Şeytana Uyanların Pişmanlığı..

Oruc

Daimi Üye
Katılım
17 Temmuz 2008
Mesajlar
2.598
Tepki
2.379
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Şeytana Uyanların Pişmanlığı..

“O gün zalim kimse ellerini ısıracak, ‘Eyvah!’ diyecek, ‘keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Çünkü öğüt bana gelmişken, o beni ondan saptırdı.’ Ve şeytan insan için ha*zul*dür.” (Furkan Suresi, 27-29)
Ayette geçen “hazul” kelimesi, “insana dost görülüp onu he*lake sevk eden, sonra terk edip ona hiçbir faydası olmayan” anlamına gelir.
Şeytan hiç de vefalı bir dost değildir. “Ben sizinleyim” dedik*lerini hep yolda bırakır, onları dünya ve ahirette perişan eder. Onun hali, “Haydi gelin” diye çağırıp, kendine bağlı olan*ları uçuruma atan kimseye benzer.
Şeytana ve şeytan fikirli kimselere uyanlar sonra çok pişman olacaklar. “Keşke dünyaya tekrar döndürülsek de artık onlara uymasak, peygamberin ve ona uyanların yolundan gitsek” diyecekler. Ama bu pişmanlık fayda vermeyecek, çünkü artık ecel gelmiş her şey bitmiştir.

Şeytan ve Büyük Günahlar
Günah, Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Kalbi tırmalayan ve başkalarının bilmesinden hoşlanılmayan şeydir.” (Tirmizi, Zühd, 52)
Nasıl ki devletin kanunlarında bazı şeyler yasak olur, onun gibi Allah’ın kanunlarında da bazı şeyler yasak kılınmıştır. Bu yasakların işlenmesi “günah” kavramıyla ifade edilir.

Günahlar iki kısma ayrılır:
1-Büyük günahlar.
2-Küçük günahlar.

Gıybet etmek ve adam öldürmek ikisi de günah olmakla beraber, derece itibariyle elbette aynı değillerdir.
Büyük günahlara “kebire” denilir. Bunun çoğulu “kebair” kelimesidir.
Böyle bir ayırım, bazı ayetlerde de görülmektedir. Mesela:
“Eğer size yasaklananların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz...” (Nisa Suresi, 31)
“Bazı küçük kusurlar hariç, günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınanlara gelince, şüphesiz Rabbinin affı geniştir.” (Necm Suresi, 32)
Bir hadiste, büyük günahlar, “el-Mubîkât: helâk edici” kelimesiyle ifade edilir. Şöyle ki:
Peygamber Efendimiz ashabına “Yedi helâk edici şeyden kaçının!” der.
Ashab, “Bunlar nedir yâ Rasûlallah?” diye sorar.
Peygamber Efendimiz bunları şöyle sayar:
“-Allah’a şirk koşmak;
-Sihir yapmak;
- Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmek;
-Yetim malı yemek;
-Faiz yemek;
-Düşmana hücum anında harpten kaçmak,
-Namuslu, kendi halinde mümin kadınlara zina iftirası atmak.” (Müslim, İman, 141-146)
Acaba büyük günahlar bunlardan mı ibarettir?
İbn Abbâs’a göre, “Allah’ın yasak ettiği her şey büyük günahtır.”
Bu durumda, hadiste sayılan yedi büyük günah, misal olarak zikredilmiş olup, büyük günahlar bunlarla sınırlı değildir.
İşte şeytan, insanları bu günahlara sevk etmek ister. Şeytanın hedefi büyüktür, ister ki insanlar devamlı bu büyük günahları işlesinler. Ama o, bunun hemen birden olmayacağını bilecek kadar da bilgi ve tecrübe sahibidir. Bundan dolayı, işe küçüklerden başlatır, alıştıra alıştıra gittikçe dozajı artırır, insanı büyük günahlara müptela hale getirir.
Bundan dolayı, küçük günahları küçük görmeye gelmez, “damlaya damlaya göl olur.” Mesela içki bağımlıları önce küçük bir kadehle veya bira gibi alkolü az olan bir içkiyle başlarlar. Ama bu sadece başlangıçtır. İradî bir kararlılık gösterilmezse, iş bu kadarla kalmayacak, çığırından çıkacaktır.
Bu konuda şu esas da mühimdir:
“İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz.”
Yani, ciddi istiğfar edildiğinde büyük günahlar bile affedilir. Ama günahta ısrar edilirse, küçük günahlar küçük olarak kalmaz, büyürler.
Selahaddin Şimşek şöyle der:
“Canavarların hepsini ‘taviz ana’ doğurmuştur.
Yarın göz açtırmayacaklar; bugün göz yumduklarımızdır.”

Büyük Günahlarla Alakalı Şeytanî Bir Vesvese
Şeytan, büyük günahları işlettiği kimselere şöyle bir vesvese verir:
“Artık senin hayra bir kabiliyetin kalmadı, bundan sonra dine dönemezsin. Madem öyle, keyfine göre yaşa, battı balık yan gider!”
İnsan aslında günahlardan rahatsızlık duyar. Sözgelimi bir insan devamlı doğru konuşsa vicdanı rahattır. Fakat yalan söylediğinde vicdan tepki verir, hoşnut olmaz. İlk defa ya*lan söyleyen biri vicdanen rahatsız olur, yüzü kızarır, kan basıncı artar.
İşte, bilerek veya bilmeyerek büyük günahlara giren bir kim*se, aslında bu halinden memnun değildir. Fıtratı bütün bü*tün bozulmamışsa tövbe etmek ve bu halinden kurtulmak ister. Ancak, üstte geçtiği tarzda şeytanî bir vesveseye maruz kaldığında ümitsizliğe düşebilir. Bundan kurtulmak için şu ayeti hatırlamak lazımdır:
“De ki: ‘Ey nefislerine zulmeden kullarım. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Çünkü Allah bütün günahları affeder. Gerçekten O, Gafurdur- Rahimdir.’” (Zümer Suresi, 53)
Peygamber Efendimizin bahsettiği şu olay, ayetin manasına güzel bir örnektir:
“Sizden önceki devirlerde yaşayan bir adam, doksan dokuz kişiyi öldürmüştü. Derken bir gün, ‘Buranın en büyük âlimi kimdir?’ diye soruşturdu, kendisine bir rahip tavsiye edildi. Bunun üzerine o da rahibin yanına giderek, ‘Doksan dokuz adam öldürdüm, tövbe etsem kabul olur mu?’ diye sor*du. Rahip, ‘Tövben kabul olmaz’ deyince onu da öldürdü. Da*ha sonra oranın en büyük başka âlimini soruşturup ona git*ti ve ‘Ben yüz adam öldürdüm. Tövbe etsem kabul olur mu?’ dedi. Âlim zat ona: ‘Evet, tövbe etmene kim engel olabilir ki?’ dedi. ‘Ancak filân yere git, orada Allah’a ibadetle meş*gul olan insanlar var; onlarla beraber sen de Allah’a ibâdet et ve onlarla beraber ol.’
Bunun üzerine bu adam yola çıktı, yolu yarıladığında da öldü. Rahmet melekleri ve azâp melekleri bir araya geldi ve onun durumunu görüştüler. Rahmet melekleri ‘Bu adam samimi tövbe ederek buraya geldi. Onu biz götüreceğiz’ dediler.
Azâp melekleri ise, ‘Bu adam henüz hiçbir iyilik yapmamıştı. Onu biz götüreceğiz’ dediler.
Derken arkadan insan kıyafetinde bir başka melek bunların yanına gelerek onlara şöyle dedi:
‘İki belde arasındaki mesafeyi ölçünüz. Hangi tarafa daha yakın ise, adam o tarafa aittir.’
Bunun üzerine mesafe ölçüldü. Adamı varacağı yere daha yakın buldular. Ve adam rahmet meleklerine teslim edildi.” (Müslim, Tevbe, 46)

Büyük günah işlemek insanı kâfir yapar mı?
İslam coğrafyasında ortaya çıkan fırkalardan biri olan Hariciler, bir takım katı kurallar kabul ederler. Onlara göre büyük günahlar insanı kâfir yapar, böyle günahları işleyenler ebedi cehennemliktirler. Ayrıca, küfür-iman ortası olmadığını, amelin imandan bir cüz olduğunu söylerler.
Günümüzde Haricilerden olduğunu söyleyen az kişi bulunmakla beraber, farkına varmadan onların fikirlerini savunanlar çıkabilmektedir. Bu konuda şu esaslara dikkat çekmekte fayda görüyoruz:
-İnsan günahlara meyilli bir varlıktır. Nefsine mağlup olup şeytanın peşinden gitmeye müsaittir. Ama tövbe kapısı can boğazdan gidinceye kadar açıktır. Dolayısıyla, günaha girenin kâfir olduğunu kabul etmek ağır bir hükümdür. Günahkâr mümine “kâfir” değil “fasık” adı verilir.
-Ebedi cehennem kâfirler içindir. Günahları sevaplarından fazla olan bir mümin, cehennemde ebedi kalmaz, cezasını çektikten sonra çıkar.
- Alimlerin çoğunun değerlendirmesine göre iman ve amel ayrı ayrı şeylerdir. İman amelden bir cüz değil, onun kemalinden bir cüzdür. Yani bir insan iman ettiğinde salih amelle bunu destekliyorsa, bu onun imanının kalitesini gösterir. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde iman ve salih amel yanyana zikredilir. Bu ikisini cem edenlerin cennete girecekleri anlatılır.
İman bir ağacın köklerine, amel de onun meyvelerine benzetilebilir. Kökler zayıfsa meyveler az ve cılız olur. Onun gibi, amelde noksanlık imanın zayıf olmasına delalet eder.
Mesela nice içki içen kimse vardır ki bu halden kurtulmak ister, kalben pişmanlık duyar, “Allah’ım beni bu halden kurtar” diye yalvarır. Böylelerine “kâfir” deme hakkımız yoktur. Ama eğer bir insan hiç pişman olmadan gönül rahatlığıyla büyük günahları işliyorsa, bunun imandan nasibi olmadığı ortadadır.
-Nefis ve şeytana mağlup olup günaha girmek insanı kafir yapmaz ama o günahın günah olduğunu inkar etmek insanı küfre sokar. Şöyle ki: Sözgelimi içki içen bir insan, içki içmesinden dolayı kâfir olmaz. Ama içki içmeyen birisi “içki haram değildir” dese küfre düşer. Çünkü içkinin haram oluşu ayetle sabittir. Kur’an’ın her hangi bir hükmünü kabul etmemek ise, insanı dinden çıkarır.

Şeytan zorla bir şey yaptırabilir mi?
Acaba şeytan insanlar üzerinde bir yaptırım gücüne sahip midir?
Pek çok insan, şeytanın çok güçlü olduğunu zanneder. Hâlbuki Kur’an bunun böyle olmadığını şöyle haber verir:
“Şüphesiz şeytanın hilesi çok zayıftır.” (Nisa Suresi, 76)
Pek çok ayet de şeytanın insanlar üzerinde bir yaptırım gücü (sultanı) olmadığını bildirir. (Mesela, İbrahim, 22; Hicr, 42; Nahl, 99; İsra, 65; Sebe, 21)
Bu durum, insanın sorumluluğu açısından son derece önemlidir. Eğer şeytan, böyle bir güce sahip olsaydı, o zaman insanlar “Ya Rabbi, sen bize şeytanı musallat ettin. O da bizim irademizi elimizden aldı. Bize bu günahları zorla yaptırdı...” şeklinde Allah’ın huzurunda özür beyan ederlerdi. Hâlbuki şeytanın yaptığı sadece vesvese vermekten, çirkinlikleri, günahları güzel göstermekten ibarettir. İnsan, ister bu vesveseye uyar, günahkâr olur; isterse uymaz, Allah katında derece kazanır.
Şeytanın hilesi çok zayıf ve insanlar üzerinde bir yaptırım gücü olmamakla beraber, insanların şeytana takılıp kalmalarını nasıl anlamak gerekir?
Örümceğin ağı zayıftır ama sinekler ona takılmaktan kurtulamazlar. Benzeri bir şekilde şeytanın da hileleri çok zayıf olmakla beraber nice insan onun hile ve tuzaklarına takılır kalır. Bu durum onun güç ve kuvvetinden değil, insanın cehalet, gaflet, iradesizlik gibi hallerinden kaynaklanmaktadır.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst