Ölümsüz Aşk / mı

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
Ölümsüz Aşk / mı
images.gif

Yastığına akan gözyaşlarını durduramıyordu bir türlü. Büyük bir boşluk içinde hissediyordu kendini. Artık bedeni yorgun düşmüştü ve düşünemez olmuştu hiçbir şeyi; hiç kimseyi. Gözlerinden uyku akıyor ama uyuyamıyordu bir türlü. Vicdanı onu rahat bıraksa belki uyuyacaktı ama…

Artık gözlerinden akacak yaş kalmayınca yerinden doğruldu yavaşça ve çocukların odasına gitti. Üstleri açılmıştı, örttü. Öpüp koklarken tekrar gözleri doldu. Çok zor bir durumdaydı ve ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Çocuklarına bakmaya doyamadı bir türlü. İç çekerek çıktı odadan dışarıya.

Salonda ışık yakmadan dışarıyı izlemeye koyuldu. Hava çok soğuktu belli; camlar buz tutmuştu. Derin bir nefes aldı sanki son kez nefes alıyormuş ve doyamamış gibiydi. Hayatı film şeridi gibi gözlerinin önüne geldi.

Ebru’nun; tek istediği şey sevdiği gençle evlenmek ve ondan çocuk doğurmaktı. Öyle parada pulda gözü yoktu. Nohut oda bakla sofa derler misali küçücük ve huzurlu bir ev ve Ali’si olsun yanında yeterdi ona.

Ailesi de severlerdi Ali’yi. Çalışkan, dürüst ve saygılı bir insandı. Ayrıca kızlarını da çok seviyordu. Ebru’yu incitmeyeceğini ve onu el üstünde tutacağını çok iyi biliyorlardı.

Aile arasında sade bir nikâhla evlendiler. Ali’nin anne ve bası o çok küçükken ölmüşlerdi. Amcası büyütmüştü Ali’yi kendi çocuklarından ayırmadan. Ebru ile evlenince de Ali’nin babasından kalan tek katlı evi ikisine vermiş; bundan sonra sizler için yapabileceğim tek şey mutluluk dilemek demişti.

Çok mutluydu ikisi de. Hele ki ilk bebek müjdesini aldığında Ali sevincinden deliye dönmüş işine daha bir sıkı sarılmaya başlamıştı.

Hülya’dan sonra bir de Ahmet doğunca sevinçleri ikiye katlanmıştı ikisinin de. Tek üzüntüleri ise arka arkaya anne ve babasını kaybetmesiydi Ebru’nun. Başka kardeşi de yoktu onlardan yadigâr kalan.

Hayat işte! Doğum nasıl hakikat ise ölüm de hakikatti ve bunu en acı şekilde yaşamışlardı. Ama hayat devam ediyordu ve hiç değilse çocukları için yaşamalı ve mutlu olmalıydılar.

Hülya beş yaşına gelmişti bile. Seneye okula göndereceklerini düşündükçe gururla birbirlerine bakıyorlardı.

Bütün gece gördüğü kâbuslar yüzünden uyuyamamıştı Ebru ve eşine yalvarıyordu bugün işe gitme diye.

Çalan telefon sesiyle irkildi. Çocuklarını komşuya bırakarak hastaneye koştu. Yol boyunca dua etmişti Ali’sine bir şey olmasın diye.

Birden rahatsızlanmış ve yığılıp kalmış. Kimse anlamamış ne olduğunu. Doktorlarda anlamamışlar bir sürü tetkiklerden geçiriyorlardı. Kendinde değildi Ali. Ölü gibi yatıyordu. Ebru yalvarıyordu doktorlara “iyileşsin de isterse yatalak olsun; ben bakarım ona bir ömür boyu”.

Sigortası olmadığı için ellerinde ne var ne yok doktor ve hastane masraflarına gitmişti. Kıt kanaat geçiniyorlardı.

En son evlerini de satınca artık ellerindekileri tamamen kaybetmişlerdi. Bir arkadaşının yardımı ile küçük bir fabrikada işe başladı. Temizlik ve yemek yapıyordu fabrikada çalışan işçilere.

Aradan altı yıl geçmiş ve kocasında iyileşme olmamış; halen yatağa bağlı yaşıyordu. Kocasına artık sevgiyle değil de acıyarak bakmaya başladığını fark etti. Bir zamanlar yaşasın da nasıl olursa olsun ben ona bakarım diyen o değildi sanki.

Böyle düşünmesinde iş yerinde bir süredir onunla ilgilenen Selim’inde rolü büyüktü. Önceleri Selim’in takılmalarına ve laf atmasına aldırmıyordu; fakat zaman geçtikçe duyduğu güzel sözler karşısında daha fazla kayıtsız kalamamış ve o da karşılık vermeye başlamıştı.

İlk kez Selim’in arkadaşının evinde buluştular. Yıllar sonra bir kez daha kadın olduğunu ve sevgiye ne kadar muhtaç olduğunu anlamıştı. Aklında şimdi sadece Selimle geçirdiği mutlu dakikalar vardı. Hafta sonlarını iple çekmeye başlamıştı.

Kocasının yüzüne bakamıyordu artık. Yaptığının ne kadar yanlış olduğunu bilse de; bir ömür boyu sakat ve yatalak bir adamla yapamayacağını biliyordu.

O öğleden sonra Selim; “artık sensizliğe dayanamıyorum. Çocuklarını ve kocanı bırak bana gel” demişti. Şaşırdı önce Ebru nasıl olur diye ama o da katlanamıyordu Selimden ayrı geçen zamanlara.

Kocasının iniltileriyle düşlerinden sıyrıldı Ebru.

Oturduğu yerden isteksizce kalktı ve kocasının yattığı odaya gitti. Bir şeyler söylemeye çalışıyordu Ali. Gözlerinde halen Ebru’ya duyduğu delice sevgi okunuyordu. Ne demek istediğini anlamaya çalıştı bir süre; sonra vazgeçti ve solgun gözlerle baktı kocasına son kez. Elveda demeyi çok istedi ama yapamadı. Odadan dışarı çıktı ve telefonu aldı eline.

Saatine baktı gece yarısını çoktan geçmişti. Numaraları tuşladı tek tek.

“Sevgilim benim. Seni özledim, geliyorum. Seni çok seviyorum”

Telefonu kapattı.

Arkasına dönüp bakmadı; çünkü geri dönerse çocuklarına ve kocasına yaptığı haksızlığı anlayacak ve pişman olacaktı, biliyordu.

Kapıyı usulca kapattı ve “Elveda! Allah’a emanet olun” dedi.

Karanlığa karışırken gözlerinden sadece iki damla yaş damladı; o da vicdanını rahatlatmak içindi belki!
 

bitter_im

Admin
Admin
Genel Yönetici
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
64.644
Tepki
53.687
Puan
113
Yaş
32
Konum
kocaeli
Hayat işte! Doğum nasıl hakikat ise ölüm de hakikatti ve bunu en acı şekilde yaşamışlardı. Ama hayat devam ediyordu ve hiç değilse çocukları için yaşamalı ve mutlu olmalıydılar
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst