GÜLÇİN
Daimi Üye
Günümüzde Kaybolan Meslekler
Yaprak Özer (İndeks İçerik İletişim Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı)
Bu yazıyı okuyanlar… Evet siz! Ya bankacı, ya insan kaynakları uzmanı, ya iletişimci, ya işsiz, ya gazeteci, ya sanatçı, ya öğrenci, ya öğretmen… Ya hizmet sektöründe çalışıyorsunuz, ya otomotiv… Belki lojistik, belki de finans… Akademisyen olabilirsiniz; tarihçi, antropolog, psikolog, matematikçi, fizikçi, yönetim bilimci, ekonomist… Kadın olabilirsiniz, erkek olabilirsiniz… Cinsiyetiniz ne olursa olsun büyük olasılıkla iş dünyasının içindesiniz…
Dar gelirli olabilirsiniz, orta sınıf mensubu olabilirsiniz, üst gelir grubuna dahil olabilirsiniz… Her kimseniz, her neredeyseniz, her ne yapıyorsanız… Büyük olasılıkla düşündüğünüz tek şey, kariyerinizde nasıl ilerleyeceğiniz, daha çok para, daha büyük sorumluluk almak için neler yapmanız gerektiği… Bazılarınızın yüreğinin çocukları için çırptığını biliyorum; “Benim için geçti, çocuğum okusun adam olsun, iyi meslek sahibi olsun” diyorsunuz.
Çok doğal. Hepimiz daha iyi bir hayat için mücadele veriyoruz. Bu ülkenin önemli sorunları olduğu doğru. Bu sorunların başında işsizlik geliyor. İşsiz olan arkadaşlarımızın da sabah akşam düşündükleri tek şey bir iş bulabilmek. Son yıllarda hayatımız hep “iş” ekseni içinde geçiyor. 'Geleceğin mesleği ne?' sorusu tarihin en önemli sorusu oldu.
Aranızda bilen var mı?
Tersten bakmasını severim, herkes gider Mersin'e ben giderim tersine hesabı, bırakın herkes geleceğin mesleklerini konuşsun gelin biz sizinle bu hafta geçmişin mesleklerini konuşalım. Aşağıda okuyacaklarınızın çok hoşunuza gideceğini biliyorum. Hepiniz bu tozlu bilgilere bayılacaksınız. Kaybolan meslekler araştırması aslında bir sergi. Fotoğraflarıyla birlikte önemli bir derleme. Geçmişte insanlar ekmeğini nereden ve nasıl çıkarırdı sorusuna yanıt veriyor. Nereden geldiğimizi gösteriyor… Yarını düşünenlerimize nereye gideceğimizin yolunu gösteriyor.
Ben meslekleri iki temel gruba ayırdım. İlk gruptakiler adını sanını büyük olasılıkla duymadığınız meslekler. İkinci gruptakiler adını bildikleriniz ama bugün çok farklı algılanan ya da icra edilen meslekler. İnsan kaynaklarında tarih turumuza hoş geldiniz…
Adını Sanını Bilmedikleriniz
Basmacı
Basma en yaygın kullanılan kumaştı; dar gelirli, hatta orta halli ailelerin kadın ve kızları basma giyerlerdi. Ayrıca amele, ırgat, yanaşma ve uşak boyundan erkeklerin mintanları da basmadandı. Seyyar basmacılar yelken bezinden büyükçe bir bohça, elde demir arşın sokak sokak dolaşırlardı. Basma satan bohçacı kadınlar günümüze kadar ulaştı.
Celep
Kentlere koyun ve sığır getirip satan esnafa celep denirdi. Celeplik büyük sermaye işiydi. Sürüler çobanlar tarafından uzak mesafelerden kente yaya getirilir; sürü yolda kısmen telef olurdu. İstanbul’un et ihtiyacı önceleri Balkanlardan, sonraları Erzurum yaylasından karşılanmıştı. Sürüler İstanbul’a büyük ölçüde Trabzon üzerinden sevk edilirdi.
Nalbant
Taşıma ve ulaşım sektöründe kullanılan hayvanların nallanması, hayvan tırnakları altına demir parçası yani nal ya da nalça çakılması, nalbantlığı yaygın bir hale getirmişti. Günümüzde otomobil lastiği ne ise nal da dünün Osmanlısında aynı işlevi görüyordu. Nalbantlar genellikle ulaşım güzergahlarında yer edinirdi.
Mestçi
Kundura ya da pabucun içine giyilen yumuşak ayakkabıya mest denirdi. Değişik türleri vardı. Devenin ayak derisinden yapılanına deve mesti, yandan kopçalısına serhatlı mest denirdi. İç mekanların temiz tutulması, mest giymeyi gerektiriyordu. Mestçi esnafı ayak ölçüsüne göre çalışırdı.
Sayacı
Saya, ayakkabının yumuşak olan üst bölümü yani yüzüydü. Eskiden halk dilinde, evlerin giriş kısmında ayakkabıların çıkarıldığı veya konduğu ufak bölüme de saya denirdi. Zamanla ayakkabı anlamında kullanılmaya başlandı. Sayacı, dünün ayakkabıcısıydı. Yaygın bir zanaattı. Geniş bir müşteri kitlesine hitap ederdi.
Rençber
Rençber, ilk evrelerde çiftçi anlamına geliyordu. Ancak kentleşmeyle birlikte bugün ırgat diye nitelenebilecek birçok işi üstlendi. Tarla, bahçe, yapı vb. yerlerde kazma, taş ve toprak taşıma gibi işleri yapan gündelikçi, amele ve ırgat, o günlerin rençberleriydi.
Sepetçi
Plastikten önce su geçirmez kaplar topraktan ya da bakırdan yapılır, diğerleri saz, kamış ya da ince dallardan örülürdü. Genellikle sapı olan, yiyecek ve eşya taşımak için kullanılan bu tür kapları sepetçi örerdi. Sepet hamalı, genellikle pazar yapanların sebze-mevyesini sırtındaki sepetle eve taşırdı. Sepet kimi zaman bavul yerine de kullanılırdı.
Urgancı
Keten, kenevir, pamuk gibi dokuma maddelerinden yapılan ince halatlara urgan denirdi. Gerek ev ekonomisinde gerekse zanaatta urgan yaygın olarak kullanılırdı. Urgancı örme işini bizzat yapar ve malını tüketiciye ulaştırırdı. Genellikle sabit dükkanları bulunurdu. Seyyar urgancı nadir görülürdü.
Bacacı
İstanbul’da yangınların büyük çoğunluğu, temizlenmesi ihmal edilmiş bacalardaki kurumların tutuşmasıyla çıkıyordu. Özellikle ahşap binaların yoğun olduğu kent dokularında, baca temizliği büyük önem taşıyordu. Kış öncesi bacacılara büyük iş düşüyordu. Fırın bacalarının da her ay temizlenmesi öngörülmüştü.
Bileyci
Bıçak ve emsali şeyleri çarka tutup bileyen esnaf genellikle seyyardı. Demirden yapılmış ev aletleri görece değerli eşyalardı. İstanbul’daki bileyci esnafının büyük çoğunluğu, Karadenizli bekar uşağı ya da Buharalı idi. Bileycinin mahalleye gelişi kısa sürede duyulur, ev sekenesi, her türlü kesici ya da yarıcı aleti sık aralıklarla bileyletirdi.
Erikçi
Osmanlı çoğu kez kendi bağ, bahçe ve bostanındaki meyveyi tüketiyordu. Ancak kentleşme kimi meyvelerin pazara çıkmasına neden oldu. Meyve genellikle mahallelerde haftanın belirli günlerinde kurulan pazarlarda müşteri bulurdu. Sokak satıcıları özellikle turfanda meyve satarlardı. Seyyar erikçinin pazarladığı turfanda erik, yazın yaklaştığını müjdelerdi.
Sarımsakçı
Osmanlı mutfak kültüründe sarımsağın ayrı bir yeri vardı. Keskin kokusuna rağmen besin değerinin yüksek oluşu ve kimi kokuları bastırması nedeniyle birçok yemek sarımsaklanmadan yenmezdi. Seyyar satıcıların bu konuda ihtisaslaşmaları, talebin yüksekliğini kanıtlıyordu.
Limonatacı
Limonata, dünün gazozu ya da “kola”sıydı. Özellikle yaz aylarının sıcak günlerinde limonatacıya büyük rağbet olurdu. Seyyar limonatacılar genellikle kente mevsimlik göçen Anadolu insanlarıydı. Üç-beş kuruşu bir araya getirir, hasat mevsiminde köyüne dönerdi. Limonata evlerde ikram kültürünün de bir parçasıydı.
Hallaç
Hallaç bugünkü döşemecilerin bir anlamda dününü simgeliyordu. Osmanlı hanesinde kullanılan yatak, yorgan, döşek gibi ev eşyasında dolgu malzemesi olarak pamuk ya da yün kullanılırdı. Zamanla sertleşen bu dolguyu hallaç, kiriş ve tokmağıyla kabartırdı. Hallaçların hemen hepsi Karadeniz yalısı uşaklarıydı.
Bezzaz
Bugünkü manifaturacıların karşılığı olarak, bez ve kumaş satan esnafa bezzaz, çarşılarına Bezzazistan denirdi. Halk ağzında zamanla “bedestan” ya da “bedesten”e dönüşmüştü. Kıymetli kumaş satanlara “üstüfeci”, “dibacı”, “kadifeci”, “atlasçı” denirdi. Bez ticareti, 19. yüzyılda büyük ölçüde İngiliz üreticilerin eline geçti
Yaprak Özer (İndeks İçerik İletişim Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı)
Bu yazıyı okuyanlar… Evet siz! Ya bankacı, ya insan kaynakları uzmanı, ya iletişimci, ya işsiz, ya gazeteci, ya sanatçı, ya öğrenci, ya öğretmen… Ya hizmet sektöründe çalışıyorsunuz, ya otomotiv… Belki lojistik, belki de finans… Akademisyen olabilirsiniz; tarihçi, antropolog, psikolog, matematikçi, fizikçi, yönetim bilimci, ekonomist… Kadın olabilirsiniz, erkek olabilirsiniz… Cinsiyetiniz ne olursa olsun büyük olasılıkla iş dünyasının içindesiniz…
Dar gelirli olabilirsiniz, orta sınıf mensubu olabilirsiniz, üst gelir grubuna dahil olabilirsiniz… Her kimseniz, her neredeyseniz, her ne yapıyorsanız… Büyük olasılıkla düşündüğünüz tek şey, kariyerinizde nasıl ilerleyeceğiniz, daha çok para, daha büyük sorumluluk almak için neler yapmanız gerektiği… Bazılarınızın yüreğinin çocukları için çırptığını biliyorum; “Benim için geçti, çocuğum okusun adam olsun, iyi meslek sahibi olsun” diyorsunuz.
Çok doğal. Hepimiz daha iyi bir hayat için mücadele veriyoruz. Bu ülkenin önemli sorunları olduğu doğru. Bu sorunların başında işsizlik geliyor. İşsiz olan arkadaşlarımızın da sabah akşam düşündükleri tek şey bir iş bulabilmek. Son yıllarda hayatımız hep “iş” ekseni içinde geçiyor. 'Geleceğin mesleği ne?' sorusu tarihin en önemli sorusu oldu.
Aranızda bilen var mı?
Tersten bakmasını severim, herkes gider Mersin'e ben giderim tersine hesabı, bırakın herkes geleceğin mesleklerini konuşsun gelin biz sizinle bu hafta geçmişin mesleklerini konuşalım. Aşağıda okuyacaklarınızın çok hoşunuza gideceğini biliyorum. Hepiniz bu tozlu bilgilere bayılacaksınız. Kaybolan meslekler araştırması aslında bir sergi. Fotoğraflarıyla birlikte önemli bir derleme. Geçmişte insanlar ekmeğini nereden ve nasıl çıkarırdı sorusuna yanıt veriyor. Nereden geldiğimizi gösteriyor… Yarını düşünenlerimize nereye gideceğimizin yolunu gösteriyor.
Ben meslekleri iki temel gruba ayırdım. İlk gruptakiler adını sanını büyük olasılıkla duymadığınız meslekler. İkinci gruptakiler adını bildikleriniz ama bugün çok farklı algılanan ya da icra edilen meslekler. İnsan kaynaklarında tarih turumuza hoş geldiniz…
Adını Sanını Bilmedikleriniz
Basmacı
Basma en yaygın kullanılan kumaştı; dar gelirli, hatta orta halli ailelerin kadın ve kızları basma giyerlerdi. Ayrıca amele, ırgat, yanaşma ve uşak boyundan erkeklerin mintanları da basmadandı. Seyyar basmacılar yelken bezinden büyükçe bir bohça, elde demir arşın sokak sokak dolaşırlardı. Basma satan bohçacı kadınlar günümüze kadar ulaştı.
Celep
Kentlere koyun ve sığır getirip satan esnafa celep denirdi. Celeplik büyük sermaye işiydi. Sürüler çobanlar tarafından uzak mesafelerden kente yaya getirilir; sürü yolda kısmen telef olurdu. İstanbul’un et ihtiyacı önceleri Balkanlardan, sonraları Erzurum yaylasından karşılanmıştı. Sürüler İstanbul’a büyük ölçüde Trabzon üzerinden sevk edilirdi.
Nalbant
Taşıma ve ulaşım sektöründe kullanılan hayvanların nallanması, hayvan tırnakları altına demir parçası yani nal ya da nalça çakılması, nalbantlığı yaygın bir hale getirmişti. Günümüzde otomobil lastiği ne ise nal da dünün Osmanlısında aynı işlevi görüyordu. Nalbantlar genellikle ulaşım güzergahlarında yer edinirdi.
Mestçi
Kundura ya da pabucun içine giyilen yumuşak ayakkabıya mest denirdi. Değişik türleri vardı. Devenin ayak derisinden yapılanına deve mesti, yandan kopçalısına serhatlı mest denirdi. İç mekanların temiz tutulması, mest giymeyi gerektiriyordu. Mestçi esnafı ayak ölçüsüne göre çalışırdı.
Sayacı
Saya, ayakkabının yumuşak olan üst bölümü yani yüzüydü. Eskiden halk dilinde, evlerin giriş kısmında ayakkabıların çıkarıldığı veya konduğu ufak bölüme de saya denirdi. Zamanla ayakkabı anlamında kullanılmaya başlandı. Sayacı, dünün ayakkabıcısıydı. Yaygın bir zanaattı. Geniş bir müşteri kitlesine hitap ederdi.
Rençber
Rençber, ilk evrelerde çiftçi anlamına geliyordu. Ancak kentleşmeyle birlikte bugün ırgat diye nitelenebilecek birçok işi üstlendi. Tarla, bahçe, yapı vb. yerlerde kazma, taş ve toprak taşıma gibi işleri yapan gündelikçi, amele ve ırgat, o günlerin rençberleriydi.
Sepetçi
Plastikten önce su geçirmez kaplar topraktan ya da bakırdan yapılır, diğerleri saz, kamış ya da ince dallardan örülürdü. Genellikle sapı olan, yiyecek ve eşya taşımak için kullanılan bu tür kapları sepetçi örerdi. Sepet hamalı, genellikle pazar yapanların sebze-mevyesini sırtındaki sepetle eve taşırdı. Sepet kimi zaman bavul yerine de kullanılırdı.
Urgancı
Keten, kenevir, pamuk gibi dokuma maddelerinden yapılan ince halatlara urgan denirdi. Gerek ev ekonomisinde gerekse zanaatta urgan yaygın olarak kullanılırdı. Urgancı örme işini bizzat yapar ve malını tüketiciye ulaştırırdı. Genellikle sabit dükkanları bulunurdu. Seyyar urgancı nadir görülürdü.
Bacacı
İstanbul’da yangınların büyük çoğunluğu, temizlenmesi ihmal edilmiş bacalardaki kurumların tutuşmasıyla çıkıyordu. Özellikle ahşap binaların yoğun olduğu kent dokularında, baca temizliği büyük önem taşıyordu. Kış öncesi bacacılara büyük iş düşüyordu. Fırın bacalarının da her ay temizlenmesi öngörülmüştü.
Bileyci
Bıçak ve emsali şeyleri çarka tutup bileyen esnaf genellikle seyyardı. Demirden yapılmış ev aletleri görece değerli eşyalardı. İstanbul’daki bileyci esnafının büyük çoğunluğu, Karadenizli bekar uşağı ya da Buharalı idi. Bileycinin mahalleye gelişi kısa sürede duyulur, ev sekenesi, her türlü kesici ya da yarıcı aleti sık aralıklarla bileyletirdi.
Erikçi
Osmanlı çoğu kez kendi bağ, bahçe ve bostanındaki meyveyi tüketiyordu. Ancak kentleşme kimi meyvelerin pazara çıkmasına neden oldu. Meyve genellikle mahallelerde haftanın belirli günlerinde kurulan pazarlarda müşteri bulurdu. Sokak satıcıları özellikle turfanda meyve satarlardı. Seyyar erikçinin pazarladığı turfanda erik, yazın yaklaştığını müjdelerdi.
Sarımsakçı
Osmanlı mutfak kültüründe sarımsağın ayrı bir yeri vardı. Keskin kokusuna rağmen besin değerinin yüksek oluşu ve kimi kokuları bastırması nedeniyle birçok yemek sarımsaklanmadan yenmezdi. Seyyar satıcıların bu konuda ihtisaslaşmaları, talebin yüksekliğini kanıtlıyordu.
Limonatacı
Limonata, dünün gazozu ya da “kola”sıydı. Özellikle yaz aylarının sıcak günlerinde limonatacıya büyük rağbet olurdu. Seyyar limonatacılar genellikle kente mevsimlik göçen Anadolu insanlarıydı. Üç-beş kuruşu bir araya getirir, hasat mevsiminde köyüne dönerdi. Limonata evlerde ikram kültürünün de bir parçasıydı.
Hallaç
Hallaç bugünkü döşemecilerin bir anlamda dününü simgeliyordu. Osmanlı hanesinde kullanılan yatak, yorgan, döşek gibi ev eşyasında dolgu malzemesi olarak pamuk ya da yün kullanılırdı. Zamanla sertleşen bu dolguyu hallaç, kiriş ve tokmağıyla kabartırdı. Hallaçların hemen hepsi Karadeniz yalısı uşaklarıydı.
Bezzaz
Bugünkü manifaturacıların karşılığı olarak, bez ve kumaş satan esnafa bezzaz, çarşılarına Bezzazistan denirdi. Halk ağzında zamanla “bedestan” ya da “bedesten”e dönüşmüştü. Kıymetli kumaş satanlara “üstüfeci”, “dibacı”, “kadifeci”, “atlasçı” denirdi. Bez ticareti, 19. yüzyılda büyük ölçüde İngiliz üreticilerin eline geçti