"Hz. Muhammed'in kızı Fatma, kocası Hz. Ali'yi genç ve güzel bir odalıkla görünce o sırada pişirmekte olduğu helvaya şaşkınlıkla elini daldırır ve karıştırmaya başlar. Kocası durumu fark edince Fatma'nın elini tencereden çıkartır. Fatma'nın eli yüzyıllardır sahiplerine şans getirdiğine ve onlara sabır ve sadakat erdemleri verdiğine inanılan bir tılsım haline gelir. Bu nesne genellikle 'Fatma'nın Eli' olarak bilinilirse de Araplar arasında 'Hamse Eli' diye anılır. Hamse, beş demektir ve bir elin parmak sayısını gösterir. Hindu'lar 'Humsa Eli', Museviler ise 'Hameş Eli' veya 'Miryam'ın Eli' adını vermişlerdir. Bazı kültürlerde yukarıya dönük, bazı kültürlerde aşağıya dönük el şeklinde bulunmaktadır."
Bu sözler, Fatma'nın Eli'nin seramikle yeniden yorumlayan sanatçı Sara Aji'ye ait. Hz. Muhammed'in soyunu, ataerkil bir toplumda bir kadından devam ettiren, Müslümanlığın en önemli kişiliklerinden biri olan Hz. Fatma'ya dair bir yazıya, bir sanatçıdan alıntıyla başlamamın sebebi ise aşikâr! Hz. Fatma, salt dinsel boyutuyla değil, mitolojik bir efsane olarak da Anadolu'dan Hindistan'a kadar uzanan bir coğrafyada etkili. Gaziantep Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ruhi Ersoy, "Kadın Kamlardan Ebelere" çalışmasında Mersin yöresi Tahtacı Türkmenleri arasında, doğum esnasında ebenin işe "Benim elim değil, Fatma Ana'nın eli" diyerek başladığını, doğum yapacak kadının karnını eliyle ovup doğumu gerçekleştirmeye çalıştığını belirtiyor. Ünlü tasavvuf uzmanı Annemarie Schimmel de, "Tanrı'nın Yeryüzündeki İşaretleri" adlı kitabında Fatma'nın Eli'nin önemine dikkat çekiyor: "Parlak gümüş veya altın mücevherler üzerine kazınan veya kırmızı boyayla çizilen, bazen de evi koruması için duvara çizilen 'Fatma'nın Eli', İslam dünyasında en sevilen muskalardan birine kaynak olmuştur. Bu el genellikle Sufilerin kullandıkları asa veya değneklerin baş tarafını oluşturur. Ayrıca Ali veya Oniki İmam'ın isimleri bazen ****l bir 'Fatma'nın Eli'nin üzerine kazınır".
"Babasının annesi"
Anadolu'nun pek çok yerinde Fatma'nın Eli ile ilgili inançlar mevcut. Konu hakkında görüşlerini aldığımız Prof. Dr. Beyza Bilgin, halk arasında genellikle kolye olarak kullanılan Fatma'nın Eli'ndeki 5 parmağın, sülalenin 5 üyesi, Hz. Muhammed, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i sembolize ettiğini belirtiyor. "Annem fırına yemek koyarken dahi 'Benim elim değil, Fatma'nın eli koyuyor' derdi. İlaçla geçmeyen ya da ilaca gerek olmayan hastalıkların, Fatma'nın Eli'yle dokunulduğunda, dua okunduğunda iyileşeceğine inanılır" sözleri ise bu inancın ne kadar hayatın içinde olduğunu kanıtlıyor. Prof. Bilgin, Hz. Fatma'nın Hz. Muhammed'in kızı olduğu ve bilgileri ilk elden öğrendiği için önemli olduğunun da altını çiziyor. Bu noktada kısaca Hz. Fatma'nın yaşamına göz atmak gerekiyor.
Hz. Muhammed ve Hz. Hatice'nin en küçük kızı olan Hz. Fatma, Mekke'de doğdu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Üç ablası da o dönemde evli oldukları için annesinin yokluğunda ve Müslümanlığı yaymak için mücadelesinde babasının en büyük destekçisi olması, ona "babasının annesi" lakabını kazandırdı. Kaynakların büyük bölümüne göre 18 yaşındayken Hz. Ali ile evlendi. Camile Adams Helminski'nin "Sufi Kadınlar" kitabında yer verdiği bu evliliğe dair bir ayrıntı, aile ilişkilerini aydınlatıyor: "Fatma ve Ali'nin evlilikleri Cebrail tarafından vahyedilmiş bir evlilik olmasına rağmen birçok evlilik gibi iniş çıkışları olan bir evlilikti. Bir gün Ali ve Fatma birbirlerine dargın iken Hz. Muhammed onların ziyaretine gelir. Kendisinin ikisinin arasına uzandığı ve her ikisinin de ellerini alarak kendi karnı üzerine koyduğu söylenir. Peygamber onlara kendisiyle beraber nefes almalarını ve içleri huzur doluncaya kadar bu konumlarını muhafaza etmelerini söyler. Bir süre sonra onların kulübesinden yüzünde tebessüm ile ayrılır. Niçin gülümsediğini soran bir arkadaşını şöyle yanıtlar: 'En sevdiğim iki kişi artık huzura kavuştular'".
Hz. Fatma ve Ali'nin beş çocukları oldu, ancak üçü çocuk yaşta öldü ve Hz. Muhammed'in soyu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile devam etti. İslam kaynakları o günün şartlarında son derece ataerkil bir toplum olan Arabistan'da, peygamber soyunun bir kadından devam etmesini çok önemsiyor. Parıldayan anlamında "Zehra", temiz anlamında "Betül" lakaplarına da sahip olan Hz. Fatma'nın kişiliğine dair Tevfik Ebu İlm'in İnsan Yayınları tarafından yayımlanan "Hz. Fatıma" kitabında şu satırlar dikkat çekiyor: "Kırmızıya çalar beyaz bir ten, siyah ve uzun saçlar. (Kemal ve güzelliğin en üstün örneği idi. Arap yarımadasındaki tüm kadınların sahip oldukları bilgi ve ilimlerden haberdardı ve hepsini kavramıştı. Kuran ayetlerine dayanarak Ebu Bekir ile girdiği tartışmalar, onun Kuran ayetlerine vâkıf olduğunu ortaya koymaktadır". Hz. Fatma'nın dış görünüşü, konuşması, hal ve tavırlarıyla Hz. Muhammed'e en çok benzeyen kişi olduğunu Hz. Ayşe de belirtmiş. Baba ile kızı arasındaki çok yakın ilişki, Hz. Muhammed'in bir sefere çıkarken en son, geldiğinde ise ilk önce kızını ziyaret etmesi, kızını gördüğünde ayağa kalkarak yerini ona vermesi gibi örneklerden anlaşılıyor. Ebu İlm'in kitabında yer alan yine Hz. Ayşe'ye ait şu satırlar da manidar: "Resulullah'a Fatıma'yı sanki bal şerbeti içer gibi öylesine öpmesinin sebebini sordum. Bana 'Beni miraca götürdükleri gece Cebrail beni cennetin içine götürdü ve bana bir elma verdi. Onu yedim. Ne zaman o elmayı özlesem Fatma'yı öpüp, cennetin kokusunu ondan alıyorum. (O benim kalbim, ruhum ve vicdanımdır. Her kim onu üzerse beni, her kim beni üzerse Allah'ı üzmüştür".
Bu sözler, Fatma'nın Eli'nin seramikle yeniden yorumlayan sanatçı Sara Aji'ye ait. Hz. Muhammed'in soyunu, ataerkil bir toplumda bir kadından devam ettiren, Müslümanlığın en önemli kişiliklerinden biri olan Hz. Fatma'ya dair bir yazıya, bir sanatçıdan alıntıyla başlamamın sebebi ise aşikâr! Hz. Fatma, salt dinsel boyutuyla değil, mitolojik bir efsane olarak da Anadolu'dan Hindistan'a kadar uzanan bir coğrafyada etkili. Gaziantep Üniversitesi'nden Doç. Dr. Ruhi Ersoy, "Kadın Kamlardan Ebelere" çalışmasında Mersin yöresi Tahtacı Türkmenleri arasında, doğum esnasında ebenin işe "Benim elim değil, Fatma Ana'nın eli" diyerek başladığını, doğum yapacak kadının karnını eliyle ovup doğumu gerçekleştirmeye çalıştığını belirtiyor. Ünlü tasavvuf uzmanı Annemarie Schimmel de, "Tanrı'nın Yeryüzündeki İşaretleri" adlı kitabında Fatma'nın Eli'nin önemine dikkat çekiyor: "Parlak gümüş veya altın mücevherler üzerine kazınan veya kırmızı boyayla çizilen, bazen de evi koruması için duvara çizilen 'Fatma'nın Eli', İslam dünyasında en sevilen muskalardan birine kaynak olmuştur. Bu el genellikle Sufilerin kullandıkları asa veya değneklerin baş tarafını oluşturur. Ayrıca Ali veya Oniki İmam'ın isimleri bazen ****l bir 'Fatma'nın Eli'nin üzerine kazınır".
"Babasının annesi"
Anadolu'nun pek çok yerinde Fatma'nın Eli ile ilgili inançlar mevcut. Konu hakkında görüşlerini aldığımız Prof. Dr. Beyza Bilgin, halk arasında genellikle kolye olarak kullanılan Fatma'nın Eli'ndeki 5 parmağın, sülalenin 5 üyesi, Hz. Muhammed, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i sembolize ettiğini belirtiyor. "Annem fırına yemek koyarken dahi 'Benim elim değil, Fatma'nın eli koyuyor' derdi. İlaçla geçmeyen ya da ilaca gerek olmayan hastalıkların, Fatma'nın Eli'yle dokunulduğunda, dua okunduğunda iyileşeceğine inanılır" sözleri ise bu inancın ne kadar hayatın içinde olduğunu kanıtlıyor. Prof. Bilgin, Hz. Fatma'nın Hz. Muhammed'in kızı olduğu ve bilgileri ilk elden öğrendiği için önemli olduğunun da altını çiziyor. Bu noktada kısaca Hz. Fatma'nın yaşamına göz atmak gerekiyor.
Hz. Muhammed ve Hz. Hatice'nin en küçük kızı olan Hz. Fatma, Mekke'de doğdu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Üç ablası da o dönemde evli oldukları için annesinin yokluğunda ve Müslümanlığı yaymak için mücadelesinde babasının en büyük destekçisi olması, ona "babasının annesi" lakabını kazandırdı. Kaynakların büyük bölümüne göre 18 yaşındayken Hz. Ali ile evlendi. Camile Adams Helminski'nin "Sufi Kadınlar" kitabında yer verdiği bu evliliğe dair bir ayrıntı, aile ilişkilerini aydınlatıyor: "Fatma ve Ali'nin evlilikleri Cebrail tarafından vahyedilmiş bir evlilik olmasına rağmen birçok evlilik gibi iniş çıkışları olan bir evlilikti. Bir gün Ali ve Fatma birbirlerine dargın iken Hz. Muhammed onların ziyaretine gelir. Kendisinin ikisinin arasına uzandığı ve her ikisinin de ellerini alarak kendi karnı üzerine koyduğu söylenir. Peygamber onlara kendisiyle beraber nefes almalarını ve içleri huzur doluncaya kadar bu konumlarını muhafaza etmelerini söyler. Bir süre sonra onların kulübesinden yüzünde tebessüm ile ayrılır. Niçin gülümsediğini soran bir arkadaşını şöyle yanıtlar: 'En sevdiğim iki kişi artık huzura kavuştular'".
Hz. Fatma ve Ali'nin beş çocukları oldu, ancak üçü çocuk yaşta öldü ve Hz. Muhammed'in soyu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile devam etti. İslam kaynakları o günün şartlarında son derece ataerkil bir toplum olan Arabistan'da, peygamber soyunun bir kadından devam etmesini çok önemsiyor. Parıldayan anlamında "Zehra", temiz anlamında "Betül" lakaplarına da sahip olan Hz. Fatma'nın kişiliğine dair Tevfik Ebu İlm'in İnsan Yayınları tarafından yayımlanan "Hz. Fatıma" kitabında şu satırlar dikkat çekiyor: "Kırmızıya çalar beyaz bir ten, siyah ve uzun saçlar. (Kemal ve güzelliğin en üstün örneği idi. Arap yarımadasındaki tüm kadınların sahip oldukları bilgi ve ilimlerden haberdardı ve hepsini kavramıştı. Kuran ayetlerine dayanarak Ebu Bekir ile girdiği tartışmalar, onun Kuran ayetlerine vâkıf olduğunu ortaya koymaktadır". Hz. Fatma'nın dış görünüşü, konuşması, hal ve tavırlarıyla Hz. Muhammed'e en çok benzeyen kişi olduğunu Hz. Ayşe de belirtmiş. Baba ile kızı arasındaki çok yakın ilişki, Hz. Muhammed'in bir sefere çıkarken en son, geldiğinde ise ilk önce kızını ziyaret etmesi, kızını gördüğünde ayağa kalkarak yerini ona vermesi gibi örneklerden anlaşılıyor. Ebu İlm'in kitabında yer alan yine Hz. Ayşe'ye ait şu satırlar da manidar: "Resulullah'a Fatıma'yı sanki bal şerbeti içer gibi öylesine öpmesinin sebebini sordum. Bana 'Beni miraca götürdükleri gece Cebrail beni cennetin içine götürdü ve bana bir elma verdi. Onu yedim. Ne zaman o elmayı özlesem Fatma'yı öpüp, cennetin kokusunu ondan alıyorum. (O benim kalbim, ruhum ve vicdanımdır. Her kim onu üzerse beni, her kim beni üzerse Allah'ı üzmüştür".