Mehdi (A.S) döneminde cahil, cimri ve korkak olan kimse anında âlim, cömert ve cesur

E

esmanur

Misafir
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, âhir zamanda Mehdi (A.S)’ın geleceğini müjdeleyerek, O’nun için “ümmetimin en hayırlısı” buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Bir gün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur`ân-ı Kerim`e bakınız. Kur`ân-ı Kerim`e aykırı bir hadîsim olamaz.” buyurarak hadîsleri için bir ölçü buyurmuştur.

Biz de inşallah Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in vaaz ettiği ölçüye uyarak, Derslerimizde yer alan hadîs-i şerifleri Kur’ân-ı Kerim âyetleri ve Kur’ân-ı Kerim’e uygun diğer hadîsler ışığında açıklayacağız.

Derslerimizdeki hadîslerin açıklamalarında geçmiş olan âyet ve diğer hadîsleri aşağıdaki listede bulabilirsiniz.

AÇIKLAMALARDA GEÇEN ÂYET-İ KERİMELER

15/HİCR-26
91/ŞEMS-7
32/SECDE-9
33/AHZÂB-72
11/HÛD-29
42/ŞÛRÂ-13
2/BAKARA-120
2/BAKARA-268
10/YÛNUS-62,63
6/EN'ÂM-82
51/ZÂRİYÂT-56
16/NAHL-99,100
89/FECR-27,28,29
AÇIKLAMALARDA GEÇEN HADÎS-İ ŞERİFLER

En hayırlınız, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.
“İnsanların kendisine gıpta ettiği iki kişi vardır: Birisi Allah kendisine ilim vermiş, bu ilmi Allah yolunda kullanıyor, harcıyor, insanlara veriyor; diğeri Allah, kendisine mal vermiş, o malı Allah yolunda tüketiyor, başkasına veriyor.”
MEHDİ (A.S) DÖNEMİNDE; CAHİL, CİMRİ VE KORKAK OLAN KİMSE, ANINDA ÂLİM, CÖMERT VE CESUR OLUR.

Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz: “En hayırlınız, Kur’ân-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir.” buyurmaktadır. Mehdi (A.S), Kur’ân-ı Kerim`i Allah`tan öğrenen ve öğretendir.

Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Bir gün benim hadîslerim tartışma konusu olacak. Tartışma konusu olduğu günlerde Kur`ân-ı Kerim`e bakınız. Kur`ân-ı Kerim`e aykırı bir hadîsim olamaz.” buyurarak hadîsleri için bir ölçü buyurmuştur.

Bu dersimizde inşallah, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in vaaz ettiği ölçüye uyarak: “Mehdi (A.S) döneminde cahil, cimri ve korkak olan kimse anında âlim, cömert ve cesur olur.” hadîs-i şerifini Kur’ân âyetleri ve Kur’ân’a uyan diğer hadîslerin ışığında açıklayacağız.

Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, âhir zamanda Mehdi (A.S)’ın geleceğini müjdeleyerek, O’nun için “ümmetimin en hayırlısı” buyurmuştur.

Mehdi (A.S) ve Dabbetul Arz Hz. Süleyman (A.S)’ın mührüyle çıkacak ve bu mühürle mü’minlerin yüzünü ağartacaktır. Mehdi (A.S), Hz. Musa’nın âsâsıyla çıkacak ve bu âsâyla kâfirlerin burnunu kıracaktır.

Mehdi (A.S) İslâm âlemi için Allah`ın en büyük lütfudur, ni’metidir; Allahû Tealâ, nurunu On’unla tamamlayacaktır. Mehdi (A.S), ümmetin en hayırlısıdır. Çünkü O, unutulan Kur’ân-ı Kerim’i, Allah`ın öğretisiyle insanlara tekrar öğrecek ve yaşatacaktır.

Hadîslerin tartışma konusu olduğu günümüzde İslâm`ın 5 şartıyla, geleneksel İslâm tatbik edilmektedir. İslâm’ın 5 şartıyla kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değildir. Ama bu tatbikatın arkasında olanlar sözde bir hadîsi öne sürmekteler:

“Bir bedevî Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in yanına gelmiş ve sormuş: “Ey Allah’ın Resûl’ü ben cennete gitmek istiyorum ne yapayım?” Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Namaz kıl, oruç tut, zekât ver, hacca git ve kelime-i şahâdet getir. Bunları yaptın mı tamamdır.” demiş.
Bedevi: “O zaman cennete girer miyim?” diye sormuş.
Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Evet girersin.” diye cevap vermiş.”

Bu hadîse dayandırılarak Kur`ân-ı Kerim rafa kaldırılmış, herkes İslâm’ın 5 şartına kilitlenmiştir. Bu hadîs, Kur’ân-ı Kerim`le karşılaştırıldığında, hiç kimsenin İslâm’ın 5 şartıyla kurtuluşa ulaşamayacağı neticesine varılmaktadır.

Bu sebeple; hadîsle dîn öğretenlerin, hadîsler tartışma konusu olduğunda, hadîsi mutlaka Kur`ân-ı Kerim’le karşılaştırmaları lâzımdır.

Allahû Tealâ, Hicr Suresinin 26. âyet-i kerimesinde diyor ki:

15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

Fizik beden bu (zahirî) âleme aittir. Şems Suresinin 7. âyet-i kerimesinde berzah âlemine ait olan ve dizayn edilen bir de nefsimiz olduğu ifade edilmektedir:

91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

Allahû Tealâ, Secde Suresinin 9. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

Allahû Tealâ Ahzâb-72’de “cahil ve zalim” olmak üzere nefsimizin iki afetini belirtmektedir:

33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

Emanet, Allah`ın bize üfürdüğü ruh; emaneti yüklenen ise fizik beden ve nefstir. Emanet olan ruhumuzu Allah`ın emrettiği dizayn içerisinde Allah’a teslim etmemiz gerekmektedir. Burada cehalet ve zulüm olmak üzere nefsimizin iki tane afeti belirtilmiştir.

Hadîs-i şerifte: “Mehdi (A.S) döneminde cahil, cimri ve korkak olan kimse anında âlim, cömert ve cesur olur.” buyruluyordu.

Mehdi (A.S) dönemi, hidayet çağıdır (asrıdır). Allahû Tealâ’nın Mehdi (A.S)’a vermiş olduğu “Mehdi” ismi, “hidayete ermiş, hidayete vesile olan, erdiren” mânâsındadır. Kim Allah`ın Kur’ân-ı Kerim’de vaaz ettiği hidayeti dilerse, anında cahil, cimri ve korkak olmaktan kurtulur; âlim, cömert ve cesur olur.

Hûd Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Nuh (A.S) kavmine tebliğ ediyor:

11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn (techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah’a aittir. Ve ben âmenû olanları ((Allah’a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab’lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.

Nuh (A.S.)’ın kavmine tebliği, ruhun dünya hayatında Allah`a ulaşmasıdır; Allah`a davettir. Tebliğin, Allah’a davet olduğu: “Ben bu yanımdaki âmenû olanları yanımdan kovamam; onlar mutlaka Allah’a mülaki olacaklardır (ulaşacaklardır).” ifadesinden net olarak anlaşılmaktadır. Allahû Tealâ âyetin sonunda: “Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.” buyurmaktadır.

1. KİŞİ CEHALETTEN KURTULUP NASIL ÂLİM OLABİLİR?

Allah`a ulaşmayı dileyen insan anında cahil olmaktan kurtulur. Çünkü, Allahû Tealâ Şura-13’te: “Kim kalben Bana ulaşmayı dilerse Ben onu Kendime ulaştırırım.” buyurmaktadır:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Allahû Tealâ verdiği söz gereğince kişinin ruhunu Kendisine ulaştıracaktır. Kişi cahil, cimri ve korkak iken Allah’a ulaşamayacağına göre, Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilediği an, Allahû Tealâ onu cehalet, cimrilik ve korkak olmaktan kurtarır. Kişi hidayeti dilediği an, bu bir tek dilek ile cehaletten, cimrilikten ve korkak olmaktan kurtulur, anında alim, cömert ve cesur olur.
Allahû Tealâ, Bakara-120’de buyuruyor ki:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden (asla) razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.

Cehalet standardı içerisinde olan, bi’datlarla dîn yaşantısını sürdüren ehl-i kitap (nasranî ve yahudiler) babalarının dînini yaşamaktaydılar. Allahû Tealâ: “Sen, onların dînine tâbî olmadıkça onlar senden razı olmazlar.” buyurmaktadır.

Âyet-i kerimede Allahû Tealâ cehalet standartından kurtulabilmenin tarifini veriyor: “kul inne hudâllâhi huvel hudâ”, “De ki: Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (var ya) işte o, hidayettir.” Âyetteki: “ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi” ifadesiyle de Allahû Tealâ, “Allah’a ulaşmanın hidayet olduğuna” ilim demektedir.

İnsanı cehaletten kurtaran, âlim yapan ilim; Allah’a ulaşmayı dilemektir! Hidayeti Allahû Tealâ`nın Kur’ân-ı Kerim’de tanımladığı biçimiyle öğrenip yaşamadıkça hiçkimse şeytana kul olmaktan kurtulup Allah`a kul olamaz, felâha ulaşamaz, Allah`a teslim olamaz, Allah`ın hiçbir güzeliğine kavuşamaz!

Allahû Tealâ Bakara-120’deki: “Sana gelen bunca ilimden sonra eğer onların hevalarına uyarsan andolsun ki; Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.” ifadesiyle, hidayeti dilemeyen bir insanın, hevasına tâbî olduğunu, mürşidine ulaşmasının mümkün olmadığını beyan etmektedir. Kişi hidayeti dilediği an, hevasına tâbî olmaktan kurtulur, Allahû Tealâ onu mürşidine ulaştıracaktır.

2. KİŞİ CİMRİLİKTEN KURTULUP NASIL CÖMERT OLABİLİR?

Kişinin nefsinin kalbinde 19 tane afet vardır. Allah’a ulaşmayı dilemeyen insan hevasına tâbîdir, şeytan da nefsin 19 tane afetine negatif istikamette tesir eder. İblis tesiri ile kişiyi cimriliğe sevk etmektedir.

Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 268. âyet-i kerimesinde diyor ki:

2/BAKARA-268: Eş şeytânu yeidukumul fakra ve ye’murukumbil fahşâi vallâhu yeidukum magfireten minhuve fadlâ(fadlan), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Şeytan size fakirlik vaadeder ve size fuhşuyatı emreder. Allah ise size kendinden mağfiret ve fazl vaadediyor. Allah, Vâsi’dir, Alîm’dir.

Şeytan bütün afetlere tesir eder; cimrilik afetine de tesir etmek suretiyle kişiyi fakirlikle korkutur: “Verme, niye vereceksin?” der.

Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an, 4. basamakta Allah o kişinin üzerine Rahmân esmasıyla tecelli eder ve ona peşpeşe 7 tane furkan verir.

basamakta: herkes olayları yaşar.
basamakta; olayları yaşayan tüm insanlar, yaptıkları değerlendirme neticesinde Allah tarafından “seçilenler ve seçilmeyenler” olmak üzere iki guruba ayrılır.
basamakta; seçilenlerden her kim Allah’a ulaşmayı kalben dilerse Allah onu mutlaka Kendisine ulaştıracaktır.
basamakta; Allah kişinin üzerine Rahmân esmasıyla tecelli eder ve ona peşpeşe 7 tane furkan verir.
basamakta; o kişinin baş gözünde hicab-ı mestureyi alır; 1. furkan, 1. ihsan. Basar hassasının üzerindeki gışavet adlı perdeyi alır; 2. furkan, 2. ihsan. O kişi daha evvel irşad kademesini alelâde bir insan olarak görürken artık onu irşad kademesi olarak görmeye başlar.
basamakta; Allahû Tealâ kişinin kulaklarında işitmeye mâni olan engeli, vakrayı kaldırır; 3. furkan, 3. ihsan. Sem’î hassasının mührünü açar; 4. furkan, 4. ihsan. Kişi irşad kademesinin sözlerini alelâde sözler değil, Hakk’tan inen sözler olarak işitmeye başlar (mânâsına varır).
basamakta; Allahû Tealâ, fıkıh hassasının mührünü açar; 5. furkan, 5. ihsan. Ekinneti kaldırır; 6. furkan, 6. ihsan. Yerine ihbatı koyar; 7. Furkan, 7.ihsan. Artık o kişi Allah’ın sözlerini sadece işitmekle kalmaz, idrâk eder. Böylece o kişi işitenlerden, âmenû olanlardan olur ve akleden birisi olur.
basamakta; Allahû Tealâ akleden kişinin kalbine hidayetle ulaşır; 8. ihsan. (Tegâbun-11)
basamakta; Kaf-33’e göre, Allahû Tealâ, hidayetle kalbine ulaştığı kişinin kalbini, Kendisine çevirir; 9. ihsan.
basamakta; En’âm-125’e göre o kişinin göğsünden kalbine Rahmet yolu açar; 10. ihsan.
basamakta; artık o kişinin fizik bedeni zikretmeye başladığı an, zikirle birlikte Allah’ın katından salâvâtla gelen rahmet nurları göğsünden kalbine açılan yolu takip etmek suretiyle salâvât, Allah’ın katından aldığı yükü (rahmeti) o kişinin kalbine boşaltmasiyle. Kalp nura ulaşır; 11. ihsan. (Zümer-22)
basamakta; Hadid-16’ya göre huşû sahibi olan kişi hacet namazıyla mürşidini sorar; 12. ihsan.

Kişiyi huşû sahibi kılan Allahû Tealâ’dır. Allahû Tealâ’nın amacı, huşû sahibi olan kişinin hacet namazı kılması ve ardından ona mürşidini göstermektir. Allahû Tealâ, Bakara-45’e göre huşû sahiplerine mürşidi göstereceğini garanti etmektedir.


basamakta; kişinin hacet namazı kılması neticesinde kendisine mürşid gösterilir;
basamakta; kişi mürşidine tâbî olur. Allahû Tealâ mürşide tâbiiyet sırasında o kişiye 7 ni’metini de verir:


ni’met; devrin imamının ruhunun o kişinin başının üzerine gelip yerleşmesidir.
ni’met, kişinin kalbine îmânın yazılmasıdır.
nimet, bütün günahların sevaba çevrilmesi ve sevapların 1’e 10’dan 100’e çıkarılarak derecat sisteminin değişmesidir.
ni’met, ruhun Sıratı Mustakîm üzerine çıkmasıdır.
ni’met, nefs tezkiyesinin başlamasıdır.
ni’met, iradenin güçlenmeye başlamasıdır.
ni’met, fizik vücudun güçlenmeye başlamasıdır.
Hadîste ifade edilen olay, bu noktada gerçekleşmektedir. Yani kişi cimriyken Allahû Tealâ, vasıta emirleri ona sevdirir. Herşeyden evvel kişinin hidayeti (Allah’a ulaşmayı) dilemesiyle Allah, şeytanın o kişi üzerindeki negatif tesirini sıfırlar.

Kişi, nefsindeki afetler sebebiyle Allah’ın emirlerine isyan eden, yasak ettiği fiilleri işleyen bir yapıya sahiptir; ama o kişi mürşidine ulaştığı zaman Allahû Tealâ ona 7 ni’met vererek vasıta emirleri de nefse sevdirir. Evvelden kişi “Ben niye vereceğim?” diyerek cimrilik ederken mürşide ulaştığı zaman Allahû Tealâ’nın kalbine verdiği sevgiyle artık cömert oluyor, seve seve veriyor.

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in söylediği hadîslerle, Kur’ân âyetleri bir bütün olarak anlatıldığı zaman Kur’ân muhtevası içerisinde herşeyin dört dörtlük, yerli yerine oturduğu ve kişinin Allah’a ulaşmayı dilediği anda cömert olduğu görülmektedir. Hadîste “anında” ifadesi kullanılmaktadır. Çünkü insanlar için bir miktar zaman geçer ama Allahû Tealâ için zaman söz konusu değildir.

Unutulmamalıdır ki; Mehdi (A.S)’a Allah tasarruf etmektedir, bu cepheden incelendiğinde hadîs dört dörtlük olarak yerli yerine oturmaktadır.

3. KİŞİ KORKAKLIKTAN KURTULUP NASIL CESUR OLABİLİR?

Günümüzde dîn adamları “takva”yı lugat anlamıyla “Allah’tan korkmak” olarak açıklamaktadırlar. Aslında “takva” kelimesi, “vikâye” kökünden türeyen bir kelimedir ve “korunmak, sakınmak” anlamına gelmektedir. “Korku” anlamına gelmesi ise söz konusu değildir.
Allahû Tealâ, Yûnus Suresinin 62. ve 63. âyet-i kerimelerinde şöyle buyurmaktadır:

10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah’ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun da olmazlar, öyle değil mi?
10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.

“Havf” korkudur. Allahû Tealâ: “Allah’ın evliyaları için korku yoktur, onlar mahzun olmazlar.” buyurmaktadır. Bir insan, dîne ve ahiret hayatına inanıyorsa korkabileceği en büyük muhteva cehennemdir. Hadîs-i şerifte: “Mehdi (A.S) döneminde korkak olan kişi anında cesur olur.” buyruluyordu. Çünkü kişi, hidayeti dilemesi halinde, 1. kat cennetin Allah tarafından kendisine garanti edildiğini öğrendiğinde korkması için bir sebep kalmaz. Bir dilekle o kişi Allah’ın cennetine girecekse ve buna îmân etmişse; Allahû Tealâ’nın kendisine verdiği sözü, Allah mutlaka yerine getirecektir (Şûrâ-13).

Başlangıç noktasında kişi, cehennem korkusu içerisindeyken bu muhtevada Allah’ın âyetlerine dayanarak kendisine güven, îmân gelir.

Îmânın sahibi olmanın 4 özel şartı vardır. Kişi,

Allah’ın varlığına, birliğine inanacak.
Ruhun dünya hayatında Allah’a ulaşmasına inanacak.
Ruhu dünya hayatında Allah’a ulaştırmanın farz olduğuna inanacak.
Kendisi Allah’a ulaşmayı kalben dileyecek, bilecek ki kesinlikle dilediği takdirde 3. kat cennet ve dünya saadetinin yarısını Allah ona garanti etmektedir.
Hadîs-i şerif bunu doğrulamaktadır. Sadece Allah’a ulaşmayı dilemekle, cahil, cimri korkak olan birisi, anında âlim, cömert ve cesur olacak. Geri kalanı 6-7 ay süre içerisinde Allahû Tealâ tarafından gerçekleştirilmektedir.

En’âm Suresinin 82. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:

6/EN'ÂM-82: Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmanehumbi zulmin ulâike lehumul emnu ve hum muhtedûn(muhtedûne).
Âmenû olan kimseler ve îmânlarını zulümle karıştırmayanlar, işte onlar (korkudan) emindirler. Ve onlar hidayete erenlerdir.

Kişi bu noktada emin hale gelmiştir; çünkü artık, kalben Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde gizli şirkten kurtulacağını öğrenmiştir. Gizli şirkten kurtulanlara Allah’ın kesin vaadi 1. kat cennettir.

Allahû Tealâ Yunus-62, 63’te Allah’ın evliyalarından bahsetmektedir. Ama evliya olmak, bugünkü dîn adamlarına göre hemen hemen hiç mümkün değildir. Evliya olmanın mümkün olmadığı düşüncesi yanlıştır. Çünkü kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği an ermiş -evliya olamaz ama- Allah’ın dostu, evliyası olabilir. Allahû Tealâ diyor ki: “Bana ulaşmayı dileyeni mutlaka Ben Kendime ulaştıracağım.” (Şûrâ-13). Bir insan kalben Allah’a ulaşmayı dilediği an, Allahû Tealâ mutlaka onu Kendisine ulaştırır, artık o kişi için cehennem korkusu söz konusu olmaz. Yani kişi korkudan da kurtulur.

Rabia Sultan, sohbetini dinleyen insanlara: “Siz niçin ibadet ediyorsunuz?” diye sormuş. İnsanların bir kısmı: “Allahû Tealâ bizi cehennemine koymasın diye ibadet ediyoruz; çünkü cehennemden korkuyoruz.” demişler. Diğer bir kısmı da: “Allahû Tealâ bizi cennetine alsın diye.” demişler. Rabia Sultan: “Olmadı. Ben sadece Rabbimden şunu dilerim: Yâ Rabbim! Ne cehennem korkusu ne cennet ümidi, sadece Senin için ibadet ediyorum, Zât’ını diliyorum, ben rızanı istiyorum.” diyerek cevap vermiş.

Cennet ümidi de cehennem korkusu da insan nefsinin talepleridir. Allahû Tealâ’nın istediği şey, insanın yaratılış gayesi olan, “Allah için olmak”tır. Kişi Allah’ın kulu olursa, Kâinatın Sahibinin kulu olur. Allah dilerse mükâfat, dilerse mücâzat verir. Allahû Tealâ sevdiği bir kulunu çok ötede mükâfatlarla teçhiz eder.


Allahû Tealâ, Zâriyât-56’da buyuruyor ki:

51/ZÂRİYÂT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni).
Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar diye yarattım.

Hadîs-i şerifte: “Mehdi (A.S) döneminde anında cahil, cimri ve korkak olan birisi âlim, cömert ve cesur olur.” denilmektedir.

Kişi cahilken, Allah’a ulaşmayı dilemekle âlim oluyor; cimriyken, tâbiiyetle Allahû Tealâ vasıta emirleri ona sevdiriyor; korkakken Allah’a ulaşmayı dileyip gizli şirkten kurtulduğu an emin (cesur) oluyor.


Allahû Tealâ Nahl Suresinin 99. ve 100. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

16/NAHL-99: İnnehu leyse lehu sultânun alellezîne âmenû ve alâ rabbihim yetevekkelûn (yetevekkelûne).
Çünkü onun, âmenû olanlar ve Rab’lerine tevekkül edenler üzerinde bir sultanlığı (yaptırım gücü) yoktur.
16/NAHL-100: İnnemâ sultânuhu alellezîne yetevellevnehu vellezîne hum bihî müşrikûn (müşrikûne).
Onun (şeytanın) sultanlığı (yaptırım gücü) sadece ona (şeytana) yönelenlerin ve onunla (şeytanla), (Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için) Allah’a şirk koşanların üzerindedir (onları etkiler).

Allah’a ulaşmayı dileyen, âmenû olan ve Allah’ı vekil kılanların üzerinde şeytanın sultanlığı yoktur. Kişi, kalben Allah’a ulaşmayı dilediği an Allah şeytanın o kişi üzerindeki negatif tesirini sıfırlar. Mürşide tâbî olduğu an, Allah vasıta emirleri de sevdirir. Sebebi, Allah’ın Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde: “Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).” diyerek verdiği sözdür.

Allahû Tealâ’nın kişiye verdiği söz gereğince kişi Allah’a ulaşmayı dilediği zaman anında o negatif sıfatlardan kurtulur. Allahû Tealâ’nın istediği gibi âlim, cömert ve cesur olur. Kişinin ruhunu Kendisine ulaştıran Allahû Tealâ’dır. Allahû Tealâ’nın emrettiği muhteva içerisinde hem maddî hem manevî yeterlilik noktasına kişiyi Allah ulaştırır.

İnsanlara göre “zengin” parası çok olan kişidir. Allah’a göre zengin, parası çok olan değil; Hakk’ın kendisine verdiğine kanaat edendir; kişi mutmainne kademesinde bu noktaya ulaşır.

İnsanlara göre “fakir” parası olmayan kişidir. Ama Allah’a göre fakir, kalbinde Allah’ın âyetleri bulunmayandır. Kişi, Allah’a ulaşmayı dilediği an Allah’ın 7 furkanı ona vermesiyle artık işitmeye başlar ve kalbine Allah’ın âyetleri nakşedilir. Fakir olmaktan Allah’ın eliyle kurtulur.

Furkanları ve ihsanları veren Allah’tır. Mürşide ulaştığı zaman 7 ni’metle onu teçhiz eden yine Allah’dır. Zikre başladığında Allah, kalbine âyetleri bir bir nakşeder. İnsanı, Allah’a göre fakirlikten yine Allah kurtarır. Zaten bütün insanların hayatlarını Allah’ın ölçüleriyle tanzim etmeleri gerekmektedir. Allahû Tealâ, kişiyi o yeterliliğe zikirle kavuşturur. Kişi, Mutmainne kademesine ulaştığı an, Allah ona hitap ediyor; Fecr-27, 28 ve 29’da diyor ki:

89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!
89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!
89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

Zikirle Mutmaine kademesine ulaşan kişi, zikrini arttırarak Allah’tan razı olur, Allah da ondan razı olur ve 7 kademede nefs tezkiyesini gerçekleştirdiği an, ruh da Allah’ın Zat’ına ulaşır. Böylece kişinin nefsinin manevî kalbi % 51 nurlanır. Bu noktadan itibaren kişi, Allah’ın ilmine sahip bir kişi gibi Hakk’ı başkasına tavsiye eder. Yani artık hak sahibi insanlara maddî ve manevî infakta bulunur.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyuruyor ki: “İnsanların kendisine gıpta ettiği iki kişi vardır: Birisi Allah kendisine ilim vermiş, bu ilmi Allah yolunda kullanıyor, harcıyor, insanlara veriyor; diğeri Allah, kendisine mal vermiş, o malı Allah yolunda tüketiyor, başkasına veriyor.”

Kişi, Hakk’ı tavsiye eden biri noktasına geldiği an, Allahû Tealâ, onu bu iki haslete sahip kılar:

1- Kişi, ilim sahibidir; başkasına Hakk’ı tavsiye eder.
2- Malın da sahibidir; mutlaka Allahû Tealâ, onu zekât verebilecek seviyeye ulaştırır.
Herşey, dînin Kur’ân çerçevesinde, Allah’ın hükümleri ile yaşandığında güzeldir.

Allah razı olsun.



 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst