Özge Özpirinçci

rüzgar gülü

Daimi Üye
Katılım
20 Şubat 2009
Mesajlar
10.973
Tepki
10.147
Puan
113
Yaş
43
Konum
istanbul
images


Özge Özpirinçci, 1 Nisan 1986 tarihinde, İstanbul’da dünyaya geldi. İlköğretimini bu şehirde tamamlayan Özpirinçci, lise eğitimi için AFS (Öğrenci Değişimi) programı ile bir yıllığına gittiği A.B.D.’yi tercih etti. Sabancı Üniversitesi’ni kazanan ve bu üniversitede Yönetim Bilimleri okuyan Özpirinçci, 2008 yılında mezun oldu. 2007-2008 yılları arasında, "Cesaretin Var Mı Aşka?" adlı TV dizisinde "Ebru" karakterini canlandıran genç oyuncu, Eti Browni, Cornetto ve Coca-Cola gibi tanınmış firmaların reklamlarında rol aldı.
Özpirinçci, Kanal D’nin beğenilen gençlik dizisi "Kavak Yelleri"nde, 2008-2009 yılları arasında kanser hastası olan "Ada" adlı karakteri canlandırdı. Kavak Yelleri’nin ardından, Show TV’de yayınlanmakta olan "Melekler Korusun" adlı dizide "İpek Taşkır" karakterini canlandırdan Özpiriçci, bu rolle ilk defa başrol oyuncu olarak bir yapımda yer alma fırsatını yakaladı.
Başarılı oyuncunun yer aldığı ilk sinema filmi, Zülfü Livaneli’nin senaryosunu yazdığı ve yönettiği "Veda" oldu. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün hayatının anlatıldığı filmde genç oyuncu, "Fikriye Hanım"ı canlandırdı.

Her yeni dizide yeni bir yüz, yeni bir yetenek giriyor hayatımıza. Özge Özpirinçci de bunlardan biri. Önce reklamlarda izledik, ardından ‘Cesaretin Var mı Aşka?’ adlı dizide gördük. Pek çok kişi onu, ‘gelecek vaat eden genç oyuncu adayı’ olarak görüyor. Bu ilk projesinde pek çok şey deneyimlemiş. Küçüklüğünden beri konservatuara girip tiyatrocu olmayı istese de Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri bölümüne girince bu hayali rafa kalkmış. Ama oyunculuğu o kadar istemiş ki bir gün, bir şekilde, bir kapı açılmış karşısına... O da bu kapıdan sessiz sedasız girmiş.
24 yaşındaki Özpirinçci, ailesinden aldığı onay ile başlamış oyunculuğa. Küçük yaşlarında önce ağabeyinin kısa filmlerinde rol almış. ‘Kavak Yelleri’ dizisinde konuk oyuncu olarak Ada karakterini canlandıran Özge Özpirinçci'yi ‘Melekler Korusun’ dizisinde de Hümeyra’nın kızı İpek rolünde seyrediyoruz.
Lise 2’ye giderken öğrenci değişim programı ile bir yıllığına Amerika’ya giden Özpirinçci, tenis, voleybol, basketbol ve futbol oynamış kısa süre. Annesi İngilizce öğretmeni, babası İngiliz filolojisi mezunu. Ağabeyi de sinema-televizyon eğitimi için New York’ta. Dolayısıyla sürekli İngilizce konuşulan bir evde büyümüş Özpirinçci. Amerika’ya dil öğrenmek değil, deneyim kazanmak için gittiğini söylüyor.

Genç oyuncu, “Bağdat Caddesi'nde büyüdüm, ancak 'cadde kızı' değilim. Gece 10'dan ya da 11'den sonra Cadde'ye çıkıp arkadaşlarımla bir şeyler içip evime dönerim. Gece eğlencem ise hep karşıda, Beyoğlu'nda oldu” dedi.
Özge Özpirinçci’yi ilk kez reklam filmlerinde ve birkaç dizide küçük rollerde gördük. O şimdi “Melekler Korusun” dizisinin başrolünde izleyici karşısına çıkıyor. Annesine karşı gelmek pahasına hayallerinin peşinden koşan 23 yaşındaki güzel oyuncu, InStyle dergisi için isyankâr bir havaya büründü.

Özge Özpirinçci, “Melekler Korusun”da Hümeyra’nın kızını oynayacağını ilk duyduğunda, “Hadi sete gidelim!” diye bağırmak istemiş. İlk andan projeye ısınan güzel oyuncu, şimdi tatile giren diziden bahsederken, “Çok güzel bir enerji yaratıldı” diyor.
Daha önce “Cesaretin Var mı Aşka?” ile “Kavak Yelleri”nde rol alan Özpirinçci,

“Bu benim ilk gerçek dizim. Bunu başrolde oynadığım için söylemiyorum. Set ortamını, enerjiyi sürekli ayakta tutabilmeyi, oyun alıp vermeyi bu sette öğreniyorum. ‘Cesaretin Var mı Aşka?’ sekiz bölüm çekildi sadece. ‘Kavak Yelleri’nde de konuk oyuncuydum. ‘Melekler Korusun’ benim için çok güzel bir tecrübe oluyor.”

diyor.
Yakın zamanda tatil için Londra’ya gidecek olan genç oyuncu, bir sürü oyun ve müzikal izleyeceğini söylüyor. Döndükten sonra elbette güneye gitme planı var. “Denize girip vücudumdaki elektriği atmam lazım. Çok severim denizi. Bir de tekne turu olursa benden mutlusu olmaz” diyerek aklından geçenler hakkında ipuçları veriyor.
Ama ‘cadde kızı’ olmadığını özellikle vurguluyor.

“Gece 10’dan ya da 11’den sonra Cadde’ye çıkıp arkadaşlarımla bir şeyler içip evime dönerim. Gece eğlencem ise hep karşıda, Beyoğlu’nda oldu.”

derken dans etmeyi çok sevdiğini de anlatıyor:

“Çıktığımda rahat olabildiğim, insanların benim nasıl dans ettiğimle ilgilenmediği yerleri tercih ediyorum.”

23 yaşındaki oyuncunun İstanbul’daki kaçış alanları ise Caddebostan sahili ve Taksim. Buralara her gittiğinde kendisini mutlu hissettiğini anlatıyor:

“Taksim’deki karmaşada kayboluyorsunuz. Kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Çok kalabalık yerlerde insan rahatsız olur, bense o kalabalıkta kaybolmaktan mutlu oluyorum. Çünkü insanlar o kadar başka şeylere dalmış oluyor ki, sizi fark etmiyorlar.”


"Magazinsel değerim yok"
Magazin sayfalarında pek görmediğimiz Özpirinçci, özel hayatıyla gündeme gelmemesini ‘fark edilir bir yanı’ olmamasına bağlıyor.

“Özel hayatımı basından saklamak gibi özel bir çaba sarf etmiyorum. Sonuçta bir ilişkim var ve bunu herkes biliyor. Saklamak gibi bir derdim yok. Herkesin gittiği mekanlara gitmiyorumdur belki. Ya da gidiyorum ama fark edilmiyorum. Magazinsel bir yanım, değerim yok”

derken, bu durumdan çok memnun olduğunu söylemeyi de ihmal etmiyor.
Söz modaya geldiğinde, Özpirinçci’nin tamamıyla ruh haline göre giyindiğini öğreniyoruz.
“Sabah uyandığımda canım ne istiyorsa onu giyerim. Bir gün rock’n roll, bir gün cici kız gibi... Asla geceden kıyafetimi hazırlayamam.”

Salı pazarından da kıyafet alıp giyen, Amerika’daki abisinin yanına gittiğinde Fifth Avenue’dan da alışveriş yapan Özpirinçci, en çok beyaz atletleri seviyor. Bir de şu sıralar elbise takıntısının başladığını söylüyor. Renklerde favorisi beyaz, siyah ve mor. Değişik takılar da vazgeçilmezi.

Kısa sürede iyi oyuncularla, iyi yapımlarda oynama şansını yakaladınız. Ne kadarı tesadüf, ne kadarı azmin zaferi?
Azmin zaferi şu ana kadar almış olduğum yolda büyük bir yer kaplıyor. Bu konuda tevazu göstermem, kendime haksızlık olur. Fakat öbür taraftan şansımın da lehime işlediğinin farkındayım.

İnternette sizinle ilgili yapılan yorumlardan birinde “Alnındaki o boydan boya kocaman yara izinden tahmin ettiğimiz kadarıyla son derece yaramaz bir çocukmuş ufakken” deniliyor. O yara nasıl oldu? Ve neden kapatma gereği duymuyorsunuz?
Evet bu yara izi ben iki, üç yaşlarındayken olmuş. Aslında çok da komik bir hikayesi var: Ben ağabeyime aşıkmışım küçükken. Aramızda yedi yaş olduğu için o ilkokula giderken ben evde annemle kalırmışım. Her gün okuldan geldiğinde benim evde delirme zamanımmış. Bir gün yine okuldan eve gelmiş ve direkt odasına gitmiş. Ben de onun odasına doğru koşarken dengemi kaybetmişim ve eski petek tarzındaki kaloriferlere kafamı çarpmışım. Hâlâ daha gülmeye devam ettiğim için ağabeyim gelip bana bakmamış. Annem bir süre sonra odaya gelmiş ve kafamın içindeki kaloriferi ve yüzümdeki kanı görmüş. Çığlık çığlığa, yalınayak beni hastaneye götürmüş ve ağabeyim bu sahnenin etkisiyle babamı aramış ve aynen şu cümleyi kurmuş: “Baba ben Özge’yi öldürdüm!”. Ağabeyim evden kaçmış bir günlüğüne ve ben ölümden dönmüşüm. Bu yaraya estetik yaptırmam konusunda birçok kişi fikir veriyor ama ben bu yarayı kapatamam. Çünkü şu anda bu yaram olmazsa hatırlanacak anılardan biri daha gitmiş olur… Yara izimi çok seviyorum.

Birçok oyuncuya göre estetik yaptırmak mimikleri yok ediyor, inandırıcılığı ortadan kaldırıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Ben hiç estetik yaptırmadım. Yaptıranlara da karşı değilim kesinlikle. Kimbilir gün gelir belki ben de yaptırma ihtiyacı duyarım. Ama her şeyin bir ölçüsü ve zamanı olduğunu düşünüyorum.

Sizce güzellik, kariyer yolunda ne kadar önemli?
Güzellikten çok, estetik olmak daha önemli bence. Güzellik gerçekten de gelip geçici. Önemli olan estetik bir yapıya sahip olabilmek ve hayatta mutlu olmayı başarabilmek.

Bir anda herkesin tanıdığı bir yüz olmak nasıl bir duygu?
Neyse ki daha herkes tanımıyor. Sanırım televizyonda gerçek hayatta olduğumdan daha farklı gözüküyorum. İnsanlar baktıkları anda anlamıyorlar ben olduğumu. Kimilerinin aralarında konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Güzel tepkiler aldığım için şimdilik hoş bir duygu. Ayrıca bu ‘Melekler Korusun’un izlendiğini de gösterir.

Sokağa çıktığınızda nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Şimdilik güzel tepkiler alıyorum. Sokaktaki insanlardan, yakın çevremden, ailemden ve arkadaşlarımdan yapıcı eleştiriler alıyorum. Daha yolun çok başındayım, o yüzden fikrine güvendiğim insanların eleştirileri, düşünceleri benim için çok önemli.

Kariyeriniz adına yapmak istediğiniz neler var? Kendinizi beş yıl içinde nerede görmek istiyorsunuz?
Bir sinema afişinde... Kimbilir belki Türk-yabancı ortak yapımı olur.

Türkiye’de beğendiğiniz oyuncular kimler?
Tek tek isim vermek yanlış bence. Tek söyleyebileceğim, ileride beraber oynamak istediğim birçok oyuncu var.

Peki örnek aldığınız isimler var mı?
Örnek aldığım yok ama keyifle izlediğim birçok oyuncu var.

Her oyuncuya sorulur: Nasıl bir rol ve kiminle oynamak isterdiniz?
Şartları ve olanakları düşünmezsek ya bir kötü kadını ya da süper güçleri olan bir hayali süper kahramanı oynamak isterim. Kiminle oynadığım isim olarak önemli değil ama enerjimin tuttuğu biri olmasını tercih ederim.

Sizinle birlikte olacak bir erkek nasıl olmalı?
Kendine güvenen, komik, anlayışlı, dürüst, sıkboğaz etmeyen ve bana olan sevgisini gösterebilecek kadar cesur bir erkek.

AŞKA İNANCIMI GERİ KAZANDIM!’

‘Veda’ ile ilk kez beyazperdede görünen Özge Özpirinçci, aşkın günümüzde eski değerini yitirdiği görüşünde: “Bir daha ‘Romeo ve Juliet’ olmayacak. Bir daha ‘Atatürk ve Fikriye’ olmayacak. Artık, Sarkozy ile Carla Bruni aşkları var!”

Zülfü Livaneli’nin yazıp yönettiği ‘Veda’ filminde, Atatürk’ün aşık olduğu ‘Fikriye’ karakterini canlandıran Özge Özpirinçci, “Zülfü Livaneli’yle tanıştığım an onun enerjisinden çok etkilendim ve gözlerim doldu” dedi. Filmdeki intihar sahnesinde gösterdiği performansla çok konuşulan genç oyuncu, “Atatürk, Latife’yle evliydi ama onun esas kadını Fikriye’dir. Çünkü kavuşulmayan aşklar efsane olur” şeklinde konuştu.

ELİM AYAĞIM BOŞALDI

‘Veda’ projesi size nasıl ulaştı?
Projeyi ilk duyduğumda o kadar çok heyecanlandım ki; neler olup bittiğini çabuk unuttum. Ben bu rolü nasıl kabul ettim, neler oldu hiç bilmiyorum. Her şey havada uçuşuyor. Kamera Film’e görüşmeye gittiğimde bana “Zülfü Livaneli yazdı, kendisi yönetecek” dedikleri zaman, elim ayağım boşaldı. Benim için çok önemli bir referanstı. Zülfü Abi’nin, her insanın üstünde bir hayat kredisi var. Bizim kuşağımıza kadar yetişmiş, eserleri takip edilmiş ve halen de bilinen, tanınan ve sevilen bir insan. Bana uzaktan akrabammış gibi geliyor. Çok uzun senelerdir tanımıyormuş gibiyim. Çünkü çok uzun zamanlardan beri evimin içinde, ailemin içinde, sohbetlerimin içinde hep Zülfü Livaneli var. Onunla çalışmak çok heyecan vericiydi. Sonra bu heyecan gurura dönüştü.

Zülfü Livaneli’yle ilk tanışmanız nasıl oldu?
Kamera Film’den sonra beni Zülfü Livaneli’nin ofisine yönlendirdiler. Odasına girdiğim anda içime huzur doldu, gözlerim dolmaya başladı. Zülfü Abi bana “Her an ağlayacakmış gibi bakıyorsun” dedi. Aslında o an gerçekten de ağlayabilirdim…

ELEŞTİRMEK ÇOK KOLAY

Filmde ‘Latife Hanım’ın kötü gösterildiği, Fikriye’ye torpil yapıldığı eleştirilerine katılıyor musunuz?
Bence çok yanlış… Latife’ye baktığınız zaman ne kadar önemli şeyler yaptığını görürsünüz aslında. Kadın hakları konusunda çok önemli çalışmaları olmuş bir kadın… Atatürk’ün yanına yakıştırdığı kadın aslında Latife’dir. Türk kadınlarına örnek gösterebileceği modern bir Cumhuriyet kadınıdır. Üç yabancı dil biliyor ve bunları kendisine saklamıyor. Elini taşın altına koyuyor. Yabancı dilde ültimatomlar yazıyor; “Gelin evimi karargah yapın” diyor. Bunlar hep çok önemli detaylar. Atatürk’ün hayatını ve çevresindekileri bilen insanlar zaten Latife Hanım’ı da bilmeli. Bilmiyorlarsa açıp okumalılar. Hiçbir şey bilmeden eleştirmek çok kolay… Sinan Tuzcu’nun dediği gibi; ekip olarak bu tür eleştiriler karşısında kalın bir deri oluşturmak zorundayız. Biz çok gurur duyulası bir şey yaptık.

BU NASIL BİR DOSTLUKTUR?

Filmi izlerken en çok etkilendiğiniz sahneler hangileri oldu?
Balkan Göçü’nden sonra Atatürk’ün annesini cami avlusunda bulduğu sahne müthiştir. O sahnede içim cız eder. Sonra Salih Bozok’un kapıya yaslanıp “Allah’ım bana kuvvet ver” dedikten sonra Paşa’nın yanına girdiği sahne çok etkileyicidir. Bir de benim intihar sahnem… Fikriye’nin öldüğü sahne çok vurucudur.

Filmde en çok hangi karakterler ilginizi çekti?
Salih Bozok karakteri çok çekiyor beni. Fikriye’nin kendisini Atatürk’e adamasının altında aşk var. Peki, Salih Bozok’un ölecek kadar kendini ona adamasının altındaki nedir? Bu nasıl bir dostluk, nasıl bir sevgi… Günümüzde böyle dostluklar da yok. Böyle aşklar yok ama böyle ölümüne dostluklar da yok. Tüketim toplumuyuz artık. “Bu gider öteki gelir. Dosta ne gerek var? İnternette takılır, buluruz birini” diyoruz. İnsani özelliklerimizi kaybettik artık. Dokunduğumuz tek şey klavye oluyor. Ben de böyle bir insan olmamak için çabalıyorum…

SERT DEĞİL AMA DİSİPLİNLİ

‘Fikriye’ rolüne hazırlanırken çıkış noktanız ne oldu?
Aşık bir kadından yola çıktım. Körü körüne aşık bir kadın Fikriye… Benim her zaman gıpta ettiğim bir şey bu. Bugün artık böyle aşklar yok; bence olmayacak da. Bir daha ‘Romeo ve Juliet’ olmayacak. Bir daha ‘Atatürk ve Fikriye’ olmayacak. Artık, Sarkozy ile Carla Bruni aşkları olacak. Onlara da ne kadar inanacağız bilmiyorum. ‘Fikriye’yi oynamak aşka inancımı yükseltti.

Atatürk Latife ile evli olduğu halde sizce neden tarih boyunca esas kadın olarak Fikriye algılanıyor?
Çünkü sonu olmayan ve kavuşulamayan aşklar her zaman efsanedir. Her zaman daha değerlidir. Atatürk’ün ‘esas kadını’nın Fikriye olmasının gerisinde trajedi yatıyor. İçinde trajedi olan aşklar ise hep ölümsüzdür.

Nasıl bir set süreci geçirdiniz?
Set çok keyifliydi. Yedi hafta sürdü. Ben dizi çekimlerinden dolayı gidip gelmek zorunda kaldım. Orada kendimi evimdeymiş gibi hissettim.

Zülfü Livaneli’yle iletişiminiz nasıldı?
Zülfü Abi, erken saatlerde sete gelip bütün hazırlıkların tamamlanmasını bekler. Herkesin yanına gidip, ilgilenir. Sert biri değil ama bir o kadar da disiplinli… Ondan iletişim adına çok şey öğrendim. Birine kızdığı zaman sesini yükseltmeden sorunu çözmesini izledim. Benim intihar sahnem bittikten sonra tüm set alkışladı. Zülfü Abi’nin de gözleri dolmuştu. Yanıma geldi, elimi tuttu ve “Eline sağlık çok güzel oldu” dedi. Bu yaklaşımı beni çok etkiledi.

04HZOZGMG_2187(2).jpg


07.jpg
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst