Elif20 'den Kıssadan hisseler bölümü ( acizane )

Hayriye2010

Aktif Üye
Katılım
2 Eylül 2010
Mesajlar
145
Tepki
115
Puan
43
Konum
İstanbul
kimsenin yanlış anlamasını istemem ve de inanları kırmaktan çok korkarım inanın bakıyorum da şöyle çevreme malesaf evlilikler günlük yaşanır oldu artık itaat kalmadı ve çok üzücü günümüzün evliklikleri tabi genelleme yapmıyorum
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Ümmü Selem radıyallahu anhâ anlatıyor:

Resulüllah aleyhisselâma dâvalarını isbat etmek için delîl ve şahitleri bulunmayan iki kişi, kendilerine ait olan miras hakkında davalaşmak üzere geldiler.

Resulüllah aleyhisselâm:

— Kime, kardeşinin hakkından fazla birşey vermeye hükmedersem, onu sakın almasın. Çünkü böyle bir şey verirsem, kendisine ancak cehennemden bir parça vermişim demektir, buyurdular.

Bu sözler üzerine dâvâlaşan şahısların ikisi de ağlamaya başladılar ve her ikisi de birbirlerine «hakkım senin olsun» dediler.

Bunun üzerine Resulüllah aleyhisselâm:

— Aranızda kur'a çektikten sonra mirası ayırın, hakkı arayın. Hisselerinizi aldıktan sonra birbirinizle helâllaşın, buyurdular.

Bir rivayette de: Çünkü vahiy nazil olmayan meselelerde kendi reyimle hüküm veriyorum, buyurdular.

Yine Ummü Seleme radıyallahu anha, Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduklarını anlatıyor:

«Ben, ancak bir insanım. Siz de bana gelip dâvâlaşıyorsunuz. Belki bazınızın delili hasmınınkinden daha kuvvetli oluyor. Ben de, bu ifadeye göre onun lehine hüküm verebiliyorum. Fakat kime, kendisine değil de kardeşine ait olan bir hakkın verilmesi ile hükmedersem, öyle olmadığını bildiği halde bunu asla almasın. Zira bu takdirde ben kendisine ancak cehennemden bir parçayı ayırmış oluyorum demektir.

(Ebû Davud)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Ebû Saîd radıyallahu anh şöyle anlatıyor:

Peygamber aleyhisselâm bir gün mescide girdi ve orada Ensâr'dan Ebû Ümame denilen adama rastladı da, kendisine:

— Ey Ebû Ümâme, Ne diye namaz vaktinin dışında seni mescidde oturur halde görüyorum? diye sordu. Ebû Umâme::

— Beni saran dertler ve borçlar yüzünden ey Allah'ın Resulü, dedi. Peygamber aleyhisselâm:

— Sana bir dua öğreteyim mi ki, bunu okuduğun zaman, Allah derdine deva verir, borcunu ödettirir? buyurdu. Bunun üzerine ben:

— öğret, ey Allah'ın Resulü, dedim.

Peygamber aleyhisselâm:

— Sabah ve akşam şu duayı oku! buyurdu.

«Allâhümme innî eûzü bike minel hemmi vel hazeni ve eûzi bike minel aczi vel keseli ve eûzü bike minel cübni vel buhli ve eûzü bike min gelebetiddeyni ve kahrirricâl» ey Allah'ım, kederden, derdden, acizden ve tenbellikten, korkudan ve cimrilikten, borcun üstelenmesinden ve ricalin kahrından sana sığınırım!>

Ebû Umâme diyor ki: Bunu okudum, Allah hem derdimi giderdi, hem de borcumu ödetti.

(Ebû Davud)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Enes radıyallahu anh anlatıyor:

Resûlullah aleyhisselâm küçüklüğünde çocuk arkadaşlarıyla oynarken, Cebrail aleyhisselâm gelip kendisini aldı. Sırtı üzerine yatırıp göğsünü yardı ve kalbinden bir pıhtı parçası çıkardıktan sonra:

- Bu, şeytanin sendeki payidir, dedi.

Sonra Resûlullahın kalbini altın bir kâse içerisinde zemzem ile yıkadı. Yarayı kapattıktan sonra Peygamber aleyhisselâmı bulunduğu yere getirdi. Çocuklar Peygamber aleyhisselâmın süt annesi Halime'ye koşup:

- Muhammed öldürüldü, dediler.

Peygamber aleyhisselâmı "görmeye gelenler, onu rengi sararmış bir vaziyette gördüler.

Enes radıyalîahu anh devamla:

- Onun göğsündeki dikiş yerinin izini ben gördüm, demiştir.

(Müslim)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Ebû Hureyre radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâmın şöyle buyurduğunu anlatıyor:

Allahü Teâlâ kıyamet gününde şöyle buyuracaktır:

- Ey insanoğlu! Ben hasta olmuştum da sen ziyaretime gelmemiştin.

insanoğlu:

- Ey Rabbim! Ben senin ziyaretine nasıl gelirdim ki, Sen âlemlerin Rabbisin, diyecektir. Allahü Teâlâ:

- Bilmiyor muydun ki, o hasta kulumun ziyaretine gitseydin benim rızâmı ve ecrimi o hasta kulumun yanında bulacaktın, buyuracaktır.

Yine Allahü Teâlâ:

- Ey insanoğlu! Bana yedirmeni istemiştim de, sen bana bir şey yedirmemiştin ki, sen âlemlerin Rabbisin, diye cevap verecektir. Allahü Teâlâ:

- Bilmiyor muydun ki, filan kuluna kendisine bir şey yedirmeni istemişti de", sen ona yiyecek bir şey vermemiştin. Eğer ona yiyecek bir şey vermiş olsaydin, bunun ecrini bende bulacaktin, buyuracaktir.

Yine Allahü Teâlâ:

- Ey insanoğlu! Senden su istemiştim de sen bana su vermemiştin, buyuracaktır, insanoğlu da:

- Ey Rabbim, ben sana nasıl su veririm ki, Sen âlemlerin Rabbisin, diyecektir. Allahü Teâlâ:

- Filan kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiştin. Eğer vermiş olsaydin, bunun sevabini bende bulacaktin, buyuracaktir.

(Müslim)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Ebû Hüreyre radıyallahu anh, Peygamber aleyhisselâmın şöyle anlattıklarını rivayet ediyor:

iki kadın, yanlarında biribirlerinden ayırt edilemeyecek kadar küçük çocukları bulunduğu halde beraber otururlarken, bir kurt gelip çocuklarından birini kapıp götürmüştü. Kadınlardan biri diğerine: Kurdun götürdüğü çocuk seninki idi, dedi. Diğeri ise, hayır senin çocuğun idi, dedi. Bu ihtilâf üzerine davalaşmak için Davud aleyhhiselâmın huzuruna geldiler, Davud aleyhisselâm da kurdun saldırısından kurtulan çocuğun yaşlı olan kadına ait olduğuna karar verdi. Kadınlar daha sonra Davud aleyhisselâmın oğlu Süleyman aleyhisselâmın huzuruna çıktılar ve meseleyi ona anlattılar.

Süleyman aleyhisselâm da:

— Bana bir bıçak getirin, çocuğu kesip aranızda taksim edeyim, dedi.

Genç olan kadın:

— Aman, hayır hayır. Allah sana rahmet ihsan etsin, çocuk benim değil, yaşlı kadınındır, dedi. Bu sözler üzerine Süleyman aleyhisselâm kalan çocuğun yaşlı kadına değil, genç kadına ait olduğuna hüküm verdi.

(Zira genç kadın çocuğun gerçek anası olduğundan kesilmesinden endişe ettiği için, onun ihtiyar kadında kalması bahasına da olsa hakkından vazgeçmişti.)

(Buharı, Müslim. Ebû Davud, Tirmizî, Neseî)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Ebû Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor:

İsrail Oğullarından biri bir ineğin üzerine binmişti. Bu hal içinde iken, inek o kimseye:

— Ben binilmek için yaratılmadım, çift sürmek için yaratıldım dedi. O kimse bu hadiseyi nakledince insanlar şaşırdılar. Peygamber aleyhisselâm ise:

— Ben, Ebû Bekir ve Ömer buna inanırız, buyurdular. Yine bir gün kurt bir koyunu kapmıştı da, çoban peşinden koşup koyunu elinden aldı.

Bunun üzerine o kurt dile gelerek:

— Fitnelerin yapıldığı, benden başka çobanın bulunmadığı gün onu kim kurtaracak? dedi.

insanların buna hayret etmeleri karşısında Peygamber aleyhisselâm:

— Ben, Ebû Bekir ve Ömer buna; kurdun dile gelerek konuşmasına inanırız, buyurdular.

(Buharî, Müslim, Tirmizî)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Ibni Ömer radıyallahu anh anlatıyor ;

Hafsa radıyallahu anha, Huzâfe es-Sehmî'nin oğlu Hüneys'den dul kalmıştı. Hüneys radıyallahu anh Peygamber aleyhisselâmın sahabîlerindendi. Medine'de vefat etmişti. Bunun üzerine Hazreti Ömer radıyallahu anh dedi ki: Hafsa'yı Hazreti Osman ile evlendirmeyi teklif ettim. Osman radıyallahu anh; düşüneyim, diye cevap verdi. Bir kaç gün bekledim. Sonra Osman radıyallahu anh'le karşılaşınca: Şu anda evlenmek niyetinde değilim, dedi.

Sonra Ebû Bekir is-Sıddîk ile buluştum ve arzu edersen Hafsa'yı seninle evlendireyim, dedim. Ebû Bekir radıyallahu anh sustu, herhangi bir cevap vermedi. Ben ise Ebû Bekir'e, Osman'dan fazla gönül koymuştum.

Birkaç gün sonra, Allah'ın Resulü Hafsa ile evlenmek talebinde bulundular. Hafsa'yı kendileri ile evlendirdim.

Daha sonra Ebû Bekir radıyallahu anh'le karşılaşınca, bana:

— Hafsa'yı benimle evlendirmek üzere teklifte bulunduğun zaman, belki gücenmiştin, sana hiç bir cevapta bulunmamıştım, dedi. Kendisine:

— Evet gücenmiştim, dedim. Ebû Bekir radıyallahu anh:

— Senin o teklifini kabul etmeme bir mani yoktu. Fakat Allah'ın Resulünün Hafsa'yı anladığını biliyordum da, onun bu sırrını açıklamak istemedim. Peygamber aleyhisselâm, kendisiyle evlenmek arzu etmese idi, onu zevcem olmaya kabullenirdim, dedi.

(Buharî)
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Câbir radıyallahu anh anlatıyor:

Tufeyl bin Amd ed-Devsî Peygamber aleyhisselâma gelerek:

— Ey Allah'ın Resulü! Çok sağlam bir kale içerisinde seni koruyan insanlar arasında kalmak ister misin? dedi ki, bununla «bizim memleketimize hicret etmez misin? Biz seni muhkem bir kalede korur ve bütün kötülüklerden muhafaza ederiz» beyânında bulunmak istedi. Allah'ın Resulü de bu teklifi kabul etmedi. Zira, Allahü Teâlâ, Ensâr için hicreti gizli tutmuştu. Vakti gelip Peygamber aleyhisselâm Medine'ye hicret edince, Tufeyl radıyallahu anh ile kavminden bir adam da Medine'ye hicret ettiler. O adam Medine'de hastalandı ve rahatsızlığına sabır göstermeyerek parmaklarının etrafını geniş bir okla kesti. Vefat edinceye kadar da o parmaklarından kan aktı. Vefat ettikten sonra, Tufeyl radıyallahu anh bu şahsı rüyada gördü. Adam güzel bir suret içinde bulunuyordu. Ancak elleri örtülü bir vaziyette idi.

Tufeyl:

— Rabbin sana nasıl muamelede bulundu? diye sordu. Adam:

— Allah'ın Resulünün yanına hicret etmiş olduğum sebebten dolayı günahlarımı mağfiret etti, diye cevap verdi.

Tufeyl radıyallahu anh:

— Ellerini neden bu şekilde sargılı olarak görüyorum? diye sordu. Adam dedi ki:

—— Bana, «senin bozmuş olduğun şeyleri düzeltmeyeceğiz» diye söylendi.

Tufeyl radıyallahu anh bu rüyasını Peygamber aleyhisselâma anlattı.

Allah'ın Rasulü de:

— Ey Rabbim! O kişiyi elleri dolayısı ile yaptığı suçunu da mağfiret et, diye duada bulundular.

* * *
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
imgsize.php


Aralarında Ebu Cehil, As bin Hişam ve Velid bin Mugire gibi Allah düşmanlarının bulunduğu bir grup müşrik, Peygamberimize gelerek:
“Eğer sen peygambersen Ay'ı ikiye ayır, iki parça yap!” dediler.
Peygamberimiz, o sırada Hz. Ali, Huzeyfe İbn-i Yeman, Abdullah ibn-i Mesut, Enes b. Malik, Abdullah İbn-i Abbas ve Abdullah ibn-i Ömer gibi büyük sahabilerle birlikteydi. Müşriklerin bu sözü üzerine:
“O mucize eğer gerçekleşirse, iman eder misiniz?" diye sordu.
“Evet! Ederiz!” diye söz verdiler. Hatta yemin ettiler.
Peygamberimiz, o mucize için Allah’a yalvarınca, Hz. Cebrail gelip duasının kabul edildiğini müjdeledi.
Dolunay zamanıydı. Hürmetine koca bir kâinatın yaratıldığı Peygamberimiz, mübarek elini Ay’a doğru kaldırınca Ay ikiye ayrıldı.
Peygamberimiz, yanında bulunan sahabilere:
“Şahit olun! Şahit olun!” buyurdu.
Daha sonra da, gelen müşriklere tek tek seslenip:
“Sen de şahit ol! Sen de şahit ol!” dedi.
Fakat onlar her zamanki gibi davranıp: “Muhammed büyük bir büyü yaptı" dediler.
Bu müşriklerden bir kısmı, gördükleri şeyin sadece kendileri için yapılan bir büyü olduğuna inanmışlardı. Bu yüzden ertesi gün, Yemen ve başka taraflardan gelen kervanları bularak, onların da bu mucizeyi görüp görmediklerini sordular. Kervandakiler, ayın ikiye yarıldığını ve bu durumu büyük bir şaşkınlık içinde seyrettiklerini söylediler. Kervanlarla gelenler arasında, bu mucizeyi görmeyen tek bir insan bile yoktu. Zorda kalan müşrikler:
“Ayın böyle ikiye bölünmesi, sık rastlanan bir büyüdür” dediler.
Bunun üzerine nâzil olan Kamer (Ay) Suresi'nde, Allah şöyle buyurdu:
“Kıyamet yaklaştı! Ay ikiye yarıldı! Onlar, (müşrikler) her ne zaman bir mucize görseler, sırtlarını çevirip: 'Bu çok rastlanan bir büyüdür' derler. Onlar, kendi heveslerine uyup peygamberi yalanladılar. Oysa her işi için belirlenmiş bir hedef vardır. Onlara, kendilerini inkârdan vazgeçirecek (Allah’ın varlığını ispatlayacak) nice hikmetli haberler (mucizeler) gönderilmiştir. Fakat bu uyarılar onlara fayda vermiyor. O halde ey Resulüm! Sen de onlardan yüz çevir! Onlar, benzeri görülmemiş korkunç şeye (kıyamete ve hesap vermeye) çağırıldıklarında, gözleri korkudan ve dehşetten donmuş şekilde, sanki etrafa dağılmış çekirgeler gibi mezarlarından çıkar ve kendilerini çağırana doğru koşarken: 'Bu çok zor bir gün' derler.”
Ay’ın ikiye yarılmasını herkes görmedi. Eğer öyle olsaydı, inanan ya da inanmayan bütün insanlar, bu mucize karşısında hiçbir çaba göstermeden imana gelecekti. İşte bu sırdan ötürü, Ay’ın ikiye ayrılması, insanların genellikle uykuda ya da evlerinde bulunduğu sırada, ani ve kısa süreli olarak gerçekleşti. Ay’ın her gün farklı saatlerde doğması ve farklı yerlerde bulunmasının yanı sıra, o asırda gökyüzünü inceleyenler azdı. Ayrıca, bazı ülkeler sis ya da bulut gibi engellerden, bazıları da saat farkından ötürü Ay’ı göremiyordu. Zaten bu mucizenin gerçekleştiği saatlerde, İngiltere ve İspanya’da güneş yeni batıyor, Çin ve Japonya’da sabah oluyor, Amerika’da ise gündüz saatleri yaşanıyordu.
Ayın görülmesi için yeterli olan şartlar, (Arap Yarımadası'nın dışında) en iyi Hindistan’da gerçekleşmiş ve Dhar Kralı Raca Bjoh ve halkı tarafından büyük bir dehşet içinde seyredilmişti.
Chamal Nehri kıyısındaki sarayının balkonundan Ay’ın ikiye ayrıldığını gören kral, önce: “kıyamet kopuyor!” diye korkuya düşmüş, daha sonra da, bunun Arabistan’da zuhur eden son peygamber'in bir mucizesi olabileceğini tahmin ederek, vezirini Mekke’ye göndermişti. Racanın veziri, Peygamberimizle görüştüğünde, Ay’ın neden yarıldığını anlayarak müslüman oldu.
Günümüzde, bu insanların neslinden gelen Bjohzadeler’in, Hindistan’daki Dhar şehrinin hemen dışında yaşadıkları bilinmektedir.
Şakk-ı Kamer (Ay’ın ikiye ayrılması) mucizesine şahit olan Hindistan halkı, bu tarihi bir milat, yani başlangıç yılı olarak kabul etmiştir. Bu ülkede ele geçirilen bir eser üzerinde: “Ay’ın ikiye yarıldığı senede yapılmıştır” yazısının bulunması, bu mucizeyle ilgili önemli bir delildir.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
Dımad adlı bir müşrik, putları ziyaret için Mekke'ye geldiğinde, Ebu Cehil, Utbe ve Ümeyye gibi Allah düşmanlarından: "Muhammed delidir." sözlerini duymuştu. Bu adam hekimliğe (doktorluğa) özenir, hatta delileri bile tedavi ettiğini söylerdi.
Bir gün Peygamberimizin yanına gelip:
“Senin deli olduğunu söyleyip duruyorlar. Ben bu işten anlarım, delileri de tedavi ederim. Bu güne kadar senden çok daha ağır hastaları tedavi ettim. İstersen gel, seni de tedavi edeyim" dedi.
Peygamberimiz, onun bu sözleri karşısında tebessüm etti. Ve kendisine ikramlarda bulundu, Kur’an okudu ve İslam dini hakkında bilgi verdi.
Dımad, duyduklarına şaşırmıştı. Peygamberimizin okuduğu Kur’an ayetlerini birkaç kere tekrarlattıktan sonra:
“Vallahî ben hem kâhinleri (gelecekten haber verdiğini söyleyen kişileri) hem de büyük şairleri defalarca dinledim. Ama şimdiye kadar, böyle güzel sözlere rastlamadım" dedi.
Daha sonra da, eğer müslüman olursa kendisine ne verileceğini sordu.
Peygamberimiz: “Ey Dımad! Müslüman olursan sana Cennet var” dedi.
Dımad'ın boynunda birkaç tane put asılıydı. Onları bir kenara fırlatarak:
“Ya Resulallah! Ver elini sana biat edeyim (bağlanayım)” dedi, müslüman oldu.
Dımad, Peygamberimizi tedavi için gelmiş, onun tarafından tedavi edilmişti.
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin
imgsize.php


Peygamberimize işkence yapmak için fırsat kollayan ve bundan büyük bir keyif alan Ebu Cehil, Kureyş müşriklerini Kâbe’nin bir köşesine toplamış, eline de büyük bir taş almıştı. O taşı müşriklere göstererek:
“Muhammed’e işkence yapmak yetmez. Onu bir an önce öldürmeliyiz. Vallahi o buraya gelip namaza durursa, secdeye yatar yatmaz bu taşı başına vurup onu öldüreceğim! Beni ister koruyun, isterseniz Müslümanlara teslim edin! Onu öldürdükten sonra başıma ne gelse razıyım” dedi.
“İstediğin şeyi yap! Ses çıkartmayız” dediler.
Ebu Cehil, bu işi mutlaka yapacağına dair yemin etti. Ve elindeki taşla beklemeye koyuldu.
Peygamberimiz, biraz sonra Kâbe’ye gelip namaza durunca, Ebu Cehil ona doğru yaklaşmaya başladı. Fakat aniden irkilip titremeye başladı. Taş da elinden düştü. Aceleyle oradan uzaklaşıp, müşriklerin yanına döndüğünde:
“Muhammed'in yanına gider gitmez öyle korkunç bir deveyle karşılaştım ki, vallahi hiçbir devede öyle bir boyun, öyle bir baş, öyle dişler bulunmaz. Neredeyse beni yiyecekti” dedi.
Diğer müşrikler, Ebu Cehil'in bu sözüne inanmadılar ve Allah Resulünü öldürmek için hep birlikte harekete geçtiler. Biraz daha yaklaşınca, gözleri bağlanmış gibi onu göremediler. Oysaki Peygamberimizi namaz sırasında okuduğu sureleri duyuyorlardı. Ses hep arkalarından geliyordu. Hangi yöne giderlerse gitsinler, ses yine arkadan gelmeye devam etti. Kuyruğuna bir şey bağlanan köpekler gibi dönüp durdular.
Yüce Rabbimiz, daha sonra gönderdiği Yasin Suresi’nin 9. ayetinde şöyle buyurdu:
“Biz onların (o müşriklerin) önlerinden ve arkalarından bir perde çektik! Bu yüzden göremezler. “
 
OP
E

elif20

Daimi Üye
Katılım
31 Temmuz 2011
Mesajlar
3.744
Tepki
5.422
Puan
113
Yaş
32
Konum
Mersin

İslamiyet’in ilk yılları içinde müslümanlara ve Peygamberimize yapılan eziyetler artmıştı. Büyük sahabilerden Abdullah b. Mesut, bunlardan birini şöyle anlatıyordu:
“Peygamberimiz, Kâbe’de namaz kılarken, müşriklerden bazıları bir araya toplandı. Ona bakıyorlardı. Hepsi yedi kişiydi. İçlerinde Ebu Cehil, Şeybe b. Rabia, Utbe b. Rabia, Ukbe b. Ebu Muayt, Ümeyye b. Halef gibi Allah düşmanları bulunuyordu.
Ben onlara bakarken, Kâbe’de kurban edilen bir deve fark ettiler ve onun işkembesi çıkardılar. Hatta bağırsaklarını bile aldılar.
Ebu Cehil onların başındaydı. İşkembeyi gösterip:
'Kim bu pislikleri Muhammed’in sırtına koyar?' deyince, Ukbe b. Ebu Muayt:
'Ben koyarım!' diyerek öne çıktı ve Peygamberimiz secdeye yatınca, o kanlı pislikleri sırtına bıraktı. Hepsi katıla katıla gülmeye başladılar. Hatta gülmekten ötürü yere düşmemek için birbirine tutunmak zorunda kaldılar.
Peygamberimiz, yapılan şeyleri hissettiğinden secdeden kalkmıyordu. Keşke onu koruyacak cesaretim olsaydı. Ve sırtına konanları alıp atabilseydim.
Nihayet biri gidip, Hz. Fâtıma’ya haber verdi. Peygamberimizin sevgili kızı, o zamanlar küçücük bir çocuktu. Koşarak geldi. Dikkat ettim, sessizce ağlıyordu. Babasının üstündeki pislikleri alarak bir kenara bıraktı. Ve bu iş yapanları, sanki büyük bir insan gibi azarladı. O yedi müşrik, küçük çocuklar gibi susmak zorunda kaldılar. Fâtıma’ya bir karşılık veremediler.
Peygamberimiz, nihayet selam vererek namazdan çıktı ve o kişilerin ismini yüksek sesle tek tek saydıktan sonra: 'Ya Rabbi! Bu yedi kişiyi sana havale ediyorum!' dedi.
Müşriklerin rengi bir anda uçtu, gülmeleri kesildi. Çünkü hepsi, onun duasından korkardı.
Ben, Muhammed Aleyhisselam’ı peygamber gönderen ve ona Kur’anı indiren yüce Allah adına yemin ederim ki, Peygamberimizin isimlerini saydığı o yedi kişinin Bedir Savaşı'nda birer birer öldürüldüğünü ve sıcaktan ötürü kokuşup şişen cesetlerinin, yerlerde sürüklenerek kuyulara atıldığını gördüm.”
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst