Kadınların Vazgeçilmezi Takılar

GÜLÇİN

Daimi Üye
Katılım
5 Eylül 2008
Mesajlar
2.308
Tepki
2.169
Puan
113
Konum
Doyduğum Yerdeyim.
Kadınların Vazgeçilmezi Takılar

0023rb.jpg


Mezarlardan Saraylara Takının Anadolu Yolculuğu

Anadolu takıları, binlerce yılın içinden süzülüp gelen teknik incelikleri, detaylarda saklanan derinliği ve onlarca kültürün izini süren tasarımlarının zenginliğiyle zamanın ötesine geçiyor...

Otuz bin yıl önce ölümün sessizliğinde doğdu takılar. İnsanoğlu, yanıbaşında susan nefesin geri dönmeyeceğini anladığında, belki son bir kez daha onu kutsamak, gittiği yerde huzur duymasını sağlamak, karanlığın kötülüklerinden korumak için mezarına taşlardan, boynuz ve kemiklerden, deniz kabuklarından yapılma boncuk dizileri, bilezikler ve yüzükler koydu.
Sonra başa çıkamadığı kötülüklerden, tehlikelerden kendisini de korumak için boynunu, kollarını, ellerini, başını, ayaklarını takılarla donattı; onları tanrılarına sundu. Bir de baktı volkanik camlara yansıyan görüntüsü, takılarla daha farklı, daha güzel... İşte dinin ötesine geçtiği o andan sonra taktıklarını bir daha hiç çıkarmadı; takıların güzelliğinde kendi güzelliğini buldu. Zamanın içinden sessizce geçerken onları en parlak, en göz alıcı madenlerle, taşlarla bezedi. 6000 yıl önce bu topraklarda, Anadolu’da madenlerin en büyüleyicisini, altını işleyebileceğini keşfetti ve altın, diğer tüm değerli madenler ve taşların da önüne geçti; takıların vazgeçilmezi oldu. Altın takılar, insanoğluna her şeyin, tüm dinsel amaçlarının, güzel görünme çabalarının ötesinde, yaşadığı toplum içinde soyut konumunun somut işaretini sundu.


5000 YIL ÖNCE PARLAYAN IŞIK
Değerli madenlerden takı üretimi yani kuyumculuk işte böyle başladı. Ama bin yıl boyunca emekleyen kuyumculuk, gerçek bir zanaat olarak karşımıza, şaşırtıcı güzellikteki, oya gibi işlenmiş takılarla M.Ö. 3. bin yılda çıktı. M.Ö. 2600-2000 dönemine tarihlenen en parlak ve yetkin takı objeleri Troya, Eskiyapar ve Alacahöyük’te bulundu. Prens mezarlarında ele geçen altın, gümüş, agat, kuvars kristali gibi değerli malzemelerden yapılan broşlar, kolyeler, iğne, bilezik, diadem, kemer ve elbise süsü olarak kullanılan çift altın idollerin her biri, birer sanat eseri niteliğindeydi.
Aynı döneme ait Doğu Anadolu’da Karaz, Batı Anadolu’da Beycesultan ve Semayük, Göller bölgesinde Kuruçay, Geçiş bölgesinde Kusura, Demircihöyük, Polatlı, Karaoğlan, Konya civarında Karahöyük, Malatya’da Aslantepe, Çukurova bölgesinde Tarsus, İslahiye bölgesinde Tilmenhöyük ve Gedikli, Güneydoğu Anadolu’da Pulur, Norşuntepe ve Tepecik buluntuları, Anadolu insanının tasarımda ve döküm işlerinde daha o tarihte ulaştığı ileri düzeyi anlatıyor. Troya altın takılarında kullanılan granülasyon ve telkari teknikleri ise, daha ileri bir kuyumculuk çalışmasına işaret ediyor.
Tunç çağını geride bırakırken, M.Ö. 2000-1200 arasında Anadolu’da ticaret kolonileri oluşturan Asurlu tüccarların ilgisi de, özellikle altın, gümüş ve bakır madenleri üzerinde yoğunlaştı. Asurlu tüccarlar, Mezopotamya’dan getirdikleri malların yerine buradan değerli madenleri götürüyorlardı. Ticaretin canlandırdığı iletişim olanakları, Anadolu’daki ilkçağ zanaatkârlarına Mezopotamya kültürünü tanıttı. Zanaatkârlar, yeni tanıdıkları motifleri ve konuları kendi dünyalarının anlamı içinde eritip, ortak bir üslup yaratmayı başardılar.
 
OP
GÜLÇİN

GÜLÇİN

Daimi Üye
Katılım
5 Eylül 2008
Mesajlar
2.308
Tepki
2.169
Puan
113
Konum
Doyduğum Yerdeyim.
ANADOLU’NUN BATISINDA YÜKSELEN TAKI SANATI
Hititler’in egemenliği altındaki Anadolu’dan bugüne taşınan takılar ne yazık ki çok az; yalnızca Boğazköy’de bulunan altın mühür yüzük, altın “oturan tanrıça” amuleti, mezarlarda ölülerin ağız ve gözlerini kapayan, kol ve ayak bileklerine sarılan altın safihalarla, kulaklara yerleştirilen kulak tıkaçlarından ibaret...

0304dl.jpg


M.Ö. 900’den sonra değerli maden ve taş kullanılarak yaratılan takılar, eski görkemine özellikle Anadolu’nun orta ve batısında kurulan uygarlıklarda kavuştu. Burada hem takılar çoğaldı; hem teknik yetkinleşti. Günümüze çok fazla örnek kalmamasına karşın M.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında Orta Anadolu’da egemen olan Frigya’nın kuyumculuk sanatına en önemli katkısı, özgün bir formu olan fibulalardı.
Antik dünyanın ticaret merkezinde oturan Batı Anadolu kentlerinin zanaatkârları ise doğu ile batının sanatını kendilerinde bütünleştirip, Orientalizan sentezi gerçekleştirdiler. M.Ö. 8. yüzyıl sonuyla 7. yüzyıl başında özellikle doğulu motiflerin kullanıldığı değerli ****l ve fildişi takılar ortaya çıktı. Lydia’nın başkenti Sardes, işte bu süreçte kuyumculuğun ışığı oldu. Kimyasal işlemle ilk kez saf altının da elde edildiği altın rafinerisinin bulunduğu Sardes’da özellikle fildişi oymacılığı ve değerli ya da yarı değerli taşların da başarıyla kullanıldığı teknik ustalıkla işlenmiş altın takılar ortaya çıktı.
Sonraki iki yüzyıl Anadolu’nun batısında kuyumculuk zanaatının doruğa ulaştığı yüzyıllar oldu. Saf ya da safa yakın ayarda altınla yapılan takılarda döküm, repousse, fligre, granülasyon gibi birçok kuyumculuk tekniği birarada kullanıldı. En yetkin örnekleri, Efes Artemis Tapınağı adak çukurunda ve Uşak çevresinde bulundu. Anadolu’nun ana tanrıçası ile Helenler’in anavatanındaki tapınma biçemini birleştiren ana tanrıça Artemis tapımı, dönemin takı sanatını da biçimlendirdi. Evrensel, uygarlığın koruyucusu, doğanın yöneticisi ve arıların kraliçesi tanrıçanın üç farklı karakteri, takılarda görülen arı, hilal ve atmaca motiflerinde anlatımını buldu. Küpelerde, apliklerde, broşlarda ve iğne topuzlarında arı; küpeler ve sarkaçlarda hilal; broş ve sarkaçlarda ise atmaca kullanıldı daha çok.
 
OP
GÜLÇİN

GÜLÇİN

Daimi Üye
Katılım
5 Eylül 2008
Mesajlar
2.308
Tepki
2.169
Puan
113
Konum
Doyduğum Yerdeyim.
URARTU’NUN ZENGİNLİĞİ

Aynı dönemde M.Ö. 900-600 arasında merkezi Van olan Urartu krallığının önde gelen kentleri Altıntepe, Patnos, Adilcevaz ve Toprakkale’deki prens mezarları, tapınak, saray ve depolarından yüzyıllar sonra çıkan altın küpeler, agat ve amber kolyeler ve özellikle düğmeler, granülasyon tekniğinin en güzel örneklerini oluşturdu. Bu zor kuyumculuk tekniğinin ustası olan Urartular’ın granülasyonla bezeli üç at başı biçiminde kolye başı, balık ve halka biçimi altın küpeler, uçları ejder başlı gümüş bilezikler, değerli ****lleri işlemede ulaştıkları başarıyı tüm görkemiyle ortaya koydu.
Arkaik ve klasik dönemlere ait Anadolu takıları, yalınlığın içinden ustalıkla çıkarılan bir etkileyiciliğe sahiplerdi. Yaygın olarak telkari ve mineleme teknikleriyle yapılan çelenklerde bitkisel motifler, kolye ve pandantiflerde nar, meşe palamudu ve hayvan başları işliydi. Ay tanrıçasının sembolü hilal, Ön Asya kültürlerinin hepsinde olduğu gibi Anadolu’da da her yerdeydi.

kol0187bu.jpg


PERSLERLE RENKLENEN TAKI
M.Ö. 545’ten itibaren Pers egemenliğine giren Anadolu’da bir kez daha doğu ve batı kültürü harmanlandı; takılar bu kez kendilerine Pers etkisinde bir üslup buldular. Anadolu’nun hemen her yerine yayılan dönemin takılarının en çarpıcı özelliği, üzerlerindeki yarı değerli taşların ve bunların cam taklitlerinin kullanımlarının çok artmış olmasıydı; takılar rengârenkti. Dönemin kuyumculuk merkezleri Sardes ve Çanakkale Boğazı üzerindeki Lampsakos’ta biçimlenen takılarda özellikle üçgen, baklava motifi ve üçgen piramit süslemeler çok kullanıldı.
HELLENİSTİK DÖNEMİN GÖRKEMİ

Ardından gelen Hellenistik dönem, Anadolu’da takı sanatının ve kuyumculuk zanaatının doruğa ulaştığı dönemlerden biri oldu. Arkaik ve klasik çağlar boyunca hemen yalnızca tapınaklara adak ve mezarlara sunu olarak yapılan ve çok nadir kullanılan takılar, bu dönemde insanların gündelik yaşamlarına girdi. Trakya’da zengin maden yataklarının bulunması ve Pers hazinelerinde biriken altın ve gümüş stokları, dünyevi zevklerin en cezbedici olanına eğilimi artırdı.
Bol bol insan ve hayvan figürleri kullanılan Hellenistik dönem takıları, bol granülasyon ve filigre ile zenginleşti. Daha önemlisi Hellenistik dönem, sadece değerli ****llerin ve kimi zaman da yarı değerli taşların kullanıldığı takıların yerini artık değerli taşlarla bezeli mücevherlerin aldığı döneme işaret etti. Büyük İskender’in doğu seferleriyle Anadolu’ya taşınan zümrüt, yakut, agat, aquamarin, grena, karneol, sard, plasma, amatist gibi değerli taşlar, Hellenistik dönem takılarına yerleşti. Motiflerde de farklılıklar oluştu; menadlarla eroslar, zenci tasvirleri, aslan, boğa, geyik gibi hayvanların başları sıklıkla kullanılır oldu. Dönemin “moda”sı ise Herakles düğümlü takılardı...

k0281ni.jpg


ROMA’NIN ‘STAMPA’ VE ‘SAVAT’I

Roma döneminde Anadolu takıları, önceleri Hellenistik dönemin kuyumculuk geleneklerine bağlı kaldı. Yine de takılarda inci, jasper ve camın kullanılması, renkli kakmacılığa başlanması bu döneme rastlar. Ama Romalı kuyumcular, kendilerine özgü form ve teknikleri asıl M.S. 200-400 arasında yarattılar. Hellenistik dönemde kuyumculuğun merkezi olan İskenderiye ve Antakya Roma döneminde de önemini korumasına karşın, imparatorluğun başkenti de kuyumculukta bir ekol oluşturmayı başardı.
Bu dönemde altın ile değerli taş kombinasyonlarının hem en güzel örnekleri verildi; hem de kullanımları yaygınlaştı. Roma takıları, aşırı karmaşık ve zarif Hellenistik tarzın tersine sadelikleriyle ön plana çıktılar. Romalı kuyumcular, geliştirdikleri iki yeni teknikle, stampa ve savat teknikleriyle zanaatı da daha ileri bir noktaya taşıdılar. Kolyelerde sikkelerin kullanılması, hayvan başlı ve bitki motifli bileziklerin yaratılması da bu dönemin özelliklerindendi.

0978pm.jpg


BİZANS’IN ‘MİNE’Sİ

İkiye bölünen Roma İmparatorluğu’nun Anadolu topraklarındaki ardılı Bizans’ın takı geleneği, sanatta egemen olan iki güçlü akımın etkisinde biçimlendi. İlki, özellikle saray ve ileri gelen çevrelerce tutulan, kökü eski sanat geleneklerine bağlı, ince, hassas, hatta bazı durumlarda Hıristiyanlığa yabancı unsurların bile göze batmadığı görkemli, zengin ve göz kamaştırıcı bir sanat akımı olan başkent üslubuydu. Diğeri ise form güzelliğine önem vermeyen, dini konuları esas alan ve sanatı dinin bir anlatımı olarak kabul eden ilkel ve kuru bir sanat akımı olan eyalet üslubu... Ama her iki üslupta da çok tanrılı dinlerdeki motifler Hıristiyanlıkla birlikte yerlerini farklı motiflere bıraktılar; çok farklı teknikler kuyumculuğa egemen oldu.
Bizans İmparatorluğu’nun ilk dönemlerinde kuyumculuk, form ve teknik olarak Roma kuyumculuğunun devamı niteliğindeydi. Kendine özgü form, desen ve teknikler, Konstantinopolis’in kuyumculuk merkezi haline dönüştüğü 6. yüzyıldan sonra gelişti. Bu gelişimde Bizans imparatorları II. Theodosius ve III. Valentinianus’un camcı ve kuyumculardan vergi almamaları büyük rol oynadı. Saraya bağlı biçimlenen kuyumculuğun ilerlemesi için ayrıca İskenderiye ve Antakya’dan ustalar getirtilerek, bir Bizans üslubunun ortaya çıkması sağlandı. Değerli madenler, özellikle altınla birlikte değerli ve yarı değerli taşların ve organik maddelerin kullanıldığı gösterişli takılarda Bizans kuyumculuğunun özgün tekniği mine gelişmeye başladı.
Bizanslılar da tıpkı kendilerinden önceki Anadolu halkları gibi takılarını, süslenmenin ve zenginliklerini göstermenin yanı sıra kötülüklerden korunmak ve dindarlıklarını göstermek için taktılar. Bizans takıları, Roma ve Hellenistik dönemin geleneklerinin Hıristiyanlıkla harmanlandığı özgün ürünler olarak hem Batı’yı hem de kendilerinden sonra Anadolu’da yaşayan Selçuklu ve Osmanlı kuyumculuğunu etkilediler.

0197go.jpg


TÜRKMEN TAKILARIYLA GELEN ÖZGÜNLÜK

Ama takının Anadolu’daki yolculuğu sırasında edindiği farklı üsluplar arasında en özgün olanı, bu topraklara Selçuklularla birlikte gelen Türkmen boylarının getirdiği üsluptu. Orta Asya kökenli Türkmen takı geleneği, kökleri çok eskilere dayalı bilinmedik sırlarla dolu, çok ince bir sanata dayanıyordu. Geleneksel teknolojinin basit araçlarıyla üretilen takılara değerli taşların yerleştirilme biçimi, kullanılan geometrik formlar, Türkmen takı geleneğinin özgünlüğünü yansıtıyordu. Her birinin etnolojik olarak farklı anlamları olan, takının üstüne konulan şelpeli guppa, alına takılan manlaylık, saça takılan şelpeler, düğmeler, boyuna takılan iğneler, gargılıklar, boncuklar, göğüse takılan çeşitli büyüklükteki gülyakalar, tumarlar, yine göğüse takılan şelpeler, alkım çengekler, ses çıkaran düğmeler, kollara takılan bilezikler, yüzükler, kaftana takılan çarpazlar, saça takılan tokalar...
Türkmen takıları, eski savaşçıların demirden giysilerini de hatırlatıyordu. Kubbe şeklindeki gümüş “gupha”, tahiye kenarlarındaki yanaklara kadar inen gümüş askıları ile “çekkelik” ve ense tarafındaki askı ile “yeğinlik” askeri bir şapkaya benziyordu. Geniş göğüs süsleri “gülyaka”, “dağdun” ve “blukuv”, gümüş “apbaslar” ile askerlerin göğüs zırhlarını andırıyordu.
Selçuklu döneminde altın ve gümüş takılar daha çok Konya ve Alaiye’de yapıldı. İslamiyet’in getirdiği sınırlamalar çerçevesinde altın takılar hemen neredeyse kadınlarla sınırlı kaldı. Ama hediye verme geleneğinin yerleşmesiyle birlikte değerli madenlerden üretilen objelerin yapımı bu dönemde hız kazandı.
 
OP
GÜLÇİN

GÜLÇİN

Daimi Üye
Katılım
5 Eylül 2008
Mesajlar
2.308
Tepki
2.169
Puan
113
Konum
Doyduğum Yerdeyim.
ANADOLU TAKI GELENEĞİNİN DORUĞU: OSMANLILAR

k0265xn.jpg


Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar Anadolu’da her türlü değerli maden, değerli taş ve süsleme teknikleri denenmiş; çeşitli formlar geliştirilmişti. Osmanlılar, bin yıllarca süren istilalar ve göçlerle biçimlenen son derece zengin bir takı geleneği mirasını devraldılar. Yapabilecekleri tek bir şey kalmıştı; takı sanatını doruğuna ulaştırmak. Onlar da bunu yaptılar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü artarken kuyumculuk zanaatının önemi de giderek arttı. Osmanlı kuyumculuğu, miras aldığı tarihi kültürel zenginlikle birlikte İmparatorluğun yayıldığı geniş coğrafyanın birikimlerini de yansıttı. Payitaht İstanbul’un dışında Trabzon, Samsun, Sivas, Van, Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, Bitlis, Kula, Eskişehir, Diyarbakır, Mardin, Midyat, Şam, Halep, Kıbrıs, Prizren gibi yerlerde de değerli madenler farklı tekniklerle işlendi.
Bol bol insan ve hayvan figürleri kullanılan Hellenistik dönem takıları, bol granülasyon ve filigre ile zenginleşti. Daha önemlisi Hellenistik dönem, sadece değerli ****llerin ve kimi zaman da yarı değerli taşların kullanıldığı takıların yerini artık değerli taşlarla bezeli mücevherlerin aldığı döneme işaret etti. Büyük İskender’in doğu seferleriyle Anadolu’ya taşınan zümrüt, yakut, agat, aquamarin, grena, karneol, sard, plasma, amatist gibi değerli taşlar, Hellenistik dönem takılarına yerleşti. yayılmasıyla birlikte doğudan gelen Herat ve erken Safevi üslubunun etkisiyle şark motifleri ve 18. yüzyıldan sonra ise Batılı tarzda gemi, fiyonk, arma türü motifler belirginlik kazandı.

0082wc.jpg


İlk dönemlerde daha sade olan takılar, sonraları giyimin ayrılmaz bir parçası haline dönüştü ve giderek daha gösterişli olmaya başladı. Sorguç, istefan, zülüflük, enselik, saç bağı, gerdanlık, iğne, çelenk, küpe, bilezik, yüzük, zehgir, mühür, nişan, halhal, pazubent, düğme, çaprast, zincir, saat, köstek, kemer, kemer tokası gibi takılar, en çok tercih edilen parçalardı. Osmanlı’da değerli maden ve taşlar, yalnız takılarda da kullanılmazdı. Kur’an kabı, askı, kılıç, hançer, gaddare, gürz, tüfek, tesbih, bardak, matara, kase, şerbetlik, maşrapa, zarf, kutu, sandık, şamdan, buhurdan, gülabdan, kaşık, nargile, yazı takımı, yelpaze, ayna, tarak, kamçı, sadak, Kabe armağanları gibi eşyaların süslenmesinde de kullanılırdı. Altın, gümüş ve değerli taşlar kullanılarak yapılan taht, beşik, örtü, kaftan, zırh, at koşum takımı gibi büyük parçalar ise özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü simgeliyordu.

10_6_goldas3.jpg


Balkanlardan ve İran’dan getirtilen kuyumcu ustaları ile Türk ustaların yanına geç dönemlerde katılan Ermeni ustaların kakma, çalma, oyma, savat, telkari, hasır, mıhlama gibi tekniklerle çalıştıkları Osmanlı takılarının en önemli özelliği, İmparatorluğun çoğulcu yapısını yansıtan çeşitliliğiydi. Çok değişik parçaların yan yana kullanılması bir yana farklı tarza sahip, karşıt renklerin de büyük bir uyumla kullanıldığı takılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun özgünlüğünü yaratıyordu.
Türkiye kuyumculuğunun geleceği, bugün işte Anadolu’nun bu görkemli takı geleneğinin üzerinde biçimleniyor. Binlerce yılın içinden süzülüp gelen kuyum tekniklerinin incelikleri, detaylarda saklanan derinlik, birbirinin içinden geçerken başkalaşan kültürlerin izlerini süren tasarımların zenginliği, bu topraklarda yetişen kuyumculara miras. Anadolu takılarının mezar odalarından saraylara yaptığı yolculuğu şimdi onlar sürdürüyor...
 
OP
GÜLÇİN

GÜLÇİN

Daimi Üye
Katılım
5 Eylül 2008
Mesajlar
2.308
Tepki
2.169
Puan
113
Konum
Doyduğum Yerdeyim.
PAHADA AGIR:MUCEVHER

mucevher_07.jpg


Takılar tarihin en eski dönemlerinden beri insanoğlunun hayatında... O zamanlar tılsım, büyü ya da sadece süs eşyası olarak kullanılan takılar deriden, tahtadan, taştan, kemikten, fildişinden yapılıyordu.

Ardından tunç, demir gibi madenler geldi. Sonraları işin içine paha biçilmez değerli taşlar girdi ve mücevher kavramı oluştu. Kadınların arzu nesnesi konumundaki değerli takılar hakkında bilgi sahibi olmaya ne dersiniz?

mucevher_08.jpg

Altın
Altın diyelim öncelikle. Zira özellikle bizim kültürümüzde sosyal hayatta da kendine has anlamlar taşıyan altının önemi oldukça büyük. Çok dayanıklıdır ve diğer elementlerle tepkimeye girmez altın; yani paslanmaz, yanmaz, kararmaz, aşınmaz, kolay kolay erimez. Çok iyi bir iletkendir. İngilizce altın, yani “gold” kelimesi, eski İngilizcede “sarı” anlamına gelen “geolo” kelimesinden türemiştir. 1 ons (31 gram) altın, yaklaşık 3 ton altın cevherinin işlenmesiyle elde edilir. Boşuna bu kadar değerli değil anlayacağınız. Ayrıca cıva içinde çözünürlük kazandığı için altınlarınızı bu elementle yanyana getirmemeniz tavsiye olunur.
Altın takıların beyaz, yeşil ve kırmızı olmak üzere çeşitli renkleri türedi biliyorsunuz. Bildiğimiz sarı altına iridyum ve paladyum katıldığında beyaz, bakır ve gümüş katıldığında yeşil, bakır katıldığında ise kırmızı altın üretiliyor.

Estetik anlamda ortaya çok şık takılar çıkarmak mümkün oluyor böylelikle. Yine de aldığınız renkli altınların saf olmadığını belirtmek istedik.
Altının bakımı dayanıklı doğası sayesinde çok kolay. Ancak içine eklenen diğer elementler nedeniyle bazı bozulmalara karşı hassasiyet kazanıyor. Bu nedenle ev işlerinde kullandığınız kimyevi maddeleri altın takılarınızdan uzak tutmanızda fayda var. Deniz ve havuza girerken de takılarınızı üzerinizde bulundurmamanızı öneririz; hem kaybolabilirler hem de klordan ve tuzdan olumsuz etkilenebilirler. Takıların temizliği için de saf su yeterlidir.

mucevher_05.jpg


Elmas
Bilinen en sert mineral olan elmas, zenginlik ve şatafatın en büyük işaretlerinden biri. Saf karbondan mamûl. Doğada ulaşılması ve yüzeye çıkarılması en zor madenlerden biri.
Çok ama çok dayanıklı. Öyle ki bir elması yine ancak bir elmas ile kesebilirsiniz. Zaten ismi de Yunanca “yenilmez” anlamına gelen “adamas”tan türemiş. İşlenmesi ve takı haline getirilmesi durumunda kapılar genellikle pırlantaya çıkıyor. O zaman buyurun...

mucevher_04.jpg


Pırlanta
Işıl ışıl, rüya gibi. Aynı zamanda da sert, kolay kolay kırılmaz ve dayanıklı. Özünde elmas ile aynı madenden yapılır, işleme tekniği nedeniyle bu adı almıştır.

İsmi İtalyanca “parlak” anlamındaki “brilliante”den gelir. İtiraf etmese de pek çok kadın için için bir pırlanta takıya sahip olmayı arzular. Ona hep romantik anlamlar yüklenir. Aşkın sembolü olmak düşmüştür ona. Seçiminde de titiz olmanız gerekir. Ağırlığı, parlaklığı, kesimi ve rengi üzerinde iyice inceleme yapmak gerekir. Yoksa onca parayı boşa vermiş olursunuz.
Pırlantanın bir karatı yaklaşık 200 miligramdır. Ancak büyük pırlanta ağır olacak diye bir kural yoktur, yani ağırlığını iyice ölçmek şart. Renkte bakmanız gereken şey şu: En kıymetli pırlanta, en renksiz olandır. Değeri azaldıkça rengi sarıya kaçmaya başlar. Parlaklıkta ise taşın üzerinde ne kadar leke olup olmadığı önemlidir. Doğal olarak taşıdığı bu lekelerin azlığı taşın değerini yükseltir. Pırlantanın kalitesinin kesimi ile de yakından ilgisi vardır. Dolayısıyla usta bir elden çıkmış olmasına dikkat edin.
Pırlanta takılarınızı da altında olduğu gibi ev işi, yüzme, spor gibi aktivitelerde kullanmamanızı önereceğiz. Temizliği için de yine ılık saf suyu tercih etmek en iyisi.

mucevher_03.jpg


Zümrüt ve Yakut
Zümrüt, yemyeşil ve çok değerli bir taş. Temeli berilyum elementi, sertlik oranı oldukça yüksek. Buna rağmen çok damarlı olduğu için kırılma ihtimali de hiç az değil, o nedenle zümrüt takılarınıza ayrı bir özen göstermenizde fayda var.

Sadakatin ve inancın simgesi zümrüt, takı haline getirilirken özel bir yağın içinde birkaç gün bekletiliyor. Böylece rengi daha bir tok, göz alıcı hale geliyor.
Yakut ise güzelim kırmızısıyla gözleri alan bir taş. Korindum mineralinin kırmızı tonlarından gelir bu renk. Yarı saydam veya opak olarak bulunur. Değişik kesim tarzları ile farklı yakut takılar üretilir. Yine kırılması çok zor olmayan bir taştır, dikkatli taşımanızı öneririz.

mucevher_09.jpg


Gümüş
Elektriği iyi ileten, oksijen içeren asitler ile tepkimeye giren, İngilizce ismi “silver” yine eski İngilizcedeki “seolfor” kelimesinden türeyen, çok sevdiğimiz takıların tasarımında kullanılan madde. Çok parlaktır ama kararmaya da bir o kadar meyillidir. Bu nedenle birkaç ayda bir sıvı gümüş cilasını pamuk yardımıyla uygulayarak gümüş takılarınızın parlak kalmasını sağlayabilirsiniz. Nemli ortamlardan uzak tutarak da gümüşlerinizin kararmasını geciktirebilirsiniz.

Işıltılı günler...
 

tobe

Genel Yönetici
Genel Yönetici
Katılım
7 Nisan 2011
Mesajlar
3.397
Tepki
3.765
Puan
113
Yaş
37
Konum
Eskişehir
paylaşım için çok teşekkür ederim.
Modeller bana ağır şatafatlı daha sade ve göz alıcı takılar tercihimdir..,
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst