Gıpta

Aslı Oktay

Daimi Üye
Katılım
30 Haziran 2011
Mesajlar
12.828
Tepki
19.322
Puan
113
Yaş
35
Konum
İstanbul

1072.jpg


Hayli varlıklı ve kudretli bir adam, bir bilgenin kapısını çalar günün birinde. “Namını işittim. Hakikaten keramet sahibi misin merak ediyorum” der. “Bilmediğim iki şey öğret bana. İkisini de aynı günde, aynı anda göster. Sana ayıracak fazla zamanım yok, bir an evvel dönmem lazım işimin gücümün başına.” Bilgenin yanındaki öğrenciler böyle bir küstahlık karşısında sinirlenir, adamı kovmaya yeltenirler. Lakin hocaları gülümseyerek teklifi kabul, misafiri buyur eder. “Öyleyse bana hangi alanda mahirsin, evvela onu söyle” der. “Satranç” diye cevaplar beriki. “Ben çok iyi satranç oynarım. Hayatta, evlilikte, işte, her yerde, rakiplerimi alt etmişimdir hep.” Sedeften ve abanozdan yapma muhteşem bir satranç tahtası getirilir, ortaya yerleştirilir. Muktedir bir tarafa kurulur, tam karşısına da süklüm püklüm bir yeniyetme oturur: Belli ki daha toy, bıyıkları bile terlememiş.

Bilge der ki: “Hadi oynayın o zaman. Yalnız bir şartım var. Her kim bu oyunu kaybederse kellesini verecek bize, kabul mü?” Muktedir tereddütsüz “Evet” der. Kendinden emindir. Cılız bir delikanlıya yenilecek hali yoktur ya. Başlarlar oynamaya. Bizimki zorlanmaz hamlelerini tasarlamakta, üstünlük bariz biçimde ondadır. Lakin giderek içinde, yüreğinin bir yerinde kıymık gibi bir sızı başlar: “Bu delikanlı benim yüzümden ölecek mi şimdi?” Giderek kazanmak önemini yitirir. Hatta kazanmak istemez artık. Ne var ki kaybetmek de istemez. En iyisi berabere kalmaktır. Bir yolunu bulup bu oyunu eşit bitirmelerini sağlamaya karar verir. Ama nasıl? Sürekli yenmeye alışkın biri için hata yapmayı hedeflemek çok zordur. Üstelik vahim bir hata yaparsa bu sefer de hem oyunu hem hayatını kaybedecektir. Nasıl yapmalı da arada kalmalı? Ne kazanmalı, ne kaybetmeli, bir eşikte sakin ve mutmain durabilmeli? Nasıl yapmalı da kimseyi incitmeden ve kimse tarafından incinmeden yola devam etmeli? Başlar bizimki boncuk boncuk terlemeye. Ne zor ikilemdir.

Bir süre sonra bilge yaklaşır, satranç tahtasını tutup havaya kaldırıverir. Oyun bitmiştir. “Bugün iki şey öğrendin” der adama. “Şefkat duymak ve arafta durmak. Bir başkasını korumak, kollamak nasıl bir his onu anladın; aynı zamanda kimseyle yarışmaksızın var olmak nedir, onu kavradın. Bunları sana bu delikanlı gösterdi, onun sayesinde. Sana çok şey öğreten rakibine teşekkür et.” Bizimkisi yorgun, biraz da sersemlemiş bir halde teşekkür eder yeniyetmeye. Sevdiklerimize, bize benzeyenlere şükran duymak kolay. Sevmediklerimize, tepki duyduklarımıza, gıcık olduklarımıza, sabrımızı zorlayanlara, hele hele rakip olarak gördüklerimize teşekkür etmek ise nasıl da imkânsız geliyor kulağa. Halbuki onlardan çok şey öğreniyoruz, farkında bile olmadan.

Sanat ve edebiyat âlemi rekabetten muaf değildir. Dünya kuruldu kurulalı didişir yazar taifesi. Bir sanatçı çıkıp da bir başka sanatçıyı methetmez orta yerde. Romancılar birbirlerinin eserlerini okumaz. Ne de şairler birbirlerinin şiirlerini. Dört kelime var bir duyguyu anlatan. Gıpta farklı, kıskançlık farklı, haset farklı, rekabet farklı. Gıpta etmek insana has, hepimize. Âdem oğlu Havva kızı sadece etten ve kemikten değil, bir de gıptadan müteşekkil. Aslında saklı bir takdir barındırır gıpta. Özeniriz bir başka insana. Onun yerinde olmak isteriz. Kıskançlık farklıdır ama. Zehirdir damla damla. Kanımıza karışır, ruhumuza. Bir başkasını kıskanmak ağır bir yüktür, kalbimiz tökezler, nefesimiz daralır bunca ağırlık altında. Kıskanç insan bir başkasının yerinde olmak istemez, o başkası konumundan olsun ister. Yukarıdaki aşağı insin, kazanan kaybetsin, kartlar tersine dönsün. Gene de yetmez. Kıskanç insan mutlu olmayı bilmez. Haset ise katmerli zehirdir.

Sadece kötü düşünmekle, fesat konuşmakla yetinmez burada kişi, bir de tutar başkalarıyla uğraşır. Vaktini, enerjisini hep başkalarını zedelemeye harcar, geçip gider yıllar. Ve rekabet en beteridir. Rakip zannetmek bir başkasını. Dört kelime var aynı duyguyu anlatan. Dördü de birbirinden farklı. Yüreklerimiz ceviz kabuğu, bata çıka ilerleriz sularda. Kâh gıpta eder kâh kıskançlık duyarız. Sonra gelir bir bilge, tutar satranç tahtasını, kaldırıverir. Bir bakmışız ki her şey boşmuş. Bunca yük, bunca ağırlık. Bir bakmışız ki kimsenin kimseyle yarıştığı yokmuş aslında, kâinat sonsuzmuş. Farklı zannettiğim de benim gibiymiş, o da meğer bir başkasına gıpta edermiş. Bir bitimsiz çekişme, boşu boşuna... En iyisi, en sadesi, şefkat duymak ve arafta durmak!!!

Elif Safak
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst