Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
"Planı son kez anlatıyorum. Hepiniz dinliyor musunuz?"
"Devam et Kerem kulağımız sende"
"İlk grupta olan Şirin ve Aslı ne olur ne olmaz diye nikah memurunun mekana gelmesini engelleyecek. İkinci grup yani Samet ve Ümit servis elemanlarının arasına kaynayıp çevreyi gözleyecek ve aynı zamanda yapabiliyorlarsa Şebnem'in yanına gidip onu olacaklardan haber edecek. Üçüncü ekip ise..."
"Yani sen ve ben. İkimiz sahneye en son çıkıp noktayı koyuyoruz Kerem"
"Aynen öyle Fiko ama Şebnem gözüktüğü anda her şey çok hızlı cereyan etmek zorunda. Ben onu aldığımda mümkün olan en çabuk şekilde oradan çıkmamız lazım. Bu konuda desteğiniz çok önemli"
"Benim bu konuda endişelerim var Kerem oradan çıkışınız hiç de kolay olmayacaktır"
"Biliyorum Fiko"
Kız kaçırma timi pürdikkat Kerem'i dinlerken Fiko arkadaşının "Yapacağımız şeyi Amerikan futbolu gibi düşünün. Ben topu alıp hedefe doğru hızla koşarken siz de bana engel olmaya çalışan herkesin üzerine atlayarak onları durduracaksınız" demesiyle bir kahkaha patlatıp "Sırf bu plandaki yerini yüzüne vurmak için bile o Şebnem çıyanını kaçırırım" deyiverdi. Tabii bu kahkaha Kerem'in ters ters bakışıyla son bulmuştu. Yanında Şirin olduğu için Fiko'ya laf da edemiyordu ama iki arkadaş bakışlarıyla da anlaşacak durumda oldukları için Fiko aslında Kerem'in o bakışının altındaki alt metni çok iyi okuyabilmişti.
Onlar gelini kaçırma planlarını tekrar edip yola çıkarken Şebnem'de bir yandan annesi ve Okan'ın nikah hazırlıklarıyla alakalı konuşmalarını dinliyor bir yandan da yatağında her şeyin bittiğini düşünerek ağlıyordu.
Şebnem bu kazuletten kurtulamayacaktı galiba. Ne ailesi ne de Okan onu zerre kadar umursamıyor sadece bugün gerçekleşecek olan nikahın detaylarıyla ilgilenip bir aksilik çıkmaması için önlemler alıyorlardı. Kerem ile konuşamadığı için de şu an onların ne yaptıklarını da bilmiyordu ve bu canını daha da çok sıkıyordu.
Bir süre sonra konuşmalar kesilmişti. Okan hazırlanmak için evine giderken Şebnem'in kapısı açılmış ve Zuhal Hanım içeriye girip kızını ağlarken bulunca ellerini beline koyup tek kaşı havada bir şekilde "Hâlâ mı ağlıyorsun sen? Gözaltların şişecek hadi kalk daha saçını ve makyajını yapacaklar!" demişti. Şebnem o adamla evlenmek istemediğini haykırarak ağlıyordu ama ne yazık ki fayda etmiyordu.
"Şebnem sana hemen kalk diyorum! Şimdi baban da gelecek seni bu halde görürse neler olur düşünebiliyor musun?"
"Ne olursa olsun umurumda bile değil! Ben Kerem ile konuşmak istiyorum"
"O saygısızı bir daha görebileceğini sanıyorsan çok yanılıyorsun kızım!"
"Kerem saygısız biri değil!"
"Öyle mi? Bana yaptığı terbiyesizlik neydi o zaman?"
"Her ne yaptıysa hak ettiğinize adım gibi eminim hatta terbiyesinden az bile yapmıştır!"
"Şebnem beni sinirlendirme! Şimdi içeriye gidiyorum yüzünü yıka ve hemen arkamdan gel yoksa karışmam!"
Zuhal Hanım diyeceğini deyip kapıyı vurup çıkarken Şebnem de annesinin ardından ağlayarak odada ne var ne yoksa sinirden yerlere savurmuştu. Saatte ilerliyordu ve zaman resmen Şebnem'in aleyhine işliyordu. Tabii bu onun tarafından bakınca öyleydi. Kız kaçırma timi bu sefer hata kabul etmeyecek şekilde gayet güzel donanımlanmıştı. O kızı oradan alıp kaçıracaklardı başka yolu yoktu. Keşke bunu Şebnem'de bilseydi de içi rahat edebilseydi.
•●●·٠•●●•٠·˙
Nikahın kıyılacağı şık mekanın bahçesi büyük bir hızla düzenlenirken Şebnem'in de saçı ve makyajı yapılmaya başlamıştı. Tabii babasının gelişi de Şebnem'in ağzına bir fermuar çekmişti. Fikret Bey evdeyken öyle bağırıp çağırmak pek kolay değildi. Tek sorun makyajı yapılırken Şebnem'in ağlamayı sürdürmesi ve bu yüzden de sık sık Zuhal Hanım'dan azar işitmesi oluyordu. İyi de gözyaşlarını engelleyemiyordu ki hiç durmadan peşi sıra akıp gidiyorlardı. Keşke Melis gelmiş olsaydı ama belli ki o da karantina bölgesinin dışında kalanlardandı.
Şebnem'in hazırlıkları son hız sürerken Melis'in yönlendirmesiyle nikahın yapılacağı mekanın yakınlarına gelen Kerem'de olduğu yerde duramıyordu. Nasıl dursun? Tam karşısında Şebnem ile Okan için hazırlanan nikah masası düzenleniyor üzeri bembeyaz çiçeklerle bezenmiş kristal taşlı gelin yolu onların içeriye kol kola girişi için büyük bir özenle süsleniyordu. Belki Şebnem o süslü püslü yoldan Okan ile birlikte girecekti ama sanmasınlar ki çıkışı yine onun kollarında olacaktı. Kerem daha şimdiden oradan nasıl koşarak uzaklaştıklarını görür gibiydi.
"Kerem..."
"Melis sen ne zaman geldin?"
"Az önce geldim ama içeriye geçmeden önce size bir bakmak istedim. Son durum ne?"
"Ortada henüz bir durum yok. Bekliyoruz"
"Şebnem ile Okan daha gelmedi mi?"
"Hayır gelmediler. Sen görüşemedin mi?"
"Maalesef Şebnem ile iletişim kurmam yasak"
"Peki onu nerede tuttuklarını bilen kimse yok mu?"
"Hiç kimse bilmiyor. Bugün evlerine gittim ama anne ve babası da yoktu"
"Son dakikaya kadar işi sıkı tutuyorlar ama buraya geldiklerinde aldıkları tüm önlemler yetersiz kalacak"
"Umarım öyle olur. Şebnem bugün o imzayı atmak zorunda kalırsa bir daha onu asla kurtaramayız"
"Atmayacak merak etme"
"Bu konuda size güveniyorum"
"Melis..."
"Efendim Kerem?"
"Mekan konusunda bir aldatmaca olmaz değil mi? Yani biz burada beklerken aslında..."
"Hayır endişe etme ben birçok kişiyle görüştüm. Herkesin davetiyesinde adres burası gözüküyor"
Kerem çatık kaşlarıyla hazırlıkları izleyip bir yandan da mekanın çıkış yollarını gözlerken yanında duran Melis bir anda Okan'ın annesini görüp "Ah! İşte Rezzan Hanım'da geldi. Ben gidip çaktırmadan ağzını arayayım. Sizinle haberleşiriz" dedi. Melis yardımcı olması sebebiyle Kerem'in teşekkür etmesinin ardından mekana doğru giderken Ümit ile Samet de garson kıyafetlerini giymiş bir halde yanlarına geldi. Onlar da yavaş yavaş diğer garsonların arasına kaynasa iyi olacaktı çünkü bir anda görünmeleri dikkat çekebilirdi.
İkisi mekanın mutfak bölümüne doğru giderken Kerem arkalarından seslenip onları durdurarak "Bakın bu sefer işi çok ciddi tutuyoruz. Vakit kaybetmek yok. Şebnem göründüğü anda onu almaya gideceğim. Sizler de dikkatinizi bozmayıp bize siper olabilecek bölgelerde yerinizi alır olur mu?" dedi. Ümit merak etmemesini söyledikten sonra Samet ile giderken Fiko'da ne kadar gerildiğini hissettiği arkadaşının omzuna dokunarak "Biraz sakinleş Kerem" dedi. İyi de çocuğunda elinde değildi ki. Yine bir aksilik olur ve başaramazlar diye çok korkuyordu.
"Şuradan Şebnem ile çıkıp gideyim sonra sakinleşirim Fiko"
•●●Saat 19.00·٠•●●•٠·˙
Hava yavaş yavaş kararıyordu. Önce Fikret Bey ve Zuhal Hanım gelmiş hemen ardından da davetliler yerlerini almaya başlamıştı. Ancak Şebnem ile Okan hâlâ görünürde değildi. Henüz gelmemiş olmaları da Kerem'i endişelendirmişti. Acaba Şebnem gelmemek için direniyor Okan'da onu zorlayarak getirmeye mi çalışıyordu? Bir nevi de öyle olmuştu ama Şebnem kendisine kaçacak yol bulamayınca mecburen direnmeyi bırakmıştı.
Kerem'in Melis ile konuştuğundan ve düğün mekanında olduğundan emin gibiydi. Bu da içini biraz olsun rahatlatıyordu tabii. Belki de tam arabayla giderken yollarını kesip onu arabadan bile alabilirlerdi değil mi? Arabanın camından dışarıyı izlerken keşke şimdi araba dursa ve beni alıp götürseler diye düşünüp kendisini avutuyorken Okan yine düşüncelerine limonunu sıkıverdi.
"Ne düşünüyorsun?"
"Neden umursuyorsun?"
"Şebnem bence artık yeter. Bir an önce kendine gel lütfen"
"Biliyor musun bu konuda haklısın bence de artık kendime gelmeliyim. Durdur arabayı!"
"Ne?"
"Arabayı durdur dedim çünkü seninle şu arabaya bineli daha beş dakika olmasına rağmen boğulmaya başladım bile"
"O halde camı açıp biraz oksijen al"
"Senin olduğun yere oksijen moksijen girmiyor anlamıyor musun?"
Okan camı uygun gördüğü ölçüde aralayıp "Geldiği kadarıyla idare et o zaman" derken ona adeta düşmanı gibi bakan Şebnem de "Nikah memuru seninle evlenmek isteyip istemediğimi sorduğunda ona vereceğim cevabı biliyorsun değil mi?" diye sordu. Okan telefonuna gelen mesaja bakarken bir yandan da yan gözle Şebnem'e bakıp "Biliyorum. Ona evet diyeceksin" dedi. Haaah! Halbuki bu sahneyi rüyasında bile göremezdi!
Şebnem yüzüne gelen duvağını sinek kovalar gibi ittirip "Yanlış cevap! Ona hayır bu kazuletle evlenmeyi kesinlikle reddediyorum diyeceğim. Kendini buna hazırlasan iyi edersin" dediğinde Okan da yüzüne bile bakmadan gayet sakin bir ses tonuyla "Yerinde olsam böyle bir şey yapmayı aklımın ucundan bile geçirmezdim" dedi. Şebnem gözlerini kısarak ona tip tip bakıyordu ama Okan kendi halinde mesaj yazmakla ilgileniyordu.
"Nedenmiş o?"
"Bunu yaptığın takdirde başına neler gelebileceğini tahmin edebilecek kadar zeki bir kız olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum yoksa?"
"Alınma ama başıma senden daha kötü ne gelebilir ki?"
"Bence bu olur da böyle bir aptallık yapmaya karar verirsen diye sürpriz olarak kalsın"
"Aman ne sürpriiiiz ne sürpriiiiz!"
O sırada mekana da giriş yapmışlardı. Şebnem tedirgin gözlerle etrafa bakınırken Okan ona doğru eğilip bileğini sertçe tutarak kendisine bakmasını sağladı ve "Şimdi önemsemiyorsun ama şunu kafana yaz Şebnem! Eğer bugün o masadan hayır diyerek kalkarsan öyle şeyler yaparım ki bir anda kendini önümde diz çökmüş merhamet etmem için bana yalvarırken bulursun" dedikten sonra bileğini bırakıp kapıyı açarak arabadan çıktı. Şebnem bu sözlerden sonra donup kalmıştı. Ne demek istemişti ki bu şimdi?
Yüzü asık bir halde düşüncelere dalmışken aniden kendi tarafındaki kapı açılınca korkarak kendisine elini uzatan Okan'a doğru baktı. Adamın bakışları bile korku saçmaya yetiyordu. Şebnem tedirgin bir halde eli yerine eteklerini tutup araçtan çıkarken Kerem'de ikisini görüp "Hadi Fiko başlıyoruz!" diyerek oldukları yerden mekanın olduğu yere doğru inmeye başladı.
Şebnem koluna girmek zorunda kaldığı Okan ile birlikte gelin yolundan alkışlar eşliğinde geçiyordu. Ürkek gözleri etrafı tararken önce Melis'i sonra da onun çaktırmadan yaptığı işaretle içecek servisi yapan Samet ile Ümit'i gördü. İşte şimdi içi daha da rahatlamıştı. Ama Kerem neredeydi? Şu an o kelaynak kuşunu bile görmeye razıydı ama onlar ortalarda gözükmüyorlardı.
Okan davetliler arasında Kerem'i ya da en azından Fiko'yu görme umuduyla aranan Şebnem'i masaya doğru yönlendirirken anneleri yanlarına gelip "Memur henüz gelmedi. Bir aksilik olmuş olmalı" dedi. Ah işte bu! Memurun yoluna taş konulduğu çok açıktı ve bu da Şebnem'i gülümsetmişti. Bu hâlâ vakit olduğunu gösteriyordu çünkü...
"Aradınız mı peki?"
"Aradık oğlum ama telefonu cevap vermiyor"
Şebnem boş bulunup "Oh oh ne iyi!" deyince üçününde gözleri ne diyor bu dercesine ona doğru dönmüştü. Aslında o kadar da sevinmese iyi olurdu çünkü az önce nikah memuru mekana girmiş arka tarafta bekliyordu. Birazdan onlara da başlamak için hazır olunduğu haberi gelirdi zaten. Kerem ile Fiko'nun gelişi de bu yüzden uzamıştı çünkü memurun ardından Şirin ile Aslı alelacele oraya gelmiş adama daha fazla engel olamadıklarını anlatmaya başlamışlardı. Tamam bu istenmeyen bir şeydi ama yine de sıkıntı yaratacak bir durum yoktu. Baskın basanındır yapmanın zamanı gelmişti.
Kerem göz göze geldiği Fiko'ya "Hazır mısın?" dedikten sonra ondan onay almasıyla birlikte kızları davetlilerin arasına gönderdi. Onlar ayrı bölgelere dağılırken Aslı Ümit'in yanına gidip kulağına "Başlıyoruz" diye fısıldadıktan sonra Samet'in elindeki tabaktan da bir tane kanepe aldı. Kanepe yemek bahane paslanmaz çelikten hazırlanmış süslü kürdan şahaneydi. Aslı onu elinde saklayıp salınarak ön tarafa doğru geçmişti. Acil durum silahını hazır olda tutmak istiyor olmalıydı.
Herkes daha önceden belirledikleri yerlerini alırken Şebnem de Okan tarafından sıkı sıkıya tutulan elini kurtarmak için büyük bir çaba harcıyordu. Ama bu biraz nafile bir çaba gibiydi sanki. Adam yine kıza zamk gibi yapışmıştı!
Ve işte o an! Nereden geldiği belli olmayan güçlü bir ıslığın ardından Samet ile Ümit gelinle damadın yanından geçerken "yanlışlıkla" çarpışmış ve üzerinde şampanya kadehleri bulunan tepsileri Rezzan Hanım ile Zuhal Hanım'ın üzerine boca etmişlerdi. O an doğal olarak bir kaos yaşanmış ve hanımlar elbiselerinin mahvolmasıyla birlikte garsonlara bağırıp üzerlerini temizlemeye çalışmıştı.
Şebnem'in güldüğünü fark eden Okan ise bu işte bir terslik olduğunu düşünüyordu. Tam o sırada Fiko ile Kerem mekana oyuncak fareler salmış Şirin ile Aslı'da yanlarındaki kadınları panikleterek "Fare var!" deyip sandalyelerin üzerine çıkmıştı. Bir anda nikah mekanının ortasında bir kargaşa yaşanmıştı. İstediğin kadar zengin ol istediğin kadar kokoş ol. Bir farenin ayaklarını yerden kesmeyeceği kadın bu dünya üzerinde yoktur herhalde öyle değil mi? Kerem panik ortamını fırsat bilip gelin yolundan koşarak geçerken "Şebnem!" dediğinde bu seslenmeyle aniden ona doğru dönen Şebnem'de gülerek bakıp aynı şekilde ona "Kereeem!" dedi.
O gürültü ve kargaşa arasında Fiko "Hadi çabuk olun!" diye bağırırken Okan'da sese dönüp Kerem'in orada olduğunu görmüştü. Şebnem elini daha da sıkı kavrayan Okan'a aldırmadan yaklaşmaya başlayan Kerem'in "Hadi gidiyoruz!" demesiyle bir atılım yapmış ama bu atılım Okan'ın Şebnem'i bırakmamasıyla son bulmuştu. Ama o da ne? Okan'ın evdeki hesabı çarşıya uyacak gibi değildi.
Arkadan yaklaşan Aslı elindeki demir kürdanı haşırt diye Okan'ın eline batırıp "Şebnem koş!" dediğinde Okan'ın elini refleksle çekmesiyle Şebnem ondan kurtulmuş ve yanına gelen Kerem'in elini tutup seri bir şekilde davetlilerin arasından geçip gitmeye başlamıştı. Onlar koşarken geri kalanlarda tam da konuştukları gibi hem Okan'ı hem de korumaları engellemeye çalışıyordu.
Şebnem bu sefer o süslü gelin yolunu Kerem ile birlikte bir hışımla geçmiş ve geriye sadece saçından çıkarıp havaya savurduğu duvağı kalmıştı. Okan arkalarından gitmek için bağrışan davetlilerin arasından geçerken ileride bekleyen korumaların önüne gelen Kerem'de panikle "Şimdi ne yapacağız?" diye soran Şebnem'e diğer tarafı işaret edip oraya doğru yönlendirmişti.
Araba diğer tarafta kalmıştı ama Fiko onları görüp telefon ederek dosdoğru koşmalarını ve arabayla önlerine çıkacağını söylemişti. Elini çabuk tutsa iyi olurdu çünkü bu halde daha ne kadar koşabilirlerdi belli değildi. Okan'ın adamlarıyla birlikte arkalarından gelip "Şebnem!" diye bağırması yüzünden mecburen yön değiştiren Kerem ağaçlık alana dalıp Şebnem'in "Kerem nereye? Fiko Bey diğer tarafa gidiyor" demesiyle birlikte "Şebnem sadece sus ve koş!" dedi. Şebnem'in o topuklularla koşmaktan ayakları helak olmuştu ama durmaması gerektiğini de biliyordu. Tabi onun sürekli tökezlemesi de Kerem'in dikkatinden kaçmıyordu.
"Şebnem sen iyi misin?"
"Sen ne kadar iyiysen ben de o kadar iyiyim ama bu topuklular beni öldürecek Kerem çıkarmam lazım. Hem yalınayak daha hızlı koşarım gibime geliyor"
"Olmaz ayağına taşlar batar"
"Bir şey olmaz Kerem bu ayakkabılarla canım çok daha fazla acıyor"
Kerem arkasına bakarak koşarken kimseyi göremeyince aniden durup eğilerek "Hadi çıkar o zaman" dedi. Şebnem omuzlarını tutup ondan destek alırken Kerem'de incecik topuklara sahip olan ayakkabıları çıkarıp şok dolu gözlerle "Sen bunlarla ayakta nasıl durabildin Şebnem?" dedi. Niye şaşırıyorsa? Şebnem omuz silkip "Ayakta durmakla da kalmadım Okan'a depar attım depar! Hadi bize yetişmeden gidelim buradan" dediğinde Kerem elindeki ayakkabının tekini şaşırtma olması için yolun üstüne bırakıp Şebnem'i de elinden tuttuğu gibi tam tersi istikamette koşmaya başladı.
O sırada Okan'ı atlattıklarını düşünen Şebnem de adamı soru yağmuruna tutmaya başlamıştı tabii. O yokken ne durumda olduklarından tutun Fiko'nun üzülüp üzülmemesine ve Kerem'in duygu durumuna gönderme yapacak ölçüde bir çok şey sorup duruyordu. Kerem ise dikkatini bozmadan Fiko'nun söylediği yöne doğru koşmalarını sağlamaya çabalıyordu. Şebnem en son gülümseyerek "Kerem gerçekten benden vazgeçmeyi hiç düşünmediniz mi?" diye sordu. Kerem ona cevap verirken bir an bile düşünmemişti.
"Hayır bunu bir ihtimal olarak bile görmedik. Şebnem soru soracağına koş hadi!"
Çenesi fena halde düşen Şebnem onu sıkıştırmayı sürdürüp "Neden peki? Ben başınızın belası değil miydim? Bu benden kurtulmak için elinize geçen çok iyi bir fırsattı çünkü bu saatten sonra başınıza epeyce ekşiyeceğe benziyorum. Özellikle de senin Kerem! Sonuçta senin de herkes kadar bir düzenin var. Gerçi eskiden vardı. Yani ben gelip de yerle bir etmeden önce. Hatta gayet güzel bir düzendi. Ailen dostların işin gücün demode olsa da mis gibi bir evin vardı ve hayatındaki İpek böceği dışındaki her şey yerli yerindeydi. Sahi sen neden beni kurtarmaya çalışıp tekrardan başına sarıyorsun Kerem aklını mı kaçırdın?" deyince onun bu susmak bilmeyen hali yüzünden fenalıklar geçiren Kerem de uzun uzun cevap vermek yerine aniden durmuştu.
Arkasını dönüp gözlerini kendisine saf saf bakan Şebnem'in gözlerinde gezdirdikten sonra bir cesaretle onu kendisine doğru çekip dudaklarına ayaklarını yerden kesecek ölçüde bir öpücük kondurdu. Şimdi anladı mı neyi neden yaptığını? O anlarda Şebnem'in yaşadığı şok anlatılmaz ancak yaşanırdı. Kerem'in bir gün böyle bir şey yapacağı ölse aklına gelmezdi herhalde.
Kerem ise geri çekilip gülümseyerek "Evet bunu yaptığım için aklımı kaçırmış olmalıyım ama bence bunu sorgulamak için hiç de uygun bir an değil" dedikten sonra Şebnem'in şaşkınca "Sen neler diyorsun Kerem?" demesiyle birlikte Okan'ın "Şebnem!" diye bağırdığını duyup "Forrest Gump diyorum! Koş Şebnem kooş!" dedi. Şebnem gözlerini kocaman açıp elinden tutan Kerem'in hızına yetişmeye çalışırken korumalardan biri silahını ateşlemişti.
Şebnem korkudan çığlık atıp kulağını kapatırken arkalarına doğru bakan Kerem de onu korumaya alıp anayola çıkardı. Ah! Nihayet Fiko görünmüştü. Kerem orada olduklarını belli etmek için yola çıkıp elini kaldırırken artık Okan'ın sesi daha da yaklaşmaya başlamıştı. Fiko arabayı önlerine çekip onların tarafındaki kapıyı açtıktan sonra "Bu yüce gönüllülüğümle yaptığım iyiliği sakın unutma sarı çıyan! Bir ay boyunca hizmetimdesin haberin olsun. Canına okuyup bu konuda doktora yapmayı düşünüyorum" dedi. Şebnem de az değildi. Bir yandan Kerem ile birlikte o rahatsız edici gelinliğinin eteklerini toparlamaya çalışıyor bir yandan da arabanın içine doğru bağırıp "Bana bak Papyonlu Penguen kaç gündür ne haldeyim bilmiyorsun! Valla kimin kimin üstünde doktorasını vereceği belli olmaz arada yeni bir husumetlik durum yaratma seninle bir uğraşırım o kafandan dökülen saçlar ummadığın yerlerden çıkar ne yapacağını şaşırırsın!" diyordu. Bu ikisi durumun ciddiyetine uygun davranabilir mi acaba!
"Kesin sesini! Tartışacak başka yer bulamadınız mı?"
Kerem'in bu sert çıkışıyla Şebnem korkarak "Affedersin Kerem" deyince bakışlarını ona doğru döndüren Kerem de bunu onun ağzından bir kez daha duymanın verdiği mutlulukla gülümsemişti. Şebnem bunun manasını anlayamasa da gözlerine bakarak aynı şekilde gülümseyince Fiko'da ikisinin bu haline gözlerini devirip "Aaah kaşıntı tuttu! O söylediğin saçlar bir tarafımda çıkmaya başladı galiba!" deyip dikkatlerini bozdu.
Şebnem sonunda arabaya binmeyi başarırken Kerem de dışarıda kalan etekleri arabaya adeta tıkar gibi sokmaya çalışıyordu. Vakit kaybettikleri açıktı çünkü önce çok yakından Okan'ın durmalarına yönelik bağırışı duyulmuş hemen sonra da korumasının ateşlediği silahın içindeki kurşunlardan biri arabaya denk gelmişti. Hem de tam Kerem'in olduğu yere...
Şebnem korkarak "Bir şey oldu mu Kerem iyi misin?" derken paldır küldür içeriye atlayan Kerem'de Fiko'nun arabayı hareket ettirmesiyle birlikte arkalarından koşan korumalara ve Okan'a bakarak "İyiyim korkma beni ıskalayıp arabaya geldi" dedi. Şebnem bunu duyunca derin bir oh çekip arka cama dönerek çılgına dönen Okan'ı büyük bir keyifle izlemeye başladı. Bu kazuletten kurtulmuştu değil mi? Kurtulmuştu galiba. Artık nikahı da kendi kendisine kıysın musibet!
"Fiko..."
"Ne oldu Kerem?"
"Bizimkilerden haber var mı?"
"Onlar da sizden sonra ellerinden geleni yapıp Samet'in arabasıyla uzaklaştılar Kerem"
"Güzel... Çok güzel!"
Kerem nefes nefese kaldığı için önüne dönüp başını geriye doğru dayayarak dinlenmeye çalışıyordu. Şebnem de ondan pek farklı değildi. Aynı şekilde o da başını yaslayıp Kerem'e doğru bakmaya başlamıştı. Kerem kendisine baktığını fark edip gülerek "Ne oldu?" diye sorunca Şebnem tatlı bir ifadeyle "Herkesin kendisini büyük bir yanlıştan döndürecek gözü kara bir süper kahramanı olmalı bu hayatta" dedikten sonra utangaç bir tavırla da tebessüm ederek "Sen de benim kahramanımsın Gamzeli Adam" dedi. O an aralarında çok hoş bir bakışma yaşanmıştı. Gözden göze bir iletişim olduğu açıktı.
Onları aynadan gören Fiko ön koltukta fenalıklar geçirerek "Kusacağım şimdi! Susturun şu saçını başını yolup bütün tutamlarını eline verdiğimi!" deyince Şebnem tam kızıp ön tarafa doğru yükseliyordu ki Kerem'in onu koluyla engellemesiyle birlikte "Bırak Kerem! Neler söylüyor duymuyor musun? Eceli gelmiş bunun tez elden göndereyim diyorum!" dedi.
Fiko anlık olarak sinirle direksiyonu bırakıp "Sen kimi nereye gönderiyorsun çakma sarışın!" diyerek arkasını dönerken bir anda aralarındaki tartışmayı sonlandıracak bir şeye şahit olmuştu. Kerem'e doğru gözlerini kocaman açarak "O kan da neyin nesi öyle?" deyip hızla direksiyona geri dönerken söylediğini yanlış anlayan Şebnem'de arka camdan bakıp kimse olmadığını görerek önüne döndü. Şaşkın bir ifadeyle "Okan hep söylediğim gibi kazuletin en önde koştur koştur gideni Fiko Bey ama konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamadım sanmayın" dediğinde Fiko'da bir türlü anlamadığı için ön koltukta tepinip "Aklı kıt! Sana Okan diyen mi oldu? O gelinliğine bulaşan kan ne diyorum!" dedi. Ne kanı be!
Kerem kolunu çekerken ikisi de Fiko'nun neden bahsettiğini anlamıştı. Şebnem'in gelinliği kan içindeydi. Kerem korkarak ona bir şey olup olmadığını anlamaya çalışırken Şebnem çığlık atıp "Kerem kolun kanıyor! Kurşun ıskalamamış bunu nasıl fark edemezsin ya!" dedi. O adrenalinle sıcağı sıcağına anlayamamış herhalde.
Kerem üzerindeki ceketi hızlı bir şekilde çıkardıktan sonra gömleğinin kan içinde kalan kol kısmını görmüş ve yüzünü buruşturarak "Kahretsin! Bir bu eksikti" diyerek o bölgedeki kumaşı yırtmıştı. Şebnem korkudan bakamıyordu ama meraktan da ölecekti. Gözlerini kapatıp Kerem'in tepesinde "Ne oldu! Çok mu kötü?" derken yaraya bakan Kerem de çok kötü olmadığını sadece kurşunun derisini sıyırıp geçtiğini söyledi. Ama bu hâlâ kanıyordu.
Fiko ön koltukta olan atkıyı alıp arkaya doğru uzatarak "Bağlayın şunu da en azından gideceğimiz yere kadar idare etsin" dedi. O Şebnem'in bütün gece gözünü bile kırpmadan ördüğü atkıydı. Onu örerken Kerem'in yarasını koruyacağını hiç düşünmemişti herhalde. Şebnem'in yardımıyla bağlanan atkı yaranın kanamasını bir nebze olsun durdurmuştu. Şimdilik her şey yolunda gibiydi. Kerem kardeşiyle de konuşup karşılıklı olarak ne durumda olduklarını öğrenmiş ve rahatlamışlardı. Ama Şebnem gözünün içine baktığı Kerem'in kolunu düşünürken bir türlü rahatlayamıyordu.
"Kolun nasıl oldu Kerem?"
"Bilmem ama en azından artık kanamıyor"
"Acıyor mu peki?"
"Kıpırdatınca acıyor"
"Kıyamam. Çok mu?"
"Fazla değil merak etme"
Onların konuşmasını ister istemez dinlemek zorunda kalan Fiko bir de aynadan birbirlerine karşı olan romantik bakışlarını görünce dayanamayıp "Amma kıvrandın öp de geçsin bari!" deyiverdi. İkisi de Fiko'ya bakarken "Sen yoluna baksana Fiko" diyen Kerem'in kendisini öptüğü anı düşünen Şebnem'de göz ucuyla ona doğru bakıp gülerek gözlerini kaçırdı. Kerem onun neden güldüğünü anlamıştı. O da aynı şekilde tebessüm edip önüne dönerken Şebnem konuyu değiştirip "Ee! Şimdi ne olacak?" diye sordu. Kerem "Ne ne olacak?" deyince gözlerini tam tur çeviren Şebnem'de oturduğu yerde ona doğru dönüp "Mesela biz şu an nereye gidiyoruz?" dedi. Hem Kerem'in hem de Fiko'nun aynı anda "Gidince görürsün" diyerek gülmesi Şebnem'i anlamasa da yine de güldürmüştü. Aslında azıcık düşünse nereye gideceklerini şıp diye anlayabilirdi ya neyse...
•●●·٠•●●•٠·˙
Kısa bir süre sonra hareketi oldukça bol bir sokağa girdiler. Sesler geliyordu ama bu seslerin neden kaynaklandığı pek anlaşılmıyordu. Şebnem merakla etrafa bakınırken Kerem'in kolunu gizlemek için ceketini giymeye çalıştığını fark edip ona yardım ederek "Burası da neresi?" diye sordu. Kerem kolunu zar zor cekete sokmaya çalışırken onun yerine bu soruya Fiko atlayıp "Kırmızı arabanın yanında konuşan kadınları görüyor musun? Gördüysen sarışın olana dikkatlice bak" dedi. Şebnem söylediği gibi kadına dikkatle bakıp arabayı park eden Fiko'nun tepesinden "Aaaa! Teyzem değil mi o?" diye bağırdı. He teyzen!
Fiko kulaklarını kapatıp "Bağırma kulağımın dibinde sarı çıyan! Şimdi o dilini çeker çeker bir bırakırım küçük dilin olmayan beynine kaçar" diye bağırdı. Kerem o an ikisine de dayanamadığı için ceketinin diğer kolunu omzuna atıp kapıyı açarak dışarıya çıkmıştı. Şebnem de durur mu? Durmaz. Hemen arkasından atılıp Kerem'in elini uzatmasıyla ittire kaktıra arabadan çıkmayı başarmıştı.
O kadar da tuhaf görünüyorlardı ki herhalde onları gören çığlığı basmakta hiç de geç kalmazdı. Ee! Şebnem'in üzerinde perişan olmuş kanlı bir gelinlik Kerem'in yaralanan kolunda koca bir atkı bir de önlerinde tuhaf görünümlü kel bir adam varken onlar tuhaf görünmeyecek de kim görünecek değil mi?
Fiko önlerinde Şebnem ile Kerem de arkada olarak yavaş yavaş Ayla Hanım'a doğru yaklaşıyordu. Ayla Hanım ise görünen o ki yine çakırkeyifti. Karşısındaki kadının omzuna gülerek bir tane patlatıp arkasından da sıkıca sarılarak öpünce Şebnem güler bir yüzle "Ay teyzem ne tatlı ne sevgi dolu biri değil mi?" dedi. He! Çok tatlıydı gerçekten. Bildiğin ballı lokma tatlısı mübarek! Bunu duyan Fiko kendi kendisine Şebnem'i kastedip "Saf!" diyerek kıkırdamaya başlamıştı. Şebnem neden güldüğünü anlayamazken Ayla Hanım da konuştuğu kadının yanından ayrılıp evine girmişti.
Sarılıp öptüğü kadın ise arkasından tuhaf tuhaf bakıyordu. Nasıl bakmasın? O kadın Ayla Hanım'ın eski eşi olan Mete Bey'in şu anki karısı Hülya'ydı. Normal zamanda Ayla Hanım kadına ağzına geleni basıyor ne arabozanlığı kalıyor ne de yuva yıkıcılığı kalıyordu. Ama alkol bu işte! Şişede durduğu gibi durmayınca Ayla Hanım'ın ayarlarında ufak tefek bozukluklar yaratıyordu. Yazık Hülya Hanım'da Ayla Hanım tarafından bir gün sevilip bir gün hakarete uğramanın verdiği şaşkınlığa ayak uydurmaya çalışıyordu.
Kerem Şebnem ve Fiko üzerlerindeki gözlere aldırmadan eve yaklaşırken Hülya Hanım da tepe sersemi olmuş bir şekilde arabasına binip oradan uzaklaştı. Merdivenleri çıkarken Fiko cebinden bir bant çıkarıp birkaç tane kopararak önden gitmiş ve kapı zilini bu bantlarla bantlayıp kaldırıma geçip gayet sıradan bir şekilde oturarak beklemeye başlamıştı. Zil de bantlar yüzünden kendi kendisine çalmaya devam ediyordu. Neden böyle bir şey yapmıştı ki? Kerem ve Şebnem bir bas bas bağıran zile bir de eğilip Fiko'ya bakarken epeyce afallamış gibiydiler.
"Fiko..."
"Ne oldu Kerem?"
"Neden böyle saçma sapan bir şey yapıyorsun?"
"Saçma sapan değil Kerem. Ayla hiçbir zaman kapı çalar çalmaz açmaz. On dakika bekler eğer hâlâ gitmiyorsak on birinci dakikada açıp önce kim olduğumuzu anlamaya çalışarak boş boş bakar sonra da artık Allah ne verdiyse..."
Şebnem bunu duyunca gözlerini kocaman açmıştı. Allah ne verdiyse derken ne mana da? Gözlerini yanında duran Kerem'e çevirip tırsık bir ifadeyle "Kerem yol yakınken başka bir yere mi gitsek acaba?" diye sorunca Kerem de onun kolunu tutup "Hadi gel biz de oturalım" dedikten sonra Fiko'nun yanına geçip oturdular.
Sahiden de Fiko'nun dediği gibi olmuştu. On dakika dolduğunda Fiko ayağa kalkmış ve Kerem ile Şebnem'in eşliğinde kapının önüne gelmişti. Şebnem ne olacağını anlayamadığı için Kerem'e yapışırken Fiko'da parmağını havaya kaldırıp "Üç... İki... Bir... Hazır olun açıyor" dedi. Kapı kilidinin açılmasının ardından nihayet Ayla Hanım görünmüştü.
Kapıdan başını uzatıp tam olarak göremediği için gözlerini kısarak onları süzerken Şebnem'de saf saf kadına gülüp el sallıyordu. Kerem yapmamasını isterken Ayla Hanım kapıyı sonuna kadar açıp Şebnem'in kanlı gelinliğine ve Kerem'in yaralı koluna bakarak "Bu da ne böyle Elm Sokağı Kabusu'nun setinden fırlamış gibi! Siz de kimsiniz?" diye sordu. Tabii Şebnem en tatliş haliyle "Teyze benim Şebnem en sevdiğin yeğenin!" deyince kadın da sallana sallana Şebnem'in burnunun dibine kadar gelerek "Sen önce karşımda sabit durmayı öğren kimliği henüz belirlenemeyen sarı kız" dedi. İyi de Şebnem kıpırdamıyordu ki. Artık ne kadar içtiyse kafa belli ki birkaç milyon olmuştu. Şebnem şaşkın bir şekilde teyzesine bakarken hemen konuya gelmek istemişti ama kaş yapayım derken de resmen göz çıkarmanın eşiğine gelmişti.
"Teyzoşum benim ben Şebnem! Şimdi sana flu geliyorum farkındayım ama ayılınca beni hatırlayacağına adım gibi eminim"
Ayla Hanım onu baştan aşağıya süzüp parmağını sallaya sallaya "Sen bana... Bana sen..." derken aniden Kerem'e dönüp "Bu sarışın kenar mahalle dilberi bana sarhoş mu demek istedi? Dediyse yolacağım ben bunu sakın tutmaya kalkmayın!" deyince korkudan Kerem'in arkasına kaçan Şebnem'de "Manyak mı bu kadın ya!" deyiverdi. Ah! Onu duyan Ayla Hanım sakinmiş gibi gözüküp tane tane "Kaşındı bu... Bu kaşındı! Kaşımak lazım. Sevaptır" deyip aniden Şebnem'in saçına yapışınca kapı önünde bir kaos yaşanmıştı.
Fiko beline sarıldığı Ayla Hanım'ı çekelerken Kerem'de Şebnem'i arkasına alıp korumaya çalışıyordu. Bu sırada Ayla Hanım'ın eski eşi Mete Bey de onların bu halini pencereden görüp aşağıya inmiş ve bu sayede Ayla Hanım başka köşeye yolunmuş tavuğa dönen Şebnem de bambaşka köşeye çekilmişti.
Bir süre kimseden ses çıkmamış sadece Ayla Hanım'ın sakinleşmesi beklenmişti. Başarılmıştı da. Tabii bunda Mete Bey'in rolü büyüktü. Kızları Eda'nın da iyiliği için artık Ayla Hanım'ı ayıkken de sarhoşken de nasıl sakinleştireceğini öğrenmişti. Herkes dalgın bir halde oturup sessizce beklerken Ayla Hanım aniden yerinden kalkıp ruh gibi yürüyerek evinin kapısına yaklaştı.
Böyle olunca Kerem'de Şebnem'de olduğu yerden fırlayıp onun yanına gitmişti. Ayla Hanım kapıya dayadığı terliği itip içeriye girerken Şebnem lafa girip "Teyze yalvarırım dur sana çok ihtiyacım var. Yeğenini böyle zor bir durumdayken ortada bırakamazsın" deyince Kerem hafifçe eğilip "Emir verir gibi konuşmasana yine mi saçına yapışsın istiyorsun?" dedi. Haklıydı. Belli ki Ayla Hanım ile konuşurken kullanılan dile dikkat etmek gerekiyordu. Şebnem dudağını ısırıp "Affedersin Kerem düşünemedim" dedi. Ayla Hanım ise ikisini bir süre tuhaf bakışlı gözlerle süzdükten sonra gayet net bir tavırla "Burası tam pansiyonlu balayı oteli değil. Hadi başka kapıya!" deyip şakkadanak kapıyı suratlarına kapatıverdi.
Haliyle ikisi de yüzlerine kapanan kapıyla birlikte küçük çaplı bir şok yaşamıştı. İyi de buradan başka gidebilecekleri güvenli bir yer yoktu ki. Bunu Şebnem'de biliyordu ve donuk bir ifadeyle kapıya doğru bakıp içeriden gelen gümbürtüyle birlikte de "İnanmıyorum! Kapıyı yüzümüze çarptığı yetmiyormuş gibi yine mi düştü bu alkolik kadın! Ne yapacağız biz ya!" dedikten sonra Kerem'e dönüp "İşte şimdi başımız "topluca" belada Kerem!" dedi. Gerçekten de öyleydi galiba...
Ayla Hanım'ın kapıyı yüzlerine çarpmasının ardından şok dolu gözlerle orta yerde kalan Şebnem ile Kerem'e destek hiç ummadıkları birinden gelmişti. Ayla Hanım'ın eski eşi Mete Bey'den yani. Üçü de o kadar çaresiz bir haldeydiler ki onları orada bırakıp tek başına evine geri dönmeye gönlü razı gelmemişti. Hem belli ki yabancı da değillerdi. Şebnem öyle ya da böyle Eda'nın yani biricik kızının kuzeniydi. Hâl Böyleyken onları kendi kaderlerine bırakamazdı.
Şebnem tedirgin bir halde Kerem'e şimdi ne yapacaklarını sorarken Mete Bey'de Fiko'ya kendisine her şeyi anlatmalarını ve gerekirse elinden geldiği kadar yardımcı olabileceğini söylüyordu. Cümbür cemaat Mete Bey'in evine gittikten sonra Eda'nın eve dönüşü beklenmeye başlandı. Gelsin de eve girip bir an önce Ayla Hanım'ı kendisine getirebilsin değil mi?
Genç kız gelene kadar Kerem ile Fiko tüm olanları Mete Bey'e anlatmıştı. Onlar konuşurken o sırada Şebnem'de arabada hali hazırda bekleyen çantasının içinden kıyafetlerini almış üzerindeki perişan olmuş gelinlikten bir an önce kurtulmak için üzerini değiştiriyordu. Iyyy! Seçilen gelinlik bile Okan gibi onu sıkıp boğmuştu. Nefes bile aldırmıyordu. Neyse ki an itibarıyla hem Okan'a hem de bu rahatsız edici gelinliğe "Bye bye!" demişti.
"Eda dur lütfen! Öyle demek istemedim yanlış anladın!"
Şebnem bu seslenme ile birlikte odanın penceresine doğru yaklaşıp göz ucuyla sokağa doğru bakmıştı. Ne oluyor orada ya! Dışarıda genç sarışın bir kız ve yanında da aynı yaşlarda pörtlek gözlü şirin bir çocuk vardı. O Eda bekledikleri Eda olabilir miydi acaba? İkisinin arasında her ne olduysa genç kız büyük ihtimalle adının sesli söylenmesinden rahatsız olmuştu ki eliyle çocuğa sus işareti yapıp ona kızıyordu. İyice meraklanan Şebnem kendi derdini unutmuş gözlerini bir an bile üstlerinden çekmeden yazlık sinemadaymış gibi onları izliyordu. Bozuşmuşa benziyorlardı ve çocuk sanki kızdan özür dilemeye çalışıyordu.
Şebnem pencereye yaslanarak gençleri izlemeye dalarken Eda onu fark etmişti ve işin kötüsü babasının evindeki bu çıtır hatunun kim olduğunu anlayamadığı için çocuğu sokağın ortasında bırakıp çatık kaşlarla eve doğru gelmeye başlamıştı. Evet anlaşılacağı üzere bu kız bekledikleri Eda'ydı. Şebnem kızın o halini görünce tedirgin bir şekilde doğrulmuş ve arkasından saf saf bakan çocuğa sempatik bir ifadeyle gülümseyip el sallayarak apar topar içeriye girmişti.
Kapı da zır zır ötüyordu. Şebnem odadan çıkıp merdivenleri hızla inerken Mete Bey de çoktan kapıyı açmıştı. Baba kız kucaklaşırken Eda "Biz de seni bekliyorduk tatlım" diyen babasına kuşku içeren bir şekilde bakıp "Neden beni bekliyordunuz?" diye sordu. Mete Bey tam durumu açıklarken merdivenin başına gelip olduğu yerde kalan Şebnem de "Merhaba Eda" dedi. İyi de kimdi ki bu kız? Onu ne düşüneceğini bilmeden baştan aşağıya süzmeye başlayan Eda bir anda salonun kapısında beliren Kerem'i ve kanadığı için sarılan kolunu görünce korkuya kapılmıştı.
"Baba ne oluyor burada?"
"Korkma kızım bir şey olduğu yok. Hadi içeriye gel de konuşalım"
"Hülya abla nerede?"
"Leyla aradı o da siparişlerini almaya gitti. Birazdan gelir"
Mete Bey kızıyla salona geçerken Şebnem de hızlıca arkalarından gelmiş ve hemen Kerem'in yanına geçmişti. Eda ise Fiko ile Kerem'e başıyla selam verdikten sonra Şebnem'e dönerek "Simanız hiç yabancı değil. Sizinle daha önceden tanışmış mıydık?" dedi. Mete Bey tam durumu izah ediyordu ki Şebnem gülümseyerek yaklaşıp genç kıza sarılarak "Telefonda konuşmuştuk. Kuzeniz biz kuzen!" deyiverdi.
Kız bir anda kendisini sarıp sarmalayan Şebnem'in şokuyla olduğu yerde kalırken Şebnem de geri çekilip kızı şöyle bir inceledikten sonra Fiko'ya dönerek göz kırpıp "Ailedeki genetik geçişe bak be fıstığız fıstık! Artık yer mantarı olanlarda kendi derdine yansın" dedi. Bu övgüye tabii ki de katılmayan Fiko ona burun büküp "Herhalde benim fıstığa alerjim var. Genetik kodlarınızla uyumsuzluk yaşamış olma olasılığım yüksek çünkü bende oluşturduğunuz tek etki kendisini kaşıntı olarak belli ediyor" deyiverdi. Ah! Papyonlu Penguen ne olacak! Sen Şebnem Çetiner'in genetik mirasına kurban ol bir kere...
•●●·٠•●●•٠·˙
Herkes salondaki koltuklara oturunca Mete Bey kızına olanı biteni anlatmış ve Ayla Hanım'ı ikna ederek Şebnem'in bir süre onlarla kalmasını sağlamasını istemişti. İyi diyordu güzel diyordu da genç kız bunun nasıl olacağını bir türlü kafasında oturtamıyordu. Sonuçta annesi gelgitli bir kadındı ve bir gün ak dediği şeye ertesi gün gayet rahat bir şekilde hayır efendim bu kara diyebilecek biriydi. Hadi Eda evde olduğu sürece Ayla Hanım'ı idare etti diyelim. Peki o okuldayken ne olacaktı? Şebnem tek başına Ayla Hanım gibi bir dediği bir dediğini tutmayan alkolik bir kadınla başa çıkabilecek miydi? Bu biraz zordu sanki.
Keşke bu konuda seçim yapma şansları olabilseydi ama maalesef ki öyle bir lüksleri de yoktu. Anne ve babasının onu aramayı akıl edemeyecekleri tek yer teyzesinin yanı gibi görünüyordu. Ayrıca şöyle bir durum da vardı ki Ayla Hanım büyük ihtimalle yarın sabah uyandığında yani ayıldığında Şebnem'e bugünden daha farklı davranacaktı. Bu da demek oluyor ki bugün Şebnem'in saçını başını yolan kadın yarın ayıldığında onu bağrına basabilecek kadar büyük bir değişkenlik gösterebilirdi. Belki de yarına kadar Mete Bey'in evinde kalıp yarın da erken Ayla Hanım'ın evine geçmekte fayda vardı.
Ne yapılacağına karar verildikten sonra Eda eve gitmek için ayaklanmış o sırada Hülya Hanım'da elinde paketlerle eve geri dönmüştü. Gördüğü manzara da şaşılmayacak gibi değildi. Yani şimdi durumu ona da anlatmak gerekiyordu. Mete Bey eşini mutfağa alıp durum hakkında bilgilendirirken Şebnem de beklemekten yorulmuş başını Kerem'in sağlam koluna yaslayarak uyuklamaya başlamıştı.
"Kerem..."
"Ne oldu Fiko?"
"Şimdi ne olacak? Bu kızı sonsuza kadar burada tutamayız"
Haklıydı. Kerem keyifsizce "Biliyorum" dedikten sonra omzunda huzurlu bir şekilde uyuyan Şebnem'e bakarak "Yarın nikah için neler gerekliymiş gider onları öğrenirim sonra da Şebnem ile konuşup onu ikna etmeye çalışırım" deyince Fiko da dayanamayıp "İkna etmeye mi çalışırsın?" diye sordu. Kerem ne olmuş der gibi bakarken Fiko Şebnem'i göstererek "Sen daha ağzını bile açmadan eveti basar bu sarı çıyan Kerem seni havada yakalar o havada!" deyiverdi. Ah! Laf söyledi balkabağı! Kerem sert bir şekilde "Fikooo!" diye bağırınca Şebnem korkarak uyanıp "Ne oluyor ya! Buldular mı bizi yoksa?" dedi. Kızın da aklı oynadı durduk yere!
Kerem onun başını tekrardan omzuna yaslayıp "Bir şey yok sadece konuşuyorduk. Hadi sen uyumaya devam et" deyince Şebnem de doğal olarak ne konuştuklarını sordu. İki arkadaş şaibeli gözlerle birbirlerine bakıyordu ve bu da Şebnem'i huylandırmaya yetiyordu. İkisinden de ses çıkmayınca dudağını büzüp "Beni geri götürmeyi düşünmüyorsunuz değil mi?" deyince Kerem onun o masum haline bakıp "Tabii ki hayır" dedi ama Fiko köşesine sokulup kollarını kavuşturarak "Bence hiç fena fikir değil. Eve götürmeye de gerek yok yakınlardaki bir caminin önüne bıraksak kâfidir!" deyiverdi. Bu Fiko da bir garip! Hem her seferinde kızı kurtarmaya yardım ediyor hem de işler düzelince vır vır söyleniyor. Bakalım aslında Şebnem'i çoktan benimsediğini ne zaman kabul edecek.
Mete Bey ve Hülya Hanım salona geri döndükten sonra yemek hazırlığı başlamıştı. Beyler salonda otururken Şebnem'de Hülya Hanım'a yardım edip birlikte sofrayı kuruyorlardı. Ee! Nurten Hanım'ın yanında da bu konuda az staj yapmamıştı hani. Salona her girişinde de Kerem ile göz göze gelip utangaç bir tavırla tatlı tatlı bakışıyorlardı. Bu da Fiko'nun gözlerini devirmesine yol açıyordu. Ama bu bakışmalara alışması gerek çünkü arkadaşı gönlünü öyle ya da böyle bu çılgın kıza kaptırmış gözüküyordu. Aksilik bu ya Kerem ile Şebnem bir türlü baş başa kalıp sakince konuşamamıştı. Sonuçta Kerem onu öpmüştü ve Şebnem bu öpücüğün ne anlama geldiğini onun ağzından da duymak için sabırsızlanıyordu.
Sofra hazır olunca hepsi aynı masada toplanmış hoş bir sohbet eşliğinde yemeklerini yemişlerdi. Mete Bey ve Hülya Hanım da iyi insanlara benziyorlardı. Kendilerine böylesine garip bir durumdayken yardım ellerini uzattıklarına göre öyle de olmalılardı.
Yatılacak yerlerde ayarlanınca Mete Bey ve Hülya Hanım odalarına Şebnem'de tek başına Eda'nın geldikçe kaldığı odaya geçti. Fiko ile Kerem ise salondaki koltuklarda karşılıklı olarak yatıyordu. Fiko daha başını yastığa koyar koymaz uyusa da aynı şey Kerem için geçerli değildi. Düşünmekten gözüne uyku girmiyordu. Acaba onların ardından neler yaşanmıştı. Aslı ile konuştuklarında herhangi bir sorun olmadığını öğrenmişti ama yine de biraz huzursuzdu.
Melis ile de haberleşememişlerdi ama onu zaten bu kaçma olayına da alenen dahil etmemişlerdi. Yani kimse onu yardımcı olduğu için sıkıştırıp suçlayamazdı. Yine de Kerem tedirgin olmuştu tabii. Bir an önce bu kaçma yakalanma olaylarına nokta koymak için o imzaları atmaları gerekiyordu. Nikah işini nasıl halledeceklerini düşünürken aklına gelen bir düşünceyle yerinden fırlayıp tedirgin adımlarla Şebnem'in kaldığı odanın önüne doğru geldi. Bu kızın nüfus cüzdanı yanlarında mıydı ki?
Kerem kapıyı tıklatsam mı yoksa tıklatmasam mı arasında gidip geldikten sonra soracağı şey çok önemli olunca dayanamayıp yavaşça Şebnem'in kapısını çaldı. Neyse ki Şebnem'de aynı onun gibi uyumamış odanın içinde dört dönüyordu. Herhalde Kerem'in omzunda kısa süreli bir şekerleme yapınca uykusu sizlere ömür olmuştu.
Şebnem gelen tık tık sesini duyunca önce boş bulunup irkilse de hemen toparlanıp açmak için kapıya doğru yaklaştı. Kerem biri görür diye diken üstünde gibi durup "Hadi Şebnem hadi!" diyerek bir an önce kapıyı açmasını bekliyordu. Şebnem kapı kolunu tutup yavaşça açtığında karşısında Kerem'i bulunca şaşırarak "Gecenin bu saatinde ne oldu Kerem?" diye sordu. Doğru diyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kerem birinin görme olasılığına karşı etrafını kontrol edip Şebnem'e de "Biraz konuşabilir miyiz?" diye sorunca Şebnem ne diyeceğini şaşırıp yüzüne boş boş bakmaya başladı. Ne konuşacaktı ki bu saatte? Aaa! Belki de şu ansızın ortaya çıkan busenin açıklaması için gelmişti. Olur mu olurdu valla.
Şebnem kenara çekilip "Tabii gelsene" deyince Kerem de çekinerek içeriye girdi. Odaya şöyle bir göz gezdirip yerde açık bir halde duran çantaya bakarak "Kusura bakma böyle bir anda habersizce geldim. Uyumuyordun değil mi?" diye sordu. Şebnem onu kolundan tutup yatağa oturttuktan sonra çantayı kenara çekerek "Hayır uykum bir türlü gelmedi ben de kendi kendime vakit geçiriyordum" deyince komodinin üzerindeki kağıda bakan Kerem de gülümseyerek "Sıkıntıdan ilişki testi mi çözüyordun?" diye sordu. O kağıt Şebnem'in evdeyken çözdüğü ama sonucuna bakamaya fırsat bulamadığı test kağıdıydı. Şimdi Kerem onu görünce telaşlanıp kağıdı hemen eline alarak arkasında sakladıktan sonra "Vakit geçsin diye bakıyordum yoksa bir şey için değil" deyiverdi. Bu cevap Kerem'in merakını tabii ki gidermemişti.
"Sonuç ne çıktı peki?"
"Henüz bakmadım"
"Tamam o halde şimdi bak"
"Olmaz"
"Neden olmaz?"
Neden? Çünkü Şebnem seçtiği şıkları daire içine almak yerine yanına "K" harfi yazarak işaretlemişti de ondan. Şimdi Kerem'in bunu görmesi onun açısından pek de hoş olmazdı sanki. Önce o neden Şebnem'i öptüğünü açıklasın sonra Şebnem ona kağıdı da gösterir sonucu da söylerdi. Tabii uyumlu olduklarına dair iç açıcı bir sonuç çıktıysa. Şimdi durduk yere yollarına taş koymanın bir anlamı yoktu.
Şebnem garip bir yüz ifadesiyle arkasında tuttuğu kağıdı çaktırmamaya çalışarak buruştururken "Bu kızlara göre bir test Kerem senlik bir şey değil" deyince Kerem halinden şüphelenip kağıdı almak için bir hamle yaptı. Aynı Samet'in stüdyosunda yaşanan CD kaçıştırması gibi şimdi de bir kağıt parçasının itişip kakışması yaşanmaya başlamıştı. Şebnem vermemekte direniyor Kerem ise orada kendisiyle ilgili bir şeyler bulabileceği için kağıda ulaşmaya çalışıyordu. Sonuçta Şebnem'in bu testi Okan'ın aşkından öldüğü için çözmediği belliydi.
Kerem tam kağıdı alacakken Şebnem yastığı kapıp başına bir tane patlatınca ikisi de olduğu yerde hareketsizce kaldı. Eyvahlar olsun! Kerem kafasına inen sert darbeden sonra korkutucu bir şekilde Şebnem'e bakıp onun tırsarak dudağını ısırmasıyla da "Sakın bana affedersin Kerem deme!" diyerek elindeki kağıda asıldı.
O itiş kakış sırasında kağıdı kaptırmama telaşına giren Şebnem kendisini bir anda yatağa yapışmış olarak bulunca gözlerini kocaman açıp kıpırdamadan olduğu yerde kalmıştı. Kerem de testi göreceğim derdine kızın kollarını ve bacaklarını kıstırmış tam tepesinde durarak ona bakıyordu. Bu tuhaf durum sonrası aralarında çıt çıkmıyordu ama kağıdı da bırakmaya niyetli değil gibiydiler.
Şebnem'in kalbi de Kerem ile göz göze gelince hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başlamıştı. Odundu öküzdü dangalaktı derken belli ki bayağı abayı yakmıştı çocuğa. Kerem de gözlerini onun üzerinden ayıramıyordu. Kısacık bir an öylece kaldıktan sonra Şebnem merakına yenilip konu dışına çıkarak "Neden beni öptün Kerem?" diye sordu. Kerem bir şeyler söylemek istercesine dudaklarını oynatıyordu ama bir türlü sebebini ona açıkça söyleyemiyordu. Halbuki söyle de ikinizde rahatlayın ama Kerem için zor işlerdi bunlar.
Şebnem suskun kalmasına içerleyip dudağını büzerek "Sakın çok konuşuyordun sus diye öptüm deme" deyince Kerem'de serbest kalan kağıdı alıp kenara çekildi. Niye böyle yapıyordu ki? Halbuki kızın sorusu çok netti. Bul bir masa vur elini "Seni sevdiğimi anladım ondan öptüm" de arkadaş gören de pısırık bir adam zanneder! İşine gelince kıza bas bas bağırmayı biliyor bir kere de güzel bir sebepten açsın o mübarek ağzını!
Kerem arkası dönük bir halde elindeki kağıda bakarak sessizce otururken Şebnem'de doğrulup yanına oturdu ve ellerini bacaklarının altına alıp tırsık tırsık yan gözle Kerem'e bakmaya başladı. Onda bir haller vardı ama Şebnem ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Belki de kendisini öptüğü için pişman olmuştu. Keşke yapmasaydım şimdi bu deli kız başıma kalacak diye mi düşünüyordu acaba?
Kerem'in o öpücüğün manasını söylemeye yanaşmaması Şebnem'in hayal kırıklığına uğramasına yol açmıştı ancak buna rağmen bu yakınlaşmanın aralarında sorun olmasını istemediği için elini omzuna koyup "Boş ver Kerem sormadım farzet saçma sapan bir şeydi zaten. Sonuçta durum da ortada tabanları yağlamış kaçıyorduk yani kriz anında insan ne yaptığını bilemez değil mi?" dedi. Ağzı böyle söylüyordu ama içinden ne olur aksini söyle Kerem diye geçirmeden de edemiyordu. Ne olurdu sanki hayır Şebnem saçma sapan bir şey değildi dese?
Kerem onun söylediklerini dinledikten sonra birkaç saniye daha sessiz kalıp sonra da çok ciddi bir ifadeyle "İlişkiniz ümit vaat ediyor. Ancak karşılıklı olarak biraz daha çaba harcamanızı öneririz. Belki de yeni tanıştığınız için alışma dönemi içerisindesinizdir. Ama sakın korkmayın. Birbirinizi tanımaya başladıkça ilişkiniz de güzelleşecektir. Bu dönemde hislerinize güvenin ve karşınıza çıkan aşktan asla vazgeçmeyin" dedi. Kerem durgun bir ifadeyle şıkların kenarındaki "K" harflerine bakarken Şebnem'de şaşkın şaşkın ona bakıp ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu.
"Kerem..."
"Efendim?"
"Bu da neydi?"
"Çözdüğün testin sonucu"
Şebnem hâlâ boş boş bakıyordu. Kerem kağıdı katlayıp cebine koyduktan sonra Şebnem'e dönerek gözlerini yüzünde hoş bir şekilde gezdirirken bir yandan da "Nüfus cüzdanın yanında mı Şebnem?" diye sordu. Nüfus cüzdanı mı? Ne alaka ya! Şebnem onun bakışlarında kaybolurken bir anda gelen bu soru karşısında fena afallamıştı ama hemen toparlanıp "Neden soruyorsun Kerem?" dedi. Kerem'den gelen "Çabalıyorum hislerime güveniyorum ve vazgeçmiyorum" cevabı gerçekten de onlar adına umut vaat ediyordu. Ancak Şebnem'in bunun gerçek manasını anlaması için jetonunun takılmadan da düşmesi lazımdı. He! Bir de Kerem'in o kimliği nikah başvurusu yapmak için istediğini bilmesi gerekiyordu tabii.
Heyecandan Kerem'in sözlerinden ne anlaması gerektiğini bir türlü çözemeyen Şebnem gözlerini onun gözlerinde gezdirirken aldığı anlık bir elektrik sonrası tebessüm etmişti. Kerem belki açıkça konuşmuyordu ama seçtiği kelimelerle karşısındaki kişiye ben vazgeçmiyorum sen de geçme hissini çok iyi yansıtıyordu. İkisi de birbirlerine bakarken Kerem nüfus kağıdına bakmasını hatırlatınca Şebnem hemen ayağa kalkıp çantasının içini kontrol etmeye başladı. Ama bir sorun var sanki. Tüm çantayı boşaltıp bütün bölmelerini kontrol etse de nüfus kağıdını bulamıyordu. Halbuki Kerem ve diğerleri aralarında anlaşmışlardı ve kızların olduğu ekip o kargaşa da bununla da ilgilenecekti. Her şeyi dört dörtlük yapıp en önemli şeyi yani kızın nüfus cüzdanını nasıl almazlar!
"Kerem bir türlü bulamıyorum"
"Ne?"
"Yok! Her yere baktım ama burada değil. Aldığınıza emin misin?"
Kerem yerinden kalkıp çantayı bir kez de kendisi kontrol etti ama gerçekten yoktu. Ya almayı unutmuşlardı ya da almış ama çantaya koymamışlardı. Kerem odadan hızla çıkarak salona giderken Şebnem'de telaşla peşine takılıp Fiko'yu uyandıracağını anlayınca da "Dur Kerem! Uyuyan fındık faresini uyandırma canımıza okur valla! Yarın sorarsın" dedi. Tamam da Kerem'in yarını bekleyecek durumu yok gibiydi.
Yanına gittiği Fiko'yu dürtüp "Fiko kalk! Fiko!!!" derken refleksle yattığı yerden sıçrayan Fiko da ne olduğunu anlayamayıp yakasına yapışarak "Canıma mı kastettiniz! İnsan böyle mi uyandırılır?" diye bağırdı. Sesi içeriye gitmesin diye Şebnem eliyle ağzını kapatınca Fiko da fırsat bu fırsat diyerekten kızın elini sertçe ısırıp "Çek elini üzerimden Chucky'nin gelini!" deyiverdi. Neyse ki bu sahnenin ne olacağını önceden anlayan Kerem de Fiko'nun ısırma hamlesini hisseder hissetmez çığlık atmasın diye Şebnem'in ağzını kapatmıştı. Bir kere de aksiyon yaratmadan bir iş yapsınlar dişini kırmayan Kerem değildi yahu!
"Yaygara yapmayın!"
"Gecenin köründe ne oldu da bu gülyabani ile tepeme dikildin Kerem?"
"Bana bakın Fiko Bey burada bir gülyabani varsa o da sizsiniz attırmayın tepemi valla hiç üşenmem ağzınızdan girer burnunuzdan çıkarım!"
"Yakışır! Anca oradan çıkarsın zaten"
Şebnem ile Fiko koltuk tepesinde burun buruna gelip restleşirken Kerem "Kesin şunu!" deyip ikisinin arasına girerek ayrılmalarını sağladı. İkisi de bakışlarıyla adeta bir diğerini didik didik edip parçalarını da havaya savuruyor gibi bakışıyordu. Ama şimdi daha önemli bir sorunları vardı. Şebnem'in akibeti o kimliğin ellerinde olmasına bağlıydı.
Fiko ile konuştuktan sonra önce Samet'i sonra da Aslı'yı arayan Kerem nüfus kağıdının onlarda da olmadığını öğrenince küplere binmişti. Tek sormadıkları kişi de Melis kalmıştı. Nasıl böyle basit bir hata yaparlardı inanılır gibi değildi. O kadar da ön hazırlık yapmışlardı. Kerem salonda dört dönerken Şebnem'de arkadaşını arayıp hem evdekilerden bir haber var mı diye sormuş hem de kimliğinin kendisinde olup olmadığını sormuştu. Neyse ki sonunda güzel bir haber gelmişti çünkü Şebnem'in nüfus cüzdanı o kargaşada onu çaktırmadan alıp kaçmayı başaran Melis'in ellerindeydi.
"Tamam tamam sorun yok Melis kimlik bende diyor!"
Bunu duyunca Kerem çok rahatlamıştı. En azından ulaşabilecekleri birinin elindeydi. Ya Okan'da ya da Zuhal Hanım'da olsaydı ne olacaktı? O zaman işleri gerçekten çok zorlaşırdı. Kerem telefonu aldıktan sonra Melis'e yarın sabah erkenden buluşmak istediğini söyleyip onun da kabul etmesiyle telefonu kapattı. Şimdi huzurlu bir uyku uyuyabilirdi işte. Yarın sabah erkenden bu işi halledip sonra da nikah için neler yapılması gerektiğini öğrenir döner dönmez de Şebnem'e bu düşüncesinden bahsedebilirdi. Evet böyle yapacaktı ve birkaç gün içinde de bu kaçmalı saklanmalı işlere bir son verecekti.
•●●ERTESİ GÜN·٠•●●•٠·˙
"Şebnem... Şebnem uyan!"
Şebnem sabahın çok erken bir saatinde Kerem'in seslenişleriyle gözlerini aralamıştı. Bir anda onu karşısında görünce de yattığı yerden hızla doğrulup telaşlı bir şekilde "Gidiyor musun?" diye sordu. Aslında yanından ayrılmasını hiç istemiyordu. Geçen sefer gittiğinde ardından neler olduğu ortadaydı. Kerem onun endişeli gözlerine bakıp "Merak etme hemen döneceğim" deyince Şebnem içindeki huzursuzluk yüzünden kendisine hakim olamayıp bir anda boynuna sıkıca sarılarak "Kerem sen kal ne olur! Melis'in yanına da Fiko Bey gitsin" deyiverdi. Pat diye sarıldığında Kerem hiçbir şey diyemeden olduğu yerde kalmış Şebnem'in o sapsarı saçları da sarılırken yüzüne değince gözlerini kapatıp istemsizce kokusunu içine çekmişti.
"Endişelenme Şebnem birkaç saate varmadan geri dönerim"
"Birkaç saat mi? Bir saat bile benim için çok uzun bir süre Kerem beklerken ölürüm meraktan! Fiko Bey'de artık kınasını karıştırmaya başlar herhalde"
"Bir şey olmayacak ki sadece Melis'in yanına birkaç dakikalığına uğrayıp kimliğini alacağım o kadar. Geri kalan sürede gidiş dönüşüm için yolda geçecek boşuna telaşlanıyorsun"
"Kerem ne olur dinle beni sen gitme oraya"
Şebnem'in bunu yalvarır gibi söylemesinin ardından Kerem "Şebnem bak bana" dedikten sonra onun yüzünü ellerinin arasına alarak "Bana bak!" dedi. Şebnem'in sesinin titremesinin yanı sıra gözleri de doldu dolacak haldeydi. Onca yaşananlardan sonra ona hak vermemek de elde değildi. Ne zaman birbirlerinden ayrı bir yere gitseler başlarına olmadık işler geliyordu. Ya yine öyle olursa?
Kerem derin bir nefes alıp güven veren bir ifadeyle de Şebnem'in gözlerine bakarak "Geri döndüğümde bunların hepsine bir son vereceğiz. Artık kaçmak ya da saklanmak zorunda kalmayacaksın. Kimse hayatını nasıl yaşaman gerektiğine karışamayacak. Duydun mu beni?" dediğinde Şebnem söylediklerini düşüp "Bu nasıl olacak Kerem?" diye sordu. Kerem bir şeyleri tam olarak kesinleştirmeden Şebnem'e aklındakilerden bahsetmek istemiyordu. Döndüğünde daha kesin konuşabilirdi. Ama şimdi olmazdı.
Kerem ellerini tutup "Döndüğüm zaman uzun uzun konuşuruz. Sen sadece bana güven tamam mı?" dediğinde bir süre onun kendisine dönmüş olan bakışlarını izleyen Şebnem'de ne kadar korksa da yine de ona güvenmeyi seçip başını olumlu anlamda salladıktan sonra "Peki... Ama kendine çok dikkat et olur mu?" dedi.
Kerem bu konuşmanın ardından Melis ile buluşmak için evden ayrılmış Şebnem'de huzursuz bir halde pencereden onun gidişini izlemek zorunda kalmıştı. Niye böyle olduğunu bilmiyordu ama kötü bir şey olacağını hissetmişti sanki. Kerem ise arabaya atladığı gibi buluşma mekanına doğru yol almıştı. Gözünün önünden Şebnem'in görüntüsü silinmiyordu. Kendisi için bu kadar endişelenmesi bir yandan Kerem'i üzmüş bir yandan da belli belirsiz tebessüm etmesine yol açmıştı. Hissettiklerinin karşılığını alacağını düşünmek Kerem'i daha da güçlendiriyordu sanki. Geri geldiğinde Şebnem ile konuşurken artık çok daha açık ve her sorusuna verecek bir cevabı olabilecekti.
Kerem düşünceli bir ifadeyle tüm dikkatini yola verirken telefonu çalmaya başlamıştı. Arayan Melis olunca da hemen açıp "Gelmek üzereyim Melis" dedi ama bir sorun vardı. Gözü park halindeki araçlardan birinin plakasına takıldığı için yavaşlamıştı ve aynı anda Melis'de telaşlı bir ses tonuyla "Kerem sakın oraya gitme! Nasıl oldu bilmiyorum ama Okan adamlarını göndermiş seni görürlerse çok kötü olur" deyince bu konudaki düşüncesinde yanılmadığını da çok net bir şekilde anlamıştı.
Plakası tanıdık gelen arabayı Çetiner malikanesinin önünde de görmüştü. Kahretsin! Kerem bu durum karşısında yüzünü ekşitirken telefonuna bir mesaj geldi. Melis'in telefonundan gelen bir mesajdı ve oradan ayrılıp verdiği adrese gitmesi söyleniyordu. Burası güvenli olmadığı için Kerem istikametini Melis'in verdiği yeni buluşma noktasına doğru değiştirmek zorunda kalmıştı. Birkaç dakika geç aramış olsaydı her şey berbat olacakmış demek ki.
Kerem uzunca bir yol gittikten sonra nihayet söylenen yere gelip aracını park etmişti ama ne biçim bir yerdi burası resmen in cin top oynuyordu. Telefonunu yanına alıp arabasından indikten sonra Melis'i arayarak yürümeye başladı. Birkaç çalışın ardından da telefon açıldı ve Melis üzerinde 129 yazan deponun önüne gelmesini istedi. Kerem ona geleceğini söylüyordu ama bir yandan da neden kendisini çağırmak yerine yanına gelmediğini düşünüp kuşkulanmıştı. Ayrıca neden burasını seçmişti ki?
"Melis beni neden buraya çağırdın?"
"En güvenilir yer burası gibi geldi"
"Sen böyle ıssız yerleri nereden bilebilirsin ki?"
"Bu depo babamlara ait"
"Babanlara mı?"
"Evet"
"Sen orada tek başına mısın Melis?"
"Evet tekim Kerem"
"Konuşamıyorsun"
"Hayır ne alakası var? Sadece bir an önce şu işi halledelim de Şebnem rahatlasın istiyorum"
"Melis konuşamadığını anlayabiliyorum. Eğer yanında Okan ya da adamlarından biri varsa belli etmeden bana hadi çabuk gel bekliyorum de böylece seni oradan çıkarmanın bir yolunu ararım"
Kerem sözleri biter bitmez Melis'in "Boşuna telaşlanıyorsun Kerem" demesiyle rahat bir nefes almıştı. Bu adamla uğraşırken paranoyak olup çıkacaktı ama yine de tedbirli olmakta fayda vardı tabii. Telefonu "O halde bekle geliyorum" diyerek kapattıktan sonra bahsi geçen deponun önüne gelip etrafı ne olur ne olmaz diye kontrol ederek içeriye girdi.
İçerisi kapkaranlıktı ve sadece kirli camların yansıttığı kadar ışık girebiliyordu. Ağır adımlarla Melis'e seslenerek yürürken aniden arka bacaklarına gelen sopa darbesiyle yere kapaklandı. Tuzaktı bu! Ellerinden güç alarak başını kaldırdığında kolundan sertçe çekiştirdiği Melis ile ortaya çıkan Okan sinir bozucu bir bakışla "Şimdi kibarlık etmek için sana hoş geldin diyeceğim ama burada oluşun pek de hoş olmayacak Kerem" dedi. Tam o sırada Okan'ın adamı Kerem'in karnına onu iki büklüm edecek şekilde bir tekme vurmuş deponun içi de Melis'in "Yapmayın!" çığlıklarıyla yankılanmıştı.
"Engin!"
"Buyurun Okan Bey"
"Melis Hanım'ı sağ salim evine ulaştırın. Onunla işimiz kalmadı"
"Emredersiniz efendim"
"Şu uyku bandını alın da misafirimiz yolda giderken yine gözlerini dinlendirsin. Konfor önemlidir değil mi?"
Melis ağlamaktan kan çanağına dönmüş olan gözleriyle Kerem'e bakıp "Özür dilerim Kerem telefonun hoparlörü açıktı seni uyaramadım" derken adamlardan biri de gelip bulundukları yerin neresi olduğunu anlamasın diye bantla gözlerini kapattı. Melis depodan çıkarılırken Okan da Kerem'e yaklaşmış ve adamlarına onu kaldırmalarını söyleyip suratına peş peşe yumruklar savurmaya başlamıştı. Yüreği varsa adamları olmadan çıksaydı ya Kerem'in karşısına! Ama yok nerede Okan'da o yürek!
Melis ise her yumruk ve tekme sesinde "Yeter vurmayın artık!" diye bağırıp adamların kendisini bırakması için kollarını çekiştirip duruyordu ama gücü yetmediği için depodan çıkarılıp çoktan arabaya bindirilmişti bile.
İçeride ise işler bayağı kötüydü. İki kişinin kollarından tuttuğu Kerem sert bir şekilde Okan'dan yediği yumruklarla dayanamayıp dizlerinin üstüne düşmüştü. Bu görüntü sonrası Okan adamlarına alaycı bir tonlamayla "Kerem Bey'i bırakabilirsiniz ne de olsa misafirimiz sayılır. İlk günden fazla sarsmayalım değil mi?" dedikten sonra adamların geri çekilmesini bekleyip Kerem'in yanına geldi ve eğilip dağılmış suratına bakarak "Düğünümden gelinimi kaçırmanın bir bedeli olabileceğini az çok tahmin etmiştin herhalde" dedi.
Kerem kan dolan ağzını Okan'ın ayakkabısına tükürerek temizleyip "Yapabileceğin en iyi şey bu mu?" diye sorunca Okan sinirlense de sakin kalmaya çalışıp "Aslına bakarsan en iyisini Şebnem'in buraya geldiği ana saklıyorum. Müstakbel eşimin önümde diz çöküp kendisini affetmem için yalvarmasını izlemek çok dramatik olacak ama ona evleneceği adama bir daha yanlış yapmaması gerektiğini hoşuna gitse de gitmese de bir şekilde öğretmem gerekiyor" dedi. Kerem kendisini kullanarak Şebnem'i yanına çekeceğini anladığı için resmen barut olmuştu. Şebnem normalde bu adamın yanına bile yaklaşmazdı ama şimdi Kerem'i bıraksın diye gözünü bile kırpmadan Okan'a boyun eğebilecek durumdaydı.
Kerem muhtemelen çatlamış olan kaburgalarını tutup sinir içinde "Şebnem'in saçının teline dokunursan seni çok pişman ederim Okan!" diye bağırırken gülmeye başlayan Okan'da bir yandan "Üzgünüm ama şu an seni ciddiye alabileceğim bir konumda değilsin Günsür" deyip bir yandan da adamlarına Kerem'i bağlamalarını işaret etti.
Kerem ve adamların arasında yaşanan ciddi bir itiş kakışın ardından Kerem bir köşeye oturtulup zar zor elleri bağlanmıştı. Okan ise kendisine nefretle bakan Kerem'e yere düşen telefonunu alaycı bir tavırla sallayarak "Benimkinin şarjı bitmek üzere umarım senin telefonunu kullanmamda bir sakınca yoktur. Gidip sevgili nişanlımı arayayım istiyorum. Bakalım seni salmam karşılığında yanıma geri dönmeyi kabul edecek mi?" dedi ve Kerem'in sessizce "Sakın gelme Şebnem!" demesi eşliğinde deponun sürgülü demir kapısını üstlerine çekti.
"Herkesin kendisini zor anlarında kurtarabileceğine inandığı gözü kara bir süper kahramanı olmalı bu hayatta...
Sen de benim kahramanımsın Sarı Papatyam"
22.Bölüm : Bana bir günah keçisi lazım
Şebnem üzgün bir halde pencereden Kerem'in gidişini izlemiş ardından da üzerini değiştirip odadan çıkmıştı. Fiko'da maşallah evin düzenine hemen adapte oluvermiş gözüküyordu. Yatağını toplayıp yorgan ve çarşaflarını muntazam bir şekilde kenara koyarak mutfağa geçmiş Hülya Hanım kahvaltı sofrasını kurarken o da ocağın başında hünerlerini sergiliyordu. O havada birkaç takla atıp sonra da gerisin geriye tekrardan tavaya yerleşen şey bir krep miydi?
"Fikret Bey bir sakıncası yoksa eğer krep tarifinizi benimle paylaşır mısınız? Benim yaptıklarım hiç böyle göz göz olmuyor"
"Ben bir profesyonelim ve normalde tariflerimi kimseye vermem ama bize göstermiş olduğunuz misafirperverlikten ötürü size en ince detaylarına kadar anlatacağım Hülya Hanım"
"Harika! O halde ben hemen bir kağıt kalem alıp geliyorum"
Hülya Hanım kağıt kalem almaya giderken Fiko'da Şebnem'in onu izlediğinden habersiz tavaya yeni krep hamurunu yayıyordu. Ne olurdu hep böyle mülayim olsa da Şebnem'de içi sıkıldıkça onunla iki lafın belini kırsa... Ama yok adam herkese karşı pozitifken Şebnem'e karşı negatifin önde gideniydi.
Bir süre onu izleyen Şebnem hiçbir şey söylemeden yanına geçip ellerini tezgaha dayayınca Fiko bu halini garipseyerek çaktırmadan yan gözle ona bakmaya başladı. Neyi vardı anlamıyordu. Şimdiye kadar kırk kere Fiko'yu dellendirecek en az bir iki laf söylemesi lazımdı.
Şebnem düşünceli gözlerle krebin kızarışını izlerken Fiko daha fazla dayanamayıp "Aslında umurumda bile değil hatta bilsem ne olur bilmesem ne olur kafasındayım ama sırf Kerem arayıp sorarsa verecek bir cevabım olabilsin diye soruyorum. Sen iyi misin sarışın?" diye sordu. Doğru sırf Kerem için soruyor yoksa kendi merakından değil. Bunu duyunca burukça tebessüm eder gibi olan Şebnem aniden yüzünü asarak başını olumsuzca iki yana sallayınca Fiko'da bu yanıt sonrası ters bir söz söylemeden durgun bir bakışla önüne dönüp krebi tabağa almaya başladı. Kerem geri dönene kadar Şebnem'in iyi hissetmeyeceğini o da anlamış olmalıydı.
Sofra hazır olduktan sonra herkes masadaki yerine geçmiş bir yandan çaylarını yudumluyor bir yandan da sohbet ediyordu. Ancak Şebnem ne sohbetin içinde ne de o ortamda değil gibiydi. Çayına attığı küp şekeri eritmek için kaşığıyla bardağını karıştırırken Fiko'nun gözü de ona takılmıştı. Daha önce Şebnem'i bu halde hiç görmediği için ne yapacağını da bilemiyordu. Acaba saçını başını yolsa o eski lanet haline geri döner miydi?
Fiko konuşma sırasında Mete Bey'e bir restoranları olduğundan ve Kerem ile beraber yürüttüklerinden bahsederken Şebnem'in bu bardak karıştırma işini biraz abartmasıyla birlikte aniden elini onun elinin üzerine koyarak devam etmesini engelledi. Şıngır şıngır! Buna da kafa derlerdi değil mi? Bu müdahaleyi yapar yapmaz Şebnem'de Fiko'ya bakıp onun gözlerini kocaman açarak "Yarattığın kargaşa yetmedi şimdi de küçücük bardakta tsunami yaratmaya mı çalışıyorsun doğal afetler kraliçesi!" demesiyle kısa bir anlığına eski haline dönüp "Hayır Fiko Bey! Türünün son örneği olan sevimsiz bir kelaynak kuşunu bir kaşık suda boğsam nasıl bir bahane uydurarak müebbet yemekten kurtulurum diye düşünüyorum!" dedi ama sonra yeniden yüzünü asıp "Uğraşmayın benimle Fiko Bey canım sıkkın anlasanıza!" deyip izin isteyerek masadan kalktı.
Şebnem hava almak için kapının önüne çıkarken arkasından bakıp kalan Fiko'da düşünceli bir bakışla başını yeniden masaya doğru döndürdü. Tabii Mete Bey'in ve Hülya Hanım'ın bakışlarını görünce de bir açıklama yapması gerektiğini anlayıp "Kafası bir milyon Ayla ile birinci dereceden akraba olduğunu unutmamak lazım. Ailedeki kadınlarda henüz sebebini çözemediğim bir ayarsızlık mevcut. Ben gidip ne derdi var bir bakayım" dedikten sonra izin isteyerek masadan kalktı.
Ancak Fiko tam kalkarken Hülya Hanım onu durdurup Şebnem ile kendisinin konuşmasının daha uygun olacağını söyledi. Sonuçta ikisi de kadındı ve birbirlerinin dilinden ancak onlar anlardı. Ee! Az önceki sahne de göz önüne alınınca Fiko ile Şebnem'in edeceği konuşmadan pek de bir hayır gelmeyeceği alenen ortadaydı. Fiko başını olumlu anlamda sallayıp tekrardan yerine otururken Hülya Hanım'da evden çıkıp Şebnem'in yanına geldi. Merdivenlerde oturuyordu ve gerçekten de hiç keyfi yok gibi görünüyordu.
Hülya Hanım merdivenleri inip yanına oturduğunda Şebnem'de görmemesi için gözlerindeki yaşı silmeye başladı. Ağlıyor muydu o? Evet evet elinde bir soğan olmadığına göre kesinlikle ağlıyordu. Hülya Hanım'ın "Eminim Fikret Bey seni kırmak istememiştir" diyerek önüne düşen saçını kulağının arkasına almasının ardından Şebnem'de şaşkın bir halde ona doğru bakıp "Emin olun elinde olsa beni yüksek devirli çamaşır makinesine atmaktan ve karşıma oturarak büyük bir keyifle çekirdek çitlemekten hiç çekinmez. Neyse ki onun sözlerini önemsememeyi öğrendim" dedi. Derdi başkaydı yani.
İkisi de sessizleşmişti. Hülya Hanım'da derdinin sadece Fiko'nun sözleri olabileceğini düşünmüyordu ama bir yerden de konuya girmesi gerekiyordu tabii. Şebnem iki elini de yanaklarına koyup iç geçirirken Hülya Hanım ona doğru eğilip "Önemsemiyorum diyorsun ama geldiğimde ağlıyordun" dedi. Ağlama sebebini düşününce Şebnem'in gözleri yine dolmaya başlamıştı.
"Ben ona ağlamıyordum ki"
"Sen neye ağlıyordun peki?"
"Korkuyorum"
"Korkmana gerek yok. Burada güvendesin"
"Ama Kerem güvende değil"
"Bence kendisini koruyabilecek bir gence benziyor"
"Öyle ama siz o nişanlı bozuntusunun neler yapabileceğini bilmiyorsunuz. Restoranda olduğumu öğrendiğinde bütün adamlarını kapının önüne yığmıştı. Beni Samet'in stüdyosundan almaya geldiğinde de tek başına değildi. O asla yalnız gezmez. Ya yine aynı şeyler olursa? Ya Kerem'in geldiğini öğrenip ona zarar verirse?"
"Onu seviyorsun"
"Hayır ondan nefret ediyorum. O adamı gördüğümde bütün organlarım yer değiştirip infilak etmek için geri sayıma başlıyor"
"Kerem'den bahsediyordum"
Şebnem bunu duyunca yan gözle Hülya Hanım'a bakıp alt dudağını titrete titrete ağlayarak "Okan'dan ne kadar nefret ediyorsam Kerem'i de bir o kadar seviyorum. Hatta çok daha fazla... O hayatıma girip de bana yalnız olmadığımı hissettiren tek insan. Ya da sevildiğimi.. Biliyor musunuz? Bana beni sevdiğini hiç söylemedi ama sevdiğini biliyorum. Bana hiç kimse onun kadar güzel onun kadar anlamlı bakmadı. Ona benim yüzümden bir şey olursa kendimi hiç affetmem" deyince Hülya Hanım'da ağlamasına dayanayıp onu kendisine doğru çekerek sarıldı.
Hülya Hanım merak etmemesini ve Kerem'in işi biter bitmez yanlarına geleceğine inandığını söylerken karşı evin kapısı açılmış ve Ayla Hanım ikisini görür görmez seri adımlarla yanlarına gelmeye başlamıştı. Eyvaaah! Bela geliyorum demez küt diye gelir!
Hülya Hanım'la sarılan Şebnem bu konuşma için teşekkür ederek geri çekilirken Ayla Hanım'ın bir hışımla yanlarına gelmekte olduğunu fark etmişti. Amaan o ne be! Yine Şebnem'in saçına başına sarılmasın bu çatlak kadın! Bu dehşet görüntü karşısında gözlerini kocaman açıp "Teyzem beni öldürmeye geliyor!" diyerek ayağa kalkarken Hülya Hanım'da onunla birlikte kalkıp önüne geçerek tedirgin bir şekilde "Hoş geldin Ayla" dedi.
Ancak şu an karşılarında dünkü sarhoş Ayla yoktu. Tamamen ayılmıştı ve biraz da garipti. Bu garipliğini de yanlarına gelir gelmez Hülya Hanım'a ters ters bakıp "Söylemeyeyim söylemeyeyim diyorum ama insana illa söyletiyorsun Hülya! Mete'yi elimden aldığın yetmiyormuş gibi şimdi de yeğenime mi göz diktin? Ay bir de ağlatmış kızı! Bana olan hıncını şu sabiden mi çıkarıyorsun kuyu kazıcı" diyerek taçlandırmıştı. Sabi mi? Kuyu kazıcı mı? Oooops! Bu kadın daha dün Hülya'ya sarılıp şapır şupur öpmüyor muydu allasen!
Şebnem şok dolu gözlerle teyzesinin söylediklerini dinlerken Hülya Hanım'da Ayla Hanım'ın durumunu yıllardır bildiği için gayet sakin bir tavırla "Birincisi ben Mete'yi elinden almadım çünkü biz tanıştığımızda sen Mete'yi çoktan kaçırtmıştın. İkincisi şu an hatırlamıyorsun ama dün her ne içtiysen yeğenini kapıdan kovmuşsun Ayla. Kızcağızın kalacak yeri olmayınca Mete onu ve arkadaşlarını bize davet etmiş" dedi. Bu konuşma sırasında Şebnem'de yazık nefesini tutmuş Ayla Hanım'ın hangi an ikisinden birine saldıracağını korku içinde bekliyordu.
Ayla Hanım ürpertici bir sessizlikle baktıktan sonra yavaşça birkaç adım atıp Hülya Hanım'ın burnunun dibine kadar girmişti. Beklenen an geliyor mu ne! Hülya ellerini beline koyup ne yapacağını beklerken Ayla Hanım'da tanıdığı günden beri lens olduğunu iddia ettiği mavi gözlerine baka baka "Teyzen dururken bu takma gözlü koca avcısının evinde işin yok. Yürü gidiyoruz!" diyerek Şebnem'i kolundan tuttuğu gibi evine doğru yürütmeye başladı. Şebnem'in aklı oynamıştı. Ay bu deli kadın dün olanları hatırlayıp kızı benzin dökerek yakmasın sakın!
Şebnem bir yandan çekelenip bir yandan da arkasına doğru bakarak sessizce "Hülya abla bir şey yap!" derken Ayla Hanım'da evin kapısını itip Şebnem ile birlikte içeriye girerek kapıyı kapattı. Kısacık bir an sessizlik olmuştu. Şebnem'in korkudan attığı buçukların haddi hesabı yoktu. Üç buçuk dört buçuk beş buçuk yok mu arttıran şeklinde almış başını gidiyordu.
Ayla Hanım kapıyı kapatıp birkaç saniye öylece durduktan sonra aniden arkasını dönünce Şebnem'de tırsarak bir iki adım geri çekildi. Ne reaksiyon alacağını bilemediği için ağzını da açamıyordu. Doğru da yapıyordu. Şimdi ezkaza yanlış bir laf söylese bu kadın kaz gibi yolar tavuk gibi didiklerdi kızı!
Birbirlerine tepkisizce bakarken Ayla Hanım'ın ağır çekimde kendisine doğru yaklaştığını gören Şebnem "Fiko Bey ne olur kurtarın beni!" diyerek gözlerini sımsıkı kapattı. Fakat beklenmedik bir durum cereyan etmişti çünkü Ayla Hanım bir anda dünün aksine Şebnem'e sevgiyle sarılıp "Ay! Annene zerre kadar benzemiyorsun aynı bensin! Bunu fark ettiğinde Zuhal'in o estetikli yüzünün aldığı... Aaaa! Pardon alamadığı ifadeyi görmek isterdim" deyiverdi. Ayık Ayla Hanım'ın sevgi dolu tavrı iyi hoştu da kaskatı kesilen Şebnem yaşadığı korku yüzünden altına kaçırmak üzereydi. Yazık değil mi bu kıza?
Geri çekildiklerinde Şebnem "Eda!" diye seslenmeye çalışıyordu ama başaramıyordu. Resmen sesi içine kaçmıştı. Ağzı oynuyordu ama görüntü var ses yok moduna geçiş yapmış gibiydi. Korkudan dilimi tutuldu ne oldu? Neyse ki tam o anda evin zili çalmaya başlamıştı. Fiko ile Hülya Hanım olmalı. Şebnem heyecan yapıp kapıyı açmaya yeltenince Ayla Hanım onu durdurup kapı deliğinden bakarak beklemeye başladı. Ne yani şimdi on dakika böyle mi duracaklardı? Hem de dışarıda onu kurtaracak birilerinin olduğunu bilerek. Yahu o sarhoşken yaptığı bir şey değil miydi?
Şebnem o on dakikayı dokuz doğurarak bekledikten sonra Ayla Hanım son saniyeleri saymış ve kapıyı açmıştı. Bir anda içeriye giren Mete Bey ile Fiko'yu gören Şebnem "Sizi görüp de sevindiğim nadir anlardan birini yaşıyorum" diyerek Fiko'nun boynuna sarıldı. Bu sefer de Fiko kasılıp kalmıştı. Sarmaş dolaş olmaktan nefret ediyordu. Hele bir de ona sarılan Şebnem olunca ekstra ekstra nefret ediyordu.
"Ne yapıyorsun sen kıt akıllı!"
"Deniz ve yılan hikayesi... Ayla'ya düştüm Fiko'ya sarılıyorum"
Fiko bunu duyar duymaz Şebnem'i kendisinden uzaklaştırıp "Çekil üstümden içine düştüğüm denizde yakama paçama dolanan zehirli çuçuna balığı kılıklı sarı çıyan!" deyiverdi. Niye o kadar zorladı ki sonuçta hakaretin de bir sınırı vardı değil mi?
Onlar ayrılırken Eda'da sesler yüzünden odasından çıkmış ve babasıyla birlikte Ayla Hanım'ı salona götürmüştü. Annesini iki dakika yalnız bırakıp arkadaşıyla telefon görüşmesi yapamayacak mıydı bu kız Allah aşkına! Sağ olsun kadın hemen ortalığı velveleye veriyordu.
Mete Bey sakince konuşarak Hülya Hanım'ın kötü bir niyeti olmadığını ve dün yaşanan durumu anlatırken Eda'da annesinin etrafta içki şişesi arar gibi bakmasıyla hemen dolaptan bir dondurma kutusu alıp kucağına koydu. Ayla'nın siniri ya bir şeyler içerken ya da bir şeyler yerken hafifliyordu çünkü. Onları bir köşeden izleyen Fiko da yanında duran Şebnem'e "Bana fena halde borçlanıyorsun sarışın. Bu seni kaçıncı kurtarışım oldu? Üç mü dört mü?" derken gözlerini Ayla Hanım'a dikmiş olan Şebnem'de korkudan eli ayağı boşalmış bir halde vitrinin üzerinden aldığı içki şişesini kafasına dikti. Bunlar bir seneye kalmaz al Ayla'yı vur Şebnem'e adı altında ana kız gibi dolaşacağa benziyorlardı.
"Çatlak teyzenin aile mirasına sahip çıktığını belli eden bu yeni imajını çok tuttum. Kerem bu haldeyken artık senin yüzüne bile bakmaz ben de senden sonsuza kadar kurtulurum"
Fiko'nun alaycı bir şekilde söylediği bu söz sonrası Şebnem tam elindeki şişeyi sertçe yerine koymuştu ki Fiko'nun telefonu çalmaya başladı. Hadi yine iyi kurtardı! Normalde o telefonu ona yutturup karnını zil çaldırmak lazımdı ya hadi Kerem'in arama ihtimaline dua etsin bu Papyonlu Penguen!
Şebnem'in panter gibi bakan bakışları altında telefonunu "Efendim Kerem?" diyerek açan Fiko karşısında Kerem yerine "Telefonu Şebnem'e ver!" diyen Okan'ı bulunca yüzünü aniden düşürerek dediğini yapıp telefonu Şebnem'e uzattı.
Şebnem telefonu korkuyla eline alıp "Kerem neredesin? Geliyor musun?" deyince Okan önce gülüp sonra da "Maalesef Kerem'in acil bir işi çıktı gelemiyor" dedi. O an sanki her yer etrafında dönmeye başlamıştı. O adamın sesini yeniden duyup kendisini bulduğuna mı yansın yoksa Kerem'in o kazuletin yanında olduğuna mı yansın belli değildi. Şebnem gözleri dolu dolu olsa da yine de kuyrunu dik tutarak "Ne yaptın ona?" diye sordu ama aldığı cevap pek içi açıcı değildi.
Okan hiç de inandırıcı olmayan bir ses tonuyla korkmamasını ve Kerem'e çok iyi baktıklarını söyledikten sonra "Ama Kerem misafirperverliğimizden pek hoşlanmadı galiba. Belki de eğlence anlayışlarımız örtüşmemiştir" dedi. Bunu duyunca Kerem'in ne halde olabileceğini düşünüp ağlamaya başlayan Şebnem günün en önemli sorusunu sorarak "Ne istiyorsun?" deyince Okan'da hiç düşünmeden "Seni!" dedi. Şaşırtmamıştı.
"Şebnem..."
"Ne?"
"Sana düşünmek için iki gün mühlet veriyorum"
"İki gün mü? Neden hemen değil?"
"İyice düşünüp iki de bir fikir değiştirmemen için yeterli bir süre olacağını düşünüyorum da ondan"
"Bu Kerem'in iki gün boyunca seninle olacağı anlamına mı geliyor?
"Merak etme rahat etmesi için elimden geleni yapıyorum"
"Okan bırak onu!"
"Üzgünüm Şebnem ama bunu yapamam. Tabii sen yanıma teşrif ettiğinde istediği yere gidebilir"
"Polise haber vermemden hiç mi çekinmiyorsun? Bu resmen adam kaçırmak"
"Aslında seninle konuşana kadar çok sakindim biliyor musun? Ama beni bunca yıla rağmen hâlâ tanıyamadığın için biraz kızmaya başladım. Bu kızgınlığımı geçirmek için Kerem'in yanına uğrayayım diyorum ne dersin? Belki kum torbam olmayı kabul eder"
"Tamam! Polis yok"
"Evet yok"
"Kerem'e dokunma"
"O halde beni kızdırma"
"Tamam hemen şimdi geleceğim. Yerini söyle"
"Hayır şimdi olmaz. İki gün sakin kafayla düşünmeni istiyorum. Ben seni konuşmamıza kaldığımız yerden devam etmek için yeniden arayacağım. Hoşça kal Şebnem..."
"Okan! Okan kapatma... Lanet olsun!"
Şebnem telefonu kapattıktan sonra kendisine dönmüş gözlere tek tek bakıp "Okan kazandı. Kerem'e karşı beni istiyor" diyerek gözyaşları içinde Fiko'ya sarıldı. O hıçkıra hıçkıra ağlarken de derin bir sessizlik olmuştu. Herkes şimdi ne yapılacağını sorar gözlerle birbirine bakıyordu. Yapacak bir şey yok. Eğer Kerem'in sağ salim geri gelmesini istiyorlarsa Şebnem iki gün sonra tıpış tıpış Okan'ın yanına gitmek zorundaydı.
Vicdansız adam! Belli ki iki gün boyunca acaba Kerem iyi mi diye düşündürüp Şebnem'i diken üstünde tutacaktı. Aslında hem Şebnem'i hem de Kerem'i kurtaracak bir çare illa ki olmalıydı. Ama o çare neydi asıl önemli olan da oydu.
Şebnem kuzeni Eda'nın odasında kendisini suçlayarak uzun süre ağlamıştı. En kötüsü de Melis'ten gelen telefon olmuştu. Melis olan biteni ve Kerem'in şu an ki durumunu Fiko'ya anlatırken Şebnem'de bu konuşmalara şahit olmuş ve Kerem'in başına gelenler yüzünden kahrolmuştu. Eğer onun hayatına girmeseydi böyle şeyler yaşamak zorunda kalmaz en büyük sorunu da restoranındaki et az mı pişmiş yoksa çok mu pişmiş olurdu.
Konuşmalar sebebiyle Eda sessiz olmalarını söylemek için odadan çıkarken aynı anda içeriye giren Fiko'da kapının önünden Şebnem'in haline bakıp kalmıştı. Kız üzüntüden helak olmuştu resmen. Kerem'i Fiko'nun düşündüğünden çok daha fazla sevdiği de açıktı. Kapıyı örtüp ağır adımlarla Şebnem'in yanına geldikten sonra ses çıkarmadan yanına oturup beklemeye başladı. Ne diyeceğini de bilmiyordu ki. Bu kızla kurduğu iletişim laf sokmak ve sokulan lafı iade etmekten öteye pek geçmemişti.
Şebnem yattığı yerden doğrulup Fiko'ya döndükten sonra ona yalvarır gibi "Hadi hemen bir şey düşünün Fiko Bey ne olur" deyince Fiko'da kısa bir an sessiz kalıp sonra da yarım ağızla "Aslında Kerem seni kesin olarak kurtarmanın bir yolunu bulmuştu" dedi. Şebnem bunu duyar duymaz bakışlarını Fiko'ya sabitleyip merakla "Kesin olarak mı? Beni nasıl kurtaracaktı ki?" diye sordu. Fiko nasıl söyleyeceğini düşünüp sessiz kalmıştı. Şimdi pat diye söylese bu kızın kafa boş olunca içeride kesin yankı yapıp etkiyi de tehlikeli bir şekilde arttıracaktı. Ne yapsa ki?
Şebnem bu çözümün ne olduğunu bir an önce öğrenmek istediği için koluna asılarak "Fiko Bey nasıl dedim!" diye ısrarcı olunca Fiko önce kem küm edip sonra da çaresizce açıklamak zorunda kalarak "Kabul edersen seninle evlenecekti" dedi. Şebnem şok olmuştu. Gözlerini kocaman açıp ayaklarını altına alarak yatağın üstüne tünedikten sonra "Kim benimle evlenecekti?" diye sorup heyecanla bir cevap almayı bekledi. Bu soru sonrası Fiko gözlerini devirmişti. Hâlâ kim diyor süzme sarışın!
Fiko sakince cevap verebilmek için derin derin nefes alıp "Sakin ol Fiko sakin ol!" dedikten sonra sakin olamayıp aniden bağırarak "Kerem tabii ki şapşal!" deyiverdi. Şebnem bağırdığı için korkup geri çekilirken Fiko'da ayağa kalkarak el kol hareketleriyle konuşup "Ama şimdi ikinci nişanlın Kerem birinci nişanlın Okan'ın elinde olduğu için bu plan suya düştü. Eğer bunu uygulayabilseydik seni kimse bir yere götüremezdi. Kapiiiiş!" dedi. O an Şebnem'in yüzünde hüzünle karışık bir tebessüm oluşmuştu. Demek Kerem başını beladan çıkarmayan bir kızla sırf onu kurtarmak için evlenmeyi bile göze almıştı. Eğer Kerem kendisi için böylesine önemli bir kararı sonuçlarını umursamadan alabiliyorsa Şebnem'de onu kurtarmak için canını bile verirdi.
•●●·٠•●●•٠·˙
Fiko odadan çıktıktan sonra Şebnem gözleri dolu bir halde ağlaya ağlaya uykuya dalmıştı. Kötü kötü de rüyalar görüp duruyordu. Her biri Okan'ın Kerem'e öldüresiye savurduğu darbelerle son buluyordu. En son gördüğü odak noktası Fiko olan kabusun ardından da sıçrayarak uyanıp hemen ardından da sert bir şekilde üzerindeki pikeyi savurdu ve odadan çıkıp Fiko'ya peşinden gelmesini işaret ederek hızla evin önüne çıktı. Gördüğü rüya ona ilham vermişe benziyordu.
O an Fiko suyunu yudumluyordu ve Şebnem'in bu hareketi sonrası suyu genzine kaçırıp öksürük krizine girmişti. Yine ne oldu bu Ayla'nın Çetiner şubesine Allah aşkına! Bardağını sahpanın üzerine bırakıp herkesten izin istedikten sonra Şebnem'in peşinden dışarıya çıktığında Şebnem'de çok sert bir bakışla ona bakarak "Bir söz vardır bilir misiniz Fiko Bey? Ağlayarak uyuyan bir kadın ne kadar çaresizse gözyaşlarını silerek uyanan kadın da bir o kadar tehlikelidir!" dedi. Evet o an Şebnem gerçekten de Fiko'ya çok tehlikeli gözükmüştü. Bu sarı cadının aklından ne geçiyor olabilir ki?
"Fiko Bey?"
"Ne var be!"
"Bana bir günah keçisi lazım"
"Ne? Kendi keçilerinden birini çağır gelsin!"
"Şiişt öyle değil! Hem kendimi hem de Kerem'i kurtarmanın bir yolunu buldum ama yapmak istediğim şey gerçekten çok tehlikeli"
"Nasıl bir yolmuş o?"
"İki gün sonra Okan aradığında beni çağırdığı yere tek başıma gideceğim ama..."
"Ne yani? Kerem'e karşılık sen teklifini kabul mu edeceksin? Gerçi benim için hava hoş bir nevi eski leğeni verip yeni bir mandal almak gibi bir şey olacak"
"Fiko Bey!"
"O Aylavari deli bakışlı gözlerini üzerime salma kafandaki saç namına bulunan tüm süprüntüleri yolup eline veririm senin!"
"Hey! Burada önemli bir şey söylemeye çalışıyorum kavganın zamanı değil! Öyle ya da böyle Kerem'i kurtarmamız lazım. Şimdi siz benimle misiniz yoksa değil misiniz ona bir karar verin"
"Ben ne yapacağım ki?"
"Sizin bana sadece küçük minicik minnacık bir yardımda bulunmanız gerekiyor"
"Neymiş o yardım?"
"Bence otursanız iyi olur Fiko Bey"
•●●İKİ GÜN SONRA·٠•●●•٠·˙
Şebnem geçirip geçirebileceği en zor iki günü sonunda atlatmıştı. Bugün Okan arayacak ve dananın kuyruğu kesinkes kopacaktı. Fiko'sundan Ümit'ine Mete'sinden Şirin'ine herkes Ayla Hanım'ın yemek masasına geçip oturmuş tam ortaya koydukları telefona bakıp çalmasını bekliyorlardı. Meymenetsiz Okan'da saatlerce bekletip en sonunda akşam vakti telefonu çaldırmaya başlamıştı.
Şebnem telefonu hızla eline alıp gitmesi gereken yerin adresini öğrenmeye çalışırken Okan'da ona gideceği yerde adamlarının onu karşılayacağını ve 129 no'lu depoya getireceğini söylemişti. Belli ki yine uyku bandı eşliğinde konforlu bir yolculuk planlamıştı bu musibet! Bu görüşme sırasında da Okan konuşurken Kerem'in arkadan sürekli "Sakın gelme Şebnem! Eğer biraz olsun bana değer veriyorsan sözümü dinle ve gelme!" sesleri yükseliyordu. Tabii hemen arkasından da yediği tekmeler yüzünden acı dolu bağrışları duyuluyordu. Bu anlara şahit olmak Şebnem'i mahvetmişti ama yaptığı plana da sadık kalması gerektiğini biliyordu.
Şebnem hemen geleceğini söyleyip Fiko ile birbirlerine gözüm üzerinde işareti yaptıktan sonra evden ayrıldı. Bir taksiye atlayıp bahsi geçen yere geldiğindeyse Okan'ın da söylediği gibi adamları onu karşılamış ve kendi araçlarına alarak gözlerini kapatmışlardı. Şebnem de böyle gözü kara bir şekilde gidiyordu ama bir yandan da içinden bir aksilik çıkmaması için bildiği tüm duaları ediyordu. Araç uzunca bir yol gittikten sonra sonunda durmuştu. Açılıp kapanan kapı seslerinin ardından adamlar Şebnem'i dışarıya çıkarıp deponun önüne getirmişti. Böylelikle geri sayım da başlamıştı.
Şebnem gözündeki bant çıkarıldıktan sonra getirildiği yerin neresi olduğunu anlamak için etrafa bakınıyordu ama ifadesine bakılacak olunursa kötü bir sürpriz vardı. Kapının üstündeki numarayı görüp içinden "96 mı? 129 değil miydi o? Kahretsin!" derken bir yandan da adamlardan biri onu deponun içine yönlendirip kapıları da üstüne kapattı. Kapkaranlık yerde bir de üstüne kapı kapatılınca kız korkudan dilini yutacak gibi olmuştu. Keşke kaçık teyzesi burada olsaydı. O varken koca bir ordunun içine bile korkusuzca dalardı herhalde.
Şebnem zorlukla yutkunup tedirgin adımlarla "Okan! Okan neredesin?" diye seslenerek yürümeye başladığında yavaş yavaş huzursuzlanmaya da başlamıştı. Ses çıkmıyordu. Neredeydi ki bu adam? Eyvaaah! İşler düşündüğü gibi gitmeyecekti galiba...
Montunun önünü sıkıca kapatıp korkarak yürürken bir anda önüne çıkan Okan'ı görünce irkilip geri çekildi. O esnada ağır adımlarla ona doğru yaklaşmaya başlayan Okan "Seninle en son ne zaman görüşmüştük Şebnem? Sana eğer o nikah masasından hayır diyerek kalkarsan öyle şeyler yaparım ki bir anda kendini önümde diz çökmüş merhamet etmem için bana yalvarırken bulursun dediğim ve senin de buna rağmen düğünümüzden kaçtığın zaman mı?" deyince Şebnem'de ağzını açıp tek kelime edememişti. Ne yani? Şimdi Kerem'i bırakması ve Şebnem'i affetmesi için ayaklarına mı kapandıracaktı kızı? Aah! Çok beklerdi!
"Kerem nerede?"
"Dinleniyor"
"Okan! Kerem nerede dedim"
"Engin!"
"Buyurun Okan Bey"
"Misafirimizi buraya getirin"
"Hemen efendim"
Şebnem kaşlarını çatıp Kerem'i görme umuduyla adamın gittiği yöne doğru bakarken önünde duran Okan'da gözlerini üzerine dikmişti. Bir süre onu izleyip sonra da "Çetinerlerin biricik kızlarının böyle basit bir adam için bu kadar endişe duyması ne utanç verici" deyince göz göze geldiler. Kerem'e basit diyen bu kazulet adam da ahım şahım bir şey olsaydı da sözü ciddiye alınabilseydi bari!
Şebnem o an ki sinirle "Kerem hakkında doğru konuş!" diyerek ona tüm nefretini kusmak istemişti ama tam ağzını açmışken "Şebnem sana gelme demiştim!" diyen Kerem'in sesini duyunca sese doğru gitmeye yeltenip Okan'ın omuzlarından tutarak onu durdurmasıyla da "Bırak beni... Kerem!" diye bağırmaya başladı. Birkaç saniye içinde Kerem yüzü gözü dağılmış bir halde getirilip yere bırakılınca Şebnem'de sert bir şekilde ittiği Okan'ın elinden kurtulup hızla yanına doğru koştu. Adamı ne hale getirmiş vicdansızlar!
Şebnem dizlerinin üzerine çöküp "Aman Allah'ım şu haline bak! Ne yaptılar sana Kerem?" diyerek kan içindeki yüzünü ellerinin arasına alırken Okan'da arkasından yaklaşıp kollarından sertçe tutarak onu Kerem'den uzaklaştırmaya başladı. Şebnem bırakması için bağırıyor Kerem'de Şebnem'e dokunmaması için bağırıp depoyu inletiyordu ama Okan'ın umurunda bile değildi.
"Tamam birbirinizi de gördünüz artık yeter. Şimdi Kerem Günsür mahallesine sen de ait olduğun yere geri gidiyorsun Şebnem"
Şebnem kendisini geri geri çeken Okan'dan kurtulmaya çalışıp "Senden nefret ediyorum! Bu yaptığını çok kötü ödeyeceksin Okan! Benim de adım Şebnem ise bunu senin burnundan fitil fitil getireceğim!" derken Okan'ın omuzlarına dolanan kolunu görünce içinden "Bunu sen istedin!" diyerek elini yakalayıp koparırcasına ısırdı. Okan hissettiği acıyla bağırıp kolunu çekince Şebnem de bu fırsattan yararlanıp koşarak Kerem'in yanına gittikten sonra kolunu omzuna alıp "Hadi Kerem kalk gidelim buradan!" dedi. Kerem bir yandan Şebnem'e yaslanıp bir yandan da büyük ihtimalle çatlamış olan kaburgalarını tutarak kalkarken Okan'da sert bir ses tonuyla "O gidebilir ama sen benimle ailenin yanına geri dönüyorsun Şebnem! Dışarıya da bensiz adımını dahi atamazsın" dedi.
Kerem ayakta zar zor durup yan gözle Şebnem'e bakarak "Seni bırakıp hiçbir yere gitmem" deyince cebindeki telefonun titreşimini hisseden Şebnem'de Fiko'dan aldığı yetkiye dayanarak sırıtıp "Merak etme Kerem bu kapıdan üçümüz birlikte çıkacağız" dedi. Kerem şaşırmıştı. Tam "Üçümüz mü?" diye sorarken polis sirenleriyle birlikte demir kapının sürgüsü açılmış ve Fiko büyük bir şaşkınlık yaratarak içeriye dalıp onlara doğru yürürken de "Meymenetsiz olsa da karımı benden habersiz hiç kimse hiçbir yere götüremez! Nerede o Okan denilen kazulet!" demişti. Karımı mı? Ooops!
Ortalık bir anda karışmıştı. Fiko tarafından yapılan karım ve arkadaşım kaçırıldı konseptli ihbarın doğruluğu ve Kerem'in bulunduğu hâl dolayısıyla Okan ve adamları toplatılmış Kerem'e de olduğu yerde ilk müdahalesi yapılmaya başlanmıştı. Tabii her şey o kadar hızlı cereyan etmişti ki şok geçirmemek elde değildi. Bir yandan Fiko'nun yaptığı açıklamanın diğer yandan da Okan'dan tamamen kurtulmanın şaşkınlığı yaşanıyordu.
Kerem büyük bir merakla "Fiko ben hiçbir şey anlamıyorum. Ben yokken neler oldu böyle?" diye sorunca Fiko'da gözlerini kocaman açıp Şebnem'e sinirle bakarak "Allah belamı verdi Kerem!" dedi. Ne oluyor be! Kerem ne olduğunu yine anlayamamıştı. Şebnem de Fiko'yu gıcık etmek için "Aa! Ama niye öyle diyorsun kocacığım insan çiçeği burnunda karısı için hiç öyle konuşur mu?" deyince bir anda yaralı çocuğun tepesinde Fiko tarafından başlatılıp Şebnem tarafından da büyük bir zevkle iştirak edilen bir itiş kakış başlamıştı.
"Hâlâ çiçeği burnunda diyor fırsatçı!"
"Ne fırsatçılığımı gördünüz ya!"
"Bende gözün mü vardı anlamadım daha ilk bahane de attırdın imzayı!"
"Nee! Sizde gözü olanın gözü çıksın be! Şirin hariç tabii sözüm meclisten dışarı"
"Fiko didişmeyi bırakın! Şebnem sen de sus biraz!"
"Ama hâlâ bana Şirin diyor sustur şunu Kerem! Sana derken halkayı bana taktığı yetmiyormuş gibi bir de gitti nikah şahidimi Şirin yaptı! Ben bu gençliğimi söndürmeye niyetlenen sarı çıyanın saçını başını yolacağım sakın bana engel olma!"
"Ne! Bu karım kocam muhabbeti gerçek miydi? Siz ikiniz evlendiniz mi?"
"Gerçek tabii! Ayağıma bile bastı yellooooz!!!"
Yaraları temizlenen Kerem duyduklarıyla büyük bir şok yaşarken Şebnem'de destek olmak için elini tutup durumu açıklamaya çalışarak "Bu evlilik olayı senin fikrinmiş Kerem ama sen ortada olmayınca kime niyet kime kısmet demek zorunda kaldık. Ben de baktım durum çok fena Okan'dan tamamen kurtulmak için dün akşam saatlerinde Fiko Bey'e nikahı bastım. Gerçi Şirin'i şahitlerimizden birini yaptığımı öğrenince beni birkaç kez boğmaya kalktı ve az daha nikah iptal oluyordu ama neyse ki Ümit ile Aslı bizi her seferinde ayırdı" dedi. Ne diyor bunlar be!
Yapacak bir şey yoktu. Şebnem Okan'dan aldığı telefon sonrası ağlayarak uyuduğu yataktan güçlenerek kalktığında kafasında tek bir şey vardı. Ne pahasına olursa olsun Kerem'den asla ayrılmak istemiyordu. Hem onu hem de kendisini kurtarabilecek de tek bir yol vardı o da Kerem yanında olmadığı için en az onun kadar güvendiği biriyle yani Fiko ile nikahlanmaktı. Ailesinin baskısından ve Okan'dan kurtulmanın başka bir yolu da yok gibiydi. Fiko'yu zar zor ikna ettikten sonra Melis nüfus cüzdanını Samet ile onlara göndermiş ve durumun aciliyet gerektiği nikah işlemleri yapılan belediyedeki görevliye anlatılmıştı. Tabii bu ömür boyu sürecek bir imza değildi ama en azından evli olduğu bilindiği sürece bu Şebnem'e rahat bir nefes aldıracaktı.
Şebnem'in de belki ailesiyle arası fena halde bozulacak hatta babası böyle bir şey yaptığı için büyük ihtimalle kızını reddedecekti ama yaşanılanlardan sonra Şebnem için varsın aramız bozulsun böyle aile de olmaz olsun durumu daha baskın gelmişti. Onu düşünmeyen ve tek bir gün bile sevgi göstermeyen insanlara ailesi dahi olsa boyun eğmeyecek hayatına onlarla ya da onlarsız devam edecekti. Hem artık yalnız da değildi. Kerem vardı ailesi arkadaşları vardı. Aaah! Taze damat Fiko da vardı. Daha ne olsun?
Kerem hastaneye götürülmek üzere ambulansa alındığında Şebnem ile Fiko'da hemen yanıbaşına geçti. Yaraları temizlenince yüzü gözü de iyice açılmıştı. Önceki hali neydi Allah aşkına? Onu o halde görünce Şebnem'in içinde bir şeyler kopup gitmişti sanki.
Ambulans hareket ederken Kerem eliyle Şebnem'den yaklaşmasını isteyip o eğilince de çok hoş bir ses tonuyla "Herkesin kendisini zor anlarında kurtarabileceğine inandığı gözü kara bir süper kahramanı olmalı bu hayatta" dedikten sonra yanağını okşayarak "Sen de benim kahramanımsın Sarı Papatyam" dedi. Sarı papatyam dedi değil mi? Kerem yani... Şebnem'e sarı papatyam dedi. Kendi istek ve arzusuyla hiçbir baskı altında olmadan hem de!
Şebnem bunu duyunca bir yandan kulaklarına inanamamış bir yandan da çok ama çok mutlu olmuştu. Sonuçta her zaman Kerem'in ağzından böyle şeyler duymuyordu. O da elini Kerem'in yanağına koyup güzel bir şeyler söylemek istiyordu ama heyecandan bir türlü yapamıyordu.
Birbirlerine sevgi dolu gözlerle bakarken Kerem sonunda duygularını açık etmeye karar vermiş olacak ki Şebnem'in yüzünü kendisine doğru yaklaştırdıktan sonra "Başıma ne kadar bela olursan ol... Beni ne kadar delirtirsen delirt ben yine de seni seviyorum Şebnem. Sen de ister misin bilmiyorum ama ben ömrümün sonuna kadar yanımda kalmanı istiyorum" diyerek onun gülüşünden aldığı cesaretle de dudağına bir öpücük kondurdu.
Şebnem o kadar şaşırmıştı ki refleksle kapadığı gözlerini açıp Kerem ile göz göze geldikten sonra kısa bir an ona şapşal şapşal bakıp kalmıştı. Kerem'in gülümsediğini gördükten sonra da hemen kendisini toparlayarak "Ben de seni seviyorum Kerem. Sana ne kadar onu yaparsan yap bunu yaparsan yap yine de seviyorum diyemiyorum çünkü sen zaten bana hep çok iyi davrandın. Sen bana kızarken bile aslında beni hep korudun ve kendimi senin yanında her zaman güvende hissetmeme neden oldun. Ben de seni ömrümün sonuna kadar yanımda istiyorum" dedi. Birbirlerine gülümserken dudakları yeniden buluşmuştu.
Şebnem'in saçları ikisini örttüğü için bu romantik görüntü ekrana pek yansımasa da Fiko durumu hemen anlayıp yüzü beş karış bir halde onlara karşı kalçasını devirerek oturup "Harika! En yakın dostum şu an burnunda bir çiçek olduğunu iddia eden lanet karımı öpüyor ben de rahatsız olmasınlar diye kafamı çeviriyorum. Ailedeki genişlik takdire şayan!" deyiverdi. Bunu duyunca Şebnem'de Kerem'de gülerek ona doğru dönmüştü. Evet gerçekten de Fiko'nun dediği gibi aralarında tuhaf bir durum cereyan etmişti ama bu noktada önemli olan şey bu değildi.
Aptal olduğunu düşündüğün bir sarışını kurtarmak için hayatından olmak... İşte tüm mesele gerçek bir dost olup olmadığına karar vermekte gizliydi. Fiko bunu yapmıştı. Hem Kerem için hem de kabul etmekte zorlansa da Şebnem için yapmıştı bunu. O gerçek bir dosttu. Elbet yaptığı bu iyilik döner dolaşır onun da en ihtiyaç duyacağı zamanda omzuna konuverirdi.
•●●·٠•●●•٠·˙
Buradan itibaren daha keyifli mini bölümlere geçiş yapıyoruz. Bakalım aileler bu durumu nasıl karşılayacaklar Fiko'nun boşanmak için tek şartı ne? Kerem ile Şebnem'in akibeti ne olacak hepsi hikayemizin 4 özel bölümlerinde olacak.
Final Sonrası Özel Bölümler - 1 : Günsür & Çetiner Konseyi
"Kocacığım ilk aile krizimizi yaratmaya hazır mısın?"
"Bana kocacığım deyip durma o çatallı dilini bir düğümlerim bir daha gıkını çıkaramazsın!"
"Tapunuzun bende olduğunu hatırlatmak isterim Fiko Bey!"
"Sen o tapuyu al..."
Kerem bu sözün ardından gelecek olanı tahmin etmiş olacak ki gözlerini kocaman açıp büyük bir hızla Fiko'nun ağzını kapatarak "Şebnem sus ve sadece zile bas!" dedi. Evet bir an önce zile bassın yoksa birazdan bütün apartman başlarına toplanacaktı. Şebnem Kerem'in sert tonlamasından korkup "Kızma Kerem sustum" diyerek zile bastıktan sonra elindeki pasta kutusuyla kapı deliğine karşı şirin şirin gülümseyip kapının açılmasını beklemeye başladı. İçeriden de Nurten Hanım'ın heyecanlı bir tavırla "Hasssan! Assslı! Ümiiiit! Toplaşın çocuklar geldi!" diyen sesi duyuluyordu. Ah ahh! Kadıncağız gözde gelin adayını Mukaddes Hanım'a kaptırdığını öğrenince kim bilir ne kadar bozulacaktı. Ne bozulması ayol yüreğine inecekti yüreğine!
Kapı açıldığında Nurten Hanım meraklı gözlerini üçünün arasında gezdirip "Ay geçin geçin! Bizimle ne konuşacaksınız öldüm meraktan" deyince Şebnem elindeki paketi uzatıp "Hayırlı bir iş Nurten teyzeciğim. Buyrun tatlı yiyelim tatlı konuşalım" deyiverdi. Tabii bunu duyunca Fiko hemen burun büküp "Ne hayırlısından bahsediyor Kerem ocağımı söndürmedi mi bu yelloz? Neresi hayırlı bunun!" diyerek bir çıkış yaptı ama neyse ki Kerem'in dirsek atmasıyla toparlanıp zoraki bir şekilde gülümseyerek maraz çıkarmadan içeriye girdi.
Sarılıp kucaklaşıldıktan sonra herkes salondaki koltuklarda yerlerini almıştı. Fiko'nun sürekli kaşınıyor olması da ayrı bir merak konusuydu. Tabii yanında oturan Şebnem'in onun koluna girip şapşal şapşal sırıttığı düşünülecek olunursa bu tepkisi çok da yadırganamazdı. Hasan Bey sessizlik sırasında içi geçmiş bir halde otururken Nurten Hanım'da Fiko ve Şebnem'in oturuş şekline bakıp meraklı gözlerle de "Eee! Ne oluyor hadi anlatın bakalım. Şebnem size bir sürprizimiz var demişti çok merak ettim gözüme uyku girmedi" deyince Fiko ile bakışan Kerem onun kaykılmış bir halde "Az önce hayırlı bir iş dedi önceden de sürpriz demiş... Bu sarı çıyanın hayalleri gerçekleşmiş galiba beni boşamayacak Kerem!" demesiyle aniden söze girip "Şebnem ve Fiko evlendi!" deyiverdi. Yaklaşık 10-15 saniyeyi bulan o ilk şoktan çıkıldıktan sonra salonda bir anda kaos olmuştu. Mukaddes Hanım heyecanla ve de mutlulukla ayağa kalkıp genç çifti alkışlarken yıllardır arkadaş olduğu Nurten Hanım'ın da ters bakışlarının hedefi olmuştu.
Nurten Hanım öyle ya da böyle bir gün Şebnem'in oğluyla evleneceğini umarken gelin adayının çoktan Fiko ile evlendiğini duyunca büyük bir şok yaşamıştı ve olduğu yere gömülüp "Neee!" diye feryat figan ettikten sonra hemen yanında uyuklayan eşini sarsarak "Hasssan! Duydun mu bak Fikret ile Şebnem evlenmiş!" dedi. Yazık adamcağız da ne yapsın. Karısının bu dediğini duyar duymaz gözlerini açıp "Oh oh ne güzel! Allah bir yastıkta kocatsın inşallah" deyiverdi tabii. Bu temenni Nurten Hanım'ı besbeter bir hale sokarken Fiko'nun da can havliyle "Tövbeee!" demesine sebep olmuştu. Şebnem ile kocamak mı? Allah bir yastıkta kocatsın değil yazdıysa bozsun denecek bir şeydi bu. Hasan Bey'in sözüne "Amin amin!" diyen Mukaddes Hanım'da daha Şebnem'i unlu ellerle mantı yaparken gördüğünden bu yana zaten çoktan bu izdivaca gönüllüydü. Ancak keşke bunu Nurten Hanım'ın gözü önünde bu kadar coşkuyla kutlamasaydı.
Mukaddes Hanım Şebnem'e elini öptürüp "Güzel gelinim benim tüh maşallah yavrularıma dağlara taşlara! Elemtere fiş kem gözlere şiş" diyerek sıkı sıkı sarılırken Fiko'nun bu görüntüye ve konuşmalara daha fazla dayanamayıp "Boşuna sarılmayın boşayacağım ben bu ömür törpüsünü! Sonra da benden uzak olsun da ne halt ederse etsin! Artık gidip Kerem ile mi evleniyor kendini dağlara taşlara mı atıyor o kem gözlerine şiş mi sokuyor zerre kadar karışırsam o kafamda çıkamayan saçlar en münasip..." demesi Kerem'in tekrardan onun ağzını sıkıca kapatmasına neden olmuştu. Belli ki bu evlilik olayı Fiko'nun tüm devrelerini yakmıştı. Neyse ki bu ani ve de beklenmedik evlilikle ilgili açıklamalar henüz bitmemişti. Kısa bir sessizliğin ardından Kerem ortam karıştıran bu sözleri açıklamak için durumu özetlemeye başladı.
"Biliyorum bu habere sevindiniz şaşırdınız bu da nasıl oldu diye düşündünüz ama işin aslı biraz karışık"
"Ay neresi karışık oğlum gözlerimin önünde gitti gül gibi kız! Aslı durma öyle süs bitkisi gibi kolonya tut anana!"
"Bu kaktüs tarlası mı gül gibi!"
"Fikoooo!"
"Bana kaktüs tarlası diyen kelaynak kuşunun kafasında bir dönüm arazi olsa içim yanmayacak!"
"Şebneeeem!"
"Ama Kerem..."
"Bakın sakin olmaya çalışıyorum ama siz ikiniz beni zıvanadan çıkarıyorsunuz sonra da Kerem neden bağırıyor oluyor!"
Şebnem korkup dudaklarını ısırarak "Affedersin Kerem" deyince bu tatlı yüz ifadesine ister istemez içi eriyen Kerem'de tebessüm eder gibi olmuştu. Bunu fark eden Şebnem mutlu bir halde onunla bakışıp gülümserken Fiko'da Şebnem'i taklit ederek mıy mıy "Affeeeedersin Kereeeem" deyip kalçasını devirdikten sonra onlara burun bükerek oturmaya devam etti. Tüm bunlar olurken Aslı kaş göz yaptığı kardeşine "Hadi anlat" diye fısıldayınca Kerem'de sükunetin sağlanıp sağlanmadığını kontrol ettikten sonra kaldığı yerden anlatmaya devam etti.
"Aslında bu evlilik tamamen Şebnem'i kurtarmak için yapılmış bir evlilik. Ailesi onu istemediği biriyle zorla evlendirmek istiyordu ve Şebnem'de buna razı gelmediği için evden kaçıp buraya sığınmıştı. Biz de o sırada tanışmıştık zaten. Ailesini ve nişanlısını gördüm. Adam razı gelinebilecek gibi değil çünkü hiç de tekin biri değil. Adamları Şebnem'i aramak için buraya geldiğinde annemler duruma az çok şahit oldu zaten. Sonrasında ne yaptı etti Şebnem'i zor kullanarak kaçırıp ailesinin evine götürdü ama biz bir şekilde onu geri getirmeyi başardık. Tabii bu onu durdurmadı. Şebnem'i geri dönmesi için benimle tehdit etmeye başladı. Söz konusu olan ben olursam Şebnem'in benim iyiliğim için ona karşı gelemeyeceğini biliyordu. Biz de... Daha doğrusu Fiko ve Şebnem'de bir plan yapıp ondan kurtulmanın tek yolunu hayata geçirmişler. Yani nikahlanmışlar. Böylelikle ne Okan ne de ailesi Şebnem'i istemediği bir evliliğe zorlayamayacaktı çünkü Şebnem zaten başkasıyla evli olacaktı"
"Ne demek oluyor bu Fikreeet?"
"Bu aptal bir sarışını kurtarmak için peri kızlarına layık olan oğluşunun başını cayır cayır yaktık demek oluyor anne!"
"Ne biçim konuşuyorsun karın hakkında etlerini bururum senin!"
"Mukaddes anneciğim Fiko Bey bana hep psikolojik şiddet uyguluyor korkuyorum valla"
"Bana bak kıt akıllı! Seni o getirdiğin pastada boğmamı istemiyorsan sakın bir daha anneme anneciğim falan deme! Hatta anne de deme!"
Ortalık Mukaddes Hanım'ın "Ben sana karınla düzgün konuş demedim mi!" deyip Fiko'nun ensesine şaplağı vurmasıyla iyice karışmıştı. Bu tantana içinde de Hasan Bey'in maşallah mışıl mışıl uyuması da görülmeye değerdi. Şebnem Fiko ve Mukaddes Hanım'ın arasında geçen konuşmadan sonra bunun devamlılığı olmasın diye kendisini ortaya atan Kerem bir çırpıda "Kimsenin bir tarafının yandığı falan yok! Bu geçici bir durum. Fiko ile gizlice boşanır boşanmaz aslında gerçekte olması gereken şey olacak ve Şebnem ile evleneceğiz. Bu da bir mecburiyetten dolayı olmayacak. Biz birbirimizi sevdiğimizi anladık ve tamamen aşık olduğumuz için evleneceğiz" deyiverdi. Amaan! Bu sefer de anneler arası bir kaos yaşanmıştı. Durumun iç yüzünü öğrenen Nurten Hanım heyecanla yerinden kalkıp oğluyla Şebnem'i öperken bu sefer de Mukaddes Hanım koltuğuna çöküp ona ters ters bakmaya başladı. Aaa! Şimdi de Mukaddes Hanım'ın en gözde gelin adayı hatta bugüne bugün resmen gelini olan kız gitti görüyor musun?
Ancak kriz henüz başlamamıştı bile. Okan'dan olanları öğrenen Fikret Bey ve Zuhal Hanım kızlarının tanımadıkları biriyle evlenmiş olmasını kabul edememiş hatta hiçbir şekilde inanamamış neler olduğunu anlamak içinde Günsür ailesinin evine doğru geliyorlardı. Anne ve babasının birazdan orada olacağından habersiz olan Şebnem'de o kargaşa içinde Kerem'in yanına geçmiş şirin şirin bakarak "Sen bana gerçekten de aşık mısın Kerem?" diye sorup adamı sıkıştırıyordu. Bunları konuşmak için tam da sırası çünkü!
"Söyledim ya"
"Bir kere daha söylesen ne olur Kerem incilerin mi dökülür?"
"Böyle şeyler zorlayarak söyletilmez. Zamanı geldiğinde çekinmeden dile getiriyorum işte"
"İyi tamam söyleme"
"Ama asma yüzünü"
"Nasıl asmayayım Kerem? Böyle güzel böyle hoş ve kadın ruhundan anlayan sözleri kırk yılda bir söylüyorsun onu da zaten öyle bir kriz anında söylüyorsun ki o an ki kargaşadan ne dediğini de ne yaptığını da tam olarak idrak edemiyorum. Sürekli çelişki halindeyim acaba doğru mu duydum yoksa laf arasında söyleyince duymak istediğim gibi mi duydum diye düşünüp..."
"Sana gerçekten aşığım Şebnem"
"Bak yine aynısını yaptın!"
"Ne yaptım?"
"Tam kendi konuşmama odaklanmışken lafa girip yine pat diye söyledin"
"Hayda!"
Kerem daralıp ayağa kalkınca Şebnem'de peşine takılarak onunla birlikte mutfağa girdi. Kerem su dolduruyor Şebnem'de peşinde kuyruk gibi dolanıp ona kendisine aşık olup olmadığını söyletmeye çalışıyordu. Kerem ise suyunu içip bardağı tezgaha bıraktıktan sonra tam mutfaktan çıkacakken Şebnem'in önüne geçip ters ters bakmasıyla durmak zorunda kaldı. Şebnem sorgu memureliğine geri dönmüş bir edayla etrafında ağır adımlarla yürürken Kerem'de "Tamam geç karşıma söyleyeceğim" dedi. Şebnem tam karşısına geçip gözlerini kapatarak öylece duruyordu. Birkaç saniye içinde yüzündeki sert ifadeyi düzeltip melekleştikten sonra da gözlerini açıp aşık aşık bakarak "Tamam söyle Kerem hazırım" deyince Kerem'de ona garip bir şekilde bakarak tam "Ben sana gerçekten aşık oldum Şebnem" diyordu ki daha lafı bile bitmeden kapı zır zır ötmeye başladı. Şebnem olduğu yerde sıçrayıp "O nasıl kapı çalmak Allah aşkına alacaklılar gibi!" derken Fiko kapıyı açmış Şebnem ve Kerem'de yan yana mutfaktan çıkmıştı. Ooo! Çetiner ahalisi de an itibariyle teşrif etmiş bulunmaktaydı.
Kapıda anne ve babasını gören Şebnem tedirgin bir şekilde Kerem'in kolunu tutup ona iyice sokulurken Zuhal Hanım'da oldukça sinirli bir ses tonuyla "Okan'ın söyledikleri doğru mu?" dedikten sonra gözleriyle Kerem'i işaret ederek "Bizi ezip geçerek evlendin mi bu adamla!" diye sordu. O kadar kızgınlardı ki Şebnem bile daha önce onları bu halde görmemişti. Hele babasının sessizliği onu daha çok tedirgin ediyordu. Şebnem neler olacağını bilmediği için korkuya kapılsa da bir yandan da dilini tutamayıp "Okan'da gıybetçi teyzeler gibi yememiş içmemiş hemen yetiştirmiş! O kazulet bıraksın benimle uğraşmayı da gitsin önce kendi paçasını kurtarsın" deyince Zuhal Hanım "Küstahlık edebilecek konumda değilsin! Evlendiniz mi bu adamla bana onu söyle!" dedi. Ancak Çetinerleri küçük bir sürpriz bekliyordu ki bu sürprizde pek hoş bir sürpriz değildi.
Annesinin sözü biter bitmez Şebnem üzgün bir halde "Hayır Kerem ile evlenmedik" demiş ama tam anne ve babası derin bir nefes almışken Fiko devreye girip "Bu çıyanla... Şey...Yani Şebnem ile evlenen benim efendim" dedikten sonra şok dolu bakışlar eşliğinde "Öpeyim anneciğim" diyerek Zuhal Hanım'ın elini öpüp başına koymuştu. Aah! Kadının düğün öncesi yüzüne yaptırdığı tüm o örümcek ağ operasyonu fiyaskoyla sonuçlanmak üzereydi çünkü Zuhal Hanım'ın yüzünde tik halinde atışlar baş göstermeye başlamıştı. Şebnem'in babası Fikret Bey bir Fiko'ya bir de Şebnem'e bakıp "Bu da ne demek oluyor?" diye sorarken kızının "Fiko Bey doğru söylüyor. Biz evlendik ve çok mutluyuz" demesiyle Zuhal Hanım'ın gözleri kaymış ve bir anda kendisinden geçmişti. Tabii hâl böyle olunca karga tulumba salona götürülüp kolonya yağmuruna tutulması da kaçınılmaz olmuştu. Oooops!
Zuhal Hanım kendisine gelmeye başladığında ise eşi Fikret Bey köpürmüş bir halde "Bu yaptığınız saçmalık kulaktan kulağa yayılmadan önce hemen gidip bu evliliğin feshini talep edeceksiniz" diyor Fiko 'da boş bulunup "Kabul!" demesine rağmen hem Şebnem'den hem de Kerem'den yediği çift taraflı dirsekle bir anda yükselip "Yani kabul değil! Boşamayacağım ben bu çıyanı turşusunu kurup fakir fukaraya dağıtacağım" diyordu. Ayyy! Şebnem şimdi saçını başını yolacaktı ama! Allah rızası için biri şu sustursun Papyonlu Penguen'i!
"Bu evlilik sırf siz istemiyorsunuz diye fesh falan edilmeyecek baba!"
"Şebnem!"
"Üzgünüm demek isterdim ama maalesef ki ben sizin için üzülmeyi bırakalı çok oldu. Bu defa sizin istediğiniz gibi olmayacak çünkü artık ne istediğiniz ne söylediğiniz ne yaptığınız kısacası sizinle ilgili olan hiçbir şey umurumda değil"
"Babanla konuştuğunu unutuyorsun küçük hanım!"
Fikret Bey'in bu çıkışı sonrası Şebnem gözleri dolu bir halde yükselip "Karşımdaki adam bana hiçbir zaman babam olduğunu hissettirmedi ki! Siz ikiniz benim anne ve babam değil sahibimmiş gibi davranmaktan başka ne yaptınız sorabilir miyim? Ben sizin köleniz değil kızınızdım ama siz bana sevginizi vermek yerine emirler vermeyi tercih ettiniz. Bu insanları görüyor musunuz? Nurten teyzeyi Hasan amcayı Aslı'yı Ümit'i Mukaddes teyzeyi ve Kerem'i! Bu güne kadar sizden görmediğim sevgiyi ilgiyi alakayı şu kısacık zamanda onlardan gördüm ben!" diye bağırdı. Herkes duygusallaşmışken Kerem'e yanaşan Fiko bozulmuş bir halde yüzünü ekşitip "Nankörü görüyor musun? Gençliğimin baharında bu kıt akıllıya evet diyerek diri diri mezara girdim ama o beni bu grubun içinde saymadı bile! İçindeki tüm yellozların bir araya gelerek voltranı oluşturduğu duble çıyan görünümlü aptal sarışın ne olacak!" dedi. Fiko sonunda susarken Kerem'de ne diyor bu dercesine hâlâ ona tuhaf tuhaf bakmayı sürdürüyordu. Tabii Şebnem ve ailesi arasındaki diyalog da git gide tırmanmaya devam ediyor birbirlerine geri dönüşü olmayan sözler söylüyorlardı.
"Çoğu gencin kapısından bile geçemediği en prestijli okullarda sırf bir Çetiner olduğun için rahatlıkla okudun. Ne istediysen tek bir lafınla gerçekleşti. Bir dediğin iki edilmedi. Bu zamana kadar tüm şımarıklıklarına kaprislerine saygısızlıklarına göz yumduk ve sen şimdi karşımıza geçmiş bizi bu insanlarla mukayese edip ilgisiz olduğumuzu mu iddia ediyorsun!"
"Evet en iyi okullarda okudum çünkü kendi camianız da Fikret ve Zuhal Çetiner'in kızlarının yüksek bir kademe de boy göstermesi gerekiyordu. Evet ne istediysem bir lafımla gerçekleşti çünkü bunu yapıp ilerde de bana karşı kullanarak beni istediğiniz gibi parmağınızda oynatabileceğinizi sandınız! Evet yeri geldi şımardım yeri geldi kaprislerimle sizleri bunalttım ama ben bunları sadece anne ve babamın dikkatini çekmek için yaptım. Ama siz ne yaptınız? Ne zaman sorun çıkarsam beni elime bir araba anahtarı ya da pahalı bir hediye tutuşturarak susturmaya çalıştınız. Benim istediğim sadece her normal aile gibi acaba kızımızın neyi var neden böyle davranıyor diye düşünüp benimle ilgili biraz olsun kafanızı yormanızdı. Evet son dönemde size karşı saygısızlıklar da yaptım çünkü siz benim belki de sizden bile daha çok değer verdiğim insanlara dil uzattınız! Beni sevgiye boğan arkamda duran derdimi umursayan ve her ne olursa olsun yanımda olan insanlara demediğiniz kalmadı. Beni mutlu olduğum yerden koparıp ruh hastası olduğundan şüphe duyduğum bir adamın koluna takarak onunla evlenmeye zorladınız. Bunu güzel bir geleceğim olsun diye yaptığınızı sakın söylemeyin çünkü siz beni sırf şirketinizdeki borçlarınızdan kurtulabilmek için değiş tokuş aracı yapmaya kalktınız baba! Şimdi sakın kendi hayatımla alakalı verdiğim kararlar konusunda bana ahkam kesmeye kalkmayın!"
Görünen o ki hiç kimse Şebnem'den böyle bir konuşma yapmasını beklemiyordu. Aslında Şebnem'de beklemiyordu ama belli ki çok dolmuştu. Şimdi ise garip bir şekilde rahatlamış hissediyordu. Söylediklerinden hiçbir şekilde pişman değil hatta eksik bile söylediğini düşünüyordu. Şebnem'in gözleri dolu olsa da yine de babasının karşısındaki dimdik duruşu Kerem'i etkilemişti. Bu kız onu çok şaşırtıyordu. Tamam belki deli dolu ve biraz da çatlakcana bir kızdı ama içinde onu tanıdıkça sevecek daha birçok özellik barındırıyordu.
Ancak bu konuşma birazdan bütün iplerin kopmasına yol açacaktı çünkü Fikret Bey bu konuyu uzatmaya pek gönüllü değildi. Zuhal Hanım kızına delici bakışlarını savurup "Özür dileyeceğine hâlâ terbiyesizlik yapmaya devam ediyorsun!" derken Fikret Bey eşini susturup kızına sert bir şekilde bakarak "Birkaç saniye sonra annenle birlikte şu kapıdan çıkıp gideceğiz. Eğer bunun öncesinde yaptığın tüm saçmalıklar için özür dileyip bu evliliği de fesh edeceğine dair bize bir söz vermezsen... Hatta daha açık konuşayım başını öne eğip şu kapıdan bizimle birlikte çıkmazsan bundan sonra Çetiner soyadını unut Şebnem!" dedi. Baba kız göz göze kalmıştı. Kerem ve diğerleri kızlarına böyle bir şey söyleyebildikleri için şaşkınlık içinde kalırken Şebnem'de kafasından küçüklüğünden bu yana tüm yaşadıklarını geçirmeye başlamıştı. Dürüst olmak gerekirse Çetiner olmanın eksileri artılarından fazla gibi görünüyordu. Kerem sessiz kalsa da Şebnem'in içine düştüğü duruma çok üzülmüştü ve vereceği cevabı da pür dikkat bekliyordu. Keşke daha anlayışlı olabilselerdi de işler bu noktaya gelmeseydi.
Sessizliğin sona erme vakti gelmişti. Şebnem derin bir nefes alıp tüm Günsür ailesi adına bir eliyle Kerem'in elini diğer eliyle de kendisine pörtlek pörtlek bakan Fiko'nun elini tutarak "Ben zaten uzun süredir bir Çetiner değilim. Bundan sonra da olmasam bana bir şey kaybettirmez" dedikten sonra güçlükle yutkunup babasına cevabını "Ama bu insanlardan uzak kalmak bana çok şey kaybettirir çünkü görüyorum ki benim gerçek ailem onlarmış" diyerek verdi. Zuhal Hanım son derece sinirliyken Fikret Bey eşinin ağzını bile açmasına fırsat vermeden kolunu tutup "O beğenmediğin burun büktüğün Çetiner soyadını geri almak için çırpınacaksın ama o zaman çok geç olacak!" dedikten sonra kapıyı çarparak oradan ayrıldı.
Zuhal Hanım ve Fikret Bey'in gidişinin ardından Şebnem olduğu yerde kalmıştı. Ne bir şey söylüyor ne de bir tepki veriyordu. Ama ne olursa olsun doğru karar verdiğini de tüm kalbiyle hissediyordu. Şebnem boş gözlerle tek bir noktaya bakarken Kerem onu kendisine çekerek sıkıca sarılmış ve "Üzülme... Her şey çok güzel olacak. Ben her zaman senin yanında olacağım. Söz veriyorum seni hiç bırakmayacağım" diyerek saçlarını öpmüştü. Şebnem omzunda ağlamaya başladığında bu defa tüm Günsür ailesi Ümit ve Mukaddes Hanım'da aynı anda yanlarına gelerek "Hepimiz yanında olacağız çünkü biz kocaman bir aileyiz" diyerek onlara sarılmıştı. Her şey çok güzeldi ama Şebnem'in gözü nedense tek bir kişiyi arıyordu. Fiko'yu...
Fiko o kalabalığın içinde kendilerine "Acaba ben de onlara katılsam mı yoksa bu kıt akıllıya böyle bir koz vermesem mi?" der gibi bakıyordu. Şebnem aslında yanlarına gelmeyi istediğini bildiği için kolunu uzattıktan sonra Fiko'yu fularından tutarak zorla kendilerine doğru çekip sarılmalarını sağladı. Çaktırmasa da bunu yapmayı Fiko'da istemişti ama işte serdeki yiğitlikte Şebnem'e karşı gardını düşürmüş gibi görünmek istemiyordu. Sonuçta bugünün yarını da vardı.
Fiko'nun da ister istemez olaya dahil oluşuyla Şebnem ile arasında yine tatlı bir atışma başlamıştı. Şebnem muzur muzur bakıp "Siz de çaktırmıyorsunuz ama her olayda bizim yanımızda yer alıyorsunuz Fiko Bey" derken Fiko'da başını ters yöne çevirip "Boşuna havalara girme sarı kız çünkü ben senin sağında solunda yanında manında olmam! Senden bir boşanayım sırf yüzünü bir daha görmeyeyim diye Peri Kızı'nı da alıp Papua Yeni Gine'ye yerleşeceğim" dedi. Ne yapacakmış?
Şebnem ve Kerem onun bu haline gülerken Mukaddes Hanım'ın tokatı da Fiko'nun ensesinde patlamıştı. Kadıncağız bu söylediğini ciddiye alıp "Beni bırakıp nereye gidiyorsun sen Fikreeet! Bırak gineli populu yerleri iki sokak öteye yerleşirsen öp de başına koy! Hem kimmiş bakayım o perili kız?" diye bağırarak Fiko'yu yakasından çekelerken o sıradaki itiş kakış sırasında Şebnem'de yanlışlıkla Kerem'in ayağına basmıştı. Tabii klasik bozulmamış Kerem can acısıyla "Şebneeeem!" diye bağırırken Şebnem'de korkuyla dudağını ısırıp "Hıııh! Affedersin Kerem!" demişti. Tek farklılık artık bu bağrışların ardından birbirlerine sert bir şekilde değil gülen bir yüz ve iki çift aşık gözle bakıyor olmalarıydı. Herkes yavaş yavaş kenara çekilip gençleri yalnız bırakırken Kerem'de ellerini tuttuğu Şebnem'e çok hoş bir bakışla bakarak "Seni seviyorum Şebnem" dedi. Evet bu sefer zamanı tutturmuşa benziyordu.
"Ne kadar seviyorsun Kerem?"
"Çok seviyorum"
"Ne kadar çok?"
"En çok"
"Elini açarak göster"
"Şebneeeem!"
"Hııh! Affedersin Kerem tamam anladım çok seviyorsun"
"Neden böylesin sen?"
"Nasıl?"
"Çok tatlı"
"Ne kadar tatlı?"
"Şebneeem!
"Tamam Kerem çok ama çok tatlı demek istiyorsun anlıyorum"
Final Sonrası Özel Bölümler - 2 : Fiko& Şirin / İpek Böceği - Şebnem&Kerem
"Şebnem..."
Şebnem hoş bir tonlama eşliğinde gelen bu seslenişle birlikte bir de Kerem'in kendisine uzattığı beyaz çikolatalı çileği görünce çok mutlu olmuştu. Üzerine de kendi elleriyle mini mini kalpler yapıp ikisinin baş harflerini yazmıştı. Bu adama zamanında "Nasıl istikrarlı bir odunsa yontamıyorum da ben bunu!" demişti ama belli ki Kerem'in yontulmaya hiç de ihtiyacı yoktu. Sadece kendisinin de dediği gibi her şeyin bir zamanı ve yolu yordamı vardı.
Şebnem süslenmiş çileğe gülen bir yüzle bakıp "Bunu benim için mi yaptın?" deyince Kerem'de başını evet der gibi sallayıp "Umarım çilek ekşi değildir. Bak bakalım tadını beğenecek misin?" dedi. Kerem onun için uğraşıp böyle şeyler yapar da Şebnem onu beğenmez mi hiç? Başkası kötü bile dese o duymaz yediği şeyin dünyadaki en leziz tat olduğunu düşünürdü. Yeter ki içeriğinde ya da isminde limonlu bir şey olmasın.
Şebnem elindeki işi hemen bırakıp önlerindeki tabaktan bir tane çilek seçerek aynı şekilde Kerem'e uzatırken restoranın mutfağında da Fiko'nun "Benim erzağımla birbirinize kur yapmayı kesip hemen görevlerinizin başına dönün!" diyen bağrışı yükselmişti. Birbirlerine romantik bir edayla uzattıkları çileği aynı anda ısırmaya çalışırken Fiko'nun bu araya girişi de haliyle çilekleri ikisinin de boğazına dizdi.
Fiko ise mutfakta bir o yana bir bu yana koşup "Bırakın laklak yapmayı daha çok işimiz var. Peri Kızı gelmeden önce her şey dört "sekizlik" olmalı. Teriyaki sosumu nereye koydunuz? Benim teriyaki sosum nerede!" diyerek telaşla akşam verilecek olan özel yemek daveti için ana yemeğini hazırlıyordu.
"Fiko sakin ol zaten her şey hazır olmak üzere"
"Hayır hazır olmak üzere falan değil! Her an bir aksilik çıkabilir Kerem"
"Çıkmayacak emin ol"
"Olamam! Bu uğursuz sarışın burada olduğu sürece her an her şey olabilir"
Hayda! Fiko'ya göre kızın varlığı bile suç teşkil ediyor demek ki. Şebnem eline aldığı bıçağı tehditkâr bir ifadeyle Fiko'ya doğru tutup "Kerem söyle şu Pamuk Prenses'in yerden bitme firari cücesine bu organizasyonu benim sayemde yaptığını unutmasın! Şirin bu kelaynak kuşunun meymenetsiz suratının hatırına değil ben istediğim için benim hatırıma buraya geliyor" deyince Kerem'de Fiko'da geri durup Şebnem'in ayarsızca salladığı bıçağa bakıp kaldılar. Hayır yani bir şey yapacağından değil de şimdi bu kız sakardır makardır yanlışlıkla doğrar ikisini de neme lazım. Neyse ki fırının sesi yaşanan bu tatsız durumun kısa bir süreliğine sonlanmasına neden olmuştu.
Kerem kızgın gözleriyle Fiko'yu takip eden Şebnem'in yanağına bir öpücük kondurup "Bugün Fiko'dan uzak dursan iyi olur. Çok stresli anlayışlı olmak gerek" derken Şebnem onun ne dediğini anlayamamış gibi bakıp eliyle kendi yanağını tutarak "Niye öptün ki?" diye sordu. Bu da sorulacak soru mu şimdi? İçinden geldi öptü işte. Aşığa neden sorulur mu?
Şebnem bir şey söylemesini beklerken Kerem utangaç bir tavırla gözlerini kaçırıp ensesini ovalayarak "Ben gidip eksik bir şey var mı diye bakayım" dedikten sonra masayı kontrol etmek için mutfaktan çıktı. Şebnem arkasından bakarken gülümsemesine engel olamıyordu. Kerem ile işleri bu kadar ilerleteceklerini rüyasında görse inanmazdı. Ama şimdi...
"Hey sarışın canlan biraz konu mankeni gibi durma mutfağın orta yerinde! Sufle kaplarım nerede benim?"
"Sufle kabı mı? Ne yapacaksınız?"
"Sufle kabıyla ne yapılır kıt akıllı!"
"Bana bağırıp durmayın Fiko Bey! Valla Şirin'i arar Fiko Bey cırcır olmuş kutlama iptal derim görürsünüz gününüzü!"
"Şantajcı çıyan!"
"Bir kere ben sufleyi kaplara koyup fırınladım bile siz hâlâ bana teşekkür edeceğinize çemkirin"
"Ne yaptın ne yaptın!"
"Fırınladım"
"Aklın nerede senin huuu!"
"Vurmayın kafama!"
"Sufle sıcakken yenecekti! Onu tatlıya geçmeye yakın pişirecektik mutfaktan bihaber ortalıklarda dolaşan kör cahil!"
"Demek öyle! Benden günah gitti"
Şebnem gayet sakin gözüküp eline aldığı teriyaki sosunu tam Fiko'nun başından aşağıya geçiriyordu ki sesler yüzünden mutfağa geri dönen Kerem'in elini tutmasıyla bu girişimi yarıda kaldı. O sırada yine Fiko ve Şebnem birbirine bağırmayı sürdürünce Kerem çareyi beline sarılarak kaldırdığı Şebnem'i mutfaktan apar topar çıkarmakta bulmuştu. Yoksa bu ikisi biraz daha yan yana kalırsa mutfakta savaş çıkacağı kesindi.
•●●·٠•●●•٠·˙
Saat epey ilerlemişti. Fiko üzerini değiştirmek için eve giderken Şebnem ile Kerem'de restoranın ortasına kurdukları şık masanın son düzenlemelerini tamamlıyordu. Şimdilik her şey harikaydı. Hoş ortam romantik ışıklandırmalar hatta canlı müzik için Samet'in kurduğu sahne şahaneydi. Fiko bu gecede Şirin'e açılamazsa artık daha özel ne yapabilirlerdi belli değildi.
Gerçi masada da tuhaf bir durum olacaktı. Fiko'nun karşısında resmi kayıtlarda geçen karısı yani Şebnem yanında da ilan-ı aşk etmeye hazırlandığı sevdiği kız oturacaktı. Neyse ki Şirin bu evliliğin nasıl yapıldığını ve nasıl sonlanacağını biliyordu da bu konuda herhangi bir sıkıntı hissedilmiyordu.
Ooops! An itibarıyla da başka bir sıkıntı restorana doğru yaklaşmaktaydı. Şebnem olduğu yerde peçeteleri katlarken ona bitişik bir halde duran Kerem'de katladığı peçetelerden birini alıp Şebnem'in diğer tarafındaki tabağın kenarına koydu. Şebnem'de elini çekmeden çenesini omzuna dayayan Kerem'e yan gözle bakıyordu. Ancak tam bu yakınlaşmanın etkisiyle burun buruna gelmişlerdi ki "Kerem" diye seslenen tanıdık bir ses duyuldu.
Kerem olduğu gibi kalırken Şebnem gözlerini pörtleterek sessizce "İpek böceği!" dedi. Karşı karşıya gelmeseler de belli ki kızın sesini Kerem'in telefonuna gelen sesli mesajdan hâlâ hatırlıyordu. Aynı anda arkalarını dönüp İpek'e bakarken o da restoranın romantik haline bir göz atıp "İçerisi çok güzel olmuş. Yanlış bir zamanda mı geldim?" diye sordu. Bu soruya karşılık Şebnem dayanamayarak "Senin için artık doğru zaman kavramı anlamını yitirdi tatlım" diye cevap verince Kerem'de sussun diye kıza çimdiği bastı.
Şebnem önce ufak çaplı bir çığlık atıp sonra da kıza karşı eksiye düşmesin diye Kerem'e sokularak "İnsanı nasıl da utandırıyor seni yaramaz şey!" dedikten sonra elini sertçe Kerem'in göğsüne çarpıp İpek'e de gülümseyerek "Biliyor musun yıllar onu... Yani aylar onu çok değiştirdi. Bu Kerem artık o bilinen hatta "sevilen" eski Kerem değil. Yerinde yeller esiyor. Bütün kararları aşktan beklentileri falan hepsi değişti. Artık mantı bile yemiyor kiiii mantıyı sevdiğini unutan adam eski gönül işlerini nereden hatırlasın değil mi?" dedi ve hızını hiç kaybetmeden Kerem'e bakıp sessizce "Bana bu İpek böceğinin geleceğini bilmiyordum de Kerem yoksa çimdiğin hasını görür bir hafta o kaslı poponun üzerine oturamazsın!" deyiverdi.
Kerem nereden bilsin haberi yoktu tabii ki. İpek tedirgin bir halde "Kerem biraz konuşabilir miyiz?" dediğinde zoraki bir tebessümle duran Şebnem'de ifadesini hiç bozmadan "Hayır de!" diye fısıldayarak Kerem'e baskı yapıyordu. Böylelikle ikisi arasında sessizce süren bir tartışma start almıştı.
"Şebnem kız o kadar gelmiş ve sadece konuşmak istiyor"
"Geldi de bana mı geldi? Gitsin dağa taşa konuşsun!"
"Bize sadece beş dakika ver. Ne söylemek istiyorsa söylesin ben sonra onu gönderirim"
"Sen de ne meraklıymışsın Kerem git kızın ağzına kurbağalama atla bari!"
"Şebnem lütfen bunu sorun yapma"
Şebnem'in Kerem'i İpek'ten kıskandığı gün gibi ortadaydı. Haklıydı da. Kerem severken terk edilen taraftı ve İpek'e karşı olan son duyguları da içinde sevgi barındırıyordu. Kız da şimdi gelmiş hiçbir şey olmamış Kerem'i hiç terk edip gitmemiş gibi karşılarına dikiliyordu. Hadsiz böcek! Şebnem bu restoranı onun başına yıkardı be!
Bu düşünceler Şebnem'in yüz ifadesine de yansıyınca Kerem risk alıp önce "Tamam diyeceğini biliyordum" dedi sonra da tam Şebnem itiraz edecekken İpek'in gözlerinin önünde hiç düşünmeden yüzünü ellerinin arasına alarak Şebnem'in dudağına bir öpücük kondurdu. Bu merak etme ben sadece seninim demenin bir başka yoluydu herhalde. Şebnem kaykılmış bir halde gözlerini açıp "Nereye istersen git Kerem ben sana güveniyorum" diyerek Kerem'e bakarken onları izleyen İpek ise bu sahneden rahatsız olmuş gibi başını diğer tarafa çevirdi.
Kerem tam İpek'in yanına gidecekken Şebnem onu pantolonunun kemer kısmından yakalayıp kendisine doğru çekerek "Beş dakikayı bir saniye geçsin Papyonlu Penguen görmüş eli bıçaklı sarı çıyana dönüşürüm haberin olsun" dedi. Kerem belli belirsiz tebessüm edip Şebnem'in elini pantolonun arkasından çekerek "O beş dakikalık süre içinde arıza çıkarma yeter" dedikten sonra İpek'e konuşabileceklerini söyleyip sandalyeyi çekerek oturmasına yardım etti. Yahu bu adam sabah kahvesini bile ayağına bekleyen bir adam neyine sandalye çekip kibarlık etmek Allah aşkına! Şebnem'e daha ilk dakikadan afakanlar basmıştı. Elini ayağını bir yerde sabit tutamıyor bir köşeden kuşkucu gözlerle ikisini izliyordu.
"Hayat nasıl gidiyor İpek umduğun gibi oldu mu?"
"Her şey yolunda... İyice yerleştim ve alışma sürecini de atlattım. Yavaş yavaş adımdan da söz ettirmeye başladım gibi"
"Senin adına sevindim. Ne zaman geldin peki?"
"Dün akşam geldim bugün de dönüyorum"
"Buraya neden geldin İpek?"
"Ben çok düşündüm Kerem...."
İpek'in konuşması gelen müzik ve mikrofon başına geçen Şebnem'in "Alo! Merhaba ben Şebnem" demesiyle kesintiye uğramıştı. Şarkı mı söylemeye hazırlanıyordu o! Aynen öyleydi. Ayrıca ses sistemini kontrol etme bahanesiyle İpek'e de gözdağı vermeye kararlıydı.
Kerem eliyle yüzünü kapatırken "Ne diyordun?" diye sorunca İpek'te bir gözü sahnede olarak "Ben çok düşündüm ve sana büyük bir haksızlık yaptığımı fark ettim. Biraz geç oldu biliyorum ama ben senden özür dilerim Kerem... Aldığım teklif başımı o kadar döndürmüştü ki başka bir şey düşünemedim. Seni çok kırdım gerçekten özür dilerim" dedi. Kerem özrünü kabul ettiğini belli eden bir tebessümle "Aslında en doğru kararı vermişsin biliyor musun? Hem kendi adına hem de benim adıma..." dediğine İpek'te Şebnem'i kastettiğini anlayıp sahneye doğru baktı. Tabii tam da o anda Şebnem'in sözlü olarak güle oynaya şarkıya giriş yapması İpek'e de soğuk bir duş etkisi yaratmıştı. Şarkıyı kime ithafen söylediği de o kadar belliydi ki...
Şarkı bilmez söyleyemezsin
Aşk nedir diye bir sorsam
Sadece üç harftir dersin
İlk değilsin, son değilsin
Sen zaten ona hiç yetmezsin
Benden birazcık uzunsun
Bir o kadar da huysuzsun
Anlamadım ne diyorsun?
Çok hoş kadınsın ama yetmez
Ben karar verdim
Ömür boyu o benim
Güle güle şekerim!
Ben zor bir kadın değilim
Şarkıyı sevdim diye söyledim
Kadınlığın yedi kuralını bilirim
Canımdan çok onu severim
Gülümseyişime bayılır
Bir de şarkı söylersem
Benimle kim yarışır
Kaybettin boş ver
Yüreğin buna da alışır
Çok hoş kadınsın ama yetmez
Ben karar verdim
Ömür boyu o benim
Güle güle şekerim
Şebnem tüm sözleri eksiksiz olarak imalı hareketleriyle de birebir canlandırınca Kerem'de o tatlılığı karşısında daha fazla dayanamayıp oturduğu yerden sahneye doğru şirin ve bir o kadar da sempatik bir gülümseme göndermişti. Deliydi bu kız valla hem de zırdeli!
İpek tüm bunlara şahit oldukça gözlerini ikisinin arasında gezdirip hiç hakkı yokken de rahatsız oluyordu. Mutlu olmaları keyfini kaçırmıştı sanki. Herhalde Kerem'i ardından bitmiş mahvolmuş bir halde bulacağını düşünmüştü. Evet belki bir süre çok üzülmüştü ama çabuk toparlanmıştı. Hem de bu sahnedeki çılgın kız sayesinde.
Kerem söylediği şarkının sözlerini kontrol eden Şebnem'e bakıp kalırken İpek'te onun dikkatini bozarak kinayeli bir şekilde "Kendini kapatmadığına sevindim. Yani beni o kadar çok seviyordun ki açıkçası seni içine kapanmış bir halde bulacağımı sanmıştım" dedi. Sanmıştım değil de öyle görmeyi arzu etmiştim dese daha dürüstçe olacaktı. Şebnem'in devam ettiği şarkının sözleri de tam İpek'e cevap niteliği taşıyordu.
Sen ateşle oynuyorsun
Yanacaksın bilmiyorsun
Vazgeç artık bu sevdadan
Şarkı bitti gidiyorsun!
İpek kendisine gelen mesajı anlamıştı tabii. Şebnem resmen dile getirmek istediği şeyleri şarkı vasıtasıyla ilgili yere ulaştırıyordu. Kerem de restoranda yankılanan bu sözler eşliğinde "Benim için sakın üzülme İpek. İnsan gerçek aşkı bulunca daha önceden yaşadığı şeylerin sadece gelip geçici hisler olduğunu anlıyormuş. Sen bunu benden daha önce fark ettin ki ikimiz adına bir nokta koydun. Ben de hayatıma giren bu tatlı şaşkın ele avuca sığmaz kız sayesinde anladım. Hayatımız bu haliyle şekillendiği için gerçekten çok mutluyum. Sayende her şey aslında olması gerektiği şekle girdi. Umarım sen de mutluluğu yakalar arzu ettiğin hayatı yaşamaya devam edersin" dedi. İpek aldığı bu cevaptan sonra bir süre boşluğa bakıp sonra da ayağa kalkarak "Kırgın olmadığımıza göre artık gönlüm rahat bir şekilde geri dönebilirim. Hoşça kal Kerem" dedikten sonra elini uzattı. Şebnem ne olduğunu meraklı gözlerle izlerken Kerem'de kendisine uzatılan eli tutup "Hoşça kal İpek" dedi.
İpek böceği gidiyordu herhalde. Gitsin gitsin beş dakika da dolmak üzereydi zaten. Kızın restorandan çıkarak kapıyı kapattığını görünce Şebnem'de şarkıdaki gibi "Alo! Aaa aaa kapattı!" deyip son pozunu vererek mikrofonu yerine bıraktı ve sahneden apar topar indi.
Kerem'in yanına giderek "Bana neden hoşça kal demedi ki?" dedikten sonra Kerem'in burnunun ucunu öpüp kendisini de "Kıza sürekli sahneden gönderme yaptığın için olabilir mi acaba?" diyerek kollarına almasıyla yüzünü büzdü ve Kerem'in kollarını tutarak "O kadar belli oldu mu ya?" dedi. Eeee! Kızın gözüne soka soka belli olmasını sağlamıştı.
"Ona bir daha sakın gelme görmek istemiyorum seni de dedin mi?"
"Nasıl diyeyim Şebnem çok ayıp olurdu"
"Gidip ben diyeyim mi?"
"Otur oturduğun yerde!"
"Kerem..."
"Unut artık İpek'i... Bak mumları da yakınca ortam ne kadar güzel oldu"
"Kerem!"
"Unut dedim"
"Yok o değil"
"Ne peki?"
"Kokuyu alıyor musun?"
"Hayır... Eveeeet!"
"Eyvah! Gitti Fiko ustanın bir tarafını yırta yırta hazırladığı antrikot Kerem! Hıııh sufleler de gitti!"
"Şebnem menüyü saymayı bırak aşağıdan duman geliyor yangın söndürücüyü de al gel"
"Ay yangın mı çıktı? Fiko Bey beni bu çıkan dumanda tütsüleyecek!"
Tam o sırada içeriye Fiko girmişti. Duydukları ve gördükleri sebebiyle resmen küçük dilini yutmuş gibiydi. Restoran çok şık olmasına karşılık saniyeler içinde duman altı olmuş her yer de yanık kokuyordu. Şebnem ile Kerem mutfağı kontrol altına alıp yüzleri gözleri is olmuş bir halde yukarıya çıktıklarında Fiko'da gözlerini onlardan ayırmayıp "Etler..." dedi. Kerem kurtaramadık dercesine başını iki yana sallarken Fiko bir kez de "Bu kıt akıllının erkenden fırınladığı sufleler..." deyip bir cevap bekledi. Şebnem sessizce "Sizlere ömür sufleler bir torba kömür" diyerek suflelerin akıbetini belli etti. Normalde bağırıp çağırması gerekirken Fiko bunu yapmıyordu. Üzülmüştü belliydi bu....
"Fiko..."
"Neden böyle oluyor Kerem?"
"Nasıl?"
"Peri Kızı'na ellerimle hazırladığım yemekleri sunmak istedim. Biraz olsun etkileyeyim de hakkımdaki düşüncelerine daha iyileri eklensin dedim. Bütün gece etrafında pervane olup onu mutlu etmek için elimden geleni yapacaktım. Sadece içi ısınsın benim onu sevdiğim gibi o da beni sevsin istedim. Ama bu olmayacak galiba Kerem... Baksana onun için hazırladığım her şey küle döndü. Aynı kalbim gibi..."
Şebnem üzülerek Kerem'e yaslanırken Fiko'nun başını eğip "Korkarım ki bu bir işaret... Peri Kızı beni asla sevmeyecek" demesiyle birlikte bir süredir onu dinleyen Şirin'de içeriye girerek tam da Fiko'nun önüne geçip orada durdu. Şebnem ile Kerem bir anda canlanmış neler olacağını görmek için heyecanla ikisini izlemeye başlamıştı.
Fiko da bakışlarını yerden yavaş yavaş kaldırıp Şirin'i karşısında bulunca çok şaşırmıştı. Şirin en güzel haliyle elini Fiko'nun yanağına koyup "Duydum ki burada küle dönen altın gibi bir kalp varmış" dedikten sonra gülümseyerek "Belki de o kalbin küllerinden yeniden doğmasına neden olabilirim" deyince restoranda derin bir sessizlik olmuştu. Şebnem bunu ne manaya geldiğini anlayıp sevinçle Kerem'e sarılırken Şirin'de karşısında sessiz kalıp hiçbir şey söylemeden duran Fiko'ya sarılmıştı. Bunun olmasını hiç kimse beklemiyordu ama çok da güzel olmuştu be!
"Şey... Acaba beni bu Papyonlu Penguen'in aile kütüğünden alıp yatay geçişle Kerem'in aile kütüğüne geçirebiliyor musunuz? Ben bununla yanlışlıkla evlendim de"
Şebnem'in bu saçma sapan girişinin ardından boşanma avukatı dumur olurken Fiko ile Kerem'de "Ne zırvalıyorsun?" dercesine Şebnem'e bakıp kalmıştı. Sahiden ne saçmalıyordu bu kız Allah aşkına? İnsan hiç yanlışlıkla evlenir mi canım! Bari işin aslını anlat millet şoka girmesin.
Avukat şaşkınlık içinde "Yanlışlıkla mı?" diye sorup boş boş bakınca Şebnem de açıklama yapmak için önce "Kusura bakmayın biraz karışık anlattım hemen toparlıyorum. Aslında ben ailemin isteği doğrultusunda Okan denilen kazuletle şirket evliliği yapacaktım ama adam o kadar tahammül edilemez biri ki nikahın iki hafta sonra olduğunu duyunca çareyi evden kaçmakta buldum. O sırada Kerem yani şimdi ki nişanlım da kız arkadaşı İpek böceği tarafından terk edilmişti. Kader ağlarını ördü ve bizi bir araya getirdi yani. Çok romantik değil mi? Gerçi biraz başına ekşidim canından bezdi burnundan da geldim ama yine de geldiğimiz sonuç değerdi dedirtiyor herhalde... Değil mi Kerem? Kereeem! Şey... Heyecanlandı herhalde. Neyse ben bir süre ailem ve Okan beni bulamasın diye kaçmak zorunda kaldım. Bu süre içinde Kerem bana gıcık olsa da hep yanımda oldu. Evini verdi restoranlarına garson olarak aldı koruyup kolladı beni. Ailesi deseniz eğer sanırsınız gökten hep beraber bungee jumpling yaparak inmişler. Her biri mükemmel insanlar beni de ailelerine alıp kızları kardeşleri gibi kucak açtılar. Ama sonra Okan beni buldu ve eve geri götürmek istedi. İşte bu kısım biraz sıkıntılıydı çünkü o kaçma kovalamanın sonunda beni nikah masasına oturmaya zorladılar. Her şey bitti sandım ama Kerem şimdi ki kocamla yani bu yanındaki kelaynak kuşu ve arkadaşlarıyla düğünü basıp beni kaçırdı. Gerçi sonra da Okan Kerem'i kaçırdı ve beni geri dönmeye mecbur bıraktı. Onunla evlenemezdim çünkü Kerem'e aşıktım. Ama işe bakın ki Kerem'de bana aşıkmış. Tabii ben o zamanlar bilmiyorum. Söyletmeye de çalıştım ama ıhh demedi. Çok ketumdur istemiyorsa kerpetenle bile laf alamazsınız ağzından. Ne diyordum ya... Heeh tamam! Kerem'i kurtarmak için Okan'ın beni çağırdığı yere gittim ama tek değildim. Öncesinde Fiko Bey'e bastım nikahı verdim eline nikah cüzdanını polisle birlikte Kerem'i tuttukları depoya baskın düzenleyip beni de Kerem'i de kurtardılar. Okan ne yaptı ne etti bilmiyorum umarım sürüm sürüm sürünmüştür hapishane köşelerinde... Şimdi de boşanmak istiyorum ki kocam Peri Kızı ile ben de kahramanım olan bu Gamzeli Adam ile evlenebileyim" deyip sonra da kimsenin çıt çıkarmamasıyla birlikte aniden Kerem'e dönerek "Kerem ben ne yaptıysam bir türlü açıklayamıyorum galiba sen bir şey yap" deyiverdi. Bu açıklayamamış haliyse açıklamış hali ne olurdu acaba?
Kerem'in de kafası öyle bir karışmıştı ki kim kimin nesi kimin fesiydi birinci nişanlı kim ikinci koca kim karmakarışık olmuştu. Sadece o da değil tabii orada bulunan herkesin devreleri yanmıştı. Avukatın bakışları Kerem'e dönünce de mecburen konuya bir yerden girip açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Şebnem'in anlattıklarını düşünmemeye çalışıp boğazını rahatlatacak minik bir öksürüğün ardından gayet sakin bir tavırla "İşin özeti şu ki nişanlım arkadaşımla hem kendisini hem de beni kurtarmak için formaliteden evlendi. Şimdi ise boşanmaları lazım çünkü biz Fiko ile birbirimize aşık olduğumuzu anladık ve en kısa zamanda da evlenip bir aile kurmak istiyoruz" deyiverdi. Fiko ile ne yapacaklarmış?
Şebnem'in şok dolu gözlerle suratına bakarak "Fiko Bey mi? Bunu bana nasıl yaparsın Kerem!" demesi ve avukatın da kaykılarak kravatını gevşetmesi yüzünden kendisinin de saçmaladığını anlayan Kerem hemen Fiko'ya doğru eğilerek "Fiko yine olmadı sen anlat!" dedi. Aslında bunu demese miydi acaba?
Tüm bu konuşmaları kenarda fenalıklar geçirip olmayan saçını başını yolarak dinleyen Fiko aniden öne geçip ellerini avukatın masasına sertçe vurarak "Boşayın beni bu sarı çıyandan yoksa şuracıkta benzin döker yakarım kendimi!" deyip bağıra çağıra ortalığı inletti. Tabii onun bağırışı yine Kerem'in başına patlamıştı çünkü Fiko avazı çıktığı kadar bağırınca Şebnem korkudan yanında durduğu Kerem'e sarılmış o anda da yine ayağını ezmişti.
"Şebneeeeem!"
"Hııııh! Affedersin Kerem!"
•●●Boşanmanın Ardından Şebnem&Kerem'in Düğününe Günler Kala·٠•●●•٠·˙
"Şirin'in küllerinden yeniden doğurtup ortalığa saldığı o Zümrüd-ü Kelaynak Kuşu nerede?"
Şebnem sinirli bir halde odadan çıkıp Fiko'yu ararken Aslı'da onu kolundan yakalayarak niye yana yakıla Fiko'yu aradığını sordu. O anda da nedeni anlaşılmıştı tabii. Şebnem diğer elinde tuttuğu çalı süpürgesini Aslı'ya doğrultup "O nesli tükenmek üzere olan ibibikgillerden Fiko-i Fikretus bana düğün hediyesi olarak bunu göndermiş. Münasebetsiz cüce!" dedi. Şebnem deliye dönmüştü ama Aslı gülmemek için kendisini zor tutuyordu.
Fiko Şebnem'e gerçekten de düğün hediyesi olarak gelin çiçeği ve beyaz tülle süslenmiş bir çalı süpürgesi yollamıştı. Hem de üzerinde "Bugüne kadar o çakmalar çakması sarı kafandan yolduğum saç tellerinle yaptım. Tamamen el yapımı! Düğün mekanına da artık uçarak gelirsin süpürgeli yellooooz!" yazıyordu. Bu adam ya kaşınıyordu ya da Şebnem ile dalaşmayı özlemişti.
"Şebnemciğim kızma bak ne güzel düşünmüş hediye almış"
"Hediye adı altında laf çarpıyor bana yerden bitme cüce!"
"Gelin gibi de süslemiş"
"Ben de onu süsleyeceğim! Fiko Bey'i bir bulayım bu süpürgeyi o kel kafasına monte edip kamyon çarpmış Hugh Grant'e çevireceğim onu!"
"Tamam sakinleş bak Kerem geldi"
Kerem elindeki devasa kutuyla içeriye girip "Bu kutu hangi odaya gidecek?" diye sorarken Şebnem'de onu yönlendirip "Nurten anne üstüne yazmış ya Kerem" dedikten sonra sırtından tutup onu mutfağa doğru itekleyerek "Bırak bir yere gerisini biz hallederiz" dedi. Kerem ağır kutuyu zar zor yere bırakıp "Bu ne Allah aşkına! Alt kattan üst kata gelene kadar belim koptu" deyince Şebnem ağrımıştır diye onun sırtını ovalayıp "Senin çeyizin var Kerem başka ne olacak?" dedi. Neyi varmış neyi?
Kerem şaşkın bir halde "Nerede çıktı çeyiz falan benim evimde gerekli olan her şey var zaten" derken Şebnem'in ağzını açmasına bile fırsat kalmadan içeriye Nurten Hanım girdi ve oğlunun sözlerine karşılık "Eve gelin geliyor oğlum! Kız ne yapsın senin bekarlıktan kalma kıytırık kap kacağını!" deyiverdi. O anlarda şirin şirin bakınan Şebnem'de müstakbel kayınvalidesinden aldığı yetkiyle "Doğru Kerem ne yapayım ben senin bekarlıktan kalma kıytırık kap kacağını?" dedi ama sonra bir gülme gelerek "Kap kacak ne Kerem?" diye sordu.
Nurten Hanım mutfağı teftişe giderken Kerem de Şebnem'i kolunun altına alıp "Evlendikten sonra bize yemek yaparken sıklıkla kullanacağın eşyalar. Tencere tava tabak çanak bilumum mutfak eşyası işte" dedi. Birbirlerine bakıp kalmışlardı. Şebnem gayet ciddi bir tavırla "Bize yemek yaparken mi? Ben yemek yapmaktan ne anlarım Kerem harakiri yap daha iyi en azından kendi isteğinle ölür gidersin" deyince Kerem de aldığı cevaba şaşırıp "Yemekleri bana yaptırmayacaksın herhalde" dedi.
"Keremciğim en son elimden yediğin nohutlu mantıyı unuttuysan hatırlatayım az daha dişinden oluyordun"
"Bilerek yapmıştın"
"Yine yapabilirim bunun bir garantisi yok. Belki de bu sefer dişinden değil çenenden olursun"
"Yapa yapa öğrenirsin. Hatta söyle Fiko'ya sana bu konuda pratik yaptırsın"
"Espiri mi yaptın Kerem? Neyse fena değildi ama benim daha parlak bir fikrim var"
"Neymiş o?"
"Bak şimdi kahvaltı öğününü komple kaldırıyoruz"
"Ne?"
"Öğle yemeklerini zaten çalıştığımız için restoranda yiyoruz. Akşamları da ben biraz erken çıkar Nurten anneye yardıma giderim. O sırada ah mis gibi koktu kim bilir ne güzel olmuştur derim o da zaten kıyamaz Kerem'i de çağır hep beraber yiyelim der. Oldu bitti bu iş!"
"Şebnem sana gerçekten inanamıyorum"
"Niye Kerem ne oldu ki?"
Kerem nişanlısının o masum haline bakıp gülümserken Şebnem'de bir şey demesini bekliyordu ama Kerem herhangi bir şey söylemeden Şebnem'i kendisine doğru çekip alnına da bir öpücük bıraktıktan sonra diğer kutuları almak için yeniden ailesinin evine indi. Şebnem bazı zamanlar Kerem'i neden anlayamıyordu bilmiyordu. Ne demeye tek kelime etmeden çekti gitti bu şimdi? Neyse canım sessiz kalmakta bir nevi kabullenmektir değil mi?
Şebnem birkaç saniye Kerem'in ardından bakıp sonra da evin genel haline şöyle bir göz gezdirerek yatak odasına girmiş ve ortalıkta kalan eşyalarını dolaplara yerleştirmeye başlamıştı. Zamanda akıp gidiyordu. Bu perdeci nerede kalmıştı Allah aşkına güya sabahtan gelecekti ama saat iki olmasına rağmen hala ortalarda yoktu.
"Ben perdelerimi seviyorum bari onlara dokunmayın"
"Aşk olsun Kerem!"
"Aşk olsunu falan yok. Annemle birlikte bütün evi değiştirdiniz gıkım çıktı mı?"
"Çıkmadı"
"Öyleyse?"
Şebnem dudağını büzüp yemek tabağını ve romantik bir ortam olsun diye yaktığı mumu alarak Kerem'in peşinden gittikten sonra onları sehpaya koymuştu. Kerem de muma tuhaf tuhaf bakıyordu. Karşısındaki kız Şebnem işte ona sorgu sual olmazdı. Bir şey yapıyorsa illa vardır bir bildiği. Şebnem ile Kerem mum ışığı eşliğinde karşılıklı oturup Nurten Hanım'ın yaptığı mis gibi yemekleri yemeğe başlamıştı. O sırada Şebnem düşünüyordu da Kerem haklıydı galiba. Sonuçta kaç yıllık evinin altından girip üstünden çıkmışlardı. Madem bu perdeleri seviyordu kalsınlar bari ne yapalım. Kerem de bir yandan yemeğini yerken bir yandan da üzüldü mü diye Şebnem'in tavırlarını izliyordu. Biraz yüzü düşmüştü tabii. Çok mu gereksiz bir çıkış yapmıştı ne? Kız heveslenmiş perdeleri yaptırmak istiyordu şimdi o hevesini kursağında bırakmak olur muydu hiç? Olmazdı.
"Şebnem"
"Ne oldu?"
"Ararım birazdan"
"Kimi?"
"Perdeciyi"
"Ama sen demiştin ki..."
"Bir şey demedim unut gitsin"
Şebnem gülümseyip elindeki tabağı sehpanın üzerine bıraktıktan sonra Kerem'in yanına geçip boynuna sarılarak "Madem bugün kanaatkâr günündesin şu senin külüstüre dönen müzik setini de değiştirelim diyorum. Ne dersin?" deyince burasına kadar gelen Kerem'de biraz geri durup "Sen bir yıla kalmaz külüstüre döndün der beni de beğenmezsin" dedi. Aa! Yine espiri yaptı. Şebnem aslında müzik setiyle ilgili öyle bir niyeti olmadığını sadece takıldığını söyleyerek yanağını öperken Kerem'de onun ellerini tutup yanına oturttuktan sonra "Sana bir şey söyleyeceğim ama kulaklarını dört aç çünkü duymadım bir daha söyle dersen tekrar etmeyeceğim" dedi.
Şebnem gözlerine heyecanla bakıp "Söz Kerem valla can kulağıyla dinliyorum" deyince Kerem de ona dikkatle bakarak "Eşyalarımız eskiyebilir bozulabilir ya da onları artık eskisi kadar beğenmeyip değiştirebiliriz ama benim sana senin de bana olan sevgin hep ilk günkü gibi kalsın olur mu?" dedikten sonra bu söylediklerinden dolayı mutlu olan Şebnem'in ellerini nazik bir dokunuşla öpüp "Kalbimde senin gibi deli dolu bir kızın aşkı oldukça hiç yaşlanmayacağımı hissediyorum biliyor musun? Durağan seyreden hayatıma öyle bir renk getirdin ki parmağımdaki bu yüzüğe her baktığımda keşkem olmadığın için şükredeceğim. Eskiden sadece ailem ve dostlarım için iyi ki hayatımdalar derdim. Şimdi aynı şeyi senin için de söylüyorum. İyi ki kalbimdesin iyi ki kalbindeyim. Bir ömür boyu da orada kalalım olur mu?" dedi. Şebnem şok Şebnem iptal! Kerem neler diyordu öyle...
Şebnem ilk defa o mübarek çenesini açıp bir şey diyememişti. Kerem'in söyledikleri kalbine öyle bir dokunmuştu ki gözleri dolacak gibi olup konuşamayınca çareyi ona sıkıca sarılmakta buldu. Kerem'de boynuna sarılan Şebnem'i sıkı sıkı sarıp "Seni gerçekten çok seviyorum Şebnem" dedikten sonra aniden o anki romantik havayı mecburen bozup "Yanık kokuyor" dedi. Şebnem gözleri pörtlemiş bir halde "Eyvah! Fırındaki sütlaçları unuttum Nurten anne fazla yakma demişti ama gittiler galiba" dedikten sonra koşturarak mutfağa gitti ama tam güle oynaya "Sorun yok Kerem yanan sütlaçlar değilmiş bu sefer her şey kontrolüm altında" diyerek geri dönüyordu ki Kerem'i görüp büyük bir telaşla "Dikkat et Kerem!" diye bağırdı. Belli ki romantik bir ortam yaratması gereken mum yüzünden yanan sütlaçlar değil perdeyle birlikte güme giden Kerem olmuştu.
Şebnem'in bağrışıyla birlikte ceketinin tutuştuğunu gören Kerem söndürmek için perdeyi koluna vururken Şebnem'de çeyiz olarak gelen kap kacağa su doldurup çocuğun başından aşağıya boca etti. Tamam belki alevler sönmüştü ama telaştan hâlâ su dökmeye devam etmesi yüzünden sıçana dönen Kerem'in sert bakışları da üzerine dönmüştü.
Elinde su dolu tencereyle kalan Şebnem "Hâlâ iyi ki hayatımdalar dediğin kişilerden biri miyim Kerem?" diyerek dudağını kemirip zoraki bir şekilde gülümsüyordu. Kerem olduğu yerde derin bir nefes alıp ona doğru yaklaştıktan sonra elindeki tencereyi yavaşça alıp Şebnem'in ne yapıyor bu der gibi bakmasına aldırmadan kızın başından aşağıya döktü. Şebnem buz gibi suyun yarattığı etkiyle titreyip ağzına kaçan suyu tükürerek "Anlıyorum Kerem şu an bir acaban oluşmuş" dedi. Deli kız! İkisi de donmuştu ama birkaç saniye sonra o hallerine gülmeye başlayıp kendilerini birbirlerine sarılırken bulmuşlardı.
"Bu ne demek oluyor Kerem?"
"Hâlâ iyikimsin demek oluyor"
"Gerçekten mi?"
"Evet"
"Bir daha söylesene"
"Şebneeeem!"
"Tamam sustum!"
•●●Şebnem&Kerem'in Düğün Günü·٠•●●•٠·
"Kerem seni almaya geldi Şebnem. Hazır mısın?"
Hazırdı da heyecandan kalbi ha durdu ha duracak haldeydi. Eli ayağı titrer bir halde aynanın karşısında durmuş kendisine bakarken "Nasıl görünüyorum bilmiyorum Aslı sence Kerem beni böyle beğenir mi?" diye sordu. Ay şaşkın! Böyle güzel bir kızı beğenmez olur muydu hiç? Hatta Şebnem bir gülümsesin Kerem onu üzerinde çuval da olsa beğenirdi.
Aslı yanına yaklaşıp ellerini tutarak kollarını iki yana açtıktan sonra dikkatle bakmaya başlamıştı. O etrafında dönüp dururken Şebnem de dayanamayıp yüzünü asarak "Ne oldu? Bir olmamışlık var değil mi?" diye sordu. Aslı tam önünde durup "O kadar güzel görünüyorsun ki bir kusur arıyorum ama bir türlü bulamıyorum" dedikten sonra ikisi de birbirine gülümseyip sarıldı.
"Biliyor musun kardeşim damatlığının içinde çok yakışıklı olmuş"
"Kerem zaten her haliyle çok yakışıklı ki"
"Bugün bir başka ama"
"Merak ettim galiba"
"Görmek ister misin?"
"İsterim"
Aslı ellerini bırakıp kapıya doğru giderken Şebnem de kalbini tutarak beklemeye başladı. Fazla beklemesi de gerekmemişti çünkü dışarıda sabırsız bir halde duran Kerem kız kardeşinin "Şebnem seni bekliyor" demesiyle hemen kapının önünde belirmişti. Birbirlerini gördükleri anda da gülümsemeye başlamışlardı. Kerem içeriye girmeden önce tüm güzelliğiyle karşısında duran Şebnem'e uzun uzun bakmış Şebnem'de gözlerini ondan ayırmadan olduğu yerde kalıp yanına gelmesini beklemişti.
En nihayetinde Kerem odaya girip bir hayli heyecanlı görünen Şebnem'e doğru yürümeye başlamıştı. Gelin hanımın önüne geldiğinde ise Şebnem'in kendisine doğru uzattığı ellerini tutup yüzündeki hoş tebessümle "Ne kadar güzel olduğun yadsınamaz ama bugün ayrı bir ışıltı var yüzünde. Umarım bu sana yaşatmaya çalıştığım mutluluğun bir yansımasıdır" dedi. Elbette öyleydi. Şebnem onun yanındayken dünyanın en mutlu en huzurlu en keyifli insanı oluyordu.
"Mutluyum Kerem. Şu an burada bu gelinliğin içinde ve tam karşında duruyor olmaktan dolayı çok mutluyum"
"Ben de öyle. Hadi gidip bizi ömür boyu birbirimize kenetleyecek olan imzalarımızı atalım"
"Atalım"
Kerem koltuğun üzerindeki gelin çiçeğini alıp Şebnem'e verdikten sonra kolunu uzatmış ve Şebnem'in de elini koluna dolamasıyla birlikte odadan çıkmışlardı. Ancak beklemedikleri bir misafirleri vardı. Kapıdan çıkar çıkmaz Şebnem olduğu yerde kalınca Kerem'de neden böyle yaptığını anlayamamış bir halde ne olduğunu sordu. Şebnem burada bulunuş sebebini bilmediği için sevinsin mi sevinmesin mi bilememişti ama yine de gülümser gibi olup "Ablam gelmiş" demeyi başarmıştı.
Çetiner ailesinin başka bir ferdi gelmediği için şanslılardı. Kerem rahatça konuşmaları için kendisini dışarıda bekleyeceğini söyleyerek çıkarken Şebnem'in ablasıyla selamlaşmayı da ihmal etmemişti. Selin'in de hakkını yememek lazımdı çünkü Kerem'e karşı hem çok kibar hem de sıcakkanlı davranmıştı.
İki kardeş birbirlerini uzun uzun inceleyerek yan yana geldikten sonra sıkıca sarıldı. O sırada Selin geri çekilirken "Ne yaptın sen deli kız?" diye sordu. Ooo! Neler yapmamıştı neler! Şebnem tedirgin halde Kerem'in ardından bakarak "Sevdim" dedikten sonra ablasına gözden uzaklaşmaya başlayan Kerem'i işaret ederek "O adamı görüyor musun? Kerem'i... İşte o benim bu hayattaki en büyük şansım" dedi. Selin kardeşinin bu sözleri sonrasında mutlu bir ifadeyle gülümsemişti.
"Verdiğin karardan memnunsun yani"
"O kadar mutlu ve huzurlu hissediyorum ki bu kelimelerle anlatılmaz. Kerem ile evlenmek benim şimdiye kadar verdiğim en doğru karar olacak"
"Senin adına çok sevindim. Kendini o hapishaneden farksız olan evden çekip kurtardığın için gerçekten çok mutluyum"
"Aynı senin gibi..."
"Aile konusunda pek şanslı olamadık biliyorsun ama ben seni her zaman çok sevdim Şebnem. Ne karar verirsen ver kendine nasıl bir yol çizersen çiz hep de sevmeye devam edeceğim. Sen benim bir tanecik kardeşimsin"
"Biliyorum abla ben de seni çok seviyorum. Keşke hep yanımda olabilsen"
"Onun ailesi nasıl? Yani Kerem'in... Sana iyi davranıyorlar mı?"
"Beni kızlarından ayrı tutmuyorlar. O kadar tatlı ve iyi insanlar ki onları da en az Kerem kadar seviyorum"
"Bunu duyduğuma sevindim"
"Geçen hafta ateşlendim. Nikah hazırlıkları ev derleyip toplamaları derken üşütmüşüm biraz... Eskiden de ateşlenirdik hatırlıyor musun? O zamanlar başımızda annem değil evin çalışanları dururdu. Saat başı da annemize haber giderdi. O da ancak gerekli gördüğü zaman gelir şöyle bir bakar sonra da çalışanlara talimatlar yağdırarak giderdi"
"Bilmez miyim?"
"Bu defa ateşlendiğimde hiç böyle şeyler olmadı. Kerem her an yanımdaydı ve elimi bir an bile olsun bırakmadı. Annesi yani Nurten anne de bütün gece beni kontrol ederek alnıma koyduğu sirkeli bezi değiştirip ateşimi ölçtü. Öperek ölçüyorlar biliyor musun? Alnını öpüp sonra da saçını okşuyorlar. İlk anda tuhaf geldi. Alışık değildim çünkü... Ama sonra hoşuma gitti. İyi ki hasta olmuşum dedim kendi kendime"
Bunları anlatırken Şebnem'in gözleri dolunca ablası ağlamasına izin vermeden ona sıkı sıkı sarılıp "Emin ellerde olduğunu bilmek beni ne kadar rahatlattı bilemezsin. Artık evime gönül rahatlığıyla dönebilirim" dedi. Şebnem merakla ablasına bakıp "Nikaha kalmıyor musun?" diye sorunca Selin de gülümseyip "Elbette kalıyorum. Uçağım yarın sabah erkenden hareket ediyor" dedi. Bu harikaydı işte. En azından ailesinden bir kişi onun mutluluğunu paylaşacaktı. İki kardeş birbirlerine gülümseyerek bakarken Selin "Hadi damadı bekletmeyelim" dedikten sonra Şebnem'in eteklerini düzelterek odadan çıkardı. Herkes hazır olduğuna göre nikah töreni başlasıııın!
"Gelin geliyooor!"
Şebnem bembeyaz gelinliği ve ışıl ışıl gülümsemesiyle kendisine sevgi dolu gözlerle bakan Kerem'e doğru yaklaşmaya başlamıştı. Nurten Hanım gözleri dolmuş bir halde ikisine de okuyup üfleyerek bakarken şahitlerde yerlerini almıştı. Şebnem'in şahitleri Melis ile Şirin olmuş Kerem'in şahitleri de Fiko ile Samet olmuştu. Tabii defteri imzalayacak olanlar sadece Fiko ve Melis'ti. Kerem alkışlar eşliğinde yanına gelen Şebnem'in elini tutup onunla birlikte gözlerini gözlerinden çekmeden nikah masasına doğru yürümeye başlamıştı. Herkes yerini aldıktan sonra da nikah memuru töreni başlattı. İnşallah Fiko son dakika "İtiraz ediyorum" diye ortalığa fırlamaz. Şebnem bu defa Allah yarattı demez şuracıkta mefta ederdi onu!
Nikah memurunun ilk sorusu Şebnem'e gelmiş ve Kerem ile evlenmek isteyip istemediği sorulunca da çılgın kızımız mekanın her köşesinden duyulacak şekilde koca bir "Evet" ile ortalığı inletmişti. Sıra Kerem'e geçtiğinde ise memur sorusunu yöneltirken Şebnem'in de kulağına bazı çatlak sesler gelmeye başlamıştı. Gelen fısıltı seslerine doğru bakarken de Fiko'yu eğilmiş çaktırmadan Kerem'e "Bu kıt akıllıyla evlenmek zorunda değilsin Kerem hâlâ vazgeçebilirsin seni kimse suçlamaz. Nikahtan kaçma konusunda artık birer profesyoneliz biliyorsun" derken yakalamıştı. Canına mı susuyordu bu kelaynak kuşu yine!
Kerem arkadaşının tüm müdahalelerine rağmen güçlü bir "Evet" derken Şebnem'den işareti alan Şirin'de onun vekaletiyle Fiko'nun ayağına öyle bir bastı ki adam oturduğu yerde zıp zıp zıplamak zorunda kaldı. Oh olsun ona! Demek daha kurulmamış bir yuvayı yıkmaya teşebbüs etmek ha! Bunun hesabı illa ki sorulurdu sizden Fiko Bey!
Şebnem nikahı unutup ona gözlerini kısarak bakarken bir yandan da sessizce "Bittin sen Fikocuk!" diyordu. Ama sonuçta nikah da hâlâ devam ediyordu. Ayağına basılması gereken biri daha vardı yani. Şebnem toparlanıp Fiko'ya olan kızgınlığının acısını ayağını fena halde ezdiği Kerem'den çıkarmaya kalkınca yine ondan sessizce "Şebneeeem!" diyerek fırça yemiş ve o an ki korkuyla da dudağını ısırıp "Affedersin Kerem adettendir diye şey ettim" demişti. Hemen ardından da gülmeleri gecikmemişti tabii. Yani onların hayatında bazı şeyler hiç değişmiyordu değişmeyecekti de...
Atılan imzaların ardından genç çift ve davetliler ayağa kalkmış nikah memuru ikisini karı koca ilan edip nikah cüzdanını da mutluluklar dileyerek Şebnem'e uzatmıştı. Ciddi ciddi evlenmişlerdi şaka gibi! Şebnem cüzdanı alıp gülerek ailelerine ve dostlarına doğru sallarken Kerem'de kolunu beline dolayıp kendisine bakması sağladıktan sonra "Hoş geldin ömrüme Sarı Papatyam" diyerek Şebnem'in alnına bir öpücük kondurdu. İkisi de bir süre birbirlerine sıkı sıkı sarılıp oldukları yerde öylece kaldılar. Onca yaşanan şeyin ardından bu halde olabildiklerine gerçekten şükrediyorlardı.
Şebnem ile Kerem gelen tebrikleri kabul ederken uzun süre yanlarına yaklaşmayan Fiko'da nihayet teşrif edebilmişti. Gelmişti de hiçbir şey demeden bir Kerem'e bakıyor bir Şebnem'e bakıyor ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Şebnem yan gözle Kerem'e bakıp "Adama inme indi Kerem bir şey yap" deyince Kerem'de tebessüm ederek "Ne düşünüyorsun Fiko?" diye sordu. Aldıkları yanıt dumur edecek cinstendi çünkü Fiko gayet ciddi bir tavırla "Tebrik mi edeyim yoksa taziyelerimi mi ileteyim kararsız kaldım. Ya da belki de bu aptal sarışını senin gibi bir adamı kafesleyebildiği için tebrik etmeliyim ailene de oğullarının böyle belaları üzerine üzerine çeken bir çıyanla evlenip erken yaşta bu dünyadan göç etmesi sebebiyle taziyelerimi iletmeliyim" deyiverdi. Ne yapacakmış ne yapacakmış!
"Bana bakın Fiko Bey bari düğünümüzde o kopasıca çenenize hakim olun yoksa o taziyelerin kime gideceği hiç belli olmaz. Valla yeni gelinim demem ayağımın tozuyla uçarım üstünüze!"
"Yellooooz!"
"Taze yuvaları hedef alan yıkım ekibi kılıklı kart horoz!"
"Kart horoz mu? Ben şimdi senin o iki gram beynini tütsüleyip Kerem'in helvası niyetine dağıtmaz mıyım!"
"Şişşşşt! Şebnem Fiko susun artık!"
Fiko tavırlı bir şekilde sağ tarafa bakarak fularını düzeltirken Şebnem'de ellerini beline koyarak sol tarafa bakıyordu. Bu ikisinin yıldızı hiç barışmayacak mıydı canım! Bari düğünde bir rahat durun ama nerede! Neyse ki kızlar gelip Şebnem'e çiçeğini atıp atmayacağını sormuştu da gündem bir anda değişmişti. Atacaktı elbet atmaz mı hiç? Herkes bir arada dururken Kerem'de Fiko ile beraber onları izliyordu. Şebnem ise iki basamak merdiven çıkıp arkasını dönmüş gülümseyerek gözlerini yummuştu.
Huzur dolu bir halde "Hazırsanız çiçeğim geliyoooor!" dedikten sonra tam çiçeği atarken aksilik bu ya topuğu kaymış bu vesileyle de çiçek havada hızlı bir şekilde yön değiştirerek ilerlerken Şebnem'de yine kimin kafasına düşecek telaşıyla arkasını dönmüştü. Ama o da ne? Bütün kızlar tek bir yöne bakıyordu ve o yönde de önüne düşen çiçeği yerden alan bir adet Fiko vardı. Kader kısmet dedikleri bu olsa gerekti. Şebnem aralarındaki atışmaya rağmen gülümserken Fiko'da önce şaşkın şaşkın çiçeğe bakmış sonra da onu Peri Kızı'na yani Şirin'e uzatıp "Bence bu çiçek bize artık doğru zamanın geldiğini söylüyor. Ne dersin Peri Kızı?" demişti. Bir anda herkes dikkatini onlara vermişti. Bu bir teklif miydi şimdi?
Gözler Şirin'in üstündeyken o da her ne kadar bu teklif için erken olduğunu düşünse de Fiko'ya bakarken aksi bir şey söyleyememişti. Onun kendisine karşı olan sevgisini hissettikçe ve kalbinin aslında ne kadar güzel olduğunu gördükçe çoktan gönlünü ona kaptırmıştı bile. Şirin düşünürken Fiko'nun yavaş yavaş düşen yüzüne bakıp gülümseyerek elindeki çiçeği almış ve yanağına da olumlu cevap niteliği taşıyan bir öpücük kondurmuştu.
Şebnem bunun üzerine ne olabileceğini tahmin etmişti. Ettiği için de can hıraş bir halde Kerem'e Fiko'yu tutmasını söyledi. Kerem ilk başta anlamamıştı ama sonra öpücüğü kapan Fiko'nun yan yan kaykıldığını görünce arkadaşını düşmeden yakalamayı başarmıştı. Artık düğünler peş peşe gelir önce Aslı ile Ümit sonra da Fiko ile Şirin evlenirdi. Şebnem gelinliğinin eteğini sürüye sürüye gelmiş belliydi bu...
Canlı müziğin başlaması ve çalan şarkının etkisiyle Kerem ile aynı anda birbirlerine bakan Şebnem olduğu yerde zıplayıp heyecanla alkış tutarak "Bizim şarkımız çalıyor Kerem!" dedi. Haklıydı. Bu "Güzel Kaçak"a da onu artık kaçmaktan kurtaran adama da ancak böyle bir şarkı yakışırdı zaten.
Kerem müziği duyar duymaz Fiko'yu bırakmış Şebnem'de apar topar merdivenlerden inmişti. İkisi ortak bir noktada buluşup el ele dans pistine doğru geldikten sonra da bir yandan şarkının sözlerine eşlik edip bir yandan da davetlilerin ve ailelerinin de katılımıyla neşeli bir şekilde ilk danslarını başlattılar.
Beni beni sinene sar Sevdamı gönlüne sal
Öldürür bu canı bu firar Benim senden başka neyim var?
Şebnem karşısında duran adamın kollarında içi içine sığmaz bir halde dans ederken Kerem'de bir yandan ona eşlik etmeye çalışıyor bir yandan da Şebnem'in dans ederken ki o tatlı hallerini yüzündeki kocaman gülümsemeyle izliyordu. Uzun zamandan sonra tam anlamıyla mutlulardı. Hem de tarifi imkansız bir mutluluk vardı kalplerinde. Belki Kerem Şebnem'in en büyük şansı gibi görünüyor olabilirdi ama Şebnem'de Kerem'in en büyük şansıydı. Onlar onca zorluğun ardından bir araya gelmiş eş ruhlardı ve artık birbirlerini tamamlayıp koca bir ömrü birlikte geçirmeye hazırlardı. Ee! Bu noktada da söylenecek tek bir söz kalıyordu.
Güzel Kaçak / Final Sonrası Şebnem'den Okurlara Veda
Merhaba ben Şebnem!
"Dın dın dın... dırı dırı dınıın" diyerek şarkıya etkili bir giriş yapmayacağım korkmayın.
Sadece bendeniz nam-ı diğer "Güzel Kaçak" diyeceğim.
Bu ismi hak etmek için neler yaşadığıma bizzat şahit oldunuz.
Bu yüzden o tatsız zamanları yeniden hatırlamaya hiç ama hiç gerek yok.
Tek diyebileceğim şey ablam dışında hiçbir Çetiner ile bağlantım kalmadı.
Ailem beni tamamen sildi ve bunca yıla rağmen hâlâ bir araya gelebilmiş değiliz.
Bunun için senin özel bir çaban oldu mu derseniz eğer hayır olmadı.
Sanırım hatalarını anlamalarını ve biz yanıldık demelerini bekliyorum.
Her neyse...
Şükürler olsun ki artık soyadım Çetiner değil.
22 yıl önce...
Evet evet yanlış duymadınız tam "22 yıl" önce sizlerin de şahitlik ettiği gibi Kerem ile evlenip onun soyadını alarak resmi kayıtlarca Şebnem Günsürlüğe terfi ettim.
Kerem'e büyük bir destek alkışı istiyorum çünkü benim gibi kaçık bir kadına rağmen bunca zamandır hâlâ kalbi bir kere bile olsun teklemedi.
Sanırım benim ona onun da bana karşı hissettiği aşk kalbini her daim genç tutup onu koruyor.
Bir nevi Kerem'in dil altı hapı gibiyim yani.
Bu arada artık sadece iki kişi de değiliz.
Cem adında bir oğlumuz Deniz ve Defne adlarında da dünyalar güzeli ikiz kızlarımız var.
Kızlar aynı ben oğlan da aynı babası.
Cem ve Deniz ile birlik olup Kerem'i çokça çıldırtmışlığımız vardır.
Üçümüzü bir arada görünce yine başıma ne iş açacaklar diye düşünüp adeta kaçacak delik arıyor.
Onlar da benim gençliğim gibi biraz ele avuca sığmaz çocuklar.
Ama Defne'miz babasına toz kondurmaz.
Ne muzurluk yapacaksak ondan gizli yapıyoruz çünkü illa gidip babasına yetiştiriyor.
Duymasın ama Kerem'in ev içindeki gizli muhbiri de o.
Benden kaçar mı? Kaçmaz!
Ama bilmiyormuşum gibi yapıyorum.
Böylece daha çabuk tongaya düşüyorlar.
Kerem baba olacağını ilk öğrendiğinde öyle büyük bir mutluluk yaşadı ki anlatamam.
Hatta bebeğimizi ultrasonda her görüşümüzde gözleri doluyor sonra da bana hissettirmemeye çalışarak gözlerindeki yaşı akmadan önce siliyordu.
Bu kadar duygusal olduğunu bilmiyordum doğrusu.
Onu bu kadar mutlu edebildiğim için çok seviniyorum çünkü o da beni çok mutlu ediyor.
Sen de benim iyikimsin Kerem Günsür.
Seni çok ama çok seviyorum Gamzeli Adamım!
Onunla ilk tanıştığımda asla bu noktaya gelebileceğimizi düşünmemiştim.
Zor da olsa bir aile kurmayı ve o aileyi de birlikle beraberlikle idame ettirmeyi başardık.
Etrafımızda bize destek olacak bir sürü güzel insan olması da ayrı bir şanstı tabii.
Bizim hemen ardımızdan Aslı ile Ümit de evlendi ve ailemiz onların çocuklarının da katılımıyla koskocaman oldu.
Hmm... Kötü haberlerimde yok değil.
Bu süre içinde Hasan babamızı ve Mukaddes teyzemizi maalesef kaybettik.
Tek tesellimiz yaşadıkları süre boyunca aileleriyle çok güzel zamanlar geçirip torunlarıyla da o güzellikleri taçlandırabilmeleri oldu.
Zor zamanlardı ama biz her zaman olduğu gibi birbirimize kenetlenip bir nebzede olsa üstesinden gelmeyi başardık.
İkisi de nur içinde yatsın. Dualarımız her zaman onlarla olacak.
Fiko Bey'in akıbetini merak edenleriniz varsa söyleyeyim.
Henüz onu öldürmedim. Bizim dili bozuk paçalı horoz hâlâ hayatta yani.
Hatta gelecek hafta Şirin ile 20. evlilik yıldönümlerini kutlayacaklar.
Çok da tatlı bir kızları var. Adı da Ecem Naz.
Neyse ki babasına zerre kadar benzemiyor.
Huyu da kaşı gözü de aynı Şirin! Hık demiş burnundan düşmüş o kadar yani.
Verilmiş sadakası varmış anlayacağınız.
Bizim aramızın düzelip düzelmediğine gelecek olursak eğer değişen hiçbir şey yok.
Ben onun için hâlâ "Sarı Çıyan"ım o da benim için hâlâ "Papyonlu Penguen"
Ama ne olursa olsun birbirimizi sevdiğimize inanıyorum.
Sadece bunu belli etmekten hoşlanmıyoruz o kadar.
Kerem yıllar içinde restoran işini iyice büyüktü.
İnanmayacaksınız ama Fiko Bey'de o restoranın epeyce tanınmış bir şefi oldu.
Bunu nasıl becerdi inanın bilmiyorum ama restorana sırf onu yemek yaparken izlemek için gelenler bile var.
Bazı günler restoranda kendisi için özel ayrılan köşesinde insanlara görsel şovlar yapıp hızlı ve pratik yemekler hazırlıyor.
Hani böyle alevli malevli artistik bir şeyler.
İnsanlar tuhaf bir şekilde onu izlemeye bayılıyorlar.
Bayılırlar tabii sonuçta yemek yapan bir kelaynak kuşu görmek herkese nasip olmaz öyle değil mi?
Hasan babanın kurduğu restoran da hâlâ onun anısını yaşatacak şekilde işletilmeye devam ediyor.
Kerem orayı hiç bırakmadı ve ilgisini de hiçbir zaman kesmedi.
Hatta her ayın ilk pazar günü tüm eski ve yeni müdavimlerimizi misafir edip eskileri yad ediyorlar.
Bu babasına karşı vefa borcu gibi geliyor olmalı.
Bunu yapması Nurten anneyi de çok mutlu ediyor çünkü bu şekilde Hasan babayı da unutmamış yaşatmış oluyoruz.
Seni hep kriz ortamlarında Nurten annenin yanında rahat rahat uyurken hatırlayacağım güzel yürekli babacığım.
Yaşanan kayıpları saymazsak eğer herkesin keyfi bir şekilde yerinde anlayacağınız.
Mutluyuz ve bu mutluluğumuzda günden güne katlanarak büyüyor.
Çocuklar büyüdü ve onların dertleri istekleri her zaman zirvedeki yerini koruyor.
Artık onlarda kendilerini "Bir Sevda Masalı"nda uzun uzun anlatırlar.
O zamana kadar kendinize iyi bakın ve de hoşça kalın efendim!
"Şebnem..."
"Ne oldu Kerem?"
"Fiko'nun giderken fırınlamanı söylediği turtalar hazır mı?"
"Turta mı?"
"Bu yanık kokusu da ne?"
"Eyvaaaaah! Ben onları fırında unuttum"
"Şebneeeem!"
"Hıııh! Affedersin Kerem!"
SON
Bu zamana kadar hikayemi takip eden tüm "Güzel Kaçak" okurlarına desteklerinden ötürü teşekkür ederim. Umarım keyifle okuduğunuz bir hikaye olup yüzünüzü gülümsetmeyi başarabilmiştir. Bir de sizden ricam lütfen hikayelerimden düşüncelerinizi belirtmeden gitmeyin de bu hem size hem de bana bir anı gibi kalsın. Diğer hikayelerimde görüşmek dileğiyle