Kadınlar hala şiddet görüyor

єℓєησяα

Daimi Üye
Katılım
23 Temmuz 2008
Mesajlar
987
Tepki
945
Puan
93
Konum
єℓαzığ
16326.jpg


Araştırmalara göre, kadınların % 91'i hala bu sorunla yaşamaya devam ediyor.
Gelişen teknoloji, yükselen ekonomik ve refah düzeyine rağmen tüm dünyada kadınlar şiddet kurbanı olmaya devam ediyor! Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti; “Fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda, yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması” olarak tanımlıyor. Kadına yönelik şiddet; coğrafi sınır, ekonomik gelişmişlik ve öğretim düzeyine bakılmaksızın tüm dünyada ve kültürlerde yaygın bir biçimde sürüyor. Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nden Psikolog Şebnem Turhan; kadına yönelik şiddetin nedenlerini değerlendirdi:

• Şiddetin en yaygın görülen biçimi, erkeğin kadına ve çocuğa karşı uyguladığı aile içi şiddet! Aile içi şiddet; kadının psikolojik (kadının küçük görmek, ona aşağılayıcı adlar takmak gibi kadını küçük düşüren hareket ve sözler), ekonomik (kadının çalışmasına izin verilmemesi, kadının elinden maaşının alınması, ona az para verilmesi ve ona verilen paranın sürekli olarak hesabının sorulması ve kadının ekonomik yönden bağımlı hissetmesini sağlayacak her türlü davranış), cinsel (tecavüz, taciz, evlilik içi tecavüz, ensest vb) ve fiziksel (kadının bedenine yönelik her türden zarar verici davranış) şiddete maruz kalmasıdır.

SEVİYOR Kİ DÖVÜYOR!

• Şiddetin algılamasında ve tanımlanmasında, her zaman toplumun ve bireylerin kültürel değerleri önemli rol oynuyor. Örneğin Türkiye’de yapılan bir araştırma; evli kadınların eşleri tarafından cinsel birlikteliğe zorlanmalarını, ‘cinsel şiddet’ olarak nitelendirmediklerini gösteriyor. Söz konusu durumun nedeni, Türk toplumunda kadına yüklediği cinsel ve sosyal roller çerçevesinde açıklanabilir. Bütün bu değerler ve roller de iletişim yoluyla nesilden nesle aktarılıyor. Yani şiddeti anlamlandırmada, ‘iletişim biçimleri’ temel rol oynuyor.

ANNEDEN KIZINA KALAN MİRAS!

• Şiddetin bir ‘sevgi göstergesi’ olarak algılamasının temelinde; aile modelinin önemli bir etkisi var. İlgi ve sevginin ne olduğu ve nasıl yaşandığının ilk öğrenildiği yer aile; şiddet de, sevgi ve ilginin göstergesi olarak aile içindeki iletişim yoluyla öğreniliyor. Örneğin; bir ailede baba ve anne arasındaki iletişim, ya da ebeveyn ve çocuk arasındaki iletişim, şiddet üzerine kurulu olabilir. Bu tür ailelerde kız çocukları; özdeşim kurdukları annenin etkisiyle, erkeklere boyun eğmenin doğal bir davranış olduğunu özümser ve şiddete uğradıklarında anneleri gibi boyun eğici bir şekilde davranabilir. Hem anne babaları arasında gördükleri, hem de kendileri yaşadıkları için, şiddetin istinai bir durum değil, bütün evliliklerde görülen bir durum olduğuna inanıyor ve şiddete boyun eğiyorlar.

BASKICI AİLE MODELİNİN MAHSULÜ!

• Aile içi iletişim faktörleri de şiddetin kanıksanmasına neden olabiliyor. Duygusal açıdan katı özellikler taşıyan, çocuğu pasifleştiren, aşağılayan, eleştiren, anne ve babanın koyduğu kurallardan çıkamayan, çıktığında şiddetle cezalandıran, çocuğun isteklerini göz ardı eden, kendisi için yapılan iyiliklerin söylenerek anne ve babaya borçlu hissettirilen bir şekilde yetiştirilmiş kız çocukları şiddete karşı koyamayabiliyor.

KENDİNİ ‘KURBAN’ GÖREN KADINLAR…

• Katı aile koşullarda yetişmiş bir kadının; kendisini hayatta iyilikleri hak etmeyen, hakketmek için de belli koşulları yerine getirmesi gereken, birçok acıyı çekmeye mahkum olan, kendine güveni olmayan biri, bir ‘kurban’ olarak görmeye başlıyor. ‘Kurban’ rolünü üstlenen kadınlar, şiddetin gerçek sorumlusu olarak kendilerini görüyor ve saldırganın sorumluluğunu üstlerine alıyorlar.
• Kadının kişilik yapısı da şiddete karşı tavrını belirliyor. Mazoşistik, depresif veya bağımlı kişilik yapılarıyla; etrafa ‘ben öyle acılar çekiyorum ki bunu benden başka kimse çekemez’ mesajı veriyorlar.

BİR GÜN DÖVMEKTEN VAZGEÇER UMUDU

• Kadınların bir kısmı kendilerine şiddet uygulayan kişinin bir süre sonra bu davranışında vazgeçeceğine inanıyorlar. Bu inanç, onların şiddet uygulayan kişiye olan boyun eğme davranışlarını pekiştiriyor. Bazı kadınlar ise yaşadıkları şiddet ve öfkeyi inkar eğilimi taşıyor ve şiddetin kurbanı olmaya devam ediyorlar.

• Yapılan araştırmalara göre; şiddete maruz kalan kadınların yüzde 91'i hiçbir şekilde bu sorunu çözemiyorlar. Geçmiş yaşantılarından gelen ‘her ne yaparsam yapayım sevilmeyeceğim, kabul edilmeyeceğim’ inancıyla etkin bir çözüm yolu bulamıyorlar.

• Kadının erkeğe karşı ikincil konuma yerleşmesini öğreten ataerkil yani erkek egemen toplum yapısı; itaat eden, söz dinleyen, korunmaya muhtaç bir kadın ile emir veren, eleştiren, koruyan ve kollayan bir erkek modelini beraberinde getiriyor.

• Sonuç olarak kadının şiddeti bir ‘sevgi gösterisi’ olarak görmesi ve sonrasında da kendisini suçlaması; aile içi iletişimden başlayarak, kişinin ruhsal dinamikleri, problem çözme becerileri, sosyal ve kültürel etkenler olmak üzere dört ana çerçevede değerlendirilebilir. Saydığımız tüm bu etkenler; kadına yönelik şiddeti, boyun eğmeyi, erkeğin isteğini yerine getirmesi gerektiği inancını destekliyor ve şiddetin sıradanmış gibi algılanmasına zemin hazırlıyor.

SOSYAL STATÜ TUTKUSU DAYAĞA BOYUN EĞDİRİYOR

Kadınların kendilerine yönelik şiddete boyun eğmelerinin bir başka nedeni de; sosyoekonomik sebepler! Kadının ekonomik olarak erkeğe bağımlı olması ve ilişkinin getirdiği sosyal ve ekonomik birtakım kazançlardan vazgeçmek istememesi gibi etkenler, şiddeti kabullenmesine neden olabiliyor. Örneğin, ekonomik durumu çok iyi olan bir adamla birlikte olan ya da evli olan bir kadının hayat standartlarında vazgeçmek istememesi ya da adamın sahip olduğu sosyal statüyü kullanması, onun gördüğü şiddeti kabullenmesine yol açabiliyor. Örneğin bir doktorun ya da avukatın eşi olduğundan dolayı böbürlenmesi bu tür ilişkinin devamına neden olabiliyor. Toplumda ‘dul’ olarak anılacağını düşünmesi de şiddeti durdurmada engel teşkil edebiliyor.

KIZINI DÖVMEYEN DİZİNİ DÖVER!..

Toplumlara mahsus atasözleri, masallar, görsel ve yazılı basın yoluyla öğrenilen cinsiyet rolleri de şiddeti meşrulaştıran etkenler arasında sayılabilir. ‘Kızını dövmeyen dizini döver’, ‘annenin vurduğu yerde gül biter’, ‘kocan değil mi hem döver hem sever’, ‘kadının sırtından dayağı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’, ‘dayak cennetten çıkmadır’ gibi şiddeti toplumlarda sıradanlaştırmasını sağlayan atasözlerini çoğaltmak mümkün…
 

GÜLÇİN

Daimi Üye
Katılım
5 Eylül 2008
Mesajlar
2.308
Tepki
2.169
Puan
113
Konum
Doyduğum Yerdeyim.
“ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma”
Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi
Genel Kurul Kararı 48/104, 20 Aralık 1993
Kadına yönelik şiddet hakkındaki yayınladığı son raporunda Uluslararası Af Örgütü Türkiye’deki aile içi şiddeti incelemektedir. Raporda dayak yiyen, tecavüze uğrayan ve hatta bazen öldürülen aya da intihara zorlanan kadınların vakaları belgeleniyor. Kadınlara, kendi seçimlerini yaptıkları için uygulanan zulüm için bazen gelenek mazeret gösterilirken sorunun altında yatan neden ört bas ediliyor: hayatın her alanında görülen ayrımcılık.
Türkiye: Aile içi şiddete karşı mücadelede kadınlar (AI Index: EUR 44/013/2004) başlıklı rapor Uluslararası Af Örgütü’nün, tüm dünyada, servet, ırk, cinsiyet ve kültür ayrımı yapılmaksızın kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı hak ihlallerini belgeleyen ve kınayan Kadına Yönelik Şiddete Son adlı küresel kampanyasının bir parçası.
Raporda aileleri tarafından şiddete uğrayan kadınların hikayeleri anlatılıyor. (Bkz: Türkiye: Aile içi şiddet kurbanları, AI Index: EUR 44/022/2004). İhlal ve ayrımcılık doğdukları andan itibaren başlayabiliyor; ailelerin yeni doğmuş kız çocuklarını takas ediyor ve küçük kız çocuklarını zorla evlendiriyor. Rapor kadının çifte mağduriyet yaşamasına neden olan şiddet kültürünü de ortaya koyuyor: hem şiddet kurbanı olarak, hem de adalete etkin erişim olanakları olmadığı için. Örgütün Türkiye hükümetine tavsiyeleri, bütün kadınların şiddetten korunması için gereken reformlara ve bunların uygulanması ihtiyacına odaklanıyor.

EĞİTİM
Kadınların eğitim hakkının kısıtlanması, ve başta nasıl yaşayacaklarını seçme hakkı, şiddete uğramama hakkı ve adalete erişim hakkı olmak üzere, hakları hakkında bilgilere erişimlerini kısıtlamaktadır. UNICEF’e göre, Türkiye’de 640,000 kız çocuğu zorunlu ilköğretim almıyor. 15 yaş ve üzerindeki nüfusta kadınların %77’si, erkeklerin %93’ü okuma yazma biliyor. Kız çocuklarına oranla erkek çocukların ilköğretim sonrası okula gönderilme olasılığı daha fazla. Okul kitapları toplumsal cinsiyet kalıplarını, erkeği lider rollerde kadını ise ev işi yaparken göstererek pekiştiriyor.
Kız çocuklarını eğitimden mahrum etmek, diğerlerinin yanı sıra, ekonomik ayrımcılığın bir biçimini oluşturur. Siyaset dahil bütün iş sahalarında potansiyellerini yerine getirme şansları daha düşüktür.
Erkekler daha fazla maaş alıyor: kadınların maaşı erkeklerinkinin %20 - %50’si oranında. Mülklerin %92’si ve aile içi üretimin %84’ü erkeklerin. Kadınlar siyasette yeterince temsil edilmiyor. 2002 seçimlerinde, 550 kişilik mecliste 24 koltuk kadınlara ait.

ZORLA EVLENDİRME, KÜÇÜK YAŞTA EVLENDİRME VE ZORLA FAHİŞELİK
Zorla evlendirme, görücü usulüyle evliliğin aksine, “her iki tarafın geçerli rızası olmadan yapılan ve zor, zihinsel taciz, duygusal şantaj ve yoğun aile ya da toplum baskısı içerebilen her tür evlilik” olarak tanımlanmıştır. “En aşırı vakalarda bu evlilik söz konusu kişiye yönelik fiziksel şiddet, taciz, bu kişinin kaçırılması, alıkoyulması ve öldürülmesini de içerebilir.”
Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki çeşitli kentlerde yapılan bir araştırma, kadınların yüzde 45,7’sine kocalarının seçiminde danışılmadığını ve yüzde 50,8’inin rızaları olmadan evlendirildiğini ortaya koymaktadır. Zorla evlendirilen kadınların yaşları genellikle küçüktür. Ailelerinin seçtiği kocayı reddedenler şiddet ve hatta ölüm riskiyle karşı karşıya kalabilmektedir. Erkekler zorla evliliği cinsel saldırı, tecavüz ve kaçırma nedeniyle ceza almamak için kullanmaktadır. Ayrıca ya bilerek, ya da ihmal nedeniyle ailelerin kızlarını müstakbel bir kocaya satarken zorla ******lik için pazarlanıp pazarlanmayacağı dikkate almadıkları vakalar bulunmaktadır. Bazı durumlarda ise aileler çocuklarını cinsel sömürüden koruyamamıştır.
Zorla ve küçük yaşta evlendirme uluslararası hukuk standartlarına ve Türk ceza hukukuna aykırıdır. Ancak, bu yasa bazı bölgelerde büyük oranda göz ardı edilmektedir.

ŞİDDET KÜLTÜRÜ
Türkiye, ülkenin güneydoğusunda Türk silahlı kuvvetleriyle silahlı muhalefet grubu Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında yirmi yıl süren çatışmadan yeni çıktı. Çatışma toplumları kutuplaştırdı ve parçalara böldü. İnsanların zorla göç ettirilmesi geçinme olanaklarını ortadan kaldırdı, tarım sektörünü erozyona uğrattı ve bölgedeki kalkınmayı durdurdu. Kurumsallaşmış bu şiddet bağlamında, Güneydoğuda kadınlara karşı hem aile içi hem aile dışında işlenen suçlar dikkate alınmamış ve büyük ölçüde cezasız kalmıştır. Ancak aile içi şiddet Türkiye’nin herhangi bir bölgesiyle sınırlı değildir; ülkenin her yerindeki kadınların yüzyüze kaldığı bir durumdur.
Kadının özgürlüğü çoğunlukla cinselliğini kontrol etmek amacıyla kısıtlanır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bir çok farklı çeşitlemeyle varlığını sürdüren geleneksel sözde “namus” kalıplarına göre kadınların hal ve tavırları ailenin “şerefini lekeleme” konusunda en büyük potansiyeli taşır. Topluluk içinde bu kalıpları dayatmak amacıyla ölüm ya da şiddet tehdidi kullanılabilir. Birçok kez ölümler bildirilmemektedir; cinayetler intihar gibi gösterilerek aileler tarafından örtbas edilmekte ve kadınlar intihara zorlanmakta veya teşvik edilmektedir.
Yetkililerin kadınların şiddet yoluyla öldürülmelerini ayrıntılı olarak soruşturmadaki alışılmış yetersizlikleri, bu tür suçları izlemek ve kaydetmek için yapılan her türlü girişimi boşa çıkarmaktadır.
Bu inanç sistemini benimseyen toplumlarda yaşayan kadınlar, cinsel şiddete karşı serbestçe konuşmakta oldukça zorlanırlar. Cinsel saldırıları ifşa ederlerse, “özel” konuları mevzu etmelerinden dolayı “utanılacak biri” gibi görülürler ve belki de kendilerine “suçlu” gibi bakılabilir. Tacizle ilgili kanıtlar ne olursa olsun bu töhmet bir biçimde yine kadının üstünde kalır. Atfedilen bu töhmetle aynı fikirde olmayan kişiler bile, kamuoyunun zorlamasıyla kadını “cezalandırma” zorunluluğu hissedebilirler. Tüm ailenin geçimi etkilenebilir; örneğin “aile namusunu temizlemeyen” bir dükkan sahibinin müşterilerini kaybedebilmesi gibi.
Uygulamada “namus” kavramı, kadınlara yönelik geniş bir yelpazede yer alan şiddet suçlarının haklı gösterilmesi için kullanılacak bir ölçüye indirgenmiştir. Kadınlar sırf tecavüz kurbanı oldukları için evlerine hapsedilebilmekte, dışlanmakta ve öldürülmektedirler.
.
 

GÜLÇİN

Daimi Üye
Katılım
5 Eylül 2008
Mesajlar
2.308
Tepki
2.169
Puan
113
Konum
Doyduğum Yerdeyim.
MAZERET DEĞİL TELAFİ


Adalet mekanizmalarına erişebilmesi ve şiddetten korunması gereken kadınların önünde sayısız engeller bulunmaktadır.
Polis memurları çoğunlukla, görevlerinin kadınları eve dönmeye ve barışmaya ikna etmek olduğuna inanmakta ve kadınların şikayetlerini soruşturmamaktadır.
Çeşitli nedenlerle birçok kadın resmi şikayette bulunma olanağına sahip değildir.
Yetkililer ayrımcı tavırlar sergilediklerinde, kadın haklarını savunmada sınıfta kalırlar ve kadınlara yönelik şiddeti olduğundan daha önemsiz göstererek kadınların karşı karşıya olduğu riskleri artırırlar.
Eşleri ya da akrabaları tarafından öldürülme riski altında olan kadınlara nadiren sığınak ya da mahkemeden koruma emri almaları için yardım sağlanmaktadır.
Güvenlik güçlerine duyulan güvensizlik de, devletten koruma ve destek arama konusunda kadınların cesaretini kırmakta ve kadınlara yönelik şiddetin görünmez bir suç haline gelmesine katkıda bulunmaktadır.
Sığınma evleri son derece yetersiz sayıdadır.
Bir çok vakada yetkililer, ev içi şiddet faillerinin uluslararası adil yargı standartlara uygun bir şekilde yargı önüne çıkarılmasını sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Ceza yargı sisteminin her düzeyinde, yetkililer kadınların aile içi şiddetle ilgili dayak, tecavüz, cinsel saldırı, taciz ve diğer şiddet biçimleriyle ilgili şikayetlerine vaktinde ya da özenli bir biçimde yanıt vermemektedir.

ŞİDDETE MEYDAN OKUMA
Türkiye’nin hemen her yerindeki sayısız kadın hakları grupları ve hükümet-içi ve hükümet-dışı diğer hak örgütleri, son yıllarda merkezi hükümetin eskimiş yasalarda reform yapması yönünde başarılı bir lobi faaliyeti yürüttü. Bütün haklara sahip olmaları için kadınlarla çalışma yapan kadın merkezleri kurdular. Avukatlar “töre cinayetleri”ni önlemek ve sona erdirmek için kampanyalar yaptılar ve yasaların korumasına ihtiyaç duyan kadınların davalarını üstlendiler. Aile şiddeti riski altında olan kadınlara kadın sığınakları da sağladılar. Kadın hakları örgütleri kadınlara haklarıyla ilgili bilgi vermekte ve kendilerine güvenlerinin artması ve kendileriyle ilgili olumlu düşünmesi için eğitim programları düzenlemekteler. Ne var ki, aile içi şiddet failleri de tehditlerini kadın haklarını ve seçimlerinin korumak için çalışan aktivistlere kadar yaydılar.
Kadın gruplarının aile içi şiddeti yok etmek için mücadele verirken karşılaştığı en büyük zorluklardan biri de toplum içindeki tepkilerdir. Tıpkı şiddete maruz kalan kadınları savunan kadın avukatlar gibi aktivistler de tehdit edilmektedir. Kadınların akrabaları onları, ailelerinden uzak durmaları konusunda uyarmaktadır.

KORUMA VE TAZMİN GÖREVİ
Uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve standartları, devletlerin kendi yargı yetkisine tabi bireylerin insan haklarını güvence altına almak için gereken yükümlülükleri tanımlar. Geçen onyıllar uluslararası toplumun, kadın hakları ihlallerini inceleme ve bunlara karşı mücadele etme taahhütlerinde önemli gelişmelere tanık oldu. 1993’te Birleşmiş Milletler’in sponsorluğunda Viyana’da toplanan Dünya İnsan Hakları Konferansı, kadınlara yönelik şiddetin acil ve derhal ele alınması gereken bir insan hakları ihlali olduğunu ilan etti
Uluslararası hukuka göre, devletler devlet görevlilerinin ihlal yapmamasını sağlamakla yükümlüdür. Ayrıca özel kişi veya grupların işlediği ihlalleri önlemeli ve cezalandırmalı; kurbanlar için uygun tazminat sağlamalıdır.
Türkiye kadın haklarının korunmasıyla ilgili bir dizi uluslararası sözleşmeyi onaylamıştır. Bunlardan biri de hakları ihlal edilen kadınlara, doğrudan uluslararası düzeyde giderim talebinde bulunma yolu sunan Kadın Hakları Sözleşmesi Ek İhtiyari Protokolüdür. Bu Protokol’e katılarak Türkiye, Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi’ni (CEDAW), Sözleşme ile koruma altına alınmış haklarının ihlal edildiğini iddia eden birey ve grupların şikayetlerini ele almakla yetkili kılmıştır.
Türkiye’de toplumun bir çok düzeyinde ev içi şiddete karşı yasalar çıkartmaya çalışan kadın hareketinin uzun süreli çabaları, CEDAW ile Türk yetkilileri arasında kurulan diyalogla daha da artmıştır.
Özellikle de Türkiye’de 1998’de yürürlüğe giren Ailenin Korunmasına Dair Kanun, ev içi şiddete karşı ileri bir mevzuattır. Ne var ki, mevzuattaki boşlukların giderilmesi için gene de bazı küçük değişiklikler gerekmektedir ve Uluslararası Af Örgütü’nün temel endişesi, bu yasanın uygun şekilde uygulanmamasına ilişkindir.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN ÖNLENMESİ
Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye: Aile içi şiddete karşı mücadelede kadınlar raporu bir dizi tavsiyeyle sona ermektedir. Uluslararası topluluk, Türkiye hükümeti, topluluk ve dini liderlere kadınlara yönelik şiddeti ortadan kaldırma konusundaki bağlılığını açıkça ve her fırsatta ilan etmeye çağırmaktadır.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst