalde.

"Hastan kim diyorum. Yarın ameliyat edeceğin hasta..."

"Niye sordun ki?"

"Şu sana saldıran manyağın karısı mı?"

"Hayır değil"

"İyi"

"Neden bu konuyla ilgilendin Eylül?"

"Adam karısını ameliyat etmeye kalkarsan ve o sırada da kadına bir şey olursa seni yaşatmayacağını söyleyerek tehdit etmemiş miydi?"

"Ettiyse etti ne olmuş yani?"

"Ne demek ne olmuş yani? O ameliyatı yapmayacaksın değil mi?"

"Ben doktorum Eylül"

"Yani?"

"Yani önceliğim her şartta hastamın kararına bağlıdır. Kendisi ameliyat olmayı istiyorsa ben de elimden geleni yaparım buna da kimse engel olamaz""

"Ama doktor!"

Bu konuşma burada kesilmek zorunda kaldı çünkü doktor garip bir yüz ifadesiyle gömleğinin üstten iki düğmesini çözüp emniyet kemerini de gevşetmeye başladı. Böyle olunca da konuyu unutup bütün dikkatim ona kaydı. Bir sıkıntısı mı var diye düşünüp tam soracakken de aniden arabayı kenara çekip "Midye yer misin?" diye sordu. O kadar şeyin üstüne... Yok artık!

"Durup dururken ne midyesi doktor? Tabii ki onca şeyin üzerine yiyemem"

"O halde bana bir yerlerden limon bulmamız lazım"

"Limon mu? Ne alaka ya!"

"Telaş etme ama ben şu an kendimi pek iyi hissetmiyorum galiba"

"Ne? Ne oldu neden öyle oldu? Doktoor! Kalbin falan yok değil mi?"

"Kalbim... En son kalbimi çok güzel bir kadına kaptırdım ve hâlâ kendisinde ikamet ediyor"

"Dalga mı geçiyorsun? Yapma bak elim ayağım titredi"

"Telaş etme demiştim sadece tansiyonumda hafif bir yükselme olmuş olmalı"

"Tansiyon mu?"

Bir an ona içirdiğim kahveyi düşündüm de içine epeyce tuz basmıştım. Hem kahve hem tuz yaramadı belli ki. Hay aksi! Ona her ne olduysa belli ki benim yüzümden oldu. Emniyet kemerimi hızla çözüp çantamdan çıkardığım mini kolonyayı elime döktükten sonra oturduğum yerde doğruldum. "Kokla hadi" diyerek avucumu burnuna tutunca bana uzaylıymışım gibi bakmaya başlaması da gecikmedi. Tamam şimdi tansiyonu çıktı diye bir doktorun burnuna kolonya tutmak biraz garip olabilir farkındayım ama bu da kişiyi rahatlatıcı bir çare sonuçta.

Tek dizimin üstünde dururken "İyi geleceğine emin misin?" diye sorunca elimi iyice yaklaştırıp "Babamın tansiyonu çıktığında annem ona hep kolonya koklatırdı. Bir de limonlu su içirirdi tabii sana da içireceğiz. Baktık olmuyor kendi kendine bir reçete yazarsın artık" dedim. Elimi tutup avucumun içini koklarken gülümsedi. Neden güldüğünü anlayamadım ama bana "Aynı sahneyi yaşıyoruz demek. Umarım kaderimizde onlara benziyordur" der demez gözlerine endişeyle bakıp "Tövbe de!" dedim. Şaşırdığını söylememe gerek var mı bilemedim ama bu tepkime çok şaşırdı.

"Niye?"

"Doktor tövbe de diyorum!"

"Tamam ama..."

"Tövbe diyecek misin sen!"

Sesim biraz yüksek çıktığı için buna bir anlam veremediğini görebiliyorum ama yine de ısrarım üzerine beni kırmayıp ellerini kaldırarak "Tövbe" dedi. Bilmeden etmeden dilediği temenniye bak. Gözlerine bakarken bir açıklama yapmam gerektiğini anlayıp "Annem babamı genç yaşta kaybetti tamam mı? Yani ağzından çıkan şeylere dikkat et" dediğimde o da gözlerini gözlerimde gezdirerek babam için üzgün olduğunu söyledi. Yerime geri oturduktan sonra arabadan çıkarak yanına gittim ve ona yan koltuğa geçmesini söyledim. Buradan sonra ben kullanacağım çünkü. Arabayı bana emanet etmekte biraz tereddüt yaşasa da itiraz edecek hali yoktu. Arabası bana canı da Allah'a emanetti yani...

"Bu arada özür dilerim doktor"

"Ne için?"

"Tansiyonun benim hazırladığım kahve yüzünden çıkmış olmalı"

"Garip bir kahveydi gerçekten. Tadı aynı şey gibiydi..."

"Ne gibi?"

"Biraz dedemleşmek zorundayım"

"Sorun değil Selim dedenin lisanını seviyorum. Ee! Kahvemin tadı ne gibiymiş söyle bakalım"

"Alınma ama... Zıkkımın kökü gibi"

"Gurmeliğin de varmış doktor"

aesrdtfg.gif


"Kahveyi hep böyle mi yaparsın? Yani bir kez daha içmem gerektiğinde kendimi sonuçlarına hazırlayayım diye söylüyorum"

"Hayır aslında çok güzel kahve yaparım. Hatta çalıştığım kafelerde öğrenip binbir çeşidini yapmışlığım vardır"

"Buna rağmen masadayken kahvene dokunmadın"

"Bu aralar yıldızımız pek barışık değil"

"Reflü mü?"

"Bilmem doktor olan sensin tanıyı sen koy"

"Peki benim bugünkü talihsizliğimi neye bağlamalıyım?"

"Canımı sıkıyorsun demiştim ya ne çabuk unuttun"

"Bu kadar yüksek tepkiler vermene neden olacak ne yapıyorum inan anlayamıyorum"

"Ona bakarsan ben de aynı anda bu kadar kıza nasıl mavi boncuk dağıttığını anlayamıyorum doktor! Bu da özel bir yetenek olsa gerek"

"Bu kadar kıza derken?"

"Alfabetik sıraya göre mi gideyim yoksa ortaya karışık mı yapayım?"

Neden bahsettiğimi anlayamamış gibi bakınca ben de bir gözüm onda olarak "İlk sırada Cilveli Köstebek lakaplı Derya Üstündağ!" dedim. Şaşırarak "Derya mı?" diye sorunca ben de neden bu kadar şaşırdığını anlamadım ama açık olmaktan zarar gelmez diyerek sözüme devam edip "Aşıkmışsın ya kadına..." dedim. Çok mu direkt söyledim? Biraz öyle oldu galiba. Gözlerini kısa kısa bana doğru bakıp kalınca bunu garipsemiş gibi bakışlarımı ona yönlendirip "Hadi ama doktor! Ona aşık olduğunu kendi kulaklarımla duydum" demek zorunda kaldım. Alnını ovalarken aynı anda da "Nerede duydun bunu?" diye sorunca o facia sahneyi gözümün önüne getirip "Tanıtım gecesi terastayken kardeşine Meral'e değil Derya'ya aşığım dediğini duydum. Uzun zamandır da seviyormuşsun şu Bayan Sağ Kol'u. Ben de oradaydım doktor Meral ile canlı canlı sizi izliyorduk" dedim. Öylece bakıp kaldı. O an orada olduğumuzu fark etmemiş herhalde.

"Eylül ben Derya'ya aşık falan değilim"

"Ne demek değilsin? Kendi kulaklarımla duydum diyorum anlayamadın galiba"

"Hayır doğru duymuşsun ama o konu biraz karışık"

"Nasıl karışık?"

"Meral'in hastalığını kimseye söylemediğimiz için Selim onunla aramızdaki yakınlığı farklı yorumluyordu"

"Bunu konuşmalarınızdan anlamıştım"

"Tamam ben de ona Meral'in sadece doktoru olduğumu söyleyemeyeceğim için bu aslı astarı olmayan düşünce kafasından silinsin diye Derya'ya aşık olduğumu söyledim"

"Nasıl ya?"

"Durum bu..."

"Şimdi sen bu kadına hiçbir şey hissetmiyor muydun yani?"

"Hımm... Sanırım sana yalan söylemek istemiyorum"

"İyi edersin"

"Aslında uzunca bir dönem Derya'dan hoşlandığım doğru ama içten içe onunla hiçbir zaman olamayacağımızı da biliyordum. O her halükârda işini ön planda tutup duygularını da görmezden gelen hatta belki de önemsemeyen bir kadın. Ne yaparsam yapayım onun hayatında bir öncelik olamayacağım kesindi. Bu yüzden de ona karşı hiç gerçek bir adım atmadım"

Onu dinlerken boş bulunarak "Zaten aşık olsaydın..." dedim ama söyleyeceğim şeyin devamı bana garip hissettirdiği için lafımı tamamlamadım. Niye böyle bir şey dedim ki şimdi? Gerçekten boşboğazsın Eylül! Bu sözümün devamını düşünürken "Adım atardım" dedi. Dikkatim başka yerde olduğu için ne dediğini algılayamayıp ona baktım ve o da bana "Aşık olsaydım adım atardım. Hem de defalarca..." dedi. Yine yapıyor. Yine aklım gibi kalbimi de karıştırıyor. Bir gözüm onda bir gözüm yoldayken bana hoş bir bakış ve ona eşlik eden gülümsemesiyle birlikte "Sonra da sen geldin zaten" dedi. Hay aksi! Şu buram buram samimiyet kokan bakışı direkt aklımdaki düzeni yerle bir etmeye yetiyor.

Düşünceli bir halde yola döndükten sonra gördüğüm ilk kafenin önüne yanaştım. Arabayı durdurup anahtarı çıkardıktan sonra "Konuşmaya içeride devam edelim mi? Eminim burada senin için şekersiz bir limonata bulabiliriz" dediğimde emniyet kemerini çözüp kapısını açtı. Arabadan aynı anda çıktıktan sonra seri adımlarla yanına gidip koluna girdim. Şaşırdı ama şaşırmasın sonuçta tansiyonum çıktı demedi mi? Şimdi başı maşı döner düşer kaldıramam da yerden. Bir şey demedi ama sürekli kolundaki elime bakıp tebessüm etti. Onu birazcık tanıyorsam eğer şu an tansiyonu çıktığı için seviniyordur.

El ele kol kola misali kafeden içeriye girdik. Tenha bir köşeye geçip siparişi verdikten sonra da birbirine kenetlediği ellerini masanın üzerine koyup oturduğu yerden bana doğru yaklaşarak "Hadi aklına takılan ne varsa sor bana" dedi. Böyle deyince ne soracağımı da ne söyleyeceğimi de unuttum iyi mi! Bir ona bir garsonun gelip gelmediğine bakıp "İkinci sıramızda esmer çirkini kod adlı Feride..." dediğimde sözümü tamamlayıp "Çetinkaya" dedi. Hay çok yaşa be doktor! Ben de bu kadının soyadı ne diyordum hatta biraz gecikse az kalsın kadına Feride Yakasıdikilesice diyecektim. Hayır yani aklımda öyle kalmış. Neden acaba?

Dudağımı büzerken yüzüne de sinirden gülümseyerek bakıp "Bu Feride Çetinkaya..." dedim ve hemen ardından gözlerimi kısıp ne ayak dercesine bir bakış savurarak "Tam olarak kim oluyor?" diye sordum. Dışardan bakınca kesin çok komik görünüyorum. O da beni izlerken büyük bir keyif alıyor olmalı çünkü içi gülen gözlerini bir an bile olsun üzerimden ayırmıyor. Ama çok şanslı çünkü cevap veremeden garson geldi ve şekersiz limonatasını masaya bırakıp yanımızdan ayrıldı.

"Bir şey içmek istemediğine emin misin Eylül?"

"Evet eminim. Bu arada lafı kaynattığına göre sorum beklemediğin yerden gelmiş olmalı"

"Affedersin hemen cevaplıyorum. Feride ile şu an çalıştığım hastaneye geldiğim ilk gün tanıştım. Haliyle ilk günün yabancılaşması vardı ama Feride bana her konuda çok yardımcı oldu"

"Belli belli o rahatlık var kadında"

"Eylül!"

"Tamam sen yorumlarıma takılma anlat dinliyorum"

"Anlatacak bir şey de yok aslında sadece hastaneden tanıdığım bir doktor arkadaşım o kadar"

"Sevmedim! Fazla esrarengiz oldu"

"Hangi kısmı sevmedin?"

"Sadece arkadaşım kısmını"

"Öyle ama"

"Pekala şimdilik inanmış gibi olalım bari"

"İnanmış gibi olma... Gerçekten inan"

"Esmer çirkini dosyası şaibeli olarak kapandı. Gelelim zurnanın zırt dediği yere"

Limonata bardağını masaya geri bırakırken gülümseyerek "Dedemin lisanını sevmene şaşmamalı çünkü belli ki ortak bir dil kullanıyorsunuz" deyince ben de dedeye saygılar gönderip gülümsedim ve "Üçüncü sıramızda gizemli Gizem..." dedim. Soyadını hatırlamaya çalışırken doktor gayet rahat bir tavırla "Gizem Ertuna" dedi. Pekala! Kimmiş bakalım şu Gizem Ertuna bir de doktorun ağzından duyalım bakalım.

Ona kendisini dinlediğimi söyleyip dikkatle mimiklerini incelerken doktor da "Gizem ile olan tek bağım kardeşim" dedi. Bir dakika! Şimdi bu kısımda bir sıkıntı var. Tek bağı Selim olamaz çünkü kadın bana en yakın arkadaşım diyerek onun adını vermişti. Onun gibi ben de kollarımı masaya dayayıp hafifçe yaklaştıktan sonra "Bir şey saklamıyorsun değil mi? Konuşmanın başlarında bana yalan söylemek istemediğini belirtmiştin diye hatırlıyorum" dedim.


llşş.gif


Birkaç saniye yüzüme bakıp "Hâlâ söylemiyorum" dedikten sonra ona olan bakışlarımın nedenini anlayamamış gibi ifadesini değiştirip "Gizem kardeşimin en yakın arkadaşı ve ben de onu bu sıfatla tanıyorum. İkisi çok uzun yıllar birlikteydi ama yanlış anlama birlikte derken duygusal ilişki anlamında bir birliktelikten bahsetmiyorum. Onlar iki iyi dost hatta Selim için Gizem bir kız kardeş gibiydi. Bize gelecek olursak eğer evet Selim ve ortak arkadaşlar vesilesiyle bir araya gelerek sohbet etmişliğimiz ya da bugünkü gibi herhangi bir sebepten ötürü rastlaştığımız oluyordu ama benim Gizem ile senin düşündüğün gibi bir bağım yok. Aslında arkadaşız bile diyemem. Tanışıklık diyelim buna. Numarasını ya da nerede oturduğunu hatta şu zamana kadar ne yaptığını bilmem mesela... Gizem ile ilgili Selim ne anlatırsa onu biliyorum yani" deyince ağzıma dilime hakim olamayarak "Vay yalancı!" deyiverdim.

Doktor da ona yalancı dedim sanarak kendisini savunmaya aldı ama yok ben Gizem için dedim. Hale bak ya kadın resmen gözümün içine baka baka yalan söyledi. Hani doktorla yakın arkadaşlardı? Belli ki arkadaş bile değillermiş! Düşündükçe aydınlanıyorum. Bu kadın doktorla ilgili yalan söylediğine göre o zaman gerçekte aşık olduğu kişiyle alakalı da yalan söyledi. Yani yine döndük dolaştık aynı noktaya geldik. Dilim varmıyor ama kadının bahsettiği kişi kesin Selim'di. Şu an bundan çok daha emin oldum diyebilirim. Selim'in artık evli bir adam olduğunu öğrendiği için de adını veremeyip bir çam daha devirerek doktoru attı ortaya. Ooops! Ben şimdi boşuna mı dövdüm boşuna mı biberle yaktım bu adamı yani? Hay aksi! Durduk yere iğrenç bir kahve içirip tansiyonunu da fırlattım.

Doktorun yüzüne mahcup olduğumu belli eden bir ifadeyle bakarken limonatasını işaret edip "Bir yudum alayım mı?" diye sordum. Şimdi de benim tansiyonum fırladı galiba. Bardağı yavaşça önüme doğru sürüp "Başkasının bardağından içmeyi sorun etmiyorsan tabii ki içebilirsin" deyince normalde içmeyeceğimi söyledikten sonra bardağı alıp ona muzurca bir bakış atarak "Ama seninkiler doktordan temiiiz!" dedim. İlahi ben! Onu arabalar için demezler miydi? Nereden geldiyse aklıma... Neyse en azından ikimizi de gülümsetmeyi başardım. Doktor geri verdiğim limonatasından bir yudum daha alırken "Şimdi daha iyi misin?" diye sordum. O da uzun zamandır hiç bu kadar iyi olmadığını söyledi.

"Sormak istediğin başka biri yok mu?"

"Şimdilik yok ama olursa seni nerede bulacağımı biliyorum"

"Ama bir kişiyi atladın. Hatta en önemli kişiyi atladın"

"Kimi atla... Başka kim var ki?"

"Eylül Acar var mesela..."

eree.gif


"Hımm... Sen bana yalan söylemedin ben de sana söylemeyeceğim. Şu sıralar Eylül Acar ile ilgili senin ağzından bir şey duymak istemiyorum galiba"

"Halbuki bütün soru işaretlerini silecek cevaplar ondaydı"

Tamam da ben onları duymaya hazır mıyım onu bilmiyorum. Bana doğrulttuğu bakışlarıyla pişti olmamak için alnımı ovalama süsü vererek elimle yüzümü kapatırken bir yandan da "Tansiyonun düzeldiyse kalkalım mı?" diye sordum. Başta sessiz kalsa da sonra itiraz etmeden "Kalkalım" deyip hesabı istedi. Ben de o sırada onun dışında her yere bakıp dikkatimi dağıtmaya çalışıyordum. Bir dakikayı bulmadan hesap geldi ve biz de masadan kalkıp kafeden çıktık.

Bu defa direksiyona doktor geçti. Kemerimi bağladıktan sonra düşünceler içinde kaybolarak yolu izlerken aklımdan da Ela ile konuştuklarımız geçiyordu. Ela haklı... Her yönüyle bana hitap eden bu adama aşık olmaktan korkuyorum galiba. Keşke karşıma Buğra'dan önce çıkmış olsaydın be doktor. Belki o zaman ben de kalp kırıklığının ne demek olduğunu bilmeyen bir Eylül olarak daha gözü kara çıkardım karşına.

Evin önüne geldiğimizde başta ikimizden de çıt çıkmadı ama sonra ona doğru dönüp bu sessizliği bozarak "Beni eve bıraktığın ve sorgu sırasında da hiçbir sorun çıkarmadığın için teşekkür ederim" dediğimde ikimiz de gülümsedik. Gerçekten de resmen sorguya çektim adamı o da paşa paşa her soruma cevap verdi. Emniyet kemerini çözüp "Benim için zevkti" deyince ona dikkatle bakarak "Benim için de öyleydi. İyi geceler doktor" dedikten sonra tam arabanın kapısını açarken "Eylül bekle" diyerek diğer elimi tuttu. Buz kesmiş elimin üzerinde sıcacık elini hisseder hissetmez ona doğru döndüm.

setdrfhtgjhu.gif


Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını belli belirsiz oynattıktan sonra bana hiç beklemediğim bir soru sorarak "Sana karşı hiç mi şansım yok?" diye sordu. Neden bu kadar açık sözlü olmak zorunda ki diye düşünürken ona ne diyeceğimi de bilemedim. İşin kötüsü o da benden bir cevap beklediğini belli eder gibi yüzüme bakıyordu. Net olmayınca o da iki arada bir derede kalıyor olmalı.

"O bahsettiğin şansı sana değil kendime veremiyorum doktor"

"Ama neden?"

"Hani doğru yer doğru insan ama yanlış zaman denen lanet olası bir şey var ya... İşte bizim seninle karşılaşmamız tam da öyle bir zamana denk geldi"

"Kötü bir ilişki miydi?"

"Efendim?"

"Meral ameliyat günü bana kalbinde bazı kırıklıklar olduğundan bahsetmişti. Bu yüzden de o sürekli peşinde koştuğum yemek davetini bir daha ki sefere eğer kalbimde ikimiz adına güçlü bir his varsa ve tuttuğum eli bırakmayacağımdan eminsem yapmamı istedi. Bana bir kez daha hayal kırıklığına uğramanı ve sana bunu yapanın da ben olmamı istemediğini söyledi"

"Sen ciddi misin?"

"Evet ve ben o gün Meral'e bir söz verdim"

"Ne sözü?"

"Seni asla incitmeyeceğime dair bir söz"

Sen ne iyi bir kızsın Meral! Ölüm kalım savaşı vereceği o gün onun gibi bana da doktorla alakalı bazı şeyler söylemişti. Demek o yüzden bana doktor bir şans daha isterse onu geri çevirmememi söyledi. O yüzden bir kez daha sorduğunda hiç düşünmeden git o yemeğe dedi. Beni benden bile çok düşünen arkadaşlara sahip olmak için ne gibi bir iyilik yaptım da onlarla ödüllendirildim gerçekten bilmiyorum. Bu hayatta yaptığım en doğru şey harika dostlar biriktirmek oldu galiba.

Doktorun "Kötü bir ilişki miydi?" sorusunu da düşünüyorum ama bir yumru oturuyor boğazıma. İlişki bile sayılamayacak bir yakınlık için iyi ya da kötü bile diyemiyorum ki. Sahi Buğra ile aramızda olan şey neydi Allah aşkına? Ben sadece duygularımla oynanmış ve sonra da hiç umursanmadan kenara atılmışım gibi hissediyorum da...

Doktorun o sorusuna cevaben zoraki bir tebessümle "Bir hata yaptım. Hem de bana göre büyük bir hata... Yanlış birine hak etmediği kadar değer verip sonra da... Neyse ya boş ver!" dedikten sonra sözümü tamamlayamadan arabadan çıktım. Benimle birlikte o da çıktı. Konuşmanın burada bitmeyeceğini anladığım için onun kapı sesini duyunca olduğum yerde kaldım. Ona doğru dönmedim ama ayak seslerinden doktorun bana doğru yaklaşmakta olduğunu anlayabiliyorum.

Tam arkamda durduktan sonra huzur veren bir ses tonuyla "Doğru olduğunu düşündüğün insanı geçmişte hatalar yaptığın için yanlış zamanda geldin diyerek itme Eylül. Belki de karşına çıkan o doğru insan seni yanlış olarak değerlendirdiğin o lanet olası zamanın içinden çekip çıkarmak için gelmiştir" dedi. Evet gerçekten de keskin nişancıymış...

Söylediklerinin etkisiyle dalmış bir halde yere bakarken doktor da yanımdan geçip "Eylül..." diyerek tam önümde durdu. Bakışlarımı kaldırıp ona çevirdiğimde sanki karşımda bambaşka bir adam vardı. O ara sıra ortaya çıkan ve kendisini ciddiye almamı sağlayacak şeyler yapan ya da söyleyen adam yani. Birbirimize bakarken aynı anda gülümser gibi olduk ve doktor da artık zamanının geldiğini düşünmüş olacak ki bana bir teklifte bulunup "Yanlış zaman ama doğru insanla geçecek bir buluşma için cumartesi akşamı saat sekiz diyelim mi?" diye sordu. Bakışları adeta "Hadi ama Eylül tamam de!" der gibiydi.

effeaftwqrqw.png


Yan gözle eve doğru şöyle bir bakıp ışıklardan birinin yandığını görünce "Aaa! Ela ile Tolga gelmiş bile" dedim ve doktoru bana birçok kez yaptığı gibi orta yerde bırakıp eve doğru yürümeye başladım. Yaa doktor efendi! Ortada sap gibi kalmak nasıl oluyormuş sen de bir anla bakalım.

Şu an nasıl görünebileceğini düşünürken gülümsememe de engel olamadım ama bir şeyler mırıldandığını duyar duymaz arkamı dönüp "Bu arada sen bana yeri mesaj at ben kendim gelirim" dedim. Şaşkın ama bir o kadar da mutlu bir bakışla "Tamam mı yani?" deyince ona daha fazla işkence etmeden tebessüm ederek "Tamam doktor" dedim ve evin kapısına gelip çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açarak içeriye girdim.

Pencerenin kenarından bakıyorum da hâlâ orada bekliyordu. Onu bir hayli şaşırtmış olmalıyım. Kabul edeceğimden çok da emin değildi herhalde. Yüzünde bir gülümseme oluştuktan sonra ellerini ceplerine sokup arabasına doğru yürümeye başlayınca ben de kenara çekilip sırtımı duvara yasladım. Onu bilmem ama içimde ilk defa doğru olanı yaptığıma dair bir his belirdi. Umarım tüm zamanlarımın en doğru insanı sensindir doktor.


zrxetcvb.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

Bir sonraki bölümle birlikte bu defa çarşı pazar gerçekten karışsın mı? Düşünüyorum... Karışsın! :D
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.625
Tepki
84.273
Puan
113
Konum
İstanbul

20.png


20.Bölüm : Sen bir ömür beklenmeye değersin Eylül Acar

"Eylül yapmadım de! Bana bir aptal gibi Buğra'nın sana aşık olduğuna inandığını söyleyip gönül rızanla o bataklığa tekrardan düşmediğini söyle Eylül! Bunu bana söyle Eylül!"

"Kenan..."

"Bana Kenan deme Eylül! İlla diyeceksen de bana saçmalama Kenan ben o kadar da aptal değilim benim de az da olsa bir beynim var ve böyle bir salaklık yaptığımda sonuçlarının bana nasıl yansıyacağını da anlayabilecek zekaya sahibim de Eylül! Bari bunu de Eylül!"

"Kenan bu benim hayatım ve ben..."

"Aaah! Hayır hayır sakın bana o herifin şu an içeride nü modeller gibi poz verdiğini söyleme! Aman Allah'ım düşüncesi bile görme fonksiyonlarımda hasara yol açıyor"

"Onu seviyorum Kenan"

"Eylül onun aklını karıştırıp Ela'dan uzaklaştırman gerekiyordu daha çok aşık olman değil! Seninle böyle mi anlaştık? Bu herif için kazdığımız kuyuya onunla birlikte nasıl atlarsın delirtme beni!"

"Biraz sessiz olur musun lütfen duyacak! Ben Buğra'nın artık değişeceğine inanıyorum Kenan. Onun Ela'yı unutmasını ve hayatına devam etmesini sağlayacağım. O değişecek inan bana... Her şey düzelecek. Denemeyi kabul etmesi bile büyük bir adım"

"Ne yani Buğra'nın deneme tahtası olmayı kabul mü ettin? Bak Buğra gibi insanları değiştirebileceğine inanmak aptallıktan başka bir şey değildir çünkü ne yaparsan yap o dönüp dolaşıp yine içindeki gerçek kişiliği ortaya çıkarmanın bir yolunu bulacaktır"

"Sen de Mine için değişmedin mi? Senin içindeki o sorumsuz o kendisinden başka kimseyi umursamayan o bir gece sonra adını bile hatırlamayacağı kızların peşine takılan gerçek Kenan ne zaman ortaya çıkmayı planlıyor? Geri dönüş yolu için bir kıvılcım mı bekliyor? Mine de senin bataklığına çekildiğinin henüz farkında değil mi yoksa? O bunu ne zaman anlayacak Kenan?"

"Bizim Buğra ile aramızdaki fark ne biliyor musun? Bizim aramızdaki bariz bir şekilde ortaya konan fark benim Mine'yi gerçekten seviyor olmam ve onu kaybetmemek için kendimden bile vazgeçmeye hazır olmam. Peki ya Buğra? Sence onun bunları yapabileceği kişi sen misin yoksa Ela mı?"

jkjhk.gif


"Bak eğer Buğra'nın biraz bile olsa seni sevebileceğine inansaydım inan bana ona karşı bu kadar katı olmazdım ama onun gibi adamlar seni sadece duygularını test etmek için kullanırlar Eylül. Dinler misin bilmiyorum ama sana benden bir tavsiye. Karşına geçmişini temizlemeden çıkan ve kendisini sana adama konusunda gözünü karartamayan bir adama asla güvenme. Başkasına ait olan bir kalbi kazanmaya çalışırken hiçbir şey elde edemediğin gibi bir de en büyük yarayı sen alırsın bu yüzden sakın insanların seni ve duygularını kendilerine oyuncak etmelerine izin verme"



........::::::::__Eylül / Cumartesi Sabahı__::::::::........

Sabaha karşı oldukça sarsılmış bir halde uyandım. Gözlerimi açtığımda içimde hüznün yanı sıra huzursuzlukta vardı. Gördüğüm rüya üzerimde o kadar kötü bir etki bıraktı ki kaldığı yerden devam eder diye gözlerimi yeniden yummaya cesaret edemedim. Bu bir rüya olsa da içinde yaşanmışlık taşıyordu. İstanbul'a gelmeden önce Kenan ile yaptığımız bu konuşmayı hatırlıyorum da o gün hayatımın en karanlık ve en kırılgan günlerinden biri olmuştu. Hatta bu hayattaki en önemli kırılma noktalarımdan biriydi diyebilirim.

Benim hayatım işte tam da o gün kaydı. Evet doğru kelimeler bunlar. O günü yaşanmamış gibi hayatımdan söküp atmayı o kadar çok isterdim ki... Biri çıkıp "Hayatından bir anı sileceğiz ama bunun karşılığında da ömründen on yılını alacağız" dese gözümü bile kırpmadan kabul ederim. Hayatımın akışını olumsuz yönde değiştirecek olan o an yok olup gitsin isterdim.

Keyfim o kadar kaçtı ki böyle bir güne bu kadar kötü bir başlangıç yapacağımı hiç tahmin etmemiştim. Neden tam da bugün böyle bir rüya gördüm anlamıyorum. Hey bilinçaltım! Uğraşma benimle yoksa çok fena olur.

ertyuıo.png


Yatağımda oturup tek bir noktaya bakarak günün ağarmasını beklerken o gün yaşadığım her şey bir film şeridi edasıyla gözlerimin önünden geçmeye başladı. Ofiste Buğra ile yaşadığınız sert tartışma ardından ne hikmetse yumuşarak evime gelişi hatta gitmek bilmeyişi ve hiç beklemediğim bir anda beni öpmesi... Sonrası ise resmen "Düşünmeyi kes Eylül! Doktora karşı takındığın o geçitvermez tavrın onda birini o gün Buğra'ya da gösterebilseydin şimdi kös kös oturup dertleniyor olmazdın" dedirtiyor. İnsanı yaşadığı şeyler katılaştırıyor demek ki.

Hay aksi! Düşündükçe modum git gide düşünüyor ve benim buna izin vermemem gerekiyor. Yataktan kalktıktan sonra dolaptan bir havlu alıp duşa girdim ama suyun sesi bile düşüncelerimin arasına girmeye yetmedi. Çıktıktan sonra da baktım zaman geçmiyor üzerimi değiştirip odadan çıktım. Sessiz olmaya gayret ediyorum ama Ela'nın odasından da hafif hafif ninni sesleri geldiğine göre o da uyanmışa benziyor. Herhalde Rüya'yı emzirerek uyutmaya çalışıyordur. Onlara ilişmeden aşağıya inip direkt mutfağa girdim.

Çayı koyup buzdolabını açtığımda ilk gözüme çarpan şey de Ela'nın ikiye bölüp şekere yatırdığı limonlar oldu. O kadar olumsuz düşüncenin üstüne yüzümü gülümseten bir şeydi bu. Dün akşam konuşurken Tolga ile beraber yoğun isteğimiz üzerine Mine'den anneannesinin limonata tarifini istedik ve Ela da bir gece beklemesi gereken bu şekerli limonları hazırlayıp dolaba kaldırdı. Ancak gülümsememin nedeni bu değildi. Limonları görür görmez aklıma doktor geldi. Midye sevmemesine rağmen yine de ben yerken yanımda durup midyelerimi limonlaması ve tansiyonunu fırlattığım gün limonata söyleyip alt yapısında soruşturma niyeti olan sohbetimiz aklıma geldikçe somurtmam mümkün olmadı zaten.

Gözüm dolabın üzerindeki nota takılınca hem kağıdı hem de limon kasesini alıp mutfak masasının üzerine bıraktım. Dolaptan bir sürahi ve sıkacak aldıktan sonra da masanın başına geri dönüp notu okumaya başladım. Bundan sonrası kolay gözüküyordu. Sadece limonları sıkıp suyunu kasedeki limon kabuğu rendesi ve şekerle birlikte sürahiye boca edecektim. Üzerine de suyu koydum muydu kızların deyimiyle alın size mis gibi Nezoş limonatası!

Limonatayı hazırlayıp dolaptan kahvaltılıkları çıkarırken Ela geldi. Birbirimize günaydın dedikten sonra kucağındaki kızıyla birlikte kapının önünde durup "Eylül kızım diyor ki..." deyince onlara doğru bakarak "Ne diyor Ela? Agucuk demeyi öğrendi de şimdi de gugucuk mu diyor?" dedim. Ela yüzündeki muzur ifadeyle "Benim minnak kızım Eylül teyzoşum kargalar bile kahvaltısını yapmamışken neden uyanmış ve uyandığı yetmiyormuş gibi bir de bize mükellef bir kahvaltı sofrası kurmuş anneciğim bence onu bir "doktor"a göstermeliyiz diyor" deyince laf etmeden duramayıp ona yan yan bakarak "Ela şimdi bunu gerçekten dedi mi deyip sana yemin ettirsem elinde el kadar bebenle çarpılırsın biliyorsun değil mi? Bu sabi bile kurtaramaz seni!" dedim.

Gülerek içeriye girdikten sonra masaya oturdu. Son birkaç bir şey daha çıkarıp masaya koyarak yanına oturdum. Gözüm de Rüya'ya kaydı. Pamuk yanaklı kız uyurken gerçekten de çok tatlı görünüyor. Bebişin nefes alıp verişlerini takip ederken Ela'ya da "Kenan Bey nihayet akşama geliyormuş" dedim. Beyefendi İstanbul'a geldi ama bir türlü yanımıza gelemedi. Şirketteki işleri yokluğunda karman çorman olunca babası onu gözünün önünde tutup başını da dosyalardan kaldırmamış. Sadece Tolga ile görüşebildiler.

"Tolga mı söyledi?"

"Evet sen Rüya'nın altını değiştirirken konuştuk"

"Güzel bir sofra kurup hep beraber hoş bir akşam geçirelim diyorum. Ne dersin?"

"Bakarız"

"Ne demek bakarız?"

"Aslında ben bugün eve gidecektim. Eşyalarımı yerleştirmeye yani"

"Kiraladığın eve mi? Orada mı kalacaksın?"

"Evet"

"Henüz yatağın bile gelmedi Eylül"

"Ne olacak canım koltukta kıvrılırım"

"Kenan gelecek diyorum beraber yemek yiyelim diyorum ama sen eşya yerleştireceğim diyorsun. Başka bir şey var da söylemiyor musun yoksa?"

Ela'ya bir şey diyemeden Tolga "Günaydın" diyerek içeriye girdi. Zamanlama müthiş enişte bey! Ben Ela'ya akşama doktorla yemeğe çıkacağımızı söylemedim çünkü heyecan yapıp beni de panikletmesini istemiyorum. Biliyor olsa kesin kahvaltıyı apar topar ettirip benimle birlikte eve gelir ve tüm giysilerimi ortalığa yayarak bana da hangi elbiseyi seçmemiz gerektiğini anlamak için özel defile yaptırır. Tabii İzmir'in o meşhur yer cücesi de telefondan yetişip beni zıvanadan çıkarır. Yok valla hiç uğraşamam. Ben biraz eski modelim o kadar kızsal işlere karşı su kaynatırım. En iyisi sessiz sedasız gidip bilgilendirmeyi de yarın iş işten geçtikten sonra yapmak.

Kahvaltımız bittikten sonra odaya çıkıp çantamı aldım ve tekrardan aşağıya inerek bizimkilere "Ben çıkıyorum sonra görüşürüz" dedim. Tabii Ela beni geçirmek için hemen "Dur bekle" deyip yanıma doğru geldi. Neyse ki tam gitme nedenimi didiklemesin diye kendi içimde enerji gönderimi yaparken kapı çaldı. O sırada ayakkabılarımı giydiğim için kapıyı Ela açtı. Gelen kişinin "Eylül Acar" dediğini duyunca başımı kaldırdım ama bir de ne göreyim? Cam bir kutunun içinde çok hoş çiçekler vardı. Yerden doğrulup "Benim" dediğimde adam da çiçeği bana doğru uzatıp imzalamam için de bir kağıt tuttu. Bendeniz boş boş bakıp kalınca Ela hemen benim yerime çiçeği aldı ve o sırada da bana "İmzalasana" dercesine bir kaş göz işareti yolladı. Tutulup kaldım çünkü çiçek almaya çok da alışkın biri değilimdir. Kalemi alıp çiçeği teslim aldığıma dair imzamı attıktan sonra adam iyi günler dileyerek gitti.

Adamın arkasından dikkat çekmemek adına sessizce kapıyı kapattığım sırada Ela'nın hoşuna gitmiş gibi "Bunlar yasemin çiçekleri Eylül" dediğini işitip ona dönemeden olduğum yerde kaldım. Yasemin çiçekleri... Yüzümdeki tebessüm hemen yerini aldı tabii. Yalan yok çok zarif adamsın be doktor! Cam bir fanusta korumaya alınmış yaseminlerle çıtayı epey bir yukarılara taşıdı doğrusu.

Ela'yı iyice coşturmak istemiyorum o yüzden tepkilerimi kontrol altında tutmaya çalışarak arkamı döndüm. Gözlerimi çiçeklerden ayıramadığımı söylememe gerek yoktur herhalde. O kadar güzel ve özeller ki. Ben çiçeklere bakıp artmaya başlayan kalp atışlarıma odaklanırken Ela da halimden memnun olmuş bir halde "Görünen o ki keskin nişancımız aynı zamanda epey de romantik biriymiş" dedi. Öyle görünüyor. Herhangi bir şey söylemeden Ela'nın bana doğru tuttuğu cam kutuyu elime aldım. Küçük bir itiraf geliyor. Ela bunlar yasemin çiçeği demese bundan haberim bile olmazdı çünkü çiçek camiasına acayip derecede uzak biriyim.

Gönderen alenen belliydi ama yine de tasdik etmek adına içindeki kartı elime alır almaz altındaki isme baktım. Adama doktor diye diye o da bunu kabullendi herhalde çünkü adı soyadı yerine "Doktor" yazmış. Ama yine gülümsememe neden oldu çünkü altına da daha küçük harflerle "Favori olmayan!" yazmayı ihmal etmemiş. İki arada bir derede Sinan'a favori doktorumsun dememin lafını da çarpmış yani...

Restoranın kapısından girip bana doğru yürümeni heyecanla bekliyor olacağım.
Dedemin önerisine uyup beni bütün gece masamızda bekletmemen dileğiyle...

"Doktor"

(Favori olmayan!)

Çok muzur adam ya! Karta yazdıklarını tekrar tekrar okurken Ela'nın imalı öksürüğüyle kendime geldim. Ah be doktor! Zarafetini konuştururken aynı zamanda beni kızların diline düşürmeyeydin iyiydi. Şu kapıdan çıkar çıkmaz İstanbul İzmir arası gıybet hattında muhabbetimin döneceği kesin. Birbirimize bakıp kalırken Ela gülümseyerek "Demek akşam eve gidip eşyalarını yerleştireceksin. Tamam tamam sen git Kenan kaçmıyor sonuçta" dedi. Yalanım da hemen patladı iyi mi! Rezil oldum ama belli etmemem lazım.

Kartı kutuya atarken gayet normal davranmaya çalışarak "Restoran dediğine bakma fast food restoranı demek istiyor. Hastane çıkışı ayaküstü bir şeyler yiyip Meral'in durumuyla alakalı istişare ettikten sonra evlere dağılacağız. Öyle çok şey yapma yani" dediğimde Ela da gülmesini saklamaya çalışıp elimdeki çiçeğe bakarak "Hı hıı! Anladım ben asıl sen çok şey yapma" dedi. Şimdi "Sen ne anladın acaba?" deyip üstüne gitmek vardı ama zor durumda kalırım diye bir şey diyemiyorum. En iyisi bir an önce ortamdan tüymek!

Ela'nın muzur muzur bakan bakışları altında "Hadi sonra görüşürüz" deyip kıvrak bir manevra ile kapıyı açarak kendimi dışarıya attım. Kulaklarım daha şimdiden çınlıyor sanki. Gözlerimi elimdeki çiçekten ayıramadan bahçeden geçip taksi durağına doğru yürümeye başladım ama alışık olmadığım bir heyecan bastı. Gerildim mi ben ya! Alt tarafı bir yemek işte niye huzursuzlandıysam? Sonuçta yemek yiyeceğiz sohbet edeceğiz sonra da kalkacağız ve gece göz açıp kapayana kadar geçip gidecek. Özel bir durum yok yani. Ama hâlâ heyecanlıyım ben niye böyle oldu ya? Hızlı adımlarla taksi durağına doğru yürürken aniden durmama neden olacak bir şey oldu. Daha doğrusu biri...

"Belediyeyi arayıp sokaklarınızda işgüzarlığıyla nam salmış pembe bir panter geziniyor belli ki can güvenliğimiz sıfırın altında demeli miyim? Düşünüyorum bekleyin... Kesinlikle demeliyim!"

"Ben de hemen ardından bir şikayette bulunup sokaklarınızda kendisini tüm dünyanın hakimi sanan şımarık bir zengin bebesi geziyor ve insanları rahatsız ediyor demeli miyim? Hemen düşünüyorum... Aaa! Durduğum kabahatmiş!"

"Bu benim lafım!"

"Nereden senin oluyor be! Telifini mi aldın?"

"Bir Gürsoy'un özellikle de Kenan Gürsoy'un ağzından çıkan her bir cümle telifiyle birlikte gelir Pembe Panter! Bakıyorum İstanbul havası sana bunları unutturmuş. Bir ara gel de yeğenime verdiğim "Mükemmel Bir Gürsoy Olmanın İncelikleri" adlı dersimde tekrar yap"

"Farkında mısın bilmiyorum ama sen kendisini fazlaca beğenmiş megalomanın tekisin Kenan Gürsoy"

"Ben daha çok cazibesi son derece yüksek biri demeyi tercih ediyorum. Neyse zaten bu yönüm de sadece Mine'yi ilgilendiriyor başkasını bağlamaz"


rdrtfyukhıljlkç.gif


Yüzümüzdeki belirgin gülümsemeyle birbirimize adım adım yaklaştıktan sonra sıkıca sarılıp "Sana çoğu zaman sinir olduğum doğru ama özlemişim be Kenan!" dediğimde Kenan'da "Bilmukabele" dedikten sonra geri çekilip yüzünü ekşiterek "Hulki Bey dedeye yaranacağım diye resmen ağzım bozuldu. Buram buram naftalin kokmaya başladım. Maviş gözlü küçük bir Şirine uğruna dönüştüğüm hale bak!" dedi. Şapşal ya!

Hulki amca Mine'nin dedesi ve işin aslı torununun Kenan yüzünden nişan bozmasına da epey bozuk atmıştı. O eskilerden bir adam ve anlı şanlı yapılan bir nişan töreninden sonra Onur ile Mine'nin nişanının bozulmasına o kadar içerledi ki Kenan'ın adını bile andırmıyordu. Ona göre sözden dönmüş ve insanlara mahcup olmuşlardı. Neyse ki şimdi Kenan'ı biraz biraz kabullenmeye başladı ama bu Gürsoy paşasının o kapıyı daha çok aşındırması gerekiyor gibi görünüyor.

"Senin akşama geleceğini sanıyordum. Şirkette işlerin yok muydu?"

"Vardı ama patronun oğlu olduğum için kendime biraz izin verdim. Sen nereye gidiyordun?"

"Bir ev kiraladım da hem kafa dağıtayım hem de eşyalarımı yerleştireyim dedim"

"Bir de bana megaloman diyorsun. Kendine çiçek mi aldın?"

"Ne?"

"O elindeki çiçek ne diyorum?"

"Bu mu? Şey bu..."

"Gizli bir hayran mı?"

"Ne gizlisi ya!"

"Aleni bir hayran mı?"

"Of Kenan karıştırma şimdi! Hem sana ne canım ister gizli olur ister aleni sana mı soracağım?"

"Eylül..."

"Ne?"

"İstanbul dışından gelen bir çiçek değildir herhalde değil mi?"

İstanbul dışından derken ne demek istediği gayet açıktı. Üstü kapalı olarak Buğra'yı kastediyor ama kusura bakmasın da nerede Buğra'da bu incelik? O öküze çiçek göstersen yeşillik sanıp yeniyor mu diye sorar. Bak yine hatırladım asabımın civataları oynamaya başladı!

Yüzümü ister istemez asıp "Kastettiğin kişiyle uzaktan yakından hiçbir alakası yok" dediğimde rahatlamış bir ifadeyle "Güzel" dedi. Buğra değilse kim o zaman diye soramadan "İşin yoksa benimle gelsene" deyip lafı ağzına tıktım sonra da tam bana olur der demez sırıtarak "Koltuğun yerini beğenmemiştim zaten bir zahmet değiştirirsin" dedim. Kenan başına gelecekleri anlayıp aniden fikrini değiştirerek "Olur mu dedim ben? Olmaz gelemem çünkü çok işim var daha malikanemize gidip müzevari salonumuzun ortasında ayaklarımı uzatarak şekerleme yapacağım ve bunu yaptığım için de annemden bir ton azar işitip küçük çaplı bir ana oğul krizi yaratacağım. Kesin krizin sonunu da Mine'ye bağlar ben de sinirlenip vurur kapıyı çıkarım. Bu arada teklifin geçerliliğini korusun çünkü bu gece açıkta kalacakmış gibi görünüyorum ya sana gelirim ya da bizim çifte kumrulara geçerim" dedi. Hiçbir yere gidemeyeceğini kolundan tutup "Yürü Kenan yoksa Mine'yi arar seni bir kızla oldukça samimi bir şekilde gördüğümü söylerim" diyerek belli edince tekrardan fikrini değiştirmek zorunda kalıp "Umarım bahsi geçen koltuk şu eskicilerden toplanan ağır vasıta koltuklardan değildir" dedi. Ne eskicisi be!

"Hayır değil merak etme"

"İyi o zaman"

"L şeklinde bazalı modern bir köşe koltuğu!"

"Zaten biraz şansım olsa gelirken tırın altında kalırdım"

"Saçmalama ben de yardım ederim hemen hallederiz"

"Neyse en azından giderken hâlâ kaza yapma şansımız var"

"Söylenmeyi kesecek misin? Hadi gel şurada bir taksi durağı var"

"Asıl sen gel çünkü arabayı hemen karşıya park ettim"

İşaret ettiği yere baktığımda gözlerim yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Tam karşımda duran son model spor arabaya bakarak "Şaka yapıyorsun! Bu araba senin mi?" deyince Kenan da bir arabaya bir bana bakıp "Evet ne oldu?" diye sordu. Bir şey olduğu yok canım sadece bu bebeğin kısa bir süreliğine el değiştirmesi gerekiyor. Elimi uzatıp "Anahtarı alayım!" dediğimde Kenan arabasını kendisinden başka birinin kullanmasına izin veremeyeceğini söyledi ama sonra Mine ile ilgili tehdidimi hatırlatınca cebinden çıkardığı anahtarı eli titreye titreye bana uzatmak zorunda kaldı. Dua etsin gündüz gözüyle gidiyoruz yoksa yanımda kaç buçuk atardı ben bile hayal edemiyorum.


........::::::::____::::::::........


Kısa bir süre sonra evin önüne geldik. Arabayı açık otoparka bırakarak eve yaklaşırken de Kenan siteye şöyle bir bakıp "Köşeyi döndün de benim mi haberim yok?" dedi. Çantamda anahtarlarımı ararken sonucunu bir gram bile düşünmeden "Tolga sayesinde harika insanlarla tanıştım. Atahanları bilirsin" dedim ve hemen ardından da anahtarımı çıkarıp sözüme "Bana iş teklif ettiler. Markalarının yeni yüzü ben oldum" diye devam ettim. Jetonum gecikmeli düştü tabii. Normalde tebrik etmesi gerekirken haklı olarak "Haaah! Gürsoy torpili!" deyip bana da daha önceden ona söylediğim "Kendi işimi "Gürsoy torpili" olmadan da bulabilirim" lafımı bir güzel afiyetle yedirdi. Hay aksi! Bunu ona söylememeliydim resmen boşluğuma geldi. Zaferini kutlaya kutlaya yanımda yürürken tek kelime edemedim zaten tam apartmana girecekken de içeriden Sinan çıktı.

"Günaydın Eylül seni bu saatte burada görmek ne hoş"

"Günaydın Sinan biz de arkadaşımla birlikte evi düzenlemeye geldik"

Kenan'ı ve elimdeki çiçeği görünce zaten yüz ifadesi biraz düşmüştü şimdi de bir ona bir bana bakıp kaldı. Kenan da ondan farklı değildi. Gözlerini kıstığına göre "Bu da kim?" diye düşünüyor olmalı. Onları tanıştırma işine el atacakken de benden önce davranıp "Merhaba ben de Kenan" diyerek elini uzattı. Sinan onunla tokalaşıp memnun olduğunu söyledikten sonra Kenan'a adamın elini sıkmayı bıraksın diye çaktırmadan bir dirsek atıp "Sinan sen hastaneye mi gidiyorsun?" diye sordum. Hastaneye değil ama kızını görmeye gidiyormuş. Bunu duyunca gülümseyip prensesi benim yerime de öpmesini istedikten sonra vedalaştık.

Bu sefer de Kenan bir çiçeğe bir Sinan'a ardından da bana bakıp "Bir soru! Arabasına doğru bize baka baka giden bu Bay Güler Yüz ile elindeki çiçeğin bir bağlantısı var mı?" diye sordu. Of! Söylemedim ya kafaya taktı illa öğrenecek. Çiçeğin Sinan ile bir ilgisi olmadığını söyledikten sonra apartmana girip evin kapısına geldik. İçeriye girdikten sonra da ceketlerimizi çıkarır çıkarmaz kendimize birer kahve yaptık ve balkona geçip oturduk.

"Ee! İzmir'de her şey yolunda mı?"

"Şu an için sorun yok ama döndüğümüzde birkaç sorun çıkarmayı planlamıyor değilim"

"Ne gibi?"

"Boş ver duyarsın zaten"

"Onunla mı ilgili? Yani Buğra ile..."

"Evet ama artık Müfettiş Gadget ile ilgili olan hiçbir şey seni ilgilendirmiyor. O yüzden konu dışında kal Eylül"

"Mahkemedeki şahitlerden biri de ben olacağım biliyorsun"

"Hayır olmayacaksın"

"Nedenmiş o?"

"Bunu söylemekten her ne kadar hoşlanmasam da sevgili ağabeyim bu konuda haklıydı. Kurmaca bile olsa seni en yakın arkadaşının yuvasını yıkmış bir kadın olarak ortaya atmayacağız"

"Ela'nın bir an önce o adamdan kurtulması gerek. Ben olmazsam boşanamaz Kenan elimiz bomboş kalır"

"Bu hepimizin bildiği bir şey ama bunu yaparken senin adının lekelenmesini istemiyoruz. Ayrıca kişisel olarak değerlendirdiğim başka şeyler de var. Biliyorum ilk başta seninle yaptığımız plan kafama epey yatmıştı ama sonrasında olanlar seni tamamen lig dışı bırakmanın en doğru hareket olacağını düşündürdü"

"Buna sen karar veremezsin. Ben..."

"Ben falan yok konu kapanmıştır! Mahkeme günü orada olmayacağın gibi bu boşanma sürecinde de adın anılmayacak. Hatta bundan sonra o adamla ilgili hiçbir konunun içinde olmayacaksın Eylül anladın mı beni?"

"Bakarız"

"Bakarız değil Eylül ne dediysem o olacak. Rica ediyorum artık birinizden biri laf dinlesin yoksa benim kafam çok fena atacak onu da hayatımızdan bambaşka bir yolla çıkarmak zorunda kalacağım. O mahlukata zor sabrediyorum zaten beni dürtmeyin"

"Hâlâ aynı mı peki? Yani Ela konusunda durmaya niyeti yok mu?"

Oturduğu yerden kalkıp balkonun alçak duvarına yaslandı. O sırada da kahvesini yudumlayıp "Durmak mı? dedikten sonra gözlerini korkutucu bir şekilde açarak "Adam peynir yuvarlama festivallerinde yokuş aşağıya yuvarlanan tulum peyniri gibi! Yani kendisi durana kadar müdahale edilmesi imkansız" dedi. Ona bakarken bir an sinirim bozuldu ve "Ne gibi?" diyerek gülmeye başladım. O nasıl benzetme ya! Seni gerçekten özlemişim Kenan...

Kenan da bana ne gülüyorsun dercesine bakıp "Tulum peyniri... Hiç duymadın mı? Aç biraz televizyon izle" dedikten sonra benim gülmeye devam etmeme rağmen ciddiyetini hiç bozmadan "Ama ben onun yolunu münasip bir yerde kesip şık bir tabak içinde nasıl servis edeceğimi biliyorum" dedi. Gülerken aniden ciddileşip "Ne yapacaksın ki?" diye sordum. Kızgın görünüyordu. Buğra'dan daha ilk anda nefret etmişti ve bu nefreti de her karşılaşmalarında iki tarafında saldırgan tavrı yüzünden günden güne artmıştı.

werthyj.png


Sorumun ardından sanki aklında bir şey varmış gibi "Beni mezbahalardaki kesilmiş danalar gibi salonunun ortasına asmanın bedelini çok ağır ödeteceğim ona!" deyince içimi korku kapladı. Kenan dediğini yapan biri ve onu da şu an sırf ortalık durulsun diye Tolga ve Ela zapt edebiliyor. Bu bahsettiği olay da Mine'ye evlenme teklif ettiği gece Buğra'nın önüne çıkmasıyla gerçekleşmiş. Buğra ısrarla Ela'nın yerini öğrenmek isteyince dalaşmışlar ve sonra Kenan aldığı darbeyle kendisinden geçmiş. Sonrası daha can sıkıcı çünkü gözlerini açtığında kendisini Ela için hazırlanan evin salonunda elleri kolları bağlı bir şekilde bulmuş. Buğra onu Ela'nın nerede olduğunu öğrenebilmek için epey hırpalamış olmalı. Her şeyi geçtim sırf bunu yaptığı için bile Buğra'nın yakasını bırakmaz.

"Konu değişimi öneriyorum çünkü bu adamın mevzuları beni çok geriyor"

"Tamam değiştirelim. Siz de son durumlar ne Kenan Bey! Annen Mine'yi kabullenebilecek gibi mi? "

"Yeniden konu değişimi öneriyorum çünkü bu gelin kaynana mevzuları da beni çok geriyor"

"Ne oldu ki?"

"Annem tanımamasına rağmen Mine'yi zengin koca avcısı olmakla suçluyor ve asla evimizden içeriye ayak basamayacağını iddia ediyor"

"Şaka yapıyorsun"

"Ne şakası? Direkt yüzüme söyledi"

"Ee! Ne olacak şimdi?"

"Bir şey olacağı yok ben Mine'den vazgeçmem. Annem de bir şekilde kabullenmek zorunda yoksa Mine'nin giremediği eve ben de ayak basmam"

"Olur mu öyle şey Kenan bir şekilde ortak bir yol bulun"

"Mine'ye de söyledim annemle sadece fotoğraf çekimlerinde ya da basın karşısında bir araya gelirlerse hiçbir sorun yaşanmaz. Hatta annem millete karşı gelinini de yere göğe koyamaz. Mine hiç olmadığı kadar ihya olur ama çekimler biter bitmez tüymemiz lazım yoksa Belgin Gürsoy'un elinden bizi kimse alamaz"

"İşiniz çok zor desene"

"Ben Mine'yi aşkıma ikna ederek en zorunu başardım. Bunlar bana ancak vız gelir tırıs gider"

"Helal olsun Kenan ya! Valla bak arkandan çok atıp tuttum ama sağlam adam çıktın"

"O ne demek be!"

"Artık arkandan daha destekli atıp tutuyorum demek"

"Demek öyle Pembe Panter! İyi o zaman söyle bakalım kim bu doktor?"

"Ne-Ne doktoru?"

"Favorin olmayan ve bu gece seni gözleri yolda bir şekilde restoranda bekliyor olacak olan doktor"

Oturduğum yerden uzanıp koluna bir tane patlatarak "Sen bana ait olan özel bir notu mu okudun?" diye sorduğumda o da sırıta sırıta kolunu çekip "O kadar özelse orta yerde bırakmasaydın!" dedi. Öldüreceğim onu! Sandalyeden kalkıp "Orta yerde değildi tamam mı? Yatak odama koymuştum" dediğimde benden uzaklaşarak bir yandan da "İçinde yatak olmayan bir odanın yatak odası olduğunu anlamadığım için suçlu olduğuma inanamıyorum" dedikten sonra içeriye geçti.

Peşinden gidip bir şeyler söylemek istesem de bunu bir türlü yapamadım. Gülümsüyordu ve elindeki bardakları mutfağa götürürken "Hadi anlat Eylül nasıl olsa öğrenmenin bir yolunu bulurum" deyip sonra da tekrardan yanıma döndü. Koltuğun bir köşesine ben diğer köşesine de Kenan oturunca birbirimize dik dik bakmaya başladık. Of! Kesin beni bülbül gibi şakıtacak ben de ne var ne yoksa ortaya dökmek zorunda kalacağım!

"Atahan..."

"Hangi Atahan?"

"Doktor işte! Doktor Atahan"

"Selim'in ağabeyi mi?"

"Evet Selim'in ağabeyi Haluk Bey'in oğlu Selim dedenin torunu Kaan'ın amcası Meral'in kaynı!"

"Ahmet desen de anlardım Eylül"

"Demiyorum çünkü ben ona tanıştığımız günden beri sadece doktor diye hitap ediyorum"

"Zorun ne peki?"

"Bilmiyorum! İsmi ağzımdan çıkmıyor bir türlü"

"Nasıl çıkmıyor?"

"Söyleyemiyorum işte! Bir de her önüne gelen söyletmeye çalışınca iyice kaçtı"

"Bir işiniz de normal olsa... Ee! Şimdi Ahmet ile ikiniz yemeğe mi çıkacaksınız yani? Romantik romantik sevgili gibi..."

Kenan böyle söyleyince bir an gerçekten öyle mi olacak diye düşünekaldım. O yemeğe giderek önemli bir level atlamamıza izin veriyor oluyorum değil mi? Yani doktor bunu arkadaş buluşması gibi değerlendirmeyecek bayağı bayağı çift gibi buluşacağız. Sessiz kalıp oflarken Kenan da uzanıp kolumu tutarak "Kafan mı karışık senin?" diye sordu. Buna kafa karışıklığı diyebilir miyiz bilmiyorum. Sanki başka bir şey...

Saçlarımı geriye iterken bir yandan da doktorla aramızda geçen şeyleri düşündüm. Bu düşünceler sonrasında dile gelip "Atahanların tanıtım gecesinde tanıştık. Öyle sıradan bir tanışma da değildi. Nasıl olduğunu bile anlayamadan kısacık bir sürede o kadar çok şey yaşadık ki bütün dengemi alt üst mü etti yoksa alt üst olan dengemi yerine mi getirdi onu bile anlayamadım. Bir de o kadar açık sözlü ki kalbinde ne varsa direkt dilinden dökülüyor. Kendisini konu ne olursa olsun hiç gizlemiyor. Ne söylesem ne sorsam net bir cevabı var" dediğimde Kenan "Mesela dilinden ne tür şeyler dökülüyor?" diye sordu. Hangi birini anlatayım ki? Kısacık bir an sessizliğimle baş başa kaldım. Kenan da ses etmeden konuşmamı bekledi. Ne kadar didişsekte kendimle bile konuşmakta zorlandığım şeyleri onunla konuşabildiğimi o da biliyor. Kenan sanki benim iç sesim gibi. Beynimi okuyor ve orada geçenleri sesli olarak duymamı sağlıyor. Bu da onunla çokça benzeştiğimiz için oluyor olmalı.

Sonunda konuşmaya ve de hissettiklerim hakkında dürüst davranmaya karar verip "Söylüyor işte bir şeyler... Asıl önemli olan şey bunu yaparken inkar edemeyeceğim ölçüde bana kendimi değerli hissettiriyor olması" dediğimde şaşırdığı gözlerinden okunuyordu. Konuşmama karışmadan beni dinleyince bundan cesaret alarak devam ettim ve "Bazen öyle kötü oluyorum ki... Aklıma Buğra ile ilgili şeyler geliyor. Hissettiklerim yaşadıklarım kızgınlıklarım senin bildiğin bilmediğin her şey... Olduğum yere sığamıyorum. Odanın duvarları üstüme üstüme geliyor ve ben çıldıracak gibi oluyorum" dedikten sonra birazdan bahsedeceğim anları düşünüp "Sonra hiç ummadığım bir anda o çıkıyor karşıma. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama sakinleştiğim yetmiyormuş gibi Buğra ile ilgili de her şey siliniveriyor aklımdan. Sanki hayatımda hiç olmamış gibi... O yanımda olduğu sürece sanki Buğra yok oluyor. Doktorla birlikteyken Buğra'yı tanımadan önceki Eylül oluyorum. Tamamen kendim oluyorum" dedim. Bunları söyleyebildiğime ben bile şaşırmışsam Kenan'ı düşünemiyorum. Özellikle de Buğra ile ilgili son yaptığımız konuşmadan sonra epey aşama kaydettiğimi düşünüyor olmalı.

anigifesrdyghj.gif


"Uçağa binmeden önce sana ne demiştim hatırlıyor musun?"

"Birçok şey söyledin. Hatırlatsana..."

"Git ve aynı benim yaptığım gibi sen de içindeki gerçek Eylül'ü bulup çıkaracak birine aşık ol. Emin ol ki buradaki Eylül sen değildin. Sen olmadığın için bu kadar üzüldün ve çaresiz kaldın demiştim. Şimdi görüyorum ki bunu yapmışsın. Gerçek seni ortaya çıkaracak biriyle karşılaşmışsın. Artık kafanın karışmasına neden olacak bir şey yok. Sadece bir sayfayı kapatıp diğer sayfayı açman gerekiyor. Hatta geriye dönüp bakmamak için o defteri komple at yenisine başla"

"Ona bağlanmaktan çok korkuyorum Kenan"

"O halde sana bir iyi bir de daha az iyi bir haberim var"

"Neymiş o?"

"Önce hangisi gelsin?"

"İyi olan"

"Korkmana gerek kalmamış"


esrdtfyguh.gif


Ne demek istediğini düşünürken "Peki daha az iyi olan haber ne?" diye sorduğumda Kenan da "Korktuğun başına gelmiş çünkü çoktan ona bağlanmışsın bile" diyerek ayağa kalktıktan sonra "Bir iyi haber daha! Buna rağmen eskisinden çok daha iyi görünüyorsun. Sen bu bilgiyi sindirirken ben de kahve alıp geliyorum" diye diye mutfağa gitti. Kenan içeriden ikimize de kahve alıp gelene kadar olduğum yerde tek bir noktaya bakarak kaldım. Duyduğum şey fena çarpmış olmalı.

"İçimde kötü bir his var Kenan ve bu his beni doktora karşı sürekli geri çekiyor gibi hissediyorum. Hani birine ne kadar yaklaşmak istesen de bunu bir türlü yapamazsın ya..."

"Yoo ben yaklaşırım seviyorsam önümde dağ bile duramaz"

"Ama ben onunla aramda bir barikat varmış gibi hissediyorum. Yanına gitmemi engelleyen bir şey..."

"Bu hissin derdi ne peki niye yapıyor bunu?"

"Bilmiyorum ama sanki mutlu olursam hemen ardından bir şey olacak ve ben aynı hızla yere çakılacakmışım gibi geliyor"

"Çok güldük kesin ağlayacağız denen saçmalığın kodlamasıdır o salla gitsin. Kahvene krema istiyor musun?"

"Hayır sade olsun. Öyle salla gitsin demekle gitmiyor ki"

"Bu karamsar ruh hali hiç senlik değil. Söyle bana benim bilmediğim ne var? Dolaylı yoldan değil ama direkt söyle"

"Bir şey yok"

"Var Eylül ve sen bana söylemiyor sadece mevzunun etrafında dönüp duruyorsun"

"Yapmıyorum öyle bir şey"

Her şeyi de bilsin zaten! İçimdeki sıkıntıyla birlikte kolumu koltuğun sırtına dayayıp penceremden yola baktım. Zihnim o kadar dolu ki bakıyor ama karşımda ne var görmüyorum. Sadece düşüncelerime odaklıyım anlayacağın. O sırada dalıp gitmişim tabii. Kendime de Kenan'ın elindeki fincanlardan birini bana uzatıp "Diğerini içmeden soğutmuşsun yenisini yaptım" demesiyle geldim. Bakma içim sıkkın ama konuşmak yine de bana iyi geldi. Sanki üzerimdeki ağırlıkların bir kısmını atmışım gibi. Kenan'a teşekkür ederek kahveyi elime aldıktan sonra bir yudum içip sonra da yüzümü ekşiterek sehpaya geri bıraktım. Kenan da böyle bir şey yapmama bozuldu ve bunu da bana "Bir Gürsoy'un yaptığı kahveye burun kıvırmak onun..." diyerek belli etmeye kalkınca sözünü balla kesip devamını da "Onun düşen burnunu yerden alıp geri takmaya çalışmakla eş değer diyecektin herhalde" diyerek getirdim. Gözlerini kısarak bakmaya başladı. Niye bir şey söylemiyor diye düşünürken de kahvesini sehpanın üzerine bırakıp iki elini de açarak sanki bir şey tartıyormuş gibi birini indirip diğerini kaldırmaya başladı. Deli bu çocuk!

"Ne yapıyorsun Kenan?"

"Doktor House ile olası bir ilişki durumunuzda hanginizi kurtarmam gerektiğini anlamaya çalışıyorum"

"Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Telaş yok buldum! Ahmet'i kurtarmak en mantıklısı çünkü adam hayati önem taşıyan ameliyatlara giren güzide bir doktor. Ayrıca senin bu sinir bozucu tavırlarınla sürekli onun kafasını ütüleyip halk sağlığını tehdit etmene de izin veremem"

"Ben de gidip Mine'yi senden kurtarayım mı? Bende de şu an o ağır basmaya başladı çünkü"

"Düşündüm de Ahmet'i eskiden tanırım kendi başının çaresine bakabilecek bir adama benziyordu. Eminim seni susturmanın bir yolunu da en kısa zamanda bulacaktır"

"Daha önce de derdim şimdi de diyorum her zaman diyeceğim. Gıcıksın Kenan gıcık!"

Gülümseyerek kahvesini yudumlarken ayağa kalktım çünkü elimi yüzümü yıkarsam ferahlayabilirim gibi geldi. Tam gidecekken de ani bir şekilde olduğum yerde kalıp geri döndüm. Az önce kabalık yaptığımı düşündüğüm için özür babında "Senin el lezzetinle bir alakası yok sadece ben bu İstanbul'un kahvelerine bir türlü alışamadım. Ne zaman içsem ya da kokusunu alsam midemi kaldırıyor" dediğimde Kenan içtiği kahveyi boğazına kaçırıp öksürmeye başladı. Elinde de telefonu vardı. Telaşla yanına giderek sırtına vururken o da gözlerini aça aça bana bakıp "İyiyim!" dedi. Belli belli çok iyi! Maşallah diyeyim de boncukları bir tarafından düşmesin.

"Kenan!"

"Bir şey yok!"

"Nasıl yok?"

"Yok işte uzatma Eylül hadi git sen"

"Gerçekten iyisin değil mi?"

"İyiyim iyiyim sen git"

"Ne oldu ki birdenbire?"

"Deja vu oldum"

"Ne ile ilgili?"

"Şey ile..."

"Ne ile!"

"Hiç senlik bir durum değil. Telefonda bir haber aldım da onunla alakalı"

"Bakayım"

"Ya Eylül bırak! Hadi sen git işine"

Kenan telefonunu alıp apar topar balkona çıkarken ne olduğunu merak etsem de yine de koridora geçip gözüm arkada bir şekilde banyoya girdim. Düşünüyorum da belki de İstanbul kahvelerinin bir suçu yoktur. Midemi bulandıran şey kahvenin o öküzü çağrıştırmasıdır. Buğra'yı yani. Ofisteyken birbirimize sürekli kahve taşır dururduk çünkü. Ama bu iyi bir şey çünkü bu da demek oluyor ki ben de uyandırdığı o aptal aşık hissi değişime uğrayıp yerini iğrenme ve tiksinme gibi sevimsiz bir duyguya bırakmış. Yüzümü yıkayıp çıktıktan sonra yatak odamdaki bez gardolabın önüne geldim. Yatak odası takımım gelene kadar buruşmasını istemediğim elbiselerimi oraya asmıştım ve şimdi de akşam için içlerinden birini seçmem gerekiyor. Gerekiyor da hangisini seçeceğim onu bilmiyorum.

Askılar arasında gidip gelirken bir anda kendimi Ela'yı görüntülü aramış yardım isterken buldum. Her birini üstüme tutup tek tek yorumlar alırken en sonunda bir elbise diğerlerinin arasından sıyrılmayı başardı. Elbiseyi ayırıp Ela'ya teşekkür ettikten sonra telefonu kapatarak salona geri döndüm. İçeriden de garip sesler geliyordu. Salona yaklaştığımda gördüğüm tek şey Kenan'ın koltuğu diğer tarafa doğru itmeye çalışmasıydı. "Neden beni beklemedin?" diye sorarak yanına gidip tam onunla birlikte koltuğu itiyordum ki beni aniden durdurarak "Hey hey sen elleme! Şunu da yaz bir kenara çünkü bir Gürsoy asla yanındaki kadına angarya iş yaptırmaz" dedi. Haaah! Güleyim bari! Evlerindeki vitrinin altında gizli bir bölme bulduğumuzda hiç öyle demiyordu ama!

"Sen mi yaptırmazsın?"

"Ne o bir itirazın mı var?"

"Eylül kesin bir köşede saf saf bakınıyorsundur. Elindeki bebeği yavaşça annesine bırak ve hayatında ilk defa bir işe yarayarak bana yardım et diyen kimdi acaba?"

"Bir kere ben orada sana uyuz olmuştum o yüzden öyle dedim. Gerçekten koca vitrini sana çektireceğimi düşünmedin herhalde"

"Valla senin ne yapacağın belli olmaz Kenan çektirirsin de..."

"Beni hiç tanıyamamışsın" derken aynı anda da koltuğun parçalarını birleştirip yastıkları üzerine atarak "Ben gidip yiyecek bir şeyler alayım sonra da şu evi gerçek bir eve benzetelim. Bu ne böyle içeriye fare düşse kafası yarılır koltuktan başka bir şey yok" dedi. Ceketini alıp çıkarken ben de onu kapıya kadar geçirdim. Sonra da zaman su gibi aktı gitti. Önce yatak takımım geldi sonra da nerede kaldığını merak ettiğim Kenan Efendi peşinde birkaç adamla birlikte evimi gerçekten bir eve benzetmek için kolları sıvadı. Bu çocuğa deli demeyeyim de kime diyeyim şimdi! Gözden bir kayboldu geri geldiğinde kucağında "Pink Panther" yazılı bir yastık arkasındaki adamlarda da kutularla birlikte halılar vardı. Kimini mutfağa yönlendirdi kimini de salona...

"Kenan bunlar ne?"

"Ev hediyesi"

"Çok fazla şey almışsın. Halı bile var"

"O halı bile dediğin şey zeminden yayılan soğuk havanın eve yayılmasını önleyen en önemli gizli silahın olacak. Yazında ev serin olsun diye kaldıracaksın öğren bunları! Tasarrufla alakalı hiçbir şey duymadın mı sen?"

"Senin gibi bir adamın bunları bilmesi çok şaşırtıcı"

"Hulki Bey dede ne zaman yalnız kalsak bana bu tarz bilgiler veriyor"

"Cidden mi? Demek Mine ile evlenirseniz bunların aklının bir köşesinde durmasını istiyor"

"Aynen öyle! Ben de bunu fark ettiğimden beri yanımda küçük bir defter taşımaya başladım. Ne zaman bir şey söylese hemen cebimden çıkarıp not alıyorum"

"Defter niye taşıyorsun ki telefonuna not alsana"

"Aah! Amatör geldin amatör gideceksin. Biraz ince düşün Eylül! Adam yetmişini çoktan geçmiş ve kendinden bile yaşlı olan bir antika dükkanı var. Karşısına geçip not almak için son model telefonumu çıkarırsam beni zengin bir züppe olarak değerlendirir ama ben ne yapıyorum? Kapağı eskitme olan mütevazi bir defter kullanıyorum ki bu çocuğun hali tavrı bize uygun aramızda çok da uçurum olmaz diye düşünsün"

"Çok çakal adamsın Kenan!"

"Her şey aşktan!"

"Bu durumda Hulki amca ne yapıyor peki?"

"Tavlasını çıkarıyor. Mine'den öğrendiğime göre birini gözü tutmuşsa tavla oynarmış"

"Süpermiş!"

"Tamam bu kadar laklak yeter! Hadi hemen buraları düzenleyelim çünkü senin akşam için hazırlanman gerekiyor. Böyle kot gömlek gitmeyi düşünmüyorsun herhalde"

"Tabii ki hayır! Ela'nın da yardımıyla siyah şık bir elbise seçtim bile"

"Siyah mı? Niye siyah ki yemek öncesinde cenazeye mi katılacaksınız?"

Kenan'ın uyuz uyuz sırıttığını fark edince omzuna bir tane patlatıp "Evet şu insanlar bir gitsin seni öldürüp akşam da "Kenan Gürsoy Kalbimizdesin" adlı küçük bir after party yapma niyetim var" dediğimde o da bir yandan kenara bırakılan kutulardan birini alıp odama götürdü bir yandan da arkasında dolanan bana "İlk buluşmada siyah giyen kızlar eksi puan alır çünkü karşı tarafa özgüvenim sıfırın altında o yüzden de fazla kilolarımı fark etmemeni umarak siyah bir elbise seçtim mesajı verir" dedi. Bu dediği aklımın ucundan bile geçmemişti. Tamam biraz boğazına düşkün biri olduğum için kiloları alıp alıp verdiğim oluyor ama illa onları gizleyeyim diye bir çabam hiçbir zaman olmadı. Hem kiloyla ne alakası var canım! Biz kadınlar siyah elbiseyi şık ve zarif görünmek istediğimiz zamanlar giyeriz. Bu erkeklerde biliyorum sanıp aslında hiçbir şey bilmiyorlar!


........::::::::____::::::::........


Kenan her evde olması gerektiğine inandığı müzik setini kurarken ben de odama geçip artık akşam için hazırlanmaya başladım. Hazır olduğumda da Kenan beni restorana bırakıp oradan da ailesinin evine geçecek.

Saçımı ve makyajımı yaparken o kadar tuhaf bir haldeydim ki sürekli camdan dışarıya bakıp hava almak zorunda kaldım. İçimde hem mana veremediğim büyük bir sıkıntı hem de büyük bir heyecan var ve ben bu kadar heyecan yapmama gerçekten inanamıyorum. Hatta sırf bu yüzden saçımı ve makyajımı yaparken toplam üç kere mazeret bildirip yemeği ertelemeyi bile düşündüm. Beni bunu yapmaktan ne mi alıkoydu? Tabii ki doktorun bu sabah gönderdiği cam kutudaki yaseminler! Ne zaman onları görsem içimde o yemeğe gitmeye dair güçlü bir istek uyandı ve hazırlanmaya kaldığım yerden devam ettim. Aklım "Vazgeç" derken kalbim "Olmaz! Kalk gidiyoruz" diyordu resmen. Hayır yani bir türlü anlamıyorum! Ben bu adamla zaten sık sık bir araya geliyorum. Hatta aynı sofraya oturmuşluğumuzda bir hayli fazla ama şimdi bakıyorum da titrek ellerim yüzünden bir eyelinerı bile doğru düzgün çekemiyorum.

Zor da olsa düşünmemeye çalışarak küpemi takarken bir yandan da çantalarımın başına geldim. Bana ufak tefek bir şey lazım olduğu için daha yeni düzelttiğim dolabımda çanta avına çıktım ve sonunda uygun bir tane bulabildim. O ana kadar da içimdeki manasız sıkıntının sebebini çözememiştim ama yere düşen çantalarımı toplamak için eğildiğimde bir anda o sıkıntının nedeni tatsız bir şekilde ortaya çıkıverdi. Bu iyi mi oldu yoksa kötü mü bilmiyorum ama ara sıra kullandığım günlük çantamın içinden düşen kutu bu geceyle ilgili tüm heyecanımı yitirmeme neden oldu. Bunu aldığımı unutmuş olduğuma gerçekten inanamıyorum.

esrdtfhygjuhk.gif


Berbat bir itiraf geliyor hazır mısın? Ben hazır değilim ama mecburen seninle paylaşmak zorundayım. Bir süre önce Meral'in benden bir isteği olmuş ve kendisi için gebelik testi almam gerekmişti. O gün eczacının erken dönemde bakınca yalancı negatiflik verebiliyor demesi ve anne adayları sonucu garantilemek için birden fazla alıyor sözleri içime bir kurt düşürmüştü. Of! Ağır bir itiraf olmaya doğru gidiyor biliyorum ama bunu şu an yapmak zorundayım çünkü o yemeğe gitmeden önce hamile olmadığımdan kesinkes emin olmam gerekiyor. Gapgaranti bir sonuca ihtiyacım var yani. Ben Meral'i hastanede ziyarete gidip doktorla ikimize aldığım kahveyi içemediğim hatta odaya hava girsin bahanesiyle açtığım pencereden bakarken bir de üstüne midemin bulandığını hissettiğim gün korkuya kapılıp bu testlerden bir tane yapmıştım. Sonuç olumsuz çıkınca da çok rahatlamıştım ama hem eczacının söylemleri hem de kendimde gözlemlediğim bazı değişiklikler kafamı fena halde karıştırmaya başladı. Yani o gün eczacının sözüne karşılık üç tane gebelik testi aldım ama Meral'e sadece iki tanesini verdim. Üçüncüsü bende kaldı yani...

Şimdi ne mi olacak? Bilmiyorum ama bu kutunun içinde yazanları okurken içimi büyük bir korku kapladı. Bu korkuyu yenmenin de tek bir yolu var ve ben o yola başvurmak için hiç vakit kaybetmeden yerden kalkıp banyoya gideceğim çünkü bu gece doktorun yanına gidip gidemeyeceğim birazdan alacağım olumlu ya da olumsuz sonuca bağlı olacak.

Sakın Buğra!

Sakın hayatımı bir kez daha mahvetmiş olma!



wretytyj.png

........::::::::__Ahmet__::::::::........

"Hocam!"

"Ne oldu Gözde? Sakın yeni bir hasta daha geliyor deme çünkü birkaç dakika içerisinde hastaneden çıkmazsam gitmem gereken çok önemli bir yere geç kalacağım"

"Hayır hocam sadece kravatınızı odanızda unutmuşsunuz onu getirdim"

"Kravatım boynumda..."

"Bir daha bakın isterseniz"

"Değilmiş"

"Buyurun hocam"

"Süpersin!"

"Heyecanlı görünüyorsunuz. Özel bir akşam galiba"

"Senden laf çıkmaz diye rahat rahat söylüyorum. Evet son derece özel bir akşam. Ayrıca şık bir restorana kravatsız gitseydim bu gece bana eşlik edecek olan o güzeller güzeli kadına da ciddiyetsiz gözükecektim. Yani dile benden ne dilersen! Şimdi iste pazartesi sabahı elinde bil"

"Bir şey istemem hocam siz mutlu olun kâfi"

"Kanaatkâr asistanım benim! O halde yeni bir haftaya başlarken görüşürüz"

"Görüşürüz hocam iyi akşamlar"

"Sana da iyi akşamlar"

Saatime bakarken bir yandan da koşar adımlarla asansöre doğru yürüyordum ama bu sefer de tam ceketimin ceplerini yoklamaya başlamıştım ki Aygün'ün "Hocaaam!" diye seslenerek yanıma doğru koşturduğunu fark ettim. Yapmayın bunu bana! Yalvarırım biri gelmemiş ya da acilden çağrılmamış olayım. Aygün yavaşlamasını istememe rağmen nefes nefese bir halde yanıma gelip "Hocam telefonunuzu az önce bankonun üzerinde unutmuşsunuz" dedi ve telefonumu bana doğru uzattı. Telefonumu elinden hemen alamadım çünkü bunu der demez az önce üzerimi değiştirdiğim için gözüm pantolonuma kaydı. Unutmadığım bir o kaldı çünkü.

Telefonumu alıp Aygün'e de teşekkür ettikten sonra gelen asansöre binerek aşağıya indim. Aksilik bu ya bugün de zaman geçmek bilmedi. Bir an önce akşam olsun diye hastalarım haricinde de sürekli bir şeyler ile uğraştım. Hatta öğle yemeğine çıkacak vaktim olmadığı için Hasan ağabeyin yanına inip sandviçimi yerken birkaç kişiye tost bile hazırladım. Onlar da şaşırdı ama durduğum yerde kalamıyorum çünkü sakince oturduğumda zaman duruyor gibi geliyor. Sürekli bir şeylerle uğraşma isteğim yüzünden de milletin diline düştüm. Herkes Ahmet'e bir şey olmuş diye fısıldaşıp duruyordu. Evet bir şey oldu. Çok güzel bir şey hem de...

Hastanenin otoparkına inip koşar adım arabamın yanına gittikten sonra büyük bir heyecanla kapıyı açıp koltuğa oturdum. Derin bir nefes alıp kapımı kapattıktan sonra da otoparktan çıkıp bir an önce Eylül'ü görme dileğiyle restoranın yolunu tuttum. Neyse ki trafiğe yakalanmadan ara sokakları da kullanarak hızlı bir şekilde gelebildim. Son dakika gelen hasta yüzünden yeteri kadar zaman kaybetmiştim bir de üstüne trafiğe yakalansaydım çok kötü olurdu.

Arabayı valeye teslim ettikten sonra içeriye girdim ve hemen etrafa göz gezdirmeye başladım. Eylül görünmüyordu. Kadınların randevulara biraz geç geliyor olması bazen işe yarıyor demek ki. Eylül'ün şu kapıdan girerken ki halini görmeyi çok istiyorum ve bu anı kaçırmış olduğumun düşüncesine bile katlanamıyorum. Bugünü yaşayabilmeyi çok bekledim ve şimdi tüm güzelliklerine anı anına şahit olmak istiyorum.

Beni daha önceden ayırttığım masamıza yönlendirdiklerinde heyecandan kalbim duracak gibiydi. Gözlerim bir kapıya bir de dakika bile geçmemiş olmasına rağmen saatime kayıp duruyordu. Normalde bu bekleme süresini telefonumla oyun oynayarak geçirmem gerekirken şu an gözlerimi kapıdan ayıramıyorum. Ameliyatlara girerken bile bu kadar heyecan yaptığımı hatırlamıyorum. Her zaman kendimi sakinleştirmenin ve iç dengemi korumanın bir yolunu bulmuşumdur ama konu o olunca hiçbiri işe yaramıyor. Beni bu hale getirmeyi başaran tek kadınsın Eylül Acar!

Uzun bir bekleyişin ardından gelmeme ihtimaline karşı endişelenmeye başladım. Kafası yine bir şeye attı da gelmekten vaz mı geçti acaba? Bunu bana sakın yapma Eylül! Yapma...

Saatler dokuzu gösterirken umutsuzluğum da iyice tavan yaptı. Gelmediği gibi aramalarıma da cevap vermedi. Aslında onun için endişelenmeye de başladım. Kötü bir şey mi oldu acaba? Bir kez daha saate bakıp iyi olup olmadığını öğrenmek için tam Tolga'yı aramaya karar vermiştim ki bir anda Eylül karşımda belirdi. Muhtemelen bir rezervasyonumuz olduğundan bahsedip benim gelip gelmediğimi soruyordu. Geç oldu ama geldi. Gülümseyerek ayağa kalktığımda o da bana doğru döndü ve o anla birlikte göz göze geldik.

tumblr_muezzdBZ3d1qzg2sjo4_250.gif


Her zaman ki gibi yine çok güzel görünüyor. Hani bir bakış ya da bir gülüş yeterdi aşık olmaya denir ya... İşte bu kadında her ikisi de mevcut. Gözlerini bakışlarından uzaklaştırmayı başarsan gülümsediğinde dudaklarındaki o hoş kıvrılışa yakalanıyorsun. Hiçbir türlü affetmiyor yani...

Bir kadın güzel olabilir ama bulunduğu ortamı aydınlatacak ışıltıya sahip olan kadın nadir görülür. Farkında değil ama o bunu yapmayı başarıyor. Işıl ışıl parlatıyor karanlık geceyi. Sonunda aynı şimdiki gibi göz göze gelebilmek varsa. Sen bir ömür beklenmeye değersin Eylül Acar...

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.625
Tepki
84.273
Puan
113
Konum
İstanbul
ewrtyyuı.png

"Mutluluğu yakalayacağım bir anda hayat bana öyle bir çelme takacaktı ki Buğra ile istesek bile birbirimizden kopamayacaktık. Ah! Bu da bana hayatımın en büyük dersi oldu tabii. Ağır bir ders hem de..."

21.Bölüm : Hoşça kal doktor...

........::::::::__Ahmet__::::::::........

Eylül masaya kadar kendisine eşlik etmek isteyen genci durdurup yanıma tek başına gelirken ben de masanın önüne geçtim ve tedirgin olsam da yine de hissettiğim heyecanla birlikte "Bir an dedemin sözünü dinleyip beni bütün gece masamızda tek başıma bırakacaksın sandım" dedim. Beklediğim belki de ondan duymayı arzu ettiğim o hırçın sözlerini işitemedim. Durgun görünüyordu. Bir şey söylemeden yaklaşırken gözlerim ister istemez benden saklamaya çalıştığı eline takıldı. Neden eli sargıda ki?

Yan yana geldiğimizde benden kaçırmaya çalışsa da yine de sargılı olan elini tutup "Parmaklarına ne oldu Eylül?" diye sormadan edemedim. Huzursuz bir halde bakışlarını kaçırıp "Başka bir eve taşındım. Elim de eşyaları yerleştirirken oldu. Önemsiz bir şey" deyince bandajın üzerini öptüm ama Eylül elini usulca geri çekip "Konuşalım mı biraz?" dedi. Sesi titriyordu. Gözleri de kızarıktı. Ağlamıştı sanki. "Konuşalım" diyerek oturması için sandalyesini çektiğimde nefesini tuttuğunu ve otururken de gergin olduğunu fark ettim. Umarım bu hali bana yaptığı bir şakadan ibarettir ve birazdan da o muhteşem gülümsemesiyle bu oyunu bozup "Çok çabuk kanıyorsun be doktor!" der.

Bir an önce konuşmaya başlaması için karşısına oturduğumda siparişleri almak için bize doğru yaklaşan garsonu görüp elimle beklemesini işaret ederek Eylül'e döndüm. Bana doğru bakamıyordu. Baksa da göz göze gelmemek için dikkat ediyordu. Eylül'ü bu hale getiren şey ne bilmiyorum ama sanki konuşmak isteyip de bunu bir türlü yapamıyor gibi bir hali vardı. Onu böyle görmeye hiç alışık değilim. Alışık olmak da istemem.

Benimle bir türlü buluşamayan gözlerine dikkatle bakarken "Bir şey içmek ister misin Eylül?" diye sorduğumda bu gece ondan asla duymak istemeyeceğim bir şey söyleyerek bana "Hayır teşekkür ederim zaten fazla kalamayacağım" dedi. Gidecek ve gece daha başlamadan bitecek yani. Bunu söylemek yerine keşke çekip vursaydı beni.

Üzgün olduğumu gizleyemeyerek "Fazla kalamayacağım mı?" deyip onu tekrarladıktan sonra yanlış anladığımı söylemesini umarak sözümü "Ama neden?" diyerek tamamladım. O her baktığımda etkilenmemi sağlayan gözleri buğulanmıştı ve sanki ağlamamak için de kendisini zor tutuyor gibiydi. Buna şahit olmak da bir şey yapamamak da canımı çok acıttı. Önüne düşen saçını yüzünden uzaklaştırırken nihayet konuşmaya başladı ama keşke konuşmasa mıydı diye düşünmeden edemedim çünkü söylediği her kelime canımı çok daha fazla yakmaya başladı.

"Buraya geldim çünkü bu masada saatlerce tek başına beklemeni istemedim. Gelmeme sebebimi telefonla da söyleyebilirdim elbet ama bu şekilde olmasını hak etmiyordun"

"Bir şey mi oldu? Benimle daha açık konuşabilirsin"

"Bir şey olmadı"

"O zaman neden bu haldesin Eylül?"


wdfgghjk.png



........::::::::__Kenan / Birkaç Saat Önce __::::::::........

"Ve beklenen an! Müzik seti artık emrine amade Pembe Panter!"

Sessizlik oldu. Derin bir sessizlik. Seslenişime cevap gelmeyince kulağımı kabartıp çıkabilecek en ufak sese odaklandım ama şaşırtıcı bir şekilde hâlâ ipucu niteliği taşıyan bir ses vermiyor. Bu kız bunca zamandır ne yapıyor içeride demeden edemedim. En azından bir fön makinesi sesi bir dolap kapağının açılıp kapanışı topuk sesleri gibi bir şeyler duymam gerekirdi değil mi? Ama bir süredir hiçbir ses yoktu. Tamam romantik temalı bir yemeğe gidiyor anladık ama hazırlanmak da bu kadar uzun ve sessiz süremez herhalde. Alt tarafı siyah bir elbise giyecek saçını tarayıp makyajını yapacak bu ne kadar zamanını alabilir ki? Biraz kestireyim derken uyudu mu acaba? Eylül bu yapar mı yapar.

Etrafa yayılan kartonları ve straforları görünce yüzüm ister istemez ekşidi. Salonunu bu halde görürse vır vır söylenir şimdi hiç çekemem. Alelacele etrafı toparlarken bir yandan da Eylül'e takılarak "Hâlâ hazırlanamadın mı Eylül? Sen gidene kadar doktor tatlıya geçti bile" dedim ama sözümü bitirir bitirmez ev başımıza yıkıldı sanki. İçeriden gelen gümbürtüyü duyunca hiç düşünmeden elimde ne var ne yoksa fırlatıp koşarak Eylül'ün odasının önüne gittim. Bir şeylerin kırılma sesi haricinde odadan Eylül'ün bağırışları da geliyordu.

"Seni tanıdığım güne lanet olsun Buğra! Lanet olsuuun!"

Kapıyı peş peşe yumruklayıp açması için seslensem de kâr etmedi. İçeride her ne oluyorsa kıyametin koptuğu açıktı. Kapının kolunu yoklayıp kilitli olduğunu anladığım anda bağrışlarla birlikte ağlama sesleri de yükselmeye başladı. Eylül'ün kendisine gelmesini bekleyemeyeceğim için kapıyı omuz atarak açmak zorunda kaldım. Bir... iki... üç derken kapı gıcırdayarak açıldı. İçeriye girdiğimde gördüklerime inanamadım. Oda darmadağındı. Devrilmiş bir sandalye kırılmış bir cam kutu etrafa dağılmış eşyalar ve yerde üzeri kanlı beyaz çiçekler vardı. Tabii bu an "Bir saniye şoka girdim hemen toparlanıyorum az bekleyin" denebilecek bir an da değildi. Hemen müdahale etmezsem farkında olarak ya da olmayarak kendisine zarar vereceği kesindi çünkü.

Eylül kendisini kaybetmiş gibi sinirle eline geçeni fırlatıp "Hayatımı mahvetti Allah'ın cezası!" diyerek bağırırken ellerinin kanadığını fark ettim ve hızla yanına gidip onu arkadan sararak kollarını birbirine kenetledim. Ama dedim ya kendisinde değil gibiydi. "Eylül sakin ol! Kendine zarar veriyorsun!" dediğimde kontrolünü kaybetmiş bir halde "Kenan bırak!" diye bağıra bağıra beni tüm gücüyle iterken ben de onu zar zor zapt etmeye çalışarak "Eylül kendine gel diyorum!" diye bağırdım. Geldi mi? Gelmedi!

"Bırak diyorum Kenan!"

"Eylül sakinleş yoksa ben seni sakinleştirmesini bilirim!"

"Yalvarırım bu bir kabus olsun!"

"Bu herif yine ne yaptı Eylül konuşsana!"

"Aptalım ben! Ona inanacak kadar ahmak bir insanım ben!"

"Bunu zaten biliyorum konuya gel!"

"Kenan bırak beni bak daha çok sinirleniyorum!"

"Bırakayım da evi başımıza yık değil mi!"

Bu sözümden sonra bana karşı daha fazla direnemeyeceğini anlayarak kollarımda çırpınmayı bıraktı. Nefes nefeseydi. Omuzları titriyordu. Bütün gücü tükenmiş gibiydi. Ağlamaya devam ederek "Ne yapacağım ben şimdi? Nasıl bakacağım onun yüzüne!" dediğinde neden bahsettiğini tabii ki de anlamadım. Ne olduğunu bilseydim elbet birkaç önerim olurdu ama şu an konuya tamamen yabancı durumdayım. Tek düşünebildiğim şey Eylül'ü bu hale getiren o eceli gelmiş insan müsveddesini yakaladığımda ona ne yapacağımdı. Son günlerinin tadını çıkarsa iyi olur!

Eylül bütün gücünü yitirmiş gibi kendisini tamamen bırakınca onu sıkıca tutmaya devam ettiğim için ister istemez birlikte düşer gibi yere oturduk. Onu bırakmak istemiyordum çünkü aniden saldırganlaşıp kendisine bir zarar vermesini istemiyordum. O sırada gözüm ellerine kaydı. Çok fazla kan vardı. Avuç içleri kesilmiş olacak ki berbat görünüyorlardı. Elimden kurtulamasın diye bir bacağımı onun bacaklarının üzerinden atıp Eylül'ü iyice kıpırdayamaz hale getirdim ve etrafa bakındıktan sonra da yatağın üzerindeki örtüyü yanımıza çekerek "Eylül sakinleş ve hemen bana neler olduğunu anlat" deyip ellerini temizlemeye başladım. Ağlamaya devam ediyordu ve anlatmaya başlamak yerine "Hayır hayır hayır! Kırılmış..." diyerek yerdeki çiçeklere uzanmaya çalıştı. Bunu yapamasın diye onu durdurmak zorunda kaldım çünkü çiçeklerin cam kutusu kırılmış ve parçaları da etrafa yayılmıştı. Elini kesen şey de o olmalı.

"Eylül bak ya konuşursun ya da hemen şimdi o herifi arar sana ne yaptığını bizzat sorarım! İnan bana sonrasında neler olacağını sen bile bilmek istemezsin"


........::::::::__Eylül __::::::::........

Yere saçılan yaseminlerime kalbim paramparça olmuş bir halde bakarken utancım da her geçen saniye daha da derinleşiyor. O kadar kötü hissediyorum ki gözlerimden süzülen yaşlar hiç durmaksızın akıp gidiyor ve ben buna engel olamıyorum. Odada sadece benim ağlamalarım duyulurken "Hamileyim Kenan..." diye fısıldadım. Kelimeler resmen boğazıma takıldı. Ama ondan da saklayacak durumda değildim. Gözlerinin önünde perişan bir haldeyken yalan söyleseydim zaten bana inanmazdı.

Sessizlik olduğunda Kenan'ın hiçbir şey demeden beni yavaşça serbest bıraktığını hissettim ve bacaklarımı toplayıp başımı da dizlerime dayayarak ağlamayı sürdürdüm. Böyle bir şey yaşadığıma inanamıyorum. İnsanın gerçekten de yer yarılsa içine girsem diyeceği anlar oluyormuş. İşte şu an ben o andayım.

keaey.gif


İlk şokun ardından Kenan öfkesine yenilip ayağını sertçe dolaba vursa da hemen ardından dizlerinin üzerine çökerek bana sıkıca sarıldı. Kızıp bağıracağını zannederken sadece "Şişşt! Tamam ağlama perişan ettin kendini" deyince ben de ona sarıldım. Kendimi daha ne kadar perişan edebilirdim ki? Hayatım az önce ellerimin arasından kaydı ve nereye gittiğini bilemediğim bir yere doğru yol aldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kenan'a sarılmamla birlikte gözlerimin önüne restoranda heyecanla gelişimi bekleyen doktor geldi ve her şeyi mahvettiğim gerçeğiyle bir kez daha yüzleşip daha çok ağlamaya başladım.

"Mutlu olabilirdim Kenan... Sonunda hayatımı bir düzene sokup bana gerçekten değer veren bir adamın varlığıyla küllerimden yeniden doğabilirdim ama o bu şansımı da elimden aldı. Ne mutlu edebildi ne de mutlu olmama izin verdi"

"Seni Buğra ile ilgili defalarca uyarmıştım. Ortalık bu kadar karışıkken size bir şey söylendiğinde bunu beyin süzgecinizden geçirmek yerine niye illa burnunuzun dikine gidiyorsunuz gerçekten anlamıyorum. Dış bir göz olarak görüyoruz da uyarıyoruz değil mi? Hele sen! Sen nasıl sonrasını düşünmeden kendini o güvenilmez herifin kollarına bırakırsın Eylül!"

"Düşünmeden mi? Sence böyle bir birliktelik yaşamak benim için normal bir şey mi?"

"Ee! Durum bu noktaya nasıl geldi o zaman?"

"Bir şekilde geldi işte"

gfhgfh.gif


"O bakış ne? Eylül doğru düzgün anlat şunu!"

"Anlatacak bir şey yok"

"Bak anlatmadıkça kafamda uç şeyler kurgulayıp daha çok sinirleniyorum o yüzden olayın bu noktaya gelme anını benim hayal gücüme bırakmayıp bir an önce kendin anlat"

"O gün ofiste benim ona karşı onun da Ela'ya karşı olan hisleri hakkında oldukça sert bir tartışma yaşamıştık. Ağzıma geleni hiç çekinmeden en ağır şekliyle sayıp döktüm. Bu defa ne hali varsa görsün benden bu kadar diye düşünmüştüm. Vurdum kapıyı çıktım. Geri dönmeye de hiç niyetim yoktu ki yaptığımız konuşmadan sonra geri dönmemin mümkünatı da kalmamıştı. Biraz zaman geçtikten sonra evime geldi. Beni merak ettiğini söyleyerek konuşmak istedi. O kadar kızmıştım ki onunla konuşmayı birçok kez denediğimi ama bunun mümkün olmadığını söyledikten sonra onu gördükçe daha da çok sinirlendiğim gerekçesiyle çekip gitmesini istedim çünkü onu görmeye bile tahammülüm kalmamıştı. Ama o benim aksime çok sakindi. Onu ilk defa bu kadar sakin ve ne istediğini bilir halde gördüm. Sanki ofisteki tartışmamızın ardından bir karara varmış ve yanıma öyle gelmişti. Bana bu sefer gerçekten denemek istediğini söyledi. Yani Ela'yı unutmaya çalışıp benimle yeni bir başlangıç yapmaya hazır gibiydi"

"Kapına geldiğim gün! O gün değil mi? Ne olduysa o gün oldu. O adamın yerdeki ceketini bana çaktırmamaya çalışarak ayağınla kenara ittiğini gördüğümde aranızda bir şeyler yaşandığını anlamıştım. Bana verdiğin cevaplar da kuşku uyandırıyordu ama yapmamışsındır diye yine de bir umudum vardı"

"Söyledikleri gerçekmiş gibi gelmedi. Doğru mu anladığımı öğrenmek için Ela'yı unutmayı mı deneyeceğini sorduğumda hiçbir şey söylemedi. Sadece gözlerime cevabının evet olduğunu anlamamı istermiş gibi bakıp beni kendisine doğru çekerek öptü. Beni öpmesini beklemediğim için afalladım. O da beni öper öpmez içeriye girip kapıyı kapattı. İnkar edemem ona inanmak istedim ve bu yüzden de beni öpmesine mani olmadım. Hatta o dönem ona karşı hislerim olduğu için ben de onu öptüm kabul ediyorum ama sonra..."

"Sonra ne Eylül?"

"Sonrası yok. Bu kadar işte... Durum ortada!"

"Eylül sonra ne oldu dedim! Yanına geldiğimde berbat görünüyordun bir şey olmuş olmalı. Sana isteğin dışında mı dokundu o herif?"

aesdrtfyguh.gif


"Düşündüğün gibi değil"

"Düşündüğüm gibi değilse ne o zaman?"

"Değil işte"

"Eylül söylesene şunu!"

"İçeriye o halde girdikten sonra işin boyutu değişmeye başladı. Hiç de tahmin edemeyeceğim şekilde hem de... O gün içinde yaptığımız tüm konuşmalar tartışmalar öncesi sonrası her şey kulağımda bir bir çınlarken seviyor olsam da ona devam edemeyeceğimi ve hemen gitmesi gerektiğini söyledim ama o beni duymuyor gibiydi. Onu gitmesi için ikna etmeye çalışırken de bir anda odada buldum kendimi... Kahretsin! Ben ona engel olamadım anladın mı? Bana aşıkmış gibi seviyormuş gibi ona inanmamı bekliyormuş gibi bakarken engel olamadım!"

"Manipülatif herif! Onu sevdiğini biliyor tabii kullandı bunu"

"Bütün suçu da ona atamam Kenan"

"Eylül şu herifi koruyup beni daha da çok delirtme!"

"Korumuyorum sadece olanı söylüyorum. Ben onu yaka paça kapının önüne koyamayacak bir kadın değilim Kenan!"

"Bu yüzden ona karşı olan duygularını kullandı diyorum ya! Her neyse... Sen istediğin kadar olayı yumuşatmaya çalış sonuç olarak onu sevdiğini söylesen de böyle bir ilişki yaşamak senin isteğine bağlı bir durum değilmiş ve bu da o herifi dört tarafı insanlarla çevrilmiş Kenan Gürsoy yapımı maun bir taşıma aracı içinde ebediyete yolcu etmeme yetiyor da artıyor bile!"

"Kenan lütfen sen bu işe karışma"

"Ne demek karışma? Çoktan karıştım bile!"

"Kenan!"

"Bundan sonra bana sakın karışma Kenan falan demeyin Eylül! Beni sürekli yapma Kenan bekle Kenan fevri davranma ortalık karışmasın Kenan diye diye durdurdunuz bak sonuç ne oldu? Biriniz adamın çocuğunu taşıyor diğeriniz kucağında öz be öz yeğenimle tıpış tıpış o herifin yanına geri dönmek zorunda kalıyor. Artık saltanat bitti! Adiós Buğra!"

Tekrardan ağlamaya başladığımda kızgın bakışlarıyla kollarımı sertçe tutup "Bana bak Eylül!" diyerek kendisine bakmamı sağladı sonra da "Bundan birkaç yıl önce karşıma çıkmış olsaydın bana böyle bir şey dediğinde sana rahatlıkla "Canın cehenneme!" diyebilecek haldeydim ama artık durum değişti çünkü şu an karşında sevgili ağabeyi ve biricik yeğeninin annesi sayesinde kardeşliğin ne demek olduğunu en ince ayrıntısına kadar öğrenmiş bir Kenan duruyor. Yani Tolga ne kadar ağabeyim Ela ne kadar kız kardeşim ise sen de artık bir o kadar kardeşim sayılırsın. Hâl böyleyken bu da beni senin gözünden yaş akıtan herhangi bir ölümlünün canından can akıtmaya otomatikman meyilli ediyor. Şimdi bana neden sen karışamazsın Kenan diyemeyeceğini anladın mı?" dedi. Bu söylediklerinin ardından birbirimize bakarken ağlamayı kestim.

Kısa bir an bundan sonra neler olabileceğini düşündükten sonra "Buğra'nın hayatımda olmasını istemiyorum Kenan. Herhangi bir sebepten ötürü karşıma çıkmasını ya da yine saçma sapan şeyler söyleyip beni bir kez daha incitmesine izin vermek istemiyorum. Eğer gidip ona bu durumdan bahsederek hesap sormaya kalkarsan o da ilk uçakla yanıma gelir ve muhtemelen daha da alçalıp bunu bilinçli bir şekilde planladığımı ima ederek bütün sinirlerimi tepeme çıkarır. Gerçek şu ki ben onu şu sıralar görmeyi kaldırabilir miyim bundan pek emin değilim. Sana yalvarıyorum beni onunla karşı karşıya getirebilecek herhangi bir şey yapma" dediğimde Kenan da düşünceli bir ifadeyle "Ne yani hayatını darmadağın edişi yanına mı kalsın Eylül? Üzgünüm ama yok öyle bir dünya!" dedi.

Tuhaf bir sakinlikle "Etrafımda olmasındansa yanına kalmasını tercih ederim Kenan" dedikten sonra yataktan destek alarak yavaşça ayağa kalktım. Kırılıp dökülenlere bakarken sanki tüm olanlara yabancılaşmış gibiydim. Niye böyle oldum ki ben? Sanki biri ruhumu çekip aldı ve ben bomboş bir bedenle öylece kalakaldım. Manasız bir sakinlikle gözlerim odanın içinde gezinirken Kenan elini omzuma koyup "Eylül..." dedi ama sanki orada o odanın içinde değilmişim gibi hissettim. Kendime gelişim eğilip yerden bir tane yasemin çiçeği almamla gerçekleşti. Ona bakarken bir yandan da doktorun anlattığı hikayeyi ve sonrasında söylediği sözleri düşünüyordum.

Yapamadım doktor... Verdiğim sözü tutamadım. Kalbimi sen onu bulana kadar koruyamadım. Bu son darbeye karşı daha fazla direnemedi ve son atışlarını az önce yaptı. Artık onu bulsan da bir faydası yok. Hayata dönme şansı kalmadı.


sedrfthgj.gif


"Beni restorana götürür müsün Kenan?"

"Eylül bence Ahmet'i arayarak yemeği iptal etmen daha doğru olur"

"Hayır olmaz böyle yaparsam onu çok daha fazla kırarım. Ona yüz yüze hoşça kal demeliyim"

"Emin misin?"

"Eminim"

"Tamam sen toparlan o zaman hazır olunca çıkalım"

Yaralanan elimi sarıp ağladığım belli olmasın diye de gözaltlarıma kapatıcı sürdükten sonra Kenan ile birlikte evden çıktık. Yol boyunca da hiç konuşmadık. Gözlerimi tek bir noktaya dikmiş dışarıya bakarken aklımdan da eğer hamile olduğumu öğrenmeseydim bu gece o restorana girdiğimde ne ile karşılaşabileceğimi geçiriyordum. Büyük ihtimalle o bana hınzır bir gülüşle "Yine geciktin!" der ben de salına salına yanına gidip çantamı masaya sertçe vurarak "Ben bir kadınım! Gecikirsem değil gecikmezsem şaşır dediğimi ne çabuk unuttun" derdim. Sonra da gülümseyerek sandalyemi tutar ve tam karşıma geçip oturarak bana hayatına hoş geldiğimi ima edercesine "Hoş geldin Eylül" derdi. Birbirimize hoş geldin diyecekken hoşça kal demek zorunda kalmamız ne acı...

Restoranın önünde durduğumuzda Kenan geldiğimizi ve beni dışarıda bekleyeceğini söyledi. Derin bir nefes aldıktan sonra elimi kolunun üzerine koyup "İyi ki varsın" dediğimde duygusallıktan hiç de haz etmeyen bir adam olduğu için gözlerime bakmamaya çalışıp "Sen de öyle... Hadi git" dedi. Arabadan inip berbat bir halde restorana doğru giderken sanki tam önümde de bu geceye heyecanla hazırlanıp içeriye girmeden önce de saçını başını düzelten Eylül yürüyor gibiydi. Kapıya kadar onu takip edip içeriye girdikten sonra da beni karşılayan gence "Atahan... Yani Doktor Atahan adına bir rezervasyonumuz olması lazım. Kendisi geldi mi?" diye sordum. Geldiğini söyleyerek içeriyi işaret ettiğinde o yöne bakmamla birlikte doktorla göz göze geldik. Onu görünce kalbim yeniden alev aldı. Ağlamamayı umarak derin bir nefes alırken de yanımdaki gencin sesini duydum.

tumblr_muezzdBZ3d1qzg2sjo4_250.gif


"Buyurun hanımefendi size masanıza kadar eşlik edeyim"

"Teşekkür ederim gerek yok. Ben kendim giderim"

"Peki efendim. İyi akşamlar"

İyi akşamlar.... Bu dileğin gerçekleşmesi ne şimdi ne de bundan sonra pek mümkün değil gibi görünüyor. Masanın önüne geçen doktora doğru yürürken bana gülümseyerek "Bir an dedemin sözünü dinleyip beni bütün gece masamızda tek başıma bırakacaksın sandım" dedi. Hiçbir şey diyemedim. Ne diyebilirdim ki zaten. Büyük ihtimalle dedesinin dediği gibi sırf aklı başına gelsin diye onu bu masada bekletmiş olmamı tercih ederdi. Yalan söyleyemem ben de öyle olsun isterdim.

Yan yana geldiğimizde fark etmemesini umduğum ama onun anında fark ettiği sargılı halde olan elimi tutup "Parmaklarına ne oldu Eylül?" diye sordu. Belki de ömrümün sonuna kadar saklamam gereken o içinde yaseminler saklı cam kutuyu bir cinnet anında istemeden kırdım. Elimi bu hale getiren de o diyemem ki. Gözlerimi kaçırarak "Başka bir eve taşındım. Elim de eşyaları yerleştirirken oldu. Önemsiz bir şey" dediğimde elimi hafifçe kaldırdı ve bandajın üstünden parmaklarımı öptü. Yapma bunu doktor! Daha da zorlaştırma...

Bu nazik harekete layık olmadığımı düşündüğüm için elimi yavaşça çekip "Konuşalım mı biraz?" dedim. Endişeli gözlerle "Konuşalım" derken aynı anda da oturmam için sandalyemi çekti. Bir an nefesimin kesildiğini hissettim ve yerime oturup onun da yerine geçmesini bekledim. Nereden başlayacağımı da ona ne diyeceğimi de bilmiyorum ama onu daha fazla ümitlendirmeden bu işi sonlandırmam gerekiyor.

"Bir şey içmek ister misin Eylül?"

"Hayır teşekkür ederim zaten fazla kalamayacağım"

"Fazla kalamayacağım mı? Ama neden?"

Özür dilerim ama o nedeni sana söyleyecek yüzüm yok doktor. Kalamayacağımı söylerken titreyen sesim gözlerimin nemlenmesine yol açtı ama onun karşısında ağlayacak da değilim. Karşısında yeteri kadar küçüldüm daha fazlasını kaldırabilir miyim emin değilim. Onu üzdüğümü anlayıp daha fazla zorlaştırmadan önüme düşen saçımı yüzümden uzaklaştırıp "Buraya geldim çünkü bu masada saatlerce tek başına beklemeni istemedim. Gelmeme sebebimi telefonla da söyleyebilirdim elbet ama bu şekilde olmasını hak etmiyordun" dedim. Şaşırdı ve "Bir şey mi oldu?" dedikten sonra masanın üzerinden bana doğru hafifçe yaklaşarak "Benimle daha açık konuşabilirsin" dedi. Açık konuşmak mı? İşte bunu yapabileceğimi hiç sanmıyorum.

Başımı iki yana sallayarak "Bir şey olmadı" dediğimde o da haklı olarak "O zaman neden bu haldesin Eylül?" diye sordu. Bu sorunun cevabı "Aptallığım yüzünden" olurdu ama diyemedim tabii. Bu soruyla birlikte bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde en az benim kadar üzgün göründüğünü fark ettim. Gözleri sanki "Sakın beni bırakıp gitme" diyor gibiydi. Ona bu geceyi bu şekilde yaşatmak zorunda kaldığım için kendimi asla affetmeyeceğim. Ayrıca buradan gitmeden önce benden ümidini tamamen kesmesini ve ardımdan gelmemesini de sağlamam lazım. Yani birazdan söyleyeceğim sözler için de kendimi affetmem pek mümkün olmayacak.


Tumblr_nbwqwhJDWd1qcju3uo2_250.gif


"Söyleyeceklerimle seni kırmaktan korkuyorum çünkü"

"Beni kıracak ne söyleyebilirsin ki?"

"Bu yemeğin ne manaya geldiğini bile bile kabul etmem ve bunu yaparak sana boş yere ümit veriyor olmam büyük bir haksızlıktı"

"Boş yere mi? Ben boş yere olduğunu düşünmüyorum Eylül"

"Öyle doktor..."

Neden böyle konuştuğumu anlayamamış gibi bakarken bir an önce konuya girmek için "Bana İzmir'in güzelliklerini bırakıp İstanbul'a gelmeye nasıl karar verdin diye sormuştun" dediğimde gözlerini kaplayan hüzünlü bir bakışla "Susmuştun" dedi. Söyleyeceklerimi ona bakarak dillendiremeyeceğim için mecburen gözlerimi kaçırdım. Göğsüme çöken ağırlığın yükü aldığım her nefesle birlikte artsa da konuşmaya devam etmem gerekiyordu.

Bu yüzden de konuşmaya "Susmuştum çünkü buraya geldiğimde kalbim yaralıydı. Konuşmak ve o yaranın nedenini tekrar tekrar hatırlamak istemiyordum. Yok saymak istedim. Hiç yaşanmamış olmasını istedim. Hani Gizem uçakta çok ağladığım için beni tanıyamadığını söylemişti sen de buna şaşırarak bana doğru bakmıştın ya... O gözyaşları İstanbul'a gelirken ardımda bırakmak zorunda kaldığım biri için akıyordu. Onu çok sevmiştim. Hâlâ..." diye başladım ama bu "hâlâ" kısmının gerçekliliği olmadığı için söylerken zorluk yaşayıp zar zor devam ederek "Hâlâ seviyorum" dedim. Aslında sevmiyor aksine Buğra'dan nefret ediyordum ama bunu ona söyleyemezdim. Bahsettiğim kişiyi hâlâ sevdiğimi duyduğunda eminim ki ikimize dair olan umudu da sönmeye başlamıştır. Sönmeye de başlasa iyi olur çünkü burada biraz daha kalırsam her damlası doktor için akacak olan gözyaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine engel olamayacağımı hissediyorum.

Derin bir nefes alıp onu benden tamamen koparacak olan son sözlerimi söyleyerek "Demek istediğim şu ki... Benden cam bir fanus içine koyup herkesten köşe bucak saklamamı istediğin kalbimi arayıp bulsan da ona her güzelliği yaşatacağını söyleyerek söz versen de o bulduğun kalp sana değil her zaman bir başkasına ait olacak" dedim. Hiçbir şey söylemedi. Ona söylenecek bir söz de bırakmadım. Bunları bilerek artık beni bırakıp gitme diyemez ki. Ona bana kal demesini sağlayacak tek bir açık kapı bırakmadım. Özür dilerim doktor ama bunu hayatına bensiz devam edebilmen için yapmak zorundaydım yoksa kalbimi o adama vermektense kendi ellerimle parçalara ayırırım daha iyi...

Sandalyemi geri çekip ayağa kalktığımda bir karar verdim. Birbirimizi sıklıkla görme ihtimalimizin olduğu bir yerde kalamam. Bu yüzden de İzmit'e annemin yanına döneceğim. Bana çok kızacak böyle utanç verici bir duruma düştüğüm için bağırıp çağıracak biliyorum ama yine de ona çok ihtiyacım var. Ayrıca yaklaşık iki buçuk üç aydır burada olduğum düşünülecek olunursa bir süre sonra karnım da belirginleşmeye başlayacak ve ben bunu istesem de istemesem de saklayamayacağım. Doktor o kadar tertemiz ki bu yaşadığım utancı bilmesini istemiyorum. O halimle onun gözlerinin önünde yer alamam. Beni asla hamile halimle görmemeli.

Karşımda yıkılmış gibi duran haline içim yanarak bakıp "Bir daha görüşemeyiz herhalde" dediğimde hiçbir şey söylemeden üzgün bakışlarını bana doğru döndürdü. Ben de az önce aldığım kararın neticesinde "Elalar birkaç gün içinde İzmir'e geri dönüyor. Burada kalmayı denedim ama başaramıyorum galiba. Büyük ihtimalle ben de onlarla İzmir'e döner eğer bir şeyleri yoluna koyabilme şansımız olduğunu anlarsam da kalbimi gerçek sahibinin bulmasına izin veririm. Umarım kaderin senin karşına adına yanına bu güzel kalbine yakışabilecek ve sana hak ettiğin değeri verebilecek birini çıkarır" dedim ve gözlerimizin ilk kez kesintisiz buluştuğu bir anda ağlayacağımı anlayıp "Hoşça kal doktor" dedikten sonra onu masada bırakıp hızlı adımlarla restorandan çıktım.


erthyj.gif


Onu bilmem ama ben daha kapıdan çıkar çıkmaz gözyaşlarımın akmasına izin verdim çünkü canım hiç olmadığı kadar çok acıyor. Az önce kendi ellerimle tutuşturduğum kalbim alev alev yanıyor ve ben dahil kimsenin gücü bu alevi söndürmeye yetmiyor. Kendimden çok onun için üzülüyorum. Onun için acıyor... Onun için yanıyorum. Hissettiklerinin peşinden korkusuzca giden bu adam böyle bir son yaşamayı hiç hak etmiyordu. Onun beni hayal kırıklığına uğratacağından korkarken ben onun en büyük hayal kırıklığı oldum.

Affet beni doktor! Sen tertemiz hislerle kaderinde olduğuma can-ı gönülden inandın ama ben geçmişimde yaptığım yanlış seçimin bedelini ödemek için şu an sahneden çekilmek zorundayım. Belki sen hiçbir zaman bilemeyeceksin ama ben gerçekte sana ait olan bu kalbi yansa da küle dönse de bana yaşattığın tüm o güzellikler için ömrüm boyunca kimsenin bulamayacağı bir yerde saklamaya devam edeceğim. Onu aramayı bıraktığını bilsem de seni bir daha hiç göremeyecek olsam da onu senin için saklayacağım. Sözüm söz...


........::::::::__Yazar Notu__::::::::........

Biliyorum okurken nereden çıktı bu hamilelik şimdi ya ne güzel bir araya geliyorlardı falan diyorsunuzdur ama ben Eylül'ün hamilelik mevzusunun temelini Geçmişin Gölgesinde adlı hikayemde atıp
(ona göre de bayağı bir ilerledim haliyle Ahmetciğim de piyasa da yoktu o vakit) Beni Kalbine Yaz'ın ilk tanıtımında da sizlere çıtlatmıştım bu yüzden Eylül ile Ahmet'e her ne kadar üzülsem de keşke onlara bunu yapmasaydım desem de iki hikayenin de kurgusunu bozmamak için çizdiğim doğrultuda ilerledim. Ama hiç merak etmeyin 22.Bölümden itibaren çok tatlı bölümler gelecek hatta öncekilerden daha iyiler diyebilirim. Ben aynı keyifle okumaya devam edeceğinize inanıyorum.


Avuçlarımda tuttuğum sevgiydi sadece
Öyle kokmadan, incitmeden birşeyleri
Anısına o up uzun selvi ağaçlarımı
Kaderci gibi bir mezar taşınım
Anlamıyla duygularım ölüyor
Ölüme sözüm yok
Sadece avuçlarım kanıyor

Öyle bir duygu bu
Öyle bir kalp ki bu
Öyle bir aşk ki bu
Avuçlarım kanıyor

Dur demiyor ki kimse bu karanlık yazıya
Çıkıp da biri devirmiyor ki
Anısına o up uzun selvi ağaçlarımı
Kaderci gibi bir mezar taşınım
Anlamıyla duygularım ölüyor
Ölüme sözüm yok
Sadece avuçlarım kanıyor

Öyle bir duygu bu
Öyle bir kalp ki bu
Öyle bir aşk ki bu
Avuçlarım kanıyor


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.625
Tepki
84.273
Puan
113
Konum
İstanbul
eresdtfgyhu.png

22.Bölüm : Limonata içmiyoruz içirtmiyoruz. Sormayın!

Gitme diyemedim.
Eylül sakın beni bırakma ben sana aşık oldum diyemedim.
Halbuki ne çok inanmıştım bize.
Sen benim kaderimde olan değil kaderimin ta kendisiydin.
Ne yapacağım ben şimdi?
Senli bir hayata bu kadar bağlanmışken şimdi yokluğunda sensiz yaşamayı nasıl öğreneceğim?


........::::::::__Ahmet / Saat 22.40__::::::::........

"Bir şey ister misiniz efendim?"

Kapıya doğru bakarak Eylül'ün gittiğini kabullenmeye çalışırken bir yandan da "Zamanı geri almak isterim. Çok geriye... Çok çok geriye" dedim. Cevap gelmedi. Sessizlik olunca bakışlarımı yanımda durup bana şaşkınca bakan gence çevirerek "Bunu yapabilir misin?" diye sordum. Haklı olarak ne diyeceğini bilemez gibi bakmaya başladı ve hemen ardından da başını iki yana sallayarak "Mümkün değil efendim" dedi. Mümkün değil... Olan oldu artık elden bir şey gelmez diyor yani.

Masadan kalktıktan sonra oldukça ağır adımlarla restorandan çıktım. O kapıya bakarken geri döner ve bana duyduklarımın aslında gerçek olmadığını söyler diye mi umuyorum bilmiyorum ama bu restorandan uzaklaşmak gelmiyordu içimden. Arabaya geçtikten sonra nereye gideceğimi bilmeden hareket ettim. Eylül'ün söyledikleri kafamın içinde dönüp durdukça çıldıracak gibi oluyorum. Bu gidişi kolay kolay kabullenebileceğimi hiç sanmıyorum. Başka birini seven bir kadın gözlerime nasıl bu kadar güzel bakabilir ya da onu öptüğümde bana aradığımın o olduğunu nasıl hissettirebilir aklım almıyor. Arabayı sahile çekip bir süre onunla alakalı düşündüm. Aklıma gelen şeylerden biri de Meral'in Eylül ile ilgili söyledikleri oldu.

"Demek istediğim şey eğer Eylül'ün duygularını incitmeyeceğinizden eminseniz ve gerçekten onunla ilgili kalbinizde bir kıpırdanma varsa o yemeğin gerçekleşmesini sağlayın Ahmet Bey. Sakın bir kez daha hayal kırıklığına uğrayıp kendisini kullanılmış gibi hissetmesine neden olmayın. Bunu ona yapan siz olmayın ne olur"

"Böyle mi hissediyor? Ama o hiç de..."

"Belli etmese de sorunlarını yok saymaya çalışsa da gerçekten çok zor bir dönemden geçiyor. Tam kendisini toparlayıp ayağa kalkacakken onu tekrardan düşürmeyin"

Eylül gibi güçlü bir kadının kendisini böyle hissetmesine neden olacak bir adamı hâlâ seviyor olmasına hatta yanına dönmek istemesine gerçekten inanamıyorum. Bu mümkün değilmiş gibi geliyor. Bana bu konuda yalan söylediğine inanmak istiyorum. Ya da çaresizlikten öyle olmasını umut ediyorum. Ceketimin cebinden telefonumu çıkarıp Meral'i ararken bir yandan da Eylül'ün masadaki hali gözümün önünden gitmiyor. Yüzüme bakamadığı yetmiyormuş gibi çok da üzgündü. Sanki biri ona tüm bunları silah zoruyla söyletiyormuş gibiydi. Keşke neler olduğunu en ince ayrıntısına kadar bilebilseydim.

"Ahmet ağabey..."

"Meral çok özür dilerim bu saatte rahatsız ediyorum ama..."

"Aşk olsun ne rahatsızlığı yemek nasıl geçti?"

"Ben de seni bu yüzden aradım"

"Neden yoksa Eylül gelmedi mi?"

"Hayır geldi"

"Sesin neden kötü geliyor o zaman?"

"Bana kalbinde başka biri olduğunu ve onu hâlâ sevdiğini söyledi. İzmir'e onun yanına dönmeye karar vermiş"

"Ne?"

"Bir şansları varsa bunu değerlendirmek istediğini söyleyip bana da bundan sonraki hayatımla alakalı temenni de bulunup gitti. Öylece gitti Meral... Ardında nasıl bir enkaz bıraktığını bilemeden gitti"

"Ama bu nasıl olabilir Ahmet ağabey? Eylül o adamdan nefret ediyordu asla onun yanına geri dönmez"

"Neden böyle söyledi o zaman?"

"Bilmiyorum ama bir şey olmuş olmalı"

"Ne mesela?"

"Onu arayayım mı? Sonra da sana geri dönerim"

"Şimdi arama zaten çok kötü görünüyordu"

"Nasıl kötü?"

"Yanıma gelmeden önce ağlamış gibiydi. Parmakları da sargılıydı ve sorduğumda taşınırken oldu dedi. Meral aklım çok karıştı sanki karşımdaki kadın Eylül değildi. Söylediği tek bir kelime bile ona ait değildi. Çıldıracağım! Başka bir adamın varlığından bahsedince üsteleyemedim de... Gitmesine izin vermek zorunda kaldım"

"Hayır hayır olmaz! Eğer Eylül'ü biraz olsun tanıdıysam İzmir'e geri falan dönmez o Ahmet ağabey"

"Ne yapacağım ben Meral?"

"Bekle... Sadece biraz bekle. Bu gece Ela onu konuşturmanın bir yolunu illaki bulur. Ben de yarın sabah erkenden Eylül'ü arar neyi olduğunu anlarım. Hatta Selim'e söylerim beni yanına bırakır. Evet böylesi daha iyi olur"

"Teşekkür ederim Meral"

"İstersen sen de bize gel oturup konuşalım"

"Yok Meral benim biraz dışarıda durmam lazım"

"Tamam ama fikrini değiştirirsen saat kaç olursa olsun gel"

"Sağ ol"

Telefonu kapatırken az önce de gördüğüm ama içeriğine bakmadığım mesajı açıp Sinan'ın "Didem yine tartışma çıkardı. Anlayacağın Melisa'yı alamadan geri döndüm" yazdığını görünce hiç düşünmeden "Şu an evde misin?" yazdım. Cevap beklerken gözlerimi kapatıp alnımı tutuyordum. Eylül'ün bu geceki görüntüsü gözlerimin önünden gitmiyor. Böyle davranmasının altında başka bir sebep olmasını o kadar çok isterdim ki... Yeter ki onun dediği gibi arada başka biri olmasın.

Gelen yeni mesajda Sinan evde olduğunu yazınca telefonu cebime atıp arabayı çalıştırdım. Belki de o Eylül ile ilgili konuşmam gereken son insan ama Sinan benim her şeyden önce arkadaşım. Birbirimizi anlayacağımızdan adım gibi eminim.


........::::::::__Eylül__::::::::........

O masadan nasıl kalktım o restorandan nasıl çıktım hiç bilmiyorum. Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki herhalde hayatımın hiçbir döneminde bundan daha kötü bir halde olamam. Kenan'ın yanına dönüp arabaya binmeden önce gözyaşlarımı sildim ve derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açıp koltuğa oturdum. Merakla bana doğru bakıp nasıl olduğumu anlamak için "İyi misin?" diye sorduğunda aynı soruyu ben de kendime sordum. "İyi misin Eylül?" dedim kendi kendime. Cevap gelmedi çünkü bu soruyu sorduğum Eylül birkaç saat önce ölmüştü. Artık ondan bir cevap beklemek manasızdı.


refty.jpg


Kenan'ın kolumu tuttuğunu hissedince derin bir iç çekip "Değilim" dedikten sonra ona doğru bakarak "Gidelim mi?" dedim. Bakışlarını restorana çevirdikten sonra hiç itiraz etmeden arabayı çalıştırdı. Dönüş yolunda arabanın içinde sessizlik hakimdi ama sadece bir süreliğine çünkü aniden hissetmeye başladığım ağrıya daha fazla kayıtsız kalamadım.

"Kenan arabayı durdurur musun?"

"Ne oldu?"

"Bilmiyorum sadece durdur işte!"

Arabayı kenara çektikten sonra emniyet kemerimi çözüp arabadan çıkmak istedim ama adım attığım anda hissettiğim ağrı daha da arttı. Kahretsin! Bu da nereden çıktı şimdi? Rahatsız bir şekilde geri oturmak zorunda kalınca Kenan da yüzümdeki ifade sebebiyle uzanıp kapımı kapattıktan sonra "Pekala! Eve gitmeden önce uğramamız gereken bir yer daha var gibi görünüyor" dedi. Hastaneden bahsediyordu.

Normalde olsa hayatta gitmezdim ama şimdi durum başka o yüzden itiraz edemedim. Sadece malum hastane olmaması tercih sebebimdi. Orada artık epeyce tanınmış bir sima oldum yani hasta girişi yaptığım takdirde bir şekilde doktora haber uçacaktır. Böyle bir şey olmasını istemiyorum. Bunu Kenan'a da söylediğimde anlayışla karşılayıp çevredeki en yakın hastaneye gideceğimizi söyledi.

"Benim aklım almıyor"

"Neyi?"

"Bu kadar zamandır hamile olduğunu hiç mi anlamadın Eylül?"

"Çocuğu böbrek taşı sandım desem herhalde bu açıklama sana yeterli gelir"

"Ben Ela'dan hatırlıyorum da başında mı dönmedi midende mi bulanmadı ya da ne bileyim hamile olduğunu belli edecek herhangi bir belirtin de mi olmadı?"

"Buraya geldiğimde yaşadıklarımı hazmedemediğim ve kendime yediremediğim için çok stresliydim. Her şeye çatıyordum desem yeridir. İçimde patladı patlayacak halde olan bir alev topu vardı sanki. O sıralar her ne olduysa da onu bu yoğun strese bağladım. Ayrıca şüphelendiğim bir anda yaptığım testin olumsuz sonucuna da güvenmiştim. Böyle bir şey olmasını hiç beklemiyordum"

"Ben bile bugün şüphelendim ama olmaz herhalde saçmalama Kenan dedim kendi kendime"

"Nasıl yani?"

"Sen gördüğüm kadarıyla su gibi kahve içersin ve bir kere bile içtiğin şeyden şikayetçi olduğunu duymadım ama bugün İstanbul'a geldin geleli kahve içemediğin gibi kokusununda mideni kaldırdığından bahsettin"

"Bu yüzden mi kahveni içerken boğuluyordun?"

"Söylediğin şey anlık bir şok yarattı ama sana belli etmek istemedim"

"Bu bağlantıyı gerçekten kurdun mu Kenan? Yani kahve içememekle hamile olma olasılığını demek istiyorum"

"Ben görüp görebileceğin en şüpheci adamım ve edindiğim en doğru sonuçlara da önemsiz gibi görünen bu küçücük detaylardan ulaşırım"

"Bilmem mi?"

"Eylül..."

"Ne oldu?"

"Başından beri bebeği aldırmaktan hiç bahsetmedin"

"Bunu asla yapamam sakın beni ikna etmeye çalışma"

"Böyle bir şey yapmayacağım. Her ne kadar o herifin genlerinin nesilden nesile ulaşmaması gerektiğini düşünsem de bunu senden ben bile isteyemem"

"İyi... En azından bu konuda hemfikiriz"

"Seninle iki kere hemfikir olduk onda da konulara bak!"

"Kenan bu hamilelik olayından kimseye bahsetme olur mu? Şimdilik aramızda kalsın. Ben önce annemle konuşmak istiyorum"

"Nasıl istersen. Bu arada durumları biliyorsun ben bir iki gün içinde Ela ile İzmir'e geri dönmek zorundayım ama ağabeyim burada kalacak. Ona güvenebileceğini en az benim kadar sen de biliyorsun"

"Tolga neden burada kalıyor da Ela ile birlikte gitmiyor?"

"Avukat boşanma süresince aynı şehirde olmamalarının daha uygun olduğunu söylemiş"

"Tolga etrafta olmayınca Buğra'ya da gün doğacak desene"

Cevap gelmeyince Kenan'a doğru baktım ama kaşlarını çatmış dikiz aynasından arkamıza bakıyordu. Ne olduğunu sorarak nereye baktığına bakarken "Bu arabayı restoranın önünde beklerken de görmüştüm. Tanıyor musun?" diye sordu. Dikkatle bakıyorum ama herhalde gece diye arabayı tanımadığım gibi içindekini de seçemiyorum. Görsem de benim gözlerime ne derece güven olur o da ayrı bir tartışma konusu tabii.

Tanımadığımı söyleyerek önüme dönerken Kenan biraz huzursuz oldu. Bir gözü arkada bir gözü de yoldaydı. O böyle şeyler konusunda biraz daha profesyoneldir. Ünlü bir ailenin çapkın oğlu olarak tanındığı için peşinden magazinciler pek eksik olmazmış ama Kenan onları atlatmanın bir yolunu da illaki bulurmuş. Kendisi izin vermediği sürece manşete düşmüyor yani. Şimdi de öyle yaptı ve bana "Sanırım peşimizde bir hayranımız var. Soru sorma ve sadece sıkı tutun!" dedikten sonra arkadaki aracı atlatmak için gaza bastı.

Bir süre sonra arkamızdaki araç ikinci kez gözden kaybolur gibi oldu ama tedbiri elden bırakmamak için arabayı bir yere park edip taksi ile devam etmeye karar verdik. Kenan arabadan iner inmez bagajı açıp "Şapka takmaktan nefret ediyorum" dedi ve geri döndüğünde de üzerinde asla onun tarzı olmayan bir mont başında beyzbol amblemi olan bir şapka gözünde de numaralı gibi gözüken Clark Kent gözlüğü vardı. Ona boş boş bakarken gözlerini devirip "Tek bir laf etme fena olur" dedikten sonra kolumdan tutarak beni yürütmeye başladı. Merak etmesin laf edecek halim yoktu zaten. Bir taksi bulduktan sonra da hastaneye gittik. Her şey aklıma gelirdi de bir gün hastaneye bu sebeple geleceğim aklıma gelmezdi.

Sonuç olarak yapılan muayene ve tahliller sonucu hamile olduğum kesinleşti. Benimle ilgilenen doktor sanki mutlu bir haber vermiş gibi olmayan heyecanıma ortak olmaya çalışıp bebeğin sağlığından ve gelişiminden bahsederken bir an oradan kaçıp gitmek istedim. Aslında bir nevi kaçtım da çünkü bu hissettiğim ağrının önemli bir şey olmadığını ama yine de dikkatli olmam gerektiğini söyler söylemez ayaklanıp teşekkür ederek odadan çıktım. Biraz daha kalsaydım duyduklarım yüzünden aklımı kaçıracakmışım gibi hissettim. Çıktığımda Kenan da odanın önünde bekliyordu.

Hiçbir şey söylemeden önünden geçip seri adımlarla çıkışa doğru yürürken doktor da odadan çıktı ve arkamdan "Eylül Hanım?" diye seslendi. Sese doğru baktığımda Kenan bana seslenmesine neden olan kağıtları alıyordu ama o sırada hiç beklemediğim bir şey oldu. Sanki ilerideki kalabalığın içinden şu an burada olmaması gereken birinin yani Derya denen o köstebek kadının bana ve Kenan'a dik dik bakarak geçtiğini fark ettim. Çok saniyelik bir şeydi ama yine de telaşa kapılmama neden oldu. Bu yüzden de hiç düşünmeden o yöne doğru yürüyüp Kenan'a da yanından geçerken lavaboya gittiğimi ve beni dışarıda beklemesini söyledim.

Ancak bu aklımın bir oyunu olmalıydı çünkü nereye baktıysam onu bulamadım. Koridorun ortasında durup kalabalığın içinde onun yüzünü ararken telefonum çalmaya başladı. Kenan geciktiğim için meraklanmış ve neden hâlâ gelmediğimi soruyordu. Telefonu kapattıktan sonra geldiğim gibi geri döndüm. Hastaneden çıktığımda Kenan önüme geçip elindekileri uzatarak "Ultrason görüntüleriymiş. Bunlar da..." deyince o an ki sinirle elinden ultrason kağıdını alıp buruşturarak en yakın çöpe attım ve taksi çevirmek için yanından geçerken de gözüm dolsa da soğukkanlı görünmeye çalışarak "Henüz görmeye hazır değilim" dedim. Yanıma geldiğinde ikimiz de ilk gelen taksiye bindik. Kenan'ın yol tarifi yaptığı sırada gözlerimin önünde az önce yanından geçtiğimiz arabanın "34 DRY" ile başlayan plakası canlandı. Aaa! Bir bu eksikti!

"Kenan?"

"Ne oldu?"

"Buraya gelirken arkamızda bir araba vardı hatırladın mı?"

"Yeniden mi gördün?"

"Emin değilim ama senin hafızan zehirdir plakasını hatırlıyor musun?"

"34 DRY ** plakalı siyah bir arabaydı. Direksiyonun başında da koyu kumral soluk benizli dalgalı saçlı zayıf bir kadın vardı. Sol tekerleği çamurlu aynı taraftaki farın bulunduğu yerde de bir ezilme mevcuttu ve bu yeni olmuşa benziyor çünkü restoranın önündeyken araçta bu tür kusurlar yoktu. Niye soruyorsun Eylül?"

"Hiç"

Harika! Onca şeyin üstüne bir Cilveli Köstebek'e yakalanmamışlığım kalmıştı o da oldu sonunda! Umarım bu hastanede her şey usulüne uygun işliyordur demekten başka çarem yok. Hamile olduğumu öğrenmesini isteyeceğim son insanlardan biri de bu kadın çünkü.

Taksi bizi arabayı bıraktığımız yere getirdiğinde ne ben ne de Kenan tek kelime etmeden doğruca eve geldik. Bu gece yalnız kalmamın doğru olmayacağını düşündüğü için Kenan da benimle birlikte geldi. İtiraz edecek gücü kendimde bulamadım çünkü o bir şeyi yapmak istiyorsa zaten yapar. Karşı çıkmak ancak vakit kaybı olur. Kenan ceketini çıkarıp kendisini arayan Mine ile konuşmak için salona geçerken ben de üzerimi değiştirmek için odama doğru gittim.

Kapıyı açtığımda karşılaştığım manzara beni o ana yeniden geri götürdü ama bu defa içimde büyük bir boşluk oluştu. Öyle garip bir haldeydim ki sanki feryat figan ağlıyordum ama yüzüm bunu hiç ele vermiyordu. O hayatının mahvolduğunu anlayıp ortalığı yıkan Eylül gitmiş yerine tamamen hissizleşmiş bir Eylül gelmişti.

Yerdeki örtüyü alelade bir şekilde katlayıp kenara koyduktan sonra dolabımdaki boş kutulardan birini alıp yere eğildim. Halımın üzerine yayılan tüm yaseminleri doktorun yazdığı ama benim kanımla süslenen notu ve kırılan cam parçalarını o kutuya koyup tekrardan dolabımın içine kaldırdım. Kapağı kapatır kapatmaz da başımı gardolaba dayayıp bir süre o şekilde kaldıktan sonra üzerimi değiştirdim ve yastıkla pike alarak odadan çıktım. Salona geldiğimde Kenan da konuşmasını bitirip koltuğa geçmiş düşünüyordu. Yanına yaklaşıp elimdekileri koltuğun üzerine bıraktıktan sonra "Ben odamdayım. Kendi evin gibi takıl" deyince Kenan da konuşmak isteyip istemediğimi sordu. İstemedim. Sadece eğer yapabilecek kadar şanslıysam gözlerimi yummak ve en azından birkaç saat dinlenmek istedim.

İstedim ama yapabildim mi? Hayır yapamadım. Ne zaman gözlerimi yumsam ya kalbime bir bıçak saplanmış gibi hissedip acıyla tekrardan doğruldum ya da o yemek masasında yaptığım konuşmayla birkaç dakika içinde perişan ettiğim adamı düşünüp gözyaşlarına boğuldum. Her şey geçer derler ama bu gece yaşadıklarımın acısı hiçbir zaman geçmeyecek galiba.


........::::::::__Ahmet / Ertesi Sabah__::::::::........

Dün gece karşılıklı konuşup içimizi dökeriz diye Sinan'ın yanına geldim ama hiçbir şey konuşamadım. Israr etse de tek bir kelime bile çıkmadı ağzımdan. Anlatsam ne olacaktı ki? Eylül geri mi dönecekti ya da o adamı aslında sevmediğini mi anlayacaktı? Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ben bir sorunla karşılaştığımda onu alt etmenin bir yolunu öyle ya da böyle bir şekilde bulurdum. Yapım böyle ama şimdi bulamıyorum. Tam bana karşı ördüğü o sağlam duvarı yıkıyorum sanmıştım ki bu sefer de aramıza ucu sonu olmayan bir uçurum açtı.

"Ahmet..."

"Efendim Sinan?"

"Telefonun hâlâ çalıyor. Bakmayacak mısın?"

Hâlâ mı? Ne zamandır çalıyordu ki hiç farkında değilim. Pencerenin önünden çekilip sehpanın üzerindeki telefonu elime aldığımda Derya'nın beni defalarca aradığını ve en sonunda da bir mesaj bıraktığını gördüm. Benimle acilen görüşmesi gerektiğini yazmış. İyi de şu an hiç onunla konuşacak havamda değilim.

Derya'yı arayıp ona her ne konuşacaksa konunun beklemesi gerektiğini söylediğimde bana bunu kesinlikle duymak isteyeceğimi söyledi. Sonuç olarak Derya kazandı ve Sinan'da olduğumu söylediğimde buraya yakın olduğunu söyleyerek geldiğinde kapıya çıkmamı istedi. Ne söyleyecekse söylesin bakalım. Telefonu sehpaya geri bıraktıktan sonra açık olan balkon kapısından dışarıyı izlemeye başladım. Sinan da içeriden bir şeyler söylüyor farkındayım ama kafam başka yerde olduğu için ne dediğini anlayabiliyorum ne de karşı bir cevap verebiliyorum.

"Tek başına ne yapıyorsun burada?"

"Düşünüyorum"

"Hadi gel içeride konuşalım biraz"

"Burada konuş içeride boğulacak gibi oluyorum"

"Bay Güler Yüz'ü unutuyorsun"

"Dün sen de duydun Sinan kızını görmeye gitti. Kolay kolay gelemez"

Bir an kulağıma ilişen bu konuşmayla birlikte kendime geldim. Eylül'ün sesi değil mi o? Hayır hayır! Dalmıştım ve büyük ihtimalle de zihnimde onun sesi yankılanıyordu. O sırada Sinan da gelip bir şeyler yememi söyledi ama aklım gibi kulağımda nereden geldiğini anlayamadığım o sese odaklandı. Biri "Dün gece neler konuştuğunuzu anlatmayacak mısın?" diye sorduğunda bu sesin de tanıdık gelmesiyle sessizce balkona çıktım. Hafifçe eğilip aşağıya baktığımda balkon duvarına yaslanmış bir adam gördüm.

Yüzünü seçmek mümkün değildi ama Eylül'ün sesini yeniden duydum. O adamın sözüne karşılık "Hatırlamak bile istemiyorum Kenan. Öyle yaralayıcı şeyler söyledim ki ona böyle bir şey yaptığım için kendimi asla affetmeyeceğim" deyince yaşadığım şaşkınlığı hiçbir kelimeyle anlatamam. Birincisi konuşan kesinlikle Eylül'dü ikincisi de konuştuğu adam kesinlikle Tolga'nın kardeşi Kenan'dı. Balkondan geri çıktıktan sonra Sinan'a sessizce "Sadece aklımın hâlâ yerli yerinde olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Neden alt kattan Eylül'ün sesi geliyor?" diye sordum. Bana tuhaf bir şekilde bakınca kendimden şüphe etmedim değil. Aslında öyle bir ses gelmiyor mu yoksa?

"Sen bilmiyor muydun?"

"Neyi?"

"Eylül ev arıyormuş tesadüfen karşılaşınca ben de bu siteyi önerdim"

"Yani..."

"O da geldi ve ev sahibiyle konuşup evi tuttu"

"Bir dakika bir dakika! Şu an aşağıdaki balkonda oturan kadın... Eylül mü gerçekten?"

"Evet muhtemelen o"

Bütün gece onu düşünüp dertlenirken aslında o yanıbaşımdaydı yani. Geri dönüp perdeyi sonuna kadar açtıktan sonra Kenan ile ne konuştuklarını anlamaya çalıştım ama susuyorlardı. Hayır susmasınlar! Yalvarırım devam etsinler onu ve anlatacaklarını duymaya çok ihtiyacım var. Gözlerimi kapatıp ellerimi balkonun alçak duvarına dayadığımda Kenan'ın "Ona ne söyledin Eylül? Hadi konuş benimle" demesiyle ben de hemen ardından sessizce "Evet konuş Eylül lütfen konuş!" dedim ve cevap vermesi için pür dikkat ona odaklandım.

Sessizlik olduğu için aklımı kaçırmak üzereydim ama sonra Eylül sesi titreyerek "Ona başkasını sevdiğimi söyledim. Kalbimi ne kadar yaralamış olsa da onu hâlâ sevdiğimi bu yüzden de İzmir'e geri döneceğimi ve eğer bir şansımız varsa da bunu değerlendirmek istediğimi söyledim" dedi. Onu dinlerken dün geceye geri döndüm. Kalbimi delip geçen kurşunun acısı hâlâ ilk andaki gibi acı veriyordu. Bunu ikinci kez duymak hiç iyi gelmedi. Ama sonra bir şey oldu. Kafamı karmakarışık eden bir şey...

"Umarım bu bilinçaltından yükselen bir düşünce değildir çünkü öyleyse İzmir'e geri döndüğümde bunun ihtimalini ortadan tamamen kaldırabilmek için can sıkıcı yöntemlere baş vurmak zorunda kalabilirim"

"Saçmalama Kenan! Değil Buğra'nın yanına geri dönmek onun adını bile duymak istemiyorum! Aklı varsa bu saatten sonra karşıma da çıkmasın zaten"

"İyi bari en azından geç de olsa aklın başına gelir gibi olmuş"

Ne dedi? Doğru mu duyduğumu anlamak için yanımda duran Sinan'a döndüğümde bana sessizce "Buğra da kim? Eylül neden bahsediyor?" diye sordu. Bir bilsem! Ben... Ben hiçbir şey anlamıyorum. Madem o adamı sevmiyor o zaman neden bana sevdiğini söyledi? Konuşmalarına devam etmelerini beklerken biraz zaman geçti ama sonra "Ahmet'in tepkisi ne oldu peki?" diyen Kenan tekrardan balkona döndü. Konuşmalarının içinde adım geçince Sinan da şaşırıp bana doğru döndü. Ona olan bakışımdan artık derdimin ne olduğunu anlamışa benziyordu. İçimden yalvarır gibi "Hadi cevap ver Eylül devam et!" diye geçirirken Sinan da durum ortada olduğu için elini omzuma koyup bana destek olduğunu belli etti. Bunu yapmasına şaşırmadım. O böyle bir adam zaten...
"Hiçbir şey demedi Kenan... Diyemedi. Yüzüne bile bakamadım ama ne durumda olduğunu tahmin edebiliyordum. Duyduklarından sonra yıkıldı. Onu hayal kırıklığına uğrattım. Bunu yaşamayı hiç hak etmiyordu"

"Tamam belki laf dinlememene çok kızıyorum ama yine de sen de bunu hak etmiyordun Eylül. Bu ikiniz adına büyük bir talihsizlik oldu"

"Ona hoşça kal demeye hazırlandığım bir anda göz göze geldik. Orada olduğum sürece ilk kez kesintisiz baktık birbirimize. Ben o an anladım ki..."

"Ne anladın?"

Gözlerimi sımsıkı kapatmış "Göz göze geldiğimizde neyi anladın Eylül? Söyle yalvarırım söyle!" diye kendi kendime fısıldarken bir yandan Sinan'ın sakin olmamı söyleyerek omzumu daha sıkı tuttuğunu bir yandan da Eylül'ün "Onu kaybetmiş olmak her şeyden daha ağır geldi" dedikten sonra ağlamaklı bir ses tonuyla da "Olurmuşuz be Kenan! O ve ben olurmuşuz. Hissettim bunu... Ben hâlâ çabaladığımı zannederken o bana Buğra'yı çoktan unutturmuş bile ama ben görmek istememişim. Hem Ela hem de o haklıydı. Aşık olmaktan çok korktum. Belki de içten içe sonunda hüsran olacağını hissettim bilmiyorum ama korktum işte! Uzak tuttum kendimi... Ona aşık olmamak için çok direndim. Ne zaman direncimin kırılacağını hissetsem başaramasın diye her anlamda ittim onu... Ama fayda etmemiş. Dün gece akıttığım her damla gözyaşı kendimden çok onun içindi. Onu kaybettiğim içindi. Hayatımı Buğra gibi bir adam için mahvetmiş olduğuma gerçekten inanamıyorum" dediğini duydum. Mahvetmek ile neyi kastetti anlamadım ama zerre kadar umrumda da olmadı çünkü ben duymam gerekeni zaten duydum. Bu da yetti de arttı bile...

Balkonun önünden çekilip Sinan'ın "Ahmet nereye?" dediğini duysam da cevap vermeden kapıya doğru gittim. Açar açmaz da karşıma "Telefonunu çaldırıp duruyorum neden açmıyorsun?" diyen Derya çıktı. Ona manasızca bakıp kenara çektikten sonra yanından geçerek koşar adım merdivenlere yöneldim ve tam Sinan'ın alt katına denk gelen dairenin ziline basmaya başladım. Şu an sadece Eylül'ü görmek ve ona beni kaybetmediğini aksine sonsuza kadar kazandığını söyleyerek sımsıkı sarılmak istiyorum.

Kapının önünde sabırsızlıkla beklerken Kenan'ın "Açtım!" diyen sesini duydum. Kapı açıldığında da Kenan'ın şaşkın bakışlarına aldırmadan "Eylül'ü görmem lazım" dedim. Durumun tuhaflığıyla tam bana beklememi söylüyordu ki Eylül içeriden "Kim geldi Kenan?" diye seslendi. Kenan da bir ona bir bana bakıp geçmem için kapıyı sonuna kadar açtı. Kimin geldiğini görerek öğrensin istemiş olmalı. Teşekkür manasında omzuna dokunup içeriye girerken Eylül de salonun kapısına yaklaşır yaklaşmaz beni gördü. Karşı karşıya geldiğimizde de sanki benden korkuyormuş gibi bakarak geri geri gitmeye başladı. Bunu fark edince bir mana veremedim. O benden kaçar gibi uzaklaşırken ben de umursamadan hızla yanına gidip "Neden yaptın bunu?" diyerek sarılmak istedim ama geri çekilip beni de kendisinden uzaklaştırdı.


fhgj.jpg


"Dokunma!"

"Eylül seni duydum! Sinan'ın evindeydim ve az önce benimle ilgili söylediğin her şeyi duydum"

"Yanlış duymuşsun"

"Hayır doğru duydum. Bunu sen de biliyorsun"

"Yanlış duymuşsun diyorsam yanlış duymuşsundur! Git buradan doktor!"

"Gitmeyeceğim! Bana neden benden uzaklaşmak istediğini söylemediğin sürece buradan gitmeyeceğim"

"Sana söyledim!"

"Hayır sen bana gerçekte nefret ettiğin bir adamı sevdiğini ve onun yanına gideceğini söyledin. Neden yaptın bunu Eylül?"

Gözlerimizi birbirimizin gözlerinde gezdirirken söylemeye hiç de niyetli olmadığını anladım. Ondan net bir cevap duymayı bekliyordum ama bir anda salona giren Derya elindeki çiçeği sallaya sallaya "Ben de Eylül'ün evini bilmediğim için kutlamaya birlikte geliriz diyordum ama meğerse arkadaşın Sinan'ın alt katında oturuyormuş" dedi. Eylül ile aynı anda ona doğru baktığımızda Derya'nın Eylül'e olan bakışlarından hoşlanmayıp "Derya hiç sırası değil lütfen yukarıya çık!" dedim ama bunu yapmayacağını "Merak etme Ahmet sorun çıkarmaya gelmedim. Aksine buraya güzel bir şey için geldim" diyerek belli ettikten sonra Eylül'e dik dik bakarak "Seninle tanıtım gecesi küçük bir tartışmamız olmuştu. Ben orada biraz fazla ileri gittim galiba. Sana seninle yeniden karşılaşacağız ve inan bana bu karşılaşma hiç hoşuna gitmeyecek demiştim ama büyük konuşmuşum çünkü dediğim gibi buraya güzel bir nedenden dolayı geldim" dedi. Eylül sanki ne yapacağını anlamış gibi huzursuzca ona bakarken Derya'da gözlerini üzerinden ayırmadan elindeki çiçeği "Bunu sana uzatılmış bir zeytin dalı olarak düşün" diyerek uzatıp sonra da bana baktı ve gülümseyerek Eylül'e dönüp "Tebrik ederim hamileymişsin! Şanslı bir bebek olacak. Atahanların yeni yüzü olduğuna göre şimdiden uğurlu gelmiş sana" dedi. Salonda derin bir sessizlik oldu. Ya da ben büyük bir şok yaşadığım için etrafımda yükselen seslere kayıtsız kaldım.


wteyrutı7yo8u9.gif


Derya'nın söylediği şeyi algılamaya çalışırken bir an gözüm uzattığı çiçeğe doğru kaydı. Kurdelesine kırışık bir ultrason fotoğrafı zımbalanmıştı. O ana kadar kendi içimde inkar etmeye çalışıp bunun yalan olduğunu söylemesini umduğum için bakışlarımı Eylül'e doğru döndürdüm. Ne saçmalıyorsun de yok öyle bir şey de ama bir şey de Eylül! Bana doğru bakmak istese de bunu yapamayıp önüne döndü ve sert bir şekilde bakıştıkları Derya'nın yanından geçip Kenan'ın durdurmaya çalışmasına aldırmadan evden çıktı. Yalanlamadığına göre bu kabul ettiği anlamına mı geliyor yani?

Yaşadığım ikinci şokla sarsılırken Derya da bana doğru bakıp "Hay aksi! İstemeden aile içinde kalması gereken bir sırrı deşifre etmiş gibi oldum. Herhalde bu müjdeyi kendisi vermek isterdi. Bana gücenmemiştir değil mi? Sonuçta zeytin dalını da yeni uzattım aramızda sıkıntı olsun istemem" dedi. Samimiyetine inanmak istesem de bu konuda biraz epey zorluk yaşıyorum demeli miyim? Belki de yorumsuz kalsam daha iyi olur.

Derya'yı orada bırakıp tuhaf bir sakinlikle kapıya doğru gittikten sonra evden çıktım. Sinan'ın yanına çıktığımda ağzımı bıçak açmıyordu. Ne diyeceğimi de bilemedim zaten. Sadece eşyalarımı toparlayıp onu sonra arayacağımı söyleyerek aşağıya indim. Arabaya geçip hareket ederken de demek Eylül'ün bana söyleyemediği şey buymuş diye düşünmeden edemedim. Nefret ettiği bir adamın bebeğini bekliyormuş meğerse. Hayatımı bu adam için mahvettiğime inanamıyorum dediğinde de kastettiği buymuş herhalde.

O kadar garip hissediyorum ki bu hissettiklerime ben bile inanamıyorum. Bir yanım bu bebek haberini sindirmekte epey güçlük çekse de diğer bir yanım ne düşünüyor bilmiyorum ama tuhaf bir şekilde rahatlamışa benziyor. Belki de o adamı hâlâ seviyor olması canımı her şeyden daha çok yakardı. Ama sevmediği gibi ondan nefret ediyormuş. Aman Allah'ım şükrettiğim şeye inanamıyorum.

Sokaklarda başıboş gezerken bir süre sonra kendimi kardeşimin evinin önünde buldum. Aramız yeni yeni düzeliyor biliyorum ama Selim ile konuşmaya çok ihtiyacım var. Hiç ikilemde kalmadan arabayı evin önüne çekip bahçeden hızlı adımlarla geçerek kapı ziline bastım. Birkaç saniye içinde de kapı Meral tarafından açıldı. Yine mi ayaktasın Meral? Ama ben dinlenmen gerek derken gerçek bir dinlenmeyi kastediyordum. Beni görünce şaşırdı ama yine de geldiğim için sevindiğini çünkü bizi çok merak ettiğini söyledi. İçeriye girdikten sonra Müberra Sultan'a bir merhaba deyip hemen salona geçtik. Ev çok sessiz ve gereğinden fazla sakindi. Bugün pazar olduğu için bu bana biraz garip geldi.

"Selim ile Kaan yok mu?"

"Beraber baba oğul günü yapmaya karar verdiler"

"Sen?"

"Biz Selim ile biraz gerginiz Ahmet ağabey"

"Hiç bahsetmediniz. Ne oldu peki?"

"Boş ver çok tatsız konular tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Ya sen ne durumdasın? Ben sabahtan beri Eylül'ü arıyorum ama telefonunu açmıyor"

"Ben onun yanından geliyorum"

"Gerçekten mi?"

"İkimizle alakalı onun ağzından o kadar güzel şeyler duydum ki"

"Ne duydun?"

"Dün gece beni kaybettiğini düşünmek ona her şeyden daha ağır gelmiş. Bana kalbinde başka biri olduğunu ve onu hâlâ sevdiğini söylemişti ama bugün bir itirafına şahit oldum. Arkadaşına bana onu unutturmuş ama ben fark etmemişim dedi. Bana aşık olmaktan hep korkmuş. Ne zaman sınıra yaklaşsam bunu anladığı için uzak durmuş benden ama fayda etmemiş"

Bunları duyunca Meral'in yüzü aydınlandı ama malum nedenden ötürü aynı şey benim için geçerli değildi. Sessiz kalmamın da merak uyandırmaktan başka bir işe yaramadığı açıktı. Bu yüzden de direkt konuya girip "Sen biliyor muydun Meral?" diye sordum. Haklı olarak neden bahsettiğimi anlayamadı ve "Neyi?" diye sorup benim de nasıl söyleyeceğimi bilemeyerek sessiz kalmamla birlikte ısrar edip "Ahmet ağabeyi neyi biliyor muydum?" dedi. Zorlukla yutkunup gerçek olduğunu kabullenemesem de "Eylül'ün hamile olduğunu" dememle birlikte büyük bir şaşkınlık yaşadı. Yüz ifadesinden bu konu hakkında en ufak bir fikri bile olmadığı belli oluyordu.

"Ne!"

"Bilmiyor muydun?"

"Hayır tabii ki bilmiyordum. Sen nereden öğrendin Ahmet ağabey?"

"Derya söyledi"

"Ona mı inandın yani?"

"Eylül'ün yanında söyledi ve o da yalanlamadı Meral"

"Nasıl yani! Eylül kabul mü etti?"

"Hayır diyemedi. Bizi orada bırakıp gitti"

"Nereye gitti?"

"Bilmiyorum

"O halde gitmesine nasıl izin verdiniz?"

"Yalnız değildi yanında Kenan vardı. Tolga'nın kardeşi yani"

"Neden telefonlarımı açmıyor ya da neden bana ulaşmıyor anlamıyorum. Bunca şey olurken benim onun yanında olmam lazımdı"

"O da kendinde değil gibi. Sanki hamile olduğunu öğrendikten sonra bambaşka bir Eylül olmuş. Bakışları bile donuktu. İyi değil Meral ve ben kendisini iyi hissetmesini sağlayacak hiçbir şey yapamıyorum çünkü ben de hiç iyi değilim"

Meral ne düşüneceğini şaşırmış gibi bakarken bir anda "O adam da biliyor muymuş? Yani İzmir'deki..." deyince başımı ellerimin arasına alarak eğdim. Sanırım başka bir adamla ilgili şeyler duymaya tahammülüm yokmuş. O halde dururken Meral kolumu tutup "Peki sen ne hissediyorsun Ahmet ağabey?" diye sordu. Kilit bir soru! Acaba ben ne hissediyorum? Aslında düşünmeme bile gerek yoktu. Ne hissettiğim başından beri ortadaydı.


sdfgh.png


Başımı kaldırdıktan sonra Meral'e dikkatle bakarak Eylül ile ilgili başından sonuna kadar aklımda yer etmiş olan her şeyi gözümün önünden geçirmeye başladım. Güzel başlayıp bir facia ile sonlanan hikayemizi düşünürken belki de bir daha onu hiç göremeyeceğim gerçeğiyle yüzleşince gözlerimin dolmak üzere olduğunu anlayıp kendime zar zor hakim olarak "Eylül'e aşık olduğumu hissediyorum Meral. Öğrendiğim onca şeye rağmen bunu hissediyorum ve bu canımı daha da çok yakıyor" dedim.

Buruk bir halde başını omzuma koyup "Peki böyle hissediyorsan şimdi ne yapacaksın? Eylül'ün de gerçekte seni sevdiği ortada... Çok zor biliyorum ama Eylül'ün yanında olmaya devam mı edeceksin yoksa onu unutmaya mı çalışacaksın?" diye sorunca ben de ona bir soru yönelterek "Her şeyi bile bile yine de yanında kalmak istesem bu beni nasıl bir adam yapar Meral?" dedim. Bir yanım hâlâ kabullenememek konusunda beni ciddi anlamda zorluyor ama bir diğer yanımda onunla kalabilmenin yolunu arar halde. Sessiz kaldı ama sonra "Bunu herkes yapamaz kabul ediyorum. Hatta sen de yapamayabilirsin bunun için kimse seni suçlayamaz ama yaptığın takdirde bu seni sevgisini aşkını sevdiği kadını her şeyin üstünde tutan güçlü bir adam yapar. Bir kadın için de bundan değerlisi yoktur" dedi.

Birbirimize bakarken bir an Eylül'ü düşündüm de o da bu haberi benim gibi yeni öğrenmiş olmalı. Yoksa bu tavrını çok daha önceden gösterir ve değil yemek teklifimi kabul etmek bir daha da karşıma çıkmazdı. Aynı bugün de yapacağı gibi yani. Sinan'ın yanına gitmemiş olsaydım bunları bilemeyecek ve onu da bir daha göremeyecektim. Bana karşı bu kadar güçlü hisleri olduğundan bile haberim olmayacaktı.

Bugün Eylül'ün benimle ilgili neler hissettiğini duyduktan sonra önümüze hangi engel çıkarsa çıksın onu bir şekilde aşabiliriz gibi gelmişti. Yeter ki kalbinde benden başka biri olmasın diyordum ama bu da çok ağır geldi. Onu sevdiğimi ve artık onun da beni sevdiğini biliyorum ama bugün yaşanılanlardan sonra duyduğum şeyleri aşmayı başarıp Eylül'ün yanında olabilir miyim onu bilemiyorum.


etrdtfg.gif



........::::::::__Eylül / Bir Ay Sonra - İzmit__::::::::........

Tam bir ay önce her şeyi ardımda bırakıp İzmit'e annemin yanına geri döndüm. Beni büyük bir mutlulukla karşılayan anneme hamile olduğum haberini vermek tahmin edileceği üzere hiç de kolay olmadı. Haklı olarak kızının böyle bir duruma nasıl düştüğünü anlayamadığı için hem çok üzüldü hem de bana çok kızdı. İşin aslı şu ki hâlâ benimle bir yabancıymışım gibi konuşuyor. Kızgınlığı sona ermediği gibi azalmadı da...

Anneme bebeğin babasının Buğra olduğunu da söyleyemedim. Daha doğrusu söylemek istemedim. Annem Buğra'yı seven nadir insanlardan biridir. Bunu onu tanımamasına veriyorum çünkü annem onu sadece Ela'ya "arkadaşça" yaptığı "sözde" yardımla tanıdı. Sonradan kızın hayatını cehenneme çevirdiğini bilmiyor tabii.

Doktor ile ilgili ne düşünüyorum diye merak edenler varsa söyleyeyim. Düşünmemeye çalışıyorum. Onu hatırlatacak her şeyden mümkün mertebe uzak duruyorum çünkü bunu yapmadığım zaman her şey daha da zorlaşıyor. Şu an olduğu gibi...

Yanıp kavrulan kalbimin alevleri belki söndü ama bu bir ay içinde de yerini kaskatı bir taş kütlesine bıraktı. Kısacık bir süre içinde hiçbir şeye karşı müsamahası olmayan sert ve son derece duygusuz bir kadına dönüştüm. Bunu sadece ben söylemiyorum. Annem de böyle düşünüyor olacak ki bazen dayanamayıp bunu yüzüme çata çat söylemekten çekinmiyor.

Ben bebeğin ultrason görüntülerine de hâlâ bakmadım. Bunu şiddetle reddediyorum. Hatta hamileliğimi takip edecek olan doktorumun onunla alakalı elime tutuşturduğu her ne varsa bakmadan bir kutunun içine koyuyorum. Görmek istemiyorum çünkü henüz onunla aramızda duygusal bir bağ kurmaya hazır değilim. Şu an bu bebekle ilgili her şey bana hayatımı hiç umursamadan hallaç pamuğu gibi dağıtan o insan müsveddesini hatırlatıyor. Bu yüzden de nefretimin bu bebeğe karşı olan bakış açımı olumsuz etkilemesini istemiyorum. Bu konuda zamana ihtiyacım var ve ben o zaman gelene kadar da bu inadımı sürdüreceğim.

Her neyse...

Sonuç olarak artık hayattan hiçbir beklentim kalmadı.

Öylesine yaşayıp gidiyorum işte...


........::::::::____::::::::........


"Eylül..."

Sipariş edilen tatlıları ve kahveleri bir tepsiye koyup mutfaktan çıktıktan sonra anneme neden seslendiğini sorarak müşterilerin yanına geçtim. Kasanın arkasında durmuş çantasının içinde bir şeyler arıyor gibiydi. Tepsidekileri tek tek masalara bırakırken dışarıda biraz işleri olduğunu söyleyerek onsuz idare edip edemeyeceğimi sordu. Ben kafeyi idare ederim de müşteriler beni idare eder mi orasını bilemem.

Tepsideki son tatlıyı köşede sessiz sedasız kitabını okuyan genç kızın önüne bıraktıktan sonra yanımdan geçen anneme de burayı merak etmemesini söyledim. Gerçi bunu söyledim de yan masadaki genç çocukların iddialaşma ile ilgili konuşmaları kulağıma gelince söylediğim şey biraz havada asılı kaldı. Sarışın olan çocuk iddiaya girdiklerini söylerken esmer olan da aksini savunup onun üstüne üstüne gidiyordu. Onların bu tatlı sert girdin girmedin tartışmaları da bana doktoru hatırlatmaktan başka bir işe yaramadı.

"Seninle ilgili ne hissettiğimi söyleyeyim mi?"

"Çok isterim"

"Kafamı bozuyorsun!"

"Bu negatif düşünceyi düzeltmem için bir fırsat ver o zaman"

"Öyle bir fırsatın olmayacak"

"İddia kabul edildi"

"Ne? Ben seninle iddiaya falan girmedim"

"Girdin"

"Doktor!"


"Eylül!"

erthrytu.png


Dalmış bir halde doktorla didiştiğimiz o günü düşünürken annemin koluma dokunup "Neyin var senin? İyi değilsen kalabilirim işim o kadar da acil değil" demesiyle kendime geldim ve hemen toparlanıp nerede olduğumu algılamaya çalışarak "İyiyim ben daldım sadece. Bir şeyim yok" dedim. Aklı kalsa da fazla gecikmeyeceğini söyleyerek kafeden çıktı. Kapıdan gidişini izleyip sonra da içeriye geri döndüm. Boş masalardan birine geçip oturduğumda zihnim doktorla dopdoluydu. Benden sonra ne yaptığını ve hayatına eskisi gibi devam edip edemediğini düşünmediğim tek bir günüm bile geçmedi. Umarım bugün dünden daha iyisindir doktor...

"Bakar mısınız? Hanımefendi!"

"Efendim?"

"Bir limonata alabilir miyim?"

Haftada belki de üç beş kez muhatap kaldığım bu soruyla birlikte elimde olmadan sinirlenip "Limonata satmıyoruz!" dediğimde karşı taraftan "Neden sinirleniyorsunuz hanımefendi insan gibi sorduk!" yanıtını alınca oturduğum yerden kalktım. Ters bakışlarımı karşımdaki gencin gözlerine dikip elimle de kafenin girişindeki tabelayı göstererek tam "Orada ne yazıyor gördün mü? Limonata..." diyordum ki bir anda sözüm "...içmiyoruz içirtmiyoruz. Sormayın!" diyerek tamamlandı.

Yaşadığım şoku atlatamadan refleksle arkamı döndüğümde burada ne aradığını zerre kadar bilmediğim doktorla burun buruna geldim ve ona çarpmamak için de büyük bir çaba harcadım. Aynı tanıtım gecesinde olduğu gibi göz göze bir halde birbirimize temas etmemeye çalışarak yanımızdan süzülüp farklı yönlere doğru kayarken bana "Bir insan hiç mi değişmez? Hep bir agresif hep bir sinirli ama hep de bir güzel..." dediğini işittim ve zorlukla yutkunup "Neden geldin doktor?" diye sordum. Aslında gerçek olup olmadığı konusunda da ikilemde kalmadım değil çünkü onun burada olması mümkün değildi.

retyuıo.png


Etrafa şöyle bir baktıktan sonra gözlerini gözlerime dikerek "Ne yani ben şimdi limonata içmek istesem içemeyecek miyim?" diye sordu. Hayal mi o ya? Aklım mı karıştı benim yoksa uyanıkken rüya falan mı görmeye başladım? Kendime gelebilmek için gözlerimi sıkıca yumup tekrardan açtıktan sonra onun yolundan gitmeyi deneyerek "Hayır içemeyeceksin!" dedim. Gülümsüyordu. Bu gülüşü hatırlıyorum. Hayır hayır o gerçek değil! Sadece görmek istediğim için onu görüyorum. Gerçek olmayıp sadece acı veren bu rüyavari şeyden bir an önce uyanmam gerekiyor.

Gözlerini kısıp bana yan yan bakarak "Peki ısrar edersem?" deyince sinirle hayal olduğunu düşündüğüm bu görüntünün üzerine doğru yürüyüp kolumu boğazına dayadım ve sırtı duvara çarparken de "Israr ettiğin takdirde neler olabileceğini hatırlıyor olmalısın!" dedim. Ama o anda garip bir şey oldu. Hayal değildi. Doktor gerçekten de karşımda duruyordu. Onu hisseder hissetmez kolumu çektim ve geri durup arka tarafa gitmek için bir hamle yaptım ama o kolumu yakalayıp beni kendisine doğru çevirdikten sonra "Neden geldiğimi sormuştun" dedi. Gözlerine dik dik bakmayı sürdürerek "Saçmalamıştın!" dediğimde gülümserken aniden ciddileşip beni kendisine doğru daha da yaklaştırarak "Buradayım çünkü içimden gelen bir ses bu onu görmek için son şansın olabilir dedi. Sen de kalbinin sesini dinleyen bir adam olduğumu hatırlıyorsundur herhalde" dedi.

sfdxgfchvh.gif


Kahretsin!

Yapma bana bunu doktor!

Daha mevcut durumuma bile alışamamışken yine sil baştan başlatma bana her şeyi...



Video The Originals dizisi için hazırlanmış ama sözleri uygun olduğu için eklemek istedim. Yapanın ellerine sağlık...

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.625
Tepki
84.273
Puan
113
Konum
İstanbul
sfgdh.png


23.Bölüm : Geri dönmeni istiyorum

........::::::::__Ahmet / İstanbul__::::::::........

(İzmit'e gitmeden önce)

Eylül'ün gidişinin ardından tam bir ay geçti. O yokken sanki onu kaybettiğim günü tekrar tekrar yaşıyormuşum gibi hissettim. Her yeni gün bir kez daha kaybettim onu... Kalbim aynı acıyı defalarca tadıp ağır tahribat altında kaldı ve ben onu iyileştirecek bir yol bulamadım.

Neredeyse tüm vaktim hastanede geçiyor. Beni tanıyan herkes bu aralar yorgun göründüğümü söyleyip kendimi biraz dinlendirmem gerektiği konusunda ısrarcı. Ama ben dinlenmek istemiyorum. Bunu ne zaman yapmaya kalksam Eylül'ün hayali sarıyor dört bir yanımı. Şu an bile bir yerlerden "Hey doktor!" diyen sesi kulağıma çalınacakmış gibi hissediyorum.

Hayatımdan bu kadar büyük bir hızla çıkmasını hâlâ kabullenemiyorum. Beni en çok acıtan şey de onu her gün bir önceki günden daha fazla özlemiş olmam oluyor. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur denmez miydi? Ben de neden tam tersi oldu? Neden onu günden güne unutmam gerekirken günden güne daha da çok özler oldum?

Hastaneye döndüğümde ilk defa kendim için çıktım o çatıya... Derdi tasası olan herkesin yaptığı gibi çekirdeğimi aldım ve rüzgara karşı durup bir şeylerin bana iyi gelmesini bekledim. İşe yaramadı. Bir ay boyunca neredeyse her gün çıktım o çatıya ama sonuç hep aynıydı. Ne elimdeki paketten tek bir tane bile çekirdek yiyebildim ne de sıkıntımı hafifletebildim. Öylece dalıp gittim uzaklara... Aslında biraz da korktum galiba. Ya elimdeki paket bittiğinde içime bir su serpilir ve ben kendimde hayatıma kaldığım yerden devam edebilecek gücü bulursam diye korktum.

Kafamın içi o kadar karmakarışık ki... Bir yanım "Onu buldun o da seni buldu birbirinizi kaybedemezsiniz" derken diğer yanım "O gün konuşulanları hatırla! Eylül şu an başka bir adamın çocuğunu taşıyor bu gerçeği göz ardı edebileceğine inanıyor musun?" diyor.

Sonuç olarak ne yapacağımı da ne yapmayacağımı da bilmiyorum.

Sıkışıp kaldım bu cenderenin içinde...

........::::::::____::::::::........

tumblr_nwrsonABWi1tbpk40o1_500.gif


"Ahmet!"

Kardeşimin sesini duymamın verdiği şaşkınlıkla arkamı döndüğümde Selim de bana doğru adım adım yaklaşıp "Seni görmeye gelmiştim bana burada olduğunu söylediler" dedi. Yan yana durup birbirimize bakarken ihtiyacım olan şeylerden birinin de kardeşimin desteği olduğunu fark ettim. Yine durdu durdu en doğru zamanda çıktı ortaya.

Aslında bu aralar onun da keyfi yok. Şirkette büyük bir kriz yaşandı ama onu en çok yoran şey bu krizin başrolünde Meral'in olmasıydı. Onca zamandır üzerinde çalışılan özel serinin ikinci önemli parfümü olan EsirEt'in içeriği büyük bir oyunla rakip firmanın eline geçmiş ve Meral bunun nasıl olduğunu bile anlayamamış. Meral diyorum çünkü şüpheleri tamamen onun üzerine çektiler. Bu kızı öyle bir dalaverenin içine nasıl bulaştırdılar bilmiyorum ama bir dolap döndüğü en başından belliydi.

Ama daha da kötüsü var. İkisi adına en çok üzüldüğüm şey Meral'in hamileliğinin düşükle sonlanma ihtimalinin oldukça artmasıydı. Şu an çok dikkatli olmalı ve hamileliğinin ilk dönemini atlatana kadar stresten uzak kalıp iyice dinlenmeli. Bir kere ters giden bir şey oldu mu her şey üst üstte gelir derler. Bizim açımızdan üst üstte demek biraz hafif kaldı. Tüm sorunlar adeta bir inşaat kepçesiyle bu ailenin üzerine yığılıyor gibi.

Elimdeki çekirdek paketini "Bizim buralarda canı sıkkın olan çekirdek çitler" diyerek Selim'e doğru uzattığımda bana buruk bir tebessümle "Ben pek çekirdek yemem ama yine de sağ ol" dedi. Bir an Eylül'ün ağzıyla bir espiri patlatıp "Asortik kajucusun yani" diyecektim ama yapamadım. Kaju boğazımda kaldı çünkü Eylül aklıma gelir gelmez yine bir hüzün çöktü içime.

"Al al adettendir. Ben de yemiyorum zaten"

"Yemiyorsan ne yapıyorsun peki?"

"Sadece elimde tutuyorum. Maksat adet yerini bulsun"

Elini "İyi geliyor mu bari?" diyerek uzattığında avucuna bir miktar çekirdek döküp keyifsiz bir tonlamayla da "Gelmişe benziyor mu?" diye sordum. Bunu sormam bile cevabımın ne olduğunu alenen belli ediyordu. Kardeşim çatılan kaşlarıyla tüm ciddiyetini takınıp beni baştan aşağıya inceleyerek "Berbat görünüyorsun" deyince hissettiğim sıkıntıyla iç çekip "Benim için hep içi dışı bir adamdır derlerdi. Doğruymuş demek ki" dedim. Bir süre öylece durup manzarayı izledik.

"Meral nasıl?"

"İyi olmaya çalışıyor ama bebek için çok endişeli"

"Tahmin edebiliyorum. Meral senden daha hassas ona destek olmalısın"

"Oluyorum ama sanırım bu aralar benim de biraz desteğe ihtiyacım var"

"Beni nerede bulacağını biliyorsun"

"Evet çatıda..."

"Bu aralar böyle... Peki seni buraya getiren şey ne Selim?"

"Buraya gelmeden önce iş ile alakalı bir konuda fikir danışmak için babamı aradım. Uzun uzun konuştuk. Bizi bilirsin işte konuşmaya başlayınca da laf lafı açtı. O sırada bana iyi görünmediğini ve birkaç gündür de eve gelmediğini söyledi. Ben de belki konuşmaya ihtiyacın vardır diye düşündüm"

"Konuşmayı bilmem ama yanımda olmana ihtiyacım varmış. Geldiğin için teşekkür ederim"

"Teşekkür etmene gerek yok. Sen aramızda sorunlar yaşanmış olmasına rağmen hep benim iyiliğimi gözettin. Meral'in nelerle boğuştuğundan haberim bile yoktu ama sen hep onun yanında oldun. Desteğini üzerinden hiç çekmedin. Sen bana ellerimden kayıp gitmek üzere olan canımı geri verdin Ahmet... Şimdi yanında durup derdine ortak olmak istemişim çok mu?"

"Unuttun galiba ağabeyler kardeşlerinin canının yanmasına asla izin vermezler. En azından bilerek yapmazlar"

"Unutmadım"

"Hiçbir zaman da unutma"

"Meral dün akşam Eylül ile konuştu"

"Nasılmış?"

"Hâlâ annesinin yanındaymış ve bebeğin babasına da bu durumundan bahsetmemiş. Onun hayatlarında olmasını istemiyormuş. Meral genel hali dışında bu konuda da çok katı olduğunu söyledi. Annesine bile onları bir araya getirmeye çalışır diye o adamın kim olduğunu söylememiş"

"İlk defa ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum"

"O halde düşünmeyi bırak ve sadece ne istediğini hissetmeye çalış"

"Aklım başka söylüyor kalbim başka..."

"Ne bekliyordun ki? Aradığın cevabın altın bir tepside önüne sunulup hayatın sana torpil yapmasını mı? Tecrübeyle sabittir ki öyle bir şey olmuyor"

"Haklısın. Sen nasıl yapıyorsun Selim?"

"Neyi?"

"Kritik anlarda çoğunlukla doğru kararlar veriyorsun. Ne yapacağını bilemediğin zamanlar o doğru sonuca nasıl varıyorsun?"

"Biliyorsun ki ben her zaman annesinin sözünü dinleyen bir çocuk oldum"

"Ben de her zaman dinlermiş gibi görünüp türlü türlü haylazlıklar peşinde koşan bir çocuk oldum"

"Bu da kardeşler arasında bir denge herhalde"

"Öyle olmalı"

"Küçüktüm ve annem bir gün benim için önemli olan bir konuda kalbimin sesine güvenmemi çünkü onun beni asla yanıltmayacağını söylemişti. Ben bu sözü hiç unutmadım biliyor musun? Ne zaman ikilemde kalsam ya da ne yaparsam yapayım doğru şeyi yapmayacağımı hissetsem mantığımı otomatikman devreden çıkarıp kalbimin sesine kulak veriyorum. Beni gerçekten de hiç yanıltmadı"

"Benim kalbim benden çok zor bir şey istiyor"

"Ne istiyor?"

waresrdetrfyu.gif


"Her şeye rağmen Eylül'ü geri istiyor"

"Zor bir durum olduğunu inkar edemem"

"Benim yerimde sen olsaydın yine de kalbinin sesini dinleyebilir miydin Selim?"

"Bu soruyu Meral'i tanımadan önceki Selim'e sormuş olsaydın sana hoşuna gitmeyecek bir yanıt vererek bu konuda kalbime söz geçirmesini bilirdim derdim ama söz konusu olan Meral olunca ne kadar acizleştiğimi sen de biliyorsun. Bana ne yaptı inan bilmiyorum ama sanki dünyayı başıma yıksa yine de ona olan aşkım hiç sönmeden alev almaya devam eder gibi hissediyorum. Ben bile bazen kendimi tanıyamıyorum ama bu şikayetçi olduğum bir şey de değil galiba"

"Bu Selim kalbini dinlerdi yani"

"Büyük konuşmamak lazım ama sanırım onu gerçekten sevmişsem ve onun da beni gerçekten sevdiğine inanmışsam ne kadar yok saymaya çalışsam da kalbim er ya da geç bana dediğini yaptırırdı. Belki bu hemen olamazdı ama bir gün mutlaka kalbime yenilip soluğu onun yanında alırdım. Aşk böyle bir şey Ahmet... Yapamam dediğin kabullenemem olmaz dediğin ne varsa yaptırıyor insana ve sen buna karşı koyacak gücü kendinde bulamıyorsun"

"Eylül'ün bir çocuğu olacak Selim"

"Aynı şey değil biliyorum ama Meral ile tanıştığımızda ben de bekar bir babaydım unutma. Kaan benim öz çocuğumda olabilirdi ki kalben öyle zaten. Meral'e bu konuda minnettarım çünkü öğrendiğinden bu yana bunu bir kere bile olsun sorun yapmadı. Hatta Kaan ile ikisi benim bile düşünemediğim kadar çok bağlandılar birbirlerine. Aralarında benden bağımsız işleyen özel bir bağ var. O kadar şanslı hissediyorum ki Meral tam anlamıyla oğlumun hayatındaki anne boşluğunu doldurdu. Sırf bu bile onu gözümde o kadar değerli bir yere taşıyor ki..."

"Ya o adam... Artık her kimse! Öğrenince ne olacak? Ya ikisi çocuk için bir araya gelmeye karar verirlerse ya da daha da kötüsü Eylül onu hâlâ sevdiğini anlarsa ne olacak?"

"Anladığım kadarıyla bu pek mümkün görünmüyor. Meral'in dediğine göre Eylül'ün en net olduğu konu o adamı bir daha hayatına hiçbir sıfatla sokmak istememesiymiş"

Kardeşimin sözlerinden sonra düşünmek için bir müddet sessiz kaldım. Meral'in daha önceden bana Eylül ile ilgili söylediklerini ve Selim'in az önce söylediklerini birbiriyle harmanlayıp gerçekten ne istediğimi sordum kendi kendime. Neyi yaparsan ya da neyi yapmazsan pişman olursun Ahmet dedim. Sanırım benim de en net olduğum konulardan biri Eylül olmadan bir daha mutlu olamayacağımı bilmemdi. Ömrümün sonuna kadar onun aklımın bir kenarında bir keşke olarak kalmasını istemiyorum. Ben ikimize çok inandım ve bu inancın boş yere bu kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum.

Bu konuşmanın bana gerçekten iyi geldiğini belirtmem gerek. Kafamın içinde doğru düşünmemi engelleyip hep bir ağızdan konuşan o akıl bulandırıcı seslerin yok olması beni çok rahatlattı. Netleşen bakışlarımı Selim'e döndürdüğümde o da hiçbir şey söylemeden bana baktı. Sanki ne diyeceğimi de az çok anladı. Birbirimize dikkatle bakarken birazdan söyleyeceklerimi tüm kalbimle hissederek "Eylül'e karşı tahmin edemeyeceğin ölçüde büyük bir sevgi besliyorum. İnan bu kadar kısa bir sürede bu kadar yoğun bir sevgi nasıl oluştu ben de bilmiyorum ama oldu işte... Sanki hayatımda eksik olan bir parça varmış ve o parçanın yarattığı ebedi boşlukta onunla birlikte dolmuş gibi" dedikten sonra kardeşimin tebessüm etmesiyle de sözlerime devam edip "Yeniden bir araya gelebilir miyiz gelirsek nasıl olur neler yaşarız üzer miyiz yoksa üzülür müyüz gerçekten bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var o da Eylül'süz devam edemeyeceğim. Şu an tam olarak bunu hissediyorum. O ne düşünür hiçbir fikrim yok ama ben hayatımda bir şekilde de olsa var olsun istiyorum. İyi mi yoksa kötü mü bilmeliyim. O buradan uzakta baş etmekte zorlandığı sorunlarla boğuşurken ben burada rahat olamıyorum Selim. Aklım sürekli onda. İster onu seven bir adam sıfatıyla ister arkadaşı sıfatıyla ya da sadece bir yabancı olarak yanında olup ona destek olmak istiyorum. Her şeye rağmen elini tutup tüm bunların geçeceğini söyleyerek içini ferahlatmak istiyorum. Hissediyorum Selim... Ne kadar zorlandığını da ne kadar acı çektiğini de hissedebiliyorum çünkü ben de ondan farklı değilim" dedim. Kardeşimi şaşırtmadım galiba. Sanki bunları düşündüğümü zaten biliyormuş gibiydi.

Selim eliyle omzuma yumuşak bir vuruş yaparken bir yandan da söyleyeceği şeye bir anlam verememiş gibi gözlerini kısarak "Sen neden hâlâ buradasın Ahmet? Ruhun çoktan yola çıkmış bile hadi git geç olmadan yetiş ona" deyince o kafamın içindeki tüm belirsizlikler bu konuşmayla birlikte yok oldu. Sahi neden hâlâ buradayım ki? Kardeşimle birbirimize tebessümle bakarken bir yandan da çatıdan çıkıp aşağıya indik.

"Ahmet benim artık şirkete geri dönmem gerekiyor. Durumları biliyorsun"

"Onca işinin arasında vakit ayırıp beni görmeye geldiğin için teşekkür ederim"

"Dedemizin küçükken bize öğrettiği ilk şey neydi hatırlıyor musun?"

"Hatırlıyorum"

"Konunun ne kadar önemli olduğunu fark etmez"

"Aile her şeyden önce gelir"

Selim bu söylediğimi manalı bir bakışla tekrarlayıp "Aile her şeyden önce gelir" deyince ikimiz de aynı anda tebessüm edip birbirimize sarıldık. Sanırım aramızdaki o buz kütlesi de sonunda tamamen yok oldu. Konuşmayı da geçtim buraya gelmesi bile benim için her anlamda çok değerliydi. Üzerimden öyle bir ağırlık kalktı ki sanki tüm dünyanın yükünü sırtımda taşıyormuşum da bundan haberim yokmuş gibi hissettim. Umarım bir daha asla birbirimize ters düşmek zorunda kalmayız çünkü ben kardeşimi bir kez daha kaybetmeyi hiç istemiyorum.

Selim ile vedalaştıktan sonra odama doğru yürürken bir yandan da birkaç günlüğüne izin alabilir miyim diye düşündüm. Hafta başında kritik bir ameliyatım var ama onun dışında çok da önem arz eden bir durum yoktu diye hatırlıyorum zaten araya da hafta sonu giriyor. Ayrıca mesleki anlamda yokluğumu aratmayacak olan Fikret Bey de burada olduğu için hastalar konusunda gözüm arkada kalmaz diye düşünüyorum.

Odama yaklaşıp Aygün'e elimdeki çekirdek paketini verdikten sonra "Yine hiç yememişsiniz hocam" demesiyle gerek kalmadığını söyleyerek asistanım Gözde'yi yanıma göndermesini rica edip odama girdim. Masamın başına geçer geçmez de daha önceden titizlikle aldığım notlarıma bir göz gezdirmeye başladım. O sırada iyi insan lafının üstüne gelir sözü vuku buldu ve Gözde nefes nefese bir halde odaya girdi. Bu ne hız?

"Beni çağırmışsınız hocam"

"Gerçekten çok şanslıyım! İhtiyacım olduğunda yanıma ışık hızıyla gelen bir asistanım var"

"Yok hocam ben zaten size yetişmeye çalışıyordum ondan böyle nefes nefese kaldım. Aygün de beni çağırdığınızı söyleyince odanıza böyle apar topar girdim kusura bakmayın"

"Tamam sorun değil hemen konuya geçiyorum. Bu birkaç gün içinde önemli bir randevum ya da illaki bulunmam gereken herhangi bir yer var mıydı?"

"Neden?"

"Kaç günlük izin alabilirim onu anlamaya çalışıyorum"

"Hatırladığım kadarıyla o kadar önemli bir durum yok ama yine de kontrol edeyim"

"Bekliyorum"

"Doğru hatırlamışım ayarlanamayacak bir durum yok"

"Süper!"

"Bir saniye yanılmışım. Yarın öğleden sonra Zafer Bey'in randevusu vardı"

"Adımı sürekli yanlış söyleyen Zafer Bey mi?"

"Evet o... Biraz telaşlı biri galiba"

"Oldukça telaşlı biri"

"Şimdi randevuyu erteleme talebinde bulunursam büyük ihtimalle vereceğiniz kötü haberi geciktirmek için böyle bir şey yaptığınızı düşünüp panik atak geçirir"

"Geçirmez diyemiyorum. Bu kanıya nereden vardı bilmiyorum ama beyninde mandalina boyutundan yafa portakalı büyüklüğüne ulaşan bir tümör olduğunu iddia ediyor. Büyüklüğünden bile o kadar emin ki neredeyse beni bile inandıracak. Halbuki senden benden daha sağlıklı. Sadece aldığı kafein miktarını ciddi anlamda azaltsa baş ağrısı sorunu kökten çözülecek. Bu kadar basit"

"Haklısınız size getirirken tomografi sonuçlarına da bakmıştım. Tertemiz hiçbir sorun gözükmüyordu"

"Ben Fikret Bey ile konuşurum hastayı kendisine yönlendirirsiniz. İkisi de buluttan nem kapan insanlar birbirlerinin dilinden daha iyi anlarlar"

dsfvgaswfwa.gif


"Peki nasıl isterseniz. Hocam bir de şey var"

"Ne var Gözde?"

"Hastanız Nagehan Çamlı"

"Ne oldu Nagehan Hanım'a?"

"Pazartesi sabahı ameliyatı var"

"Evet onu hatırlıyorum. Unutmam da mümkün değil zaten"

"Bir sorun olmaz değil mi? Eşinin tavrı ortada bu ameliyatın gerçekleşmesini istemiyor"

"Nagehan Hanım bu defa kesin kararlı ve benim hastam da o olduğu için bu konuda eşinin yapabileceği bir şey yok"

"Biliyorum ama sizin için biraz endişeleniyorum. Umarım yine kötü bir olay yaşanmaz"

"Kaderimde varsa yaşanır Gözde buna engel olamayız. Sence ben korkup hastasını ortada bırakacak bir doktora benziyor muyum?"

"Tabii ki hayır"

"Güzel! Biz doktorlar için hasta hayatı her şeyden önce gelir. Tereddüt etmek yakışmaz bize"

"Haklısınız hocam"

"Tamam o halde ben gidip gerekli izinleri alayım sonra da Fikret Bey'in yanına uğrayayım"

"Benden istediğiniz bir şey var mı?"

"Olmaz mı?"

"Buyurun"

"Kendine bir kahve çay ya da seni içtiğinde mutlu edecek bir şey al ve ben dönene kadar da biraz soluklan"

"Peki"

Nagehan Hanım'ın ameliyat günü kesinleştiğinden beri herkesin tedirginlik seviyesi arşa çıktı. Kiminle konuşsam "Şu sana saldıran adamın karısı mı? Bence dikkatli olsan iyi olur" diyor. Ne yapayım yani gidip can güvenliğim tehlikede olabilir diyerek sağıma soluma iki tane yakın koruma mı talep edeyim?

Bu işin en sinir bozucu yanı da ister istemez benim de aklımı bulandırıyor olmaları. Sinan ve Gözde başta olmak üzere etrafımdaki pimpirikli insanlar yüzünden içimde sevimsiz bir ses belirdi. Bana sürekli "Bu onu görmek için son şansın olabilir" deyip duran bir ses. Ya da bilmiyorum... Belki de bu ses sadece Eylül'ü görmek için uydurduğum bir bahaneden ibarettir. Başka ne olabilir ki zaten?


esrdtfgyjh.png

........::::::::__Ahmet / Bir Gün Sonra - İzmit __::::::::........

İzmit'e gelmeden önce Eylül'ü nerede bulabileceğimi öğrenebilmek için Kenan'ı aradım. Şu durumda bana yardımcı olabilecek tek kişi o gibi geldi. Eylül'ün bu yaşanılanlardan kimlere bahsettiğini bilmediğim için ne Tolga'ya ne de Meral vasıtasıyla Ela'ya ulaşmak istemedim. Bu yüzden de aklıma her şeye canlı canlı şahit olmuş olan Kenan geldi.

Şimdi de saati göz önünde bulundurarak annesinin işlettiği kafenin önüne geldim. Bir süre gelen gidenleri uzaktan izledim. Eylül'ün dışarıya çıktığı anı yakalarsam karşısına çok daha kolay geçebilirim gibi geldi. Tabii her şey de öyle planlandığı gibi olmuyor. Uygun anı kollarken bir anda kapıda annesi gözüktü. Anne kızın birbirlerine olan benzerliklerine şaşırmadım dersem yalan olur. Eylül'ün güzelliğini kimden aldığı şimdi belli oldu. Eğer bulunduğum uzaklıktan dikkatli gözlerle bakmasaydım bir an Eylül diye annesinin önüne çıkabilirdim. Bu benzerlik o kadar güçlü yani.

Annesine şaşkınlıkla bakarken de bir anda kapının önünde Eylül belirdi. Annesi uzaklaşırken o da dalgın gözlerle onu izleyip sonra da keyifsiz bir halde yeniden içeriye girdi. Araları pek iyi değil herhalde. Ben ise kilitlenmiş gibiydim. Eylül'ü gördüğüm anda neden buraya gelmek için bu kadar zaman kaybettim diye lanet okudum kendime.

Birkaç saniye karşısına geçince ona ne diyebilirim ki diye düşündüm ama sonra her şeyi doğal akışına bırakmaya karar vererek kafeye doğru yürümeye başladım. Gözüme ilk çarpan şey de hemen girişte duran tabela oldu. Yapılan uyarıda sert bir dil kullanıldığına göre onu yazan Eylül'den başkası olamaz.


redtrgyhkjk.jpg


Kapının kenarından içeriye baktığımda Eylül dalmış bir halde masalardan birinde oturuyordu. Doğru zamanın geldiğini anlayıp tam içeriye girecekken de diğer masadaki gençlerden biri Eylül'e doğru bakarak "Bakar mısınız?" dedikten sonra onun duymamasıyla birlikte de sesini biraz daha yükselterek "Hanımefendi!" dedi. Eylül bu defa onu duyup "Efendim?" deyince genç seslenme sebebini belli ederek "Bir limonata alabilir miyim?" dedi. Birazdan demez olaydım diyeceğine bahse varım çünkü Eylül bu soruyla birlikte bakışlarından alevler saçarak çocuğa doğru döndü.

"Limonata satmıyoruz!"

"Neden sinirleniyorsunuz hanımefendi insan gibi sorduk!"

İnsan gibi sordu ama belli ki yanlış bir soru sordu. Arkası dönük olduğu için Eylül'ün bir sonraki yüz ifadesini göremedim ama muhtemelen her kızdığında yaptığı gibi yine o güzel gözlerini kocaman açmıştır. Bunu görmek isterdim. Ayağa kalktıktan sonra çocuğa bakarak elini kapıya doğru uzatıp "Orada ne yazıyor gördün mü? Limonata..." deyince hiç planlamadığım bir şekilde ona doğru yaklaşıp sözünü "....içmiyoruz içirtmiyoruz. Sormayın!" diyerek tamamladım.

Aklımdan umarım o sert tavrı doğru tonlamışımdır diye geçirirken Eylül de sesimi duyar duymaz hiç vakit kaybetmeden arkasını döndü ve göz göze gelmemizle birlikte de çarpışmamak için farklı yönlere kayıp birbirimizi teğet geçtik. O sırada az önceki haline istinaden "Bir insan hiç mi değişmez? Hep bir agresif hep bir sinirli ama hep de bir güzel..." dedim. Tamam güzelliğini vurgulamam biraz yersiz oldu farkındayım ama bir anda ağzımdan çıktı. Tutamadım. Beni görmeyi beklemediği açıktı. Sanki gerçekte burada değilmişim gibi bana tereddütle bakıp zar zor yutkunduktan sonra "Neden geldin doktor?" diye sordu. Ne diyeyim ki şimdi? Kalbim git dedi ben de onun aklına uyup geldim işte...

Hoş detaylara sahip olan bu kafeye bir göz gezdirip biraz vakit kazanmak ve de itiraf edeyim onu biraz kızdırmak adına "Ne yani ben şimdi limonata içmek istesem içemeyecek miyim?" diye sorup asıl derdim bu değil dercesine gözlerimi gözlerine diktim. Bakışları tuhaflaştı. Aklını karıştırıyorum galiba. Sanki bana mümkün olmayacak bir hayale bakıyormuş gibi bakıyor. Neden böyle bir şey yaptı bilmiyorum ama gözlerini sıkıca yumup tekrardan açtıktan sonra bana ters ters bakarak "Hayır içemeyeceksin!" dedi. Benim sevdiğim Eylül hâlâ oralarda bir yerlerde gibi görünüyor. Bu sert çıkışı sonrası gülümsemeden edemedim. Onu da bu agresif hallerini de o kadar özlemişim ki öyle böyle değil.

Şansımı biraz daha zorlarsam ne olur diye düşünüp "Peki ısrar edersem?" deyince cevabımı beklememe gerek kalmadan hemen aldım. Sözlerim biter bitmez Eylül üzerime doğru yürüyerek sert bir tavırla kolunu boğazıma dayayıp "Israr ettiğin takdirde neler olabileceğini hatırlıyor olmalısın!" diyerek beni duvara çarptı. Ama bunu yapmasıyla ikimize de bir şeyler oldu. Ben onun tarafından ilk kez duvara çarpıldığım ana geri dönüp hoş bir anı tazelemesi yaparken Eylül ufak bir şok yaşayıp sanki bu gerçek olamaz dercesine bana dokunur dokunmaz kolunu hızla çekip geri durdu. O andan itibaren de her şey çok hızlı gerçekleşti.

Yanımdan gitmek için bir atılım yapınca buna izin vermeyip kolundan tuttum ve onu kendime doğru döndürdükten sonra "Neden geldiğimi sormuştun" dedim. Kalbinin deli gibi attığını bu mesafeden bile anlayabiliyorum. Hatta sesini bile duyuyorum desem mübalağa etmiş olmam. Dik bakışları eşliğinde "Saçmalamıştın!" deyince sesindeki belirgin titremeyi fark edip bakışlarımı ciddileştirdim ve onu kendime daha da yaklaştırarak "Buradayım çünkü içimden gelen bir ses bu onu görmek için son şansın olabilir dedi. Sen de kalbinin sesini dinleyen bir adam olduğumu hatırlıyorsundur herhalde" dedim. Hatırlamış ve bu da onu korkutmuşa benziyor.


esrtrdytfuy.png


Vereceği tepkiyi merakla bekleyerek gözlerimi sabırsızca gözlerinde gezdirirken Eylül benim aksime tek bir noktada sabit kaldı. Neler düşünüyor bilmiyorum ama bu bakışı görebilmek için o kadar çok uğraşmıştım ki. Sanki kafenin içinde o gün bana karşı olan hislerini dürüstçe açıkladığı konuşma yankılanıyor gibiydi. O gün heyecandan söylediklerini tam anlamıyla kavrayamamıştım ama şimdi onları bu bakışın ardında da görünce neden buraya bu kadar geç geldim ki diyorum.

O kocaman gözleri nihayet kıpırdarken tam bana bir şey söyleyecekti ki az önce fırça attığı genç çocuk ayaklanıp beni kastederek "Hanımefendi bu adam sizi rahatsız mı ediyor?" diye sordu. Böylesine iki dakika bekleyemedin derler ama yine de çocuğun bu korumacı tavrını takdir etmedim değil.

İkimiz de bu soruyla birlikte aynı anda genç çocuğa bakarken bakışlarımı Eylül'e çevirip "Seni rahatsız ediyor muyum Eylül?" dedim. Olmayacağını bile bile şu an sussun ve sadece bana sıkıca sarılsın istedim. Ama bunu yapmadığı gibi gözlerime değen gözleri dolmaya meyil ettiği anda kolunu kurtarıp aklı karışmış bir halde de kafeden çıkıp gitti. O giderken ben de yine ardından bakıp kaldım. Peşinden gitmedim çünkü bu beklenmedik karşılaşmanın şokunu üzerinden atabilmesi için biraz kendi başına kalmasında fayda var diye düşündüm. Şimdi ne kadar konuşmaya çalışsam da farklı bir sonuç alamayacağım belliydi. Önce kendisini bir toplasın sonra konuşuruz elbet.

Kapının önünde durup Eylül'ün uzaktaki bir ağacın altına oturuşunu izlerken yanıma gelen genç bir kız "Affedersiniz ama ben hesabı kime ödeyeceğim?" dedi. Yaşadığım o duygusal yoğunluğun böyle bir soruyla final yapması da enteresan oldu. Bakışlarımı ağır çekimdeymiş gibi kıza döndürdüğümde benden bir cevap beklediği ve bunu da hemen beklediği açıktı. İçerideki müşterilere bir göz attıktan sonra burayı bu şekilde bırakıp gidemeyeceğim kesinleşmişti. Eylül geri dönene kadar ortama ayak uydurmaktan başka çare yok gibi görünüyor.

Hesabı benim alabileceğimi söyleyip içeriye girdikten sonra ceketimi çıkararak sandalyelerden birine astım. Kollarımı sıvarken az önceki kız bana bir dilim limonlu cheesecake yediğinden bahsedince yan gözle menünün ve fiyatların olduğu kara tahtaya baktım. Hesap işini hallederken bu sefer de masadaki gençlerden oluşan grup bir istekte bulundu. Bir anda menüde bulunan patatesli omleti yiyecekleri tutmuş. Ne tatlı!

Göz hapsinde tuttuğum Eylül'e bakarken ne kadar zor olabilir ki diye düşünüp arka tarafa geçtim. Sonuçta patatesli omlet patatesli omlettir. En nihayetinde üzerine kuş konduracak halimiz yok. Ocak tarafına geçtikten sonra her yeri didik didik edip ihtiyacım olabilecek malzemeleri çıkardım ama bir yerde patlayacakmışım gibi geliyor. Patatesleri soymaya başladığımda aksilik olacak ki içeriden "Bakar mısınız?" diyen tiz bir ses geldi.

Bir elimde bıçak diğer elimde yarı soyulmuş patatesle çıkıp gelen müşterileri karşıladığımda kızlardan biri elime gülümseyerek baktıktan sonra "Aaa! Burası ile siz mi ilgileniyorsunuz? Bilseydim gelmek için o kadar da nazlanmazdım" dedi. Söylediği şeyin şaşkınlığını yaşarken gözüm de ayaklandığını fark ettiğim Eylül'e takıldı. Geri dönüyor herhalde diye düşünürken kız önce "Rica etsem her ne yapıyorsanız bize de aynısından yapar mısınız? Canım çekti de..." dedi sonra da arkadaşının dürtmesine aldırmadan "Bu arada yaparken sizi... Yani yemeği izleyebiliyor muyuz?" diye sordu. İzlemese daha iyi olacak. Başımı hayır dercesine sallayıp bu yöne doğru gelen Eylül'e baktıktan sonra patatesli omletlerin hemen geleceğini söyleyip mutfağa geri döndüm.

Köşede duran fritözün fişini takıp patatesleri soymaya devam ederken gözlerimde pencereden dışarıya kaydı. İleride bir çocuk parkı vardı. Eylül'ün bildiğim kadarıyla çocuklarla arası pek iyi değil ama yine de Kaan ile bir sorun yaşamamıştı. Orada oynayan çocukları izlerken şimdi ne hissediyor acaba?

Dalgın bir halde patatesleri soyarak düşünürken birkaç dakika sonra Eylül'ün "Ne yapıyorsun sen burada?" dediğini duyup arkamı döndüm. Sert gözükmeye çalışsa da gözleri kızarmıştı. Sanki ağlamış gibiydi. Bunu fark ettiğimi belli etmeden elimdekileri gösterip "Omlet... Patatesli" dediğimde önce içerideki kalabalığa sonra da çıkardığım malzemelere ve bana bakıp "Ben hallederim. Lütfen sen git!" dedi. Keşke mümkün olabilecek bir şey isteseydi.

Gidemeyeceğimi çünkü tek başına bu siparişleri yetiştiremeyeceğini söylediğimde nereden bulduğunu anlayamadığım bir doğrama aleti çıkarıp kenara koydu ve soyulan birkaç patatesi yıkayıp yuvarlak dilimledikten sonra küp küp kesmek için bu aletin içine koyup üstüne de diğer aparatını bastırdı. Çıkardığı pat küt seslere bakılacak olunursa biraz da gergin herhalde.

Bir süre ikimiz de hiç ses çıkarmadık. Ben patatesleri soyup elime verdiği aletle küpler halinde doğradım o da onları fritöz ile kızartıp havlu kağıdın üzerine aldı. Sessizliği bozmak için her anı kolladım diyebilirim ama bir türlü ağzımı açıp bir şey diyemedim. Onda alışık olmadığım bir durağanlık vardı. Sanki her şeyi boşvermiş ve bundan sonra hayatında ne olacağı da umurunda değilmiş gibiydi. Bu hayattan elini çekmiş gibi görünen hali beni derinden yaraladı.

Gözlerim onda olarak işime devam ederken ekleyeceği baharatları tezgaha koyup buzdolabına yöneldi. Onu izlerken daha fazla sessiz kalmaya devam edemedim ve çeneme hakim olamayıp "Alışabildin mi?" diye sordum. Aslında bu biraz geniş kapsamlı bir soruydu. Sanki mevcut durumuna alışıp alışamadığını sormuş gibi olabilirim ama niyetim daha çok bensizliğe alışıp alışamamasıydı.

Dolabın kapağını kapatıp birkaç saniye öylece durduktan sonra yanıma gelip peynir tabağını önüme bıraktı ve gözlerime sanki söyleme şeklimden demek istediğimi anlamış gibi bakarak "Alışmaya çalışmak gibi bir çabam yok" dedi. Birkaç saniye birbirimize baktıktan sonra gözlerini kaçırıp peynirleri de küpler halinde kesmemi istedi ve kendisi de yumurtaları bir kaseye kırmaya başladı. Bir yandan onu izleyip bir yandan da dediği gibi peynirleri kestim.

Tüm malzemeleri iki farklı tavada bir araya getirdikten sonra kalanı da küçük bir tavaya koyduk. O da bizim hakkımız olacak herhalde. Yani umarım öyledir. Eylül kendi tarafındaki ocakların altını kapatırken ben de omletin tadı tuzu yerinde mi diye bakmak için eğilip elimle küçük tavanın kenarından bir parça almaya yeltendim. Bu atılımım da Eylül'ün aniden bana doğru dönerek "Çok sıcak yanarsın!" diyerek elimi tutmasıyla amacına ulaşamadan sonlanmak zorunda kaldı. İyi ki de öyle oldu çünkü elimi tutmasıyla ona doğru döndüm ve bunun neticesinde burun buruna geldik.

Ne o elini geri çekti ne de ben yerimden kıpırdayabildim. Ta ki birbirimize özlemle bakarken benim "Bu bir ay bana çok zor geldi Eylül" dememe kadar. Bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarını kıpırdattıktan sonra aniden vazgeçerek önce bakışlarını sonra da elini çekip tabakları alarak hızla mutfaktan çıktı. Sessiz kalışları hoşuma gitmedi. Bunlar onun vereceği tepkiler değil. Bu son bir ay içinde bambaşka biri olmuş. Ama en kötüsü sanki benim tanıdığım Eylül'ü ölüme terk etmiş gibi bir hali var.

Küçük tavadaki omleti bir tabağa koyup çatalları da alarak arkasından gittikten sonra boş masalardan birine oturdum. Eylül de kasanın önüne geçmiş boşluğa bakıyordu. Tabağı ortaya çatallardan birini de oturmasını umduğum servisin önüne koyarken yan masada arkadaşıyla oturan tiz sesli kızın bana "Elinize sağlık omlet şahane olmuş. Bir sırrınız var mı yoksa bu yetenek Allah'ın bir lütfu mu?" demesiyle bakışlarımı ondan alıp Eylül'e çevirdim. Artık boşluğa değil çatık kaşlarıyla dik dik kıza bakıyordu.

Gülümseyecekken hemen toparlanıp "Afiyet olsun. Ben sadece yardım ettim asıl övgü mekanın sahibesine gelmeli" dediğimde kız oturduğu yerde bana doğru dönerek "Bu gibi durumlarda elinin değmesi bile yetmiş derler. Sizin de öyle olmuş galiba" dedikten sonra samimiyet kurmaya niyetlenir bir tavırla gülümseyip "Sizi daha önce burada görseydim kesin hatırlardım. Bu arada adınız neydi?" deyince ne diyeceğimi şaşırdım çünkü aniden karşıma geçip oturan Eylül sert bir tavırla önümdeki omleti çatallamaya başladı. Sanırım benim tanıdığım Eylül de bu vesileyle dirilmeye başladı.

Gözlerim ikisinin arasında gezinirken kıza resmi bir tavırla "Ben buralı değilim. İstanbul'dan bugün geldim" dedim ve omletten bir çatal aldım. Gerçi aldım ama yine yiyemedim çünkü kız "Demek bugün geldiniz. Bu karşılaşma kaderin bize oynadığı hoş bir oyun olabilir mi acaba desem fazla mı cüretkar olur?" diye sorunca Eylül de muhtemelen dikkatimi bozmak için "Yemiyorsun herhalde!" diyerek elimdeki çatalı alıp ucundaki omleti kendisi yedi. Böyle yapınca da dikkatim tamamen ona kaydı. Kıskançlık kokuları aldıkça kızı daha da çok konuşturasım geliyor ama yapamıyorum. Bu işin sonu nasıl bitecek merak ettim doğrusu.

Eylül'e odaklanmışken bu sefer de kız canı acımış gibi sesler çıkararak tüm bakışları kendi üzerine topladı. Elindeki bıçağı masaya bırakıp kendi kendisine "Kahretsin! Elimde olduğunu unutmuşum kesildi" diye söylenirken doğal olarak neyi olduğuna bakmak için ayağa kalktım ama tam o anda Eylül kolumu sertçe tutup "Ben hallederim! Sonuçta olduğundan bile şüphe duyduğum beynini delmedi" dedikten sonra diğer masadaki biberliği alıp kızın yanına gitti. Ooouuv! Biberlik ve Eylül deyince aklıma pek de hoş şeyler gelmiyor.

Kızın önünde durup "Uzatın bir bakayım!" dedikten sonra kızın "Affedersiniz ama ne yapıyorsunuz öğrenebilir miyim?" demesine aldırmadan altına peçete tuttuğu parmağın üzerine kanı hemen durduracağı gerekçesiyle kırmızı biberi boca etti. Boca etse yine bir derece iyi. Bir de peçeteyle parmağı mengeneye takmış gibi sıkmaz mı! Kızın gözleri hissettiği acıyla yaşardı tabii. Kızın durumu için üzgünüm ama Eylül'e bakıyorum da bu şekilde de olsa yaşam belirtileri gösterdiğine göre onu kurtarma şansımın hâlâ var olduğunu görüyorum.

Kıza beş dakika böyle tutmasını söyleyip elindeki biberliği de benim önüme vurarak masaya bıraktıktan sonra kapının önüne çıktı. Bu defa sadece ardından bakıp kalmadım oturduğum yerden kalkıp peşinden kapının önüne çıktım. Yine tek bir kelime etmeyecek ve biz de orada öylece sessizce duracağız sandım ama pek öyle olmadı. Kızgın bir ifadeyle bakınırken bir anda ellerini beline koyarak bana doğru dönüp "Ne yaptığını zannediyorsun sen?" diye sorunca afallasam da yine de "Bir şey yapmıyorum" dedim ama yok ateşi almış bir kere susturmak ne mümkün.


esdrftygu.gif

"Yapmıyorsun demek!"

"Evet bildiğim kadarıyla yapmıyorum"

"Bana bak doktor! Öyle kafana estiği gibi buraya gelip hayatıma habersizce girerek müşterilerimle flörtleşemezsin!"

"Flörtleşmek mi? Asla böyle bir niyetim olmadı"

"Başlatma niyetine fena olur!"

Beni hâlâ kıskanıyor olması duygularında da herhangi bir değişim olmadığını işaret ediyor değil mi? Onu en son Feride'nin attığı dikiş krizinde böyle görmüştüm. Ona doğru birkaç adım yaklaşırken yerinden milim bile oynamadan başı dik bir şekilde bana doğru bakmaya başladı. Çatılan o yay gibi kaşlarına pembeleşen yanaklarına ve sinirden belli belirsiz titreyen dudaklarına baktıktan sonra bakışlarımı bal rengi gözlerine çevirdim. Bu kadar yakın durmama rağmen yine de yüzüme mesafeli bir tavırla bakıyordu. Gözlerinin saçtığı alevle cayır cayır yansam da gülümsemekten kendimi alamadım. Bu da muhtemelen onu çıldırtmaya başlamış olmalı. Bunu yapmama sinir olduğunu daha önceden de öğrenmiştim.

Durdu durdu ve tam da düşündüğüm gibi "Neden gülümsüyorsun Allah aşkına? Hayır yani beni daha da mı sinirlendirmeye çalışıyorsun!" dediğinde dürüst olmaktan zarar gelmez diye düşünüp "Bana karşı olan hislerinin değişmediğini görmek beni mutlu etmiş olabilir mesela" dedim. Önce bu kadar net olmamdan ötürü sarsılsa da hızlı bir şekilde kendisini toparlayıp "Benim hiç kimseye karşı bir hissim yok. Yani o tamamen senin hüsnü kuruntun doktor!" dedi. Demek gözümle gördüğüm şey sadece benim hüsnü kuruntum!

Birkaç saniye gözlerine dik dik baktıktan sonra konuyla kelalaka bir şekilde "Geri dönmeni istiyorum Eylül" dedim ve şaşırmasını umursamadan sözlerime devam edip "İstanbul'a ya da bana bunu ne anlamda algılarsan algıla ama buraya gelip seni gördüğüm anda düşünebildiğim tek şey seni geri dönmeye ikna etmek zorunda olduğumu anlamam oldu" dedim. Cevap veremedi ama zaten cevap vermesine de fırsat kalmadı.

Bana ne söylediğimi algılamakta güçlük çekiyormuş gibi bakarken aniden "Eylül ne oluyor?" diye seslenen bir kadın sesi duyuldu. Gözlerimi Eylül'den alamadığım için kim olduğuna bakamadım ama sanırım seslenen kişi annesiydi. Bana sessiz sedasız "Hemen git buradan doktor! Anneme seninle ilgili bir açıklama yapmak zorunda kalmak istemiyorum" dedi ama annesiyle tanışma şerefine erişmeden bu isteğini yerine getirebileceğimi pek sanmıyorum. Ayrıca benimle ilgili nasıl bir açıklama yapacağını da merak etmedim değil doğrusu.


awsedtrfy.png


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.625
Tepki
84.273
Puan
113
Konum
İstanbul
awsedrtfgyhu.png


24.Bölüm : Aklından neler geçiyor doktor?

........::::::::__Eylül__::::::::........

"İstanbul'a ya da bana bunu ne anlamda algılarsan algıla ama buraya gelip seni gördüğüm anda düşünebildiğim tek şey seni geri dönmeye ikna etmek zorunda olduğumu anlamam oldu"

Söylediklerinin ne manaya geldiğini anlamaya çalışırken annemin "Eylül ne oluyor?" diyerek bana seslendiğini işitip biraz paniğe kapıldım ve o telaşla da "Hemen git buradan doktor! Anneme seninle ilgili bir açıklama yapmak zorunda kalmak istemiyorum" dedim. Seni dinledi mi diye soracaksanız eğer tabii ki de dinlemedi diyeceğim. Adam kontrol edilemiyor ki!

Annemin yanımıza gelmesiyle birlikte sanki az önce ona git buradan seninle ilgili açıklama yapmak istemiyorum dememişim de tam tersi bir şekilde git annemle tanış bir güzel de kim olduğunla alakalı açıklama yap demişim gibi davrandı. Nasıl mı?

Annem bizi kapının önünde hararetli bir şekilde konuşurken görünce büyük ihtimalle düşünmemesi gereken şeyler düşündü. Bunu da bana kaş göz ve biraz da telepatik yoldan bebeğin babasını kastederek "O mu yoksa?" diye sorarak belli edince ben de ona belli belirsiz bir halde hayır dermiş gibi başımı iki yana salladım. Anne kız olarak konuşmadan da anlaştığımız anlar epeyce oluyor ve bu da o anlardan biriydi.

Ancak tam o anda bizim doktor efendi de konuya dahil oldu ve aniden "Merhaba Belma Hanım ben Ahmet Atahan" dedikten sonra annemin elini zarif bir şekilde öperek "Eylül ile Atahan Kozmetik'in tanıtım gecesinde tanışmıştık. Ayrıca kendisi kardeşimin eşinin ameliyatında bana ve Meral'e fazlasıyla destek olmuştu" deyiverdi. Yahu her şeyi geçtim annemin adını nereden biliyor bu adam?

Anneme ismiyle hitap ettiği anda bakışlarımı ona doğru çevirip neler söyleyeceğini merakla beklemeye başlamıştım. Neyse ki makul bir şekilde devam etti. Bir an "Haremimde cariye açığı var da Eylül'ü ikna edip geri götürmeye geldim" falan diyecek sandım kalp krizi geçiriyordum. Tamam biraz abartmış olabilirim ama haremi karıştırmasa da diğerlerini deme potansiyeli oldukça yüksekti.

Annem tereddütle "Hoş geldiniz" diyerek elini yavaşça çekerken hemen arkasından da önce bana sonra da ona bir bakış atıp "Kapının önünde kalmışsınız içeriye buyurmaz mısınız? Hem birlikte birer kahve de içer daha rahat konuşuruz" dedi. Eyvah! İçeriye girer girmez kesin beni kahve yapmaya gönderip doktoru da soru yağmuruna tutarak benimle ilgili olan yakın geçmişini didik didik edecek.

Doktor annemle tanışacağı zaman bir adım önüme geçtiği için bu duruştan istifade edip işaret parmağımı bükerek sırtına beni dinle dercesine bir vuruş yaptım sonra da sadece ikimizin duyabileceği bir ses tonuyla "Başka sefere de!" dedim. İçimden "Yalvarırım bir gıcıklık yapma doktor!" diye geçirirken omzunun ucundan bana doğru bakar gibi yaptı ama sonra tekrardan anneme doğru döndü. Hay aksi yapacak!

Anneme çaktırmadan sırtını "Sakın!" diyerek sertçe dürtmeye devam ederken beyefendi de kendi çalıp kendi söyleyerek "Sizi geri çevirmem mümkün değil Belma Hanım memnuniyetle kabul ediyorum. Önden buyurun lütfen" dedikten sonra eliyle kapıyı işaret etmez mi? Ben şimdi senin memnuniyetine de önden buyuruna da bir şey derdim ama şanslı adamsın çünkü ortam yine müsait değil o yüzden susmak zorundayım.

Annem önden geçip kafeye girerken doktorun bakışları da bana doğru döndü. O sinirle tam önünden geçip gidecektim ki aniden durup imalı bir tavırla gözlerimi kısarak "Kahveni nasıl alırsın doktor?" diye sordum. Bunu sorma nedenimi eminim ki anladı. Evet bir nevi seçimi ona bırakıp ölümlerden ölüm beğen demek istiyordum. Malum daha önce de kafamı attırmış elimden içtiği kahveyle tansiyonu tavan yapmıştı.

Sorumun ardından önce düşünüyormuş gibi yaptı sonra da tek gözünü aynı benimki gibi kısıp "Annenin davetini kabul etmem seni kızdırmışa benziyor. Yani bu durumda kahvemi yine bol tuzlu ve bol biberli alıyorum galiba" diyerek gülümsedi. Yok yok! Vazgeçtim bu sefer şekerli de istese sade de istese deneysel takılmaya niyetliyim. Artık bahtına ne çıkarsa öpsün başına koysun!

"Sen nasıl isterdin peki?"

"Normalde sade içerim ama şimdi orta şekerli olabilir. Tatlı içelim tatlı konuşalım değil mi?"

"Öyle! Dediğin gibi tatlı içelim tatlı konuşalım. Bu arada insülin direncin ne durumda? Malum benim elimin ayarı biraz kaçıktır sorun çıkmasın sonra..."

"Elini korkak alıştırma bilirsin içine zehir bile katsan yine de o kahveyi sonuna kadar içerim. Ayrıca sorun çıktığı taktirde bütün gece kendini suçlu hissederek benimle ilgileniyor olman kulağıma hiç de fena gelmedi doğrusu"


aesrdtfyghujıkl.gif


Hiç değişmemiş! İyi de neden değişmemiş ki? Onu son gördüğümde neler yaşadığımız ortada... Hatta şu an benim ne durumda olduğumda ortada. Şimdi gelmiş tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi davranıyor. Aklından neler geçiyor doktor? Ansızın buraya gelerek başıma ne işler açmaya niyetlisin?

Hay aksi! Karşı bir cevap verip lafı ağzına da tıkamadım iyi mi! Ben paslandım mı ne? Gecikmemiz yüzünden annem "Eylül hadi!" deyince doktora cevap veremeden yanından geçip kafeye girdim ve girer girmez de annemin yönlendirmesiyle gözlerimi devirerek doğruca mutfağa doğru gittim. Ben biliyordum başıma geleceği zaten!

Doktora da az önce veremediğim cevabımı damağında nahoş bir tat bırakarak versem daha iyi olacak. Cezveyi çıkarıp kahveyi de dolaptan aldıktan sonra anneme doğru baktım da içeriye giren doktora karşısına oturması için eliyle işaret yapıyordu. O da gülümseyerek hemen geçip oturdu tabii. Niye gülümsüyor ya da neden bu kadar rahat ki? Gören de bayram ziyaretine gelmiş çikolata servisi bekleyen çocuk zanneder!

Yanlış sularda geziniyorsun doktor! O değil de şimdi onca itirazıma karşılık yine de annemle karşılıklı oturup kahve içe içe sohbet muhabbet mi edecekler yani? Kim bilir neler anlatıp beni de ne zor durumlara sokacak. İnşallah yine dürüst davranarak içinde ne var ne yoksa çekinmeden ortaya dökmeye kalkmaz. Annem zaten ona doğru dürüst hiçbir şey anlatmadığım için kızgın şimdi bulmuş bu fırsatı sıkıştırır da sıkıştırır o da dünden razı gibi aramızda geçen her şeyi anlatır.

Of! İnanmıyorum ya daha şimdiden koyu bir sohbete başladılar bile. Bir de konuşkan ki görmeyin de duymayın da! Kadına neler neler anlatıyorsun acaba? Eh be doktor! Beni şu duruma getirdin ya senin o ağzından içtiğin kahveyi kulaklarından çıkarmazsam bana da Eylül demesinler!


........::::::::__Belma & Ahmet__::::::::........

"Ahmet Bey..."

"Sakıncası yoksa bana Ahmet deyin lütfen"

"Pekala... Kardeşimin eşinin ameliyatında Eylül bana da destek oldu demiştin..."

"Evet bu zorlu süreçte Eylül her ihtiyacımız olduğunda Meral'in yanında olarak bana onun motivasyonunu sağlamam konusunda çok yardımcı oldu"

"Anlayamadım. Bana derken ne demek istiyorsun"

"Meral'in ameliyatını ben gerçekleştirdim Belma Hanım"

"Doktorsun... Hem de bir cerrah"

"Evet öyle"

"Ne güzel çok kutsal bir mesleğin var"

"İş olarak görmediğim ve son derece severek yaptığım bir mesleğim var"

"Bu çok daha değerli tabii. Yoksa sen Eylül'ün komşusu olan doktor arkadaşı mıydın?"

"Maalesef değildim. Eylül benim hastaneden çok yakinen tanıdığım bir arkadaşımın komşusuydu"

"Doğru ya onun adı Sinan'dı değil mi? Eylül onun çok iyi biri olduğunu söylemişti. Ev bulma konusunda da epey yardımı dokunmuş"

"Öyle olmuş... Haberim bile olmadı!"

"Tamam şimdi iyice hatırladım. Sinan çocuk doktoruydu değil mi? Hatta Eylül hayatımda ilk defa cebinde şekerleme taşıyan bir doktor gördüm demişti"

"Sinan'ı anlata anlata bitiremeyip neden benden hiç bahsetmemiş onu anlamadım"

"Bir şey mi dedin?"

"Az bile söylemiş diyordum. Sinan çocukların yanına gülerek geldiği eğlenceli bir doktordur. Aslında ben de öyleyim de olmadı demek standartlara uyamadım"

"Nasıl?"

"Şey... Ben beyin cerrahıyım bu yüzden de daha az sevimli görünebiliyorum demek istiyorum"

"Aslına bakarsan Sinan biraz istisna olmuş yoksa kızım küçüklüğünden beridir doktorları pek sevmez"

"Sevmez mi? Nasıl yani!"

"Belki de beyaz önlük fobisi vardır. Onu bildim bileli hastaneye gitmesi gerekse bile bir yolunu bulup kaçmaya çalışır tutamazsınız"

"Ona ne şüphe... Bir de "favori doktoru" değilseniz vay halinize!"

"Efendim?"

"Yani bir şekilde alışması lazım. Sağlık sonuçta..."


........::::::::__Eylül__::::::::........

Zıkkımın kökünün bile yanında gül şerbeti gibi kaldığı kahvesini anneminkinin yanına yerleştirip tabağına da sonradan hali kalırsa ağzını tatlasın diye iki tane çifte kavrulmuş lokum koydum. Afiyet olsun doktor! Bu arada umarım miden sağlamdır. Küçük su bardaklarını da boş kalan yerlere koyduktan sonra tepsiyi aldığım gibi mutfaktan çıktım. Yanlarına doğru gelirken doktor da beni görüp hemen ayağa kalktı. Kibarlıktan da ölecek!

Masaya gittiğimde birazdan zât-ı âlini havaya uçuracak olan kahvesini kendisine doğru tuttum. Kıyamam diyeceğim ama kıyarım çünkü ona ne yapacağımı bile bile yine de "Harika! Bol köpüklü" diyerek beğenisini belli ettikten sonra imalı bir tavırla da "Eline sağlık Eylül. İnanıyorum ki bugüne kadar içtiğim en eşi benzeri olmayan kahve bu kahve olacak" demez mi? Tamam bana alttan alttan laf çarpıyorsun da bari annemin yanında yapma şunu be doktor!

O böyle deyince annem de haklı olarak bana iltifat ediyor sanıp ikimizi daha da çok incelemeye başladı iyi mi! Anneme bakmayı kesip doktora tepside kuzu gibi yatan kahvesini işaret ettiğimde yine yaptı yapacağını ve fincanı eline alıp benim içten içe "Şimdiden geçmiş olsun!" demem eşliğinde "Nezaketin için teşekkür ederim ama misafir dahi olsam yine de masada bir hanım varsa ilk servisi kendisine yapmak isterim. Müsaadenle..." diyerek gözlerimin önünde fincanı annemin önüne koydu. Asıl sen şoklardan şok beğen Eylül! Bunu nasıl yapar? Kahvesine sabotaj düzenleyeceğimi bile bile nasıl gider onu annemin önüne koyar!


aetsrydtjyfukg.gif


Allah'ım sana geliyorum! Annem o kahveyi içtiğinde neler olacağından habersiz güler bir yüzle "Teşekkür ederim Ahmet çok incesin" diyor doktor da aynı güler yüzlülükle ona "Ne demek Belma Hanım afiyet olsun" diyor. Onları tepkisizce dinliyorum ama bir yandan da sanki o kahveyi içip havaya uçan talihsiz kişi ben olmuşum gibi hissediyorum. Annemin değil o kahveyi içmesine tek bir yudum dahi almasına izin veremem.

Olduğum yerde gökkuşağını bile kıskandıracak ölçüde renkten renge girerken beyefendi diğer kahveyi ve suları masaya koyup oturmam için de boş sandalyeyi çekerek "Oturmaz mısın Eylül?" dedi. Zarafetin de batsın doktor! Sen git o zehir zemberek kahveyi anneme ver sonra da gel sandalyemi çekerek puan toplamaya çalış!

Acilen bir şeyler yapmam gerektiğini düşünürken annemin kahveye bakarak yüzünü ekşittiğini gördüm. Biliyorum rezalet bir kokusu var ama şu an burnunun direğinin kırılması gereken annem değil doktor olmalıydı. Kokusundan ötürü içmeyecek herhalde diye düşünüp rahatlarken annemin fincan kulpunu tutmak üzere olduğunu fark edince ani bir kararla "Lokumlardan birini alabilir miyim?" diyerek fincanın tabağına uzandım ama ne uzanmak! Fincan devrilmekle kalmayıp masanın üzeri gibi annemin eteğini de mahvetti. Özür dilerim anne ama bunu yapmak zorundaydım. İçseydin çok daha kötü şeyler olabilirdi. Annem kahve banyosu yapıp hızla ayağa kalkarken biz de haliyle iyi olup olmadığını sormaya başladık.

"İyiyim iyiyim! Bir şeyim yok"

"Çok özür dilerim anne elim çarptı"

"Tamam sorun değil. Ben gidip üstümü temizleyeyim"

Annem çatık kaşlarıyla üstünü silkeleye silkeleye giderken doktorun omzumun ucundan yüzüme doğru bakarak "Bunu yaptığına inanamıyorum. Bazen gerçekten de çok tehlikeli olabiliyorsun" dediğini duyunca bedenen ona doğru dönüp "Onun sıradan bir kahve olmadığını bile bile nasıl olur da fincanı anneme verirsin? Bir de içinde zehir olsa sonuna kadar içerim diyordun!" dedim. Dudağını bükerek bakarken savunmasını da "Haklı nedenlerim vardı çünkü az önce annene Sinan'dan hatta ve de hatta onun cebindeki şekerlemelerden bahsederken ne hikmetse benim hakkımda tek kelime bile etmediğini öğrendim. Ayrıca o kahveyi içseydim büyük ihtimalle muhteviyatı yüzünden zor durumda kalıp gitmem gerekecekti ama annene verdiğim taktirde o kahveyi içmesine izin vermeyeceğini tahmin etmiştim. Sadece öz anneni gözünü bile kırpmadan yakabileceğin aklıma gelmemişti. Bu da bana "Ayağını denk al Ahmet çünkü Eylül şakaya gelmez" alt metni ile günün önemli bilgisi oldu. Kısa günün kârı!" diyerek yaptı. Evet huyum kurusun pek şakaya gelebilecek bir tip değilimdir.

"İçine ekstradan katacağım şeyler olduğu için ilk onu pişirmiştim yani o kadar da sıcak değildi"

"Kokusu çok garipti ama"

"Güzel kokması gerçek bir "mucize" olurdu"

"Bu defa içine ne koydun?"

"Duymak isteyeceğinden pek emin değilim"

"Gerçekten ne koydun merak ediyorum. Hadi söyle!"


ewrtdfyhgujh.gif


O sinirle içine neler neler koydum ben bile pes diyorum. Kısacık bir an kahvesine neler eklediğimi düşündükten sonra "Hatırlamaya çalışayım da eksik gedik olmasın. Açılışı zencefil rendesiyle yapmış olmalıyım. Hemen sonra az sirke ve ondan aldığım ilhamla da hatrı sayılır miktarda ev yapımı turşu suyu koydum. Tabii olmazsa olmazımız da karabiberdi. Ondan da alev almana yetecek kadar koydum işte" dedikten sonra verdiği komik tepkiyi umursamadan koyduğum bir diğer malzemeyi de hatırlayarak "Aa! Affedersin unuttum bir de az şekerli istedin diye bir tatlı kaşığı kızılcık marmelatı koydum. Annem elleriyle yaptı. İçebilseydin eminim ki tadı damağında kalırdı" dedim.

Sirkeyi duyduğu anda çarpılan yüz ifadesi finali kızılcık marmelatı ile yaptığımı öğrenince iyice kaydı. Şaşkın bir halde "O tuhaf şeyi içmeme göz mü yumacaktın yani? Bu taammüden adam öldürmeye girer farkındasın değil mi?" derken tam "Kusura bakma ama tarafından ağır tahrik vardı" demiştim ki annem "Hay aksi! Eve gidip üzerimi değiştirmem gerekiyor çünkü kahve eteğimde leke bıraktı" diyerek yanımıza geldi. Anneme çaktırmadan ağız ucuyla "Bir daha görüşemeyiz herhalde diyerek annemle vedalaş doktor!" dediğimde bana "Ne münasebet!" dermiş gibi bakıp sonra da anneme dönerek "Aksilik işte! Ne güzel sohbet ediyorduk Belma Hanım daha size anlatacağım bir sürü şey vardı halbuki" deyiverdi. O kadar konuştuktan sonra hâlâ anlatacağı şeyler var yani? Yok yok bu adam beni gerçekten çıldırtacak!

Sonrası da daha fenaydı. Bu sözlerinden sonra annem bana "Bakalım kimmiş bu Ahmet Atahan" dercesine bir bakış atıp sonra da doktora dönerek "Aslında ben de konuşacağımız çok şey olduğunu düşünüyorum" dedi ve o an asla duymak istemeyeceğim bir şey söyleyerek bana hitaben "Kabul ederse bu akşam Ahmet'i yemeğe davet edelim diyorum. Ne dersin Eylül?" dedi. Yok devenin nalı! Demek isterdim ama karşımda annem olunca ağzımı açamadan kapatmak zorunda kaldım.

İkisi karşılıklı olarak beni mi sınıyorlar anlamadım ama tam "Ben de herhalde işleri vardır değerli vaktini çalmayalım diyorum anne" dediğimde doktor yoluma taş koymaya devam ederek "Hiçbir işim yok! Olsaydı da bu hoş teklifi geri çevirmemek için hemen iptal ederdim" deyiverdi. Şimdi anladım... Kahvedeki performansım kesmedi bir de yemekteki yeteneklerimi görmek istiyor herhalde!

"O halde akşama bekliyorum Ahmet"

"Bu nazik davetiniz için teşekkür ederim. Akşama görüşmek üzere ama lütfen kendinizi de benim için fazla yormayın"

"Rica ederim ne demek. Eylül ben geri dönmem herhalde sen kafeyi erken kapatıp gelirsin"

"Tamam anne"


awersdrftfy.png


Annem gitti ben de müşterileri saymazsak "Seni yine kızdırdım değil mi?" diyen doktor efendi ile baş başa kaldım. Bir de bunu masum masum bakarak sormuyor mu? Ne yaptığının farkında olan ama bir yandan da "Ne yapayım içimden gelene engel olamadığım için böyle davranıyorum" diyen hatta özür dilese de iki dakika sonra aynı şeyleri bir daha yapacak olan haşarı bir çocuk gibi.

Ona sana kızdım da diyemedim hayır kızmadım da diyemedim. Sadece başka yöne bakmamı engelleyen gözlerine bakarken derin bir nefes alarak içimden de "Ben seninle ne yapacağım doktor?" diye geçirdim. Samimiyetle söylüyorum ki bunu gerçekten bilmiyorum. O tanıdığımdan beri hep böyle bir adamdı ve ne dersem diyeyim ne yaparsam yapayım böyle kalmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Uzun zaman sonra bir itiraf daha gelsin mi? Bence de gelsin. Belki de böyle bir adam olması zorluyor beni. Yalanı yok riyası yok ne düşünüyorsa ne hissediyorsa hooop dilinde! Buraya gelme nedenini bile öyle süslemeden püslemeden bir çırpıda söyledi ki dilim tutuldu sanki. Annem gelmemiş olsaydı o an ona ne diyebilirdim gerçekten bilmiyorum. Belki de paniğe kapılıp istemeden onu tersleyecek bir şey söyler çıkar giderdim.

Bir insanın dürüstlüğünden korkacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Ağzını açtığında bu defa hangi gerçekle yüzleşeceğim diye korkar oldum. Keşke Buğra'yı hiç tanımamış olsaydım. Onu görmemiş adını duymamış varlığından bile haberdar olmamış olsaydım. O zaman bugün geldiğim noktaya gelmez verilmesi gereken bir şans varsa eğer onu da hiç düşünmeden sonuna kadar hak eden birine verirdim. Hayatımın geri kalanında da yanımda gerçekten hislerine güvendiğim ve beni yarı yolda bırakmayacağına inandığım biri olurdu.

Şimdi ise öyle garip öyle sevimsiz bir haldeyim ki hislerine güvendiğim o adama git de diyemiyorum kal da diyemiyorum. Diyemiyorum çünkü gitse üzüleceğim kalsa geçmişte yaşadıklarım yüzünden karşısında hep boynumu bükeceğim. Böyle olmasını asla istemiyorum.


........::::::::__Ahmet__::::::::........

Bu iç çekişini de hemen ardından gelen benimle nasıl başa çıkacağını şaşırmış bakışını da çok sevdim. Bana sakince bakarken aklından neler geçtiğini de merak etmedim değil. İlk defa bana bu şekilde derin derin bakıyor. Sanki bana bakarken aynı anda da benim hiçbir zaman değişmeyeceğimi kendisine kabullendirmeye çalışıyor. İyi de yapıyor çünkü değişmeye niyetim yok.

Gözlerindeki derin anlama az önce yaşananları da düşünerek bakarken "Neden yapıyorsun bunları?" dedikten sonra başını belli belirsiz iki yana birden sallayarak "Neden şahit olduğun onca şeye rağmen hâlâ yanımda olmaya devam ediyorsun?" diye sordu. Sorusunun ardından omuz silktim ve cevabımdan hoşlanmayacağını bilsem de yine de kaçak dövüşmeyip "Alış bu hallerime... Olmadığım biri gibi davranamam. İçimden gelen seslere kulak vermezsem ben ben olamam ki. Gerçekte bu olan Ahmet'e ihanet etmiş olurum" dedikten sonra şaşırmış gibi kaşlarını çatmasıyla sözlerime devam edip "Ben keşkelerin adamı değilim Eylül. Bir köşeye oturup zamanında yapmaktan çekindiğim şeyleri acaba yapmış olsaydım ne olurdu diye düşünerek karalar bağlayamam. Bu belirsizlik beni mahveder. Konunun ne olduğu önemli değil anlıyor musun? Eğer bir şansım olduğuna inanıyorsam bu uğurda her yolu denemeliyim. Hislerim beni yanıltsa da yanıltmasa da kararlarımın ne sonuç vereceğini gözlerimle görüp kulaklarımla duymalıyım. Pişmanlık yaşamamak için nasıl davranmak istiyorsam öyle davranmalıyım" dedim.

Buruk bir ifadeyle beni dinlerken gözlerimi üzerinden çekmeden ona doğru birkaç adım yaklaşarak "Şimdi neden mi bunları yapıyorum? Neden mi öğrendiklerime rağmen hâlâ yanındayım? Bence az önce cevabı belli oldu. Burada olmak istedim ve şimdi de buradayım çünkü seninle ilgili bir pişmanlığım olsun istemiyorum. Bugün buraya gelerek daha iyi anladım ki ben bu pişmanlığın altından kolay kolay kalkamazmışım Eylül. O yüzden de kalbimin çizdiği yolda gitmeye mecburum" dediğimde hiçbir şey söyleyemedi ama gözleri benimle ilgili olan hislerini alenen belli etse de yine de ne yapacağını bilemeyen çaresiz bakışları bana çok şey anlattı. Buraya boşu boşuna gelmediğimin kanıtıydı bu bakışlar.


gterytuyuklıo.gif


Söylediklerimden sonra bana uzun uzun baktı. Düşünüyor belli ki kendi içinde çatışıyor ve bu sırada bana karşı olan mesafeli duruşunu da korumaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Onu dikkatle izlerken içimden "Artık duygularına karşı gelmeyi bırak Eylül" diye geçirmeden edemedim. İnkar edemem buraya gelmeden önce yani Eylül'ü henüz görmeden önce sadece konuşuruz nasıl olduğunu anlar ve bu zor zamanlarda yanında olduğumu hissettirerek ona bir şekilde yardımcı olurum diye düşünmüş sonrası için de hayatın bize neler hazırladığını yaşayarak görürüz demiştim ama onu gördükten sonra anladım ki onun da benim yanımda olduğunu hissetmeme ihtiyacım varmış.

Kimin ne düşüneceği bana ne gözle bakacağı umurumda değil çünkü ben şu an karşımda duran kadına gerçekten körkütük aşık olduğumu sonuna kadar hissediyorum. Ona bakarken hissettiğim o tarifi imkansız duyguyu bir daha hiç kimsede yakalayamam gibi geliyor. Hatta gibi gelmiyor... Eminim bundan. Bu yüzden de onu kaybedemem.

Bir ay önce Kenan'a ikimiz adına sarf ettiği ve benim de kulaklarımla duyduğum o özel sözleri bir kez de gözlerimin içine bakarak söylemesini ne kadar da çok isterdim. İsterdim ama şu an tek bir cümlesini dahi duyamayacakmışım gibi görünüyor. Aramızda yaşanan sessizliğin ardından dudakları gibi sesi de titreyerek "Geri dönmeyeceğim doktor" dedikten sonra kaçırdığı gözleri nemli bir haldeyken sözüne "İstanbul'a ya da sana bunu ne anlamda algılarsan algıla ama benim de bildiğim tek bir şey var o da artık ikinize de geri dönemeyeceğim. O defter benim için kapandı. Senin için de kapansa iyi olur" diyerek devam etti. Verdiği cevaba üzülmedim diyemem ama içimden gelen sesin "Merak etme dönecek" demesi içimi biraz olsun rahatlattı. İçten içe onu ikna edebileceğimi biliyorum çünkü.

"Ne yaşarsa yaşasın herkesin mutlu bir sona ihtiyacı vardır Eylül... Senin gibi benim de var. Bana bu konuda yardım et"

"Ediyorum ya işte... Israrını bir kenara bırakırsan o mutlu sona ulaşma şansın hâlâ var"

"İnat etmeyi bırakırsan senin de hâlâ var"

"Benim hikayemde mutsuz son yazılıymış doktor... Kurguda yapılan yanlışlıktan ötürü de erken final yapmak zorunda kaldı. Devamlılığı da yok"

Birbirimize bakarken soğukkanlı durmaya çalışarak söylediği bu sözler sanki ona acı vermiş gibi başını eğdi ve beni burada bırakıp arka tarafa geçti. Ben de bir süre ardından bakıp söylediklerini düşündüm sonra da sandalyeye asılı halde duran ceketimi alarak kafeden çıktım çünkü tam da bu noktada ikimize de bir es vermek gerekiyordu. Eylül'ün bu boş vermiş ve hayatından vazgeçmiş hali canımı çok sıkıyor. Artık kendisiyle alakalı hiçbir beklentisi kalmamış öylesine yaşıyor gibi. Bunun acilen düzeltilmesi lazım.


........::::::::__Eylül__::::::::........

"Düşünme Eylül! Sakın söyledikleriyle ilgili tek kelime bile düşünme! Sakın sakın sakın!"

Kahretsin yapamıyorum! Keşke buraya gelmemiş olsaydı. Onu görmediğimde bir şekilde devam edebiliyordum ama şimdi tam karşımda durup bana bunları söylemesi onunla ilgili hatırlamamaya çalıştığım ne var ne yoksa ortaya döktü. Sanki kapalı halde durması gereken bir kutuyu açmak gibiydi bu. Şu an engelleyemediğim bir şekilde kulaklarımda Kenan'a onun hakkında söylediğim sözler çınlıyor çünkü yeniden direncimi kırmaya yönelik hareketlerde bulundu.

"Olurmuşuz be Kenan! O ve ben olurmuşuz. Hissettim bunu... Ben hâlâ çabaladığımı zannederken o bana Buğra'yı çoktan unutturmuş bile ama ben görmek istememişim. Hem Ela hem de o haklıydı. Aşık olmaktan çok korktum. Belki de içten içe sonunda hüsran olacağını hissettim bilmiyorum ama korktum işte! Uzak tuttum kendimi... Ona aşık olmamak için çok direndim. Ne zaman direncimin kırılacağını hissetsem başaramasın diye her anlamda ittim onu... Ama fayda etmemiş. Dün gece akıttığım her damla gözyaşı kendimden çok onun içindi. Onu kaybettiğim içindi. Hayatımı Buğra gibi bir adam için mahvetmiş olduğuma gerçekten inanamıyorum"

Kızgın bir halde Buğra'ya lanet okurken o sinirle yere savurduğum peçetelik ile kendime geldim. Bembeyaz peçeteler yerlere serildiğinde de orada duramayıp mutfaktan çıktım. Niyetim kafedeki müşterilere kapattığımızı söylemek doktoru da buradan bir şekilde göndermekti ama yapamadım. Mutfaktan çıktığımda doktor burada değildi. Müşteriler de hesabı ödemek için bana "Bakar mısınız lütfen" deyip duruyordu. Onları duyuyorum ama gözlerim doktoru aramaktan vazgeçmiyor.

Kapının önüne çıktıktan sonra arar gözlerle etrafa bakındım ama onu göremedim. Bu şekilde gitmesini istemezdim ama artık olurumuz yok be doktor! Gittiğini düşünerek içeriye girecekken de gözüm ilerideki büyük ağaca takıldı. Doktordan kaçıp gölgesinde oturarak gözyaşı döktüğüm ağaçtan bahsediyorum. Şimdi de aynı ağacın altında o oturuyor. O kadar yer varken neden oraya gitmiş ki?

"Hanımefendi hesabı alsanız da biz de gitsek artık"

İçeriden gelen sesler yüzünden müşterilerin kafasını attırmadan kafeye geri döndüm. Onların kafası atarsa otomatikman benim de kafam atar arıza çıkar çünkü. Kasaya gidip hesapları alırken gözümde sürekli doktora doğru kaydı. Ne hakla olduğunu bilmiyorum ama yanına gidemesem de hâlâ orada mı bilmek istiyorum. O da bunu biliyormuş gibi hiç kıpırdamadan öylece oturuyor. Müşteriler çıktıktan sonra kafenin kapısına "Kapalı" yazısını asıp eşiğe oturarak onu izlemeye başladım. Uzunca bir süre de konuştuklarımızı düşünerek izlemeye devam ettim ama her dakika başında sanki bir güç beni itekleyip "Hadi gitsene yanına ne duruyorsun!" diye bağırıp durdu.

Bu sese kayıtsız kalamayacağım bir an geldiğinde ise oturduğum yerden kalkarak ona doğru yürümeye başladım. Şimdi de yaklaştıkça tedirginleşip geri dönme isteği duymaya başladım ama bir yanım "Git" diğer yanım "Geri dön" derken kendimi kısa süre içinde aynı ağacın gölgesinde buldum. Arkasında durup ne diyeceğimi bilemeden ona bakarken de telefonu çalmaya başladı. Sessizliğimi korumak zorunda kaldım. O da telefonunu eline aldığında önce ekrana baktı sonra da beklemeden hemen açıp cevapladı. Bir hastası arıyor gibiydi.

Ancak onlar konuştukça ben gerildim. Nagehan isimli bir kadına endişelenmemesini çünkü pazartesi günkü ameliyatı için her şeyin hazır olduğunu söyledikten sonra eşiyle bu durumu konuşup konuşmadığını sordu. Kadın konuşmamış olacak ki doktor eşinin operasyona engel olmasına karşın belki de ameliyatın ardından öğrenmesinin daha doğru olacağını söyledi.

Bu konuşmaları duyduğum an göğsümün üzerine bir ağırlık çöktü sanki. O problemli şiddet yanlısı adamın karısını sonunda ameliyata alıyor yani. Hem de bu pazartesi! Bu yüzden mi buraya geldi? İçinde yükselen "Bu onu görmek için son şansın olabilir" sesi bu yüzden mi kulaklarına çalındı? O da bir sorun yaşanıp yaşanmayacağından emin değil. Sadece aldığı tehditlere rağmen görevini yapmaya çalışıyor.

Konuşması sona erip telefonu kapatırken ben de sırtımı ağaca dayayıp yavaşça kayarak yere oturdum. Bu defa benim varlığımı hissetmiş olmalı. Sırtımızı aynı ağaca dayayıp iki farklı yöne bakarken onu bilmem ama ben şu hastayı ve kocasını düşünüyordum. Aklımın alamadığı bir konu var çünkü. Düşünüp düşünüp kendi kendime bir cevap alamayacağım belli olunca "Anlayamıyorum" diyerek omzumun ucundan ona doğru baktım.


dfghjk.jpg


Başını ağaca dayayıp neyi anlayamadığımı sorunca kaşlarımı çatıp durumu algılamaya gayret ederek "Bu adam yani hastanın kocası... Neden karısının ameliyat olmasını istemiyor? Deli mi bu adam? Gerçi biraz kaçık olduğu belli ama..." dedim. Sesi çıkmadı. Birkaç saniye sonra da ağacın benim olduğum tarafına gelip yanıma oturdu.

Birbirimize bakmadan oturmaya devam ederken cevabı merak ettiğim için "Söylemeyecek misin?" diye sormak zorunda kaldım. Gözlerini baktığı noktadan çekmeden "Deli değil... Sadece karısına çok aşık" dediğinde buna bir mana veremeyerek ona baktım. Aşık mı? Bu nasıl bir aşk anlayışı bilemedim.

Bu anlarda doktorun bakışları da bana doğru döndü. Şaşkınlığımı gizleyemeyerek "Aşık bir adam karısının sağlığına kavuşmasına engel olur mu?" dediğimde o da ceketini çıkarıp omuzlarıma koyarken "Adam bu ameliyat gerçekleşirse karısını kaybedeceğini düşünüyor. Bu yüzden de bu operasyona mani olup hastalığın sadece ilaçlarla kontrol altına alınmasına devam edilmesini istiyor. Ancak Nagehan Hanım onunla aynı kanı da değil. Haklı olarak hayatını sürekli hasta hissederek ve ilaçlarının yan etkilerine katlanarak geçirmek istemiyor" dedi. Söylediklerini bir yere kadar anlayabilirim ama hâlâ bu adamın normal olmadığını düşünüyorum. Doktora saldırdı ve kaşını yarıp yüzünü gözünü kan içinde bıraktı bu adam dahası var mı? Onu ne halde bulduğumu ben biliyorum.

"Karısını gerçekten sevseydi onun hayatı boyunca kendisini hasta hissetmesine razı gelmez aldığı ilaçların yan etkilerini de çekmeye mahkum etmezdi. Karısının yaşadığı zorlukları göremiyor mu bu adam?"

"Adamın durumunun normal olmadığını kabul ediyorum. Sonuçta kendi karısını korumak isterken başka insanları umursamayan ve onlara gözünü bile kırpmadan zarar verebilen biri. Onu tamamen ayrı tutuyorum ama bunca yıllık doktorluk hayatımda öyle şeylere tanıklık ettim ki bilemezsin. Yakınlarının birkaç saat fazladan yaşaması için varını yoğunu canını her şeyini verebilecek insanlar var. Yani işin özü kimse sevdiklerini kaybetmeye hazır değil ve belki de bu durumu geciktirmeye çalışarak umutlarının da olabildiğince sürmesini istiyorlar. Sadece bunu yansıtma şekilleri kişiden kişiye farklılık gösteriyor"


lkjhkbjn.png


Onu dinlerken içimde oluşan korkuyu gizleyemedim ve endişeli bir halde "Sana sarf ettiği sözleri kulaklarımla duydum. Karısını ameliyat edersen ve o sırada kadına bir şey olursa seni yaşatmayacağını söyleyip tehdit etti" dedim. Bunları söylerken birbirimize bakarak göz göze kaldık. Ne olmuş der gibi bakınca da daha açık olmak zorunda kaldım ve "Ya sana bir şey yaparsa?" diye sordum. Öyle bir şey olmayacağını her türlü önlemin alındığını ve endişemin yersiz olduğunu söylemesini umarken bana dikkatle bakarak "Üzülür müydün? Yani bana bir şey olsaydı" dedi. Soru mu bu şimdi? Bunun olabilirliğini düşünmek bile kalbimi sıkıştırmaya yetiyor. Hatta şimdiden bu ameliyatın stresini yaşamaya başladım desem yalan olmaz.

Kalbim korkuyla çarparken huzursuzluk içinde kıvranan bakışlarımı kaçırıp "Oradan bakınca nasıl görünüyorum bilmiyorum ama o kadar da taş kalpli bir insan değilim doktor" dediğimde çenemi nazikçe tutup yüzümü kendisine doğru döndürerek kendinden gayet emin bir tavırla "Bir şey olmayacak çünkü bu ameliyata son derece hazırım. Nagehan Hanım'ı sağlığına ve de ailesine kavuşturacağım. Bu kadar da eminim. Endişe edilecek bir şey yok yani" dedikten sonra elini çenemden çekip konuyla alakasız bir şekilde "Annenin yaptığı yemek daveti... Eğer gelmemi gerçekten istemiyorsan bir bahane yaratıp kendisinden beni bu gece için affetmesini isteyebilirim" dedi.

"Evet istemiyorum. Lütfen gelme hatta hemen buradan git" dediğim takdirde bu defa beni dinleyeceğinden adımın Eylül olduğu kadar eminim. Gelmeyecek ve belki de bu tavrım yüzünden bir daha da karşıma çıkmayacak. Aslında onun hayatına bensiz devam edebilmesi için bunu demem de gerekiyor biliyorum ama bunu söylemek bana o kadar zor geliyor ki. Tamam kabul ediyor ve de ağzımla itiraf ediyorum ki ne kadar aksi gibi davransam da bu adamın kalbimde ciddi bir yer edindiği çok açık. Üzerini örtmeye çalıştığım hislerim de şu an ona git dememe engel oluyor.

Oturduğum yerden kalkmak isterken benden önce davranıp yardım etmek için ellerini uzattı. Anlık bir şekilde ona ve ellerine baktıktan sonra derin bir nefes alarak ellerimi avuçlarına bıraktım. Beni yavaşça kendisine doğru çekerek oturduğum yerden kalkmama yardım ettiğinde yüz yüze gelmemiz de kaçınılmaz oldu. Ona bu denli yakın durunca aklıma da tuhaf bir şekilde beni öptüğü an geldi. Sanki şu an dudaklarının dudaklarımda gezindiği o anı yeniden yaşıyor gibiyim.

Onun da aklına aynı şeyin gelmiş olması muhtemeldi çünkü aramızdaki bakışmadan bu öpücüğün ikinci partının yaşanabileceği belliydi. Bunun olmasına izin vermemek için hızlıca kendime gelip "Akşam yemekte görüşürüz doktor" dedikten sonra onu orada bırakarak kafeye doğru yürümeye başladım. Ani bir gidiş oldu farkındayım ama yanında daha fazla kalmasam iyi olacaktı. Bir yandan kokusunu hissetmeme neden olan omuzlarımdaki ceketini sıkı sıkı tutarken bir yandan da başparmağımı yakasında gezdirerek bu gecenin onunla güzel bir şekilde ayrılmamıza neden olacağını düşündüm. Bu ikimiz adına bir veda yemeği olacak yani.

Geri dönmem için beni ikna etmek istediğini biliyorum ama böyle bir şey olmayacak. Öyle bir haldeyiz ki artık onun yolu başka yöne akıyor benim yolum başka yöne. Bu gecenin sonunda bunu anlamasını sağlayacağım. Şimdilik her şey sakin görünüyor ama gerçekçi olmak gerekirse Buğra er ya da geç bu bebekten haberdar olacak. Umarım olmaz ama bu durumu ondan ne kadar saklayabilirim ben bile bilmiyorum. Bu olduğu takdirde de işte o zaman hayatım hiç de istemediğim bir hâl almaya başlayacak. Doktorun bu karmaşanın içinde yer almasını ve Buğra ile karşı karşıya gelmesini istemiyorum. O bu zor durumlara maruz kalmayı hiç hak etmiyor. En iyisi o kendi hayatına geri dönsün ben de paramparça olan kendi hayatıma. Vedalardan nefret ettiğim bir gerçek ama bazen karşındakinin iyiliği için hoşça kal demeyi de bilmek gerek.


poıuy.gif


........::::::::____::::::::........

Bahisleri açıyorum!
Geri dönmeyeceğim diyen Eylül sizce kaç bölüme kadar soluğu İstanbul da alır :)

•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst