Seyh Said

Şahmaran.

Admin
Admin
Katılım
9 Temmuz 2008
Mesajlar
38.082
Tepki
50.395
Puan
113
Cumhuriyet tarihinde en önemli olan ve bugüne dek sıcaklıgını koruyan olaylardan biri olan 1925 yılındaki Şeyh Said kıyamına kısaca temas etmek istiyorum. Zira kıyamdan sonraki sonuç ve T.C.nin kürd sorununa bakış tarzı açısından çok mühimdir. 1925 yılından bugüne kadar neler degişmiş onu da görecegiz. 29 Haziran 1925 ve yine 29 Haziran 1999. Kıyamın tarihsel, etnik, ekonomik, sosyal, uluslararası gibi diger sebeplerine girmeden, kıyamın gelişimi ve kıyam bastırıldıktan sonraki yargılama usulleri, T.C.nin oyunları, verdikleri yalan vaadleri ve bugünkü yalanları ile karşılaştırdıgımızda, aynı oyunların bir kez daha sahnede tekrarlandıgını rahatlıkla görebiliriz.

Evvela konu ile ilgili bazı bilgileri tekrarlayalım.

ŞEYH SAİD KIYAMI:

Aslen Elazığ’ın palu ilçesinden olup, Erzurum’un Hınıs ilçesine yerleşmiş bulunan, büyük bir nüfuza sahip Nakşibendi şeyhlerinden Şeyh Said, aynı zamanda büyük bir Îslam alimidir. Ömrünün tümünü Îslama ve kürd halkına hizmet etmekle geçirmiştir. Laikligin kabulünden ve kürd halkına verilen sözlerin yerine getirilmemesi sonucunda bagımsız bir Kürd Îslam Devletini kurmak için birçok kürd liderlerle görüşalışverişinde bulundu. Bir hareket başlatmak istiyordu. Henüz tasarlanan plan gerçekleşmeden olay patlak verdi. Şöyleki:

Şeyh Said, 13 Şubat 1925′te Genç ilinin Ergani ilçesinin Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde bir dügünde bulunuyorlardı. Haklarında eşkiyalıktan tutuklama kararı bulunan bazılarını yakalamak için o köye gelen askerlerin, bunları Şeyh Said’den istemesi ve Şeyh Said’in bunu kabul etmemesi neticesinde çatışma çıktı. Şeyhin yakın çevresinin başını çektiği kıyam kısa sürede bütün bölgeye yayıldı. Şeyh Said’e bağlı kuvvetler 17 şubatta Genç ilinin merkez ilçesi Darahene’yi ele geçirdiler. Aşiretlerden de büyük destek alan Şeyh Said kısa sürede Maden, Siverek ve Ergani’yi ele geçirip Diyarbakır üzerine yürüdü. Melikanlı Şeyh Abdullah’ın komutasındaki bir başka kol da Varto’yu elegeçirdikten sonra Muş’a yöneldi. Kıyamı bastırmakla görevli T.C. askeri birlikleri 25 Şubat’ta Diyarbakır’a çekilmek zorunda kalırken, bir gün sonra da Elazığ Kürd güçlerin eline geçti.

21 şubatta Bitlis, Diyarbakır, Dersim, Elazığ, Ergani, Genç, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Siverek, Urfa, Van illeriyle, Erzurum ilçesi Kığı (şimdi Bingöl’e baglı) ve Hınıs ilçelerinde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına ragmen, T.C. ordu kuvvetleri bir üstünlük sağlayamadı. Bunun üzerine Fethi Bey Okyar başkanlığındaki hükümet istifa etmek zorunda kaldı. 3 martta başbakanlık görevinin İsmet Paşa’ya (İnönü) verilmesinden bir gün sonra, Takrir-i Sükun Kanunu çıkarıldı ve biri Ankara’da, diğeri kıyam (Kurdistan) bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verildi.

Îsyan (kıyam) bölgesi İstiklal Mahkemesi, başkanı Giresun Mebusu Hacim Muhiddin (Çarıklı), savcı Karesi Mebusu Ahmet Süreyya (Özgeevren), üyeler Kozan Mebusu Ali Saib (Ursavaş), Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit (Özdeş) ve yedek üye Bozok Mebusu Avni’den (Doğan) oluşuyordu. Hacim Muhiddin’in göreve başlamadan istifa etmesi üzerine, mahkeme başkanlığına Denizli Mebusu Mazhar Müfit (Kansu) getirildi. İsmet Paşa’nın 21 martta verdiği önergenin Mecliste kabul edilmesiyle, İstiklal Mahkemesi’nin verdiği kararların temyiz yolu sanıklara kapatılırken, idam cezalarının uygulanmasında ordu, kolordu, bağımsız tümen veya müstahkem mevki komutanlarının onayı yeterli görüldü.

7 mart gecesi Diyarbakır’a saldırıya geçen Şeyh Said kuvvetlerinin, yoğun topçu ateşi karşısında kenti alamadan geri çekilmesinin ardından, kıyamın kaderi değişir. Toparlanıp her cephede saldırıya geçen T.C. ordu güçleri bazı hain kürdlerden de destek alarak, Kürd güçlerini yenilgiye uğrattı. Daha sonra Muş’un Varto ilçesi yakınlarında Abdurrahman Paşa köprüsünde sıkıştığını gören Şeyh Said, daha fazla kan dökülmemesi için yanındaki grupla birlikte Varto’da Osman Nuri Paşa’ya (Koptagel) teslim olmaya karar verir. Paşa’ya yolladıkları, teslim olacaklarına dair tezkere üzerine gelen askerler ve milisler tarafından silahsızlandırılır ve Varto’ya giderek 1925 yılı 14-15 nisan gecesi teslim olurlar.

YARGILAMA VE İNFAZ:
12 Nisanda 1925 de Diyarbakır’a gelen isyan (Kurdistan) bölgesi İstiklal Mahkemesi heyeti, birkaç gün içinde idamla sonuçlanacak olan Seyid Abdülkadir, Dr. Fuat ve Şeyh Eyüb’ın davalarına baktıktan sonra, 26 Mayıs’ta Şeyh Said’in davasına başladı.
81 sanığın bulunduğu duruşmalar Diyarbakır’daki bir sinema salonunda yapıldı. Savcıya göre, ayaklanma (kıyam) dış görünüş itibariyle şeriatçı olarak görünmesine karşın, “asıl hüviyeti, iç bünyesi, ruhu ve tertipçilerin maksat ve gayesi bakımından ise tamamen bir Kürt milliyetçiliği, Kürt devlet ve hükümetçiliği olmaktan başka bir şey değildi.”

Bir ay kadar süren duruşmalar 28 haziranda sonuçlandı. Şeyh Said’in de aralarında bulunduğu 46 kürd şahsiyet idama mahkum edildi. İdamların infazı 28-29 Haziran gecesi yapıldı. İnfaz gecesinin en önemli özelliği, idamların bir kitle gösterisi şeklinde yapılması ve şeyhlerin iplerinin cellat yerine, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcileri (gazeteciler dahil) tarafından çekilmesiydi. Basında bu durum “matbuat, tayyareciler, muhabereciler, şoförler namına, bu gruba mensup biri tarafından bir şeyh ipe çekildi” ve “mahkumların çezasını halk verdi” sözleriyle yer aldı.

Mahkeme ve infaz sahasına ilişkin olarak gazetelerde yer alan haberlere göre, Şeyh Said ve hakimlerin ilginç bir “diyaloğ” içinde olduğunu göstermektedir. Sorgu sırasında kendisine “Şeyh hazretleri” şeklinde hitap eden heyet üyelerine Şeyh Said de, serbest bırakıldığında Hınıs’ta kuzu çevirmeyi teklif edecek kadar “samimi” davranmış, darağacına giderken, “Beni mi çok sevdin, yoksa diğer hakimi mi” gibi şakalaşmalar sürmüştür. Bu da gösteriyor ki Şeyh Said’e perde arkasında çok söz verilmişti. Verdikleri sözler arasında “Eger mahkeme esnasında, sadece din adına hareketi başlattıgını, bu hareketin bir kürd hareketi olmadını söylese, kendilerini iki yıl içinde serbest bırakacakları ve kimseyi idam etmeyecekleri” idi. Buna inanan Şeyh Said’ de, mahkemede sadece din adına kıyamı başlattını söylemiştir.

T.C. bu oyunlarını daha sonra gerek Seyyid Rıza ve gerekse Abdullah Öcalan davalarında da bir kez daha sahneledi. Ne yazik ki kürdler bütün bu oyunlara bakıp ibret alacakları yerde, hala T.C. nin yalan ve oyunlarına kanmakta ve ders alamamaktadırlar.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst