Güzel Kaçak (Yazan : Nk83)

Hikayeyi nasıl buldunuz?

  • Çok beğendim

    Kullanılan: 0 0,0%
  • Beğendim

    Kullanılan: 0 0,0%
  • Eh işte...

    Kullanılan: 0 0,0%
  • Beğenmedim

    Kullanılan: 0 0,0%

  • Kullanılan toplam oy
    0
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.738
Tepki
84.367
Puan
113
Konum
İstanbul
152056ee975f8747565843409829.png


20.Bölüm : Nikah Günü

"Planı son kez anlatıyorum. Hepiniz dinliyor musunuz?"

"Devam et Kerem kulağımız sende"

"İlk grupta olan Şirin ve Aslı ne olur ne olmaz diye nikah memurunun mekana gelmesini engelleyecek. İkinci grup yani Samet ve Ümit servis elemanlarının arasına kaynayıp çevreyi gözleyecek ve aynı zamanda yapabiliyorlarsa Şebnem'in yanına gidip onu olacaklardan haber edecek. Üçüncü ekip ise..."

"Yani sen ve ben. İkimiz sahneye en son çıkıp noktayı koyuyoruz Kerem"

"Aynen öyle Fiko ama Şebnem gözüktüğü anda her şey çok hızlı cereyan etmek zorunda. Ben onu aldığımda mümkün olan en çabuk şekilde oradan çıkmamız lazım. Bu konuda desteğiniz çok önemli"

"Benim bu konuda endişelerim var Kerem oradan çıkışınız hiç de kolay olmayacaktır"

"Biliyorum Fiko"

Kız kaçırma timi pürdikkat Kerem'i dinlerken Fiko arkadaşının "Yapacağımız şeyi Amerikan futbolu gibi düşünün. Ben topu alıp hedefe doğru hızla koşarken siz de bana engel olmaya çalışan herkesin üzerine atlayarak onları durduracaksınız" demesiyle bir kahkaha patlatıp "Sırf bu plandaki yerini yüzüne vurmak için bile o Şebnem çıyanını kaçırırım" deyiverdi. Tabii bu kahkaha Kerem'in ters ters bakışıyla son bulmuştu. Yanında Şirin olduğu için Fiko'ya laf da edemiyordu ama iki arkadaş bakışlarıyla da anlaşacak durumda oldukları için Fiko aslında Kerem'in o bakışının altındaki alt metni çok iyi okuyabilmişti.

Onlar gelini kaçırma planlarını tekrar edip yola çıkarken Şebnem'de bir yandan annesi ve Okan'ın nikah hazırlıklarıyla alakalı konuşmalarını dinliyor bir yandan da yatağında her şeyin bittiğini düşünerek ağlıyordu.


fykıdykyh.gif


Şebnem bu kazuletten kurtulamayacaktı galiba. Ne ailesi ne de Okan onu zerre kadar umursamıyor sadece bugün gerçekleşecek olan nikahın detaylarıyla ilgilenip bir aksilik çıkmaması için önlemler alıyorlardı. Kerem ile konuşamadığı için de şu an onların ne yaptıklarını da bilmiyordu ve bu canını daha da çok sıkıyordu.

Bir süre sonra konuşmalar kesilmişti. Okan hazırlanmak için evine giderken Şebnem'in kapısı açılmış ve Zuhal Hanım içeriye girip kızını ağlarken bulunca ellerini beline koyup tek kaşı havada bir şekilde "Hâlâ mı ağlıyorsun sen? Gözaltların şişecek hadi kalk daha saçını ve makyajını yapacaklar!" demişti. Şebnem o adamla evlenmek istemediğini haykırarak ağlıyordu ama ne yazık ki fayda etmiyordu.

"Şebnem sana hemen kalk diyorum! Şimdi baban da gelecek seni bu halde görürse neler olur düşünebiliyor musun?"

"Ne olursa olsun umurumda bile değil! Ben Kerem ile konuşmak istiyorum"

"O saygısızı bir daha görebileceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun kızım!"

"Kerem saygısız biri değil!"

"Öyle mi? Bana yaptığı terbiyesizlik neydi o zaman?"

"Her ne yaptıysa hak ettiğinize adım gibi eminim hatta terbiyesinden az bile yapmıştır!"

"Şebnem beni sinirlendirme! Şimdi içeriye gidiyorum yüzünü yıka ve hemen arkamdan gel yoksa karışmam!"

Zuhal Hanım diyeceğini deyip kapıyı vurup çıkarken Şebnem de annesinin ardından ağlayarak odada ne var ne yoksa sinirden yerlere savurmuştu. Saatte ilerliyordu ve zaman resmen Şebnem'in aleyhine işliyordu. Tabii bu onun tarafından bakınca öyleydi. Kız kaçırma timi bu sefer hata kabul etmeyecek şekilde gayet güzel donanımlanmıştı. O kızı oradan alıp kaçıracaklardı başka yolu yoktu. Keşke bunu Şebnem'de bilseydi de içi rahat edebilseydi.

•●●·٠•●●•٠·˙

Nikahın kıyılacağı şık mekanın bahçesi büyük bir hızla düzenlenirken Şebnem'in de saçı ve makyajı yapılmaya başlamıştı. Tabii babasının gelişi de Şebnem'in ağzına bir fermuar çekmişti. Fikret Bey evdeyken öyle bağırıp çağırmak pek kolay değildi. Tek sorun makyajı yapılırken Şebnem'in ağlamayı sürdürmesi ve bu yüzden de sık sık Zuhal Hanım'dan azar işitmesi oluyordu. İyi de gözyaşlarını engelleyemiyordu ki hiç durmadan peşi sıra akıp gidiyorlardı. Keşke Melis gelmiş olsaydı ama belli ki o da karantina bölgesinin dışında kalanlardandı.

Şebnem'in hazırlıkları son hız sürerken Melis'in yönlendirmesiyle nikahın yapılacağı mekanın yakınlarına gelen Kerem'de olduğu yerde duramıyordu. Nasıl dursun? Tam karşısında Şebnem ile Okan için hazırlanan nikah masası düzenleniyor üzeri bembeyaz çiçeklerle bezenmiş kristal taşlı gelin yolu onların içeriye kol kola girişi için büyük bir özenle süsleniyordu. Belki Şebnem o süslü püslü yoldan Okan ile birlikte girecekti ama sanmasınlar ki çıkışı yine onun kollarında olacaktı. Kerem daha şimdiden oradan nasıl koşarak uzaklaştıklarını görür gibiydi.

"Kerem..."

"Melis sen ne zaman geldin?"

"Az önce geldim ama içeriye geçmeden önce size bir bakmak istedim. Son durum ne?"

"Ortada henüz bir durum yok. Bekliyoruz"

"Şebnem ile Okan daha gelmedi mi?"

"Hayır gelmediler. Sen görüşemedin mi?"

"Maalesef Şebnem ile iletişim kurmam yasak"

"Peki onu nerede tuttuklarını bilen kimse yok mu?"

"Hiç kimse bilmiyor. Bugün evlerine gittim ama anne ve babası da yoktu"

"Son dakikaya kadar işi sıkı tutuyorlar ama buraya geldiklerinde aldıkları tüm önlemler yetersiz kalacak"

"Umarım öyle olur. Şebnem bugün o imzayı atmak zorunda kalırsa bir daha onu asla kurtaramayız"

"Atmayacak merak etme"

"Bu konuda size güveniyorum"

"Melis..."

"Efendim Kerem?"

"Mekan konusunda bir aldatmaca olmaz değil mi? Yani biz burada beklerken aslında..."

"Hayır endişe etme ben birçok kişiyle görüştüm. Herkesin davetiyesinde adres burası gözüküyor"

Kerem çatık kaşlarıyla hazırlıkları izleyip bir yandan da mekanın çıkış yollarını gözlerken yanında duran Melis bir anda Okan'ın annesini görüp "Ah! İşte Rezzan Hanım'da geldi. Ben gidip çaktırmadan ağzını arayayım. Sizinle haberleşiriz" dedi. Melis yardımcı olması sebebiyle Kerem'in teşekkür etmesinin ardından mekana doğru giderken Ümit ile Samet de garson kıyafetlerini giymiş bir halde yanlarına geldi. Onlar da yavaş yavaş diğer garsonların arasına kaynasa iyi olacaktı çünkü bir anda görünmeleri dikkat çekebilirdi.

İkisi mekanın mutfak bölümüne doğru giderken Kerem arkalarından seslenip onları durdurarak "Bakın bu sefer işi çok ciddi tutuyoruz. Vakit kaybetmek yok. Şebnem göründüğü anda onu almaya gideceğim. Sizler de dikkatinizi bozmayıp bize siper olabilecek bölgelerde yerinizi alır olur mu?" dedi. Ümit merak etmemesini söyledikten sonra Samet ile giderken Fiko'da ne kadar gerildiğini hissettiği arkadaşının omzuna dokunarak "Biraz sakinleş Kerem" dedi. İyi de çocuğunda elinde değildi ki. Yine bir aksilik olur ve başaramazlar diye çok korkuyordu.

"Şuradan Şebnem ile çıkıp gideyim sonra sakinleşirim Fiko"


•●●Saat 19.00·٠•●●•٠·˙

Hava yavaş yavaş kararıyordu. Önce Fikret Bey ve Zuhal Hanım gelmiş hemen ardından da davetliler yerlerini almaya başlamıştı. Ancak Şebnem ile Okan hâlâ görünürde değildi. Henüz gelmemiş olmaları da Kerem'i endişelendirmişti. Acaba Şebnem gelmemek için direniyor Okan'da onu zorlayarak getirmeye mi çalışıyordu? Bir nevi de öyle olmuştu ama Şebnem kendisine kaçacak yol bulamayınca mecburen direnmeyi bırakmıştı.

Kerem'in Melis ile konuştuğundan ve düğün mekanında olduğundan emin gibiydi. Bu da içini biraz olsun rahatlatıyordu tabii. Belki de tam arabayla giderken yollarını kesip onu arabadan bile alabilirlerdi değil mi? Arabanın camından dışarıyı izlerken keşke şimdi araba dursa ve beni alıp götürseler diye düşünüp kendisini avutuyorken Okan yine düşüncelerine limonunu sıkıverdi.

"Ne düşünüyorsun?"

"Neden umursuyorsun?"

"Şebnem bence artık yeter. Bir an önce kendine gel lütfen"

"Biliyor musun bu konuda haklısın bence de artık kendime gelmeliyim. Durdur arabayı!"

"Ne?"

"Arabayı durdur dedim çünkü seninle şu arabaya bineli daha beş dakika olmasına rağmen boğulmaya başladım bile"

"O halde camı açıp biraz oksijen al"

"Senin olduğun yere oksijen moksijen girmiyor anlamıyor musun?"

Okan camı uygun gördüğü ölçüde aralayıp "Geldiği kadarıyla idare et o zaman" derken ona adeta düşmanı gibi bakan Şebnem de "Nikah memuru seninle evlenmek isteyip istemediğimi sorduğunda ona vereceğim cevabı biliyorsun değil mi?" diye sordu. Okan telefonuna gelen mesaja bakarken bir yandan da yan gözle Şebnem'e bakıp "Biliyorum. Ona evet diyeceksin" dedi. Haaah! Halbuki bu sahneyi rüyasında bile göremezdi!

Şebnem yüzüne gelen duvağını sinek kovalar gibi ittirip "Yanlış cevap! Ona hayır bu kazuletle evlenmeyi kesinlikle reddediyorum diyeceğim. Kendini buna hazırlasan iyi edersin" dediğinde Okan da yüzüne bile bakmadan gayet sakin bir ses tonuyla "Yerinde olsam böyle bir şey yapmayı aklımın ucundan bile geçirmezdim" dedi. Şebnem gözlerini kısarak ona tip tip bakıyordu ama Okan kendi halinde mesaj yazmakla ilgileniyordu.

"Nedenmiş o?"

"Bunu yaptığın takdirde başına neler gelebileceğini tahmin edebilecek kadar zeki bir kız olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum yoksa?"

"Alınma ama başıma senden daha kötü ne gelebilir ki?"

"Bence bu olur da böyle bir aptallık yapmaya karar verirsen diye sürpriz olarak kalsın"

"Aman ne sürpriiiiz ne sürpriiiiz!"

O sırada mekana da giriş yapmışlardı. Şebnem tedirgin gözlerle etrafa bakınırken Okan ona doğru eğilip bileğini sertçe tutarak kendisine bakmasını sağladı ve "Şimdi önemsemiyorsun ama şunu kafana yaz Şebnem! Eğer bugün o masadan hayır diyerek kalkarsan öyle şeyler yaparım ki bir anda kendini önümde diz çökmüş merhamet etmem için bana yalvarırken bulursun" dedikten sonra bileğini bırakıp kapıyı açarak arabadan çıktı. Şebnem bu sözlerden sonra donup kalmıştı. Ne demek istemişti ki bu şimdi?

Yüzü asık bir halde düşüncelere dalmışken aniden kendi tarafındaki kapı açılınca korkarak kendisine elini uzatan Okan'a doğru baktı. Adamın bakışları bile korku saçmaya yetiyordu. Şebnem tedirgin bir halde eli yerine eteklerini tutup araçtan çıkarken Kerem'de ikisini görüp "Hadi Fiko başlıyoruz!" diyerek oldukları yerden mekanın olduğu yere doğru inmeye başladı.

Şebnem koluna girmek zorunda kaldığı Okan ile birlikte gelin yolundan alkışlar eşliğinde geçiyordu. Ürkek gözleri etrafı tararken önce Melis'i sonra da onun çaktırmadan yaptığı işaretle içecek servisi yapan Samet ile Ümit'i gördü. İşte şimdi içi daha da rahatlamıştı. Ama Kerem neredeydi? Şu an o kelaynak kuşunu bile görmeye razıydı ama onlar ortalarda gözükmüyorlardı.

Okan davetliler arasında Kerem'i ya da en azından Fiko'yu görme umuduyla aranan Şebnem'i masaya doğru yönlendirirken anneleri yanlarına gelip "Memur henüz gelmedi. Bir aksilik olmuş olmalı" dedi. Ah işte bu! Memurun yoluna taş konulduğu çok açıktı ve bu da Şebnem'i gülümsetmişti. Bu hâlâ vakit olduğunu gösteriyordu çünkü...

"Aradınız mı peki?"

"Aradık oğlum ama telefonu cevap vermiyor"

Şebnem boş bulunup "Oh oh ne iyi!" deyince üçününde gözleri ne diyor bu dercesine ona doğru dönmüştü. Aslında o kadar da sevinmese iyi olurdu çünkü az önce nikah memuru mekana girmiş arka tarafta bekliyordu. Birazdan onlara da başlamak için hazır olunduğu haberi gelirdi zaten. Kerem ile Fiko'nun gelişi de bu yüzden uzamıştı çünkü memurun ardından Şirin ile Aslı alelacele oraya gelmiş adama daha fazla engel olamadıklarını anlatmaya başlamışlardı. Tamam bu istenmeyen bir şeydi ama yine de sıkıntı yaratacak bir durum yoktu. Baskın basanındır yapmanın zamanı gelmişti.

Kerem göz göze geldiği Fiko'ya "Hazır mısın?" dedikten sonra ondan onay almasıyla birlikte kızları davetlilerin arasına gönderdi. Onlar ayrı bölgelere dağılırken Aslı Ümit'in yanına gidip kulağına "Başlıyoruz" diye fısıldadıktan sonra Samet'in elindeki tabaktan da bir tane kanepe aldı. Kanepe yemek bahane paslanmaz çelikten hazırlanmış süslü kürdan şahaneydi. Aslı onu elinde saklayıp salınarak ön tarafa doğru geçmişti. Acil durum silahını hazır olda tutmak istiyor olmalıydı.

Herkes daha önceden belirledikleri yerlerini alırken Şebnem de Okan tarafından sıkı sıkıya tutulan elini kurtarmak için büyük bir çaba harcıyordu. Ama bu biraz nafile bir çaba gibiydi sanki. Adam yine kıza zamk gibi yapışmıştı!

Ve işte o an! Nereden geldiği belli olmayan güçlü bir ıslığın ardından Samet ile Ümit gelinle damadın yanından geçerken "yanlışlıkla" çarpışmış ve üzerinde şampanya kadehleri bulunan tepsileri Rezzan Hanım ile Zuhal Hanım'ın üzerine boca etmişlerdi. O an doğal olarak bir kaos yaşanmış ve hanımlar elbiselerinin mahvolmasıyla birlikte garsonlara bağırıp üzerlerini temizlemeye çalışmıştı.

Şebnem'in güldüğünü fark eden Okan ise bu işte bir terslik olduğunu düşünüyordu. Tam o sırada Fiko ile Kerem mekana oyuncak fareler salmış Şirin ile Aslı'da yanlarındaki kadınları panikleterek "Fare var!" deyip sandalyelerin üzerine çıkmıştı. Bir anda nikah mekanının ortasında bir kargaşa yaşanmıştı. İstediğin kadar zengin ol istediğin kadar kokoş ol. Bir farenin ayaklarını yerden kesmeyeceği kadın bu dünya üzerinde yoktur herhalde öyle değil mi? Kerem panik ortamını fırsat bilip gelin yolundan koşarak geçerken "Şebnem!" dediğinde bu seslenmeyle aniden ona doğru dönen Şebnem'de gülerek bakıp aynı şekilde ona "Kereeem!" dedi.


kdyhkyh.gif


O gürültü ve kargaşa arasında Fiko "Hadi çabuk olun!" diye bağırırken Okan'da sese dönüp Kerem'in orada olduğunu görmüştü. Şebnem elini daha da sıkı kavrayan Okan'a aldırmadan yaklaşmaya başlayan Kerem'in "Hadi gidiyoruz!" demesiyle bir atılım yapmış ama bu atılım Okan'ın Şebnem'i bırakmamasıyla son bulmuştu. Ama o da ne? Okan'ın evdeki hesabı çarşıya uyacak gibi değildi.

Arkadan yaklaşan Aslı elindeki demir kürdanı haşırt diye Okan'ın eline batırıp "Şebnem koş!" dediğinde Okan'ın elini refleksle çekmesiyle Şebnem ondan kurtulmuş ve yanına gelen Kerem'in elini tutup seri bir şekilde davetlilerin arasından geçip gitmeye başlamıştı. Onlar koşarken geri kalanlarda tam da konuştukları gibi hem Okan'ı hem de korumaları engellemeye çalışıyordu.

Şebnem bu sefer o süslü gelin yolunu Kerem ile birlikte bir hışımla geçmiş ve geriye sadece saçından çıkarıp havaya savurduğu duvağı kalmıştı. Okan arkalarından gitmek için bağrışan davetlilerin arasından geçerken ileride bekleyen korumaların önüne gelen Kerem'de panikle "Şimdi ne yapacağız?" diye soran Şebnem'e diğer tarafı işaret edip oraya doğru yönlendirmişti.

Araba diğer tarafta kalmıştı ama Fiko onları görüp telefon ederek dosdoğru koşmalarını ve arabayla önlerine çıkacağını söylemişti. Elini çabuk tutsa iyi olurdu çünkü bu halde daha ne kadar koşabilirlerdi belli değildi. Okan'ın adamlarıyla birlikte arkalarından gelip "Şebnem!" diye bağırması yüzünden mecburen yön değiştiren Kerem ağaçlık alana dalıp Şebnem'in "Kerem nereye? Fiko Bey diğer tarafa gidiyor" demesiyle birlikte "Şebnem sadece sus ve koş!" dedi. Şebnem'in o topuklularla koşmaktan ayakları helak olmuştu ama durmaması gerektiğini de biliyordu. Tabi onun sürekli tökezlemesi de Kerem'in dikkatinden kaçmıyordu.

"Şebnem sen iyi misin?"

"Sen ne kadar iyiysen ben de o kadar iyiyim ama bu topuklular beni öldürecek Kerem çıkarmam lazım. Hem yalınayak daha hızlı koşarım gibime geliyor"

"Olmaz ayağına taşlar batar"

"Bir şey olmaz Kerem bu ayakkabılarla canım çok daha fazla acıyor"

Kerem arkasına bakarak koşarken kimseyi göremeyince aniden durup eğilerek "Hadi çıkar o zaman" dedi. Şebnem omuzlarını tutup ondan destek alırken Kerem'de incecik topuklara sahip olan ayakkabıları çıkarıp şok dolu gözlerle "Sen bunlarla ayakta nasıl durabildin Şebnem?" dedi. Niye şaşırıyorsa? Şebnem omuz silkip "Ayakta durmakla da kalmadım Okan'a depar attım depar! Hadi bize yetişmeden gidelim buradan" dediğinde Kerem elindeki ayakkabının tekini şaşırtma olması için yolun üstüne bırakıp Şebnem'i de elinden tuttuğu gibi tam tersi istikamette koşmaya başladı.

O sırada Okan'ı atlattıklarını düşünen Şebnem de adamı soru yağmuruna tutmaya başlamıştı tabii. O yokken ne durumda olduklarından tutun Fiko'nun üzülüp üzülmemesine ve Kerem'in duygu durumuna gönderme yapacak ölçüde bir çok şey sorup duruyordu. Kerem ise dikkatini bozmadan Fiko'nun söylediği yöne doğru koşmalarını sağlamaya çabalıyordu. Şebnem en son gülümseyerek "Kerem gerçekten benden vazgeçmeyi hiç düşünmediniz mi?" diye sordu. Kerem ona cevap verirken bir an bile düşünmemişti.

"Hayır bunu bir ihtimal olarak bile görmedik. Şebnem soru soracağına koş hadi!"

Çenesi fena halde düşen Şebnem onu sıkıştırmayı sürdürüp "Neden peki? Ben başınızın belası değil miydim? Bu benden kurtulmak için elinize geçen çok iyi bir fırsattı çünkü bu saatten sonra başınıza epeyce ekşiyeceğe benziyorum. Özellikle de senin Kerem! Sonuçta senin de herkes kadar bir düzenin var. Gerçi eskiden vardı. Yani ben gelip de yerle bir etmeden önce. Hatta gayet güzel bir düzendi. Ailen dostların işin gücün demode olsa da mis gibi bir evin vardı ve hayatındaki İpek böceği dışındaki her şey yerli yerindeydi. Sahi sen neden beni kurtarmaya çalışıp tekrardan başına sarıyorsun Kerem aklını mı kaçırdın?" deyince onun bu susmak bilmeyen hali yüzünden fenalıklar geçiren Kerem de uzun uzun cevap vermek yerine aniden durmuştu.

Arkasını dönüp gözlerini kendisine saf saf bakan Şebnem'in gözlerinde gezdirdikten sonra bir cesaretle onu kendisine doğru çekip dudaklarına ayaklarını yerden kesecek ölçüde bir öpücük kondurdu. Şimdi anladı mı neyi neden yaptığını? O anlarda Şebnem'in yaşadığı şok anlatılmaz ancak yaşanırdı. Kerem'in bir gün böyle bir şey yapacağı ölse aklına gelmezdi herhalde.


tdhtdrh.gif


Kerem ise geri çekilip gülümseyerek "Evet bunu yaptığım için aklımı kaçırmış olmalıyım ama bence bunu sorgulamak için hiç de uygun bir an değil" dedikten sonra Şebnem'in şaşkınca "Sen neler diyorsun Kerem?" demesiyle birlikte Okan'ın "Şebnem!" diye bağırdığını duyup "Forrest Gump diyorum! Koş Şebnem kooş!" dedi. Şebnem gözlerini kocaman açıp elinden tutan Kerem'in hızına yetişmeye çalışırken korumalardan biri silahını ateşlemişti.

Şebnem korkudan çığlık atıp kulağını kapatırken arkalarına doğru bakan Kerem de onu korumaya alıp anayola çıkardı. Ah! Nihayet Fiko görünmüştü. Kerem orada olduklarını belli etmek için yola çıkıp elini kaldırırken artık Okan'ın sesi daha da yaklaşmaya başlamıştı. Fiko arabayı önlerine çekip onların tarafındaki kapıyı açtıktan sonra "Bu yüce gönüllülüğümle yaptığım iyiliği sakın unutma sarı çıyan! Bir ay boyunca hizmetimdesin haberin olsun. Canına okuyup bu konuda doktora yapmayı düşünüyorum" dedi. Şebnem de az değildi. Bir yandan Kerem ile birlikte o rahatsız edici gelinliğinin eteklerini toparlamaya çalışıyor bir yandan da arabanın içine doğru bağırıp "Bana bak Papyonlu Penguen kaç gündür ne haldeyim bilmiyorsun! Valla kimin kimin üstünde doktorasını vereceği belli olmaz arada yeni bir husumetlik durum yaratma seninle bir uğraşırım o kafandan dökülen saçlar ummadığın yerlerden çıkar ne yapacağını şaşırırsın!" diyordu. Bu ikisi durumun ciddiyetine uygun davranabilir mi acaba!

"Kesin sesini! Tartışacak başka yer bulamadınız mı?"

Kerem'in bu sert çıkışıyla Şebnem korkarak "Affedersin Kerem" deyince bakışlarını ona doğru döndüren Kerem de bunu onun ağzından bir kez daha duymanın verdiği mutlulukla gülümsemişti. Şebnem bunun manasını anlayamasa da gözlerine bakarak aynı şekilde gülümseyince Fiko'da ikisinin bu haline gözlerini devirip "Aaah kaşıntı tuttu! O söylediğin saçlar bir tarafımda çıkmaya başladı galiba!" deyip dikkatlerini bozdu.

Şebnem sonunda arabaya binmeyi başarırken Kerem de dışarıda kalan etekleri arabaya adeta tıkar gibi sokmaya çalışıyordu. Vakit kaybettikleri açıktı çünkü önce çok yakından Okan'ın durmalarına yönelik bağırışı duyulmuş hemen sonra da korumasının ateşlediği silahın içindeki kurşunlardan biri arabaya denk gelmişti. Hem de tam Kerem'in olduğu yere...

Şebnem korkarak "Bir şey oldu mu Kerem iyi misin?" derken paldır küldür içeriye atlayan Kerem'de Fiko'nun arabayı hareket ettirmesiyle birlikte arkalarından koşan korumalara ve Okan'a bakarak "İyiyim korkma beni ıskalayıp arabaya geldi" dedi. Şebnem bunu duyunca derin bir oh çekip arka cama dönerek çılgına dönen Okan'ı büyük bir keyifle izlemeye başladı. Bu kazuletten kurtulmuştu değil mi? Kurtulmuştu galiba. Artık nikahı da kendi kendisine kıysın musibet!

"Fiko..."

"Ne oldu Kerem?"

"Bizimkilerden haber var mı?"

"Onlar da sizden sonra ellerinden geleni yapıp Samet'in arabasıyla uzaklaştılar Kerem"

"Güzel... Çok güzel!"

Kerem nefes nefese kaldığı için önüne dönüp başını geriye doğru dayayarak dinlenmeye çalışıyordu. Şebnem de ondan pek farklı değildi. Aynı şekilde o da başını yaslayıp Kerem'e doğru bakmaya başlamıştı. Kerem kendisine baktığını fark edip gülerek "Ne oldu?" diye sorunca Şebnem tatlı bir ifadeyle "Herkesin kendisini büyük bir yanlıştan döndürecek gözü kara bir süper kahramanı olmalı bu hayatta" dedikten sonra utangaç bir tavırla da tebessüm ederek "Sen de benim kahramanımsın Gamzeli Adam" dedi. O an aralarında çok hoş bir bakışma yaşanmıştı. Gözden göze bir iletişim olduğu açıktı.

Onları aynadan gören Fiko ön koltukta fenalıklar geçirerek "Kusacağım şimdi! Susturun şu saçını başını yolup bütün tutamlarını eline verdiğimi!" deyince Şebnem tam kızıp ön tarafa doğru yükseliyordu ki Kerem'in onu koluyla engellemesiyle birlikte "Bırak Kerem! Neler söylüyor duymuyor musun? Eceli gelmiş bunun tez elden göndereyim diyorum!" dedi.

Fiko anlık olarak sinirle direksiyonu bırakıp "Sen kimi nereye gönderiyorsun çakma sarışın!" diyerek arkasını dönerken bir anda aralarındaki tartışmayı sonlandıracak bir şeye şahit olmuştu. Kerem'e doğru gözlerini kocaman açarak "O kan da neyin nesi öyle?" deyip hızla direksiyona geri dönerken söylediğini yanlış anlayan Şebnem'de arka camdan bakıp kimse olmadığını görerek önüne döndü. Şaşkın bir ifadeyle "Okan hep söylediğim gibi kazuletin en önde koştur koştur gideni Fiko Bey ama konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamadım sanmayın" dediğinde Fiko'da bir türlü anlamadığı için ön koltukta tepinip "Aklı kıt! Sana Okan diyen mi oldu? O gelinliğine bulaşan kan ne diyorum!" dedi. Ne kanı be!

Kerem kolunu çekerken ikisi de Fiko'nun neden bahsettiğini anlamıştı. Şebnem'in gelinliği kan içindeydi. Kerem korkarak ona bir şey olup olmadığını anlamaya çalışırken Şebnem çığlık atıp "Kerem kolun kanıyor! Kurşun ıskalamamış bunu nasıl fark edemezsin ya!" dedi. O adrenalinle sıcağı sıcağına anlayamamış herhalde.

Kerem üzerindeki ceketi hızlı bir şekilde çıkardıktan sonra gömleğinin kan içinde kalan kol kısmını görmüş ve yüzünü buruşturarak "Kahretsin! Bir bu eksikti" diyerek o bölgedeki kumaşı yırtmıştı. Şebnem korkudan bakamıyordu ama meraktan da ölecekti. Gözlerini kapatıp Kerem'in tepesinde "Ne oldu! Çok mu kötü?" derken yaraya bakan Kerem de çok kötü olmadığını sadece kurşunun derisini sıyırıp geçtiğini söyledi. Ama bu hâlâ kanıyordu.

Fiko ön koltukta olan atkıyı alıp arkaya doğru uzatarak "Bağlayın şunu da en azından gideceğimiz yere kadar idare etsin" dedi. O Şebnem'in bütün gece gözünü bile kırpmadan ördüğü atkıydı. Onu örerken Kerem'in yarasını koruyacağını hiç düşünmemişti herhalde. Şebnem'in yardımıyla bağlanan atkı yaranın kanamasını bir nebze olsun durdurmuştu. Şimdilik her şey yolunda gibiydi. Kerem kardeşiyle de konuşup karşılıklı olarak ne durumda olduklarını öğrenmiş ve rahatlamışlardı. Ama Şebnem gözünün içine baktığı Kerem'in kolunu düşünürken bir türlü rahatlayamıyordu.

"Kolun nasıl oldu Kerem?"

"Bilmem ama en azından artık kanamıyor"

"Acıyor mu peki?"

"Kıpırdatınca acıyor"

"Kıyamam. Çok mu?"

"Fazla değil merak etme"

Onların konuşmasını ister istemez dinlemek zorunda kalan Fiko bir de aynadan birbirlerine karşı olan romantik bakışlarını görünce dayanamayıp "Amma kıvrandın öp de geçsin bari!" deyiverdi. İkisi de Fiko'ya bakarken "Sen yoluna baksana Fiko" diyen Kerem'in kendisini öptüğü anı düşünen Şebnem'de göz ucuyla ona doğru bakıp gülerek gözlerini kaçırdı. Kerem onun neden güldüğünü anlamıştı. O da aynı şekilde tebessüm edip önüne dönerken Şebnem konuyu değiştirip "Ee! Şimdi ne olacak?" diye sordu. Kerem "Ne ne olacak?" deyince gözlerini tam tur çeviren Şebnem'de oturduğu yerde ona doğru dönüp "Mesela biz şu an nereye gidiyoruz?" dedi. Hem Kerem'in hem de Fiko'nun aynı anda "Gidince görürsün" diyerek gülmesi Şebnem'i anlamasa da yine de güldürmüştü. Aslında azıcık düşünse nereye gideceklerini şıp diye anlayabilirdi ya neyse...

•●●·٠•●●•٠·˙

Kısa bir süre sonra hareketi oldukça bol bir sokağa girdiler. Sesler geliyordu ama bu seslerin neden kaynaklandığı pek anlaşılmıyordu. Şebnem merakla etrafa bakınırken Kerem'in kolunu gizlemek için ceketini giymeye çalıştığını fark edip ona yardım ederek "Burası da neresi?" diye sordu. Kerem kolunu zar zor cekete sokmaya çalışırken onun yerine bu soruya Fiko atlayıp "Kırmızı arabanın yanında konuşan kadınları görüyor musun? Gördüysen sarışın olana dikkatlice bak" dedi. Şebnem söylediği gibi kadına dikkatle bakıp arabayı park eden Fiko'nun tepesinden "Aaaa! Teyzem değil mi o?" diye bağırdı. He teyzen!

Fiko kulaklarını kapatıp "Bağırma kulağımın dibinde sarı çıyan! Şimdi o dilini çeker çeker bir bırakırım küçük dilin olmayan beynine kaçar" diye bağırdı. Kerem o an ikisine de dayanamadığı için ceketinin diğer kolunu omzuna atıp kapıyı açarak dışarıya çıkmıştı. Şebnem de durur mu? Durmaz. Hemen arkasından atılıp Kerem'in elini uzatmasıyla ittire kaktıra arabadan çıkmayı başarmıştı.

O kadar da tuhaf görünüyorlardı ki herhalde onları gören çığlığı basmakta hiç de geç kalmazdı. Ee! Şebnem'in üzerinde perişan olmuş kanlı bir gelinlik Kerem'in yaralanan kolunda koca bir atkı bir de önlerinde tuhaf görünümlü kel bir adam varken onlar tuhaf görünmeyecek de kim görünecek değil mi?


rdrdrhd.jpg


Fiko önlerinde Şebnem ile Kerem de arkada olarak yavaş yavaş Ayla Hanım'a doğru yaklaşıyordu. Ayla Hanım ise görünen o ki yine çakırkeyifti. Karşısındaki kadının omzuna gülerek bir tane patlatıp arkasından da sıkıca sarılarak öpünce Şebnem güler bir yüzle "Ay teyzem ne tatlı ne sevgi dolu biri değil mi?" dedi. He! Çok tatlıydı gerçekten. Bildiğin ballı lokma tatlısı mübarek! Bunu duyan Fiko kendi kendisine Şebnem'i kastedip "Saf!" diyerek kıkırdamaya başlamıştı. Şebnem neden güldüğünü anlayamazken Ayla Hanım da konuştuğu kadının yanından ayrılıp evine girmişti.

Sarılıp öptüğü kadın ise arkasından tuhaf tuhaf bakıyordu. Nasıl bakmasın? O kadın Ayla Hanım'ın eski eşi olan Mete Bey'in şu anki karısı Hülya'ydı. Normal zamanda Ayla Hanım kadına ağzına geleni basıyor ne arabozanlığı kalıyor ne de yuva yıkıcılığı kalıyordu. Ama alkol bu işte! Şişede durduğu gibi durmayınca Ayla Hanım'ın ayarlarında ufak tefek bozukluklar yaratıyordu. Yazık Hülya Hanım'da Ayla Hanım tarafından bir gün sevilip bir gün hakarete uğramanın verdiği şaşkınlığa ayak uydurmaya çalışıyordu.

Kerem Şebnem ve Fiko üzerlerindeki gözlere aldırmadan eve yaklaşırken Hülya Hanım da tepe sersemi olmuş bir şekilde arabasına binip oradan uzaklaştı. Merdivenleri çıkarken Fiko cebinden bir bant çıkarıp birkaç tane kopararak önden gitmiş ve kapı zilini bu bantlarla bantlayıp kaldırıma geçip gayet sıradan bir şekilde oturarak beklemeye başlamıştı. Zil de bantlar yüzünden kendi kendisine çalmaya devam ediyordu. Neden böyle bir şey yapmıştı ki? Kerem ve Şebnem bir bas bas bağıran zile bir de eğilip Fiko'ya bakarken epeyce afallamış gibiydiler.

"Fiko..."

"Ne oldu Kerem?"

"Neden böyle saçma sapan bir şey yapıyorsun?"

"Saçma sapan değil Kerem. Ayla hiçbir zaman kapı çalar çalmaz açmaz. On dakika bekler eğer hâlâ gitmiyorsak on birinci dakikada açıp önce kim olduğumuzu anlamaya çalışarak boş boş bakar sonra da artık Allah ne verdiyse..."

Şebnem bunu duyunca gözlerini kocaman açmıştı. Allah ne verdiyse derken ne mana da? Gözlerini yanında duran Kerem'e çevirip tırsık bir ifadeyle "Kerem yol yakınken başka bir yere mi gitsek acaba?" diye sorunca Kerem de onun kolunu tutup "Hadi gel biz de oturalım" dedikten sonra Fiko'nun yanına geçip oturdular.

Sahiden de Fiko'nun dediği gibi olmuştu. On dakika dolduğunda Fiko ayağa kalkmış ve Kerem ile Şebnem'in eşliğinde kapının önüne gelmişti. Şebnem ne olacağını anlayamadığı için Kerem'e yapışırken Fiko'da parmağını havaya kaldırıp "Üç... İki... Bir... Hazır olun açıyor" dedi. Kapı kilidinin açılmasının ardından nihayet Ayla Hanım görünmüştü.

Kapıdan başını uzatıp tam olarak göremediği için gözlerini kısarak onları süzerken Şebnem'de saf saf kadına gülüp el sallıyordu. Kerem yapmamasını isterken Ayla Hanım kapıyı sonuna kadar açıp Şebnem'in kanlı gelinliğine ve Kerem'in yaralı koluna bakarak "Bu da ne böyle Elm Sokağı Kabusu'nun setinden fırlamış gibi! Siz de kimsiniz?" diye sordu. Tabii Şebnem en tatliş haliyle "Teyze benim Şebnem en sevdiğin yeğenin!" deyince kadın da sallana sallana Şebnem'in burnunun dibine kadar gelerek "Sen önce karşımda sabit durmayı öğren kimliği henüz belirlenemeyen sarı kız" dedi. İyi de Şebnem kıpırdamıyordu ki. Artık ne kadar içtiyse kafa belli ki birkaç milyon olmuştu. Şebnem şaşkın bir şekilde teyzesine bakarken hemen konuya gelmek istemişti ama kaş yapayım derken de resmen göz çıkarmanın eşiğine gelmişti.

"Teyzoşum benim ben Şebnem! Şimdi sana flu geliyorum farkındayım ama ayılınca beni hatırlayacağına adım gibi eminim"

Ayla Hanım onu baştan aşağıya süzüp parmağını sallaya sallaya "Sen bana... Bana sen..." derken aniden Kerem'e dönüp "Bu sarışın kenar mahalle dilberi bana sarhoş mu demek istedi? Dediyse yolacağım ben bunu sakın tutmaya kalkmayın!" deyince korkudan Kerem'in arkasına kaçan Şebnem'de "Manyak mı bu kadın ya!" deyiverdi. Ah! Onu duyan Ayla Hanım sakinmiş gibi gözüküp tane tane "Kaşındı bu... Bu kaşındı! Kaşımak lazım. Sevaptır" deyip aniden Şebnem'in saçına yapışınca kapı önünde bir kaos yaşanmıştı.

Fiko beline sarıldığı Ayla Hanım'ı çekelerken Kerem'de Şebnem'i arkasına alıp korumaya çalışıyordu. Bu sırada Ayla Hanım'ın eski eşi Mete Bey de onların bu halini pencereden görüp aşağıya inmiş ve bu sayede Ayla Hanım başka köşeye yolunmuş tavuğa dönen Şebnem de bambaşka köşeye çekilmişti.

Bir süre kimseden ses çıkmamış sadece Ayla Hanım'ın sakinleşmesi beklenmişti. Başarılmıştı da. Tabii bunda Mete Bey'in rolü büyüktü. Kızları Eda'nın da iyiliği için artık Ayla Hanım'ı ayıkken de sarhoşken de nasıl sakinleştireceğini öğrenmişti. Herkes dalgın bir halde oturup sessizce beklerken Ayla Hanım aniden yerinden kalkıp ruh gibi yürüyerek evinin kapısına yaklaştı.

Böyle olunca Kerem'de Şebnem'de olduğu yerden fırlayıp onun yanına gitmişti. Ayla Hanım kapıya dayadığı terliği itip içeriye girerken Şebnem lafa girip "Teyze yalvarırım dur sana çok ihtiyacım var. Yeğenini böyle zor bir durumdayken ortada bırakamazsın" deyince Kerem hafifçe eğilip "Emir verir gibi konuşmasana yine mi saçına yapışsın istiyorsun?" dedi. Haklıydı. Belli ki Ayla Hanım ile konuşurken kullanılan dile dikkat etmek gerekiyordu. Şebnem dudağını ısırıp "Affedersin Kerem düşünemedim" dedi. Ayla Hanım ise ikisini bir süre tuhaf bakışlı gözlerle süzdükten sonra gayet net bir tavırla "Burası tam pansiyonlu balayı oteli değil. Hadi başka kapıya!" deyip şakkadanak kapıyı suratlarına kapatıverdi.

Haliyle ikisi de yüzlerine kapanan kapıyla birlikte küçük çaplı bir şok yaşamıştı. İyi de buradan başka gidebilecekleri güvenli bir yer yoktu ki. Bunu Şebnem'de biliyordu ve donuk bir ifadeyle kapıya doğru bakıp içeriden gelen gümbürtüyle birlikte de "İnanmıyorum! Kapıyı yüzümüze çarptığı yetmiyormuş gibi yine mi düştü bu alkolik kadın! Ne yapacağız biz ya!" dedikten sonra Kerem'e dönüp "İşte şimdi başımız "topluca" belada Kerem!" dedi. Gerçekten de öyleydi galiba...

khhgdcyky.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız
 
Son düzenleme:
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.738
Tepki
84.367
Puan
113
Konum
İstanbul
sedrghjk.png

21.Bölüm : Sakın Gelme Şebnem!

"İşte şimdi başımız "topluca" belada Kerem!"

Ayla Hanım'ın kapıyı yüzlerine çarpmasının ardından şok dolu gözlerle orta yerde kalan Şebnem ile Kerem'e destek hiç ummadıkları birinden gelmişti. Ayla Hanım'ın eski eşi Mete Bey'den yani. Üçü de o kadar çaresiz bir haldeydiler ki onları orada bırakıp tek başına evine geri dönmeye gönlü razı gelmemişti. Hem belli ki yabancı da değillerdi. Şebnem öyle ya da böyle Eda'nın yani biricik kızının kuzeniydi. Hâl Böyleyken onları kendi kaderlerine bırakamazdı.

Şebnem tedirgin bir halde Kerem'e şimdi ne yapacaklarını sorarken Mete Bey'de Fiko'ya kendisine her şeyi anlatmalarını ve gerekirse elinden geldiği kadar yardımcı olabileceğini söylüyordu. Cümbür cemaat Mete Bey'in evine gittikten sonra Eda'nın eve dönüşü beklenmeye başlandı. Gelsin de eve girip bir an önce Ayla Hanım'ı kendisine getirebilsin değil mi?

Genç kız gelene kadar Kerem ile Fiko tüm olanları Mete Bey'e anlatmıştı. Onlar konuşurken o sırada Şebnem'de arabada hali hazırda bekleyen çantasının içinden kıyafetlerini almış üzerindeki perişan olmuş gelinlikten bir an önce kurtulmak için üzerini değiştiriyordu. Iyyy! Seçilen gelinlik bile Okan gibi onu sıkıp boğmuştu. Nefes bile aldırmıyordu. Neyse ki an itibarıyla hem Okan'a hem de bu rahatsız edici gelinliğe "Bye bye!" demişti.

"Eda dur lütfen! Öyle demek istemedim yanlış anladın!"

Şebnem bu seslenme ile birlikte odanın penceresine doğru yaklaşıp göz ucuyla sokağa doğru bakmıştı. Ne oluyor orada ya! Dışarıda genç sarışın bir kız ve yanında da aynı yaşlarda pörtlek gözlü şirin bir çocuk vardı. O Eda bekledikleri Eda olabilir miydi acaba? İkisinin arasında her ne olduysa genç kız büyük ihtimalle adının sesli söylenmesinden rahatsız olmuştu ki eliyle çocuğa sus işareti yapıp ona kızıyordu. İyice meraklanan Şebnem kendi derdini unutmuş gözlerini bir an bile üstlerinden çekmeden yazlık sinemadaymış gibi onları izliyordu. Bozuşmuşa benziyorlardı ve çocuk sanki kızdan özür dilemeye çalışıyordu.

rdtgdgdf.gif


Şebnem pencereye yaslanarak gençleri izlemeye dalarken Eda onu fark etmişti ve işin kötüsü babasının evindeki bu çıtır hatunun kim olduğunu anlayamadığı için çocuğu sokağın ortasında bırakıp çatık kaşlarla eve doğru gelmeye başlamıştı. Evet anlaşılacağı üzere bu kız bekledikleri Eda'ydı. Şebnem kızın o halini görünce tedirgin bir şekilde doğrulmuş ve arkasından saf saf bakan çocuğa sempatik bir ifadeyle gülümseyip el sallayarak apar topar içeriye girmişti.

Kapı da zır zır ötüyordu. Şebnem odadan çıkıp merdivenleri hızla inerken Mete Bey de çoktan kapıyı açmıştı. Baba kız kucaklaşırken Eda "Biz de seni bekliyorduk tatlım" diyen babasına kuşku içeren bir şekilde bakıp "Neden beni bekliyordunuz?" diye sordu. Mete Bey tam durumu açıklarken merdivenin başına gelip olduğu yerde kalan Şebnem de "Merhaba Eda" dedi. İyi de kimdi ki bu kız? Onu ne düşüneceğini bilmeden baştan aşağıya süzmeye başlayan Eda bir anda salonun kapısında beliren Kerem'i ve kanadığı için sarılan kolunu görünce korkuya kapılmıştı.

"Baba ne oluyor burada?"

"Korkma kızım bir şey olduğu yok. Hadi içeriye gel de konuşalım"

"Hülya abla nerede?"

"Leyla aradı o da siparişlerini almaya gitti. Birazdan gelir"

Mete Bey kızıyla salona geçerken Şebnem de hızlıca arkalarından gelmiş ve hemen Kerem'in yanına geçmişti. Eda ise Fiko ile Kerem'e başıyla selam verdikten sonra Şebnem'e dönerek "Simanız hiç yabancı değil. Sizinle daha önceden tanışmış mıydık?" dedi. Mete Bey tam durumu izah ediyordu ki Şebnem gülümseyerek yaklaşıp genç kıza sarılarak "Telefonda konuşmuştuk. Kuzeniz biz kuzen!" deyiverdi.

Kız bir anda kendisini sarıp sarmalayan Şebnem'in şokuyla olduğu yerde kalırken Şebnem de geri çekilip kızı şöyle bir inceledikten sonra Fiko'ya dönerek göz kırpıp "Ailedeki genetik geçişe bak be fıstığız fıstık! Artık yer mantarı olanlarda kendi derdine yansın" dedi. Bu övgüye tabii ki de katılmayan Fiko ona burun büküp "Herhalde benim fıstığa alerjim var. Genetik kodlarınızla uyumsuzluk yaşamış olma olasılığım yüksek çünkü bende oluşturduğunuz tek etki kendisini kaşıntı olarak belli ediyor" deyiverdi. Ah! Papyonlu Penguen ne olacak! Sen Şebnem Çetiner'in genetik mirasına kurban ol bir kere...


•●●·٠•●●•٠·˙

Herkes salondaki koltuklara oturunca Mete Bey kızına olanı biteni anlatmış ve Ayla Hanım'ı ikna ederek Şebnem'in bir süre onlarla kalmasını sağlamasını istemişti. İyi diyordu güzel diyordu da genç kız bunun nasıl olacağını bir türlü kafasında oturtamıyordu. Sonuçta annesi gelgitli bir kadındı ve bir gün ak dediği şeye ertesi gün gayet rahat bir şekilde hayır efendim bu kara diyebilecek biriydi. Hadi Eda evde olduğu sürece Ayla Hanım'ı idare etti diyelim. Peki o okuldayken ne olacaktı? Şebnem tek başına Ayla Hanım gibi bir dediği bir dediğini tutmayan alkolik bir kadınla başa çıkabilecek miydi? Bu biraz zordu sanki.

Keşke bu konuda seçim yapma şansları olabilseydi ama maalesef ki öyle bir lüksleri de yoktu. Anne ve babasının onu aramayı akıl edemeyecekleri tek yer teyzesinin yanı gibi görünüyordu. Ayrıca şöyle bir durum da vardı ki Ayla Hanım büyük ihtimalle yarın sabah uyandığında yani ayıldığında Şebnem'e bugünden daha farklı davranacaktı. Bu da demek oluyor ki bugün Şebnem'in saçını başını yolan kadın yarın ayıldığında onu bağrına basabilecek kadar büyük bir değişkenlik gösterebilirdi. Belki de yarına kadar Mete Bey'in evinde kalıp yarın da erken Ayla Hanım'ın evine geçmekte fayda vardı.

Ne yapılacağına karar verildikten sonra Eda eve gitmek için ayaklanmış o sırada Hülya Hanım'da elinde paketlerle eve geri dönmüştü. Gördüğü manzara da şaşılmayacak gibi değildi. Yani şimdi durumu ona da anlatmak gerekiyordu. Mete Bey eşini mutfağa alıp durum hakkında bilgilendirirken Şebnem de beklemekten yorulmuş başını Kerem'in sağlam koluna yaslayarak uyuklamaya başlamıştı.

"Kerem..."

"Ne oldu Fiko?"

"Şimdi ne olacak? Bu kızı sonsuza kadar burada tutamayız"

Haklıydı. Kerem keyifsizce "Biliyorum" dedikten sonra omzunda huzurlu bir şekilde uyuyan Şebnem'e bakarak "Yarın nikah için neler gerekliymiş gider onları öğrenirim sonra da Şebnem ile konuşup onu ikna etmeye çalışırım" deyince Fiko da dayanamayıp "İkna etmeye mi çalışırsın?" diye sordu. Kerem ne olmuş der gibi bakarken Fiko Şebnem'i göstererek "Sen daha ağzını bile açmadan eveti basar bu sarı çıyan Kerem seni havada yakalar o havada!" deyiverdi. Ah! Laf söyledi balkabağı! Kerem sert bir şekilde "Fikooo!" diye bağırınca Şebnem korkarak uyanıp "Ne oluyor ya! Buldular mı bizi yoksa?" dedi. Kızın da aklı oynadı durduk yere!

Kerem onun başını tekrardan omzuna yaslayıp "Bir şey yok sadece konuşuyorduk. Hadi sen uyumaya devam et" deyince Şebnem de doğal olarak ne konuştuklarını sordu. İki arkadaş şaibeli gözlerle birbirlerine bakıyordu ve bu da Şebnem'i huylandırmaya yetiyordu. İkisinden de ses çıkmayınca dudağını büzüp "Beni geri götürmeyi düşünmüyorsunuz değil mi?" deyince Kerem onun o masum haline bakıp "Tabii ki hayır" dedi ama Fiko köşesine sokulup kollarını kavuşturarak "Bence hiç fena fikir değil. Eve götürmeye de gerek yok yakınlardaki bir caminin önüne bıraksak kâfidir!" deyiverdi. Bu Fiko da bir garip! Hem her seferinde kızı kurtarmaya yardım ediyor hem de işler düzelince vır vır söyleniyor. Bakalım aslında Şebnem'i çoktan benimsediğini ne zaman kabul edecek.

Mete Bey ve Hülya Hanım salona geri döndükten sonra yemek hazırlığı başlamıştı. Beyler salonda otururken Şebnem'de Hülya Hanım'a yardım edip birlikte sofrayı kuruyorlardı. Ee! Nurten Hanım'ın yanında da bu konuda az staj yapmamıştı hani. Salona her girişinde de Kerem ile göz göze gelip utangaç bir tavırla tatlı tatlı bakışıyorlardı. Bu da Fiko'nun gözlerini devirmesine yol açıyordu. Ama bu bakışmalara alışması gerek çünkü arkadaşı gönlünü öyle ya da böyle bu çılgın kıza kaptırmış gözüküyordu. Aksilik bu ya Kerem ile Şebnem bir türlü baş başa kalıp sakince konuşamamıştı. Sonuçta Kerem onu öpmüştü ve Şebnem bu öpücüğün ne anlama geldiğini onun ağzından da duymak için sabırsızlanıyordu.

Sofra hazır olunca hepsi aynı masada toplanmış hoş bir sohbet eşliğinde yemeklerini yemişlerdi. Mete Bey ve Hülya Hanım da iyi insanlara benziyorlardı. Kendilerine böylesine garip bir durumdayken yardım ellerini uzattıklarına göre öyle de olmalılardı.

Yatılacak yerlerde ayarlanınca Mete Bey ve Hülya Hanım odalarına Şebnem'de tek başına Eda'nın geldikçe kaldığı odaya geçti. Fiko ile Kerem ise salondaki koltuklarda karşılıklı olarak yatıyordu. Fiko daha başını yastığa koyar koymaz uyusa da aynı şey Kerem için geçerli değildi. Düşünmekten gözüne uyku girmiyordu. Acaba onların ardından neler yaşanmıştı. Aslı ile konuştuklarında herhangi bir sorun olmadığını öğrenmişti ama yine de biraz huzursuzdu.

Melis ile de haberleşememişlerdi ama onu zaten bu kaçma olayına da alenen dahil etmemişlerdi. Yani kimse onu yardımcı olduğu için sıkıştırıp suçlayamazdı. Yine de Kerem tedirgin olmuştu tabii. Bir an önce bu kaçma yakalanma olaylarına nokta koymak için o imzaları atmaları gerekiyordu. Nikah işini nasıl halledeceklerini düşünürken aklına gelen bir düşünceyle yerinden fırlayıp tedirgin adımlarla Şebnem'in kaldığı odanın önüne doğru geldi. Bu kızın nüfus cüzdanı yanlarında mıydı ki?

Kerem kapıyı tıklatsam mı yoksa tıklatmasam mı arasında gidip geldikten sonra soracağı şey çok önemli olunca dayanamayıp yavaşça Şebnem'in kapısını çaldı. Neyse ki Şebnem'de aynı onun gibi uyumamış odanın içinde dört dönüyordu. Herhalde Kerem'in omzunda kısa süreli bir şekerleme yapınca uykusu sizlere ömür olmuştu.

Şebnem gelen tık tık sesini duyunca önce boş bulunup irkilse de hemen toparlanıp açmak için kapıya doğru yaklaştı. Kerem biri görür diye diken üstünde gibi durup "Hadi Şebnem hadi!" diyerek bir an önce kapıyı açmasını bekliyordu. Şebnem kapı kolunu tutup yavaşça açtığında karşısında Kerem'i bulunca şaşırarak "Gecenin bu saatinde ne oldu Kerem?" diye sordu. Doğru diyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kerem birinin görme olasılığına karşı etrafını kontrol edip Şebnem'e de "Biraz konuşabilir miyiz?" diye sorunca Şebnem ne diyeceğini şaşırıp yüzüne boş boş bakmaya başladı. Ne konuşacaktı ki bu saatte? Aaa! Belki de şu ansızın ortaya çıkan busenin açıklaması için gelmişti. Olur mu olurdu valla.

Şebnem kenara çekilip "Tabii gelsene" deyince Kerem de çekinerek içeriye girdi. Odaya şöyle bir göz gezdirip yerde açık bir halde duran çantaya bakarak "Kusura bakma böyle bir anda habersizce geldim. Uyumuyordun değil mi?" diye sordu. Şebnem onu kolundan tutup yatağa oturttuktan sonra çantayı kenara çekerek "Hayır uykum bir türlü gelmedi ben de kendi kendime vakit geçiriyordum" deyince komodinin üzerindeki kağıda bakan Kerem de gülümseyerek "Sıkıntıdan ilişki testi mi çözüyordun?" diye sordu. O kağıt Şebnem'in evdeyken çözdüğü ama sonucuna bakamaya fırsat bulamadığı test kağıdıydı. Şimdi Kerem onu görünce telaşlanıp kağıdı hemen eline alarak arkasında sakladıktan sonra "Vakit geçsin diye bakıyordum yoksa bir şey için değil" deyiverdi. Bu cevap Kerem'in merakını tabii ki gidermemişti.

"Sonuç ne çıktı peki?"

"Henüz bakmadım"

"Tamam o halde şimdi bak"

"Olmaz"

"Neden olmaz?"

Neden? Çünkü Şebnem seçtiği şıkları daire içine almak yerine yanına "K" harfi yazarak işaretlemişti de ondan. Şimdi Kerem'in bunu görmesi onun açısından pek de hoş olmazdı sanki. Önce o neden Şebnem'i öptüğünü açıklasın sonra Şebnem ona kağıdı da gösterir sonucu da söylerdi. Tabii uyumlu olduklarına dair iç açıcı bir sonuç çıktıysa. Şimdi durduk yere yollarına taş koymanın bir anlamı yoktu.

Şebnem garip bir yüz ifadesiyle arkasında tuttuğu kağıdı çaktırmamaya çalışarak buruştururken "Bu kızlara göre bir test Kerem senlik bir şey değil" deyince Kerem halinden şüphelenip kağıdı almak için bir hamle yaptı. Aynı Samet'in stüdyosunda yaşanan CD kaçıştırması gibi şimdi de bir kağıt parçasının itişip kakışması yaşanmaya başlamıştı. Şebnem vermemekte direniyor Kerem ise orada kendisiyle ilgili bir şeyler bulabileceği için kağıda ulaşmaya çalışıyordu. Sonuçta Şebnem'in bu testi Okan'ın aşkından öldüğü için çözmediği belliydi.

Kerem tam kağıdı alacakken Şebnem yastığı kapıp başına bir tane patlatınca ikisi de olduğu yerde hareketsizce kaldı. Eyvahlar olsun! Kerem kafasına inen sert darbeden sonra korkutucu bir şekilde Şebnem'e bakıp onun tırsarak dudağını ısırmasıyla da "Sakın bana affedersin Kerem deme!" diyerek elindeki kağıda asıldı.

O itiş kakış sırasında kağıdı kaptırmama telaşına giren Şebnem kendisini bir anda yatağa yapışmış olarak bulunca gözlerini kocaman açıp kıpırdamadan olduğu yerde kalmıştı. Kerem de testi göreceğim derdine kızın kollarını ve bacaklarını kıstırmış tam tepesinde durarak ona bakıyordu. Bu tuhaf durum sonrası aralarında çıt çıkmıyordu ama kağıdı da bırakmaya niyetli değil gibiydiler.

Şebnem'in kalbi de Kerem ile göz göze gelince hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. Odundu öküzdü dangalaktı derken belli ki bayağı abayı yakmıştı çocuğa. Kerem de gözlerini onun üzerinden ayıramıyordu. Kısacık bir an öylece kaldıktan sonra Şebnem merakına yenilip konu dışına çıkarak "Neden beni öptün Kerem?" diye sordu. Kerem bir şeyler söylemek istercesine dudaklarını oynatıyordu ama bir türlü sebebini ona açıkça söyleyemiyordu. Halbuki söyle de ikinizde rahatlayın ama Kerem için zor işlerdi bunlar.

Şebnem suskun kalmasına içerleyip dudağını büzerek "Sakın çok konuşuyordun sus diye öptüm deme" deyince Kerem'de serbest kalan kağıdı alıp kenara çekildi. Niye böyle yapıyordu ki? Halbuki kızın sorusu çok netti. Bul bir masa vur elini "Seni sevdiğimi anladım ondan öptüm" de arkadaş gören de pısırık bir adam zanneder! İşine gelince kıza bas bas bağırmayı biliyor bir kere de güzel bir sebepten açsın o mübarek ağzını!

Kerem arkası dönük bir halde elindeki kağıda bakarak sessizce otururken Şebnem'de doğrulup yanına oturdu ve ellerini bacaklarının altına alıp tırsık tırsık yan gözle Kerem'e bakmaya başladı. Onda bir haller vardı ama Şebnem ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Belki de kendisini öptüğü için pişman olmuştu. Keşke yapmasaydım şimdi bu deli kız başıma kalacak diye mi düşünüyordu acaba?

Kerem'in o öpücüğün manasını söylemeye yanaşmaması Şebnem'in hayal kırıklığına uğramasına yol açmıştı ancak buna rağmen bu yakınlaşmanın aralarında sorun olmasını istemediği için elini omzuna koyup "Boş ver Kerem sormadım farzet saçma sapan bir şeydi zaten. Sonuçta durum da ortada tabanları yağlamış kaçıyorduk yani kriz anında insan ne yaptığını bilemez değil mi?" dedi. Ağzı böyle söylüyordu ama içinden ne olur aksini söyle Kerem diye geçirmeden de edemiyordu. Ne olurdu sanki hayır Şebnem saçma sapan bir şey değildi dese?

Kerem onun söylediklerini dinledikten sonra birkaç saniye daha sessiz kalıp sonra da çok ciddi bir ifadeyle "İlişkiniz ümit vaat ediyor. Ancak karşılıklı olarak biraz daha çaba harcamanızı öneririz. Belki de yeni tanıştığınız için alışma dönemi içerisindesinizdir. Ama sakın korkmayın. Birbirinizi tanımaya başladıkça ilişkiniz de güzelleşecektir. Bu dönemde hislerinize güvenin ve karşınıza çıkan aşktan asla vazgeçmeyin" dedi. Kerem durgun bir ifadeyle şıkların kenarındaki "K" harflerine bakarken Şebnem'de şaşkın şaşkın ona bakıp ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu.

"Kerem..."

"Efendim?"

"Bu da neydi?"

"Çözdüğün testin sonucu"

Şebnem hâlâ boş boş bakıyordu. Kerem kağıdı katlayıp cebine koyduktan sonra Şebnem'e dönerek gözlerini yüzünde hoş bir şekilde gezdirirken bir yandan da "Nüfus cüzdanın yanında mı Şebnem?" diye sordu. Nüfus cüzdanı mı? Ne alaka ya! Şebnem onun bakışlarında kaybolurken bir anda gelen bu soru karşısında fena afallamıştı ama hemen toparlanıp "Neden soruyorsun Kerem?" dedi. Kerem'den gelen "Çabalıyorum hislerime güveniyorum ve vazgeçmiyorum" cevabı gerçekten de onlar adına umut vaat ediyordu. Ancak Şebnem'in bunun gerçek manasını anlaması için jetonunun takılmadan da düşmesi lazımdı. He! Bir de Kerem'in o kimliği nikah başvurusu yapmak için istediğini bilmesi gerekiyordu tabii.


udklukuk.gif


Heyecandan Kerem'in sözlerinden ne anlaması gerektiğini bir türlü çözemeyen Şebnem gözlerini onun gözlerinde gezdirirken aldığı anlık bir elektrik sonrası tebessüm etmişti. Kerem belki açıkça konuşmuyordu ama seçtiği kelimelerle karşısındaki kişiye ben vazgeçmiyorum sen de geçme hissini çok iyi yansıtıyordu. İkisi de birbirlerine bakarken Kerem nüfus kağıdına bakmasını hatırlatınca Şebnem hemen ayağa kalkıp çantasının içini kontrol etmeye başladı. Ama bir sorun var sanki. Tüm çantayı boşaltıp bütün bölmelerini kontrol etse de nüfus kağıdını bulamıyordu. Halbuki Kerem ve diğerleri aralarında anlaşmışlardı ve kızların olduğu ekip o kargaşa da bununla da ilgilenecekti. Her şeyi dört dörtlük yapıp en önemli şeyi yani kızın nüfus cüzdanını nasıl almazlar!

"Kerem bir türlü bulamıyorum"

"Ne?"

"Yok! Her yere baktım ama burada değil. Aldığınıza emin misin?"

Kerem yerinden kalkıp çantayı bir kez de kendisi kontrol etti ama gerçekten yoktu. Ya almayı unutmuşlardı ya da almış ama çantaya koymamışlardı. Kerem odadan hızla çıkarak salona giderken Şebnem'de telaşla peşine takılıp Fiko'yu uyandıracağını anlayınca da "Dur Kerem! Uyuyan fındık faresini uyandırma canımıza okur valla! Yarın sorarsın" dedi. Tamam da Kerem'in yarını bekleyecek durumu yok gibiydi.

Yanına gittiği Fiko'yu dürtüp "Fiko kalk! Fiko!!!" derken refleksle yattığı yerden sıçrayan Fiko da ne olduğunu anlayamayıp yakasına yapışarak "Canıma mı kastettiniz! İnsan böyle mi uyandırılır?" diye bağırdı. Sesi içeriye gitmesin diye Şebnem eliyle ağzını kapatınca Fiko da fırsat bu fırsat diyerekten kızın elini sertçe ısırıp "Çek elini üzerimden Chucky'nin gelini!" deyiverdi. Neyse ki bu sahnenin ne olacağını önceden anlayan Kerem de Fiko'nun ısırma hamlesini hisseder hissetmez çığlık atmasın diye Şebnem'in ağzını kapatmıştı. Bir kere de aksiyon yaratmadan bir iş yapsınlar dişini kırmayan Kerem değildi yahu!

"Yaygara yapmayın!"

"Gecenin köründe ne oldu da bu gülyabani ile tepeme dikildin Kerem?"

"Bana bakın Fiko Bey burada bir gülyabani varsa o da sizsiniz attırmayın tepemi valla hiç üşenmem ağzınızdan girer burnunuzdan çıkarım!"

"Yakışır! Anca oradan çıkarsın zaten"

Şebnem ile Fiko koltuk tepesinde burun buruna gelip restleşirken Kerem "Kesin şunu!" deyip ikisinin arasına girerek ayrılmalarını sağladı. İkisi de bakışlarıyla adeta bir diğerini didik didik edip parçalarını da havaya savuruyor gibi bakışıyordu. Ama şimdi daha önemli bir sorunları vardı. Şebnem'in akibeti o kimliğin ellerinde olmasına bağlıydı.

Fiko ile konuştuktan sonra önce Samet'i sonra da Aslı'yı arayan Kerem nüfus kağıdının onlarda da olmadığını öğrenince küplere binmişti. Tek sormadıkları kişi de Melis kalmıştı. Nasıl böyle basit bir hata yaparlardı inanılır gibi değildi. O kadar da ön hazırlık yapmışlardı. Kerem salonda dört dönerken Şebnem'de arkadaşını arayıp hem evdekilerden bir haber var mı diye sormuş hem de kimliğinin kendisinde olup olmadığını sormuştu. Neyse ki sonunda güzel bir haber gelmişti çünkü Şebnem'in nüfus cüzdanı o kargaşada onu çaktırmadan alıp kaçmayı başaran Melis'in ellerindeydi.

"Tamam tamam sorun yok Melis kimlik bende diyor!"

Bunu duyunca Kerem çok rahatlamıştı. En azından ulaşabilecekleri birinin elindeydi. Ya Okan'da ya da Zuhal Hanım'da olsaydı ne olacaktı? O zaman işleri gerçekten çok zorlaşırdı. Kerem telefonu aldıktan sonra Melis'e yarın sabah erkenden buluşmak istediğini söyleyip onun da kabul etmesiyle telefonu kapattı. Şimdi huzurlu bir uyku uyuyabilirdi işte. Yarın sabah erkenden bu işi halledip sonra da nikah için neler yapılması gerektiğini öğrenir döner dönmez de Şebnem'e bu düşüncesinden bahsedebilirdi. Evet böyle yapacaktı ve birkaç gün içinde de bu kaçmalı saklanmalı işlere bir son verecekti.


•●●ERTESİ GÜN·٠•●●•٠·˙

"Şebnem... Şebnem uyan!"

Şebnem sabahın çok erken bir saatinde Kerem'in seslenişleriyle gözlerini aralamıştı. Bir anda onu karşısında görünce de yattığı yerden hızla doğrulup telaşlı bir şekilde "Gidiyor musun?" diye sordu. Aslında yanından ayrılmasını hiç istemiyordu. Geçen sefer gittiğinde ardından neler olduğu ortadaydı. Kerem onun endişeli gözlerine bakıp "Merak etme hemen döneceğim" deyince Şebnem içindeki huzursuzluk yüzünden kendisine hakim olamayıp bir anda boynuna sıkıca sarılarak "Kerem sen kal ne olur! Melis'in yanına da Fiko Bey gitsin" deyiverdi. Pat diye sarıldığında Kerem hiçbir şey diyemeden olduğu yerde kalmış Şebnem'in o sapsarı saçları da sarılırken yüzüne değince gözlerini kapatıp istemsizce kokusunu içine çekmişti.

"Endişelenme Şebnem birkaç saate varmadan geri dönerim"

"Birkaç saat mi? Bir saat bile benim için çok uzun bir süre Kerem beklerken ölürüm meraktan! Fiko Bey'de artık kınasını karıştırmaya başlar herhalde"

"Bir şey olmayacak ki sadece Melis'in yanına birkaç dakikalığına uğrayıp kimliğini alacağım o kadar. Geri kalan sürede gidiş dönüşüm için yolda geçecek boşuna telaşlanıyorsun"

"Kerem ne olur dinle beni sen gitme oraya"

Şebnem'in bunu yalvarır gibi söylemesinin ardından Kerem "Şebnem bak bana" dedikten sonra onun yüzünü ellerinin arasına alarak "Bana bak!" dedi. Şebnem'in sesinin titremesinin yanı sıra gözleri de doldu dolacak haldeydi. Onca yaşananlardan sonra ona hak vermemek de elde değildi. Ne zaman birbirlerinden ayrı bir yere gitseler başlarına olmadık işler geliyordu. Ya yine öyle olursa?

Kerem derin bir nefes alıp güven veren bir ifadeyle de Şebnem'in gözlerine bakarak "Geri döndüğümde bunların hepsine bir son vereceğiz. Artık kaçmak ya da saklanmak zorunda kalmayacaksın. Kimse hayatını nasıl yaşaman gerektiğine karışamayacak. Duydun mu beni?" dediğinde Şebnem söylediklerini düşüp "Bu nasıl olacak Kerem?" diye sordu. Kerem bir şeyleri tam olarak kesinleştirmeden Şebnem'e aklındakilerden bahsetmek istemiyordu. Döndüğünde daha kesin konuşabilirdi. Ama şimdi olmazdı.

Kerem ellerini tutup "Döndüğüm zaman uzun uzun konuşuruz. Sen sadece bana güven tamam mı?" dediğinde bir süre onun kendisine dönmüş olan bakışlarını izleyen Şebnem'de ne kadar korksa da yine de ona güvenmeyi seçip başını olumlu anlamda salladıktan sonra "Peki... Ama kendine çok dikkat et olur mu?" dedi.


dtsdtbn.gif


Kerem bu konuşmanın ardından Melis ile buluşmak için evden ayrılmış Şebnem'de huzursuz bir halde pencereden onun gidişini izlemek zorunda kalmıştı. Niye böyle olduğunu bilmiyordu ama kötü bir şey olacağını hissetmişti sanki. Kerem ise arabaya atladığı gibi buluşma mekanına doğru yol almıştı. Gözünün önünden Şebnem'in görüntüsü silinmiyordu. Kendisi için bu kadar endişelenmesi bir yandan Kerem'i üzmüş bir yandan da belli belirsiz tebessüm etmesine yol açmıştı. Hissettiklerinin karşılığını alacağını düşünmek Kerem'i daha da güçlendiriyordu sanki. Geri geldiğinde Şebnem ile konuşurken artık çok daha açık ve her sorusuna verecek bir cevabı olabilecekti.

Kerem düşünceli bir ifadeyle tüm dikkatini yola verirken telefonu çalmaya başlamıştı. Arayan Melis olunca da hemen açıp "Gelmek üzereyim Melis" dedi ama bir sorun vardı. Gözü park halindeki araçlardan birinin plakasına takıldığı için yavaşlamıştı ve aynı anda Melis'de telaşlı bir ses tonuyla "Kerem sakın oraya gitme! Nasıl oldu bilmiyorum ama Okan adamlarını göndermiş seni görürlerse çok kötü olur" deyince bu konudaki düşüncesinde yanılmadığını da çok net bir şekilde anlamıştı.

Plakası tanıdık gelen arabayı Çetiner malikanesinin önünde de görmüştü. Kahretsin! Kerem bu durum karşısında yüzünü ekşitirken telefonuna bir mesaj geldi. Melis'in telefonundan gelen bir mesajdı ve oradan ayrılıp verdiği adrese gitmesi söyleniyordu. Burası güvenli olmadığı için Kerem istikametini Melis'in verdiği yeni buluşma noktasına doğru değiştirmek zorunda kalmıştı. Birkaç dakika geç aramış olsaydı her şey berbat olacakmış demek ki.

Kerem uzunca bir yol gittikten sonra nihayet söylenen yere gelip aracını park etmişti ama ne biçim bir yerdi burası resmen in cin top oynuyordu. Telefonunu yanına alıp arabasından indikten sonra Melis'i arayarak yürümeye başladı. Birkaç çalışın ardından da telefon açıldı ve Melis üzerinde 129 yazan deponun önüne gelmesini istedi. Kerem ona geleceğini söylüyordu ama bir yandan da neden kendisini çağırmak yerine yanına gelmediğini düşünüp kuşkulanmıştı. Ayrıca neden burasını seçmişti ki?

"Melis beni neden buraya çağırdın?"

"En güvenilir yer burası gibi geldi"

"Sen böyle ıssız yerleri nereden bilebilirsin ki?"

"Bu depo babamlara ait"

"Babanlara mı?"

"Evet"

"Sen orada tek başına mısın Melis?"

"Evet tekim Kerem"

"Konuşamıyorsun"

"Hayır ne alakası var? Sadece bir an önce şu işi halledelim de Şebnem rahatlasın istiyorum"

"Melis konuşamadığını anlayabiliyorum. Eğer yanında Okan ya da adamlarından biri varsa belli etmeden bana hadi çabuk gel bekliyorum de böylece seni oradan çıkarmanın bir yolunu ararım"

Kerem sözleri biter bitmez Melis'in "Boşuna telaşlanıyorsun Kerem" demesiyle rahat bir nefes almıştı. Bu adamla uğraşırken paranoyak olup çıkacaktı ama yine de tedbirli olmakta fayda vardı tabii. Telefonu "O halde bekle geliyorum" diyerek kapattıktan sonra bahsi geçen deponun önüne gelip etrafı ne olur ne olmaz diye kontrol ederek içeriye girdi.

İçerisi kapkaranlıktı ve sadece kirli camların yansıttığı kadar ışık girebiliyordu. Ağır adımlarla Melis'e seslenerek yürürken aniden arka bacaklarına gelen sopa darbesiyle yere kapaklandı. Tuzaktı bu! Ellerinden güç alarak başını kaldırdığında kolundan sertçe çekiştirdiği Melis ile ortaya çıkan Okan sinir bozucu bir bakışla "Şimdi kibarlık etmek için sana hoş geldin diyeceğim ama burada oluşun pek de hoş olmayacak Kerem" dedi. Tam o sırada Okan'ın adamı Kerem'in karnına onu iki büklüm edecek şekilde bir tekme vurmuş deponun içi de Melis'in "Yapmayın!" çığlıklarıyla yankılanmıştı.

"Engin!"

"Buyurun Okan Bey"

"Melis Hanım'ı sağ salim evine ulaştırın. Onunla işimiz kalmadı"

"Emredersiniz efendim"

"Şu uyku bandını alın da misafirimiz yolda giderken yine gözlerini dinlendirsin. Konfor önemlidir değil mi?"

Melis ağlamaktan kan çanağına dönmüş olan gözleriyle Kerem'e bakıp "Özür dilerim Kerem telefonun hoparlörü açıktı seni uyaramadım" derken adamlardan biri de gelip bulundukları yerin neresi olduğunu anlamasın diye bantla gözlerini kapattı. Melis depodan çıkarılırken Okan da Kerem'e yaklaşmış ve adamlarına onu kaldırmalarını söyleyip suratına peş peşe yumruklar savurmaya başlamıştı. Yüreği varsa adamları olmadan çıksaydı ya Kerem'in karşısına! Ama yok nerede Okan'da o yürek!

Melis ise her yumruk ve tekme sesinde "Yeter vurmayın artık!" diye bağırıp adamların kendisini bırakması için kollarını çekiştirip duruyordu ama gücü yetmediği için depodan çıkarılıp çoktan arabaya bindirilmişti bile.

İçeride ise işler bayağı kötüydü. İki kişinin kollarından tuttuğu Kerem sert bir şekilde Okan'dan yediği yumruklarla dayanamayıp dizlerinin üstüne düşmüştü. Bu görüntü sonrası Okan adamlarına alaycı bir tonlamayla "Kerem Bey'i bırakabilirsiniz ne de olsa misafirimiz sayılır. İlk günden fazla sarsmayalım değil mi?" dedikten sonra adamların geri çekilmesini bekleyip Kerem'in yanına geldi ve eğilip dağılmış suratına bakarak "Düğünümden gelinimi kaçırmanın bir bedeli olabileceğini az çok tahmin etmiştin herhalde" dedi.

Kerem kan dolan ağzını Okan'ın ayakkabısına tükürerek temizleyip "Yapabileceğin en iyi şey bu mu?" diye sorunca Okan sinirlense de sakin kalmaya çalışıp "Aslına bakarsan en iyisini Şebnem'in buraya geldiği ana saklıyorum. Müstakbel eşimin önümde diz çöküp kendisini affetmem için yalvarmasını izlemek çok dramatik olacak ama ona evleneceği adama bir daha yanlış yapmaması gerektiğini hoşuna gitse de gitmese de bir şekilde öğretmem gerekiyor" dedi. Kerem kendisini kullanarak Şebnem'i yanına çekeceğini anladığı için resmen barut olmuştu. Şebnem normalde bu adamın yanına bile yaklaşmazdı ama şimdi Kerem'i bıraksın diye gözünü bile kırpmadan Okan'a boyun eğebilecek durumdaydı.

Kerem muhtemelen çatlamış olan kaburgalarını tutup sinir içinde "Şebnem'in saçının teline dokunursan seni çok pişman ederim Okan!" diye bağırırken gülmeye başlayan Okan'da bir yandan "Üzgünüm ama şu an seni ciddiye alabileceğim bir konumda değilsin Günsür" deyip bir yandan da adamlarına Kerem'i bağlamalarını işaret etti.

Kerem ve adamların arasında yaşanan ciddi bir itiş kakışın ardından Kerem bir köşeye oturtulup zar zor elleri bağlanmıştı. Okan ise kendisine nefretle bakan Kerem'e yere düşen telefonunu alaycı bir tavırla sallayarak "Benimkinin şarjı bitmek üzere umarım senin telefonunu kullanmamda bir sakınca yoktur. Gidip sevgili nişanlımı arayayım istiyorum. Bakalım seni salmam karşılığında yanıma geri dönmeyi kabul edecek mi?" dedi ve Kerem'in sessizce "Sakın gelme Şebnem!" demesi eşliğinde deponun sürgülü demir kapısını üstlerine çekti.

gjıxtjıyh.gif


•●●·٠•●●•٠·˙

Yorumlarınızı bu sayfaya veya verdiğim linkten yorum sayfama yapabilirsiniz ;)
nk83'ün Hikayelerine Yorumlarınız

 
Son düzenleme:

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst