Nostaljiden İnciler..

anneyimben

Daimi Üye
Katılım
9 Eylül 2008
Mesajlar
628
Tepki
598
Puan
93
Konum
istanbul
1. AÇIK BİSKÜVİLER: Mahalle bakkallarında şimdiki gibi paketlenmiş bisküviler yoktu ya da lüks sınıfına giren birkaç marka da pahalı olduğundan pek tutulmazdı. Hemen her bakkal dükkânının giriş kapısının yanında ortalama 30X30X30 ebatlarında teneke bisküvi kutuları düzenli bir şekilde üstüste oturtulmuş halde dururdu. Bunların ön kısmında camlı bir kapakları olurdu. Kapak, içindeki bisküvilerin bayatlamaması için sürekli kapalı olur, camdan içinde hangi tür bisküvi olduğu görülürdü. Bu kutular, içindekilerin herhangi bir kazaya kurban gitmemesi için zeminden 30 derece kadar yukarı bakacak şekilde meyilli konulurdu. İstenen tür bisküvi, bakkal tarafından kâğıttan bir kesekâğıdına doldurulup tartılarak müşteriye verilirdi. En bilinen markalar ise; Ülker, Eti ve Besler’di.
2. ARAP SABUNU: Deterjanların günümüzdeki gibi yoğun bir biçimde henüz günlük hayata girmediği yıllarda, temizlik işlerinde çoğunlukla arap sabunu ya da beyaz kalıp sabunlar kullanılırdı. Kalıp sabuna nazaran temizleme kabiliyeti daha yüksek olan “arap sabunları” bakkallarda, kesif kokusundan dolayı dükkânın genellikle dışına konulan bir tenekenin içinde muhafaza edilirler, bakkal tarafından metal bir kaşık yardımıyla, naylon torbanın içine doldurulduktan sonra tartılarak satılırlardı. Görüntüleri itibarıyla ağdalı-sümüksü kıvamlarından, sarı renklerinden ve kendilerine has oldukça itici kokularından beklenmeyen temizleme özellikleri, onların bulaşık hariç hemen her yerde kullanılmalarına neden olurdu. Yerlerin, merdivenlerin, muşambaların, çamaşırların arıtılması işlemlerinde kadınların en büyük yardımcısı olan arap sabunları, artık günümüzde iyice gözden düştüler. Bu sabunları satan bakkal da kalmadı.

3. AYI OYNATICILAR: Çingenelerin tekelindeki bu meslek grubunda ekip, elinde tef ve uzunca bir sopa olan kavruk bir çingene ile, beline sardığı zincirin ucu, burnuna geçirilen halkaya takılmış bir ayıdan oluşmaktaydı. Daha çok turistik yerler ve sokak aralarında boy gösteren bu ikili ekibin gösterisi, tefi dokuz-sekizlik aksak bir ritmle çalarak şarkı söyleyen çingenenin, arada bir elindeki sopayla ayıyı dürtmesinden sonra hayvanın tempoya uygun hareketlerle zıplaması, sopaya tutunarak iki ayağının üzerinde dikilmesi ve bazen de yere yatarak bayılma numarası yapmasından oluşan ilginç bir şovdan ibaretti. En çok tutulan gösteri ise; “Kocaoğlan, hamamda karılar nasıl bayılır?” sorusunun ardından ayının bayılma numarası yapmasıydı. Gösteri bitince çingene kasketini çıkararak, etraflarında halka olan seyircilerden bahşiş toplardı. 1980’lerde ayı oynatmak kesinlikle yasaklandı. Hayvanlar toplanarak, Uludağ’da oluşturulan ayı yetiştirme ve rehabilitasyon merkezine götürüldüler.

4. AYŞEGÜL ÇOCUK KİTAPLARI: Fransız yapımı renkli ve resimli A4 ebatlarında, parlak kalın kâğıda baskılı çocuk kitapları vardı. İçindeki çizimler renkli fotoğraf kalitesinde ve güzelliğinde, hemen her türlü detay düşünülerek hazırlanmış, o günler için oldukça lüks sayılabilecek bu kitaplar, ortalama 16 sayfa civarındaydılar. Türkiye baskılarında Ayşegül adı verilmiş hayalî bir Fransız kız çocuğunun; evde, okulda, piknikte, tatilde, uçakta, köyde, tiyatroda, yaşgününde... şeklinde senaryolaştırılmış serî maceralarını anlatmaktaydı. Bu kızın Fındık adında kahverengi bir köpeği ve hiç de Türkiye şartlarıyla benzerlik taşımayan bir yaşam biçimi vardı. Ailecek bahçeli lüks bir köşkte otururlar, kilisenin bahçesinde oynarlar ve sık sık istakoz yiyip, uzak ülkelere tatile çıkarlardı.

5. BONCUKLU KASAP KAPILARI: Kasap dükkânlarının kapılarında, özellikle yaz aylarında kapıyı yere kadar tamamen örten, pervazın üzerine tutturulmuş dikey iplere dizili rengârenk boncuklardan oluşan, genellikle sinek benzeri uçucu haşeratın içeriye girmesini engelleyen siperlikler olurdu. İçeriye girmeniz için, bu boncukları ortalarından tutarak, uzun bir saçı at kuyruğu yapmak için toplar gibi bir elinizle tutup kenara itmeniz yeterli olurdu.

6. CİN ALİ ÇOCUK KİTAPLARI: 1970’lerde revaçta olan ilkokul çocuklarına yönelik “Cin Ali” adlı kare şeklinde 16 sayfadan oluşan, siyah-beyaz çok enteresan kitaplar vardı. Ali adlı çocuğun, belli bir seriyi takiben; okuldaki, piknikteki, denizdeki, müzedeki, törendeki, dişçideki ve hayvanat bahçesindeki müthiş heyecanlı (!) maceralarına yer veren kitaplardaki çizimler çöp çizgilerden oluşmaktaydı. Herşey ama herşey birkaç çizgiden ibaretti; evler, arabalar, insanlar, hayvanlar, eşyalar... Kollar ve bacaklar ve vücutlar çöpten ibaret olup herhangi bir organ ihtiva etmemekteydi. Kafalarsa bir yuvarlaktan müteşekkildi. Okuyan çocuğun resimleri kolayca taklit ederek çizebilmesine imkân vermek amacıyla düşünüldüğü muhtemeldi. Her çocuğun çantasında bu serinin en az 1-2 kitabı mevcuttu. 80’lerden itibaren çocuk kitapları sektöründeki hızlı gelişim, Cin Ali kitaplarının da sonu oldu.

7. CİVCİV BESLEMEK: 80’li yıllarda moda olan trendlerden biri de evlerde civciv beslemekti. Pazarlarda ve hatta sokak aralarında satılan civcivlerden 3-5 adet satın alınır, bunlar yazın evlerin balkonlarında, kışınsa odanın içinde kuytu bir köşede, yanlarında birkaç havalandırma deliği açılıp zemini samanla döşenen bir ambalaj kutusunun içine konulur, kutunun üzerinden de içeriye ısıtma ve aydınlatma amaçlı, sürekli yanan bir ampul sarkıtılırdı. Hevesle başlanan bu bakım işi giderek tavsar, civcivler birer ikişer telef olmaya başlar, sonunda da yaşamayı başaran kalanları piliç mertebesine ulaşıp da, sürekli kutudan çıkmaya, eşyaların üzerinde uçmaya, etrafa tüy dökerek yerleri pisletmeye başladıklarında kesilip ailecek yenilirlerdi. Apartman dairelerinde kümes hayvanı beslemek gibi ekstrem girişimleri olan aileler için, bir gecelik ziyafet uğruna o zahmeti ve kokuyu aylarca çekebilmek ne derece çekiciydi, bilinmez...

8. YASSI DİKDÖRGEN PİLLER: Yaklaşık 5X5 santim ebatlarında kırmızı-beyaz renkli yassı piller vardı. “Berec”, “Ki-wi” gibi markalardaydılar. Bunlar daha çok el radyolarının arkalarına kayışla sabitlenirlerdi. 4.5 volttular. Artı kutuplarının olduğu yerlerde teneke iki adet kulakçıkları olurdu. Çok pratik ve kullanışlı olan yassı piller 80’lerin sonunda piyasadan silindiler.

9. YÜNDEN ASTRONOT BAŞLIKLARI: Aya ilk insanın ayak bastığı 1969 yılından sonra, astronot başlıklarından esinlenerek moda olan çocuk başlıkları vardı. Hemen her çocuğun en az bir adet yünden astronot başlığı olup, bunlar çeşitli renklerde ve genelde -astronotlarda olsa oldukça komik kaçacağı kesin- tepelerinde birer ponpon ihtiva ederlerdi. Tek parçadan müteşekkil bu teknolojik(!) koruyucuların ön kısmındaki açık bölümünden, giyen çocuğun gözleri ve burnu gözükürdü. Ağız kısmını tamamıyla örttüğünden dolayı, ayrıca kaşkol sarılmasına gerek kalmazdı. Başlık kafaya sıkıca yapıştığından, çıkarıldıklarında saçlar ıpıslak ve şekilsiz görünümlerini bir süre korurlardı.

10. ÇOCUK ZAPTETME KAYIŞLARI: Küçük çocukların yolda yürürken sağa-sola ani hareketlerle koşarak herhangi bir kazaya uğramalarını önlemek, bir nevî dizginlemek için kayışlar icat edilmişti. Bebek mağazalarında satılan bu deri kayışlar, yumurcağın omuzları ve koltukaltlarından dolanarak bağlanırlardı. Yaklaşık 1 metre uzunluğundaki kayışın ucu da ebeveynin elinde olurdu. Çocuk, kayış yardımıyla sık sık frenlenirdi. Anne-babalar da hem çocuğu kucakta taşımak zahmetinden kurtulurlar, hem de güvenli bir şekilde çocuğu bir ölçüde serbest bırakırlardı. Görüntü olarak gerçekten de itici olan bu uygulama, 80’lerde tamamen yok oldu.
 
OP
anneyimben

anneyimben

Daimi Üye
Katılım
9 Eylül 2008
Mesajlar
628
Tepki
598
Puan
93
Konum
istanbul
11. ÇORAPTAN ÖRGÜ PASPASLAR: Özellikle 70’lerde moda olan bu paspaslar, hamarat evkadınları tarafından, kaçtıkları için giyilemeyecek durumdaki kadın çoraplarının malzeme olarak kullanıldığı, kalın şişlerle örülen ev eşyalarıydılar. Kapı önlerine ve evin muhtelif yerlerine serilirler ve kışın da yerin soğuğunu oldukça önlerlerdi. Hem eski çoraplar değerlendirilir, hem de bedavaya paspas sahibi olunurdu. Bu parlak fikir, 80’lerden sonra tüketim toplumu tarafından avam kabul edilerek, kaçmış çoraplar direkt çöp kutusuna atıldılar.

12. CUMARTESİ EĞİTİM-ÖĞRETİM: İlk ve ortaokullar, 1974 yılına kadar Cumartesi günleri de öğrenime devam ettiler. Cumartesileri diğer günler gibi tam değil yarım gün kabul edilirdi. Bu yüzden öğretim iki saatti. İlk ders 1 saat sürer, sonra on dakika teneffüs olur, ardından da 40 dakikalık ikinci ders yapılır ve bahçede hep bir ağızdan İstiklal Marşı okunduktan sonra birbuçuk günlük hafta sonu tatiline girilirdi. Bu uygulama 1974-75 öğretim yılından itibaren kaldırılarak, Cumartesi günü tam gün tatil kabul edildi.

13. DALYANLAR: Boğaziçi’nde ve Marmara kıyılarında 60’larda yoğun olarak, 70’lerde de azalarak kurulan dalyanlar vardı. Kıyıya yakın sığca kesimlerde denizin dibine ağaç kazıklar çakılarak bunların arasına geniş ve hacimli balık ağları gerilirdi. Balık sürüleri geçerken bir ucu torba gibi açık olan dalyan ağlarından içeri girerler, bir süre sonra da dalyanın ağzı kapatılarak içindeki balıklar kıyıya çekilirdi. Dalyan tahtalarının birinde dalyan gözcüsü sürekli nöbet beklerdi. Görevi ağa balık sürüsü girince, tuzağın ağzını kapatmaktı. En meşhur dalyanlar Boğaz’da akıntının yoğun olduğu noktalarda kurulu olan Kavaklar, Sarıyer, Beykoz, Çubuklu ve Salacak ile Marmara kıyılarında Yenikapı ve Bakırköy dalyanlarıydı. 80’lerde balık türlerinin ve sayılarının İstanbul sularında giderek azalması sonucu dalyanlarda birer ikişer tarihin derinliklerine gömüldüler.

14. DEVAM SA:3 SÜ:5’DE: 80’lerin sonlarına dek gazetelerin ilk sayfalarında yer alan haberler, şimdiki gibi özet olarak sunulmaz, direkt konuya girilerek makale tarzında anlatılmaya başlanırdı. Kendine ayrılan yerin sonuna gelindiğinde de, haber nerede kaldıysa (çoğu zaman cümlenin ve hatta kelimenin ortasında) kesilir, altındaki satıra da koyu harflerle; “devamı sa:3 sü:5’de” gibi ilginç bir ibare konulurdu. Yani bu açıklama, haberin orada bitmediğini ve devamının, gazetenin üçüncü sayfasının beşinci sütununda olduğunu belirtmeye yarardı. Artık günümüzde ilk sayfada kısa bir özetin altına; “devamı 3’de” gibi ibareler konulmakta ve adı geçen iç sayfada haber bir bütün olarak en başından sunulmaktadır.

15. KOYUN POSTUNDAN YAYGILAR: 70’li yıllar denenmemişlerin denendiği yıllar olduğundan dolayı, o yıllarda evlerde enteresan bir yenilik daha yerini aldı; “koyun postundan yaygılar”... Çoğunlukla kurban bayramını müteakip, kesilen hayvanın postu biraz alacalı ya da bol tüylüyse, herhangi bir hayır kurumuna verilmek yerine özel birtakım işlemlerden geçirilerek yıkatılıp temizletildikten sonra, kokuları olabildiğince giderilir, alt kısımları tabaklatılır, tüyleri parlatılarak yumuşatılır ve de daire kapısının girişi ya da misafir odasının ortası gibi evin en görünen bir yerine yayılırdı. Postlar bunca işlemden geçtikten sonra deforme olup pelte gibi iyice kendilerini saldıkları için, görenlerde, üzerinden tır ya da silindir geçtikten sonra dümdüz bir vaziyette odanın ortasına yapışmış ölü bir kuzu intibaı uyandıran bu yaygılar, üzerlerine basıldığında muşambanın veya taşın üzerinde kolaylıkla kayarak, basanları sık sık düşürme özelliğine de sahiptiler. 80’lerden sonra insanlar bu yanlıştan döndüler ve evlerine normal kilimler ve halılar sermeye başladılar.

16. EGZOST BORUSU ÇIKARTILMIŞ OTOMOBİLLER: 1970’lerde ve 80’lerin sonlarına kadar, özellikle gençler arasında Murat-124 marka otomobillerin egzost boruları çıkartılarak sokak aralarında hızla dolaşma modası vardı. Egzost borusu olmayan otomobil çok kuvvetli bir mide-bağırsak gurultusu ile aşırı zorlanarak yellenme sesi arası bir gürültü çıkarırdı. Bu otomobillerin koltukları çoğunlukla koyun postuyla kaplanmış olur ve tavanıyla arka camların iç kısımlarına ağırlıklı olarak mor ya da kırmızı ince lambalar monte edilmiş olurdu. Pioneer marka kasetli teyplerinde sürekli Orhan Gencebay ya da Ferdi Tayfur çalardı. Ön ve arka çamurluklar ise özel kaplama olurdu. Ön camın içine olabilen herşey süs eşyası olarak asılı dururdu. Camın arkasında da o yıllarda moda olan ve çoğu arabada birer tane bulunan, arabanın hareketiyle birlikte kafası sağa-sola titreşen oyuncak bir de köpek bulunurdu. Arabanın turlama esnasında çıkardığı bu enteresan sesin nereden geldiğini görmek için çoğu insanın evlerin pencerelerinden dışarı uzanmalarına yol açan Murat-124 marka otomobillerin 90’larda yollardan çekilmesiyle bu moda da rafa kalktı.

17. EL RADYOLARI: Avuçiçinden biraz daha büyük ve arkalarında mutlaka yassı bir pili olan, band aralığı dar ve parazitli, derinden gelen bir sese sahip, yanlarında uzayabilen antenleri olan radyolar, özellikle erkekler tarafından çok rağbet görürdü. Bilhassa Pazar günleri TRT’nin canlı yayınladığı lig maçları, kulaklara sıkıca yapıştırılan bu el radyolarından takip edilirdi. Halihazırda radyosu olmayan otomobillerde ve diğer araçlarda da torpidonun üzerindeki yerlerini alırlar ve yol boyunca açık olurlardı. Paraziti en aza indirmek için, dinleyenler sık sık yönlerini değiştirmek zorunda kalırlardı.

18. EV ŞEKLİNDE BİBLO BAROMETRELER: Çoğu evde teknik göstergelerinden çok süs amaçlı kullanılan barometrelerden vardı. Çoğunlukla ön tarafı iki kapılı, çatısı ve yanlarında pencereleri olan tahtadan bir ev şeklindeki biblonun kapılarından birinde şemsiyeli bir adam, diğerinde ise elinde çiçek demeti taşıyan bir kadın biblosu olurdu. Bunlar orta noktasından yere vidalanmış uzunca bir tahtanın iki ucuna sabitlenmiş figürlerdi. Evin üzerindeki barometrenin alçak ve yüksek basıncı göstermesine göre, uzun tahtaya bağlı bir düzenek yardımıyla figürlerin birinden biri evin dışına çıkarken, diğeri otomatikman içeri kaçardı. Şemsiyeli adam evin dışına çıktıysa havanın bozacağı, çiçekli kadın dışarı çıktıysa havanın güzel olacağı ima edilmekteydi. Günümüzde ise evlerde değil barometre, termometre dahi asılı değil.

19. MAKRAMELER: 70’li yılların sonunda başlayıp 80’li yılların ortalarında son bulan bir moda olarak ev hayatına giren makrameler, ev kadınları tarafından misafir odalarının pencerelerine ya da oda kapısının iki yanındaki pervazlara asılırlardı. Makrame; balık ağı formunda örülmüş renkli iplerin içine konulmuş bir çiçek saksısı, yine bu iplerin tepede birleşerek bir çengelde son bulduğu enteresan bir süs eşyasıydı. Daha çok dökümlü yaprakları olan çiçekler bunların içine yerleştirilir ve evin muhtelif yerlerine asılırlardı. Makramelerin alt kısımları ve taşıyıcı ipleri de dökümlü boncuklarla süslenirdi. Farklı şekillerde olup, havada sürekli sallanıp duran makramelerin modelleri, kadınlar tarafından kazak örneği alınır gibi birbirlerinden alınır-verilirdi. Kadın dergileri her hafta “Haydi hanımlar gelin, evde makrame yapalım!” gibi cezbedici (!) sloganlarla yapım ekleri yayınlarlardı. Bunların içine oturtulan çiçeği sulamak da biraz hüner işiydi. Çünkü gereğinden fazla dökülen su, bir süre sonra makramenin yüksek irtifadan yere doğru işemesine neden olur, etrafa sıçrayan topraklı necis sular, pek de hoş olmayan görüntülere sebebiyet verirdi. Ne akla hizmeten icat edildiği bilinmeyen makramelerin modası da 80’lerden sonra kalmadı.

20. MANDOLİN: 60’larda ve 70’lerde ilkokul çocuklarına çalmaları için zorla dayattırılan bu İtalyan çalgısı, nedense çocuklar tarafından pek sevilmezdi. Okullarda öğretici kurslar dahi açılır, bütün kırtasiyelerde, kapağında çalgı çalan bir kız ve bir erkek çocuğu resmi olan mandolin metod kitapları satılırdı. Aylarca süren bir kurs dönemi sonunda müzik kulakları pek de gelişmemiş, ancak ebeveynlerinin baskısına karşı gelememiş bu yeni yetmeler, okulun salonunda bir de konser verirlerdi. Repertuarları da, üç ile beş arasında değişen basit okul şarkılarından teşekkül ederdi. Doğru notayı çıkarması oldukça güç ve beceri isteyen, gerili 4 çift telden oluşan, penayla çalınan mandolinlerin bu üçgen penaları, tremolo (seri vuruş) esnasında hep kırılır, görev sağlam olan köşeye devredilir, her üç tarafı da kırılana kadar kullanılırdı. Kurs sona erdiğinde çocuklar tarafından genellikle arkaları çevrilerek darbuka olarak kullanılan (içleri boş olduğundan, vurulduğunda bayağı da güzel de ses çıkaran) ve normal yüzlerinden çalındığında sazla buzuki arası bir ses veren mandolinlerin ses perdeleri de oldukça geniş sayılırdı. 80’lerde okullarda blok flüt modası başgösterince mandolinler de tamamıyla gözden düştüler.
 

єℓєησяα

Daimi Üye
Katılım
23 Temmuz 2008
Mesajlar
987
Tepki
945
Puan
93
Konum
єℓαzığ
Bunlara pazar gününün vazgecilmezi olan PAZAR KONSERİNİ de eklemeden gecemiycem..:D:D

Bir de şey vardı ya o zamanlar tv de kanal secimi yok öylee..Var bi TRT1 imiz oooo evlere şenlik..Geceye doğru yayın kapanırdı ve biz o kapanıştaki istiklal marşını bayrağın göndere cekilmesini büyük bi dikkatle sonuna kadar izlerdik...Taaa kii yayın bitip biippp sesii duyuncaya kadar...

Bunu da niye yapıyoduysak....:utandim::utandim::utandim:

:gul::gul::gul::gul:
 

tatlıpozan

Daimi Üye
Katılım
19 Ağustos 2008
Mesajlar
2.758
Tepki
3.215
Puan
113
Konum
Tekirdağ
:cokkomik:ya ben hatırlıyorum kapanıştaki istiklal marşında saygı duruşunda bile bulunmuştum küçükken ama:hihi:milliyetçi duygularım o zaman bile güçlüymüş.şimdi hoş bir anı oldu.
 

ilk_nur

Daimi Üye
Katılım
9 Aralık 2009
Mesajlar
32.413
Tepki
37.064
Puan
113
Konum
.....
10. ÇOCUK ZAPTETME KAYIŞLARI: Küçük çocukların yolda yürürken sağa-sola ani hareketlerle koşarak herhangi bir kazaya uğramalarını önlemek, bir nevî dizginlemek için kayışlar icat edilmişti. Bebek mağazalarında satılan bu deri kayışlar, yumurcağın omuzları ve koltukaltlarından dolanarak bağlanırlardı. Yaklaşık 1 metre uzunluğundaki kayışın ucu da ebeveynin elinde olurdu. Çocuk, kayış yardımıyla sık sık frenlenirdi. Anne-babalar da hem çocuğu kucakta taşımak zahmetinden kurtulurlar, hem de güvenli bir şekilde çocuğu bir ölçüde serbest bırakırlardı. Görüntü olarak gerçekten de itici olan bu uygulama, 80’lerde tamamen yok oldu.

__________________çok ilginçmiş ve çok ilkel:)
 

sadiye

Admin
Admin
Katılım
4 Mayıs 2010
Mesajlar
60.971
Tepki
56.321
Puan
113
Yaş
42
Konum
Almanya
Anilar canlandi gözümde. :gitme:

10. ÇOCUK ZAPTETME KAYIŞLARI: Küçük çocukların yolda yürürken sağa-sola ani hareketlerle koşarak herhangi bir kazaya uğramalarını önlemek, bir nevî dizginlemek için kayışlar icat edilmişti. Bebek mağazalarında satılan bu deri kayışlar, yumurcağın omuzları ve koltukaltlarından dolanarak bağlanırlardı. Yaklaşık 1 metre uzunluğundaki kayışın ucu da ebeveynin elinde olurdu. Çocuk, kayış yardımıyla sık sık frenlenirdi. Anne-babalar da hem çocuğu kucakta taşımak zahmetinden kurtulurlar, hem de güvenli bir şekilde çocuğu bir ölçüde serbest bırakırlardı. Görüntü olarak gerçekten de itici olan bu uygulama, 80’lerde tamamen yok oldu.

Yalniz bu cok iticimis hic duymadim böyle birsey. :hayir:
 

Arina

Daimi Üye
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
49.102
Tepki
50.485
Puan
113
Yaş
40
Konum
..
3. AYI OYNATICILAR: Çingenelerin tekelindeki bu meslek grubunda ekip, elinde tef ve uzunca bir sopa olan kavruk bir çingene ile, beline sardığı zincirin ucu, burnuna geçirilen halkaya takılmış bir ayıdan oluşmaktaydı. Daha çok turistik yerler ve sokak aralarında boy gösteren bu ikili ekibin gösterisi, tefi dokuz-sekizlik aksak bir ritmle çalarak şarkı söyleyen çingenenin, arada bir elindeki sopayla ayıyı dürtmesinden sonra hayvanın tempoya uygun hareketlerle zıplaması, sopaya tutunarak iki ayağının üzerinde dikilmesi ve bazen de yere yatarak bayılma numarası yapmasından oluşan ilginç bir şovdan ibaretti. En çok tutulan gösteri ise; “Kocaoğlan, hamamda karılar nasıl bayılır?” sorusunun ardından ayının bayılma numarası yapmasıydı. Gösteri bitince çingene kasketini çıkararak, etraflarında halka olan seyircilerden bahşiş toplardı. 1980’lerde ayı oynatmak kesinlikle yasaklandı. Hayvanlar toplanarak, Uludağ’da oluşturulan ayı yetiştirme ve rehabilitasyon merkezine götürüldüler.


Bizim burda baya olurdu:D Ta 7. kattan para atardık :kptmya:
 

nk83

Admin + Sitenin Hikaye Yazarı
Admin
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.293
Tepki
83.529
Puan
113
Konum
İstanbul
4. AYŞEGÜL ÇOCUK KİTAPLARI

Evet ya Ayşegül ve Şebnem bilmem nerde kitapları :hihi: ben bayılırdım bunlara :istebu:

7. CİVCİV BESLEMEK
Ay çok komedi civcive yatak bile yapmıştım garibim bir türlü içine yerleşemediydi birde kıyamam ölürdü annem kapı açıktı kaçmış derdi yersen tabi :ko

17. EL RADYOLARI
Hala çok severim :D
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst