Kendime Yalan Söyledim (Yazan : Nk83)

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul

kysafis.jpg

Hikayenin Adı : Kendime Yalan Söyledim
Yazan : nk83

Bağlantılı olduğu hikayeler : Geçmişin Gölgesinde (Final oldu) ve Beni Kalbine Yaz (Devam ediyor) Bu iki hikayeyi illaki okumanız gerekmiyor zaten gerekirse bu hikayeden geçmişe dönüşler yaparım.

Açıklama : Buğra Çelik benim "Geçmişin Gölgesinde" adlı hikayemde yer alan bir karakterdi. Orada başlarda yazar gözüyle sevdiğim ama sonra yaptıklarıyla çokça da kızdığım biri oldu maalesef. Yani o hikayenin kötü adamıydı. Şimdi "Kendime Yalan Söyledim" adlı hikayemde Buğra'yı tüm kötülüklerinden temizleyip gerçekte kim olduğunu ona yeniden hatırlatma niyetim var. Bir nevi kötü adamımı detoks programına alıyorum yani. Umarım bana yine sorun çıkarmaz da Ela ve Eylül'den sonra Feride'nin de hayatını mahvetmez.
Bir de teşekkürüm var :papatya: Geçmişin Gölgesinde'nin final bölümleri sırasında Buğra'nın bundan sonraki hayatını merak edip hikayesini yazmamı önererek bir nevi bu hikayeyi hiç yoktan aklıma sokan "kelebeğim" arkadaşıma çok teşekkür ederim. Şarkıyı gönderip bana dakikalar içinde yeni hikaye yazma düşüncesi aşılaması da unutulmazdı.


ukruk.jpg


 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
ukr.png

7 Yıl Önce

"Babaanne Umut'u uyuttum ama yine de ara sıra uyandı mı diye bir bak olur mu?"

Feride hırkasını giyerken bir yandan da sözlerine devam edip "Ben yine gelirim zaten bugün çok kalabalık olacağını sanmıyorum" dese de babaannesinden söylediklerine karşılık gelecek herhangi bir yanıt alamıyordu. Bunu garipsememiş değildi doğrusu.

Bu esnada sallanan sandalyesinde derin düşüncelere dalmış olan Müfide Hanım değil cevap vermek torununun varlığını bile hissetmemişti. Dikkati tamamen televizyondaydı. Bunun da bir sebebi vardı elbet. Birkaç gündür ana haberlerde dönen bir facia haberinin detaylarını dinliyor bir yandan da gördüklerine söylenmeden edemiyordu. Kadınlara yapılan bu eziyetler kafasını o kadar bozuyordu ki bunu yapan insan müsveddelerini önüne dizip insanlaştıklarından emin olana kadar falakaya yatırası geliyordu.

İçindeki öfke patlamaya hazırlanan bir volkan gibi kabarırken hırçın bir ses tonuyla kendi kendisine konuşup "Şiddet yanlısı değilim ama böylelerini kızgın maşayla döveceksin ki el kızına eziyet etmenin bedelini kızaran etleriyle ödesin teneşire gelesiceler!" dediğinde Feride neden bahsettiğini anlayamayıp babaannesinin yanına geldi ve şaşkın bakışlı gözlerini Müfide Hanım'a sabitleyip neden böyle söylediğini sordu. Aslında televizyona bakıp verilen haberi bir dinlese kadının neden böyle dediğini hemen anlardı.

"Gencecik kadın ayol! El kadar da çocuğu varmış biliyor musun? Ah ay yüzlü yavrum benim! Kim bilir neler çekti de dayanamayacak hale geldi. Adamı yaksaydı da kendini bıraksaydı bari değer mi böyle gudubetler için kendini yakmaya?"

"Kimden bahsediyorsun babaanne?"

"Televizyondaki kadından işte! Kocasıyla birlikte kendisini metruk bir evde yakmaya kalkmış"

"Neden?"

"Belli ki senin Melek Yüzlü Şeytan gibi adam geçinen yaratıklardan biri de ona musallat olmuş"

reytray.jpg


Müfide Hanım Feride'nin eski eşinden bahsederken ondan hep 'Melek Yüzlü Şeytan' diye söz ederdi çünkü adam kendisini bunca yıl her yönden saklamayı çok iyi başarmıştı. Ancak Tarık'ın bahsinin geçmesi bile Feride'yi çok üzüyordu. Sonuçta insanın kendinden bile çok sevdiği birinden ihanet görmesi kaldırılabilen bir şey değildi. Üzüldüğünü babaannesine belli etmek istemediğinden ötürü konuya dair bir şey söylemeden sadece "Ben aşağıya iniyorum. Sen de ara sıra Umut'u kontrol etmeyi unutma olur mu?" dedi.

Müfide Hanım merak etmemesini söylerken Feride yan gözle haberde verilen çiftin resmine şöyle bir bakıp evden çıktı. Müfide Hanım ise örgüsünü alıp Umut'un yanına giderken bir yandan da "Allah'ım sen torunumu böyle insanlardan uzak tut. Hayatı boyunca hep iyi insanlar çıksın karşısına" diyerek dua ediyordu.

Hayat gerçekten de çok garipti. Neden mi? Çünkü hep korktuklarıyla sınıyordu insanı. Acaba Müfide Hanım yıllar sonra bu haberde yer alan adamın perişan bir halde yanlarına geleceğini ve kim olduğunu bilmeden ona yardım edip torununun da kalbini ona kaptıracağını bilseydi ne yapardı?

........::::::::____::::::::.......

Televizyonda verilen haber "Geçmişin Gölgesinde" adlı hikayemin 103.bölümünde Ela ve Buğra arasında yaşanan olayın basına yansımasıydı.
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
ytjety.png

1.Bölüm : 7 Yıl Sonra

"Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarlarda yaşayan bir kral varmış. Bu kral o kadar kötü kalpli biriymiş ki ülkesinde yaşayan halkına hiç rahat bir nefes aldırmıyormuş. Aslında eskiden hiç öyle biri değilmiş biliyor musun? İyi kalpliymiş herkese karşı sevgi doluymuş korurmuş kollarmış ama ne olduysa kral olduktan sonra olmuş. Bu gücün etkisi onu yavaş yavaş içine çekmiş ve kralı iyi biriyken acımasız biri haline getirmiş"

dhgkd.gif


Feride ilk masalın ardından bu kötü krallı masala geçerken oğlu Umut çoktan uyumuştu bile. Oğlunun uyuduğunu da "Tüm halk eskiden sevdiği ve her sözüne itimat ettiği kralı bir süre sonra tanıyamaz olmuş..." derken fark edince masalı yarıda kesip tebessüm ederek oğlunun saçına iyi geceler öpücüğü kondurdu.

Oğlunun saçlarını okşarken bir yandan da ister istemez masalda anlattığı kötü kralı düşünüyordu. Eskiden iyi kalpli olan sevgi dolu olan ama gücün etkisine kapılıp kötü biri haline gelen kralın gerçek dünyada oğlu Umut'un babasına tekabül ediyor olması ne acıydı.

Tabii oğlu bunu bilmiyordu. Feride küçücük çocuğuna baban varımızı yoğumuzu alarak bizi terk edip gitti bir daha da geri gelmeyecek onun umurunda bile değiliz diyememişti. Bunun aksine Umut'un içinde nefret duygusu oluşmasın diye babasının çok iyi biri olduğunu ve biricik oğlunu da çok sevdiğini söylemişti. Bir nevi hayali bir baba yaratmıştı oğlu için.

Umut'un da bu konuda soruları yok değildi. Aklı erdiği yaştan itibaren ara sıra babasının neden gelmediğini ve neden onu fotoğraflarla bile olsa hiç görmediğini sorgulayıp duruyordu. Tarık'ın fotoğraflarını görememesi normaldi çünkü Müfide Hanım 'Melek Yüzlü Şeytan' dediği adamın resimlerini ne zaman görse soluğu şöminenin başında alıp onları birbirinden yaratıcı beddualar eşliğinde ateşe veriyordu.

Bu yüzden de Feride'nin elinde tek bir resim bile kalmamıştı. Gerçi o da kalmasını istememiş bu yüzden de babaannesini durdurmak için herhangi bir engellemede bulunmamıştı. Kendisini yeni doğmuş bebeğiyle hiçbir geçerli açıklama yapmadan terk edip giden bir adamın yüzünü görmek isteyecek ya da hâlâ ona sevgi besleyecek değildi elbet.

Feride ilk zamanlar ne diyeceğini şaşırsa da sonunda babaannesi sayesinde oğluna anlatacağı bir hikaye bulmuştu. Umut babasının çok uzaklarda çalıştığını sanıyordu. Feride ona şu an mecburiyet dolayısıyla gelemese de arayamasa da elbet bir gün yanlarına geleceğini söylemek zorunda kalmıştı. Bu altı boş mu yoksa dolu mu olduğu belli olmayan ümidi oğluna veriyordu çünkü Umut bunu duyana kadar yüzü asık duruyor babasının bir gün muhakkak geleceğini duyduğunda ise hemen gülümsüyordu.

Gerçi son bir yıldır onu da yapmıyordu. İyice suskunlaşmıştı oğlu. Tek tük şeyler söylüyor uzun cümleler kurmaktan kaçınıyor ve gerekmedikçe de pek konuşmuyordu. Bunu yapmasının da bir sebebi vardı elbet. Feride ve Müfide Hanım kendi aralarında eski mevzuları konuşurken o sırada bahçede olduğunu sandıkları Umut susayıp eve gelmiş ve söylenenlere gizlice şahit olmuştu.

Babasının düşündüğü gibi biri olmadığını öğrenince de yıkılmıştı. Müfide Hanım Tarık'tan şeytan diye bahsedip yaptıkları yüzünden de demediğini bırakmıyordu. Annesinin üzülmesine rağmen söylenenleri kabul ediş tavrı da Umut'un babası hakkında ikilemde kalmasına neden olmuştu. Babası kendisine anlatıldığı kadar iyi biri miydi yoksa duydukları kadar kötü biri miydi bunu ancak onu karşısında gördüğünde anlayabilecekti. O zamana kadar da onu ne sevecek ne de nefret edecekti.

Açıkçası Feride bir gün Tarık'ın oğlunu görmeye gelip gelmeyeceğinden de çok şüpheliydi. Yıllar geçmişti ve ondan iyi kötü hiçbir haber çıkmamıştı. Aramıyor sormuyor oğlum iyi mi değil mi umursamıyordu. Adam ulaşılmaz olabilmek adına ortak tanıdıklarıyla da yavaş yavaş görüşmeyi kesmişti. Feride terk edildiği dönemde onunla ilgili sadece yurt dışına yerleştiğini duymuştu ama bu da çok kesin bir bilgi değildi. Öldü mü kaldı mı onu bile bilmiyor desek yeriydi.

Aslında Feride'nin hayatında öyle biri vardı ki Tarık'ın yediğinden içtiğine gezdiğinden tozduğuna kadar her şeyin detaylarına hakimdi. Adeta ensesinde gezen soğuk bir nefes gibiydi. Sadece Feride'ye karşı hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmak işine geliyordu. Feride onun kim olduğunu ve neden Tarık'ın etrafında olduğunu öğrenirse büyük bir hayal kırıklığı yaşar bunu da kolay kolay atlatamazdı herhalde.

........::::::::____::::::::........

Feride oğlunun üzerini örttükten sonra karanlıktan korkuyor diye odasındaki küçük ışığı her zamanki gibi açık bırakarak sessizce odasından çıktı. Kapıyı kapatırken içeriden de babaannesi Müfide Hanım'ın sesi gelmeye başlamıştı. Yine televizyonda izlediği bir programa kızmış olmalıydı. Tuhaf bir kadındı bu Müfide Hanım...

Eski eşi Feride'yi ve oğlunu terk edip onları beş parasız ortada bıraktığında Feride kimseden görmediği desteği umulmadık bir şekilde babaannesi Müfide Hanım'dan görmüştü. Kucağında yeni doğmuş çocuğuyla sığıntı gibi onda bunda yaşamaya çalışırken babaannesi aramış ve itiraz kabul etmez bir tavırla "Pılını pırtını toparlayıp hemen bu gece Marmaris'e benim yanıma geliyorsun Feride sakın beni ikinci kez aramak mecburiyetinde bırakma yoksa yıllardır yemediğin babaanne azarını birkaç dakika içinde yemek zorunda kalırsın" demişti. Ona hayır demek ne mümkündü.

Oğluyla yaklaşık yedi yıldır babaannesinin ve dedesinin eskiden pansiyon olarak işlettiği yerde kalıyorlardı. Tabii dedesinin ölümünden sonra burası artık pansiyon olarak kullanılmamış sadece giriş katı Feride'nin sorumluluğunda restoran olarak işletilmeye devam etmişti.

Feride koridordan geçip salona geldiğinde Müfide Hanım'ın onu fark etmemesi mümkün olmamıştı. Torunu güler bir yüzle salon kapısına yaslanırken Müfide Hanım da bastonunu kaptığı gibi ayaklanarak "Kaldır at şu televizyonu bir daha da gözüm görmesin!" dedikten sonra ikisi için de süt ısıtacağını söyleyerek mutfağa doğru gitti. Televizyona hem bu kadar kızıp hem de her boş vaktinde kendisini önünde bulması da ayrı bir tartışma konusuydu.

Feride ardından bakarken gülümsüyordu. Merak eder bir edayla babaannesinin yanına gidip "Yine neden hiddetlendin ki?" diye sorarak süt ve cezve çıkarmasını izlerken Müfide Hanım da bir yandan işine devam edip bir yandan da bu nedeni açıklayarak "Çocuk uyutmaya diye gittin kırk saat oldu gelmedin. Ben de can sıkıntısından uyduruk kaydırık bir diziye takıldım. Çekirdek çitlemek gibi mübarek insan bırakamıyor da! Neyse tam bitti kurtuluyorum derken oğlan kıza kız da oğlana baktı kaldı sonra da küt diye reklama girdi. Geri döndüğünde ne oldu biliyor musun? Dizinin beş dakika öncesine dönüp o iki saftaronu bir daha bakıştırdılar. Bu da yetmedi bitti demeden bir daha reklama girdiler. Ben de kendimi aptal yerine konuluyormuşum gibi hissedip televizyonu kapattım. Şimdi kesin üçüncü turu dönüp hâlâ bakıştırıyorlardır o iki safı! Aynı sahneyi defalarca koyup 83 yaşındaki kadının aklıyla oynamaya utanmıyorlar. Kanalları batsın da kapı önünde aynı o oğlanla kız gibi birbirlerine bakakalsınlar inşallah!" deyiverdi. Ooo! Müfide Hanım gerçekten de çok kızmıştı.

Feride sessiz sedasız gülerken Müfide Hanım "Al iç bakayım şu sütü de rahat rahat uyu" deyip eline bardağını tutuşturduğu gibi mutfaktan çıktı. Feride ardından gitmek yerine mutfak tezgahına yaslanıp sütünü yudumlamaya başlamıştı. Pencereden gökyüzüne bakarken de aklına gelen bir fikirle birlikte mutfaktan çıkıp babaannesinin yanına gitti. Müfide Hanım sallanan sandalyesine oturmuş yünlerini düzeltiyordu. Feride'nin geldiğini anlayınca da gözlüğünün üzerinden önce elindeki bardağa sonra da yüzüne bakarak "İçmemişsin hâlâ" dedi.

"İçiyorum babaanne"

"Hiç uyuyacak göz de yok sende"

"O kadar belli oluyor mu?"

"Madem uyumaya gitmiyorsun gel sütünü içerken bir yandan da bana yardım et bari"

"Tamam zaten seninle bir şey konuşmak istiyordum"

"Beni sinirlendirecek bir şey mi?"

"Yok değil! Yani bence sinirlenecek bir şey değil"

"Bir söyle bakalım da neymiş ne değilmiş öğrenelim"

"Ben düşündüm de aslında maddi anlamda sıkıntı çekmemize gerek yok"

"Kızım zaten ortada bir maddi sıkışıklık varsa bu sıkıntı çeksen de olacak çekmesen de"

"O manada demedim babaanne"

"Ne manada dedin? Dolaylı yollardan anlatıp da toz tutmuş kafamı karıştırma benim!"

"Biz neden burayı yeniden pansiyon olarak işletmiyoruz? Bu hareketlilik hem senin için iyi olur hem de maddi olarak daha iyi kazanç sağlarız"

Müfide Hanım Feride'nin bu dediğiyle elindeki yünü sarmayı bırakıp bakışlarını hemen torununa çevirmişti. Feride yine kızacak diye tedirgince bekliyordu ama Müfide Hanım ters bir şey demeden ipi yumağa sarmaya devam edip sadece bunu aklından çıkarmasını istedi.

"Ama neden? "

"Nedeni mi var kızım?"

"İyi de eski dönemlerinde de burası pansiyonmuş"

"O zamanlar başında dağ gibi deden vardı"

"Şimdi de sen varsın"

"Yaşlıyım ben Feride! Bugün gördüğümü yarın unuturum kâr sağlayacağız derken kazıklanıp durur başımızı da nerelere vuracağımızı şaşırırız"

"Sen mi unutursun? Pek sanmıyorum ama..."

rtut.jpg


"Benden yana umudunu kes çünkü ben artık alzheimer yolunun yolcusuyum. Araştırmalara göre bu 80 yaş ve üzerindekilerde yüzde elli oranında beklenen bir durummuş. Ee! Babaannen de 83 yaşında ve görüldüğü üzere riski yüzde ellilik dilimin içinde ve belki de günden güne artmakta. Bu saatten sonra sen de artık beni sağlam bir köşeye oturtup akünün suyunu boşaltmamı bekleyeceksin. Yani benimle ilgili yapıp yapabileceğin tek plan program bu kızım"

"Öyle deme babaanne üzülüyorum"

"Üzülme diye süsleyerek anlatıyorum hâlâ asıyorsun o güzel yüzünü! Neyse konumuza dönelim. O dediğin olmaz"

"Ama babaanne..."

"Olmaz dedim! Hem nedeni sadece bu da değil"

"Ne peki?"

"Dedenden sonra neden pansiyon işine devam etmedim sanıyorsun?"

"Neden?"

"İti var uğursuzu var hırlısı var hırsızı var bu yaştan sonra bir de onlarla mı muhatap edeceksin beni?"

"Sen muhatap olma ben olurum"

"Ol-maz! Gencecik akça pakça kadınsın iti var uğursuzu var hırlısı var hırsızı var..."

"Sadece ailelere veririz o zaman"

"Nereden bileceğim gerçekten aile olduklarını? Şimdiki zamanda evli görünerek bütün mahalleyi soyup soğana çeviren sonra da cukkaladığı paralarla sırra kadem basan insanlar var. Hiç mi haber dinlemiyorsun sen? Bu yaştan sonra bir de el alemin GBT kaydını mı sorgulayacağım?"

"Katiyetle olmaz mı diyorsun yani?"

Müfide Hanım mesafeli bir bakış ve klasikleşmiş titrek bir baş oynatma hareketiyle olmaz dediğini belli edince Feride'nin yüzü asılmıştı. Aslında inat etmeseydi bu işin altından gayet de güzel kalkabilirlerdi. Belki de her şeyin bir zamanı olduğu gibi Müfide Hanım'ın da ikna olacağı zaman bir gün gelirdi.


........::::::::__ERTESİ GÜN / BUĞRA__::::::::........

"Ela buradan çıkmamız gerek!"

"Çıkmayacağız Buğra! Sevdiğini iddia ettiğin kadınla birlikte ölüyorsun işte daha ne istiyorsun?"
Her zamanki gibi tüm gününü avare bir halde geçiren Buğra gece saatlerinde bir park bulup oradaki banklardan birinde uyuyakalmıştı. Şimdi ise geçmişinin yansıması olan bir rüya görüyordu. Ona acı veren ve yakasını yıllardır bırakmayan bir rüya...
"Ne istediniz bizden? Neden mahvettiniz hayatlarımızı! Önce onlar babamı ve ailemi aldı benden şimdi de sen bu yaşadıklarımı bilmene rağmen aynı şeyi yapıp sevdiğim adamı ve kızımı aldın elimden! Senden de en az onlar kadar nefret ediyorum Buğra! Birazdan istediğin olacak ve Tolga ile sonsuza kadar ayrılacağız ama şunu bil ki son nefesimde bile ona olan aşkımı haykırırken sana sadece lanet ediyor olacağım! Bizi asla birbirimizden ayıramayacaksın çünkü ölü ya da diri fark etmez... Biz Tolga ile sadece birbirimize aitiz"

Kabus niteliği taşıyan bu rüyanın etkisiyle kan ter içinde gözlerini açan Buğra yattığı banktan hızla doğrulmuştu. Nefes nefeseydi ve soluğunu kontrol etmekte de bir hayli zorlanıyordu. Sanki Ela ile birlikte alevlerin arasında kaldıkları o günü yeniden yaşamış gibiydi. Alevlerin ısısı bile şu an üzerine vuruyor gibi hissediyordu. Yakıyordu onu... Tüm vücudunu yakıp kavuruyordu içinden atamadığı o pişmanlık duygusunun harladığı ateş!

Yedi yıldır ara sıra gördüğü gerçeklik payı da en üst noktada olan bu minvaldeki rüyalar ona yaptıklarını unutturmamaya kararlı gibiydi. Kendisini affedememiş bir adam yaptıklarını unutup nasıl yeniden hayata karışabilirdi ki zaten? Buğra da karışamıyordu ve bunun için özel bir çabası da olmuyordu. Evsiz barksız hiçbir yere ait olmadan yolun onu götürdüğü yere gidiyor kimseyle de doğru düzgün konuşmadan daha önce hiç gitmediği hiç görmediği görmek de istemediği yerlerde karın tokluğuna çalışarak bir süre sonra yine ortalardan kayboluyordu.

Bunu yapıyordu ama elbet bir gün kaçacak yeri kalmadığını anlayacaktı. Bir söz vardır "Nereye kaçarsan kaç üç şey seninle gelir; Gölgen acın ve geçmişin..." ile başlayan "Kaderin ise zaten seni orada beklemektedir" diye biten. Belki de burası Buğra için yolun sonuna geldik denilen yerdir belli mi olur?

Buğra oturur vaziyete geldikten sonra berbat bir halde başını ellerinin arasına almıştı. Rüyasında karşısına çıkan Ela'yı düşünüp ses çıkarmadan sadece dudak hareketleriyle "Özür dilerim. Özür dilerim... Özür dilerim... Özür..." derken de kulağına bir takım sesler gelmeye başlamıştı. Çocuk sesleriydi bunlar.

"Ne oldu? Koca çocuk olmuşsun ama daha konuşmayı sökemedin mi çirkin ördek yavrusu?"

"Konuşsana be!"

"Dilini yuttu bence"

"Yoksa bir bebek gibi bizden korkuyor musun?"

"Baban da yok ki gelip seni kurtarsın"


Çocukların söylediklerine ister istemez kulak kabartıp bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdiğinde ileride birkaç çocuğun ortalarına aldıkları bir başka çocuğu itip kaktığını görmüştü. O karşılık vermeden bir o yana bir bu yana savrulan 7-8 yaşlarındaki çocuğa bakarken içi sızlamıştı. Nasıl sızlamasın ki? O mevzuda apayrı bir yaraydı içinde...

Oturduğu yerden yalpalayarak kalktıktan sonra seri adımlarla çocukların yanına doğru yürümeye başladı. O kadar kötü görünüyordu ki bu saç baş birbirine karışmış hali yıllardır orada burada sokaklarda parklarda yattığını hiç inkar etmiyordu. Aslında hayatını her şeye rağmen daha iyi bir şekilde sürdürebilecek donanıma sahipti ama o bu yolu seçmeyerek bir nevi kendisini cezalandırıyordu. Ona göre iyi bir hayat yaşamaya hakkı yoktu çünkü.

Buğra çocukların yanına vardığında tek kelime bile etmeden arada kalan çocuğu yerden kaldırmış ve kendisinden korkup geri çekilen çocukları umursamadan da onu oradan uzaklaştırmaya başlamıştı. Yardım ettiği çocuk Umut'tan başkası değildi. Feride'nin oğlu yani...

Bilindiği üzere Umut da aynı onun gibi pek konuşkan değildi. Bu yüzden de sadece başını kaldırmış Buğra'nın yüzüne bakarak onunla birlikte yürümeye çalışıyordu. "Kimdi ki bu adam?" diye düşünüyordu belli ki. Buğra geceyi üzerinde geçirdiği bankın önüne geldiklerinde Umut'u oturtmuş ve aynı kendisi gibi kir pas içindeki haline şöyle bir baktıktan sonra dizinin kanadığını fark edip eğilmişti. Mikrop kapmaması için temizlemek gerekecekti. Hiç de anlamazdı ki böyle şeylerden.

Başını kaldırdığında Umut'un meraklı bakışlarını üzerinde görse de yine de bir şey demeyip eliyle beklemesini işaret ederek ayağa kalktı. O uzaklaşırken Umut da ardından bakıyor ama gitmek için herhangi bir atılım yapmıyordu. Sonuçta adam bekle demişti değil mi? Geri dönmeyecek olsa beklemesini istemezdi ki.

Buğra cebindeki son parayla çocuk için bir iki şey aldıktan sonra çok geçmeden Umut'un yanına geri dönmüştü. O an yapabileceği tek şeyi yaptı ve pet şişenin kapağını açıp suyu çocuğun bacağından aşağıya boca ederek kanayan yerdeki tozu toprağı uzaklaştırdı.

Umut dizini temizleme şekline de kendisine yardım eden bu adamın hiç konuşmuyor olmasına da biraz şaşırmıştı. Neden bir şey söylemiyordu anlayamıyordu. Acaba o da mı babası dönene kadar konuşmamaya karar vermişti? Umut bu yöndeki kararını annesini endişelendirmemek için tek tük konuşmalarla ara sıra bozsa da birazdan dili epey bir açılacağa benziyordu.

Buğra elindeki peçeteyi idareten kanayan yere koyup çocuğun bacağını da bankın üzerine aldı. Umut'a şöyle bir baktıktan sonra da cebinden ucu görünen mendilini alıp boyu kısa gelince de uzatmak için tamamen koparmadan hafifçe yırttı. Buğra'nın bacağını ifadesiz bir yüzle sarmasını izleyen Umut sonunda dayanamayıp "Bana niye yardım ettin?" diye sorunca Buğra düğümü atamadan aniden durmuştu. Sahi ya! O kadar insan varken neden o yardım ediyordu ki kendisine?

şoyıyşıo.jpg


Buğra bu sorunun ardından anlık bir duraksama yaşasa da kendisine gelip az önce atamadığı düğümü atarak bankın diğer tarafına oturdu. Kendisine sorulan sorunun cevabını düşünüyordu. Çocukların Umut'u itip kakmasını izlerken sanki karşısında o değil de bambaşka biri varmış gibi hissetmişti. Yüzünü bile görmediği ama varlığını bildiği biri...

Buğra oturduğu yerde dalıp giderken haliyle yüzü de düşmüştü. Umut nedenini anlayamasa da üzülmüştü onun bu haline. Bacağını yavaşça indirip minik bir ilerleyişle yanına yaklaştıktan sonra kanının onun eline bulaştığını fark edip kalan suyu yerden aldı ve Buğra'nın elini tuttu. Onu hisseder hissetmez Buğra ellerine Umut da ona bakmıştı.

Birkaç saniye sonra Umut tuttuğu elin üzerindeki kanı su dökerek temizlemiş ve Buğra'nın hüzünlü bakışları eşliğinde de elini kurulamak için kendi üzerindeki süvetere sürmüştü. Bunu yaparken ki doğallığı ve çocuksuluğu gülümsetiyordu insanı. O anlarda Buğra duygusallaştığını anlayınca bakışlarını çekip uzaklara doğru bakmaya başladı. Umut neden sustuğunu anlayamıyordu ama yine de başını onun baktığı yöne çevirip yanında sessizce bekliyordu. Ayağının sızlaması da durmuştu sanki. Her ne olduysa iyi olmuştu yani.

Suskunluklarını paylaşmak belli ki ikisine de iyi gelmişti. Aralarındaki sessizliğin bozulmasına neden olan şey de Umut'un iki eliyle oturduğu bankı tutup yere değmemesini sağladığı bacaklarını hafif hafif sallaması olmuştu. Buğra ona doğru bakmasa da bu çocuksu hareketin farkındaydı. Bu detay birazdan onun dilini de açacağa benziyordu.

Buğra gözlerinin önüne gelen bazı görüntülerle birlikte "Bir oğlum var. Senin yaşlarında..." der demez Umut ayaklarını sallamayı kesip bakışlarını da ona doğru çevirdi. Buğra ise bir yandan oğluyla yaşayamadığı anları gözlerinin önünden geçiriyor bir yandan da uzaklara bakarak anlatmaya devam ediyordu.

"Onu hiç görmedim. Yüzünün nasıl bir şekli olduğunu bile bilmiyorum. O da sıkıldığında senin gibi bacaklarını böyle sallar mı hiçbir fikrim yok çünkü o doğduğunda ben çok uzaklardaydım. Öyle büyük hatalar yaptım ki bunların bedeli olarak oğlumu terk etmek zorunda kaldım. Dönemedim yanına... Acaba benim nerede olduğumu soruyor mudur ya da beni merak ediyor mudur diye düşünmediğim tek bir günüm bile geçmedi. Annesinin ona verebileceği cevapları düşündüm hep. Bana çok kızsa da oğlunun kafasında oluşturduğu harika babayı yok edemeyeceği umuduna sarılıyorum biraz da. Belki baban aslında iyi bir adam bir gün geri gelecek ve artık gitmeyecek seni de çok sevdiğini söyleyecek diyordur. Keşke iyi bir adam olsaydım. Keşke bir gün geri dönebilecek oğluma sarılarak onu ne kadar sevdiğimi söyleyebilecek yüzüm olabilseydi. Ama yok. Onun karşısına çıkmaya cesaretim yok. Hakkım da yok"

Söylediklerinin ardından Umut'un sorusuna geri dönüp "Seni orada... O çocukların arasında itilip kakılırken görünce sanki karşımda oğlum varmış gibi hissettim" dedikten sonra oğlunun şu an yaşadığı hayatı hayal etmeye çalışıp sesi de bir hayli titreyerek "Ona da baban yok ki gelip seni kurtarsın diyen birileri var mıdır bilmiyorum ama umarım onu da düştüğü yerden kaldıran birileri oluyordur" dedi. Bunu söylerken bir yumru oturmuştu boğazına. Söylemesi bile ağır gelmişti.

Aslında kırk yılda bir ailesini arayıp iyi olduğunu ve kendisini merak etmemelerini söylediğinde oğlundan da haberler alıyordu ama çok değil. Uzun uzun dinlemeye kalkarsa dayanamaz onu görmeye gider diye konuyu en hızlısından kapatmaya çalışıyordu. Ama o kısacık süreler içinde oğlunun annesiyle birlikte çok iyi şartlar altında yaşadığını öğrenmişti. Gözle görmeden emin olunur mu bilinmez ama en azından ailesinden duyduğu şey buydu.

Umut bir şey diyemese de yine de onun için üzülmüş bu yüzden de iyi hissetmesini umarak elini omzuna koyup "Üzülme onu da annesi kaldırıyordur belki" demişti. Umut'un bunu demesiyle Buğra sessizce "Annesi..." dedikten sonra yüzündeki buruk tebessümle Eylül'ün o sert o lafını esirgemez karşısındaki kim olursa olsun o çata çat savaşan gözü kara hallerini düşünüp "Belki de... Ya da şanslıysa annesine çekmiştir ve o çocukların ağızlarını bile açmalarına fırsat vermiyordur" dedi. Sessizlik olup Umut'a baktığında harika bir gülümseme selamlamıştı onu. Umut'a şöyle bir bakıyordu da üzerindeki toz toprak bile o ışıl ışıl bakışlarını gölgelemeye yetmiyordu. Güzel bir çocuktu o.

"Hadi sen artık evine git de dizine krem falan bir şeyler sürün. Ben pek beceremedim bunu"

Umut tamam dercesine başını sallarken tuhaf bir şey olmuştu. Buğra'ya o anla birlikte bambaşka bir sevgiyle bakarak "Bence sen çok iyi birisin. Sakın da korkma eğer bir gün geri döndüğünü söylersen eminim ki oğlun buna çok sevinecek ve neden gittiğin umurunda bile olmayacak. Yani ben senin oğlun olsaydım böyle yapardım" dedikten sonra sözünü de yumruğunu kaldırıp şirin bakışlarla "Seni yeniden görebilecek miyim?" diyerek tamamladı.

Buğra ufaklığa bakarken şaşkınlığını gizleyemiyordu. Sorusuna vereceği cevabı düşünürken de önce çocukların sıklıkla geldiği parkın oyun kısmına sonra da geceyi geçirmek için muhtemelen uğrak yeri yapacağı banka baktı. Cevap belliydi. Bakışlarını yeniden Umut'a çevirip yumruğunu onun küçücük yumruğuna hafifçe vurdu ve buruk bir tebessümle de "Kesinlikle göreceksin. Hadi git artık" dedi.

Umut aldığı olumlu cevapla ona gülümseyip yanından uzaklaşırken ara sıra da arkasına bakmaya devam ediyordu. Buğra da gözlerini onun üzerinden ayıramamıştı. Bunu yapması da aynı oğlu hakkında söyledikleri ve hüzünlü bakışları gibi yanlış anlaşılmaya sebebiyet veriyordu. Neden mi?

Umut arkasına bakarken bir yandan da Buğra'nın konuşmasındaki kendileriyle bir hayli benzeşen detayları düşünüp sessizce "O benim babam! Sonunda bize geri döndü" diyerek büyük bir mutlulukla eve doğru yürüyordu da ondan...

........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
dyu.png

2.Bölüm : Babamı buldum anne!

"Feride el lezzeti konusunda seni tek geçerim ama..."

"Bu övgünün ardından kötü bir şey mi geliyor yoksa?"

"Ama şu makarna çeşitlerine temelden bir el atsan iyi olacak diye düşünüyorum"

"Çok mu kötüler?"

"Hayır sosların fena değil ama sanki hamurun eskiden çok daha lezzetliydi"

"Eskiden babaannemin ev yapımı makarnalarını kullanırdık ama biliyorsunuz ki artık çok yaşlandı ve ben onu yormak istemiyorum. Benim de uğraşacak vaktim olmadığı için mecburen dışarıdan alıyoruz ama emin olun bu makarna eleştirinizi dikkate alacağım"

"İşte o zaman seni kimse tutamaz"

"Ah! Sanırım biraz kulaktan kulağa yayılmaya da ihtiyacım var"

"Bundan kolay ne var? Deniz Akyürek'i buraya davet edip ona birbirinden güzel yemekler hazırlayacaksın o da gazetedeki köşesinde burayı öve öve bitiremeyecek"

"Ya beğenmez de burayı eleştiri yağmuruna tutarsa?"

"Kendine biraz güvenir misin Feride? Tüm Marmaris'i dolaşıp yedim içtim ama henüz senin eline su dökebilecek bir yere rastlayamadım"

"O halde ben işe önce makarna çeşitlerimizi düzeltmekle başlayayım"

"Harika! Sen makarnalarına el at söz veriyorum senden hazırım onayını alır almaz Deniz Hanım'ın buradan haberdar olmasını sağlayacağım"

"Çok iyisiniz teşekkür ederim. Bu iyiliğinizi unutmayacağımı bilmenizi isterim"

"Hak ettiğini düşünmesem böyle bir şey yapmaya yeltenmezdim"

"Sağ olun"

Feride daimi müşterilerinin yemeklerini servis edip güler bir yüzle "Afiyet olsun" demiş ve yanlarından ayrılıp hava almak için kapının önüne çıkmıştı. Canı da biraz sıkkındı çünkü iki haftadır işler pek yolunda gitmiyordu. Bir anda ne olmuştu bilmiyordu ama müşterilerinin geliş gidişlerinde bir azalma söz konusu olmuştu. Tek başına bir hayat sürse hiç üzülmez kuru ekmek yer başının çaresine bakardı ama oğlunun okul masrafları Müfide Hanım'ın ilaçları ve özel harcamalar derken bu para mevzuları bayağı önem kazanır hale gelmişti.

Ek iş için birkaç arkadaşına da haber salmıştı. Gündüzleri restoranda olacağı için sadece akşam vaktine denk gelen işleri kabul edebilecek durumdaydı. Arkadaşlarının sayesinde bazı zamanlar birkaç saatliğine bildik tanıdık kişilerin çocuklarına bakmaya gidiyor bazen de sesinin güzelliğini kullanıp ufak tefek mekanlarda sahneye çıkıyordu. Tabii babaannesinin hışmına uğrar diye de bunu gizli saklı yapmak zorunda kalıyordu. Müfide Hanım zaten pimpirikli bir kadındı bir de Feride'nin orada burada şarkı söylediğini duyarsa kadının yüreğine inerdi. Ne yazık ki Feride ne kadar çabalasa da ele geçen para yine de yeterli olmuyordu.

Feride başka neler yapabileceğine dair düşüncelere dalmışken sokağın başında Umut belirmişti. Buğra ile olan karşılaşmaları sebebiyle yüzünde mutlu bir ifade vardı ama annesini kapının önünde görünce biraz çekinmişti. Üstüne başına ve sarılı dizine bakıyordu da bunları nasıl açıklayacağını bilemiyordu. Daha önceden de üstü başı kir pas içinde eve gelmişti ama bu dizindeki yara işi bozuyordu. Bu defa annesini oynarken kirletmiş süsü vererek kandıramazdı. En iyisi kimseye çaktırmadan içeriye girip odasında üzerini değiştirmekti galiba.

Duvarın dibine yaklaşarak Feride'nin içeriye gireceği anı gözleyen Umut annesi arkasını döner dönmez bulunduğu yerden çıkarak ağır adımlarla kapıya doğru yaklaşmaya başlamıştı. Geldiğinde ise kendisini belli etmemeye çalışarak o şirin bakışlarını içeriye doğru uzattı. Annesi kasanın önündeydi ve dikkatini de Umut'un bulunduğu yere verebilecek durumda değildi. Bundan cesaret alan Umut hafifçe eğilip kapıdan girmiş ama tam annesine baka baka merdivenlere doğru yürürken eğik başıyla küt diye Müfide Hanım'a çarpmıştı.

"Feriide!"

Müfide Hanım'ın seslenişiyle elindeki işi bırakıp oğluyla babaannesinin yanına gelen Feride Umut'un üstüne başına şaşkın gözlerle bakarken bir yandan da babaannesinin "Parktan buraya kadar yerlerde yuvarlanarak mı gelmiş bu çocuk? Şuna bak her yeri çamur her yeri toz toprak içinde mikrop yuvasına dönmüş bu çocuk Feriide!" demesi yüzünden onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

Kadıncağız temizlik hastası olunca elinde olmadan gerekenden daha büyük tepkiler verebiliyordu maalesef. Umut fenalık geçiren Müfide Hanım'a gözlerini aça aça bakarken Feride de hemen babaannesini oradan uzaklaştırıp kasanın arkasındaki koltuğa oturttu.

"Babaanne sen burada otur ben Umut'un temizlenmesini sağlayıp hemen gelirim tamam mı?"

"Oğlanı saat başı çamaşır suyuna bassan da çıkmaz o kir pas üzerinden Feriiide!"

"Çıkar çıkar merak etme"

"Çıkmaz!"

"Çıkar güven bana"

Feride müşterilerine zoraki bir şekilde gülümseyerek Umut'un yanına geri dönerken Müfide Hanım'ın "Saç diplerini büyütecimle kontrol et Feriide bit pire basmasın her tarafımızı!" dediğini duymuş ve utancından önüne bakıp "Tamam babaanne merak etme" diyerek Umut'u kaptığı gibi yukarıya çıkarmıştı. Adları bitliye pireliye çıkmasa bari!

........::::::::____::::::::........

Banyonun önüne geldiklerinde Umut'a kendisini beklemesini söyleyen Feride odasına gidip temiz bir havlu çamaşır ve kıyafet çıkarıp oğlunun yanına geri döndü. Umut'un da sesi soluğu çıkmıyordu. Gerçi normalde de pek konuşmazdı ama bu sefer annesini telaşlandırmayacak kadar bile konuşmuyordu.

Feride yan gözle ona baka baka havlusunu ve kıyafetlerini astıktan sonra oğlunun yanına gelerek dizindeki mendile dokundu. Bunu yapar yapmaz Umut refleksle birkaç adım geri çekilmişti. Bununla ilgili konuşmak istemiyor gibiydi.

"Dizine ne oldu Umut? Üstün başın yüzün gözün de toz toprak içinde... Oynarken bir yere mi düştün?"

Feride endişeli bir tavırla bacağına ne olduğunu sorarken Umut karşısında süt dökmüş kedi gibi sessizliğini koruyarak başını öne eğmişti. O an gözlerinin önünden çocuklar tarafından itilip kakılması geçiyordu. Dizini de itilip kaldırımın uç kısmına çarptığında yaralamıştı zaten. Ama bunu dile getirmiyordu. Oynarken değil çocuklardan dayak yerken oldu diyemezdi annesine. Dese de annesi haklı olarak neden kendini savunmadın diye sorardı. Ne diyecekti? Aslında hepsini dövebilir kendimi de korurdum ama elimi bile kaldırmadan bana vurmalarına izin mi verdim diyecekti? Bu sefer de neden izin verdiğini sorar konu uzar da uzardı.

Feride oğlunun ellerini tutup yüzüne dikkatle bakarak "Hadi söyle bana nasıl oldu bu? Söz veriyorum sana kızmayacağım. Sadece bu hale nasıl geldiğini bilmek istiyorum" dediğinde Umut uzun süre hiçbir şey söylememişti ama sonra Feride'nin "İyi tamam sen duş yapıp temizlen bunu odada konuşuruz" deyip banyodan çıkmaya yeltenmesiyle "Babamı gördüm. Bacağımdaki yarayı o temizleyip sardı" diyerek annesini şok etmişti.

tyjyt.gif


Feride oğlunun normal bir şekilde konuşmasına mı şaşırsın yoksa Tarık ile ilgili söylediklerine mi afallasın bilememiş bu yüzden de hiçbir tepki verememişti. Umut'un başka bir adamı babası sandığını bilmediğinden dolayı da Tarık'ın geri döndüğünü ve kendisine danışmadan direkt oğlunun karşısına çıkarak onun aklını karıştırmış olabileceğini düşünmüştü. Umut ise o anlarda Buğra'yı düşünüp gülümsüyor bir yandan da annesine onu anlatmaya devam ediyordu.

"Son zamanlarda babamı düşündüğümde ona bizi bırakıp gittiği için kızmam mı gerekiyor yoksa yanımda olmasını çok istediğim için onu özlemem mi gerekiyor karar veremiyordum. Ama bugün onunla konuştuğumda yaramı sardığında bana ne kadar üzgün olduğunu anlattığında bizi bırakıp gitmiş olması umurumda bile olmadı. Sadece geri döndüğü için içimde büyük bir mutluluk oluştu. Babam gerçekten de çok iyi birine benziyor anne. Yaptığı hatalarında farkındaymış biliyor musun? Bana yaptıkları yüzünden pişmanlık yaşadığını ve karşımıza çıkacak yüzü kendisinde bulamadığı için geri dönemediğini anlattı. Ama en güzel kısmı ne biliyor musun? Ona seni yeniden görebilecek miyim diye sorduğumda bana kesinlikle göreceksin dedi. O bizim için döndü anne... Babam bizim için geri döndü ve yakında buraya gelecek. Ne olur ona bir şans verelim de bir daha gitmesin"

Umut babasına kavuşacağını düşündüğü için havalara uçarken onun aksine Feride duyduklarıyla beyninden vurulmuşa dönmüştü. Kafasını toparlamadan bir şey söylemek istemediği için de sadece Umut'a banyo yapmasını ve onu odada beklediğinin söyleyerek banyodan çıktı. Umut annesinin tavrına üzülse de yine de babasının onun gönlünü alabileceğini düşünüyordu. Bu yüzden de içindeki sevinci yüzüne kocaman bir gülümsemeyle yansıtıp annesinin dediği gibi temizlenmeye başladı.

Feride ise oğlunun yanından ayrıldıktan sonra kendi odasına girmiş ve Umut'un söylediklerini düşünerek bir o yana bir bu yana yürümeye başlamıştı. Umut'un bir şeyleri yanlış anlaması yüzünden ister istemez Feride de Tarık ile ilgili boşu boşuna endişeye kapılmıştı. Açıkçası bunca yıldan sonra Tarık'ın af dileyip yanlarına döneceğini hiç düşünmüyordu. Ama onu en çok telaşlandıran şey Tarık'ın düzenimi kurdum şimdi de oğlumu istiyorum demesiydi. Böyle bir şey yapması Feride'nin en büyük korkularından biriydi. Bir anda ortadan kaybolan adam yine bir anda ortaya çıkarak hayatlarını mahvedebilirdi sonuçta.

Feride'nin endişeli bekleyişi Umut'un banyodan çıkmasıyla sona ermişti. Odadan çıkıp ilk yardım çantasını alarak oğluyla birlikte ufaklığın odasına geçtikten sonra tedirgin gözlerle malzemeleri çıkarmaya başladı. O sırada Umut yatağına oturmuş uslu uslu bekliyordu. Feride yanına gelip pansumana başlarken anlık bir şekilde Umut'a bakmış ve onun gülümseyerek dizine baktığını fark etmişti. Muhtemelen Buğra'nın ayağını temizleyip mendille sarışını düşünüyordu.

Yüzündeki ifadeden dolayı Feride de o anı düşündüğünü anlamıştı. Huzursuz bir halde "Acıyor mu?" diye sorduğunda da maalesef oğlundan sözlü olarak bir cevap gelmemişti çünkü Umut yine suskunlaşmışa benziyordu. Annesinin sorusunu başını iki yana sallayarak yanıtlayınca Feride gözlerini üzerinden ayırmadan bu sefer de "Parka gitmiştin orada mı düştün?" diye sordu. Cevap tarzı değişmemiş Umut bu sefer de evet dercesine başını yukarı aşağı sallamıştı. Niye böyle yapıyordu bu çocuk?

Umut sessiz kalmak konusunda inat edince Feride dizinin çevresine krem sürerken babasını kastederek "Nerede gördün onu?" diye sordu. Babasıyla alakalı bir soru sorarsa konuşacağını düşünmüştü. Öyle de olmuştu. Bu soruyla birlikte Umut dizine bakmayı kesip "Babamı mı?" diyerek bakışlarını annesine çevirmişti. Yüzündeki heyecan ve mutluluk Feride'yi korkutuyordu.

"Hı hıı..."

"Parkın orada gördüm. Beni o çocukların elinden..."

Umut söylememesi gereken bir şeyi söylemek üzere olduğu için sözünü aniden kesince Feride de bacağını saramadan bakışlarını oğluna çevirdi. Umut ise bakışlarını annesi dışında her yere çevirip duruyordu. Fena yakalanmıştı ve buradan kendisini kurtarması pek mümkün olmayacak gibiydi. Feride sorgular bir ifadeyle bakıp "Kavga mı ettin Umut?" diye sorduğunda Umut ses çıkarmamıştı. Ufaklık yanlış bir şey yapmanın verdiği tedirginlikle başını eğdiğinde Feride de bunu yapmasının sebebini anlamaya çalışıyordu.

"Bu ilk değildi değil mi? Daha öncede kavgalara karıştığın için eve toz toprak içinde geliyordun. Bir şey söyle ne olur susma"

"Kavgalara karışmıyordum"

"Sana kızacağımı düşündüğün için gerçeği benden gizlemeye çalışma Umut"

"Öyle bir şey yapmıyorum. Kavgalara karışmadım dedim çünkü..."

"Çünkü..."

Umut utanmış bir halde başını eğip "Çünkü kavgaları çıkaran zaten bendim" diyerek ellerini gergince ovuştururken Feride duyduğu şeyi algılamakta zorluk yaşıyordu. Kavgaları başlatan nasıl olur da Umut olurdu aklı bunu bir türlü almamıştı. Oğlu asla agresif ve kavgacı bir çocuk değildi ki. Kolay kolay kimseye sesini bile yükseltmezdi o. Ama şimdi ne değişmişti gerçekten bilemiyordu.

Oldukça üzgün olan Feride oğlunun ellerini tutup endişesi gözlerinden okunur bir halde de "Bunu neden yapıyorsun? Bana mı kızgınsın ya da içinde biriktirdiğin bir öfken mi var? Sen kimseyle tartışıp kavga etmezsin Umut. Bunun bir sebebi olmalı" deyince Umut belki ilk anda sessiz kalmıştı ama sonra annesini daha da çok üzecek şeyler söylemişti.

"Bir sebebi var"

"Ne o sebep? Hadi söyle bana"

"Ben Müfide babaannemle seni konuşurken duymuştum. Kapı dinlemedim ama su içmeye gelmiştim o sırada yanlışlıkla duydum"

"Ne duydun?"

"Babam hakkında konuşuyordunuz. Onun bana anlattığınız gibi biri olmadığını anladım ama yine de emin olamadım. Ben de o dönene kadar bir karar verdim. Onu sevmeyecektim ama nefrette etmeyecektim. Onun hakkında ne düşünmem gerektiğine onu görüp tanıyınca karar verecektim"

"Umut..."

"Sonra da şey düşündüm... Yani belki babam dönmüştür ama sizin onu istemeyeceğinizi düşündüğü için yanımıza gelemiyordur diye düşündüm. Ama ben onu görmeyi çok istiyordum. İnsanın babasının yanında olduğunu hissetmesi nasıl bir şeymiş merak ettim. Eğer gerçekten dönmüşse ve yanımıza gelemiyorsa belki beni kavga ederken görür dayanamaz koşar gelir yanıma illa çıkar ortaya demiştim"

Feride oğlunu dinlerken zar zor tuttuğu gözyaşını sonunda akıtmıştı. Oğlunun karşısında ağlamaktan hoşlanmıyordu ama engel olamamıştı kendisine. Umut küçücük elleriyle annesinin gözyaşını silip gözlerine de ışıl ışıl bakarak "Haklı çıktım anne! O çocuklar beni itekleyip baban yok ki gelip seni kurtarsın derken bir anda babam ortaya çıktı ve gelip kurtardı beni onların elinden" dedikten sonra Feride'nin o minik elleri öpmesiyle de içindeki sevinci annesine de yansıtarak "Ne olur gidip bulalım onu! Affettik seni diyelim anne gelsin artık bizimle birlikte yaşasın. Ben babamı yanımda istiyorum" dedi. Eyvahlar olsun!

Feride hiçbir şey diyememiş sadece oğluna sıkı sıkı sarılmıştı. Ne yapacağını da bundan sonra ne yaşayacaklarını da bilmiyordu. Umut'un babasıyla alakalı söylediği sözler de çok etkilemişti onu. Oğlu kaç zamandır babaannesiyle yaptığı konuşmalardan haberdarmış ve bunun üzerine kendi kafasında bazı şeyler kurmuştu. Kimseyle de paylaşmamış kendince babasını geri getirme yöntemleri bulmuştu. Konuşmanın bu kısmı içini çok acıtmıştı Feride'nin. Ama en kötüsü de oğlunun bu kadar hevesle bahsettiği kişiyi bulduklarında onun Tarık değil de bir başkası olduğunu anlaması olacaktı herhalde. Umut'a nasıl derdi o senin baban değil diye...

........::::::::____::::::::........

Feride oğlunun söyledikleriyle ilgili bin bir türlü endişe yaşarken kulakları bir hayli çınlatılan Buğra da cebinde beş kuruş kalmadığı için geçici bir iş arıyordu. Aslında karın tokluğuna çalışacağı bir yer bulsa kâfi gelecekti ona. Tabii bu o kadar da kolay olmuyordu çünkü üstüne başına saçına sakalına bakanın ilk söylediği şey "Elemana ihtiyacımız yok" oluyordu. İş olsa da kılığına kıyafetine bakıp işi ona vermiyorlardı yani.

Aslında Buğra böyle tepkilere artık alışmış ve nedenini sorgulamayı da bırakmıştı. Doğruyu söylemek gerekirse eğer para kazanıp kazanmaması da pek umurunda değildi çünkü daha önce de defalarca aç karınla günü kapattığı olmuştu. Sadece bu sefer biraz uzun süreli bir açlık olmuştu o kadar.

Büyük ihtimalle bugünde öyle günlerden biriydi. Saatlerce sokaklarda dolaşmış ve gözüne kestirdiği her yere girip kendisi için iş olup olmadığını sormuştu. Maalesef elde var sıfırdı. Hava iyice kararırken de artık aramaya bir son vermişti. Bu saatten sonra bir kap sıcak çorba için saatlerce çalışması gerekecekti ama bunu yapabileceğe benzemiyordu. Hem çok yorgun hem de çok uykusuzdu.

Açlığın verdiği güçsüzlükle parktaki banka geri dönmek yerine dikkat çekmeyeceği bir duvar dibi bulup oraya oturarak başını da duvara yasladı. Uzun süredir zaten ruhen diplerdeydi ama son zamanlarda bedenen de pek iyi değil gibiydi. Vücut direnci iyice düşmüşe benziyordu. Bu durumdayken de aklına ister istemez annesi geliyordu.

Ferda Hanım oğlunun peşinden elinde taze sıkılmış meyve sularıyla gezen en ufacık bir hastalıkta bile onu sarıp sarmalayıp el bebek gül bebek bakmaya çalışan tam anlamıyla pimpirikli bir anneydi. Buğra kadıncağızı elinde bardakla az koşuşturmamıştı peşinden. O canım istemiyor zorlama diye inat eder annesi de "Olmaz öyle oğlum hiç bakmıyorsun kendine iç şunu bakayım" der dururdu. Sonuç olarak Buğra birkaç yudum içer içmez annesinin yanağına bir öpücük kondurup evden kaçar gibi çıkar giderdi.

Sadece annesi mi? Ela'da öyleydi. Yani Buğra onun hayatını mahvetmeden önce. Onlar hem çocukluk arkadaşıydı hem de iş ortaklarıydı. Buğra ofise giderken o dönem aşık olduğu Ela'yı da yolumun üstündesin bahanesiyle alır işe öyle giderlerdi. Ela da onun sabahları kahvaltı yapmadığını bilirdi ve bu yüzden de evden çıkmadan önce teyzesinin birbirinden güzel hamur işlerinden onun için de yanına bir miktar alırdı. Arabada giderken de Ferda Hanım'dan el almış gibi tüm anaçlığıyla ona "Aç karnına dolaşılmaz" adlı bir dizi nutuk çekerek güldüre güldüre yedirirdi. Aynı küçükken okul yollarında yaptığı gibi...

Hayatındaki bu iki önemli kadını düşünürken aklına Eylül'ün gelmemesi de mümkün olmamıştı. Oğlu Yiğit'in annesi yani. Ela Buğra ile yaşadığı sorunlar sebebiyle uzunca bir dönem mimarlığa ara vermek zorunda kalmış tüm işler de Buğra'nın omuzlarına binmişti. O sıralarda Ela vasıtasıyla tanıştığı Eylül yakın arkadaş olmaya başladıkları için Buğra'ya ofiste yardım etmeye başlamıştı. Buğra sabahtan akşama kadar aç karnına sadece kahve içip duruyor diye de zorla ya bir simit ya bir poğaça tutuştururdu eline. Öyle annesi ya da Ela gibi de nazik olmazdı. Hele bir canım istemiyor desin Eylül'ün bir yan bakışıyla Buğra birkaç saniye içinde kendisini ocağa çay koyarken bulurdu. Ona öyle naz niyaz yapamazdı yani.

Ama ne kadar şikayetçi gibi görünüyor olsa da Eylül'ün bu hallerini seviyordu. Onunla gülmeyi konuşmayı hatta tartışmayı bile seviyordu. Onun yanındayken farkındaydı ya da değildi ama saplantılarını bir kenara bırakabilen bambaşka bir Buğra oluyordu. Yüzleşmekten korktuğu her şeyleri suratına bir tokat gibi çarpan sözleri de vardı Eylül'ün. Dinlersen ne âlâ dinlemezsen al başına bela. Hakkını da yemek olmazdı. Buğra onu ne kadar üzse de kırsa da hak etmediği şeyler yapsa da Eylül her yönden derleyip toparlıyordu kendisini.

Hatta şimdi onun kıymetini çok daha iyi anlıyordu. Keşke ona ilgisi olduğunu anladığı anda Ela'ya karşı olan saplantılı aşkına bir son verebilseydi de Eylül'ün de dediği gibi onun olmayanın peşinde koşmayıp başkasının hikayesindeki kötü adam olacağına kendi hikayelerinin baş kahramanı olabilseydi. Ama olmamıştı. Belli ki kaderinde ne Ela ile ne de Eylül ile olmak vardı. O iki harika kadını da hak etmeyen biriydi belki de...

Buğra hüzünlü gözlerle sokağa bakıp düşüncelere dalarken Feride de oğlunu yatırmış üzerine bir şal alarak balkona çıkmıştı. Hava serinlediği için şalına sıkı sıkı sarılıp oradaki sandalyeye otururken bir yandan da oğlunun anlattıklarını düşünüyordu. Umut'un söylediği şeyler tüm gün aklından çıkmamıştı zaten. Oğlu babamı bulalım onu affedip yanımıza çağıralım artık bizimle yaşasın demişti ama Feride Tarık'ı önce kendisi bulup yanlarında Umut olmadan konuşmak istiyordu. İşin kötüsü bunca yılın ardından yüz yüze geldiklerinde ne hissedeceğini de kestiremiyordu.

Ona kendisini kucağında yeni doğmuş bebeğiyle terk edilmesinin hesabını sormayı çok istiyordu. Kendilerini beş parasız ve en kötüsü de hiçbir açıklama yapmadan elinde boşanma celbiyle sokakta bırakmasının acısı öyle kolay kolay geçecek gibi değildi. Feride'nin kimsenin yüzüne bakacak hali kalmadığı gibi yapabileceği bir açıklaması da olmamıştı.

Umut babasının kendileriyle yaşamasını istiyordu ama bu olacak iş değildi. Feride asla kabul edemezdi bunu. Hoş! O kabul etse Müfide Hanım Tarık'ın etlerini didik didik eder sonra da aynı resimlerine yaptığı gibi şömine ateşinde bir güzel kızartırdı onu. Anlayacağınız artık Tarık'ın burada bir yeri yoktu. Önemli olan Umut'u üzmeden bir orta yol bulabilmekti.


........::::::::__ERTESİ GÜN__::::::::........

Sabah olduğunda Feride üzerini değiştirmiş ve doğruca Umut'u uyandırmak için odasına gitmişti. Kapıyı tıklayıp "Hadi uyan bakalım Umut Bey!" diyerek içeriye girdiğinde oğlunu içeride bulamasa da yine de telaş etmeyip saçını düzelte düzelte merdivenlerden aşağıya indi.

Müfide Hanım da bir radyo programı dinliyor ama bir yandan da söylene söylene kahvaltı hazırlıyordu. Feride güler bir yüzle yanına gelip Müfide Hanım'ın yanağına bir günaydın öpücüğü bırakırken kadıncağızda ona şöyle bir bakıp "Bu radyoyu da kaldır at Feride çok cızıldıyor bir rahat şarkı dinletmedi bana" dedi. Oo! Öyle her kızdığında evdeki elektronik eşyaları atarlarsa yanmışlardı.

"Tamir ederim ben onu merak etme"

"Geçende de tamir ettin ama yine aynı tas aynı hamam"

"Bu sefer daha sağlam yaparım. Umut nerede babaanne kapının önüne mi çıktı?"

"Sabahın altısından beri ayaktayım Umut'u bir kere olsun görmedim. Ben de uyanamadınız herhalde diye düşünüyordum"

Feride'nin az önceki rahatlığı gitmişti ve endişeyle babaannesine dönüp "Nasıl görmedin? Yukarıda da yok" dedikten sonra Müfide Hanım'ın "Dur Feride! Ay paldır küldür nereye gidiyorsun?" demesine kalmadan apar topar dışarıya çıkmıştı. Pansiyonun bulunduğu sokağı karış karış arayıp oğluna seslenirken bir yandan da oradaki dükkan sahiplerine Umut'u görüp görmediklerini soruyordu. Gören olmayınca da koşar adım çevreyi aramaya başladı tabii.

Uzun bir arayışın ardından aklına Umut'un babasını parkta gördüğünü söylediği gelmişti. Belki onu görmek için yine oraya gitmiş olabilirdi. Tanıdığı tanımadığı herkese oğlunu görüp görmediklerini sorarken sonunda parkın önüne gelmişti. Tedirgin gözlerle parkın içine bakarken de çok şükür ki Umut'u dün Buğra ile konuştukları bankın üzerinde oturup ayaklarını sallarken bulmuştu. Koşar adım yanına gidip "Kayboldun diye çok korktum" diyerek oğluna sarılırken Umut da ne olduğunu anlayamasa da annesine sarılmıştı.

Feride yüz yüze geldiği oğluna endişeyle bakarak "Bu saatte ne işin var burada?" diye sorduğunda Umut sadece keyifsizce omzunu silkmişti. Buğra'yı orada bulamayınca çok üzülmüştü. Halbuki geldiğinde onu yine burada bulacağına adı kadar emindi.

"Hadi gel geri dönelim. Müfide babaannen harika bir kahvaltı hazırlamış"

"Olmaz"

"Neden?"

"Ben babamı bekleyeceğim"

"İyi de buraya gelip gelmeyeceğini bilemeyiz ki. Hadi gel biz şimdi gidelim o zaten seni görmek istiyorsa bizi bulur"

"Olmaz! Senden çekiniyor hayatta gelmez"

"Ne yapacağız o zaman? O buraya gelene kadar oturup bekleyecek miyiz?"

Umut oturduğu yerden kalkıp "Benim daha iyi bir fikrim var" dedikten sonra koşarak yanından uzaklaşırken Feride de şaşkın bir halde "Umut dur beni bekle!" diye diye peşinden koşmaya başladı. Umut önden Feride arkasından koşarken neredeyse girmedikleri sokak kalmamıştı. Umut duracağa da benzemiyordu ve bir yerden sonra Feride ona yetişemeyip gözden kaçırmıştı. Of! Bu çocuk neden böyle şeyler yapıyordu?

"Umut!"

Feride seslene seslene yürümeye devam ederken Umut'u bir sokağın ortasında öylece dururken bulmuştu. Niye öyle duruyordu ki? Tam bir kez daha seslenecekti ki Umut ağır adımlarla yürümeye başlayıp duvar dibinde duran bir adama doğru yaklaşmaya başladı. O adam Buğra'ydı. Sonunda bulmuştu onu.

Feride gittiği yöne bakıp oğlunu uyararak "Umut dur sakın ona yaklaşma!" dese de Umut eğilip yerde yatan adamın uzun saçlarını kenara almış ve gözleri ışıldayarak annesine dönüp "Babamı buldum anne!" demişti. Bu vesileyle de Feride'nin başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Ne demek babamı buldum?

Umut omzuna dokunup "Merhaba" dediği Buğra'ya harika bir tebessümle bakarken Feride hemen yanlarına gelip Umut'u kaldırarak "Uzak dur diyorum Umut! Onu tanımıyoruz kim olduğunu bile bilmiyoruz" dedi. Buğra o anlarda hâlâ gözlerini açmamıştı. Umut annesinin yanından uzaklaşıp "Hayır anne kim olduğunu biliyoruz. O benim babam! Benden gizlemeyi bırak artık!" dedikten sonra Buğra'nın yanına gidip yanağını tutarak "Uyan baba ne olur uyan!" dedi. Feride ne yapacağını şaşırmıştı. Bu adamı tanımıyordu ve oğlu ona neden baba diye hitap ediyordu hiç anlamıyordu. Ama bir yandan da Umut'un bahsettiği kişinin Tarık olmaması içini epey bir rahatlamıştı.

Umut kendisinde olmayan Buğra'yı uyandırmaya çalışıyordu ama tam o anda da eline gelen sıcaklıkla korkuya kapılmıştı. Üzgün bir halde "Hasta olmuş! Babam hasta olmuş anne" dedikten sonra yanına gelen annesine dönüp telaşlı bir halde "Babamı eve götürelim anne ateşi var. O çok hasta onu burada bırakamayız" deyiverdi. Yok artık! Bir de tanımadıkları bir adamı içlerine mi sokacaklardı? Feride izin verse Müfide Hanım kapının eşiğinden sokmazdı onu. Hem de bu halde!

"Onu eve götüremeyiz Umut"

"Burada mı bırakalım yani! Ya ölürse?"

"Ambulans çağırırız gelip onu alırlar. Ne dersin?"

"O zaman ben de onunla kalırım ve iyi olduğunu ayağa kalktığını gözlerimle görene kadar da yanından ayrılmam"

"Hastanede onunla birlikte kalamazsın"

"Kalırım anne... O benim babam!"

"Hayır değil! Umut o bizim hiçbir şeyimiz değil"

"Onu burada bırakayım diye bana yalan söylüyorsun!"

Tamam da Feride aklını kaçıracaktı şimdi! Umut'u hiçbir şekilde ikna edemediği gibi kim olduğunu bile bilmediği bir adama sarılmasına da engel olamıyordu. Oğlunu dinleyerek onu eve götürüp tedavi etmeye çalışsa ne olurdu diye düşünüyordu da Müfide Hanım kıyameti koparırdı herhalde. Ama Umut'u da hastane köşelerinde tanımadıkları bir adam uğruna süründüremezdi. İyileşene kadar yanında kalacağım diyordu bir de...

Ne yapması gerektiğini düşünerek gergin bir şekilde eğildikten sonra Umut'a "Dur ben de bir bakayım" dedi ve Buğra'nın önüne düşen saçlarını yüzünden uzaklaştırıp çatık kaşlarla ona baktı. Gözlerini yüzünde gezdirirken tuhaf bir şekilde onu daha önce gördüğünü hissetmişti. Sadece nerede gördüğünü hatırlayamıyordu ki bunu hatırlamaması da şu an için iyi bir şeydi. Sonuçta yedi yıl önce verilmiş bir facia haberini hafızalarda tazelemek pek hoş olmazdı.

Feride dalmış bir halde dururken Umut'un "Anne" demesiyle kendisine gelip elinin tersini Buğra'nın alnına dayadı. Hissettiği sıcaklık sebebiyle tedirgin bir şekilde hemen elini geri çekip "Ateşi gerçekten de çok yüksek" dediğinde ise Umut onu eve götürmeleri için adeta yalvarır gibi bakmaya başlamıştı.

Feride ikilem yaşamıyor değildi ama ne olursa olsun onu bu kadar kötü bir haldeyken burada tek başına bırakamayacakları da kesindi. Doktor olan bir yakınları vardı. Hulusi Bey... Onu çağırır birlikte bir yol bulurlardı herhalde. Zihninin bir köşesi hâlâ onu nereden hatırladığını çözmeye çalışırken de gözlerini Buğra'dan uzaklaştırmadan nihayet oğlunun beklediği daha doğrusu duymayı arzu ettiği cevabı verdi.

"İyi tamam! İyileşene kadar pansiyonda kalabilir ama sonra gidecek. Hadi onu taşımamız için bize yardım edebilecek birilerini bulalım"

........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
tyjtyjk.png

3.Bölüm : Bırak beni yoksa avazım çıktığı kadar bağırır herkesi başına toplarım!

Umut'un diretmesiyle Buğra'yı civardan tanıdığı birkaç esnafla birlikte pansiyona getiren Feride oğlunu önden gönderip babaannesini oyalamasını istemişti. Buğra kendisini toparlayana kadar muhtemelen bir iki gün yanlarında kalacaktı ve bunu da Müfide Hanım'dan gizlemeleri gerekiyordu çünkü büyük ihtimalle babaannesi Buğra'yı pansiyonlarında istemeyecek ve hemen hastaneye götürmelerini söyleyecekti. Haksız mıydı kadın? Değildi!

Bu olursa Feride oğlunu kontrol altında tutamayacağını da biliyordu. Bu adamı babası sandığı için illa onu görmek isteyecek ve kendisinden habersiz gece gündüz demeden kaçıp o adamın yanına gidecekti. Feride en azından gözümün önünde dursunlar diye düşünmüş olmalıydı. Hem adam bir iyileşsin o da Feride'yi destekleyici konuşup ben senin baban değilim derdi herhalde. Başkasının çocuğuna sahip çıkacak hali yoktu sonuçta.

........::::::::____::::::::........

Buğra'yı gizli saklı pansiyona getirip bir odaya yerleştirdikten sonra Feride hemen hastaneyi arayarak yıllardır aile doktorları olan Hulusi Bey'e durumu anlatmış ve Buğra'yı muayene etmesi için yanlarına çağırmıştı.

Pansiyona gizli saklı girmesi gereken kişilerden biri de Hulusi Bey'di çünkü hem Buğra'nın orada olduğunun belli olmaması gerekiyordu hem de Müfide Hanım ile ne zaman karşı karşıya gelseler illa birbirlerine laf söz edip hararetli bir şekilde tartışmaya başlıyorlardı. Buna da Hulusi Bey'in Müfide Hanım'ı bir rahatsızlığı sırasında muayene ederken "Ee! Artık iyice yaşlandınız Müfide Hanım sık sık hastalanmanız normal. Bu yaştan sonra dört dörtlük iyi olmayı beklemeyin artık" demesi neden olmuştu.

Vay sen misin kendi yaşına başına bakmadan Müfide Hanım'a yaşlı diyen! Taa oracıkta başlamışlardı didişmeye. Aslında Müfide Hanım'ın yaşıyla ilgili hiçbir sorunu yoktu ama bunu Hulusi Bey'in söylemesi kafasını attırıyordu. Kart horoz! O önce kendisine baksın diyordu her zaman.

"Durumu nasıl Hulusi amca?"

"İyi iyi! Gencecik adam birkaç güne toparlar endişe etme. Ama kendisine hiç bakmamış kızım bünyesi çok zayıf düşmüş"

"Evsiz galiba sokaklarda kalıyor olmalı"

"Niceleri var onun gibi..."

"Doğru var"

"Ben her ihtimale karşı kanını da alıp tetkik için Ulaş ile hastaneye gönderdim. Sonuçlar çıkınca değerlendirip sana gereken başka ilaçlar olursa hastanın kimliğiyle birlikte gönderirim"

"Eczaneden alırdım ben"

"Olmaz öyle... Sen zaten burada kalmasına izin vererek ona yardım etmişsin bizim de çorbada tuzumuz bulunsun"

"Sağ ol Hulusi amca"

"Sen sağ ol kızım"

"Bu arada ateşi ne olacak? Hâlâ çok yüksek"

"Serum taktım ya kızım yavaş yavaş etki eder ateşi de düşmeye başlar. Ulaş geldiğinde yeni serumuyla ilacını takarken bir kez daha kontrol eder merak etme. Sen yine de Umut'u yanına yaklaştırma olur mu? O şimdi meraklanıp bakmak ister izin verme"

"Yok yok! Yaklaştırmam şimdi ne olduğunu da bilmiyoruz Umut'a da geçmesin. Peki ben onun için ne yapabilirim?"

"Bir oğlun var Feride"

"Evet var"

"Tamam işte ona ateşliyken nasıl bakıyorsan bu adama da öyle bak kâfi gelir"

Doktorun dediklerini dikkatle dinleyen Feride bakışlarını kaçırıp "Anladım" dedikten sonra Hulusi Bey'in daha açıklayıcı olarak "Saat başı ateşini ölç bir kağıda da not al. Üzerini de fazla örtme üşütmeyeyim derken adama havale geçirtme durduk yere. Odayı da soğutmadan havalandır biraz. Duş alamayacağı için sen en iyisi nemli bir bezle ara sıra tenini ferahlat. Yiyip içecek durumda değil ama endişe etme serumun içinde gerekli olabilecek her şey var. Ha olur da sayıklar su falan isterse öyle lıkır lıkır içirmeye kalkmadan sadece dudaklarını nemlendir ya da suyu damlatır gibi ver. Artık yarın da muhtemelen açar gözünü bir güzel çorba yaparsın onu içer. Hani var ya senin o tavuklu sebzeli vitamin bombası gibi çorbaların ondan yap çakı gibi gezer ortalarda" demesiyle de gülümseyip "Yapar sana da yollarım Hulusi amca" dedi. İşte bu gerçekten de çok makbule geçerdi.

kdkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk.jpg


"Oo! Hayatta hayır demem kızım"

"O zaman anlaştık"

"Anlaştık ya! Hadi ben artık gideyim. Hastamız sana emanet ama bir şey olursa saat kaç olursa olsun beni haberdar et ya ben gelirim ya da Nihat'a söylerim o gelir bakar"

"Peki olur söylerim"

Hulusi Bey huzursuz bir halde bir Buğra'ya bir de Feride'ye bakıp "Hiç de içime sinmiyor böyle... Ben en iyisi Nihat'a söyleyim bu gece gelip o da pansiyonda kalsın. Gerçi delikanlı uyanacak gibi görünmüyor ama yine de ne olur ne olmaz yanınızda biri bulunsun ne dersin?" deyince Feride ne desin bilememişti. Aslında iyi de olurdu ama...

"Uyanmaz diyorsun hiç Nihat'ı da yerinden etmeyelim. Hem şimdi babaannemde tıkırtı duyar konuşma sesleri duyar anlar durumu. Ben uyanır gibi olursa ararım sizi olur mu?"

"Sen bilirsin"

Feride çantasını toplayan Hulusi Bey'e çekinerek "Şey... Hulusi amca bir de şey var" dedikten sonra lafını tamamlayamadan yarıda kesti. Söylemesi gereken şeyden dolayı utanıp çekindiği de çok belliydi. Hulusi Bey de sesindeki tonlamasından ne diyeceğini anlamış gibi yüzünü ekşitmişti. Feride devam edemeyince de taktığı gözlüğünün üzerinden ona doğru bakıp Müfide Hanım'ı kastederek "Merak etme o huysuz kadının gülcemalini görmeye hiç meraklı değilim. Arka kapıdan çıkar giderim ne o beni görür ne de ben onu" deyince Feride tatlı bir gülüşle elini Hulusi Bey'in koluna doladı ve hemen ardından da "Aslında sever sayar seni ama uğraşmak hoşuna gidiyor herhalde" dedi. He he! Eminiz öyledir. Hulusi Bey eliyle ve mimikleriyle külahıma anlat der gibi işaretler yapıp Feride ile birlikte odadan çıktı. Bu dediğine kargalar bile gülerdi be Feride.

........::::::::____::::::::........

Feride doktoru geçirdikten sonra restoranın açık yazısını kapalıya çevirip babaannesine ve onun yanında olan Umut'a bakmaya gitti. Kapının ucundan içeriye şöyle bir göz attığında da Müfide Hanım'ı Umut'u karşısına oturtmuş yine yünlerini düzeltirken bulmuştu. Onların bu halini izlemeyi çok seviyordu ama bir an önce yukarıya çıkmalıydı.

"İyi misiniz?"

"İyiyiz Feride küçük oğlumla birlikte karışan yünlerimi düzeltiyoruz. Sen neler yapıyorsun? Sesin soluğun da çıkmıyor"

"Hazır siz burada vakit geçirirken restoranı dip köşe temizleyeyim dedim"

"İyi yapmışsın da müşterilerin yanında zor olmuyor mu?"

"Gelen giden olmayınca bugün erken kapattım. Siz bu katta kalın olur mu? Çamaşır suyu falan kokar şimdi nefesiniz daralmasın"

"İyi madem. Hadi kolay gelsin sana fazla yorma kendini"

Feride derin bir iç çekerek teşekkür ederken Umut'un dikkatle kendisine baktığını görünce hemen gidemedi. Babası sandığı adamın nasıl olduğunu merak ettiği her halinden belliyken bu bakışı görmezden gelmek olmazdı. Feride de çareyi yan gözle babaannesine bakıp oğluna da içeride yatan adamı kastederek "Umutcuğum yanınıza gelmeden arkadaşının annesiyle konuştum. Hani hasta olan... Doktor az önce çıkmış fazla önemli bir şeyinin de olmadığını söylemiş. İlaçlarını düzgün alırsa birkaç güne toparlarmış ama Umut şimdilik yanına gelmesin ona da geçmesin dedi. Düzelir düzelmez seni yanına çağıracaklarmış merak etme" demekte buldu. Daha açık söyleyemezdi zaten.

Umut annesinin söylediklerinden sonra bir yandan babası sandığı adamın iyi olmasına sevinmiş bir yandan da yanına gidemeyecek olmasına üzülmüştü. Ama yapacak bir şey yoktu. Bu kadarı bile ona yeterli geliyordu çünkü ne olursa olsun aynı çatının altında olacaklardı. Doğruyu söylemek gerekirse eğer bir an önce iyileşsin de baba oğul vakit geçirelim hayalleri de kurmuyor değildi. Biraz da sabretmesini bu sağlayacak gibiydi. Sonuçta biri iyileşirken diğeri hastalanırsa beraber vakit geçirmeleri de bir o kadar uzardı.

Umut hiçbir şey demeden buruk bir ifadeyle başını sallayıp yün işine geri döndüğünde Feride hâlâ oğluna bakmayı sürdürüyordu. Oğlunun babasına bu denli ihtiyaç duyduğunu görmesi bugün Feride'nin yüzüne bir tokat gibi çarpmıştı. İster istemez oğluma yetemiyor muyum onu eksik mi bırakıyorum nerede ne yanlış yapıyorum diye düşünmüştü. Bir annenin ya da bir babanın yokluğunun ne yaparsan yap yine de doldurulamayacağını elbette biliyordu ama bunca seneden sonra oğlunun bir anda sessizleşmesi ve bugünkü olaylar kendisini sorgulamasına yol açıyordu.

Kapıyı yavaşça kapattıktan sonra Buğra'nın yanına gitmek üzere direkt merdivenlere yöneldi. Ancak koridordan geçip merdivenin başına geldiğinde attığı ilk adım sonrası durup kendisini yukarıya doğru anlamsızca bakarken buldu. Garip bir boşluk vardı içinde. Tanımadığı huyunu suyunu adını sanını bilmediği babaannesinin deyimiyle it mi uğursuz mu hırlı mı hırsız mı bilmediği bir adama evlerini açmıştı. Oğluyla aynı çatının altına olmalarına nasıl izin verebilmişti inanılır gibi değildi. İyi mi yapıyordu yoksa kötü mü yapıyordu bilemiyordu ama oğlunu da düşünerek bir karara varmış ve kim olduğunu bilemediği bu adama yardım eli uzatmıştı.

Şimdi yaptığının doğruluğu konusunda ikilem yaşıyordu ama ileride o içinde oluşan boşluğun güzel bir şekilde dolduğunu hissedip iyi ki o gün ona sırt çevirmemişim diyecekti. Aynı şey Buğra için de geçerliydi çünkü ilk defa bir kadın onun için "Keşke bunları yaşamasaydık" değil "İyi ki yaşadık iyi ki varsın" diyecekti. Sonları ne olurdu bilinmez ama birbirlerinde kalıcı ve güzel izler bırakacakları kesindi.

Koridordaki ışığın yakında sönecekmiş gibi göz kırpması nihayet Feride'yi kendisine getirdi. Pansiyonun her köşesi dökülüyordu. Bir ara şu eksik kusurları elden geçirse iyi olacaktı. Saçlarını gergin bir halde yüzünden uzaklaştırıp uzun olan eteğini tuta tuta yukarıya çıktıktan sonra Buğra'nın kaldığı odanın önüne gelip kapıyı araladı. İçeriye girmeye tereddüt ettiği için önce başını hafifçe uzatıp hâlâ uyuyor mu diye bir kontrol etti. Gerçek şu ki Buğra'nın kolay kolay uyanacağı yoktu. Doktorun dediği gibi vücut direnci epey düşmüştü ve dinlenmesi gerekiyordu.

Feride bir süre kapının ucundan Buğra'ya baktı. Ne olursa olsun o bir yabancıydı ve tedirgin olması kadar da doğal bir şey yoktu. Kıpırdamadığından iyice emin olduktan sonra da ne olur ne olmaz diye kapıyı aralık bırakarak yanına doğru yaklaşmaya başladı. Elindeki telefonu komodinin üzerine bırakırken gözleri de serumun üzerindeydi. Birbiri ardına düşen damlaları izleyip bakışlarını yavaş yavaş indirdiğinde Buğra'ya bakıp kaldı.

İç sesi de sürekli "Onu tanıyorsun daha önce görmüştün" diyor gibiydi. Ama yok... Yüzü yabancı gelmese de hâlâ onunla alakalı hiçbir ipucu yakalayamıyordu. Buna belki de saçlarının ve sakalının uzunluğu sebep oluyordu ama yine de onları kesse de Feride'nin onu daha önce nerede gördüğünü hatırlamasını kolaylaştırmayacaktı. Sonuçta televizyonda gösterilen küçük resme saniyelik bir şekilde bakıp sonra da evden çıkmıştı. Bunun üzerinden de az buz değil tam yedi yıl geçmişti.

Bakışlarını Buğra'nın üzerinden çektikten sonra beklerken sıkılmamak için odadaki kitaplıktan bir kitap alıp yatağın yanına geri döndü. Yakınlardaki sandalyeyi çekip oturduktan sonra da bir gözü Buğra'da olarak kitabın kapağını açtı. Bir sayfa iki sayfa derken hangi ara okumaya dalıp gitmişti o da anlayamamıştı.

........::::::::__Birkaç Saat Sonra__::::::::........

Umut mutfağa inmişti ama öyle çok bir işi de yoktu. Sadece Müfide Hanım'ın boşalan sürahisine su doldurup yeniden yukarıya çıkacaktı. Sürahiyi eline alıp dikkatlice tutarak çıkarken de mutfaktan dışa açılan kapının tıklatıldığını duyarak omuzunun ucundan arkasına doğru baktı. Geleni tanıyordu. Bu yüzden de hiç düşünmeden merdivenleri geri inip sürahiyi masaya bıraktı ve kapıyı açıp kendisine "Nasılsın Umut?" diyen Nihat'a yarım ağızla iyi olduğunu söyledi.

Nihat içeriye doğru şöyle bir bakıp Müfide Hanım'ı da ortalarda görmeyince açık olmakta bir zarar görmemiş ve Umut'a "Hastanızı görmeye geldim. Yeni ilaçlarının verilmesi ve serumunun değişmesi lazım" diyerek ufaklığın dikkatini çekmişti. Umut babası olduğunu düşündüğü adamı iyileştirmek için geldiğini anlayınca Nihat'ı hemen içeriye almış ve onu yukarıya yönlendirmişti. Bir yandan da Buğra ile ilgili konuşmadan duramıyordu.

Merdivenleri tek tek çıkarken heyecanını da birebir yansıtarak "Nihat amca hastamız kim biliyor musun? Babam! O bize geri döndü" deyince Nihat diğer adımını atamadan aniden durdu. Babası mı? Bunun ne manaya geldiğini düşünürken ister istemez yüzü asılmıştı çünkü Feride'ye karşı bir süredir birtakım hisler besliyordu.

Ses gelmeyince Umut ardına bakıp "Ne oldu Nihat amca neden durdun?" diye sorarak cevap vermesini beklemeye başladı. Nihat ise endişelendiğini belli etmemek için gülümsemeye çalışıp "Sahi mi söylüyorsun?" diye sordu ama aslında duymak istediği "Hayır ama keşke öyle olsaydı" tarzından bir şeydi. Maalesef Umut ona beklediği şeyi söylememiş ve gerçekten de onun babası olduğunu söylemişti.

"Sizin adınıza sevindim"

"Peki babam iyileşecek mi?"

"Önemli bir şeyi yok merak etme. İlaçlarını getirdim düzenli kullanırsa bir şeyi kalmaz""

"Harika!"

Yukarıya çıktıklarında Umut elindeki sürahiyi sıkı sıkı tutup yüzünü astı ve "Hastalığın bana da geçmemesi için içeriye girmem yasaklandı. Sadece buraya kadar gelebiliyorum" dedi. Nihat ufaklığın saçını okşayıp kendisine refakat ettiği için teşekkür ettiğinde Umut Müfide Hanım'ın odasına gitmek üzere yanından ayrıldı. Nihat ise Umut'un söylediklerini düşünüyordu. İçerideki adam gerçekten de Umut'un babasıysa Feride'nin tutumu nasıl olacaktı merak ediyordu doğrusu.

Nihat düşüncelere dalmışken kulağına da Feride'nin sesi gelmeye başlamıştı. Sesle birlikte kapıya yaklaşıp aralıktan içeriye baktığında da Feride'yi adamın baş ucuna oturmuş ona kitap okurken bulmuştu. Açıkçası bu hiç beklediği bir görüntü değildi. Gözleri Feride ile yatakta yatan adamın arasında gezinirken içini bir korku kaplamıştı. Feride'nin yumuşak kalpli bir kadın olduğunu bildiği için eski eşine karşı affedici olabileceğini düşünüyordu. Hay aksi! Küçük bir yanlış anlama durduk yere herkesi farklı farklı sebeplerden ötürü telaşlandırmıştı.


stryut.jpg


"Kederden arınma yolculuğu hiçbir zaman dolambaçsız değildir ama hayat bazen o incecik çizgide yürürken sunar mucizelerini..." (Senden Sonra Ben / Jojo Moyes )

Feride kitabın bu kısmını okur okumaz aniden durdu. İçinden aynı yeri bir kez daha okuyordu ama tam anlık bir şekilde Buğra'ya bakmışken Nihat'ın "Feride..." diyerek adını fısıldamasıyla arkasını döndü. Tabii Nihat'ın geldiğini görür görmez de hemen kitabı kapatarak oturduğu yerden kalkmış ve yanına gelip "Ben Ulaş'ın geleceğini sanıyordum" diyerek elindeki torbaya bakmıştı. Nihat ise Feride'ye bakarken bir anda bakışlarını Buğra'ya çevirmişti. Hoş şeyler hissetmediği açıktı ama bunu da belli etmek istemiyordu.

"Babam bana durumu anlattı. Hazır hastam yokken bir gelip bakayım istedim"

"Sağ olsun Hulusi amca çok ilgilendi. O olmasa ne yapardım o durumda kimi arardım bilmiyorum"

"Beni de arayabilirsin Feride. Her durumda yani..."

Nihat'ın bunu söylerken gözlerine derin derin bakması Feride'yi şaşırtsa da yine de üzerinde durmayıp "Teşekkür ederim. İlaçları getirmiş olmalısın" dedikten sonra onu Buğra'ya doğru yönlendirerek "Tam zamanında geldin çünkü serumu bitmek üzereydi" dedi. Nihat "Bakarım şimdi" derken bir yandan da ceketini çıkarıp kenara bıraktı. Buğra'nın baş ucuna geldiğinde onu Feride'nin eşi sandığı için ister istemez Feride ile ikisini bir arada düşünüyordu. Bunu yaparken de kaşları çatılıyor farkında olmadan da dişlerini sıkıyordu.

Onun bu hali Feride'nin de dikkatini çekmişti. Neden öylece durduğunu merak ettiği için de "Bir şey mi oldu?" diye sormakta gecikmedi. Nihat bu sorunun gelişiyle birlikte hızlıca toparlandı. Bir şey olmadığını sadece düşündüğünü söyledikten sonra da tişörtünün kollarını sıyırıp önce ne durumda olduğunu anlamak için Buğra'yı muayene etti sonra da serumunu değiştirip ilacını da hemen serumunun yanına taktı.

Bu süre içinde Feride de adamın emin ellerde olduğunu düşündüğü için babaannesinin odasına gitmiş ve her şeyin yolunda olup olmadığına bakmıştı. Oğluyla babaannesi televizyonda film izleyerek gayet güzel vakit geçiriyordu. Yani herhangi bir sorun yoktu.

Feride odaya geri döndüğünde Nihat'ı tekli koltuğa oturmuş dik bakışlarla da Buğra'yı izlerken bulmuştu. Onun gibi birinin burada olmasından hoşlanmadığını söylemesine gerek bile yoktu çünkü bakışları bunu alenen belli ediyordu. Feride gözlerini ikisinin arasında gezdirerek içeriye girdiğinde Nihat gitmek için bir atılım yapmaması sebebiyle buna bir açıklama getirip "Serumlar bir saate kadar biter damar yolunu kapatıp öyle gideyim diyorum. Umarım burada olmamın senin için bir sakıncası yoktur" dedi. Sadece bunun için kalmıyordu herhalde. Büyük ihtimalle Feride'yi onunla yalnız bırakmak istemiyordu.

Feride başını iki yana sallayarak "Hiçbir sakıncası yok. Aksine damar yolunu bana çıkarttırmayacağınıza sevindim bile" dedikten sonra yan gözle Buğra'ya bakıp sonra da "Beklerken bir şey içmek ister misin? Kahve ya da çay yapabilirim. Soğuk bir şeyler de getirebilirim" dediğinde Nihat zahmet olmayacaksa bir fincan kahveye hayır demeyeceğini söyledi.

"Ortaydı değil mi?"

"Sadeydi. Şekerle pek aram yoktur bilirsin"

"Affedersin aklımdan çıkmış"

"Sorun değil"

Aslında sorundu. O Feride ile alakalı her detaya hakimdi ama belli ki Feride onunla alakalı özel detayları pek hafızasında barındırmıyordu. Feride odadan çıkmadan önce Buğra'nın yanına gelip elinin tersiyle ateşine baktı. Bu görüntü Nihat'ı rahatsız etmiş olacak ki bakışlarını başka yöne çevirerek "Çok yüksek değil merak etme" dedi. İçten içe "Gebermeyecek maalesef" demek istese de diyememişti. O sırada Feride'nin dikkati onda değildi çünkü ilaçların geldiği torbanın içinde bir kimlik görmüştü. Hulusi Bey ilaçlarla adamın kimliğini de yollayacağını söylemişti. Bu o kimlik olmalı.

Merakla kimliği torbadan aldıktan sonra ön yüzünü çevirip adamın ismine baktı. Dudak hareketleriyle "Buğra Çelik" dedikten sonra anne ve babasının isimlerine sonra da doğum yerine baktı. Adam İzmir doğumluydu. Acaba buralarda ne işi vardı?

Feride kimliği kaybolmaması için çekmeceye koyduktan sonra komodinin üzerinde duran telefonunu alıp "Hemen dönerim" diyerek odadan çıktı. Nihat ise parmaklarını ritmik hareketlerle koltuğun koluna vururken bir yandan da Feride'nin ayak sesini dinliyordu. Bu sesler an be an azalarak sessizlik yaşanınca da ayağa kalkıp ağır adımlarla Buğra'nın yanına geldi. Hayırlı bir gelişe benzemiyordu bu geliş.

ryret.jpg


Buğra'ya üstten üstten bakıyor Feride'nin onda ne bulduğunu anlamaya çalışıyordu. Hafifçe eğildikten sonra da onu Feride'nin eski eşi sandığı için Buğra'nın yüzüne baka baka "Bir an önce iyileş ve buradan defolmaya bak çünkü Feride'yi üzdüğünü görürsem bu defa başına büyük bir bela alırsın" diyerek sert bir tehdit savurdu. Buğra'nın karşılık verecek ya da bir şey söyleyecek hali elbette yoktu ama Nihat'ın bunu zamanı geldiğinde yüzüne de söyleyecek cesareti vardı.

Tabii Nihat bu konuda biraz şanslıydı çünkü yıllar Buğra'yı çok değişmişti. Eğer o eski Buğra olsaydı kim kimin başına bela olurdu o biraz tartışmalı bir mevzu olurdu. Biz en iyisi buna Nihat'ın verilmiş sadakası varmış diyelim.

Nihat kıskanmanın verdiği öfkeyle Buğra'nın başında dururken Feride bu durumdan habersiz kahveleri hazırlıyordu. Birkaç dakika sonra da kahveler hazır olmuş ve onları tepsiye koyup yukarıya çıkmıştı. Aralık kapıyı itip içeriye girdiğinde Nihat pencereden dışarıya doğru bakıyordu. Feride bir gözü onda olarak "Kahveler hazır" dedikten sonra Nihat'ın yanına gelip teşekkür ederek kahvesini almasıyla yatağın yanındaki sandalyeye oturdu. İkisi de kahvelerini yudumlarken sessizdi. Nihat gergin bir ruh haliyle düşünüyor Feride ise serumdan bir bir düşen damlaları izliyordu.

"Feride..."

"Efendim?"

"Neden onu hastaneye götürmek yerine buraya getirdin?"

"Umut böyle olmasını istedi"

"Umut... Peki Umut bir daha hiç gitmemesini isterse ne olacak? Sırf oğlun istiyor diye bu adamın burada kalmaya devam etmesine izin mi vereceksin?"

Nihat'ın bu sorusu cevapsız kalmıştı çünkü Feride'nin telefonuna bir arama gelmişti. Feride bu soruyu garipsediğini bakışlarıyla alenen belli ederken bir yandan da oturduğu yerden kalkıp "Affedersin bu aramayı cevaplamam gerek" dedikten sonra odadan çıktı. Arkadaşı arıyordu ve hafta sonu için iki tane iş seçeneği sunuyordu. Biri her zamanki gibi bakıcılıktı diğeri de tanıdıkları bir mekanda sahne alması yönündeydi. Feride şarkı söylemekten kurtulamayacaktı herhalde.

Düşünceli gözlerle alnını ovuştururken arkadaşı da ona alacağı ücretleri söylüyordu. Bakıcılık işi yaklaşık bir saatlik bir işti ve ücreti de haliyle düşüktü. Sahne alırsa da gayet iyi bir para kazanıyordu. Arada bariz bir fark olunca da Feride kısacık bir an düşünüp sonra da arkadaşına bakıcılığı değil ama sahne alma işini kabul edebileceğini söyledi. Babaannesine yalan söylemek zorunda kalacağı için huzursuz olsa da Umut'a ay sonunda okullarında yapılacak bir etkinlik için kostüm almaları gerekiyordu ve bu iş ona bunu kolaylıkla yapması için epey yardımcı olacağa benziyordu.

Feride arkadaşına kararını söyledikten sonra odaya geri dönüp kahvesini alarak serumun bitmesini beklemeye başladı. Nihat ise odadan çıkmadan önce sorduğu soruyu bir daha soramamıştı çünkü Feride'nin sorusundan hoşlanmadığını düşünmüştü. Bir saat boyunca ara sıra havadan sudan sohbet edip zaman geçirmişlerdi. Sonunda da Buğra'nın serumla olan ilişkisi kesilmiş Feride de Buğra'nın uyandıktan sonra kullanması gereken ilaçlarıyla ilgili bilgilendirilmişti.

"Feride senin sürekli yanında durmana gerek yok"

"Olsun bir işim yok zaten oturuyorum öyle"

"Tamam da..."

"Merak etme sorun olmaz. Ayrıca uyanır da odadan çıkarsa babaannemle karşılaşma riskleri var. Bunu göze alamam"

"Peki ama bir şeye ihtiyacın olursa hiç düşünmeden bana haber ver"

"Tamam gerekirse ararım"

"Hoşça kal"

"Hoşça kal"


........::::::::__Saat 22:30__::::::::........

Feride rahat etmek için üzerine bol bir tişört ve pantolon giyip makyajını silmiş hemen ardından da uyuyan Umut'a göz ucuyla bakıp babaannesinin odasına gelmişti. Kapıyı tıklayıp Müfide Hanım'ın "Gel Feride!" demesiyle de odaya girip "Yatıyor musun babaanne?" diye sordu. Yatıyordu tabii hatta geç bile kalmıştı.

"Çoktan uyumam lazımdı Feride ama Umut'a başladığım süveteri bir türlü bırakamadım elimden"

"Yormasaydın kendini"

"Modelini rengini beraber seçtik senin bızdık çok heveslendi. Bir an önce bitsin de giysin kuzum"

"Sağ ol babaanne"

"Sen yatmıyor musun?"

"Şey... Ben... Yatarım da biraz işlerim var onları halledeyim sonra"

"İyi madem ama çok yorma kendini"

"Peki yormam. İyi geceler"

"Sana da bir tanem"

Feride babaannesini öpüp odadan çıktıktan sonra sırtını kapıya dayadı. Yatarım demişti ama aynı çatı altında yabancı bir adamı misafir ederken gözüne pek uyku girecek gibi değildi. Şimdi adamın uyanacağı tutar nerede olduğunu anlayamayıp gürültü patırtı falan çıkarır herkesi ayağa kaldırırdı. Olmazdı ya aksilik işte olacağı tutardı.

Babaannesinin kapısının önünden çekilip yanına gerekli gördüğü her şeyi alarak üçüncü kata çıktı. Tedirginliği yüzünden okunur haldeydi ve aksilik gibi Buğra'nın kaldığı odanın önüne yaklaşır yaklaşmaz da içeriden gelen öksürük sesi tedirginliğini iyice arttırdı. Uyanmış mıydı acaba?

Uyandıysa neler olabileceğini düşünerek yavaşça kapıyı araladığında ses kesilmişti. Endişeli gözlerle bitkin bir halde yatan adama bakıp içeriye girmek ve girmemekle alakalı tereddüt yaşadıktan sonra da olduğu yerden seslenip "Uyanık mısınız?" diye sordu. Cevap gelmemişti. Of! Ne içeriye girebiliyor ne de odanın önünden çekilebiliyordu. Gündüz vakti huzursuz olmaz gibi gelmişti ama akşam olup etraf karanlıklaşınca insanı ister istemez farklı bir korku kaplıyordu.

Feride elindekilerle koridoru turlarken sürekli içeriye bakıyor ama adamdan yana ne bir hareket ne de bir ses geliyordu. Yaklaşık on beş dakika kadar sonra da ateşini ölçmesi gerektiği için tedirgin bir halde içeriye girdi. Kapıyı sonuna kadar açık bırakıp yanına yaklaştıktan sonra da elindeki kovayı sandalyenin üzerine bırakıp komodinin üzerinden ateş ölçeri aldı. Bu korku denen şey de başa bela bir şeydi. Bir kere içine düşmeye görsün elini kolunu bağlıyordu insanın.

Elindeki ateş ölçeri diğer elinin üzerine gergin gergin dokundururken bir an gözü kovaya takıldı. Bezi kesmek için yanına makas almıştı yani gerekirse kendisini onunla koruyabilirdi. Öyle de adamı iyileştireyim derken korkudan delik deşik etmese bari. Makası eline alıp hafifçe eğildikten sonra Buğra'nın yakasını kaldırarak ateş ölçeri koltuk altına koydu ve hemen elini çekti. Gözü de üzerinden ayrılmıyordu.

Huzursuz bir halde zar zor yutkunurken ateş ölçerin sesi duyulunca elini yeniden gömleğin içine soktu. Hayat korktuklarıyla sınarmış insanı diye boşuna denmiyordu. Feride tam ateş ölçeri tutup çıkaracakken Buğra birinin varlığını hissetmiş ve o her kimse kendisine zarar vereceğini zannedip Feride'nin bileğini çok sert bir şekilde tutarak gözlerini açmıştı.

Bu son yedi yıl onun için hiç de kolay geçmemişti. Sokaklar acımasızdı ve maalesef Buğra da buna birçok kez tanık olmuştu. Üç kuruş parasına göz diken bir ayyaş tarafından hiç beklemediği bir anda bıçaklandığı da olmuştu sırf tanımadığı birini koruduğu için düşman edinip etinin dağlandığı da...

Buğra yattığı yerden doğrulup kendisini koruma içgüdüsüyle bileğini sertçe tuttuğu Feride'yi hızla kendisine doğru çekerken Feride de elindeki makası kullanacağına korkudan yere düşürmüştü. Kullanmayı da bilmiyordu ki zaten!

Yüz yüze geldikleri anda Feride korktuğunu bir an bile olsun yansıtmayan sert bakışlı gözleriyle Buğra'ya dik dik bakıp "Bırak beni yoksa avazım çıktığı kadar bağırır herkesi başına toplarım!" deyince Buğra da tam ters bir laf edecekken aniden durmuş ve Feride'ye gözlerine inanamıyormuş gibi bakmaya başlayıp sonra da onu epey bir şaşırtarak "Eylül..." demişti. Eylül mü?

Feride söylediğinin Buğra ise gördüğünün şaşkınlığıyla öylece kalmıştı. Umut'un onu babası sanması yetmezmiş gibi şimdi de adam Feride'yi başkası sanmış işler de Feride açısından iyice arapsaçına dönmüştü.

kk6e7k.jpg


........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
tesekkur.png


4.Bölüm : Kim bu at hırsızı kılıklı adam Feriide!

"Eylül..."

Buğra karşısındaki kadının Eylül olduğunu sandığı için sert bakışlarını yumuşatıp sıktığı bileği de yavaş yavaş gevşetmeye başlamış o sırada da Feride ile birbirlerine bakıp kalmışlardı. Hem odanın loşluğundan hem de hasta hali dolayısıyla karşısındakini net olarak seçemiyordu. Sadece az önce rüyasında kendisine bağırıp çağırdığını gördüğü Eylül'ün yüz hatlarına sahip olan Feride'yi o sanıyordu. Bu geçici yani anlık bir şeydi elbet.

Buğra net görmek istercesine gözlerini kapatıp açarken korkudan donup kalan Feride ise sesi titreyerek "Ben... Ben Eylül değilim" dedi. Aslında Eylül olmadığı çok belliydi çünkü onun yerinde Eylül olsaydı Buğra kolunu sertçe tutup kendisine çeker çekmez hasta falan dinlemez onu saniyeler içinde duvara çivilerdi. Birinin kendisine karşı güç gösterisinde bulunması en tahammül edemediği şeylerden biriydi çünkü.

Buğra nerede olduğunu anlamak istermiş gibi etrafına bakınırken hâlâ bileğini tutmaya devam ettiği kadının "Beni kim sandığını bilmiyorum ama ben o değilim. Adım Feride" dediğini duyup bakışlarını yeniden ona doğru çevirdi. Feride'ye baktığında artık Eylül'ün yüzünü görmüyordu. Aklında dolanan iki konuda bu kadının kim olduğu ve kendisinin burada ne aradığıydı.

Buğra karşısında duran kadına bakarken onun korkuyla yutkunduğunu fark etmiş ve bileğini ani bir hareketle serbest bırakıp yattığı yerden kalkmaya çalışmıştı. Feride hasta olduğu için bunu yapmamasını söylese de fayda etmemiş Buğra bitkin bir halde ayağa kalkıp bir adım dahi atamadan olduğu yerde kalmıştı. Kendisini gerçekten de çok kötü hissediyordu. Feride yığılıp kalmaması için onu kolundan tutup "Doktor bünyenin zayıf düştüğünü söyledi. Yatıp dinlenmen gerekiyor" deyince Buğra da önce kolunu tutan ele sonra da Feride'ye baktı. Konuşmuyor olması da garipsenmeyecek gibi değildi.

Buğra söylediğini umursamıyormuş gibi kolunu kurtararak zar zor birkaç adım attı ama tam kapıya doğru yaklaşırken Feride'nin "Lütfen gitme... Yalvarırım şimdi gitme! Oğlum çok küçük ona neden burada olmadığını açıklayamam. Seni benim gönderdiğimi düşünüp benden nefret eder" demesiyle durup ona doğru döndü. Buğra onları tanımıyordu ama yine de küçük bir çocuğun kendisi yüzünden annesine nefret duymasını istemezdi. Yeteri kadar can yakmıştı zaten daha fazlasına gerek yoktu.

Feride onun durduğunu görünce rahatlamıştı. Gitmemesini garantilemek için ona Umut'tan bahsedip "Oğlumla parkta tanışmışsın. Bana onu bir kavganın içinden çıkarıp dizindeki yarasını temizlediğini anlattı" dediğinde Buğra çocuğu hemen hatırlamış kadını da daha dikkatli dinlemeye başlamıştı. Feride ise susmadan anlatmaya devam ediyordu.

"Umut'a yaşadıklarından ve pişmanlıklarından bahsetmişsin. O da anladığım kadarıyla hikayenin kendi hikayesiyle benzeştiğini görünce yanlış bir intibaya kapılmış. Anlattıklarından dolayı senin bizi yıllar önce bırakıp giden babası olduğunu sanıyor ve ben bunun aksini söylesem de onu bir türlü inandıramıyorum. Beni yalancılıkla suçluyor. Şimdi bu yanlış anlaşılmayı düzeltmeden buradan gidersen Umut babasını gönderdiğimi düşünüp benden nefret edecek. Son bir senedir doğru düzgün konuşmuyor ve ben daha da kötüye giderse ne yaparım bunu nasıl düzeltirim inan bilmiyorum. Yalvarırım bana bu konuda yardım et. Kim olduğunu birlikte anlatalım ona sonra istediğin yere gidersin"

Buğra konuşmadan sadece düşünüyordu. Bulundukları odaya bakıyor ilaçlara bakıyor kadının söylediklerini düşünüp bir sonuca varmaya çalışıyordu. Bu suskunluğu da ona yalvarır gibi bakıp "Oğlumu kaybetmek istemiyorum ne olur onunla konuşmadan gitme" diyen Feride bozmuştu. Buğra yine bir şey söylememişti ama ağır adımlarla Feride'ye doğru yaklaşıp onun tedirgin haline şöyle bir baktıktan sonra kalacağını yatağa geri oturarak belli etmişti. Feride o kadar rahatlamıştı ki bu rahatlık kelimelerle anlatılmazdı.

Feride gözleri dolacak gibi olup "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim" derken Buğra başını sakince sallamakla yetinmişti. Onun sessizliği oğlundan ötürü o kadar tanıdık gelmişti ki Feride "Aç mısın?" derken bile sesli cevap vermeyeceğini biliyordu. Tam da düşündüğü gibi Buğra hayır dercesine başını iki yana sallamıştı. Bunun üzerine Feride ne yapacağını düşünüp sonra da gergin görünerek az önce yere düşmüş olan ateş ölçeri eline alıp ne sonuç çıktığına baktı. Buğra'nın ateşi az da olsa yine çıkmışa benziyordu.

Ateş ölçeri kenara bırakıp "Şey... Sirkeli su getirmiştim ateşin için. Uzan istersen" dedikten sonra kendisine biraz garip bakan Buğra ile göz göze gelerek "Bu geceyi atlatırsak doktor yarın ayaklanacağını söyledi. Şimdi iyileşmek için dediklerimi yap olur mu?" dedi. Buğra bu sirkeleme işinin nasıl olacağını annesinden dolayı biliyordu. Bezi başına koyacak ve ara arada değiştirecekti o kadar.

Sessizliğini koruyup dediğini yaparak yatağa uzandıktan sonra Feride de sandalyeyi yatağın yanına yaklaştırdı ve oturarak bezi suyun içinde gezdirip sıktı. Buğra da yan gözle onu izliyordu. Feride tedirgince bezi alnına koymak isterken de bunu fark ederek başını sağ yana doğru çekti ve ben yaparım dercesine bezi elinden aldı.

Feride nedenini sorgulamamış Buğra da bezi kendisi alnına yerleştirip düşünceli gözlerle tavana bakmaya başlamıştı. Konuşmuyor olması derin bir sessizliğe neden oluyordu. Onun aklından neler geçiyordu bilinmez ama Feride bu kadar genç bir adamın neden bu halde olduğunu ne yalan söylesin merak ediyordu. Onu bu hale getiren şey neydi acaba? Bu merakını "Ailen yok mu?" diye sorarak gidermek isterken istemeden üzmüştü onu. Aile Buğra için iç sızlatan bir konuydu. Değil konuşmak anlık bir şekilde aklına düşmeleri bile burnunun ucunu sızlatıyordu. Feride'nin sorusuyla birlikte de o ne hissettiğini belli etmeyen yüz ifadesi saniyeler içinde hüzünlü bir hâl almıştı.

Aile... Paramparça ettiği o koskocaman ailesi gözlerinin önüne gelirken ister istemez gözlerinde bir nemlenme oluyordu. Annesini babasını Hulki amcasını kızların "Nezoş" diye takıldığı Nezaket teyzesini Nevin ablasını Eylül'ü oğlunu Ela'yı en son bıraktığında minicik bir bebek olan Rüya'yı küçük kız kardeşiymiş gibi sürekli didişip durduğu Mine'yi arkadaşları Emre ve Onur'u hatta düğününde istemeden gelin çiçeğini tutup fena halde de hışmına maruz kaldığı Yelda'yı bile çok özlemişti. Beraber o kadar çok anıya sahiplerdi ki Buğra tek kalemde tüm o güzel anıları yok etmiş olmanın pişmanlığını iliklerine kadar hisseder hale gelmişti.

Gözlerindeki nemi Feride'de fark etmişti. Üzülmüştü onun adına. Belki de ölmüşlerdi diye düşünmüştü. Bunu öğrenmek için de "Hayattalar mı?" diye bir soru yöneltti genç adama ama cevap Buğra'nın üzgün bakışlarını kendisine döndürüp alnındaki bezi alarak ona uzatması şeklinde oldu. Bu konulara girme demek istiyordu herhalde.


jdythj.jpg


Feride bezi alıp yeniden ıslatarak sıktıktan sonra "Bileklerinde boynunda ve göğsünde gezdir çünkü vücut ısını düşürmemiz gerek" deyip geri uzattı. Buğra almıştı ama söylediği gibi bezi teninde gezdirirken birkaç dakika sonra yorulmuş gibi durup gözlerini yummuştu.

Bunun üzerine Feride bir süre bekleyip uyuduğundan emin olunca elindeki bezi alarak gözlerini üzerinden çekmeden yavaşça teninde gezdirmeye başladı. Islattığı bezi bileklerinde tutup bir sonraki seferde de gömleğinin açık yakasından göğsüne değdirmiş o sırada da Buğra "Özür dilerim" diye sayıklayıp dikkatini dudaklarındaki harekete çekmişti. Feride ne sebeple ve kimden özür dilediğini bilemediğinden ona bakıp kaldı. Birine kötü bir şey mi yapmıştı yoksa sadece kalbini mi kırmıştı bilemiyordu tabii.

Bezle işi bitince malzemeleri bir kenara koyup çekmecedeki kimliği yeniden eline aldı. Adamın kimlikte olan resmiyle şu anki halinin uzaktan yakından hiçbir alakası yoktu. Şimdi saçları ve sakalları uzun olsa da kimlikteki halinde saçları epey kısa yüzünde de sakalı yoktu. Bakışları da donuk değildi. Yüzünde kendinden emin ve ruhen iyi olduğunu hissettiren bir ifade vardı. Hiç de öyle evsiz birine benzer bir hali de yoktu.

Bakışlarını ikisi arasında gezdirirken sanki iki farklı adama bakıyor gibiydi. Kimliği yeniden çekmeceye koyup elinin tersiyle Buğra'nın tenine dokununca vücut ısısındaki az da olsa artış sebebiyle yüzünü ekşitip üzerindeki örtüyü çekerek sirkeli bezi yeniden alnına yerleştirdi. Belli ki bu gece böyle geçecekti.


........::::::::__Ertesi Gün__::::::::........

Gün ağarmadan mutfağa inen Feride tencereyi ocağa koymuş Hulusi Bey'in bahsettiği o vitamin bombası olarak adlandırılan şifa kaynağı çorbasını hazırlıyordu. İçine ne var ne yoksa koymuş şimdi de eksik gedik var mı diye tarif defterinden malzemelere göz gezdiriyordu. Her şey tamam gibiydi.

Düdüklü tencerenin kapağını kapatıp tüm ayarlamalarını yaptıktan sonra dolaptan eskiden kullandıkları sefer tasını çıkarıp içini dışını temizlemeye başladı. Buğra'nın ne vakit uyanacağını bilmediği için çorbayı tabakla değil sıcaklığını bir süre daha muhafaza edebilmesi için sefer tasına koyup öyle götürecekti.

Feride ses yapmamaya özen gösterirken aksilik bu ya Müfide Hanım da her zamankinden biraz daha erken kalkmıştı. Tabii uyandığı gibi burnuna ulaşan sarımsak kereviz ve bilumum kokulu sebzenin tatlandırdığı çorbanın kokusunu almaması mümkün olmamıştı. Yattığı yerden "Hayırdır inşallah sabah sabah sarımsaklara karıştık!" diyerek kalktıktan sonra yatağını düzeltip üstünü değiştirdi.

Müfide Hanım ezelden beri giyimine saçına başına çok dikkat eden bir kadındı. Feride daha bu yaşına kadar babaannesini hiç özensiz bir halde görmemişti. Hastayken bile kombinlerini ona göre yapar ailesinden kalma broşunu yakasına takardı. Hasta değilken de ekstra özenliydi. Her sabah kalkar odasından çıkmadan önce güzel kıyafetlerini giyip saçlarına topuzunu yapar hafif bir makyajla da yüzüne renk getirirdi. Kadıncağız bu kadar titiz ve süsüne püsüne önem verirken bir anda karşısında kir pas içindeki Buğra'yı bulmasa bari.

Babaannesinin uyanıp aşağıya inmek üzere hazırlandığından habersiz olan Feride düdüklü tencereyi açıp sebzelerin pişip pişmediğini kontrol ettikten sonra ses çıkmasın diye mutfak robotundan geçirememiş koca bir tel süzgeç çıkarmıştı. Bu kadar uğraşı hayatında ilk ve belki de son defa gördüğü biri için yaptığına kendisi de inanamıyor gibiydi çünkü ara sıra yüzünde bunu garipsediğini belli eden bir ifade beliriyordu.

"Feride sabahın bu kör vaktinde mutfağı rüyanda mı gördün kızım?"

Feride dalmış bir halde çorbayı süzgeçten geçirirken babaannesinin sesini duyunca haliyle sıçrayarak arkasını dönmüş ve korkuyla çarpan kalbini tutarak "Sen miydin babaanne?" demişti. Müfide Hanım ağır adımlarla yaklaşıp "Benim tabii ya başka kim olacaktı ki?" diye sorarak çorbaya göz atarken Feride de bir an Buğra'yı düşünüp tedirgince dudağını ısırdı.

"Zencefil koydun mu sen buna?"

"Koydum babaanne"

"Kemik suyu?

"Hı hıı..."

"Hayırdır kızım daha kahvaltıya bile oturmadan nereden esti şimdi çorba falan?"

Feride önce ne diyeceğini şaşırsa da "Umut dün gece kontrol ettiğimde öksürüyordu içsin de hastalanmadan baştan önlemimizi alalım dedim" diyerek bu soruyu güzel bir şekilde geçiştirmeyi başardı. Müfide Hanım ise bu cevaba gülüyordu. Torununun neden güldüğünü anlayamamış gibi bakan bakışlarını görünce de "Sen bu çorbayı Umut'a içirmeyi başar akşama size ud çalıp bir de üstüne bu yaşımda zil takıp önünüzde şakkıdı şakkıdı oynayacağım" deyip onu da bu gülüşe ortak etti. Bu çorba hasta olduğu dönemlerde Umut'un içmemek için kırk takla attığı bir çorbaydı gerçekten.

"Bu sefer tası ne diye çıktı yine ortalara Feride?"

"O mu? Şey... "

"Ne kızım?"

"Hulusi amca!"

"Adı batasıca moruk!"

Müfide Hanım'ın gözlerini belerterek kendisine bakmasıyla zorlukla yutkunan Feride minik bir öksürükle boğazını temizleyip "O meşhur çorbandan yaparsan bir dahaki sefere bana da bir kap gönderir misin demişti de..." deyince Müfide Hanım pek de hoşlanmadığı Hulusi Bey için "Zıkkımın pekini içsin o kart horoz! Yapacak kimsesi yok muymuş? Gerçi o zamanında peşinde fink attığı Nazire Hanım'ı evlenmeye ikna edememişti değil mi? Kadın bile anlamış bu adamdan bir hayır gelmeyeceğini başından basmış hayırı. Ee! Karısının bile sene-i devriyesini doldurur doldurmaz totosuna tekmeyi vurduğu bir adamı kim ne yapsın allasen? Haah! Şimdi kapı kapı dolaşsın iki kap çorba için mendebur" deyiverdi. Eyvah! Sabah sabah adamcağızın kulakları hiç de hayırlı bir şekilde çınlamıyordu.

İşin kötüsü tam da bu esnada yukarıdan tedirgin edici bir ses gelmişti. Bir şey mi devrilmişti acaba? Müfide Hanım korkarak sese dönüp "Ev başımıza mı yıkılıyor Feriide!" derken Feride de sesi yapanın Buğra olabileceğini düşündüğü için telaşlanıp "Sen çorbayı süzmeye devam et babaanne Umut uyanmıştır. Ben bir gidip bakayım" dedikten sonra mutfaktan apar topar çıktı. Neyse ki karşısına "Özür dilerim anne" diyen Umut çıktı. Feride gözlerini yerdeki kırık saksıdan ve yere saçılan topraklardan alıp oğluna çevirerek içeriye doğru da "Umut yanlışlıkla saksıyı kırmış babaanne sorun yok" diye seslendi.

"Yaramaz cüce! Dikkat etse ya ödümüz patladı burada. Ayol kaç yaşında kadınım öbür tarafa gitmem bir hık dememe bakar"

"Allah gecinden versin babaanne deme öyle şeyler"

"Aman tamam demedim bir şey"

"Biz hemen geliyoruz merak etme"

"Dur hemen gitme! Zerdeçallı yağ yaptın mı sen buna?"

"Henüz yapmadım"

"Ben yapayım mı?"

"Çok iyi olur. Sağ ol"

Umut kendisine kaş göz işareti yapan annesiyle birlikte yukarıya doğru geri çıkarken bir yandan da "Babam nasıl anne?" diye soruyordu ama Feride şimdi orta yere bayılıverecekti. Üst kata çıktıktan sonra oğlunu kenara çekip "Misafirimiz daha iyi ama şimdi bir sorunumuz var ve benim senin yardımına ihtiyacım var" deyince Umut "Babamdan misafir diye bahsetme ne olur" dedi. Feride ellerini bitik bir halde saçlarının arasından geçirip bu konuyu da Buğra ile halletmek istediği için es geçerek oğluna hangi konuda ihtiyacı olduğundan bahsetmeye başladı.

"Senin bugünkü görevin babaannemi mümkün olduğu kadar buradan uzak tutmak olacak tamam mı? Ona bugün birlikte gezip tozmak istediğini söyleyerek evden çıkarıp önce hava almak için parka sonra da torunu Ege'yi özlediğin için arkadaşı Güleser Hanım'ın yanına götüreceksin. Oraya gittiğinde sohbete dalar geri dönüşü de akşamüstünü bulur"

"Ama o zaman ben babamı göremem"

"Umut babam deyip durma lütfen"

"Ama o benim babam anne!"

"Sessiz ol. Bak onun iyileşip ayaklanabilmesi için bugün iyi bakılması gerekiyor. Eğer iyi hissettiğine kanaat getirirsem seni onunla konuşturacağım ama bu dediklerimi yapmazsan hasta bir halde yatıp uyumaya devam eder"

"Tamam öyle olsun"

"Aferin benim oğluma"

Umut durumu kabullendikten sonra yüzünü ekşitip "Peki babama onun için yaptığım resmi sen verir misin?" diyerek arka cebinden çıkardığı kağıdı annesine doğru uzattı. Feride kağıda bakarken gözlerinden akması muhtemel olan yaşa çok zor hakim olmuştu. Umut yukarıda yatan adamın babası olmadığını öğrendiğinde çok üzülecekti ve belki de eski konuşkanlığına yeni yeni kavuşmuşken bu defa daha da çok suskunlaşacaktı. Ama bu konuda Feride'nin başka bir seçeneği de yoktu. Onun babası olduğunu sanmaya devam ederse hayatları karmakarışık olurdu.

Açıkçası Feride oğlu üzülmesin diye tanımadığı bir adamla eski karı kocalarmış gibi vakit geçirmeye de hiç gönüllü değildi. Bir de buna Umut'un onları yeniden bir araya getirme çabaları eklenirse işler hepten sarpa sarardı. Tabii işin sonunda yalan söyledikleri ortaya çıkarsa oğluna karşı tüm güvenini de yıkmış olurdu. Çocuk bir daha inanır mıydı annesine? İnanmazdı. Yani hiç o yollara giremezdi. Bu adamın babası olmadığı bir şekilde oğluna kanıtlanmalıydı. Neyse ki adamın kimliği yanındaydı da bu konuda işi bir nebze olsun kolaylaşıyordu.

"Anne..."

"Efendim oğlum?"

"Babama kahvaltı götürmeyecek miyiz? Acıkmıştır"

"Bu konuda da bir sorunumuz var"

"Ne sorunu yoksa yemek yiyemeyecek kadar kötü mü?"

"Hayır değil. Ben ona sana hastayken içirdiğim çorbadan yaptım"

"Iyyy! O çorba bir acayip kokuyor onu hiç sevmiyorum"

"Sorun da şu ki ben babaanneme o çorbayı senin öksürdüğünü duyduğum için yaptığımı söyledim. Yani öksürdüğünü kabul edip küçük bir kase içmen lazım yoksa neden hasta çorbası yaptığımı sorgulamaya başlar"

"Bunu bana yapamazsın anne!"

"Babaannem sana içirmeye çabalarken ben de ona belli etmeden yukarıya bir kase çorba götüreceğim yoksa götüremem anlar ve nedenini öğrenince de hasta falan dinlemez onu hemen buradan gönderir"

Umut o çorbayı içmek zorunda olmasından hiç hoşlanmasa da Feride'yi şaşırtıp ilk defa itirazını sürdürmeden "Tamam babam için bütün tencereyi bile içerim. Yeter ki o iyi olsun" dedikten sonra annesinin yanından geçip merdivenleri inmeye başladı. Feride duyduğu şey sonrası nefes alamadığını hissetmişti. Oğlunun yaşayacağı hayal kırıklığını düşünürken boğazı düğüm düğüm oluyordu. Bu işi uzatmadan bir an önce halletmek gerekecekti.

........::::::::____::::::::........

Feride oğluyla beraber kırılan saksıyı kaldırıp etrafı temizledikten sonra mutfağa geri dönmüş ve Umut ile anlaştıkları üzere planını uygulamaya koymuştu. Umut bugün gezmek istediğini söyleyerek adeta nefret ettiği çorbayı Müfide Hanım'ın elinden nazlana nazlana içmeye çalışıyor Feride ise sefer tasına koyduğu çorba ve ekmekle birlikte yanına su da alarak merdivenleri bir bir çıkıyordu. Burası üç katlı ahşap bir binaydı ve haliyle eski olduğu için de birtakım gacır gucur sesler çıkarmaya da meyilli oluyordu.

Sessiz sedasız yukarıya çıkan Feride odanın kapısını tıklatıp ses gelmeyince de yavaşça kapıyı aralayıp içeriye baktı. Buğra uyanmıştı ve kendisine bırakılan notu okuyordu. Notta Feride babaannesinin durumundan bahsedip kendisi gelene kadar sessizce beklemesini istemişti. Belli ki Buğra da bu yazılanlara uyum sağlamıştı. Uyanır uyanmaz hemen odadan çıkıp gitmek için aşağıya inmemesinden belliydi bu.

Feride dışarıya ses gitmesin diye kapıyı kapatıp "Günaydın" dedikten sonra elindekileri komodinin üzerine bıraktı ve sefer tasını açarak ona yiyecek bir şeyler getirdiğini söyledi. Buğra sessizce onun çorbayı hazır hale getirmesini izliyordu. Kendisi gibi birine karşı bu kadar ilgili ve anlayışlı olmasına da şaşırmıyor değildi. Anne olduğu da her halinden anlaşılıyordu. Gece ateş kontrolleri yapması şimdi de aynı annesi Ferda Hanım'ın elinden yediği gibi bir kap çorbayla gelmesi onun insan ayrımı yapmayan iyi biri olduğunu gösteriyordu.

Feride çorbaya yeterli miktarda limon sıkıp peçeteyi de koyduktan sonra "Oğlum bu çorbanın kokusunu da tadını da hiç sevmez hatta yaptığım zamanlar kaçacak delik arar. Umarım sen içebilirsin. İçinde kemik suyu birçok sebze ve baharat var. Babaannem bu çorbaya hastalara şifa veren çorba der. Zorlansan da birkaç kaşık içmeye çalış lütfen. İlacında var tok karnına içeceksin onu da unutma" dedi. Bunları söylerken bir yandan da gözleri dolmaya başlayınca Buğra bunun nedenini ister istemez merak etmişti.


kruykruy.gif


Bunun neticesinde de servisteki peçeteyi alıp onu gözlerindeki yaşı silebilmesi için Feride'ye doğru uzattı. Böyle yapınca Feride'nin akmaması için uğraş verdiği yaş tek hamlede düşüp yanağını ıslatmıştı. Buğulu gözlerini Buğra'ya çevirip uzattığı peçeteyi aldıktan sonra göz yaşlarını silerek sandalyeye oturdu. Güçlü kalmaya çalışsa da şu an bunu yapamamıştı.

Umut'un babama verir misin dediği kağıda birkaç saniye baktıktan sonra "Oğlum bunu senin için çizmiş. Seni babası sandığı için..." deyip Buğra'ya uzattı. İkisi de kağıda bakarken Buğra elinden alıp Feride'nin "Şimdi de sırf sen bu çorbayı içip iyileşebil diye babaannemi oyalamak için köşe bucak kaçtığı çorbayı kendisine içirmesine izin verdi" demesi eşliğinde de kağıdı kat yerlerinden açarak o küçük çocuğun yaptığı resme baktı.

Umut kendisini anne ve babasının ellerinden tutmuş bir halde çizmişti ve haliyle babasını da Buğra'nın şu anki haliyle resmetmişti. Uzun saçları sakalları hatta tek kulağına taktığı küçük küpesi bile vardı. Üstü başı kir içinde değil aksine gömlekli kravatlı şık bir haldeydi. Yalnız içinde bulundukları ev ile ilgili enteresan detaylar mevcuttu. Kapı çizmişti ama o kapının açılmasını sağlayacak ne kilit ve anahtar çizmişti ne de kapıya bir kulp... Pencerelerde de aynı şey geçerliydi. Bu detayları babası olarak bildiği adamın bu evden gitmesini istemediği için yaptığı açıktı. O yüzden evin çıkış yollarını kapatmıştı. Sadece evin içinde neden sarı bir bisiklet olduğunu anlamamıştı. Belki de bisiklete binmeyi seviyordu kim bilir...

Buğra resme bakarken aynı Feride gibi duygulanmıştı ama onu duygulandıran şey kendi öz oğlundan hiçbir zaman böyle bir resim alamayacak olmasından dolayıydı. Aklında dönüp duran şeyler canını yakıyordu. Acaba oğlunun annesi evlenmiş miydi? Yedi yıl önce onu son kez gördüğünde Eylül'ün hayatında biri vardı. Bir doktor... Hâlâ bir aradalar mıydı evlenmişler miydi bilmiyordu. Annesi Ferda Hanım'a sormamış onun da bunlardan bahsetmesine izin vermemişti. Duymak istememiş ne Eylül ile ilgili ne de oğluyla ilgili bir şey bilmek istememişti çünkü ne kadar az şey bilirse kendisini o kadar uzak tutabilirdi onlardan.

Şimdi bu resme bakarken aklından ister istemez oğlum da o adama böyle resimler yapıyor mudur diye geçiriyordu. Gerçek şu ki Eylül o daha önceden Buğra'nın da gördüğü adamla evlenmişti. Ahmet Atahan ile yani. Hatta iki tane de çocukları olmuştu. Yiğit yani Buğra'nın oğlu da Ahmet'e büyük bir sevgi besliyordu çünkü o bir kadının da bir çocuğun da başına gelebilecek en harika insanlardan biriydi.

Buğra'nın resme bakarak dalıp gidişi de bu sırada duygularını saklamaya çalışıyor oluşu da Feride'nin dikkatinden kaçmıyordu. Yüzüne bakarken de merakına yenilip "Umut bahsetti. Senin de mi bir oğlun var?" diye sordu. Cevap birkaç saniye sonra Buğra'nın başını evet dermiş gibi sallamasıyla gelmiş Feride bu defa da ona "Onu göremiyor musun?" diye sorup yüzündeki ifadeye odaklanmıştı. Buğra bu soru karşısında gözleri dolarak başını iki yana sallamıştı. Bu Feride'yi hem onun adına hem de babasını göremeyen o küçük çocuk adına üzmüştü.

"Annesi mi göstermiyor sana?"

Bu soru sonrası Eylül'ün hamile olduğunu öğrenip yanına gittiği zamanları hatırlamıştı. Eylül ona "Hayırdır Buğra! Adam olamıyorum bari baba olmayı mı deneyeyim diyorsun?" demişti ama Buğra onu bile olamamıştı. Her zaman yanında olacağım dediği oğlunu ardında bırakıp çekip gitmiş ne onu ne de iyi misiniz bir ihtiyacınız var mı deyip Eylül'ü aramıştı. Şimdi gitse ve Eylül "Yedi yıldır arayıp sordun mu da şimdi çıkmak istiyorsun çocuğunun karşısına?" dese ona verecek bir cevabı bile yoktu. Ne doğduğunda ne hastalandığında ne de doğum günlerinde yanında değilken hakkı mıydı hayatlarına girip her şeyi yeniden alt üst etmek? Halbuki gitmemiş olsaydı dediği gibi Yiğit'in yanında olmaya çabalasaydı Eylül hoşuna gitse de gitmese de sonunda oğluyla görüşmelerine engel olmazdı. Yaşadıklarından ötürü tedirgin olsa da sırf oğlunun iyiliği için yapmazdı bunu.

Gözlerindeki yaşları silen Buğra oğlunu görememesinin tek sebebi kendisi olduğu için hayır dercesine başını birkaç kez sallayıp sonra da ayağa kalktı. Feride çıkıp gitmesin diye onunla birlikte kalkınca yüz yüze kalıp sonra da aynı anda kenara çekildiler. Buğra resim kağıdını komodine bırakıp odadaki banyoya gittikten sonra yüzüne defalarca su çarpıp sonra da aynada kendisine baktı. O bile karşısındaki adamı tanıyamıyordu.

Asılı halde duran havluyu alıp yüzünü silerken gözü de havluluğun sallanıyor oluşuna takıldı. Banyoya şöyle bir baktığında dolaptaki menteşede de bir sorun olduğunu ve dolap kapağının aşağıya doğru indiğini görmüştü. Kısa bir an düşündükten sonra içeriye geri döndü ve Feride'nin meraklı bakışları altında yatağın önünde dizlerinin üzerine çöküp altından dün gece yere düşen makası alarak yeniden ayaklandı. Tabii onu o halde görünce Feride makasa gözlerini açarak bakmış ve haklı olarak kendisine zarar vereceğini düşündüğü için "Senin için yaptığım onca şeyden sonra bana böyle mi teşekkür ediyorsun?" deyip korkuyla kapıya doğru gitmek istemişti.

Ancak bunu istese de yapamamıştı. Buğra yanlış anladığını fark edince dursun diye diğer elini ona doğru kaldırıp sonra da banyoya gitti. Tabii Feride de ne yaptığını anlamak için başını o tarafa doğru uzatmıştı.

Buğra makası açıp keskin olan uç kısmını havlu askılığının vidasına takarak sıktıktan sonra dolap kapağının menteşesini de düzeltip makası banyo tezgahına bırakmış ve vidayı gizleyecek parçayı üzerine kapatıp az önce kullandığı havluyu da düzgün bir şekilde yerine geri asmıştı. Feride ise onu izlerken adım adım banyonun önüne gelmişti. Biraz da mahcup olmuştu ama onu tanımıyordu ki nereden bilsin adamın makasla tamir yapacağını.

Buğra banyo kapısının önünde duran Feride'ye yaklaşıp gözlerinin içine tüm samimiyetiyle bakarak "Böyle teşekkür etmek istedim" deyince Feride aldığı karşılıkla donup kalmış Buğra da yanından geçip yatağa oturarak aslında hiç yiyecek hali olmamasına rağmen getirdiği çorbayı sessiz sedasız içmeye başlamıştı. Hem o küçük çocuğun yaptığı fedakarlık için hem de Feride'nin verdiği emeği hiçe saymamak için...

Feride omzunun ucundan ona doğru bakarken ne düşüneceğini bilememişti ama yine de içinden gelen bir ses onun iyi biri olduğunu söylüyordu. Bu düşüncesinden dolayı da yanına doğru yaklaşıp sandalyeye oturduktan sonra "Dedemle babaannem buraların eskilerinden olduğu için herkes bizi sever sayar. İstersen eleman arayan birileri var mı diye haber salabilirim. Hem belki sana yatacak yer de verirler böylece sokaklarda kalmazsın" dedi. Buğra çorbayı içerken bakışlarını Feride'ye çevirip yine başıyla hayır anlamı taşıyan bir sallayışta bulunmuştu.

"Aslında sana burada iş vermek isterdim çünkü zaman zaman yardıma çok ihtiyacım olabiliyor ama emeğinin karşılığını ödeyecek durumumuz yok. Babaannem burayı pansiyon olarak işletmeme izin vermedikçe de bu imkanımız olmayacak gibi"

Feride'nin bunları söylerken ellerini huzursuzca birbirine bastığını gören Buğra tam çorba kasesini bırakıp "Güzel olmuş... Eline sağlık" demişti ki bunu söylemesine şaşıran Feride oğlunun yana yakıla kendisine seslenmesiyle oturduğu yerden hızla kalktı. Umut'un "Anne Müfide babaannem sandalyeden düştü!" deyişiyle odadan önce telaşla Feride çıkmış onun hemen ardından da Buğra çıkıp elini güç almak istermiş gibi kapıya dayamıştı.

Tabii Feride oğlunun yanından hızla geçip babaannesine bakmak için koşarak aşağıya inerken Umut'un da kapının ucundan ne olduğuna bakan Buğra ile göz göze gelmesi kaçınılmaz olmuştu. Bu karşılaşma böyle olmasaydı daha iyi olurdu aslında. En azından Feride de yanlarında olsaydı.


ryukuyk.jpg


Birbirlerine bakarken Umut gözleri dolu bir halde "Bir daha sakın beni bırakıp gitme baba!" diyerek koşup kendisine sarılınca Buğra ne yapacağını bilememiş ve kendisine sıkı sıkı sarılan çocuğa bakıp kalmıştı. O an sanki oğluna... Yiğit'e sarılmış gibi bir garip hissetmişti kendisini. Bu yüzden de gözleri dolarken titreyen elini çocuğun saçlarına götürmüş ve eğilip onun kendisine ışıl ışıl bakmasıyla birlikte de Umut'u kendisine çekip sarılmıştı.

Yukarıda yaşananlardan habersiz olan Feride koşarak mutfağa girip Müfide Hanım'ı yerde canı acır halde söylenirken bulunca hemen "Umut çabuk Hulusi amcayı ara!" diye seslenip yanına geldi. Müfide Hanım ise Hulusi Bey'in adını duyar duymaz çocuk gibi "Ay olmaaz! İstemem. O ak saçlı moruğa sonunda kırdın mabadını oturdun aşağıya Müfide Hanım deme zevkini yaşatamam Feriide! Gerekirse kalan ömrümde yengeç gibi yürürüm ama yine de o adamdan medet ummam!" deyip ahlayıp vahlamayı sürdürüyordu.

Feride ne yapacağını şaşırmıştı. Bir yandan babaannesine kıpırdamadan olduğu yerde durmasını söylüyor bir yandan da "Kaldır beni de şu koltuğa oturt Feride" demesi sebebiyle kolundan tutmaya çalışıyordu. Tabii kıpırdadıkça da pansiyonun içi Müfide Hanım'ın bağrışlarıyla inliyordu. İşin kötüsü bu sesler kesilmeyip aksine artınca Buğra yardım etmek gerekebileceği için Umut'un yanından ayrılıp merdivenlerden aşağıya inmeye başlamıştı.

Mutfağa girişiyle de tam bir kaos yaşanmıştı çünkü bir yandan Umut arkasından "Baba dur! Müfide babaannem seni görürse buradan gönderir" diyor bir yandan Müfide Hanım ansızın mutfaklarında beliren saçı sakalına karışmış adamın varlığıyla "Aaaaa! Kim bu at hırsızı kılıklı adam Feriide!" deyip bağırıyor bir yandan da Feride bu durumu nasıl toparlayacağını bilememenin şaşkınlığıyla şok olmuş gibi Buğra'ya bakıyordu. Hay aksi! Şimdi bu kargaşada hem babaannesine bu adamın neden burada olduğunu hem de oğluna onun babası olmadığını nasıl aynı anda açıklayacaktı ki?

rehyte.jpg


........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
at hırsızı.png


5.Bölüm : Adım Buğra... Buğra Çelik

"Ay ay aaaay! O pis elleriyle dokunmasın bana her yeri mikrop kaynıyordur bunun Feriide!"

Babaannesinin sözleriyle yerin dibine giren Feride kusura bakma der gibi Buğra'ya bakarken bir yandan da kadıncağızın kollarına girip onu birlikte mutfaktaki koltuğa doğru yürütüyorlardı. Halbuki otursa ya oturduğu yerde ya kırık çıkığı varsa ne olacaktı? Gerçekten de çocuk gibiydi bu Müfide Hanım!

Ancak kaos daha bitmemişti. O an duyduklarına çok kızan Umut kaşlarını çatıp Buğra'nın beline sarılarak "Babam pis değil Müfide babaanne!" derken Feride de oğluna susması için işaret yapmıştı ama geç kalmıştı. Müfide Hanım tabii ki de Umut'un bu dediğini duyduğu için önce "Ne babası Feriide buna mı diyor baba diye?" deyip ardından da kaba etini tutarak "Kıçının üzerine düşerek beyin sarsıntısı geçiren ilk insan ben değilsem eğer bu tüy yumağının o Melek Yüzlü Şeytan ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olamaz. Gerçi bu da şeytan gibi bakıyor insana ama yok o cibilliyetsiz Tarık benzersiz bir şeytandı" deyiverdi.

Babaannesi susmak bilmeyince onu koltukta bırakıp Buğra'nın yanına gelen Feride mahcubiyeti gözle görülür şekilde "Babaannem adına senden özür dilerim. Yaşlılık işte... Dilinin kemiği olmuyor bazen. Sokaktan gelince Umut'a da böyle şeyler söyler sakın alınma" deyince onun haline üzülen Buğra da başını sorun olmadığını belli edercesine sallayıp mutfak kapısından bahçeye çıktı.

Tabii onun ardından Umut'ta gitmeye kalkmış ama Feride adamı tanımadığı için oğluyla yalnız kalmasını istemeyip Umut'u gitmeden durdurarak "Ben Hulusi amcayı arayıp dönene kadar Müfide babaannenin yanında kal tamam mı? Bir bardak su da götür kendisine gelsin" dedi. Umut dışarıda duran Buğra'ya üzgün halde bakıp sonra da annesinin dediği gibi Müfide Hanım'a su getirip yanına oturdu. En azından laf dinliyordu.

Feride telefon vasıtasıyla ulaştığı Hulusi Bey'e babaannesinin durumunu anlatıp hemen geri dönmüştü. Müfide Hanım da torununu görür görmez hiç lafı dolandırmadan Buğra'yı kastederek "Kim bu adam Feride ne işi vardı üst katımızda?" diye sordu. Bu soruya Feride'den önce "Bu adam deyip durmayın! O benim babam diyorum Müfide babaanne sen beni dinlemiyor musun?" diyen Umut cevap vermişti.

Müfide Hanım gözlerini kocaman aça aça "Ay bayılacağım şimdi! Hâlâ babam diyor bu mağaradan fırlamış adamdan bozma yaratığa Feriide!" derken Feride de Umut'un yanına sokulup "Hadi sen biraz odana çıkıp oyun oyna. Ben Müfide babaannenle biraz konuşayım sonra seni çağırırım" dedi. Umut tam itiraz edecekken göz ucuyla bahçedeki Buğra'ya doğru bakmış sonra da gayet uysal bir tavırla "Peki anne" deyip yanlarından ayrılarak merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Ama öyle hemen gittiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz çünkü annesinin kendisini izlediğini bildiği için önce basamakları birer birer çıkmış sonra da Feride'nin bakışlarını çekip Müfide Hanım'a durumu anlatmaya çalışmasını fırsat bilerek sessizce geri inmişti.

Bir gözü mutfakta olarak usul usul aşağıya indikten sonra da dış kapıya yaklaşıp kimseye belli etmeden sessiz sedasız dışarıya çıktı. Yakalanmamanın verdiği rahatlıkla gülümseyip koşarak evin arka tarafına geçtikten sonra bahçedeki yabani otları yolan Buğra'yı görüp olduğu yerden bir süre onu izledi. Ona bakıyor otları yoluşunu izliyor içten içe babasının şu an burada olmasının mutluluğunu yaşıyordu.

Buğra ise Umut tarafından izlendiğinden habersiz dizinin üzerine çökmüş otları temizleyerek Feride ile olan konuşmalarını düşünüyordu. Oğluyla alakalı kendisinden yardım isterken çok çaresiz görünüyordu. Umut için senin bizi yıllar önce bırakıp giden babası olduğunu sanıyor dediğine göre bunca zaman onlar için hiç de kolay geçmemişti.

Tanımadığı birinden medet umacak kadar zor durumda olan hele ki kendisi için birçok şey yapan birine sırtını çevirip gidemeyecekti sanki. Hemen şimdi şu an hiçbir açıklama yapmadan çekip gidebilir kimseye de hesap vermek zorunda olmazdı ama yapmayacaktı bunu. Bir kez daha birilerinin canının yakılmasına neden olmayacaktı.

Buğra düşüncelere dalmış bir haldeyken Umut yavaş yavaş yanına doğru yürüyordu. Ses çıkarmadan Buğra'nın başında durup tatlı mı tatlı gülümsemesiyle ona bakarken de yavaşça dizlerinin üzerine çöküp aynı onun gibi otları yolmaya başladı. Bunu yapmasıyla Buğra'nın da dikkati hemen ona doğru kaymıştı. Önce çocuğa sonra da eline baktığında ani bir hareketle bileğini tuttu. O anda da Umut'un bakışları bunu neden yaptığını anlamak istermiş gibi ona dönmüştü.

Konuşmadan birbirlerine bakarken Buğra çocuğun elini canlı otların üzerinden çekip asıl yolunması gereken ölü otların üzerine koymuş bir nevi onları değil bunları temizlemelisin demişti. İkisi de sessizliği çok iyi bildiği için Umut tek kelime etmese de ne demek istediğini anlamış ve bu defa otları doğru bir şekilde temizlemeye başlamıştı.

"İyileşmiş görünüyorsun. Annem sana da o kokulu çorbadan içirdi değil mi? Tadı gerçekten çok kötü! İçine mutfakta ne buldularsa hepsini atıyorlar biliyor musun? Umarım uzun uzun yıllar hiç hastalanmam"

Buğra içtiğini belli etmek için başını olumlu bir tavırla sallarken bir yandan da kısık bir ses tonuyla "Ben sevdim. Annemin yaptığı çorbalar gibi olmuş" deyince Umut yüzünü ekşitmişti. Küçük beyin Buğra gibi düşünmediği açıktı. O sırada Feride de babaannesinin hakaretlerine maruz kalan adamın ne durumda olduğunu görmek için mutfaktaki pencerenin önüne geldi. Perdeyi aralayıp bahçeye şöyle bir göz atarken de Buğra'yı bir köşede eğilmiş otları temizlerken görmüştü. Baktığı açıdan sadece o görünüyor henüz Umut'un da orada olduğu belli olmuyordu. Bu yüzden de tamamen Buğra'ya odaklıydı.

rdutr.jpg


Sessiz sakin bir adama benziyordu. Aynı zamanda da yorgun... Ama sadece bedenen değil ruhen de yorgundu. Gözlerinde baktıkça derinleşen acı dolu bir ifade vardı ve bu Feride'yi neler yaşadığı nasıl bu hale geldiği konusunda bir miktar meraklandırıyordu. İyi de biriydi sanki. Bu yaptığı şeylere teşekkür etmek için banyo dolabını ve havluluğu tamir etmesinden hatta şu an hiçbir mecburiyeti olmamasına rağmen hasta haliyle bahçelerini temizlemesinden belliydi. Birilerine faydasının dokunmasını seviyor gibiydi. Bu da onu iyi biri yapardı değil mi?

Feride dalgın bir halde bu genç adamla alakalı düşüncelere dalarken Umut elinde yolduğu otlarla ayağa kalkmış Feride de deminden beri Buğra'nın önünde durduğu için göremediği oğlunu odasında düşünürken Buğra'nın yanında görünce çok şaşırmıştı. Bu şaşkınlığı sürerken de kapının tokmağı Hulusi Bey tarafından vurulmaya başladı. Feride oğluna mı gitsin kapıyı mı açsın bilememiş gibi tereddütte kalmıştı sanki.

Tam o anda da Müfide Hanım'ın yüzünü ekşiterek kapı tarafına bakıp "Kalçamı kırdığımı öğrendi ya işini gücünü bırakıp uçtu hemen buraya kart horoz! Hele bir bana laf çarpsın ben de onu duvardan duvara çarpar iki gıdımlık canına da ot tıkarım Feride git söyle o doktor bozuntusuna ona göre açsın o düşesice çenesini!" demesi duyulmuştu. Adam iyi ol diye geliyor be Müfide Hanım!

Feride tek kelime etmeden pencerenin önünden çekilip kapıyı açmış Hulusi Bey'in yanında Nihat'ı da görünce önce neden o da geldi ki diye düşünüp sonra da hemen "Buyurun Hulusi amca babaannem mutfakta" demişti. Hulusi Bey içeriye geçerken takılmak için "Elinde kafamda patlatacağı bir tava ya da kepçe yok değil mi kızım?" dese de Feride ses etmemişti çünkü aklı oğluyla Buğra'ya takılmıştı. Nihat neden endişeli göründüğünü anlayamayıp kolunu tutunca Feride'nin bakışları da elini hisseder hissetmez ona doğru döndü.

"Neyin var Feride?"

O sırada Müfide Hanım'ın "Hayırdır Müfide Hanım sabah zumbası yaparken mi sakatladın o çok kıymetli kalçanı?" diyen Hulusi Bey'i kastederek "Feride al bu ak saçlı bunağı yanımdan yoksa az önce sana söylediğim duvar hadisesi birkaç saniye içinde gerçekleşmek zorunda kalacak" dediğini duyan Feride bakışlarını o yöne çevirip sonra da Nihat'a "Bir şeyim yok" diyerek babaannesinin yanına gitti. Nihat bir şey olduğunu ama söylemediğini anladığı için bakışlarını merdivenlerden yukarıya doğru çevirmişti. Bu hallerinin sebebi yukarıda yattığını sandığı adam olmalı diye düşünüyordu.

Müfide Hanım'ın muayenesi başlarken dışarıda da Buğra ile Umut ellerinde ölü otlarla bahçeyi turluyordu. Buğra bu kadar güzel ve büyük bir bahçenin neden bu denli bakımsız kaldığını anlayamamıştı. Halbuki burası çok güzel bir şekilde değerlendirilebilirdi. Ellerindeki otları ileride duran boş kovaya attıktan sonra bahçe hortumunu alıp sırayla ellerini temizlediler. O sırada Buğra'nın gözüne kırık gibi duran iki kişilik bahçe salıncağı çarpmıştı.

Onun bakışlarını takip eden Umut salıncağı kastederek "O hep kırıktı. Ben hiç sallanmadım ama annem küçükken çok severmiş. Müfide babaannem annen yanıma geldiğinde hiç inmezdi o salıncaktan sabahtan akşama kadar sallanır dururdu derdi" dediğinde Buğra da hortumu bırakıp o yöne doğru giderek "Neden tamir etmediniz?" diye sordu. Buğra kendisiyle konuşunca Umut mutlu olup gülümsemiş sonra da koşarak peşine takılmıştı.

"Annem birkaç kez denedi ama tamir işlerinden çok da anlamadığı için yapamadı. Biz de sonra marangoz çağırdık. O da bu gitmiş abla yenisini yapalım istersen dedi ama bizim yenisi yaptıracak paramız yoktu çünkü başka ihtiyaçlarımız vardı. Bu da böyle kaldı bir daha ellemedik"

O marangoz anlamayacaklarını düşünüp ondan masraf çıkararak yenisini yapalım demiş olmalı yoksa bu salıncak gayet de kolay tamir edilirdi. Buğra salıncağın sağına soluna bakıp iyice inceledikten sonra "Alet çantanız var mı?" diye sordu. Umut'un gözleri ne yapacağını anladığı için ışıldamıştı. Birkaç saniye tutulup sonra da Buğra'nın kendisine bakmasıyla "Alet çantası değil ama şuradaki bisiklet garajında Taner dedemin tornavidaları testereleri ve daha birçok aletleri var. Getireyim mi?" diye sorunca bu sefer de Buğra tutulup kaldı. Taner mi?

Çocuğun Taner dedemin demesi Buğra'nın gözlerinin önüne babası Tamer Bey'i getirmişti. Üzücü bir isim benzerliği olmuştu onun için. Oğlunun dedesiyle nasıl bir ilişki kurduğunu o an çok merak etmişti. O da Tamer dede diye diye etrafında fır dönüyor muydu acaba? Kucağına oturup dedesinin ağzından babasını dinliyor muydu?

Umut babası sandığı adamın gözlerinin dolmaya başladığını görünce üzülüp "Seni üzecek bir şey mi söyledim?" diye sordu. Buğra bu soruyla hemen toparlanıp başını iki yana sallamış sonra da "Hadi gidip beraber bakalım sonra da salıncağınızı tamir edelim" deyip Umut'un mutlu bir halde etrafında dolanması eşliğinde bahsi geçen garaja doğru yürümeye başladı. Umut'un varlığı onu ister istemez etkiliyordu. Belli ki Umut ona kaçındığı duyguları yaşatıp oğluna olan özlemini hatırlatıyordu. Ondandı bu burukluk.

........::::::::____::::::::........

Muayene sona ermişti. Müfide Hanım verilen ilaçları kullanıp birkaç gün zorlayıcı hareketlerden kaçınarak mümkün mertebe yatağında dinlenecekti. Neyse ki kırık çıkığı yoktu yoksa bu yaşta onu bu kadar çabuk toparlamak hiç de kolay olmayacaktı.

Müfide Hanım her ne kadar burun bükmüş olsa da Feride hem Hulusi Bey'i hem de Nihat'ı bir fincan kahve içmek için ikna etmişti. Şimdi de fincanlara doldurduğu suyu cezveye aktarıyordu. Bunu yaparken de kulağına Müfide Hanım'a iyi olup olmadığını soran Umut'un sesi gelmeye başlamıştı. Oğlunun içeride oluşu ne yalan söylesin onu biraz rahatlatmıştı. Ama o kadar çabuk rahatlamasın çünkü Umut birazdan salıncak oldu mu olmadı mı diye bakmak için yine bahçeye çıkıp Buğra'nın yanına geri dönecekti.

"Feride..."

Feride cezveyi ocağa koyarken yanına gelen Nihat'ın sesini duyup "Bir şey mi istedin?" diyerek ona doğru bakınca Nihat ona şöyle bir bakıp "İyi görünmüyordun ben de nasıl olduğunu bir sorayım istedim" dedi. Nasıldı bilmiyordu ama kafası karışık gibiydi sanki. Evlerinde yabancı bir adam vardı ayrıca tanımadığı huyunu suyunu bilmediği bu adamla birlikte oğluna onun babası olmadığı konusunda bir açıklama yapmak zorundaydı. Tabii bunları Nihat'a söyleme isteğinde değildi çünkü başka biriyle bu konuları konuşmak istemiyordu.

"İyiyim merak etme. İlgilendiğin için teşekkür ederim"

"Gece nasıl geçti? Onunla alakalı bir sorun yaşanmadı değil mi? Yani hastanızla..."

"Gece bir ara uyandı ama çok sürmeden yine uykuya yenik düştü"

"Sana kaba davranmadı ya..."

"Endişelenme herhangi bir sorun yaşanmadı"

"Keşke beni arayıp uyandığını haber verseydin. Saat kaç olursa olsun gelirdim yanına"

"Bir ara aklıma geldi ama dedim ya uyudu diye... Vazgeçtim aramaktan"

"Şimdi nasıl hâlâ uyuyor mu?"

"Hayır en son bahçedeydi. Aslında yukarıda kalacağı konusunda anlaşmıştık ama Umut babaannemin düştüğünü söyleyince o telaşla yardım etmek için aşağıya indi"


hjkfhk.jpg


"Bu konuda ne yapacaksın peki? Umut çok heyecanlı görünüyordu. Sanki yeniden bir araya gelmenizi istiyor gibi"

"Kiminle?"

"Babasıyla..."

Ah be Umut! Nihat'a hangi ara söyledi o adamın babası olduğunu? Feride canı sıkkın bir halde "Babası olduğunu sana da mı söyledi? Of Umut!" derken bir yandan da fincanlara kahveleri bölüştürmeye başladı. Adamla alakalı evet babası ya da hayır babası değil tarzında bir şey söylemediği için Nihat biraz huzursuz olmuştu. Feride ise bu konuyu uzun uzadıya konuşma niyetinde değil gibiydi ve sadece "Bir yanlış anlaşılma olmuş ama bunu bugün çözeceğiz ve sonra da hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz" diyerek tepsiye koyduğu fincanları alarak servis yapmaya götürdü.

Nihat ardından bakarken Feride'nin söylediklerini düşünüyor bir yandan da kendisine göre yorumlamaya çalışıyordu. Hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz derken ne demek istemişti ki? Acaba aramızda bir yanlış anlaşılma olmuş ondan ayrı kalmışız ama bu durumu çözeceğiz demek mi istemişti yoksa bambaşka bir durumla ilgili bir yanlışlık olmuş onu çözüp buradan gidecek biz de oğlum ve babaannemle beraber hayatımıza devam mı edeceğiz demek istemişti?

Dalmış bir halde olduğu yerde düşünürken Müfide Hanım'ın "Nihat söyle şu titrek ihtiyara hızlı hızlı içsin kahvesini sonra da haydi yallah! Doktor olmuş ama hastalarıyla özellikle de bir kadınla nasıl konuşacağını hâlâ öğrenememiş!" dediğini duyup yanlarına gitti. Çektiği sandalyeye oturup kahvesini eline alırken Feride de Umut'a bakmak için izin isteyip mutfaktan çıktı. Nihat'ın Müfide Hanım'ı destekleyici şekilde konuşmaları eşliğinde yukarıya çıkıp oğlunun odasına girdiğinde Umut'u yine olması gereken yerde yani odasında bulamadı. Bugün de laf dinlemeyeceği tutmuştu.

Seri adımlarla yeniden aşağıya inip mutfak penceresinden dışarıya baktığında ne Umut'u ne de Buğra'yı önceden gördüğü yerde bulamamış bu yüzden de biraz tedirgin olmuştu. İçini bir korku kaplayarak bahçeye açılan kapıdan çıkıp etrafa bakına bakına evin etrafını dolanırken kulağına da Umut'un "Sen bayağı anlıyorsun bu işlerden. Tamirci misin yoksa diyeceğim ama annem babanın şirketi vardı o kendi işinin patronuydu demişti" dediği çalındı. Bunu duymasıyla onları görmesi de bir olmuştu sanki.

Umut'un sözlerine ayrı gördüklerine ayrı şaşırmıştı. Buğra salıncaklarını tamir ediyor Umut'ta ona yardım mı ediyordu yoksa Feride yanlış mı görüyordu? Doğru görüyordu hatta birazdan yıllardır kullanmadıkları salıncakları sapasağlam bir şekilde kullanıma hazır olacaktı. Bu saatten sonra da biraz zor bozulurdu çünkü ekstra parçalarla birçok yerden desteklenmişti.

Feride'nin geldiğinden habersiz olan Buğra yerdeki çekici alıp Umut'a da "Mimarım ben... Yani mimardım. Eskiden..." dedikten sonra salıncağın oturma yerlerindeki çivileri sağlamlaştırmaya başladı. Feride ona bakarken ne düşüneceğini şaşırmıştı. Bu adam mimar ise iyi bir eğitim almış olmalıydı. Ayrıca hayat şartları da büyük ihtimalle fena değildi ama şimdi neden bu haldeydi ki? Acaba ne olmuştu da böyle bedbaht bir hayat sürmeye başlamıştı?

"Mimar mısın? Ama annem bana bundan hiç bahsetmemişti"

"Annen beni tanımıyor ki... Dolayısıyla mesleğimi de bilemez"

"Nasıl tanımıyor? Sen benim babamsın seni nasıl tanımaz?"

Can alıcı bir mevzuya giriş yapmalarından ötürü Feride telaş yapıp tam Umut'a seslenecekken Buğra elindeki çekici yere bırakmış ve Umut'un boy hizasına inerek çok sakin bir ses tonuyla "Baban olduğum kanısına nereden vardın?" diye sormuştu. Bu soruyla Feride olduğu yerde kalmıştı. Umut'un vereceği cevabı ve konuşmanın nasıl ilerleyeceğini görmek istiyordu. Duruma göre müdahale edecekti yani.

"Şey... Biz seninle konuştuk sen bana benim yaşlarımda bir oğlun olduğunu ve onu da hiç görmediğini söyledin. Ben de babamı hiç görmedim"

"Evet söylediklerim doğru benim senin yaşlarında bir oğlum var. Adı da Yiğit"

"Yiğit mi? Ama benim adım Umut"

er5er6.jpg


"Anladığım kadarıyla yaşadıklarımızın örtüştüğü bazı yerler var ve bu da küçük bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermiş. Seni umutlandırdıysam özür dilerim. O günkü konuşmalarımızın senin üzerinde böyle bir etki yaratacağını bilemezdim"

"Şimdi sen benim babam değil misin?"

"Sen harika bir çocuğa benziyorsun ama üzgünüm baban ben değilim Umut"

"Adın Tarık değil mi yani? Tarık Durusoy"

"Adım Buğra... Buğra Çelik"

Umut üzgün bir halde iç çekip omuzlarını düşürerek "Ama beni o çocukların elinden kurtardın. Babam değilsen neden yaptın ki bunu?" dediğinde onun omuzunu tutan Buğra da "Yardıma ihtiyacın var gibiydi. Zor durumda olan birine yardım etmek için de onu tanımak ya da aynı aileden olmak gerekmez. Güçlü olan güçsüzü korur kural budur" deyip Feride'nin onları dinlerken tebessüm etmesine neden oldu.

İkisini izlerken bu baba mevzusunun Umut'u olumsuz etkilememiş olmasından daha doğrusu hırçınlaştırmamasından dolayı içi de epey rahatlamıştı. Aklının bir köşesi hep Umut'a bunu nasıl açıklayacağız ve doğru kelimeleri nasıl seçeceğiz ile doluydu. Ama belli ki bazen çok da düşünmeye gerek yoktu. Karşındaki bir çocuksa lafı dolandırmadan her şeyi dosdoğru anlatmak yetiyordu.

Konuşmaları bitmiş gibi görününce Feride "Umut!" diye seslenerek yanlarına doğru yürümeye başlamış bu yüzden de ikisinin bakışları aynı anda ona doğru dönmüştü. Buğra bahçelerinde izinsiz iş yaptığı için birkaç adım geri çekilip başı eğik bir halde durduğunda bakışlarını ondan alan Feride de oğlunun omuzlarını tutup "Ne yapıyorsunuz bakalım?" diye sordu. Bunu sorarken gergin olsa da Umut olağanüstü bir durum varmış gibi algılamasın diye bir yandan da tebessüm ediyordu.

Bu soru sonrası Buğra sessiz kalıp ufaklığa bakmış Umut ise annesine ne yaptıklarını açıklayarak "Salıncağı tamir ediyorduk" dedikten sonra yan gözle Buğra'ya bakıp sözünü de "Yani Buğra amcayla beraber" diye tamamlamıştı. Buğra amca... Bu artık onun babam olduğunu iddia etmeyeceğim çünkü yanıldığımı anladım demenin bir başka yoluydu herhalde. Feride aferin dercesine oğlunun başını öpüp "Elinize sağlık" derken kısa bir an durup sonra da "Umut hadi sen bir Müfide babaannene bak biz de Buğra ile biraz konuşalım" dedi. Konuşma isteği küçük beyi biraz tedirgin etmişe benziyordu.

Umut bu tedirginlikle arkasını dönüp annesine baktıktan sonra son derece sessiz olmaya gayret ederek "Onu gönderme ne olur" dedi. Bunu söylerken ki yalvaran bakışları Feride'nin içine oturmuştu. Buğra'ya doğru bakıp sonra da bakışlarını oğluna çevirerek "Merak etme öyle bir şey yapmayacağım. Hadi git şimdi" dediğinde Umut'un yüzündeki acınası ifade bir anda kaybolmuş yerine ışıl ışıl bir gülüş belirmişti. Buğra'ya sevimli bir bakış atıp koşarak içeriye giderken Feride de salıncağa doğru döndü. Bu sırada Buğra'nın da bakışları ona doğru kaymıştı. Ne diyeceğini merak etmişti.

"Bu salıncağı çok severim. Tamir olmaz demişlerdi ama sen onu eski haline getirmeyi başarmışsın"

Bunları söyledikten sonra bakışlarını Buğra'ya çevirip "Teşekkür ederim. Hem salıncak için hem de oğluma yaptığın açıklama için" dediğinde bir süre birbirlerine bakıp sonra da gözlerini başka yöne çevirdiler. Buğra yine sessizleşmişti. Tuhaf bir şeydi belki ama biri ona teşekkür ettiğinde kendisini çok kötü hissediyordu. İçinde sürekli ona "Sen kötü birisin. İyi şeyler yapmadın bu yüzden de kimsenin iyi niyetini hak etmiyorsun. Şimdi sakın insanların gözünü boyayıcı şekilde davranıp değiştim yalanının ardına saklanma çünkü sen asla değişemezsin" diyen bir ses vardı sanki.

Onun sessizliği Feride'yi düşünmeye sevk etse de "Hep böyle misindir? Kırık dökük şeyler gördüğünde onları tamir etmek düzeltmek mi istersin?" demesine engel olmamıştı. Öyleydi galiba. Bu hayatta kırıp döktüğü parça parça ettiği o kadar çok şey vardı ki içgüdüsel olarak gördüğü eline geçirdiği her şeyi eski düzgün haline getirmeye iyileştirmeye çabalıyordu. Bunu hayatındaki insanlar üzerinde uygulayabilecek durumda değildi çünkü.

Buğra'nın yüzündeki ifade yine Feride'yi düşündürecek ölçüde hüzne boğulmuştu. Aklından ne geçiyor bilmiyordu ama onu üzen yaralayan bir şeyler olduğundan emindi. Konuşmuyordu da. Aslında anlatsa zehrini akıtacaktı ama onu da yapmıyordu ya da yapmak istemiyor onu akıtmadan günden güne kendisini zehirlemesine izin veriyordu.

Cevap vermeyince Feride konuşmak istemediğini düşünüp içeriye girmeyi teklif etmek istedi ama bunu yapamadan kendisine seslenen Nihat'ın sesini duydu. İkisi de aynı anda sese doğru döndüğünde Buğra adama şöyle bir bakmış Feride de "Hulusi amcanın oğlu Nihat" dedikten sonra biraz daha açık olarak sözüne "O da doktordur. Dün akşam seni kontrol etmeye o gelmişti" diyerek devam etti. Bu açıklamanın ardından ne olduğunu sormak için Nihat'ın yanına doğru yürümeye başladı. Yüzünde olumlu bir ifade olduğuna göre Umut'tan bu adamın babası olmadığını öğrenmiş olmalıydı.

"Ne oldu Nihat bir sorun mu var? Yoksa babaannem..."

"Hayır Müfide Hanım iyi merak etme. Sadece sormak istediğin bir şey yoksa biz artık kalkalım diyoruz"

"Her şey için teşekkür ederim "

"Rica ederim. Feride o ne olacak?"

"Kim?"

Nihat bakışlarıyla salıncağa oturan Buğra'yı işaret edip "İstersen giderken onu da götürebiliriz. Bana sorarsan burada kalması için hiçbir sebep yok" dediğinde Feride de o yöne doğru bakıp düşünmeye başladı. Buğra oturduğu yerde yorgunmuş gibi başını zincire yaslamıştı ve gözlerini de sabitlediği yere dikip düşünüyordu. Bu halleri Feride'ye dokunuyordu nedense. Sanki yardıma ihtiyacı varmış da çevresindeki kimsenin umurunda değilmiş gibiydi. Ama Feride'nin umurundaydı. Onu böyle göndermeye içi el vermeyecekti sanki.

"Hayır birkaç gün kalıp iyice kendisine gelsin. Artık babaannem de burada olduğunu biliyor yani sorun olmaz"

"Sorun olmaz mı? Tanımadığın bir adamla aynı çatının altında olmak başlı başına bir sorun Feride"

"Biliyorum ama o zararsız birine benziyor"

"Bunu bilemezsin. Onun gibi adamlar iyilikten anlamazlar Feride"

"Nasıl bir adam ki o?"

"O sokaklarda yaşıyor. Hırsız olabilir katil olabilir bu yolla insanları kandıran bir dolandırıcı olabilir"

Feride söylediklerini dinlerken yan gözle Buğra'ya bakınca onun salıncakta uyuyakaldığını fark etmiş ve bu masum görünen görüntüsünden dolayı da "Belki de sadece üzgün biridir. Yaşadığı kayıplar yaşadığı haksızlıklar ya da üzüntüler sonrası bu hale gelmiştir" deyip Nihat'ı şaşırtmıştı. Sadece onu da değil ağzından çıkanı kulağı duyduğunda kendisi de söylediklerine şaşırmış bunu da yüz ifadesine anında yansıtmıştı.

Nihat tedirgin hislerle Feride'yi dinledikten sonra "Ben yine de dikkatli ol derim. Sonradan üzülmemek için..." dedi ve açık kapıdan geçip içeriye girdi. Feride ise Nihat'ın söylediklerini aklının bir köşesine yazsa da yine de olumlu düşünmesine engel olamıyordu. İçindeki ses Buğra ile ilgili korkuya kapılmasına mani oluyordu ama yine de bu konuştuklarını kulak arkası etmeyecekti. Sonuçta iyi niyetinin kurbanı olup kendisi gibi çevresindekilerinde zarar görme ihtimali vardı. Buna izin verecek değildi.

Feride içeriye girdiğinde Hulusi Bey ortalarda yoktu. Nihat ise Müfide Hanım'a kendisine iyi bakıp sonra yine kontrole geleceğini söylüyordu. Feride sabah yaptığı çorbadan hızlıca bir kaba koyup sonra da kapının önüne doğru gittiğinde Hulusi Bey çoktan dışarıya çıkmıştı. Kim bilir Müfide Hanım neler neler dedi adama da o da mutfakta bekleyemeden attı kendisini dışarıya.

"Hulusi amca o vitamin bombası dediğin çorbadan yaptım. Aslında Umut ile sana da yollayacaktım ama sizin gelmeniz gerekince elden vereyim dedim"

"Oo! Ellerine sağlık kızım unutmamışsın"

"Afiyet olsun"

"Sağ olasın. Umut'u da ver yanımıza da şu huysuz cadının ilaçlarını beraber alalım getirsin bir an önce"

"Çok iyi düşündün. Bu arada babaannemin söyledikleri için kusura bakma ne olur. Niye böyle yapıyor anlamıyorum"

"O bana ne kadar söylüyorsa ben de ona o kadar söylüyorum. Sen hiç arada kalma biz de böyle anlaşıyoruz demek ki"

Öyle oluyordu herhalde. Feride babaannesinin ilaçlarını alması için Umut'a para verip onu da Hulusi Bey ve Nihat ile birlikte göndermişti. İçeriye geri döndüğünde Müfide Hanım da Hulusi Bey'i kastederek "Bunak ihtiyar! Yaşlılıktan elleri tir tir titreyerek muayene ediyor ama o halde bile gelmiş bana dikkat et Müfide Hanım bu yaştan sonra kalça kırığı adamı dört kolluya bir adım daha yaklaştırır diyor. Münasebetsiz kart horoz!" deyip kendi kendisine söyleniyordu. Yazık daha iki adım atmadan Hulusi Bey'in kulakları yine çınlamaya başlamıştı.

"Babaanne sen şimdi kıpırdamadan burada otur tamam mı? Umut geldiğinde seni yukarıya çıkarırız"

"Ben sıkılırım yukarıda Feride burada oturacağım"

"Mutfakta! Ama yatağında daha rahat edersin"

"Olmaz! Hasta gibi yatarsam kendimi daha kötü hissederim ben"

Feride kısa bir an düşünüp merdivenlere bakmış sonra da Müfide Hanım'a dönüp "Aslında haklısın seni bu halde yukarıya çıkarmayalım. Ben en iyisi alt kattaki odalardan birini senin için hazırlayayım. Hem girişteki odada televizyon da var. Pencerenin önünden gelene gidene de bakarsın. Evet böyle yapalım! Ben Buğra'dan da yardım isterim seni çok geçmeden odana yerleştiririz" dedikten sonra bahçeye çıkmak için bir atılım yapmıştı ama gidemeden babaannesi "Buğra da kim ayol?" diyerek onu durdurmuştu. Sahi ya kadın kim olduğunu henüz bilmiyordu.

Feride geri dönüp tedirgince "Umut'un yardım etmemizi istediği adam" dediğinde Müfide Hanım bir anda hiddetlenip "Ne! O çöp kokan musibet hâlâ gitmedi mi? Hemen gönder onu Feriide ne olduğu belli olmayan bir adamı şu kapıdan içeriye adım bile attırmam ben. Bitlidir ayol o!" diyerek kalkmak için bir hamle yapınca Feride hemen babaannesinin yanına koşup onu geri yasladı. Eyvah! Bu iş biraz sıkıntılı olacağa benziyordu.

"Öyle deme babaanne"

"Ya ne diyeyim Feride? Ah ne güzel akça pakça bir adam al nikahına oturt baş köşeye mi diyeyim? Tövbeler olsun ağzımdan yeller seller alsın tüüüüh!"

Feride babaannesinin tükürüğünden kaçıp Buğra söylediklerini duyacak tedirginliğiyle kapıya doğru baktıktan sonra bir sandalye çekip Müfide Hanım'ın yanına oturdu. Kadıncağız da anlamıştı karın ağrısını o sebepten dolayı da başını diğer tarafa çevirip "Hiç ikna çabalarına girişme benden sana ekmek çıkmaz" dercesine sessize almıştı kendisini. Feride ise hiç değilse bir iki gün kalmasına ses çıkarmasın istiyordu. İyice iyileşsin o da kalmak istemezdi herhalde.

"Ne olduğu belli olmayan bir adam değilmiş. Az önce Umut ile konuşurlarken duydum eskiden mimarlık yapıyormuş. Bu da onun aslında hiç de göründüğü gibi biri olmadığını gösterir. Umut'un yaşlarında bir oğlu olduğunu da söyledi. Adı da Yiğit'miş. Sanırım uzun süredir ayrılar ve çocuğunu hiç görememiş. Belki de yaşadığı üzüntüler onu bu hale getirmiştir"

"Pabucumun kokuşmuş mimarı! Ben de genetik mühendisliği alanında profesörlüğümü ilan ettim şimdi de bir değişikliktir deyip astronomiye göz kırpıyorum. Bir aksilik olmazsa birkaç sene sonra o jüpiter senin bu mars benim gezmeyi planlıyorum inşallah. Neden dersen eğer oradan buradan taş toprak toplayacağım. Ee! Bana da inandın mı?"

"Buğra'nın yalan söylediğini düşünmüyorum"

"O kadar safsın yani!"

"Saflıktan değil hislerime güveniyorum diyelim. Hem yalan söyleyecek olsa böyle bir yalana mı başvurur?"

"Katiyetle olmaz Feride söyle toplasın pılısını pırtısını başka kapıya gitsin. Koskoca Marmaris'te bula bula bizi mi buldu canım daha neler!"

Feride şu an babaannesini ikna edemeyeceğini anlamıştı. Konuştukça daha da net bir tavır içerisine giriyordu çünkü. Oturduğu yerden kalkıp bir pike aldıktan sonra dışarıya çıktı ve Buğra'nın yanına doğru yürümeye başladı. İkilemde kalmıştı. Babaannesinin de söylediklerini göz ardı edemiyordu ama kendi hislerine de sırt çeviremiyordu. Salıncağın yanına geldikten sonra önce sağlam görünen salıncağa sonra da uyumaya devam eden Buğra'ya bakıp elindeki pikeyi onu uyandırmamaya çalışarak üzerine örttü.

Gözleri Buğra'nın bir şeyler söylemeye çalışırcasına kıpırdayan dudağında olarak örtüyü düzeltirken Buğra da uyku haliyle göğsüne yakın yerde duran elini Feride'nin elini hissedip üzerine koymuştu. Bunu yapmasıyla elini çekemeden kalan Feride ne yapacağını şaşırmıştı. Böyle bir şey yapmasını beklemediği açıktı. Kim beklerdi ki? Birkaç saniyelik tutulup kalışın sonrasında elini yavaşça çekerken Buğra'nın "Gitme" deyip elini daha da sıkı sarışıyla kıpırdamadan olduğu şekilde kaldı.

Şu an garip bir durum cereyan ediyordu. Yabancı bir adamla el ele bahçede olması hiç de normal bir şey değildi çünkü. Feride afallamış bir halde rüyasında ne gördüğünü daha doğrusu kimi gördüğünü düşünürken elini çekemeyince düşer miyiz tedirginliğiyle salıncağın boş tarafına oturdu. Düşmemişlerdi. Bu da salıncağın gerçekten de tamir olduğunu düşündürüp Feride'yi gülümsetmişti.

Dikkatini salıncaktan alıp Buğra'ya yönelttiğinde hali içine dokunmuştu. Elini kendisini bırakıp gitmesinden korkuyormuş gibi tutuyor yüzü de o an rüyasında ne görüyorsa onun verdiği hüzünlü hissi birebir yansıtıyordu. Feride baktı olacak gibi değil nasılsa elini gevşetir o zamanda çekerim diye düşündüğünden kıpırdamadan salıncakta oturup beklemeye başladı. Bir yandan da neden bu halde olabileceği konusunda kendi içinde tahminlerde bulunmaya çalışıyordu.

Feride dalıp giderken Buğra yine her zamanki gibi sessizce sayıklamaya başladı. Bu defa daha can acıtıcı şeyler görüyor olmalıydı ki "Aç gözlerini Ela! Yalvarırım aç gözlerini!" derken aynı anda da gözünden yaş akıyordu. Feride doğrulup ona bakarken nefesini tutmaktan boyun damarlarının belirginleşmeye başladığını fark etmişti. Diğer eliyle omuzuna minik vuruşlar yapıp "Uyanmalısın" dese de Buğra nefesini zar zor alıp "Başını vurdu! Çok sert vurdu götür onu buradan! Çıkar hemen götür!" demeyi sürdürüyordu. Önce Eylül şimdi de Ela ismi Feride'yi iyiden iyiye meraklandırmıştı. Neler yaşanmıştı ki bu adamın hayatında?

Buğra uyku haliyle Feride'nin elini haddinden fazla sıkınca canını yakmış bu yüzden de Feride omzuna biraz daha sert vurup "Uyan lütfen! Kabus görüyorsun. Buğra!" diyerek sonunda onun sıçrayarak uyanmasına neden olmuştu. Buğra gördüğü rüyanın etkisiyle oturduğu yerden hızla kalkıp ondan uzaklaşarak alamadığı nefesi düzenlemeye çalışırken Feride'nin "Sakin ol sadece kötü bir kabus gördün. Geçti gitti" deyişlerini bile duymuyor gibiydi. O an sadece zihnindeki görüntüye odaklıydı o da ellerinin arasından kayıp giden Ela'nın düşüp başını sertçe yere vurması ve sonrasında ellerine bulaşan kanıydı.

Feride ürkütmeden yanına yaklaşmaya çalışıp "İyi misin?" dediğinde onunla göz göze gelmekten kaçınan Buğra olduğu yere sığamıyormuş gibi hiçbir şey söylemeden seri adımlarla yürümeye başladı. Feride ne olduğunu anlayamadığı için peşine takılıp dur diyordu bekle diyordu ama yok adam durmadığı gibi elleriyle de kulaklarını kapatarak hızla yürüyüp oradan uzaklaşıyordu. Feride ne yapacağını da ne söyleyeceğini de şaşırırken bir anda aklına gelenle "İlaçlarını almadan gidemezsin! Kimliğin..." diye bağırsa da Buğra'nın durmaması yüzünden onun ortadan kayboluşunu şaşkın gözlerle izlemek zorunda kalmıştı. İyi de nereye giderdi ki bu halde? Daha da kötüsü şimdi Umut geri döndüğünde Feride onun bu ani gidişini nasıl izah edecekti ki küçücük çocuğuna?


dsfegrhyju.gif


........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz

nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
yıygıy.png

6.Bölüm : Arkana bile bakmadan öylece defolup gidemezsin!

Buğra'nın kendisine hiçbir açıklama yapmadan aniden gitmesi sebebiyle Feride ne yapacağını bilemez bir halde onun ardından bakıp kalmıştı. Yüzünde de görenin dikkatini hemen üzerine çekecek derecede endişeli bir ifade vardı çünkü aklından türlü türlü şeyler geçiyordu.

Buğra'nın bu kadar kötü bir haldeyken apar topar nereye gittiğini mi düşünsün ilaçlarının ve kimliğinin burada kalışına mı üzülsün yoksa geldiğinde onun nerede olduğunu soracak olan Umut'a ne cevap vereceğini mi düşünsün şaşırmıştı. Şu son birkaç gündür yaşadığı şeylere gerçekten inanamıyordu. Sessiz sakin hayatları bir anda bambaşka bir hâl almıştı ve bu da ister istemez Feride'yi korkutuyordu.

Feride donup kalmış gibi hiç kıpırdamadan olduğu yerden önündeki bomboş yola bakarken Müfide Hanım'ın seslenişi çalınmıştı kulaklarına. İhtiyacı olduğundan mı yoksa merak ettiğinden mi sesleniyordu bilmiyordu ama babaannesinin sözünü ikiletmeden hemen mutfağa geri döndü. Hali de hâl değildi hani. Müfide Hanım torununu görür görmez anlamıştı bir terslik olduğunu.

"Neyin var Feride?"

"Gitti babaanne"

"Kızım çocuğu ilaç almaya diye sen gönderdin ya"

"Umut değil"

"Değil mi? O zaman kim gitti ayol?"

"Buğra... Hiçbir şey demeden bir anda çekti gitti"

"Durduğu kabahat! Öyle bitli mi pireli mi ne olduğu belli olmayan bir adamın ne işi var ki zaten burada?"

"Öyle deme babaanne hastaydı biliyorsun. İlaçları da burada kaldı bari onları da alsaydı"

"Canı o kadar kıymetliyse o da kırıp dizini oturaydı o vakit! Elin adamını düşünecek kişi kalmadı da tasası sana bana mı düştü?"

"Umut'a ne diyeceğim peki?"

"Bir şeycik deme çocuk o yokluğunu anlamaz bile"

"Nasıl anlamaz? Geldiği gibi bana onun nerede olduğunu soracaktır"

"Anası değil babası değil danası değil ne diye soracakmış elin adamını sana Feriide!"

"Umut artık kim olduğunu bilse de onu ilk anda babası sandığı için ister istemez kendisine yakın buldu. Bu şekilde habersizce gitmesi onu olumsuz etkileyecek"

"İki günlük adamın nesinden etkilenecekmiş kızım aklını mı kaçırdın sen? İşi varmış gitti dersin"

"İnanmaz ki onu benim gönderdiğimi düşünüp yine bana tavır alır"

Müfide Hanım burun büküp kendi kendisine "Adamın varlığı da dert yokluğu da! Nereden girdi hayatımıza bu musibet anlamadım ki" derken Feride'nin kulaklarında da oğlunun gitmeden önce "Onu gönderme ne olur" deyişleri çınlıyordu. Çocuk sanki Buğra'nın gideceğini hissetmiş gibi söylemişti bunu. Şu an için bu konuda yapacak bir şey olmadığından Feride Müfide Hanım'a odasını hazırlayıp birazdan kendisini almaya geleceğini söyledi. O sırada Umut'a da ne diyeceğini düşünürdü artık.

Hızla odaya girip neler yapması gerektiğine şöyle bir baktıktan sonra temizliğe başlamak için hiç vakit kaybetmeden malzemelerini almaya gitti. Geri döndüğünde bezleri ve bir kova suyu kenara bırakıp yatağın üzerindeki pikeyi kaldırdıktan sonra nevresimleri çıkarmaya başladı. Sıra yastık kılıflarına geldiğinde gözü pencereye takılmıştı çünkü Umut geliyordu. Eyvah! Şimdi kesin kriz çıkacaktı.

"Ben geldim!"

Feride elindekileri bıraktığı gibi odadan çıkmış ve kapıyı açar açmaz da Umut elindeki torbayı annesine uzatıp "Hepsini aldım hiç eksik yok. Sena teyze üzerlerine nasıl ve kaç gün kullanılacağını yazdığını söyledi. Sormak istediğin bir şey olursa da onu arayabilirmişsin" dedikten sonra geri çıkarak Buğra'ya bakmaya gideceğini söylemişti. Onun hâlâ bahçede olduğunu sanıyordu herhalde.

Umut tam giderken Feride onu "Umut dur bekle!" diyerek durdurmak zorunda kalıp sonra da tedirgince "Buğra yok" dedi. Nasıl yok? Umut bu duyduğuyla olduğu yerde kalıp bir süre öylece durmuş sonra da yavaşça annesine doğru dönüp sesi titreyerek "Odasında mı?" diye sormuştu. Feride kendisine "Evet" demesini umarmış gibi bakan oğlunun boy hizasına inip ellerini tuttuktan sonra "İşi vardı herhalde senin dönmeni bekleyemedi" deyince Umut gözlerine ona inanmıyormuş gibi bakıp ellerini de hızla geri çekti. Buğra'nın sokaklarda yaşadığı ortadayken ne işi olabilirdi ki diye düşünüyordu haklı olarak.

Böyle bir tavır sergilemesi Feride'yi sarsarken Umut da iki adım geri gidip annesinden uzaklaştı. Bunu yapması yetmiyormuş gibi suçlayıcı söylemlerle de "Sen gönderdin onu değil mi? Hem sen hem de Müfide babaannem onu burada istemiyordunuz. Aynı babamı da istemediğiniz gibi... Engel olmayayım diye beni eczaneye gönderip sonra da onu kovdun! Kandırdın beni... Bir daha seni sevmeyeceğim anne!" diye bağırarak yanından hızla geçti ve ayaklarını yere sertçe vura vura merdivenleri çıkıp odasına girdi. Feride oğlundan aldığı bu ağır tepkiyle donup kalmıştı.

Kapının çarpma sesiyle Feride içi acıyarak dolu dolu olan gözlerini kapatırken Müfide Hanım da içeriden seslenip "Ne oluyor Feride ne diye bağırıyor yine bu bızdık?" diyordu. Umut'un seni sevmeyeceğim anne demesi o kadar dokunmuştu ki Feride gözyaşlarına bir türlü hakim olamıyordu. Aslında Umut da bunu ne kadar üzülüp kızdığını anlayabilsin diye söylemişti. Tabii ne niyetle olursa olsun böyle bir şeyi bir anneye söylemek çok yaralayıcı bir şeydi. Hele ki oğlu için asla yapmam dediği şeyleri yapmayı bile göze alan bir anne için çok daha acıydı.


yrty.jpg


"Feriide! Meraklandırma beni de niye bağırıyor bu çocuk söyle kaykık halimle ayaklandırmayın beni!"

Babaannesi o haldeyken kalkmasın diye gözyaşlarını silip doğrulan Feride içeriye doğru "Bir şey yok babaanne ben Umut ile konuşup hemen geliyorum. Sen sakın kalkma tamam mı?" dedikten sonra merdivenleri çıkıp oğlunun odasının önüne geldi. Birkaç saniye toparlanmak adına zaman tanımıştı kendisine. Hemen ardından da kapıyı tıklatıp kolu kavradı ama çevirmesine rağmen açılacak gibi görünmüyordu. Neden böyle bir şey olduğunu anlayamadığından telaşlanarak "Umut!" diye seslendi ama ufaklık cevap vermediği gibi kapının altındaki boşluktan da annesine bir kağıt attı. Ne demek oluyordu bu şimdi?

Feride eğildiği gibi kağıdı alıp koridorda bir o tarafa bir bu tarafa gide gide ne yazdığını okumaya başladı. Umut kağıda Buğra bu eve geri dönene kadar kimse ile konuşmayacağını yemek yemeyeceğini okula gitmeyeceğini ve hiçbir şey de yapmadan sadece odasında oturacağını yazmıştı. Feride gerçekten de çıldıracaktı ama!

Sırtını duvara dayayıp oradan güç almaya çalışırken oğlunun bu dediklerini yapacağını bildiğinden dolayı da iyice telaşa kapılmıştı. İyi de nereden bulurdu ki Buğra'yı? Onu tanımıyordu nereye gider kimlerle görüşür bilmiyordu. O bir yabancıydı ve öyle de kalmalıydı. Ama Umut böyle düşünmüyor gibiydi maalesef.

Oğlunun odasının önüne gelip ellerini kapıya dayayarak "Umut ne olur aç kapıyı da konuşalım. Yemin ederim ben ona git demedim. Bahçedeki salıncakta uyuyordu sonra kabus gördü herhalde uyanıp bir anda kaçar gibi gitti onu durduramadım. Kimliği ilaçları her şeyi de burada kaldı. Benim bir suçum yok lütfen bunu bana yapma" derken Umut'tan birkaç saniye sonra bir tane daha kağıt gelmişti.

Feride onu da görür görmez eline alıp hemen okumaya başladı. Umut inadını sürdürmeye kararlı olacak ki "Kimliğini almaya geldiğinde Umut seninle konuşmak istiyor deyin. O zamana kadar kimse benimle konuşmasın çünkü size cevap vermeyeceğim!" yazmıştı. Feride ne yapacağını bilemiyordu ama küçücük bir çocuk o dört duvarın arasında kilitli bir halde duramazdı. Buna bir çözüm bulmalılardı. Tamam yine kimseyi odasına almasın kendisiyle konuşmasın ama kapıyı da bu şekilde kilitlemesin.

Müfide Hanım merakla yukarıdan bir haber çıkmasını beklerken Feride aşağıdakiler yetmemiş gibi elinde bir sürü temizlik malzemesiyle aşağıya inmiş tek kelime etmeden de babaannesinin kalacağı odayı derleyip toparlamaya başlamıştı. Adeta robot gibiydi. Elleri ayakları seri şekilde işlerken kafası da bu duruma bir çare bulmak adına üstün bir çaba sarf ediyordu. Yaklaşık bir buçuk saatin sonunda da odadan çıkmış malzemeleri yerine geri bırakıp babaannesinin yanına gelmişti. Müfide Hanım da torununun ağzından çıkacak iki çift lafı bekliyordu. Bu aralar da evlerinden aksiyon eksik olmamıştı maşallah!

Kadıncağız bir şey desin diye gözünün içine bakarken Feride düşünceli bir halde babaannesinin eline bastonunu verip kendisi de diğer koluna girdi. Müfide Hanım'ı zar zor kaldırmayı başarmıştı ama canının acımasını engelleyemediği belliydi. Buğra da tam zamanında gitmişti. Halbuki şu an burada olsa epey yardımı dokunurdu.

Minik adımlarla yürüye yürüye nihayet odanın önüne kadar geldiler. İçeriye girdiklerinde Müfide Hanım odaya şöyle bir bakıp "Çiçek gibi yapmışsın burayı Feriide! Vallahi kendi odamdan daha güzel olmuş ya burası" deyince Feride de bu odada rahat edeceğini anlayıp rahatlamıştı. Ne yalan söylesin babaannesinin "Ben kalamam burada Feride" diyebileceğine kendisini hazırlamıştı ama neyse ki böyle bir şey olmamıştı. Müfide Hanım'ın ne titiz bir kadın olduğunu bildiğinden kornişlerden dolap altlarına kadar her yeri dikkatle silmişti çünkü yattığı yerden bile küçücük kiri tozu görür onu kafaya takabilirdi.

Müfide Hanım'ı dikkatlice yatağa yatırıp üzerini örttükten sonra ihtiyacı olabileceği şeyleri sorup hepsini yukarıdaki odasından alarak aşağıya indirdi. Yünleri şişleri kitapları karşısında televizyonu her şeyi olduğuna göre sıkılmadan etmeden iyileşene kadar idare ederdi herhalde. Perdeleri düzeltmeye gidip öncesinde pencereyi aralarken Müfide Hanım'ın "Kızım ne oldu? Hadi anlat bana bak merak ediyorum. Konuşmuyorsun da... Umut nerede? O da hiç gelmedi yanıma" dediğini duyup arkasını döndü. Gözlerinden ağladığı o kadar belliydi ki Müfide Hanım'ın onu bu halde görünce içi acımıştı.

Feride sorusunu yanıtsız bırakıyor gibi görünse de ağır adımlarla babaannesinin yanına yaklaşıp yatağın kenarına oturarak durumu anlatmaya başladı. "Oğlum Buğra'nın gittiğini öğrenince kendisini bilerek eczaneye gönderip sonra da onu kovdum zannetti. Şimdi de kendisini odaya kilitledi ve o gelmeden çıkmayacağım sizinle de konuşmayacağım diyor. Buğra buraya gelip Umut'a neden gitmesi gerektiğini anlatmalı yoksa oğlum onun gidişiyle alakalı beni suçlamaya devam edecek" dedikten sonra ağlaya ağlaya da "Benim onu bulmam lazım babaanne" dedi. Hoppala! Bir kokarca avına çıkmadığı kalmıştı torununun!

Müfide Hanım tanımadığı adamı nereden bulacağına dair itiraz etmeye teşebbüs etse de Feride onu hemen susturup "Belki de babasının gidişiyle alakalı da içten içe beni suçluyordur ve bana zamanında veremediği tepkiyi şimdi Buğra'nın üzerinden veriyordur. Yanılıyor da olabilirim ama eğer durum böyleyse ben buna katlanamam anlıyor musun babaanne? Ben yoruldum. Psikolojim böyle şeyler karşısında sağlam durmama artık izin vermekte zorlanıyor. Buğra öyle ya da böyle buraya gelecek ve ardında soru işareti bırakmadan nereye gidecekse öyle gidecek yoksa ben tanımadığım biri yüzünden oğlumun güvenini iyice kaybedeceğim" dedi. Aslında haklılık payı yok değildi. Umut bunu içinde çok da büyütmese de aslında babasının onları terk edişini biraz da annesine bağlıyordu. Sadece babasından çok emin olamadığı için kafası bu konuda biraz karışıktı. Yani bu konuda babasına mı yoksa annesine mi kızması gerektiğini henüz bilmiyordu.

Müfide Hanım ellerini ovuşturan torununu kendisine doğru çekip sıkı sıkı sarılırken Feride de birkaç saate kadar döneceğini söyleyip bir şey olursa yanına bıraktığı telefondan kendisini aramasını istedi. Müfide Hanım tek kelime bile edememişti. Torununun çocuğunu başında babası olmadan büyütmeye çalışmasını her zaman takdir etmişti ama şu an ne kadar yıprandığının da farkına varmıştı. Bu yüzden de karşısında durmayıp istediği gibi yapmasına sesini çıkarmadı.

Feride ise koşar adımlarla üst kata çıkmış ve odasına girerek kıyafetini değiştirmeye başlamıştı. Buğra'yı aramaya gideceği için üzerine dikkat çekmeyeceği şeyler geçirip saçlarını da eliyle toplayarak bir şapka taktı. Biraz uzaklaşıp kendisine baktığında eksik bir şeyler olduğunu hissedip dolabın kapağını açtı ve gözüne çarpan siyah mat bir eşofman üstü alıp odadan onu da giyerek çıktı.

Koridorda yürürken tam Umut'un odasının önünden geçiyordu ki anlık bir düşünce ile ansızın durdu. Gidecekti ama giderken de aklı burada kalacaktı. Kulağı içeriden gelen seslere odaklıyken kapıyı tıklatıp Umut'un dikkatini kendisine çekti ama küçük bey herhangi bir şey söylemiyordu. Feride bunun olacağını zaten bildiğinden hiç üstüne gitmeyip sadece "Bana inanmayıp haksız yere suçladığın için Buğra'yı bulup seninle konuşması için geri getirmeye gidiyorum. Tamam bana kızgın olabilirsin ama Müfide babaannen hasta ve şu an tek başına alt kattaki odada yatıyor. Bir şeye ihtiyacı olsa kalkacak halde de değil. Benimle konuşmayabilirsin ama en azından ben gelene kadar babaannene göz kulak ol. Bir şey olursa telefonum yanımda beni ararsınız dönerim" dedi. Umut söylenenleri duysa da bir şey demiyordu.

Feride biraz daha bekleyip öyle gidecekken kapının altından peş peşe iki tane kağıt atılmıştı. Feride kağıtları alıp okumuş sonra da birini cebine atarak seri adımlarla merdivenleri inmeye başlamıştı. Umut ilk kağıda "Müfide babaanneme göz kulak olurum" diğer kağıda da "Buğra amcayı bulmadan eve gelme!" yazmıştı.

Apar topar aşağıya inen Feride mutfaktaki çantasının içinden telefonunu anahtarını ve gerekebilir diye biraz para aldıktan sonra onları fermuarlı ceplerine koymuş sonra da çantasını babaannesine bırakarak evden çıkmıştı. Nereden başlaması gerektiği hakkında zerre kadar fikri yoktu ama rastgele dolaşıp bir şekilde sora sora araya araya bulacaktı onu. Ama bunun çok da kolay olmadığını bilmeliydi. Bu saatlerini alacaktı maalesef.

........::::::::____::::::::........

Hava kararmıştı. Feride artık sokaklarda gündüz vakti dolaştığı gibi rahat değildi. Hele ki Buğra'nın yaşamak için seçtiği olası yerleri düşününce tekinsiz bir hâl almaya başladığı da su götürmez bir gerçekti. Neyse ki seçtiği kılık kıyafetten dolayı erkek çocuğu gibi görünüyordu da tedirgin olduğu ayyaşların yanından geçerken başını çevirip hızlanması yetiyordu. Şu hallere düştüğüne gerçekten inanamıyordu. Ah Umut ah! Ne işler açmıştı başına durup dururken.

Ara sokaklardan geçip tanımadığı bilmediği mekan sahiplerine Buğra'yı tarif ederek görüp görmediklerini soruyor her seferinde de hayal kırıklığıyla yanlarından ayrılıyordu. Adam hiçbir yerde öyle uzun süre kalmıyor ki siması insanların hafızasında kalıcı bir yer etsin. Feride'nin artık onu bulacağına dair bir ümidi de kalmamıştı ama ne zaman vazgeçip dönmeye karar verse gözlerinin önüne Umut'un "Buğra amcayı bulmadan eve gelme!" yazdığı o not geliyor ve bu yüzden de aramaya devam ediyordu.

Şapkasının altından insanların yüzlerini seçmeye çalışarak hızlı hızlı yürürken bir yandan da sağına soluna arkasına bakıyordu da evden de epey uzaklaşmışa benziyordu. Bu civarı az çok biliyordu çünkü haftalar önce yine yakınlardaki bir mekanda şarkı söylemek için sahne almıştı. Tabii o zaman böyle yürüyerek değil taksiyle geçmişti buralardan.

Ellerini beline koyup ne tarafa gitmesi gerektiğini anlamak için çevreye göz gezdirirken tam "Hasta haliyle daha fazla uzaklaşamaz ki... Kesin yine kendisini bir duvar dibine bırakmış uyuyordur. Ama hangi duvarın dibine?" diyordu ki yanından geçmek üzere olan bir adam önce bu konuşmaları sebebiyle Feride'ye baktı sonra da geçip gitse de daha fazla ilerleyemeden durdu. Feride ise onun farkında bile değildi. Ellerini indirip yeniden yürümeye başladığında az önceki adam da yoluna gitmekten vazgeçip ardından gelmeye başlamıştı çünkü Feride'yi tanıdığını düşünüyordu. Tanıyordu da...

Feride peşinden gelmekte olan adamın varlığından habersiz bir yandan yürüyüp bir yandan da babaannesini aramaya başladı. Müfide Hanım açar açmaz da ondan her şeyin yolunda olduğunu ve Umut'un yanında oturduğunu öğrenip içi rahat bir şekilde telefonu kapattı. En azından onları düşünmek zorunda kalmayacaktı.

Yürümeyi sürdürürken önüne çıkan dar sokağın sonunda kendisini tedirgin hissetmesine neden olan birkaç adam görünce hiç macera aramadan direkt geri döndü. Tamam Buğra'yı bulmak istiyordu ama gece gece de başına bela alamazdı. O kadar da uzun boylu değil yani. Bu düşünceler içerisinde arkasını döndüğünde o an hiç beklemediği bir şey olmuş ve bir adam çıkmıştı karşısına. Çok da yakın duruyordu. Onu tanımadığı açıktı ama adam da aynı onun gibi durmuş ve Feride'ye karşı bir hayranlık besliyormuş gibi gözlerine bakmaya başlamıştı. Tuhaftı bu.

Feride adamla muhatap olmamak için şapkasını yüzünü gizlemek istercesine indirip "Affedersiniz" diyerek yan tarafa doğru yöneldi. İsteği hızlıca geçip gitmekti ama bunu yapamamıştı çünkü adam ani bir hareketle geçiş yolunu kesip "Sen şu ara sıra Laterna'da çıkan kadife sesli afet değil misin?" diyerek onu durdurdu. Bu adam onu dinlemeye gelen müşterilerden biri olmalıydı ama üslubu hiç de muhatap alınabilecek biri olmadığını söylüyordu doğrusu.

Feride huzursuz olduğunu belli etmemeye çalışarak "Başkasıyla karıştırdınız herhalde" deyip diğer tarafa yönelince adam onu bir kez daha önüne geçerek durdurup "Yok yok sensin! O kocaman efsunlu gözlerinden tanıdım seni. Mekan sahiplerini çok sıkıştırdım ama adını sanını vermediler. Ben de bütün mekanları gezmeye başladım seni bulmak için ama işe bak ki gökte ararken yerde buldum seni. Ben şimdi buna kader demeyeyim de ne diyeyim?" dedi. Küstahlık desin!

Adam efsunlu gözler falan deyince Feride yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak üzere olduğunu anlamış ve mesafeli bir tavırla "Dedim ya başkasıyla karıştırdınız herhalde" dedikten sonra bu sefer yanından geçip gitmeyi başarmıştı. Sorunsuz bir şekilde geçip gitmişti belki ama adamın yüzünde beliren gülüş birazdan yine karşılaşacaklarının garantisini verir gibiydi.

Feride'nin adımları aynı kalp atışları gibi her defasında biraz daha hızlanıyordu. Neyse ki ardından gelen bir ayak sesi işitmiyordu ama emin de olamıyordu. Bu yüzden de adamın gelip gelmediğini anlamak için omuzunun ucundan çekinerek arkasına doğru baktı. Adam korktuğunun aksine az önceki yerinde yoktu. Hatta yakınlarında da yoktu. Bu biraz olsun içini rahatlatmıştı çünkü kendisine karşı olan bakışlarından da sözlerinden de hiç hoşlanmamış ve sıkıntı çıkarabileceğini düşünmüştü.

Bu tarz adamları maalesef iyi tanırdı. Şarkı söylemeye gittiği yerlerde de en az bir iki tane olurdu bunlardan. Alkolü kaçırır sonra da içeride ya da mekan çıkışında can sıkıcı şeyler yaşanmasına neden olurlardı. Gerçi Feride bu yönden şanslıydı çünkü mekanların güvenlik görevlileri genelde olaya el koyup içeriden çıkanları taksilerine bindirerek sorun çıkmadan gitmelerini sağlardı. Çoğu yerde artık tanılır hale geldiğinden içi daha huzurluydu bu konuda. Sonuçta arkadaşları aracılığıyla gidip geldiği yerlerdi oralar.

Az önce yolunu kesen adam ortalarda görünmüyor olsa da Feride huzursuz olmuştu bir kere. Söyledikleri baz alınacak olunursa eğer çabuk düşmüştü yakasından. Belki de düşmemişti ve hâlâ buralarda bir yerlerdeydi. Öyle ya da böyle an itibarıyla Feride arama tarama çalışmalarına son vermişti. Bir şekilde Umut'u da idare edecekti. Belki de yarın sabah gündüz gözüyle sorup soruşturur birilerinden de yardım isterdi. Gece vakti olacak iş değildi bu belli ki. Hem şanslıydı da. Olur da kimliğini bıraktığını hatırlarsa Buğra gelirdi onların yanına belli mi olurdu?

Elini hızlı hızlı çarpan kalbinin üzerine koyup önüne dönerek son hız yürümeye devam etti. Eve dönüyordu ama yine de gözleri etrafı kolaçan etmekten geri kalmıyordu. Bunu yaparken de gözüne ileride ellerini ateşe tutarak ısıtmaya çalışan adamlar çarpmıştı. Onlara bakıyordu da içlerinden biri cüssesi olsun uzun saçları olsun Buğra'yı çok anımsatıyordu. Üzerindeki kıyafete bakarken Buğra'nın üzerinde olan kıyafeti de hatırlamaya çalışıyordu ama hafızası bu konuda ona pek yardımcı olmuyordu.

İçten içe "Yüzünü dön. Hadi lütfen yüzünü dön" derken ağır adımlarla da o yöne doğru gitmeye başladı. Gidiyordu da bir yandan da ya o değilse ve adamları başına bela ederse diye de düşünmeden edemiyordu. Ama o olmalıydı çünkü çok benziyordu. Bu sebepten dolayı da ne olur ne olmaz diye daha fazla yaklaşmadan "Buğra!" diye seslendi. Sesindeki titreme o kadar belli oluyordu ki Feride bile kendi sesini duyunca bunu yadırgamıştı.

Adam ardına bakmamıştı ama yanında duran kişinin "Sana sesleniyor galiba" uyarısıyla kendisine doğru bakan Feride'ye dönüp onu şöyle bir baştan aşağıya süzdükten sonra "Buğra değilim ama istersen olurum yani sorun değil" diyerek sırıtmıştı. Adamın yanına doğru gelişiyle Feride belli belirsiz halde geri geri gitmeye başladı. Şu an korkudan bayılmasa iyi ederdi. Feride'nin uzaklaşmak için arkasını dönmesiyle birinin "Buralar sana göre yerler değil" diyerek onu kolundan tutup yürütmeye başlaması bir oldu. Her şey o kadar ani olmuştu ki Feride ilk anda onun kim olduğunu bile algılayamamıştı.

Hızla uzaklaşırken kim olduğunu anladığı anda da yaşadığı şokla kolunu bırakmasını söyledi ama adam bu dediğini duymamış gibi "Kahramanı da olduğuma göre artık efsun bakışlı güzel bana bir şans tanır herhalde" diyerek onu yürütmeye devam etti. Ne münasebet ya! Ne şansından bahsediyordu bu adam böyle?

Feride'nin kolunu kurtarma çabaları gibi etraftan yardım isteme seslenmeleri de sonuç vermiyor gibi görünse de aslında öyle değildi. Değildi çünkü o Buğra'yı bulamasa da Buğra onu bulmuşa benziyordu. Gerçi o da kadının Feride olduğunu üzerindeki kıyafetten ötürü anlayamamıştı ama bu adamı onun peşine takıldığından beri takip ediyordu. Halinden tavrından hoşlanmamış bir sorun çıkaracağını düşünmüştü. Bunu düşünürken de beni ilgilendirmez deyip yoluna gidememişti. Durumu anlayana kadar da müdahale etme gereği duymamıştı ama şimdi olaya el koyma zamanı gelmişe benziyordu. Adam haddini aşmıştı çünkü.

Buğra hasta olduğundan dolayı kendisini çok da iyi hissetmese de onlara yetişmek adına olabildiğince hızlanırken o sırada şapkası başından uçan Feride de saçlarının görüş alanını kapatmasıyla birlikte telaşa kapılıp diğer eliyle çok da güçlü olmayan bir yumruk savurdu kendisini çekeleyen adama. Pek etkili bir vuruş olamasa da en azından adamın durmasına neden olmuştu. Onlar hızlandıkça Buğra ile araları açılıyordu çünkü.

Yalnız adam kolunu bırakmadığı gibi diğer bileğini de yakalayıp Feride'yi kendisine doğru çekmişti. Feride artık ruhen burada değil gibiydi. Hayatı boyunca hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. İşin kötüsü şu an kendisini bu durumdan nasıl kurtaracağını da bilmiyordu. Doğru düzgün bir yumruk atmayı bile beceremiyordu ya en çok o sinirini bozmuştu. Lanet olsun! Ne işi vardı ki zaten böyle saçma sapan yerlerde!

Adam Feride'nin çaresizlikten dolmaya başlayan gözlerine dik dik bakıp "Seni o adamların elinden kurtarmamın bedeli bu yumruk değildi tatlım" diyerek kendisine daha da yaklaştırırken Buğra'nın öfkeli bir tonlamayla "Dokunma!" deyişi duyuldu. Bu bağırışla birlikte adam refleksle ona doğru bakmış Buğra'da yanlarına geldiği gibi kadının kolunu kurtarıp yine başına türlü türlü belalar açan o kontrolsüz gücüyle adamın yüzüne şaft kaydıran bir yumruk atmıştı.

O anlarda Feride gelenin Buğra olduğunu anlayınca derin bir nefes alıp sırtını da duvara yaslayarak bitik bir halde dizlerini tuttu. Ne kadar korktuğu da tir tir titremesinden belli oluyordu. Adam ise çıkmasına ramak kalmış olan çenesini tutarak toparlandıktan sonra "Belanı arıyorsan tam da yerine geldin" dedi gözdağı vermek istercesine. Ancak şöyle de bir şey vardı ki bela Buğra'nın ta kendisiydi. Sadece o hallerini kendisine unutturmaya çalışırken yeniden hatırlamasa iyi ederdi.

Buğra öfkeli gözlerle adama bakarken bir yandan da birazdan olacakları tahmin edip kadına ithafen "Hemen uzaklaş buradan!" dedi. Böyle söyledi ama bu dediğine "Seni bu adamla bir başına bırakacağımı düşünmüyorsun herhalde!" cevabı gelince bakışları şaşırmış bir halde kadına doğru döndü. O anda da kadının o parkta sohbet ettiği küçük çocuğun annesi olduğunu anlayıp "Senin ne işin var burada?" diye sordu. Görünen o ki adamın çekeleyerek götürmeye çalıştığı kadının kendisine yardım eden Feride olacağı aklının ucundan bile geçmemişti.

Bunun Feride'de farkındaydı çünkü Buğra kendisini görünce gerçekten şaşırmış ve şu an burada ne aradığını da anlayamamış gibi bakmaya başlamıştı. Açıkçası onun hakkında olumlu şeyler de hissetmişti çünkü Buğra'nın tanımadığı bir kadına kendisine ne olacağını düşünmeden yardım etmesi onun hakkında yanılmadığını hissetmesine neden olmuştu. Kim ne derse desin o Feride için özünde iyi bir adamdı.

Feride onu bulmaya geldiğini söylemeye çalışırken kendilerine doğru yaklaşan adam sebebiyle "Dikkat et!" dedi ama bu uyarı konusunda geç kalınca adam yumruğunu önce Buğra'nın yüzüne sonra da karnına geçirdi. Feride'nin çığlığıyla insanlar müdahale etmeseler de yavaş yavaş toplanmaya başlamışlardı. Seyircisiz olmazdı bu işler zaten.

Adamın son yumruğuyla birkaç adım geri savrulan Buğra ise iki büklüm halde öksürerek karnını tutarken adamın "Gitme zamanı!" diyerek yeniden Feride'ye yöneldiğini görünce gözü dönmüş bir halde ağzındaki kanı silip adama doğru hızla bir hamle yaptı ve korkunç bir tonlamayla "Dokunmaaa!" diye bağıra bağıra adamın göğsüne çarptığı omuzundan güç alıp onu çok sert bir şekilde iterek sırtını karşı duvara geçirdi. Her şey çok ani olmuştu ve adam onu engelleyemediği gibi çarpmanın etkisiyle de kendinden geçip kayarak oturur vaziyette yere düşmüştü.

gfjgjg.gif


Feride tam da önünde cereyan eden bu olayı şok dolu gözlerle izlemek zorunda kalmıştı. Ne bir şey söylüyor ne de olduğu yerden kıpırdıyordu. Daha önce hiç böyle şeyler yaşamamıştı ki. Yapacağını yapıp geri çekilen Buğra'nın yüzünde de kendisinde değilmiş gibi ifade vardı çünkü o Feride'nin aksine böyle bir anı daha önce de yaşamıştı.

Yerdeki adama bakarken kendi içinde bir geçmişe dönüş yaşayıp Ela uğruna boğaz boğaza geldiği Tolga'yı tartışmanın sonunda üzerinde demir bir çubuk bulunan duvara çarpıp yaraladığı günü hatırlamıştı. Şu an sanki bu adamın yerinde tişörtü kan içinde kalan Tolga var gibiydi. O gün yaşadığı korkuyu unutabilmiş değildi. Kulaklarında hâlâ "Bilerek yapmadım. Yemin ederim bilerek yapmadım" dediği korku dolu sözler geliyordu.

"Buğra!"

Feride'nin seslenişi onu kendisine getirmişe benziyordu. Artık karşısında Tolga'yı değil adını bile bilmediği bu adamı görüyordu. Omuzunun ucundan arkasına doğru bakar gibi yapıp Feride ile yüz yüze gelmekten çekindiği için yeniden önüne döndü ve eğilip adamın nabzını kontrol etti. Sorun yoktu yani yaşıyordu. Adamın bayıldığını ama ayılmasının da çok sürmeyeceğini anlayan Buğra kendisini iyi hissetmediği için daha fazla belaya bulaşmadan Feride'ye doğru seri adımlarla yürüyüp onu "Evine gitmen lazım" diyerek elinden tuttuğu gibi kendisiyle aynı hızda yürütmeye başladı.

Yaşadığı korkuyla titreyen Feride şaşkın gözlerle ona bakıyordu çünkü Buğra sürekli "Evine gitmen lazım. Oğlunun yanında olman lazım" deyip duruyordu. Bunu sadece Feride'ye mi söylüyordu yoksa onun vasıtasıyla şu an iyi olup olmadıklarını bilemediği Eylül ile oğlu için kendisine de mi söylüyordu belli değildi.

Hızla yürürken nihayet o izbe berbat yerden de uzaklaştılar. Feride de kendisini güvende hissedebileceği bir muhite geldiklerini görünce elini hızla Buğra'nın elinden çekip "Ne yaptığını zannediyorsun sen?" diye bağırdı. Buğra ona doğru döner dönmez bakışlarını eline doğru indirmişti. Kötü bir niyeti yoktu ki sadece onu oradan olabildiğince çabuk çıkarmak istemişti.

Bu bakışı gören Feride o anki bozuk psikolojisi sebebiyle kızgın bir halde üzerine yürüyüp "Elimi tuttuğun için mi sana bağırıyorum sanıyorsun?" dedikten sonra iki eliyle Buğra'nın göğsüne peş peşe vurarak onu itip asıl nedeni de "İnsanların hayatlarına ansızın girip sonra da her şeyi mahvederek arkana bile bakmadan öylece defolup gidemezsin!" diye bağırarak belli etti.

Buğra kendisi gittikten sonra neler yaşadıklarını bilmediği için doğal olarak neden bahsettiğini anlayamıyordu ama Feride'nin bu sözleri yüzüne sert bir tokat gibi çarpmıştı. Sanki hayatlarını mahvettiği herkes Feride ile aynı anda söylüyordu bunları ona. Sesleri üst üste biniyordu resmen.

Feride ise hem anne hassasiyetiyle ağlıyor hem de cebinden çıkardığı kağıdı Buğra'nın eline tutuşturup "Umut'un seninle ilgili ne kadar hassas olduğunu bile bile ona bir şey demeden çekip gittin ve şimdi oğlum seni benim gönderdiğimi sandığı için kendisini odasına kilitledi. Benimle tek kelime bile konuşmuyor! Bana en son ne dedi biliyor musun? Kandırdın beni... Bir daha seni sevmeyeceğim anne diye bağırdı bana! Sen çocuğundan böyle bir şey işitmenin ne demek olduğunu biliyor musun?" diye bağırıyordu.

O kadar kötü görünüyordu ki Buğra onun bu halde olmasına sebep olduğu için kendisine kızarken elinde tuttuğu kağıda bile bakamıyordu. Ama Feride onu görmesini istiyordu. Neye sebep olduğunu bilmesi gerekiyordu ki insanların hayatına bir girip bir çıkmak ne demek oluyormuş anlasın.

Bakışlarıyla kağıdı işaret edip "Bak! Hadi oku... Oku da gece vakti oğlumun ve şu an yattığı yerden kalkamayan seksen küsur yaşındaki babaannemin yanında olmam gerekirken neden saatlerdir bu tekinsiz sokaklarda aklım çıka çıka dolaştığımı ve o aşağılık adam yüzünden bu korkuyu yaşamak zorunda olduğumu anla!" dediğinde Buğra itiraz etmeden elini açıp kağıda baktı. Umut'un kağıda "Buğra amcayı bulmadan eve gelme!" yazdığını okurken içinde bir şeyler kopup gitmişti sanki. İnsanlara istemeden de olsa hâlâ zarar veriyor olmak ona kendisini berbat hissettirmişti. Belli ki yedi yıl boyunca bir arpa boyu yol bile alamamıştı.

Onun kağıda bakarak kaldığını gören Feride içini dökmeye devam edip "Elime de vermedi bu kağıdı! Küçücük oğlum annesine tavır alıp tek kelime etmeden kapısının altından attı bunu!" dedikten sonra durmak bilmeyen gözyaşlarıyla acısını ondan çıkarmak istermiş gibi omuzlarına sertçe vura vura "Şimdi benimle birlikte geleceksin ve oğluma neden bizimle kalamadığını düzgünce anlatıp sorularını cevaplayacak gitmenle de benim hiçbir ilgimin olmadığını anlatacaksın. Duydun mu beni? Yapacaksın bunu yoksa ben oğlumu senin yüzünden kaybedeceğim!" dedi. O kadar çok ağlıyordu ki Buğra'nın bu hallerinden etkilenmemesi imkansızdı. İçi acımış hatta paramparça olmuştu bu çaresizce haykırışları yüzünden.

Feride'nin yaşadığı korku sebebiyle titreye titreye ağlamasını izleyen Buğra elini çekinerek omuzuna koyup "Ağlama" deyince Feride dolu dolu olan kıpkırmızı gözleriyle ona baktı. Buğra bu halde olmasına çok üzüldüğünü belli edercesine gözlerine bakarken bir yandan da içinin rahatlaması için "Geleceğim ağlama. Bu defa gidebilirsin demeden de gitmeyeceğim" dedi. Omuzunu tutuş şeklinde ya da yaklaşımında herhangi bir rahatsız edici durum olmadığından Feride o anki ruh haliyle bunu hiç ters algılamamıştı. Dostça hissettiren ve içinde art niyet taşımayan bir temastı bu.

"Söz mü?"

dfdhgf.jpg


Buğra bunu nasıl yapacaktı bilmiyordu ama evlerine gittiğinde bu kez kendisine git denmeden gitmemeye çalışacaktı. Bu yüzden de bu sorunun cevabını başını evet dercesine sallayıp "Söz" diyerek verdi. Feride onu tanımadığı için elbette ki bu söz konusunda emin olma ve olmama arasındaki ince çizgide gidip geliyordu. Ancak içi rahat olsun çünkü bu defa Buğra her şeyi yoluna koymadan Feride de ona git demeden bir yere kıpırdamayacaktı.

........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
sfdghbjnm.png


7.Bölüm : Ben diyorum mango papaya o diyor bana ille de muşmula!

Feride bir süre ağladıktan sonra açılmış olacak ki gözyaşlarını silip toparlanmaya başladı. Tuhaftır ki sanki buna zaten ihtiyacı varmış da içindeki tüm zehri şimdi bu olayla akıtmış gibiydi. Oğluna karşı babaannesine karşı güçlü görünmeye çalışmak onu farkında olmasa da yoruyor olmalıydı.

Buğra ise bu anlarda dalmış bir halde Feride'nin kolundaki izlere bakıyordu. Adam onu çekelerken canını epey yakmış olmalıydı. Tüm bunları yaşamasına kendisi sebep olduğu için suçluluk hissi bir yük daha koymuştu omuzlarına. Bu histen ölene dek kurtulamayacakmış gibi geliyordu ona.

Sessiz sedasız öylece dururken Feride'nin yürümeye başladığını görüp onun "Gelmiyor musun?" demesine kalmadan peşine takıldı. Bir yandan da adamın onu çekelemesini ve Feride'nin karşı koyuşlarını düşünüyordu. Aslında daha çok karşı koyamayışlarını düşünüyor desek daha doğru olurdu. Bunu yaparken de düşüncesini saklayamamış olacak ki "Yumruğun pek sağlam değil. Kendini etkili bir şekilde korumayı öğrenmelisin" dedi yumuşak bir ses tonuyla.

Feride dediğini duyar duymaz yürümeyi kesti. Derin bir nefes alarak arkasına doğru baktığında Buğra da durup bir adım geri gitti ve sorar gözlerle kendisine bakması sebebiyle de söylediği şeye açıklık getirmek için "İstersen ben sana öğretirim. Böylece birinin seni kurtarmasını beklemek zorunda kalmazsın" dedi. Feride gerek yok diyecekken kısacık bir an yaşadığı şeyleri düşünmüş bu yüzden de hemen olumsuz bir şey diyememişti. Buğra "Ne dersin?" dercesine baktığında da yarım ağızla "Olabilir" deyip önüne dönerek yürümeyi sürdürdü. Evet bu gece buna ciddi ciddi ihtiyacı olduğunu birebir görmüştü. Her zaman onu koruyacak birileri olamazdı yanında. Hatta yalnız bir kadın olarak niye bu zamana kadar bunu göz ardı etmişti diye kendi kendisine de kızmıştı.

Karşılıklı olarak hiç konuşmadan uzunca bir yol yürüyüp nihayet pansiyonun önüne de geldiler. Feride anahtarını çıkarıp tam kilide takıyordu ki aniden arkasını dönüp Buğra'ya şöyle bir baktıktan sonra "Önce yüzündeki ve elindeki kanları temizleyelim sonra da uyumadıysa Umut ile konuşursun" dedi. Buğra'nın itiraz edecek hali olmadığından sadece onu onaylarcasına başını sallamakla yetinmişti.

İçeriye girer girmez Feride masaların olduğu yeri işaret edip Buğra'dan oraya geçmesini istemiş sonra da geldiğini haber vermek için babaannesinin yanına gitmişti. Odaya girdiğinde ilk dikkatini çeken şey de Umut'un babaannesinin yatağının ucunda uyuyor olması olmuştu. Müfide Hanım ise torunu eve sağ salim dönsün diye dua ediyordu. Feride'yi görse de duasını bölememişti tabii.

Feride bir süre bekleyip Müfide Hanım'ın duasını bitirerek "Aklım çıktı Feriide! Gelmediğin gibi telefonuna da bakmadın. Nihat her yerde seni arıyor" demesiyle ellerini bitik bir halde saçlarının arasına geçirip "Nihat ne alaka babaanne onu neden arıyorsun?" dedi haklı olarak. Sahi o nereden çıkmıştı ki şimdi?

"Ben aramadım ki kızım o merak ettiğinden iyi miyim değil miyim diye sormak için aramış. O sırada beni telaşlı bulunca da sordu tabii ben de..."

"Sen de her şeyi bir bir döktün ortaya!"

"Ne de efendi bir adam Feriide! Gece mece demedi siz sakın merak etmeyin Müfide Hanım ben Feride'yi bulur eve sağ salim getiririm dedi. Arada o babası olacak bunak kart horoz olmasa vallahi gireceğim aklına"

"Kimin aklına?"

"Senin ayol! Mesleği var yakışıklılık desen en benim diyen artiste bile taş çıkarır evelallah! Bir de iyi huylu nazik ki sorma gitsin. Tam nikah cüzdanındaki vesikalık fotoğrafının yanına yapıştırılacak adam"

"O kadar beğeniyorsan kendine düşün babaanne artık kimse yaş farkını kendisine dert etmiyor. O devir kapandı artık"

"Edepsizin ettiği lafa bak!"

Feride aldığı cevap üzerine gülüp "Beni buraya Nihat değil Buğra getirdi. Umut ile konuşacaktı ama küçük bey uyuduğu için yarın konuşacaklar artık. Bu gece misafirimiz olacak yani. Senin de haberin olsun sonra görünce yine ne işi var bu adamın burada diye bağırmaya başlama. Sonuçta burada kendi keyfinden bulunmuyor ondan gelmesini ben rica ettim" dediğinde Müfide Hanım'ın yüzü ister istemez ekşimişti.

Bu ekşimenin nedenini de belli etmekten hiç çekinmeyip "Ben diyorum mango papaya o diyor bana ille de muşmula!" deyince Feride babaannesinin yanağına bir öpücük bırakıp "O muşmula dediğin adam bir an bile düşünmeden benim için kendisini tehlikeye attı. Bence biraz olsun iyi niyeti hak ediyor" diyerek Buğra'yı savundu. Müfide Hanım'ın buna da verecek haklı bir cevabı vardı elbet.

"Seni gece vakti o tehlikenin içine atan kimdi bir düşün bakalım"

"O da böyle olsun istemezdi herhalde. Hem nereden bilsin Umut'un onu görmek için inat edeceğini değil mi?"

"Tanımadığın bilmediğin adamı avukatı gibi koru bakalım Feride sonra babaannem uyardıydı da ben burnumun dikine gittiydim dersin. Tövbeler olsun! Demek zorunda kalma inşallah!"

"Bu korumak değil ki olanı söylüyorum"

"Öf! İlle de burada mı kalacak diyorsun yani?"

"Evet üst kattaki odalardan birinde kalacak"

"Ayol ne rahat kadınsın Feriide! Ya gecenin bir vakti mutfaktan dedenin satırını alıp kıtır kıtır keserse bizi? Yahu adam katil mi cani mi sapık mı bilmeden ne diye açıyoruz evimizi aklımızı peynir ekmekle mi yedik biz? Ben burayı pansiyon olarak işletip odaları ailelere vermeye korkuyorum sen gidip evsiz barksız at hırsızı kılıklı bir adama suit oda açıyorsun!"

"Onun söylediğin gibi bir adam olduğunu düşünmüyorum. Nedense içimden gelen bir ses onun kötü biri olmadığını söylüyor"

"O içinden gelen sese kulaklarını kapat kızım çünkü o sesin bir halt bildiği yok. Malum daha önce de içini dinledin gittin o Melek Yüzlü Şeytan'a güvenip aşık oldun sayesinde de elinin körünü gördün. Senin iç sesin nerede cibilliyetsiz nerede güvenilmez insan var onları aklayıp paklayıp kafanı karıştırıyor kızım"

"Bana sürekli Tarık'ı hatırlatmak zorunda mısın?"

"Hatırla da hislerine çok da güvenmemen gerektiğini unutma kızım"

Haklıydı kadın. Sonuçta torununun neler yaşadığına gözleriyle şahit olmuştu. Öyle ona güvendim buna inandım deyip onu bunu iyi niyetlerle de olsa hayatlarına damdan düşer gibi sokmamalılardı. Müfide Hanım da yaşlanmıştı artık eskisi gibi eli maşa tutamıyordu. Sonradan dizlerini dövmemek için en baştan dikkat edeceklerdi kendilerine.

Feride yüzü asık bir halde konuya yön değiştirip "Ben şimdi mesaj atar Nihat'a da eve döndüğümü haber veririm. O da boşu boşuna dolaşmasın gece vakti" dedi ve sonra da oğlunu kucaklayıp Müfide Hanım'ın "Feride ne olur ne olmaz diye al bir oklava yanına Umut'un odasında birlikte kalın kapınızı da iyice kilitleyin. Yabancı adam ayol ne yapacağı belli olmaz sonra gazetelere besle kargayı oysun gözünü başlığıyla manşet olmayalım" demesiyle odadan çıktı. Müfide Hanım da daha şimdiden Buğra'ya demediğini bırakmamıştı bir de geçmişini bilse kim bilir neler ederdi ona.

Hakkında konuşulanlardan habersiz olan Buğra ayakta bekleyip içinde bulunduğu restorana göz gezdirirken kapının açılmasıyla birlikte bakışlarını Feride'ye çevirdi. Umut uyuyor olacak ki annesinin kucağındaydı ve Feride de onu taşırken biraz zorlanıyor gibiydi. Onları bu halde görünce yanlarına doğru yürüyüp gözü dik merdivenlerde olarak "Oğlunu odasına kadar ben taşıyabilirim istersen" dedi. Feride babaannesinin söylediklerini zihninden geçirerek oğluna bakıp "Yok sağ ol. Ben çıkarırım şimdi uyanmasın" dedikten sonra merdivenleri ağır ağır çıkmaya başladı. Buğra da gitmemiş belki fikrini değiştirir diye orada beklemişti. Ama Feride zorlansa da ağır adımlarla bir şekilde çıkmıştı yukarıya.

Gözden kaybolduğunda Buğra az önceki yerine geçip Feride'nin geri dönmesini beklemeye başladı. Beklerken bir yandan da içeriye göz atmaya devam ediyordu. Aslında sıcacık ve nostalji kokan bir havası vardı bu pansiyonun ama masa yerleşimi olsun çiçeklerin yeri olsun menünün yazdığı kara tahta olsun pek de olması gerektiği yerde değil gibiydi. Ayrıca kasa da fazla göz önündeydi. Bu detay buraya yemek yemeye gelen müşterilere antipatik görünüyor olabilirdi. Kimse keyifle yemek yerken birazdan ödeyeceği parayı hatırlamak istemez herhalde.

Feride'nin geri dönmesini beklerken mesleki deformasyon sebebiyle olsa gerek bir süre sonra ister istemez buranın daha kullanışlı nasıl olabileceğini zihninde hayal etmeye başlamıştı. Tabii bunu yaptığı sırada kendisini "Ela olsa işe duvar rengini değiştirip mekanı aydınlık hale getirmekle başlar derinlik katmak için de aynalardan yardım alırdı" derken yakalayınca da rahatsız olmuş gibi başını hafifçe sallayıp yürümeye başladı. Ofislerinde Ela ile beraber çalıştıkları zamanları özlemediğini söylerse yalan söylemiş olurdu çünkü birbirlerini leb demeden anlar çok da iyi paslaşarak harika işler çıkarırlardı. Geçmişte kalmıştı bunlar tabii.

O anlarda Feride Nihat'ı arayıp eve döndüğünü haber vermiş şimdi de elinde pansuman malzemeleriyle aşağıya iniyordu. Kapının önüne geldiğinde ise bir anlığına durmuştu çünkü gözüne menü tablosuna dalgın bir halde bakan Buğra takılmıştı. "Ne düşünüyor acaba?" diyordu kendi kendisine.

Buğra düşüncelere dalarken onun geldiğini fark edemeyince Feride pansuman malzemelerini kasanın bulunduğu bankoya koyup yanına doğru yaklaşarak "Bugün fırsatım olmadığı için menüdekileri çıkaramadım. Orada sevdiğin bir yemek mi vardı?" diye sordu. Buğra bakışlarını yanına gelen Feride'ye çevirdikten sonra belli belirsiz tebessüm edip "Bolonez soslu tagliatelle mi yapıyorsun?" deyince Feride telaffuzunun düzgün olması sebebiyle şaşırıp aynı şekilde tebessüm ederek "Sever misin?" diye sordu. Yemekten ziyade onun için yapmak daha keyifliydi.

Buğra menüye burukça bakıp "Eskiden bu sosu spagetti ile yapardım" dedikten sonra ses tonunu epeyce kısarak "Yediğinde çok mutlu olurdu" deyince Feride bu dediğini duyup ona dikkatle bakarak "Kim?" diye sordu. Düşünürken Buğra'nın gözleri nemlenmeye başlamıştı. Kendisini toparlayıp "Ela" diye fısıldadıktan sonra oradan çekilip arkası dönük bir halde beklemeye başladı. Mimarlık okumak için birlikte İstanbul'a gittiklerinde sırf Ela çok seviyor diye araştırıp soruşturup öğrenmeye çalışmış sonunda da okul çıkışlarında bir İtalyan şefin yanına girerek hem çalışıp hem de okumuştu. Yapabildiği en iyi yemek oydu yani.

Onun ağzından duyduğu bu isimler de Feride'nin kafasını karıştırmıştı. Önce Eylül sonra da sabah gitmeden önce de ismini sayıkladığı Ela... Bu adamın hayatında ne olduysa bu iki kadınla yaşadığı sorunlar sebebiyle olmuşa benziyordu. Gelirken kasanın önüne bıraktığı pansuman malzemelerini alıp "Otursana" dediğinde Buğra da ikiletmeden gösterdiği yere oturup sessizce beklemeye başladı. Feride'nin bir gözü de onun üzerindeydi. Buğra'nın bu gizemli halleri merak uyandırıyordu tabii.

Pamukları oksijenli suyu kremleri bantları ve dahasını masanın üzerine yayıp başlamadan önce yarayı dezenfekte etmek için pamuğa biraz oksijenli su döktü. Ancak tam pamuğu Buğra'nın kanamış olan dudağına doğru yaklaştırıyordu ki Buğra sirkeli bezde de yaptığı gibi yine onu durdurup pamuğu elinden alarak "Ben yaparım" dedi. Feride hiç itiraz etmeden pamuğu ona vermiş ve çekmeceden küçük aynasını alıp kanayan yerin neresi olduğunu rahat görsün diye önüne koymuştu. O an Buğra aynaya bakarak kanı temizliyordu ama aklı bambaşka bir zaman dilimine gitmişti.

"Aa yok! İstemiyorum Eylül kaldır şunları"

"Hemen huysuzlanıp itiraz etmesene! Temizlemeyelim de mikrop mu kapsın?"

"İyi de istemiyorum"

"Korkma ya acıtmam o nazik canını"

"Eylül!"

"Kıpırdamadan dur bakayım şöyle"

"Of! Çabuk ol ama duramam böyle kırk saat"

"Onu yüzün bu hale gelmeden önce düşünecektin. Şimdi çocuk gibi sızlanmayı bırak!"

"Seninle çene yarıştıramayacağımı unutmuşum"

"İyi bak hatırlamış oldun işte. Ay Buğra sendeki bu rahatlık da beni öldürecek!"

"Yine ne yaptım? Dur dedin heykel gibi duruyorum işte"

"Kahve içen bir heykel! Ben burada yaralarını temizlemeye çalışırken sen yüzüme baka baka günlük rutininmiş gibi kahve keyfi yapıyorsun farkında mısın?"

"Niye kızıyorsun ki ben kahvemi içerken yüzümü temizleyemiyor musun?"

"Kolay olduğunu mu sanıyorsun? Ayrıca buram buram kokusu geliyor herhalde çek şu mis kokulu fincanını burnumun dibinden!"

"Sen de o nazik burnuna mandal tak o zaman"


rtutru.jpg

Buğra bu anıyı düşünürken istemsizce gülümsemişti çünkü takılma amaçlı söylediği bu söz sonrası Eylül gıcık olup gözünün içine baka baka elindeki pamuğu yarasına basmış Buğra'da oturduğu yerden can acısıyla sıçrayınca elindeki kahveyi döküp her yeri batırmıştı. Maalesef sonrasında olanlar yüzündeki tebessümü yavaş yavaş silmişti. Birlikte koltuğu temizlerken göz göze geldiği Eylül'e karşı ilk kez içinde farklı duygular olduğunu hissetmişti ve o andan sonra da günden güne her şey tepetaklak olmuştu.

Feride aydınlıktan karanlığa doğru hızlı bir geçiş yapan bu yüz ifadesi sebebiyle merak edip "Ela oğlunun annesi mi?" diye sorunca Buğra başını hayır dercesine sallayıp pamuğu masaya bıraktı. Feride bir yandan ona yeni pamuk hazırlıyor bir yandan da sorularına devam ediyordu. "İlk uyandığında beni bir başkası sanıp Eylül demiştin. O mu annesi?" dediğinde Buğra kısacık bir an herhangi bir şey dememiş ama sonra Feride'ye bakıp bu defa başını evet der gibi sallamıştı.

"Neredeler şimdi?"

Buğra susuyordu. Feride ise onun üzgün halini izlerken aklından geçen soruları cevap vermese de ona yöneltmeye devam edip "Neden gitmiyorsun yanlarına? Neden oğlunu babasından mahrum bırakıyorsun? Umut'a eskiden mimardım dediğini duydum. İyi bir işin ailen ve belli ki daha iyi şartlarda yaşayacak imkanların var. Neden bu haldesin daha da doğrusu neden kendine bunu yapıyorsun?" diyordu. Buğra sessizliğini koruyor olsa da soruların ardı arkası kesilmeyince bu suskunluğunu bozmak zorunda kalmıştı.

Bu soruların yanıtları canını yaktığı için de nemli bakışlarını Feride'nin gözlerine sabitleyip o da ona "Oğlunun babası nerede? Neden yanınızda değil? Ona ulaşmayı hiç denedin mi?" diye peşi sıra sorular sormaya başladı. Bu soruları sorarak şu an ne hissettiğini birebir anlasın istemiş olmalıydı. Feride anlamıştı ne hissettiğini ama o Buğra gibi sessiz kalmamıştı soruları karşısında. Belki de ben anlatırsam güven ortamı oluşur o da bana anlatır diye düşünmüştü.

"Tarık'ın neden bizi bırakıp gittiğini hiçbir zaman öğrenemedim. Umut yeni doğmuştu babası bizi terk edip gittiğinde. Bu gidişi bir süredir planlıyordu herhalde çünkü gittiğinde maddi manevi elimde hiçbir şey bırakmadı. Bir gün içinde ortak neyimiz var neyimiz yoksa kaybettim. Ev üzerindeki hakkımı arabayı Umut'un geleceği için yatırdığımız bankadaki paraları az da olsa şirket hisselerini... Demek ki o benim eşim beni benden çok düşünür deyip ne olursa olsun bu kadar da körü körüne güvenmemek gerekiyormuş. Hamileliğim hiç iyi geçmedi hatta Umut'u iki kere kaybetmenin eşiğine kadar gelmiştik. Hem fiziken hem de ruhen çok kötü durumdaydım. O sırada sen bu halde uğraşamazsın ben her şeyi hallederim diyerek bana şirketle alakalı önemsiz şeyler olduğunu söylediği bir kağıt imzalattı. Önüme ne koyduysa okumadan ne olduğuna bakmadan aptal gibi imzalayıp durdum. Meğerse gitmeden önce aramızdaki bağları tek tek koparıyormuş bilemedim. Sonrası malum... Hiçbir iz bırakmadan toz olup gitti. Babaannem Tarık'ı hiç sevmez. Sen de duymuştun zaten hep Melek Yüzlü Şeytan der ona. Bize iyi yüzünü gösterirken bir yandan da kuyumuzu kazıyormuş ama insan sevince anlayamıyor bunları aynı oranda sevildiğini düşünüyor. Konduramıyor ki böyle bir ihaneti. Yaşamadan da anlayamadım ben. Büyük sözü dinle görmüş geçirmiş insanlardır nasihatlerine kulak vermek gerekir denir ya... Eğer bunu yapsaydım şu an her şey çok daha farklı olabilirdi. Neyse elimde küçücük bir bebekle ortada kalmışken babaannem olanları duymuş hemen yanına çağırdı beni. O günden beri de birlikte yaşıyoruz. O olmasa ne yapardım ne hallerde olurdum gerçekten bilmiyorum"

Feride sözünü bitirdiğinde aralarında derin bir sessizlik olmuştu. Buğra da onu dinlerken pansumana ara vermiş Feride'nin gergin bir halde ellerini ovuşturmasını izliyordu. Bunları anlatmak onun için pek kolay olmamış gibiydi. Kim için kolay olurdu ki zaten? Aslında Buğra da onun anlattıklarından sonra kendi yaşadıklarını paylaşıp paylaşmama konusunda ikilemde kalmıştı. Dilinin ucuna kadar geliyordu ama yapamıyordu bir türlü.

Yapsa da ne diyecekti ki? Hem Ela'ya hem de Eylül'e hayatı zindan ettim mi diyecekti? Sonuçta biri nefret ettiği bir adamın çocuğunu yalnız bir kadın olarak doğurmak ve tepetaklak olan hayatını yeniden düzenlemek zorunda kalmış diğeri de sevdiği adam ve kızı uğruna ölmeyi göze alıp Buğra ile kendisini yakarak öldürmeye teşebbüs etmişti. Kızın psikolojisiyle öyle oynamıştı ki başka türlü ondan kurtulamayacaklarını düşünmüştü çünkü. Buğra söyleyemezdi ki bunları. Yaptıklarının utancı yeteri kadar boynunu büküyordu zaten daha fazlasına gerek yoktu.

Buğra düşüncelerinden sıyrılıp konuyla alakasız bir şekilde "Buz var mı?" diye sorunca Feride doğru mu duydum der gibi ona doğru bakıp "Efendim?" dedi. Bu soru karşısında şaşırdığı çok belliydi. Halbuki kendisi gibi o da içini dökmek adına bir iki kelime eder hiç değilse de yaşadıklarına üzüldüm gibi bir şey söyler diye düşünüyordu. Ama belli ki yanılmıştı. Buğra yüzüne bakmamaya çalışarak "Buz" dedikten sonra ayağa kalkıp "Alabilir miyim?" deyince Feride bir şey demeden sadece onu onaylar gibi başını salladı. Buğra alabileceğini anlayınca direkt mutfak tarafına geçmişti. Feride ise onun hakkında düşünürken dudaklarını kemiriyordu çünkü o sustukça hayatıyla alakalı çok daha fazla şey merak ediyordu.

Gelen seslere odaklanarak beklerken çok geçmeden Buğra da geri döndü. Elinde de içi buz dolu bir poşet ve ince bir mutfak havlusu vardı. Sessizce az önceki yerine oturduktan sonra da torbayı havlunun arasına koyup Feride'nin masada duran eline doğru uzanarak onu bileğindeki morluğun üzerine bıraktı. Görünen o ki Feride başkalarının yaralarıyla uğraşırken kendi yaralarının farkına varamayanlardandı.

Feride Buğra'nın bu düşünceli halleri karşısında afallamıştı. Buz olup olmadığını sorarken onu kendisi için istediği aklının ucundan bile geçmemişti. Demek o yüzden sürekli eline doğru bakıyordu. Feride bu bakışın nedenini ilk anda anlayamamıştı tabii ama şimdi anlıyordu. Bileğindeki buz torbasını tutarken bir yandan da Buğra'ya baktı. O da kendi halinde pansumanına devam edip yarasının üzerine kanamaya devam ederse bir yere bulaşmasın diye bant koyuyordu ama bu bakışı fark etmesi de uzun sürmemişti.

"Yanlış bir şey mi yaptım?"

"Hayır yanlış bir şey yapmadın. Teşekkür ederim"

Buğra önemli değil dercesine başını yana yatırırken Feride de ona baksa da aklından bambaşka şeyler geçiriyordu. Düşünüyor taşınıyor olur mu olmaz mı diye eksileri artıları akıl terazisinin farklı kefelerine koyup kâr zarar hesabı yapıyordu. Buğra ise hakkında düşünülenlerin farkında olmadan pansuman malzemelerini toplamış atılacakları gördüğü çöpe atmış şimdi de Feride'nin yanına geri dönüyordu. Gelirken de "Oğlun uyuduğuna göre ben şimdi gideyim yarın sabah geri gelir konuşurum onunla" dedi ama Feride ne cevap veriyor ne de onu duyduğuna dair bir hareket yapıyordu. Sadece ara sıra gözlerini kısıyor ve içten içe kendisiyle konuşuyor gibi dudaklarını kıpırdatıyordu. Böyle yapınca da Buğra bir süre beklemiş sonra da endişelenmiş gibi eğilip yüzüne doğru bakarak "İyi misin?" diye sormak zorunda kalmıştı.

Haliyle o gür saçıyla sakalıyla bir anda burnunun dibinde bitince Feride boş bulunup oturduğu yerde minik bir sıçrayışta bulunmuş Buğra'nın geri çekilip özür dilemesiyle de pat diye "Bolonez soslu spagetti yapıyorum demiştin değil mi?" deyip onu şaşırtmıştı. Bu şaşırma sonucunda da birbirlerine bakıp kaldılar ama Feride bu sorunun cevabını ondan almak istediği için sorusuna bir soru daha ekleyerek "Ne kadar iyi yapıyorsun?" dedi. Feride aklındaki düşünceye bir son vermezse Müfide Hanım'ın hışmından kurtulamayacaktı çünkü Buğra'dan da onun varlığından da hoşlanmamışken bir de ona iş vermelerine katiyen izin vermezdi.

"Üniversite okurken bir yandan da İtalyan bir şefin yanında çalışmıştım"

"İtalyan şef! O halde başka şeyler de yapabilirsin"

"Pek sanmıyorum"

"Öyle ya da böyle profesyonel mutfağın tozunu yutmuşsan emin ol yaparsın. Sana bir teklifim var"

"Hayır"

"Henüz bir şey söylemedim"

"Ne demeye çalıştığını anladım ve hayır diyorum"

"İki hafta! İlaçların bitip iyileşene kadar burada kalırsın biz sana yer ve yemek imkanı veririz sen de bu süre içinde bana mutfakta yardım edersin çünkü ben bir süredir arapsaçına döndüm ve hiçbir işe doğru düzgün yetişemiyorum"

"Hayır"

"Neden kestirip atıyorsun?"

"Neden bana iyilik yapmaya çalışıyorsun?"

Feride bu soruya nasıl bir cevap vermesi gerektiğini düşünürken tam "Sen bu gece bana yardım ettin şimdi de ben teşekkür etmek için sana yardım etmek istiyorum" demeye karar vermişti ki son dakika da vazgeçip duygusal davranarak "Çünkü oğlun için hayata yeniden geri dönmen gerektiğini düşünüyorum" deyiverdi. Bunu söylemesi aralarında derin bir sessizliğe neden olmuştu. Buğra'nın kendisine bakarken duygusallaştığını ama kendisine hakim olmaya çalıştığını fark eden Feride doğru noktadan giriş yaptığını düşünüp sözlerine onu daha da derinden etkileyerek devam etti.

"Oğlun Umut'un yaşlarındaymış... Seni görememiş ama inan bana görmemiş olması seni sevmesine engel değil. Umut da o dönemler bebek olduğu için babasını hatırlamıyor ama iyi biri de olsa kötü biri de olsa hep bir gün geri döneceğinin hayalini kurmuş. Son günlerde anladım ki ne yaparsam yapayım oğlumun içindeki baba boşluğunu bir nebze bile olsun dolduramamışım. Yaşadıklarımıza biraz da olsa şahit oldun zaten. Senin de oğlun bir gün babasının yani senin geri döneceğini hayal ediyor olmalı. Belki de içindeki bu boşlukla başa çıkma konusunda zorlanıyordur annesi de ne yapacağını ve ona nasıl davranması gerektiğini bilemiyordur. Ben böyle oldum çünkü... Oğlumun benden habersiz o küçücük haliyle yaşadıklarını gördükten sonra ne kadar kızsam da beni ne kadar hayal kırıklığına uğratmış olsa da yine de oğlum için elimde olsa Tarık'ı bulur Umut'un önüne kendi ellerimle koyarım"

Feride son söyledikleriyle birlikte işaret parmaklarını gözlerinin altından geçirip akmasına izin vermeden yaşları silmiş Buğra'da ister istemez oğluyla alakalı söylediklerinden etkilenip tek kelime etmeden yanından geçip kapıdan çıkmıştı. Feride kapıya doğru bakarken o sırada Buğra da pencerelerin önünden geçerek arka tarafa gidiyordu. Söylediklerini sakin kafayla düşüneceğini umuyordu.

Onu pencerelerin önünden geçerken bakışlarıyla takip eden Feride perdeyi aralayıp kendisini belli etmeden ne yaptığını izlemeye başladı. Sakin görünüyordu ama bahsi geçen konu sebebiyle doğal olarak üzgündü. Hissettiği hüzünle başa çıkmaya çalışsa da gözlerinden yaş akmasına engel olamıyor olacak ki birkaç saniye içinde o yaşlar yanaklarına doğru süzülmeye başlamıştı. Onun hareketsizce durup tek bir noktaya bakarak sessiz sedasız gözyaşı döktüğünü görünce Feride üzülmüş buna sebep olduğu için de çok kızmıştı kendisine. Üzerine fazla mı gitmişti acaba?


rtrdt.jpg


Biraz yalnız kalmaya ihtiyacı var gibi görününce Feride yanına gitmemişti. Bunun yerine bir şeyler hazırlamak için pencerenin önünden çekilip mutfağa doğru gitti. Saatlerdir midesine doğru düzgün hiçbir şey girmemişti. Kafası başka yerdeyken açlığını hissetmemişti ama şu an midesi epey bir kazınır haldeydi. Buğra'nın da karnını tok tutacak bir şeyler yediğini sanmıyordu doğrusu.

Mutfağa girip hafif olabilecek ne yapabilirim diye düşünürken de aklına bir şeyler gelmiş ve belli belirsiz tebessüm edip dolaptan makarna çıkarmıştı. Bu saatte salçalı spagetti yemek için aklını kaçırmış olmalıydı ama bir düşüncesi vardı elbet. Feride makarnayı ocağa koyduktan sonra yukarıya çıkıp Buğra'nın kalacağı odayı düzenlemiş temiz havlu bırakmış sonra da içmeyi atladığı ilacını alıp aşağıya inmişti.

O makarnayı kontrol edip sosu hazırlarken Buğra da Feride'nin söylediklerini ve aslında hiç istemese de oğlunu düşünüyordu. İstemiyordu çünkü oğlunu düşünmek ona ruhen iyi gelmiyordu. Mümkün mertebe onu zihninin bir köşesine koyup önüne de bir perde çekmeye çalışıyordu çünkü onu düşünmek onunla alakalı en ufacık şey bile hissetmek içinde canını yakan bir duygu belirmesine neden oluyordu. Özlemden ziyade onu görme isteğiyle ilgili bir şeydi bu. Bu duyguyu bastırmak zorundaydı çünkü Yiğit'i bir kere görürse bir daha onu bırakıp geri dönemezdi. Tek bir masum bakışa bakardı hayatlarına yeniden girip belki de o hayatı yeniden mahvetmesi...

Bazen aynı şu an olduğu gibi kendi küçüklüğü aklına geldiğinde hemen bir merak uyanıyordu içinde. Çocukları kız olsaydı kesin kaşı gözü her hali Eylül'e benzerdi o konuda hiçbir şansı yoktu da erkek olunca ister istemez benden izler taşıyor mu diye düşünüyordu. Annesiyle babası torunlarına baktıkça oğullarının küçüklüğünü görüyor mudur acaba? Görüyorlarsa annesi kesin küçük Buğra'm diyordur ona. Belki de oğluyla torununun resimlerini yan yana koymuş her baktığında aralarındaki benzerlikleri yakalamaya çalışıyordur.

Buğra bilmiyor olsa da annesi Ferda Hanım bunu gerçekten de yapıyordu. O resim baş köşesindeydi ve her gün ona bakıp oğlunun evine geri dönmesi için dualar ediyordu. Bir anne olarak en büyük dileği Buğra'nın elinden tuttuğu oğluyla kendisine ziyarete gelmesiydi herhalde. Ama yedi yıldır böyle bir şey olmamıştı. Olacağına dair bir umudu da pek kalmamıştı doğrusu.

Buğra derin bir nefes alarak başını ellerinin arasına almış gözlerini de sımsıkı sıkarak akmak için hazır ol da bekleyen yaşların tek seferde düşmesini sağlamıştı. Feride'nin " Senin de oğlun bir gün babasının yani senin geri döneceğini hayal ediyor olmalı" sözlerini düşünüyordu da oğlu kendisinden haberdar mıydı onu bile bilmiyordu ki. Belki de yoktur diye düşünüyordu içten içe. Eylül'ü son gördüğündeki konuşmalarını hatırlıyordu da o zamanlar görüştüğü doktor için "Onu seviyorum. O da beni seviyor hem de en başından beri. Bak ben yeteri kadar hırpalandım da yoruldum da... Şimdi bırak da beni gerçekten seven değer veren ve her şartta koşulsuzca yanımda olmayı seçen bu adamla mutlu olma şansımı sonuna kadar kullanayım" demişti. O şansı kullanmışsa bu evlenmişler demekti. Oğlu o adamı baba biliyor olabilir miydi? Ailesini kırk yılda bir aradığında bu konularda tek kelime ettirmiyordu ama şu an bu sorunun cevabını çok merak etmişti.

İster istemez o adamla oğlunun nasıl bir ilişkisi olmuş olabileceğini düşünüyordu. Zihninde oğlunu bisiklete bindirirken onunla oyunlar oynarken okuldan alırken hatta Yiğit'in ona "baba" diye seslenirken ki halleri canlanıyor Buğra'da sanki duyması son bulacakmış gibi elleriyle kulaklarını sıkı sıkı kapatıyordu. Tabii kesilmiyordu bu sesler. O da kesilmedikçe ellerini kulaklarına vura vura çıkan sesle dikkatini dağıtmaya çalışıyordu.

"Şey... Bir bakar mısın?"

Feride'nin sesi tam da zamanında duyulmuştu. Buğra ellerini indirip birkaç saniye kendisine toparlanma fırsatı tanıdıktan sonra sese doğru yürüyüp Feride'nin kendisine seslendiği pencerenin önüne geldi. Bir şey demeden bakarken de Feride'nin "Yememiz için bir şeyler hazırladım. İtiraz istemiyorum hadi gel de bir iki lokma yedikten sonra ilacını iç" demesiyle hiç karşı çıkmadan başını sallayıp kapıya doğru ağır adımlarla yürümeye başladı.

Geldiğinde içeriye girebilsin diye Feride dış kapıyı açıp mutfağa dönmüş spagettiyi sosuyla buluştururken de Buğra gelmişti. Mutfağa girdiğinde ise üstüne başına baktı önce. Bu haldeyken o bembeyaz peçeteler konmuş tertemiz sofraya oturmak ayıp olacak gibi gelmişti sanki.

"Neden orada duruyorsun?"

"Ben... Önce bir elimi yüzümü yıkasam olur mu?"

"Olur tabii! Dur ben banyoya temiz havlu koyayım"

Buğra ona iş çıkardığını düşünüp "Uğraşmasaydın" derken ses tonu da bunu söylemesinin nafile olduğunu anladığını belli edercesine kademe kademe kısılmıştı. Feride ardından gelmesini işaret edip banyoya gittikten sonra dolaptan havlu ve kullanılmamış sabun çıkardı. Çıkmadan önce bir tane de siyah lastik tokalarından birini aynanın önüne bıraktı ve Buğra'ya da "İstersen yani saçlarının önüne düşmesinden rahatsız oluyorsan lastik tokayı takabilirsin" dedikten sonra onu yalnız bırakıp mutfağa geri döndü.

Onun ardından banyoya giren Buğra bakımsız görünen saçlarını tutup aynadaki yansımasına baktı. Hayatının hiçbir döneminde saçlarını bu denli uzattığını hatırlamıyordu. Belli bir kesimi vardı ve ondan da şaştığı pek görünmemişti. Kendisini bu haliyle tanıması oldukça zordu doğrusu. Aslında bir bakıma o eski Buğra'nın yüzünü görmüyor olması iyiydi. Unutmak istediği biriydi çünkü o.

........::::::::____::::::::........

"Feriide!"

Babaannesinin odasına gelip kapıyı açarak "Ne oldu babaanne niye uyumadın sen hâlâ?" dediğinde yattığı yerden doğrulan Müfide Hanım da çıkan sesler sebebiyle "Asıl içeride ne oluyor öyle tangır tungur? Zıbarıp yatmadı mı bu musibet daha sesiniz geliyor bıdı bıdı bıdı bıdı muhabbet kuşları gibi!" deyiverdi.

Babaannesi yine musibete bağlayınca Feride söyledikleri duyulur diye telaş edip kapıyı içeriden örterek "Karnım acıkınca onun da acıkmıştır diye düşündüm bir şeyler hazırladım. Yedikten sonra Umut'un yanına gideceğim merak etme" dedi ama torunu Müfide Hanım'ın sabrını zorluyor gibiydi.

"Ay yazık ayol! Hazırladığın lokmaları elin adamcığının ağzına da besleyiver yutamaz o şimdi muhtaç ya Feriide!"

"Babaanne yapma böyle"

"Kızım aklını başına devşir! Görenin bir daha dönüp baktığı akça pakça su gibi bir kadınsın şimdi iyilik edeyim derken bu tüy yumağının aklına düşeceksin dertsiz başımıza dert çıkacak durduk yere!"

Kadın endişelenmek konusunda haksız mıydı? Tabii ki değildi. Tamam Buğra Feride'ye onun korktuğu şekilde yan gözle bakmayacak olsa da onlar için tanımadıkları bilmedikleri biriydi ve iyi niyet güzel bir şey olsa da yine de bazı şeyleri en baştan öngörüp ona göre tedbirli davranılmalıydı. Eskiden kapı baca açık denilen şekilde güvende yaşanırmış ama bu devir öyle bir devir değildi artık. İyilik yapıp denize atayım derken ayağından bağlanıp denize atılan sen olursun maazallah!

Feride yüzü düşük bir halde "İyi geceler babaanne" deyip odadan çıkarak kapısını kapatırken Müfide Hanım da hâlâ ardından "Hiç babaannesine çekmemiş annesinin kopyası mübarek! Gülfem'de herkesi kendi gibi bilir sonra da üzülen yine o olurdu. İyi niyet kurbanları sizi!" diyerek söyleniyordu. Feride nefesini tutmuş bir halde mutfağa gitmek için arkasını döndüğü sırada Buğra da banyodan çıkıyordu. Epey de değişik görünüyordu. Eli yüzü temiz saçlarını da Feride'nin verdiği tokayla düzgünce toplamış üzerindeki kıyafeti saymazsak gayet derli toplu görünüyordu.

Feride görüntüsü hakkında bu tarz şeyler düşünse de tabii ki dile getirmemiş direkt mutfağa girip masanın başına geçmişti. Makarnayı tabaklara koyduktan sonra da "Hadi otur da soğutmayalım" deyip sandalyeyi çekerek oturdu. Buğra karşısına geçip otururken bir yandan da Feride'yi gözlemliyordu. O da az önceki halinden farklıydı. Sanki kafasının içinden binlerce olumsuz şey geçiyor bu yüzden de mutsuz hissedip omuzlarını düşürüyordu. Haklıydı çünkü babaannesinin sözleri yabana atılır şeyler olmadığı için kendi doğrularıyla onun doğruları arasında kalmıştı.

İkisi de sessizce yemeklerini yemeyi sürdürmüş o sırada da uzun uzun düşünmüştü. Son lokmalara geldiklerinde ise Feride'nin bakışları önüne bakıp dalgın bir halde yemeğini yiyen Buğra'ya takılmış sonra da spagettiyi kastederek "Nasıl olmuş?" diye sormuştu. Bunu sormasının bir nedeni vardı elbet. Haliyle Buğra bu nedeni anlamadığı için afallamış sonra da nezaketen "Güzel olmuş eline sağlık" deyip bakışını çekerek yemeğine devam etmişti. Feride'nin yüzünde ona inanmadığını belli eden bir ifade vardı.

Onun bu dik bakışını fark eden Buğra yeniden Feride'ye baktığında kendisine "Gerçek düşünceni sordum. Ben nerede ne gibi bir sorun var biliyorum şimdi dürüst ol ve yediğin makarna ile alakalı düşüncelerini söyle" demesi karşısında kamburunu düzeltip geriye yaslandı. Aslında ona yediği şey gayet güzel gelmişti sonuçta öyle her gün evde sıcak yemekti soslu makarnaydı yemiyordu. Adam yemek bulamadığında çöp karıştırıyordu ötesi var mı? Ama yine de Feride'nin dediğini yapmış ve başlangıç olarak "Tuzu yok denecek kadar azdı" deyip Feride'yi gülümsetip eliyle devam devam dedirtmişti.

"Sosu yağ koymadan yapmışsın bu da yapışıp mat görünmesine neden olmuş"

"Başka?"

"Makarna çok pişmiş dakikalar önce ocaktan alıp suyunu süzmeliydin"

"Suyunu atmalı mıydım?"

Feride tek kaşını kaldırarak kollarını kavuşturmuş cevap vermesini bekliyordu. Buğra ise ne yapmaya çalıştığını anladığı için oturduğu yerden aynı şekilde ona bakıp "Makarna suyu lezzetli olur. Ben genelde sosun içine ekler makarnayı da son birkaç dakika kala o soslu suyun içinde pişiririm. Yani pişirirdim" dedi ve Feride'nin gülümsemesi eşliğinde ne oldu der gibi bakmaya başladı. Gülümsüyordu çünkü duymak istediği şeyi duymuştu.

Feride sanki söylediklerinin onunla hiç alakası yokmuş da kendi kendisine konuşuyormuş gibi bir tavır takınıp "Benim acilen makarna pişirmeyi bilen birini bulmam lazım çünkü bu konuda hiç iyi değilim. İyi de kimseye de maaş veremem ki durumum ortada... Of! Daha yakın bir zamanda fikirlerini önemsediğim bir müşterim el lezzetini tek geçerim sosların fena değil ama makarnalarına bir el atmalısın demişti. Bunu yaptığımda ünlü bir yemek eleştirmeninin buraya gelmesini sağlayacak böylece köşesinde bizden bahsettiğinde tanınan bir yer haline gelecektik. Belki o zaman her şey daha iyi olurdu" derken Buğra da eşek değil ya direkt bu sözlerin muhatabı olduğunu anlamıştı. Ama konu üzerine hiçbir şey demeden kalktıktan sonra tabaklarını çatallarını bardaklarını alıp lavabonun önüne geçerek onları bir bir yıkamaya başladı. Yedi yıldır orada burada o kadar çok bulaşık yıkamıştı ki sadece bu konuda bile Feride'ye çok yardımı olabilirdi aslında.

İşini bitirip dışarıya çıkmak için masanın yanından geçerken Feride'nin "İlacın!" dediğini işitip bir sonraki adımını atamadan olduğu yerde kaldı. Önce Feride'ye sonra da onun gözleriyle yaptığı işaretin ardından masadaki ilaca baktı ve içmeden gitmesine izin vermeyeceğini bildiğinden ötürü bardak almak için dolaplara yöneldi. O bardak alırken Feride de "Önceden kaldığın odayı hazırladım uyumak istediğinde yukarıya çıkabilirsin. Giderken ışıkları kapat lütfen" dedikten sonra mutfaktan çıktı. Açıkçası Buğra'nın bu dediğini yapmaya pek niyeti yok gibiydi. Bu yüzden de ilacı içip ışıkları kapattıktan sonra kendisi için hazırlanan odaya çıkmak yerine geceyi üzerinde geçirmeyi düşündüğü salıncağın yanına doğru gitti.

Feride ise yukarıya çıkmış odasından yastık yorgan ve eşyalarını alıp oğlunun yanına geçmişti. Aynı babaannesinin dediği gibi kapıyı kilitlemeyi de ihmal etmemişti. Müfide Hanım da insanın içine kuşku düşürmeyi iyi biliyordu doğrusu. Yorganı yere serip yattıktan sonra da bir o yana bir bu yana dönse de bir türlü uyku tutmamıştı. Öylece dururken aklına gelen bir düşünceyle birlikte çalışma masasının üzerine bıraktığı telefonunu alıp yeniden yerine yattı.

Arama motoruna girer girmez tedirgin bir halde dudağını kemirip "Buğra Çelik" yazdı ve çıkan sonuçlara bir göz atmaya başladı. İlk dikkatini çeken de sosyal medya hesapları olmuştu ama memleketteki tek Buğra Çelik o değildi tabii. İşin içinden çıkamayınca bir kez de "Buğra Çelik Eylül" diye arattı ama yine bir ipucu yakalayamadı. Sıra diğer kadına geldiğinde "Buğra Çelik Ela" yazdı ve çıkan sonuçlarda mimarlık detayını yakalayınca direkt sosyal medya hesabı olarak görünen linke tıkladı. Buğra bu hesabı yıllar önce açmıştı ama aktif olarak kullanmamıştı. Sadece birkaç resim ve bir tane de video vardı o kadar. Zaten hiç sevmezdi böyle şeyleri sırf biz hepimiz varız sen niye yoksun şeklinde ısrar eden arkadaşlarının diretmesi sebebiyle açmıştı.

Var olan resimlere tek tek bakıyordu da Buğra hep kalabalık bir arkadaş grubunun içinde görünüyordu. Sevenleri dostları çok olmalıydı. Ama dikkatini çeken bir detay vardı o da her resimde aynı kızın yanında duruyor olmasıydı. Kolu ya omuzunda ya da belindeydi ve bazılarında birbirlerine bakarken gözleri ışıldıyor gibiydi. Feride'nin bakışları hemen alt tarafta yazan nota ilişti. Resimdekiler bir bir etiketlenmişti ve Buğra'nın yanındaki kızın adı da Ela Yılmaz'dı.

Feride ona bakarken "Güzel bir kız" demeden edememişti. Hallerine bakınca belki de arkadaştan öteydiler diye düşündü ister istemez. Gözü alttaki videoya iliştiğinde bu defa hem görsel hem de alttaki not yüzünü gülümsetmişti. Ayrıca burada daha genç görünüyorlardı. Sanki 16-17 yaşlarında gibilerdi.

Feride sesi duyabileceği kademeye kadar kısıp "Huysuz Deve Yer Mantarına Karşı" yazan videoyu açtığında Buğra'nın yanında "Bir daha bana huysuz deve diyecek misin?" diyerek kıvırcık saçlarını ölümüne karıştırdığı ufak tefek bir kız olduğunu gördü. Çok şirindi bu kız. Kardeşi miydi acaba? Neyi olduğunu bilmiyordu ama hem dalaşıp hem de gülüp eğlenen halleriyle çok tatlı görünüyorlardı.

Küçük kız "Ya yapma şunu ya!" derken Ela'nın hallerine gülerek "Buğra yapma bak Mine'nin intikamı fena olur biliyorsun" demesi fayda etmemiş Buğra'nın "Bu cüceden korkan onun gibi olsun" demesine karşılık Mine o küçücük boyunun avantajını kullanıp Buğra'nın dizine sert bir tekme atmıştı. Öyle böyle bir tekme de değildi hani Feride bile izlerken ani bir refleksle elini ağzına kapatmıştı.

Videonun son kısımlarında Buğra can acısıyla dizini tutup "Kaç kızım! Ülke falan değiştir" dediğinde ise Mine korkudan kaçmış Buğra kovalamış ama sonunda ikisi işi bir şekilde tatlıya bağlayıp sarılmıştı. Hâlâ geri dönerken "Bir daha diyecek misin?" sorusu ve "Diyeceğim tabii" cevabıyla birbirlerini omuzlarından itekleseler de yüzlerinde harika bir gülüş vardı ve videonun bu şekilde sonlanıyor olması da Feride'nin yüzünde aynı onlar gibi mutlu bir tebessüm belirmesine neden olmuştu.

Ta ki bu videonun altına gelen yorumu ve fotoğrafı görene dek. O Buğra'nın kaçıp kovaladığı kız yani Mine atmıştı bu mesajı belki görür de okur diye. Hem de birkaç hafta önce...

........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.220
Tepki
85.080
Puan
113
Konum
İstanbul
tyhgjhkjlkml.png



8.Bölüm : Değişim zamanı

Feride sosyal medyadan bulduğu fotoğrafı dikkatle inceliyordu. Yine çok kalabalıklardı. Sadece bu defa arkadaşlarının yanında Buğra yoktu ve aralarına yeni yeni kişiler eklenmişti. Yoktu çünkü ailelerini kurup çocuklarıyla bir araya gelen arkadaşları çok yakın bir zamanda çektirmişti bu fotoğrafı.

Bir kutlama olmuş gibiydi. Belki de birinin doğum günüydü ve finali bu fotoğrafla yapmak istemişlerdi. Yorgunluklarını muzip bir halde yansıtmaya çalışsalar da yine de epey eğlenilmiş olduğu gözlenen bu fotoğrafta eski resimlerden aşina olduğu Ela'yı gördü önce. Siması hiç değişmemişti. Çimenlerin üzerine oturmuştu ve arkasında başına papatya tacı takmaya çalışan çok tatlı bir kız ve ona yardım eden genç bir adam vardı. Kızı ve eşiydi belli ki.

Ela'nın diğer yanında da kafasının karışmasına neden olan başka bir kadın oturuyordu. Yüzünü nerede gördüğünü hatırlamaya çalıştığı o kadın Eylül'dü. Onu daha önce gördüğüne yemin edebilirdi ama bu tanıdıklık nereden geliyor onu çıkaramıyordu. Haklıydı. Onu Feride'de görmüştü Müfide Hanım'da Umut'ta... Eylül kozmetik ve mücevher firmalarının yüzü olmuş tanınır bir modeldi. Hatta şu an aşağıdaki katta bulunan moda dergilerinde birden fazla fotoğrafı mevcuttu.

Feride düşünse de onu nereden tanıdığını bir türlü bulamıyordu. En nihayetinde düşünmeye son verip fotoğrafı incelemeye devam etti. Eylül çimenlere oturmuştu ve kendisiyle aynı yaşlarda olan bir adam da arkasına geçmiş saçına bir öpücük konduruyordu. Belki de onunla alakalı bir kutlamaydı belli mi olur.

Fotoğraftaki en tatlı detay da cıvıl cıvıl görünen çocuklardı. Kalabalık bir arkadaş grubu olunca haliyle her birinin çocukları da ortama hakimiyetlerini kurmuşlardı. Eylül'ün uzattığı bacaklarının üzerine de boylu boyunca uzanmış çok tatlı bir kız çocuğu vardı. Aynı da kendisine benziyordu. Kızıdır belki diye düşündü bir an. Kafa karıştıran bir diğer kısım ise boynuna ve belinin iki yanına geçip ona sarılmış halde duran muzur bakışlı oğlan çocuklarıydı. Bu çocuklardan biri Buğra'nın oğluydu ama biri daha küçükken iki tanesinin yaşları o kadar yakın görünüyordu ki hangisi olduğunu Buğra'ya sorsa o bile tereddüt yaşardı herhalde.

Resimdeki diğer kişilere baktığında yüzünde gördükleri sebebiyle hoş bir tebessüm belirmişti. Göründüğü kadarıyla hepsi mutlu insanlardı. Buğra'nın videoda kovaladığı küçük kız yani Mine de hiç değişmemişti. Tek fark bu resimdeki karnı burnunda haliydi. O da evlenmiş ve belli ki çoluk çocuğa karışmak için gün sayıyordu. Hep beraber çok eğlendikleri ve aynı oranda çok da yoruldukları belliydi çünkü fotoğrafta yer alan diğer arkadaşları da kendilerini çimenlerin üzerine bırakıp başlarını da birbirlerinin başına sırtına ya da omzuna dayamışlardı. Gözleri fotoğrafın her köşesini dikkatle geziniyordu. Fotoğrafa da o kadar odaklanmıştı ki altta yazan Mine'nin mesajına bakmak aklına çok geç gelmişti.

"Hesabına girebiliyor musun ya da zaman zaman merak edip göz atıyor musun bilmiyorum ama yazdıklarımı görsen de görmesen de umurumda değil çünkü eski albümlerimize baktığım için şu an çok kötüyüm ve içimi dökmek için sana gıyabında da olsa carlamam lazım. Öncelikle şunu bil ki sana hem çok kırgın hem de çok kızgınım Buğra! Bu karenin içinde sen de olmalıydın ama her şeyi mahvedip bir korkak gibi kaçtığın için senelerdir hiçbir önemli anımızda yanımızda değildin. Evlendik çocuklarımız oldu ama onlar Buğra dayılarını tanıyamadı. Aynı babasını tanıyamayan ama sürekli seninle alakalı bir şeyler öğrenmeye çalışan oğlun gibi. Eylül'e sarılan oğlanları gördün mü? Hangisi senin oğlun söylemeyeceğim. Çatla patla öğrenemediğin için! Böyle olmamalıydı ya... Biz birbirimizin çocukluğuyuz bu hale gelmemeliydik anladın mı? Bize bunu yapmamalıydın. Aynı yukarıdaki videoda olduğu gibi her zaman bizim huysuz devemiz olarak kalmalıydın"

Mesajı okurken Feride'nin gözleri ister istemez dolmuştu. Mine'nin de bunları yazarken ağlıyor olduğunu anlamak hiç zor değildi. En çok da fotoğrafta Eylül'e sarılan iki oğlan çocuğuna bakarken üzülmüştü. Akran olan çocuklardan biri Eylül'ün eşinin yeğeniydi diğeri de Buğra'nın oğluydu. Onlar da birkaç ay arayla doğmuştu. Bu yüzden hangisi büyük hangisi küçük pek ayırt edilebilecek gibi değildi. Bir an Feride bile merak etmişti acaba Buğra'nın oğlu hangisi diye. Kim bilir Buğra görse ne hissederdi. Dayanamazdı belki de hemen öğrenmek ister bunun için de çaba sarf ederdi. Ya da sadece üzülürdü. Onu tanımıyordu ki nasıl bir tepki vereceğini bilebilsin.

Mine'nin pişmanlık hissedip mesajı silme ihtimalini düşünmüş olacak ki fotoğrafın ve mesajın ekran görüntüsünü çektikten sonra telefonunu bırakarak pencereye yaklaştı. Cama yaslansa da dışarıya bakmadan önce yatağında mışıl mışıl uyuyan oğluna ilişti gözleri. Mine'nin "Aynı babasını tanıyamayan ama sürekli seninle alakalı bir şeyler öğrenmeye çalışan oğlun gibi" demesi içine dokunmuştu çünkü o çocuğun iç dünyasını şu an daha iyi anlayabiliyordu. O da Umut ile aynı durumda olmalıydı. Küçücüklerdi ve öyle ya da böyle babalarının varlığına ihtiyaçları vardı.

Derin bir iç çektiğinde bakışları bahçeye doğru kaydı. Buğra hâlâ bahçedeydi ve sallanan salıncağa oturmuş ağır ağır sallanırken de derin düşüncelere dalmıştı. Bu adamın hüzünlü hali de içine çok dokunuyordu. Sanki ruhu onu çoktan terk edip gitmiş cansız kansız hissiz bir bedenle hayatına devam etmeye çalışıyor gibiydi.

Bir an aşağıya inip fotoğrafı ve mesajı ona göstermeyi düşündü ama sonra vazgeçti bunu yapmaktan. Uygun bir anı kollamak çok daha iyi olacaktı. Belki de Mine'nin hesabından ona ulaşmayı denerdi ve başarırsa da Buğra'nın şu an burada olduğunu merak etmemelerini söylerdi. Bilemedi hangisinin daha iyi olacağını.

Perdeyi kapatıp yatağına yattıktan sonra aklında bir sürü şey ile uykuya dalmaya çalıştı ama bu zor olacağa benziyordu. Buğra geçmişinde bu insanlarla ne yaşamış neden bu hale gelmiş gerçekten çok merak etmişti. Kötü insanlara da benzemiyorlardı. Feride'ye göre şu an Buğra'da kötü birine benzemiyordu ama işte bilmediği çok şey vardı. Şu an bahçesinde hüzünlü gözlerle oturan adam o güzel insanların hayatını cehenneme çevirmişti zamanında. Şimdi çok pişmandı ama maalesef geç gelen pişmanlıklar olanları hafızalardan silemiyordu.

........::::::::__Ertesi Gün__::::::::........

Umut tıkırtı sesleriyle uyandığında annesini yer yatağını toplarken görünce epey bir şaşırmıştı. Bu şaşkınlığını da yatağından kalkıp "Anne sen burada mı uyudun?" sorusuyla belli edince Feride oğlunun saçına bir öpücük bırakıp öyle gerektiğini söyledi. Umut dün annesine karşı mesafeli olduğunu yeni hatırlamış gibi birkaç adım geri gidip "Buldun mu onu?" dediğinde Feride oğlunun Buğra'dan bahsettiğini hemen anlayıp önce başını olumlu bir tavırla salladı sonra da "Onun için hazırladığım odada olmalı" dedi. Umut annesinin dur demesine aldırmadan odadan çıkıp koştura koştura ahşap merdivenleri çıkmaya başlamış Müfide Hanım'ın da sesler sebebiyle telaş edip "Zelzele mi oluyor Feriide? Ay gel de kaldır beni şuradan... Allah'ım sen koru hepimizi!" demeleri duyulmuştu. Feride hangi birine koşsun acaba?

Umut evin içini arayıp "Buğra amca!" diye sesleniyor Feride ise babaannesinin yanına gidip günaydın demeye çalışıyordu ama Müfide Hanım'ın derdi başkaydı. Kafayı Buğra'ya takmıştı ve bir an önce konuştur çocukla sonra da ver eline pasaportunu yallah gitsin nereye gidecekse deyip duruyordu. Feride gitmeyecek bir süre burada kalacak diyememişti kendisine gözlerini belerte belerte bakan babaannesine. Artık Buğra'dan net bir cevap alıp kalma işi kesinleştikten sonra alıştıra alıştıra söyleyecekti başka çaresi yoktu.

"Ben mutfağa gidip kahvaltıyı hazırlayayım. Senin kahvaltını da tepsiyle odana getiririm sakın kalkmaya çalışma tamam mı babaanne?"

"Feriide!"

"Efendim?"

"O sürü önünde uçan turna horozu nerede şimdi?"

"Kim?"

"Şu bitli ayol! Adı bu değil mi?"

"Adı Buğra babaanne Buğra!"

"Nostaljik kadınım ben yeni isimleri hatırlamam adının anlamıyla hitap ediyorum neden ters algılıyorsun ki? İki hörgüçlü deve demediğime şükretsin o buğur!"

"Babaanne ayıp!"

"Ayol bana ne kızıyorsun git ismi koyan anasına babasına kız!"

Adamın adının onca anlamı varken Müfide Hanım'ın içlerinden cımbızla çektiklerine bakın hele! Allah eline düşürmesin denilen insanlardandı sağ olsun. Feride gözlerini devire devire "Rica ediyorum adama isminin anlamlarıyla hitap etme" derken tam odadan çıkıyordu ki son anda geri dönüp "Ha! Bir de bitli de deme" dedi. Hayır yani Umut'a insanlara rencide edici lakaplar takılmaz diye öğretirken resmen ele verir talkını kendi yutar salkımı durumuna düşüyorlardı. Çocuk duysa demez miydi madem ayıp koca koca insanlarsınız siz niye diyorsunuz diye?

Babaanne torun göz göze dururken Müfide Hanım torununun adamı koruyucu tavrı sebebiyle o mübarek çenesini tutamamış ve "Yine o iyi niyet çukuruna düşüp bana bu bitliyle ikinci bir Melek Yüzlü Şeytan vakası daha yaşatırsan kaç yaşında çoluklu çocuklu kadınsın demem ahanda şu terliğimle kovalar yakalayınca da akıl olana kadar pataklarım seni Feriide!" diyerek Feride'nin "Ya sabır!" çeke çeke odadan çıkmasına neden olmuştu. Kadının da olacaklar içine mi doğuyordu ne...

Feride sırtını kapattığı kapıya dayamış ve rahatlamak için oflayarak odanın önünden çekilmişti. Umut ne yaptı acaba diye de düşünmüyor değildi. Etrafa baka baka Umut'a seslenirken yukarıya çıkmış ve Buğra'nın kaldığı odanın kapısını tıklatıp girmek için onay beklemişti ama yok ses falan gelmiyordu. Uyanmamış olabilir mi diye düşünürken kapıyı aralayıp göz ucuyla içeriye baktı. Yatak bozulmamıştı. Hatta üzerine koyduğu pijama takımı bile dün gece koyduğu haliyle aynı yerdeydi. Buğra belli ki dün gece odaya çıkıp burada uyumamıştı. Feride onu en son salıncaktayken görmüştü değil mi? Bu sefer iç sıkıntısıyla oflayıp "Hasta haliyle dışarıda mı uyudu bu adam?" dedikten sonra odanın kapısını kapattı.

Aşağıya indikten sonra aklına gelen ilk yere yani arka bahçeye doğru yürümeye başladı. Haklı olduğunu da kulağına Buğra ile Umut'un konuşmaları çalınınca anladı. Onları gördüğünde olduğu yerde durup bir süre ikisini izledi. Buğra çoktan Umut'u karşısına almış ona habersizce gitme nedenini ve bunun da annesiyle hiçbir alakasının olmadığını anlatıyordu. Umut onu dikkatle dinliyor ve anlamaya da çalışıyor gibiydi. Ne yalan söylesin Buğra'nın oğluyla sanki bir yetişkinmiş gibi diyalog kurması hoşuna gitmişti. Umut'un sorularını hiç geçiştirmeden yalana başvurmadan dosdoğru cevaplıyordu.

Ancak bu konuşmada Feride'nin en çok şaşırdığı şey Umut'un "Bir daha gitmeyeceksin değil mi?" sorusuna Buğra'nın kısacık bir an düşünüp sonra da "Gideceğim ama iki hafta sonra..." diye cevap vermesiydi. Bu cevap Feride'nin iş teklifini kabul edeceği anlamına geliyordu.

"Neden iki hafta sonra dedin?"

"Siz kim olduğumu umursamadan bana yardım ettiniz şimdi de ben sizin için bir şeyler yapmak istedim. Teşekkür için..."

"Ne yapacaksın ki?"

"Annene yardımcı lazımmış yani o ne derse onu yapacağım"

"Eyvah! Sana o ağır kokulu deterjanlarla temizlik yaptıracak"

"Daha öncede yaptım"

"Nerede?"

"Aklına gelebilecek her yerde. Para kazanmak için birçok iş yaptım"

"Ama tuvaletleri de temizletebilir"

"Onu da yaptım ve emin ol hiçbiri sizin evinizdeki tuvaletlere benzemiyordu"

"Iyyy!"

Umut kısa bir an düşünüp sonra da heyecan içinde "İki hafta pansiyonumuzda kalacaksın yani. Bu harika! Akşamları monopoly oynayalım mı? Ya da dur... Gündüzleri monopoly oynar akşamları da mısır patlatır birlikte animasyon filmi izleriz" deyince Feride için müdahale etme isteği kaçınılmaz olmuştu. Görünen o ki küçük bey Buğra'yı içlerine fazlaca sokma niyetindeydi ve dolayısıyla da iş amacını aşacak gibiydi. Müfide Hanım'ın tepesini attırmak istemiyorlarsa Buğra'yı mümkün mertebe göz önünde tutmamalılardı.

Ancak Feride konuşmanın bu noktasında tam yanlarına gidecekken Buğra'nın "Ben bu süre içinde pansiyonunuzda değil annen izin verirse bahçenizde kalacağım" demesiyle diğer adımını atmadan olduğu yerde kaldı. Umut nedenini anlayamadığı için önce sessiz kalmış sonra da "Bahçede mi? İyi ama hastasın zaten daha da çok üşürsün. Geceleri de buz gibi oluyor. Bence annem pansiyondaki odalardan birinde kalmana kızmaz. Hem çok oda var ne yapacağız ki o kadar boş odayı değil mi?" demişti. Bu defa Feride konuşmaya dahil olmak adına hiçbir hamlede bulunmamış sadece vereceği cevabı duymak için bakışlarını Buğra'ya çevirmişti.

Buğra ise izlendiklerinden habersiz Umut'a durumu itibarıyla onlarla kalmasının etraf tarafından hoş karşılanmayabileceğini ve ailesine laf söz getirip onları zor durumda bırakmak istemediğinden bahsediyordu. Böyle şeylere takıktı biraz. Eskiden de o ne der bu ne der hâl ve hareketlere dikkat diyen bir adamdı. Kızları da sıkardı bu yönü. Bir şey olduğundan ya da olacağından değil elbet ama sinirli adamdı biri yakışıksız bir söz söylerse kavgaya tutuşması iki saniyeye bakar iş karakolluk olmaya kadar giderdi.

Feride kendilerine laf söz getirmek istemediğini öğrenince daha bir ılımlı bakar olmuştu Buğra'ya. Ne yalan söylesin haklı da bulmuştu onu. Sonuçta iki kadın olarak tek başlarına yaşıyorlardı ve iyi niyetlerle dahi olsa evlerine tanımadıkları bir adamı hatta babaannesinin deyimiyle hırlı mı hırsız mı ne olduğunu bilmedikleri evsiz bir adamı almak bir süre sonra insanların haklarında olur olmaz konuşmaya başlamasına neden olabilirdi. İnsanların ağzı torba değil ki büzesin. Buna bir çare bulsalar iyi olurdu aslında. Belli ki Buğra pansiyonda kalmayıp bahçeyi mesken tutacaktı ki Feride az önceki sözlerinden sonra bahçede kalacağını da düşünmüyordu. Muhtemelen gece gidip parklarda yatacak sabah geri gelecekti huzursuzluk yaratmasın diye.

"Buğra amca senden bir şey isteyebilir miyim?"

"Ne gibi bir şey?"

"Sen tamir yapabiliyorsun ya... Benim arabamı da tamir eder misin? Arkadaşlarım doğum günümde hediye etmişti ama kumandası pilini değiştirsem de çalışmıyor"

"Bir ara getir de elektrik aksamına bakayım"

"Neyine? O ne ki?"

Feride bu konuşmayı gülen bir yüzle dinlerken aynı anlarda Müfide Hanım'ın şerrinden korunmak için tedirgin adımlarla bahçeye giren Hulusi Bey de kısık bir ses tonuyla "Günaydın kızım" dedi. Feride boş bulunup olduğu yerde hafifçe sıçrasa da Hulusi Bey'i sesinden tanıdığı için gülümseyip "Günaydın Hulusi amca" dedi bir yandan da damağını kaldırarak.

Hulusi Bey ilerle der gibi eliyle işaret ederek yürümelerine neden olurken Feride de içini rahatlatmak için "Babaannem odasında Hulusi amca seni görmez merak etme zaten yatağından da kalkamıyor" dedi ama Hulusi Bey hiç güvenmiyordu Müfide Hanım'a. "Senin o huysuz babaannen dokuz canlıdır kızım ona hiçbir şey olmaz. Her an bir yerlerden çıkıp bütün lanetliğiyle beni yerden yere çalabilir" dediğinde Feride gülmüş Buğra ile Umut'ta geldiklerini gördükleri için oturdukları yerden kalkmıştı.

"Kızım ben hem bir sorun var mı diye sorayım hem de delikanlıyı bir kere daha göreyim dedim. Gelmeden önce haber de veremedim ama..."

"Estağfurullah Hulusi amca ne zaman istersen gel başımızın üstünde yerin var"

"Çok çabuk ayaklanmış yatsaydı ya biraz daha"

"Öyle de yetişkin adam çok da karışamıyorum haliyle"

"Sen de haklısın"

"Yine de iyi görünüyor değil mi? Bir günde toparladı sanki"

"Bakma böyle göründüğüne bitkindir yorgundun ama belli etmiyordur. Kendini düşün geçen sene sağlam üşütmüştün ama yine de koşuşturmaktan geri kalmıyordun"

"Evet hatırladım. Kemiklerim kırılacak gibi ağrıyordu"

"Karşıdan bakmakla bir insanın iyi olup olmadığı anlaşılmaz. İçine sormak lazım nasıl diye"

Hulusi Bey'in son sözüyle Buğra'ya doğru bakan Feride bedeni iyileşse de içinin aynı hızla iyileşemeyeceğini düşünüp onun için üzülmüştü. Belki de hiç iyileşmeyecekti çünkü bir şeylerin olumlu yönde değişmesi için adım atmaya niyetli değil gibiydi. Gönüllü olarak kalıyordu o kendi yarattığı karanlığın içinde.

Ağır adımlarla yanlarına geldiklerinde Hulusi Bey kendisine gülümseyen Umut'un başını okşayıp Buğra'ya da "Hemen kalkmışsın delikanlı! Ben gözünü açamamışsındır diye düşünmüştüm" deyince Feride kendisine doğru bakan Buğra'ya açıklama yapma gereği duyup "Hulusi amca bizim aile doktorumuz seninle de o ilgilenmişti. Bahsetmiştim sana..." dedi. Hulusi Bey'in oğlu Nihat ile karşılaşmışlardı da Müfide Hanım'ın aksiyonlu misafirperverliğinden ötürü Hulusi Bey'in ta kendisiyle tanışma fırsatı olmamıştı tabii.

Buğra üstünden başından utanmış gibi bir hâl takınarak "Sağ olun" derken Hulusi Bey de kendisinden gözlerini kaçıran bu genç adamın haline üzülmüştü. Bu sırada Umut kolunu çekiştirdiği Buğra'ya "Arabamı şimdi getireyim mi?" diye soruyordu. Buğra getir der gibi baktıktan sonra Umut koştura koştura eve girmiş geri döndüğünde ise onlar bir köşeye geçip tamire başlarken Hulusi Bey de onları izleyen Feride'ye "Akşam Nihat ile bu genç adamın halini konuştuk" deyip dikkatini kendisine çekmişti.

"Hayırdır Hulusi amca önemli bir şey yok değil mi?"

"Düşündüğün gibi değil. Ben giderken delikanlıyı da alıp götüreyim diyorum"

"Nereye?"

"Bizim eve. Burada kalacağına bizimle kalsın hem erkek erkeğe daha rahat olur. Kılık kıyafet ayarladık üstüne başına bir çekidüzen de veririz. Biraz da konuşuruz delikanlıyla belki bir derdi tasası vardır merhem oluruz yarasına. Gerekirse iş de buluruz hayatını düzene sokar"

"İyi düşünmüşsünüz Hulusi amca çünkü belli ki o da bizimle kalmaya pek gönüllü değil. Gece odalardan birini ayarladım ama orada kalmamış bahçede yatmış. Az önce de Umut'a bizimle kalmasının uygun olmayacağını çünkü insanların bunu hoş karşılamayabileceğini anlatıyordu. Tahmin edersin ki babaannem de onu burada istemiyor"

"Aferin delikanlıya yol yordam biliyor demek ki"

"Bu arada iki haftalığına benimle birlikte çalışacak"

"Hasta hasta çalışabilecek mi?"

"Ben de dinlensin iyice iyileşsin diyorum ama durmuyor yerinde. Gerçi durumum ortada yani ona para veremeyeceğim sadece yemek ve kalacak yer diye anlaştım. İlaçlarını içtiğinden ve iyileştiğinden emin olunca da isterse gider diye düşündüm. Başka türlü Umut'un da hışmından kurtulamayacağım çok bağlandı ona. Belki gidişine de yavaş yavaş alışmış olur"

"İyi yapmışsın kızım bir amaç vermeli ki yük oluyor gibi hissetmesin. Tamam o zaman sonrası da bende. Ben bir sorup soruşturur genç adama iş güç kalacak yer ayarlarım iki hafta sonra da oraya geçer"

"Sağ ol Hulusi amca"

"Sağ olunu mu var kızım? İnsanlık ölmedi sonuçta"

"O halde şimdilik bana yardım ediyor akşamları da kalmaya size geliyor"

"Aynen öyle. Hadi söyle de hazırsa gidelim. Akşam sıkı bir elden geçirelim yatsın dinlensin yarın da erkenden gelir buraya"

"Biz böyle konuşuyoruz ama o kabul eder mi acaba?"

"Etmezse çekerim kulağını olur biter"

"Yapmazsın diyemedim. Şey... Nihat ondan pek hoşlanmamış gibiydi sizinle kalacak olmasını sorun etmiyor değil mi?"

"Bizimle kalması Nihat'ın fikriydi zaten. Feride genç bir kadın yakışık almaz orada kalması dedi. Hak verdim ben de doğru diyor"

Nihat'ın da derdi başkaydı. Feride'ye karşı olan duyguları sebebiyle etrafında erkek sinek olmasına bile tahammül edemiyordu. Ee! Buğra'yı göz göre göre bırakır mıydı burada? Bırakmazdı. Ya böyle iyi niyet içeren bir yol önerecekti ya da Feride'nin haberi olmadan yaka paça çıkaracaktı onu bu pansiyondan.

Bu konuşmanın üzerine Buğra'ya ve Umut'a da yeni düzenleri hakkında bilgi verilmiş tamir işi hallolunca da Hulusi Bey Buğra ile birlikte yanlarından ayrılmıştı. Tabii Buğra yarın sabah yardımcı olmak için geri geleceği sözünü Feride'ye verdikten sonra...

........::::::::____::::::::........

Hulusi Bey ile birlikte pansiyondan ayrılan Buğra tek kelime etmeden ardından yürüyor Hulusi Bey ise ona geçip gittikleri yerlerle ilgili bilgiler veriyordu. Doktor olmasından mütevellit herkesi de tanıyordu. Hangi dükkanın ya da evin önünden geçseler illaki birinden birine denk gelip selamlaşarak birbirlerine hâl hatır soruyorlardı. Belli ki çokça sevilen biriydi Hulusi Bey.

"Feride yarından itibaren ona restoranda yardımcı olmaya başlayacağını söyledi"

"Öyle"

"Buna sevindim. Hem senin için hem de onun için... Uzun zamandır bocaladığını fark ediyordum. Ee bütün işler onun üzerinde tabii. Babaannesi bir yandan Umut bir yandan restoranın işletilmesi ayrı yandan... O huysuz babaannesi de eskisi kadar destek olamıyor en nihayetinde. Sayende yükü de hafifleyecek"

"İyi biri o"

"Öyledir. Kızım gibi severim Feride'yi... O da çok sever sayar beni sağ olsun"


eeryutyıy.jpg


Önünden geçtikleri berberin sahibi onları görür görmez dışarıya çıkıp "Oo! Hulusi Bey gel bir çay kahve ikram edeyim" deyince dikkatleri de adama dönmüştü. Hulusi Bey adama nazik daveti için teşekkür ederek tam bu seferlik kendisini affetmesini isteyecekti ki kafasında Buğra ve berber dükkanının eşleşmesi kararını ani bir şekilde değiştirtip ona "Bizim kahveci Rüstem ıhlamur da kaynatmıştır şimdi. Kokusu burnuma kadar geldi. Hadi gelmişken içelim birer tane!" dedirtmişti. Halbuki asıl derdi başkaydı. İkna ederse Buğra'nın şu saçı sakalı almış başını gitmiş halini bir düzene sokma niyeti vardı. Önce şekli şemali düzeltsinler sonra da izin verdiği ölçüde hayatını idame etme şekline de bir el atarlardı elbet.

Hulusi Bey adamın teklifini kabul edip ona geçen günlerde yaşadığı bel ağrısının ne halde olduğunu sorarak ardından giderken onların aksine Buğra olduğu yerde kaldı. Bulundukları sokağa bakıyordu. Aslında daha çok ileride görünen küçük antika dükkanına. Her ne kadar bunu yapmamak için kendisine mani olmaya çalışsa da zihni onu ister istemez geçmişe götürüyordu. Mine'nin dedesinin de çok güzel bir antika dükkanı vardı. Hulki Bey çok tatlı bir adamdı. Mine nasıl onun ailesinin elinde büyümüş gibiyse Buğra'da en az onun kadar Hulki Bey ve eşi Nezaket Hanım'ın elinde büyümüş gibiydi. İzmir'de kocaman bir aileydi onlar. Büyüdüklerinde olduğu gibi küçükken de Hulki Bey'in yanına sıklıkla giderlerdi. Buğra Mine Ela ve Yelda ayağının altında dolanır yeni gelen antika eşyaları inceler Hulki Bey de küçüktür anlamazlar demez her birinin hikayesini onlara merak uyandıracak şekilde anlatırdı. Bir dönem Hulki Bey'in yanında çalışmışlığı da vardı. Harçlık sevdasına Hulki Bey'in yanında ufak tefek işler yapardı. Severdi de hiç sıkılmazdı yanında.

"Buğra gelsene oğlum"

Hulusi Bey'in seslenişiyle boş bulunup gülümseyerek "Geldim Hulki amcam geldim!" dedi ama ağzından çıkanı kulağı duyar duymaz yüzünü düşürüp deminden beri gözleri üzerinde olan Hulusi Bey'e baktı. Garip bir andı. Hulusi Bey yüzündeki ani değişime şahit olup bunun nedenini merak etse de bir şey diyememiş Buğra'nın da hayal ettiği yerde olmadığını anlayınca gözleri istemsizce nemlenmişti. Gözlerinin dolmasına engel olup hızlıca toparlandıktan sonra içeriye girip Hulusi Bey'in işaret ettiği boş sandalyeye oturdu. Düşünmemeye çalışıyordu çünkü düşündükçe artan özlemi içini acıtıyor ve bu acıya da dayanamadığını hissediyordu.

Tam da bu noktada Buğra'nın yüzüne hayali bir tokat daha gelmişti. İçeriye giren genç çocuk elindeki tepsiyi sallaya sallaya gelip buram buram kokan ıhlamurları servis ediyor Buğra'nın gözleri yeniden dolup dolmamak arasında kendisiyle cebelleşiyordu. Bir an kulaklarında Hulki Bey'in eşinin "Ah sizi sizi! Neredesiniz bakayım kaçaklar? Hiç bakmayın öyle size mis gibi karanfilli ıhlamurumdan yok! Ders var sınav var var da var... İnsan bir vakit bulup uğramaz mı Nezoş teyzesine canım!" deyişi çınlamıştı.

Ne garip... Umut ile tanıştıkları günden beri geride bırakmaya çalıştığı hayatı onu kendisine daha bir çeker olmuştu sanki. Evrenin bıraktığı söylenen işaretler böyle şeyler miydi acaba? Zamanı geldi hadi artık dönme vakti mi diyordu kendisine? Ailesini aradığı zamanlarda da geliyordu bu his. O zamanlar bir şekilde başa çıkmayı başarıyordu ama bu aralar sıklıkla hatırladığı şeyler onu oldukça zorlar olmuştu. Hasret çekmek ailesinin nerede olduğunu bilip yanlarına gidememek onlara sıkıca sarılıp varlıklarını hissedememek en kötüsü de artık hiçbir şeyi düzeltemeyeceğini bilmek mahvediyordu onu. Bu çaresizlik elini kolunu bağlıyordu maalesef.

"İyi misin evlat?"

Dizine konan elin ardından bakışlarını Hulusi Bey'e çeviren Buğra iyiyim de diyememiş kötüyüm de diyememişti ancak hüzünlü bakışları ne halde olduğunu alenen belli eder haldeydi. Hulusi Bey de neden bu halde olduğunu söylemesi konusunda zorlamamıştı. İstediğinde kendi anlatsın diye düşünüyordu belki de.

Önündeki bardağa bakışı "Ihlamur sevmez misin?" sorusunun gelişini kaçınılmaz kılmıştı. "Severim" karşılığı alınca Hulusi Bey bu sefer de üzgün görünüşü sebebiyle "Birini hatırlattı galiba. İçmek istemezsen kendini zorlama" dedi ve hemen ardından asıl mevzuya giriş yapıp "Hazır berbere gelmişken bir saç sakal atsak mı delikanlı ne dersin? Sen de rahatlarsın" diye sordu. Buğra ona bakıp kalmıştı. Fiziken rahatlardı ama bir yandan da saçı sakalı gidince aynalarda o nefret ettiği adamla karşı karşıya kalmak vardı.

Sessizliği uzarken Hulusi Bey bu sefer de başka bir yoldan aklına girme teşebbüsünde bulunmuş ve ona öne sürdüğü "Aslında iyi de olur biliyor musun? Yarın restoranda çalışmaya başlayacaksın yani oraya uygun bir görünümde olman yakışık alır. Hem gıda işi bu uzun saçla zor olur. Titiz bir müşteriye denk gelirsiniz çorbamdan saç çıktı diye ortalığı birbirine katar Feride de zor durumda kalır" düşüncesi Buğra'nın da ikilemde kalmasına neden olmuştu.

Oturduğu yerden karşısındaki aynaya bakan Buğra yıllar içinde uzamış olan saçını tutup kesip kesmeme arasında kalırken berberin yani Cevdet Bey'in "Delikanlı Feride ile çalışıyor demek. O zaman Ziya Bey'e denk gelmemeye bak. Kendisi buraların en eski terzisidir. Ona göre zaman mekan fark etmez herkes her daim iki dirhem bir çekirdek gezinmeli. Feride bilir kılı kırk yaran bir adamdır. Geldiğinde o saçı sakalı kestirene kadar sürekli seninle uğraşır artık illallah edip sussun diye makinayı kendin vurursun kafana!" demesiyle kesmeye bir adım daha yaklaşmıştı.

En nihayetinde Hulusi Bey düşünme süresi olsun diye ilk kendisi oturmuştu berber koltuğuna. Sıra Buğra'ya da gelmişti elbet. O da uzun bir düşünme süresinin ardından ikna olmuştu bu değişime. Kendisi için olmasa da Feride için yapmıştı bunu. Sonuçta Müfide Hanım'ın kendisine karşı olan hitaplarına o da şahit olmuştu. Bitli aşağıya tüy yumağı yukarıya söylenip duruyordu habire. Kendi açısından haklıydı da kadın. Böyle bir adamı çevresinde kim isterdi ki? En azından iki hafta boyunca derli toplu olurdu yanlarında. Müşteriler de rahatsız olmaz Feride'ye de laf söz gelmezdi. Sonrası yine saldım çayıra mevlam kayıra şeklinde ilerlerdi.

........::::::::____::::::::........

"Burası da bizim bülbül konağı!"

Kuş cıvıltılarının yükseldiği bahçeye göz atarak Hulusi Bey'in ardından giden Buğra çiçeklere eve ve etraftaki hayvanlara şöyle bir bakıp "Çok güzel" dedi büyük bir ciddiyetle. O sırada Hulusi Bey de anahtarlarını çıkarmış evin kilidine takıyordu. Yüzündeki huzur barındıran gülüşle "Güzeldir ya!" dedikten sonra kapıyı açıp girmesini işaret etti sonra da "Şu evin taşından toprağına kadar her şeyini ellerimle yaptım" dedi. Buğra ona tebessüm edip içeriye girmiş ama göz ucuyla etrafa baksa da olduğu yerde kalmıştı. Hulusi Bey ise hemen şapkasını ceketini portmantoya asmış ve onu ardından gelmesi için yönlendirip "Hadi gel de sana kalacağın odayı göstereyim sonra da kahvaltı işini halleder ilaçlarını alıp yatar dinlenirsin biraz" dedi.

Odalardan birine girdiklerinde Hulusi Bey ihtiyacı olabileceği şeylerin yerlerini göstermiş ve dolaptaki kıyafetlerden de istediğini giyebileceğini söylemişti. Tabii Buğra'yı düşündürüyordu bu halleri. Tanımadığı bilmediği insanlar neden kendisine bu denli içten yardım ediyordu anlayamıyordu. Halbuki Umut'a "Zor durumda olan birine yardım etmek için onu tanımak ya da aynı aileden olmak gerekmez. Güçlü olan güçsüzü korur kural budur" diyen de kendisiydi değil mi? Küçük bir çevreydi burası herkes birbirini elinden geldiğince kolluyordu işte bunun niyetine sual olunmazdı.

"Hatta en iyisi sen al şu havluları yeni kıyafetleri gir duşa çünkü bu Cevdet Efendi nasıl kestiyse saçlar ensemizden sırtımıza kadar indi. Fena kaşındırıyor meret! Ben de o sırada sofrayı kurayım yavaş yavaş yetişirsin bana"

"Hulusi Bey?"

"Söyle delikanlı"

Buğra aslında neden kendisine karşı bu kadar iyi olduklarını sorma niyetindeydi ama son saniye bunu yapmaktan vazgeçmiş gibi sadece "Sağ olun" diyebildi kendisine candan bir şekilde tebessüm eden yaşlı adama. Bu "Sağ olun" sözünün altında o kadar çok anlam var gibiydi ki Hulusi Bey'in içine dokunmuştu sesindeki tonlama. Buğra'nın kolunu sıvazlayıp "Sen de sağ ol delikanlı! Hadi hallet işini de gel hem karnımızı doyuralım hem de iki lafın belini kıralım" dedikten sonra odadan çıktı.

Onun gidişiyle derin bir sessizlik olmuştu. Buğra iç çekip başını çevirerek gardolaba doğru bakarken önündeki aynayı fark edip hemen başını diğer yana çevirdi. Yüzünü görmek geride bırakmaya çabaladığı o lanet olası adamla yeniden göz göze gelmek istemiyordu. Bu yüzden saç sakal tıraşı yapılırken berber koltuğunun önündeki aynaya da bakmamış eve gelirken önünden geçtiği dükkanların camekanlarına bile denk gelmek istememişti. Hulusi Bey bile fark etmişti bunu ama bir şey dememiş sadece onu gözlemlemekle yetinmişti.

Yatağın üzerindeki ince pikeyi alıp önce kapıya doğru baktı sonra da garip olacağını bile bile elindeki pikeyi dolabın aynalı kısmını kapatacak şekilde kapağına geçirdi. Yanlışlıkla gözü takılır diye düşünmüş olmalıydı.

Onlar bu haldeyken Feride de babaannesinin kahvaltı tepsisini vermiş Umut'a da zor bela oturttuğu masada yumurtasını bitirmesi için binbir dil döküyordu. Ne olmuştu bu çocuğa anlamıyordu. Halbuki laf söz dinleyen uysal bir çocuktu ama bu aralar bir haller olmuştu ona. Bir an önce eski ayarına dönse Feride derin bir oh çekecekti.

"Umut hadi oğlum bitir kahvaltını okula geç kalacaksın"

"Doydum ben"

"Sadece yumurtanı bitir o zaman"

"Ya!"

"Oğlum bir lokma zaten at ağzına hadi uğraştırma beni daha bir sürü işim var"

Umut yüzü beş karış halde yumurtayı ağzına atmış hemen ardından da tabağındaki peynirli ekmeği ısırıp portakal suyunu da bir seferde içip yerinden kalkmıştı. Feride ise hayretle ardından bakıyordu. Madem bir çırpıda yiyebiliyordu ne diye uğraştırıp duruyordu insanı yahu! Evin içinde "Feriiide!" diyen Müfide Hanım'ın sesini duyunca gözlerini kısacık bir an yumdu sonra da "Umut hadi çantanı al" diye seslenip babaannesinin odasına geldi.

"Ne oldu babaanne?"

"O musibet hâlâ mutfakta mı? Bıdı bıdı sesler geliyor"

"Kim?"

"Çok değerli misafiriniz beyefendi. Hani Eau De Toilette kokulu"

"Babaanne!"

"Dümdüz tuvalet demedim ayol kibarlaştırdım"


dfhfd.jpg


"Buğra burada değil. Hulusi amca geldi birlikte onlara gittiler"

"Bak sen! O kart horoz kırk yılın başında bir işe yaradı desene"

"Ayıp ama öyle deme"

"İstediğimi derim o süslü bunağa! Sen ne yaptın kızım yemekler öğlene kadar yetişecek mi bari? Ay ben de kırdım kaseyi sana yardım edecek halim de yok"

"Hallederim ben tasalanma"

"Senin de canın çıktı be kızım hangi birimize yetişeceğini şaşırdın"

"Aslında ben mutfakta bana yardım edecek birini buldum yani yarından sonra yorulmayacağım merak etme"

"Şipşak nereden buldun ayol?"

"Şey..."

"Ne?"

"Hulusi amca sağ olsun o aracı oldu"

"Haah! Kılavuzu karga olanın burnu bo..."

"Babaanne Umut!"

"Burnu çöplükten çıkmazmış diyecektim"

Feride'nin müdahalesi tam yerinde olmuştu çünkü cümlenin en olmadık yerinde Umut yanlarına gelmişti. Umut çantasını sırtına takarak odaya girip "Ben okula gidiyorum Müfide babaanne" deyince Müfide Hanım küçük beyi yanaklarından öpmüş yanına da üç beş kuruş verip okulda yaramazlık yapmamasını tembihlemişti.

Küçük bey annesiyle odadan çıkarken kapı zili çalmaya başlamıştı. Umut önden gidip kapıyı açtığında arkadaşının geldiğini görüp annesini de öptükten sonra onunla birlikte okula doğru yol aldı. Feride oğlunu geçirdikten sonra mutfağa geri dönüp önce etrafı toparlamış sonra da yemek işine koyulmuştu. Neyse ki acil durumlar için buzluğa bir sürü şey atmışlığı vardı da şimdi oranın nimetlerinden faydalanacaktı.

........::::::::____::::::::........

Saatler ilerliyordu. Sabah vakti gelip giden olmasa da yakın civardaki okuldan çıkan lise çağındaki gençler bir anda doldurmuştu restoranı. Bir yandan yemek yiyip bir yandan da topluca ders çalışıyorlardı. Ara sıra da sesler kahkahalar yükseliyordu. Tabii bu seslere içeride ne olduğunu anlayamayan Müfide Hanım'ın da sesleri karışıyordu. Feride ne zaman yanına gitse kadıncağız başının şiştiğini söyleyip "Susturamıyor musun bu gençleri?" deyip duruyordu. Mümkün değildi ki bu. Şimdi müdahale etse çocuklara kalkın gidin demiş gibi olacaktı. O da hiç elleşmemiş babaannesini idare etmeye çalışmıştı.

İki ayağı da bir pabucun içinde gibiydi. Bir yandan yemekleri ayarla bir yandan servis yap servis topla derken epey yorulmuştu. Yine de restoranın dolu oluşu enerjisini yeniliyordu çünkü son zamanlarda müşterisi gözle görülür ölçüde azalmıştı. Buna da şükürdü yani.

Az önce siparişini aldığı masaya tabakları götürüp servislerini yaparken kapının açılma sesi gelmiş ve Feride içten içe "Eyvah!" dese de yine de güler bir yüzle "Buyurun hoş geldiniz" diyerek arkasını dönmüştü. Dönmüştü dönmesine de karşı karşıya geldiği genç adamla yüz yüze gelince küçük çaplı bir afallama da yaşamamış değildi. Gelen büyük bir değişimden geçip saatler önceki perişan halinden eser kalmayan Buğra'ydı çünkü.

rtytjyt.jpg


........::::::::____::::::::........

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst