Garip Ana

Şahmaran.

Admin
Admin
Katılım
9 Temmuz 2008
Mesajlar
38.082
Tepki
50.395
Puan
113
Herşeyin bir ölçü birimi, bir değeri vardır ama “A N A” denen varlığa ne değer biçilir, ne zaman onu eskitebilir, ne de onun değerini ölçebilen bir ölçü birimi vardır. Evladını kucaklayan bir ele kim değer biçebilir? “Yavrum!...” diyen bir sesi hangi hassas alet ölçebilir? Ninni söyleyen bir dilin verdiği huzuru hangi teknik aletin sesi verebilir?

Eskiden “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” sözü altın devirlerini yaşıyordu. “Ana başa taç, her derde ilaç imiş.” diye kulağımıza fısıldanıp, “Ana ata, önünden geçmek hata.” düsturuyla terbiyeli bir nesil yetiştiriliyordu.. Zaman su gibi aktı. Yıllar birbirini kovaladı... Ve ansızın hain bir rüzgâr esti... Bağımızı viran etti... Bülbülü gülden, anayı yavrudan ayırdı.. Bu kahpe rüzgârın ardından gelen medeniyet kasırgası ortalığı kasıp kavurdu. Büyüğe saygı küçüğe şefkat -edep ve terbiye- ile döşeli olan Ahlak Sarayımızı temelden sarstı... Hemen kollar sıyandı. Her tarafı “a y d ı n” bir nesil meydana getirilmeğe çalışıldı... Olmadı. Gayetler boşa gitti... Ellinci baskısı yapılan bu neslin her baskısı bir öncekine rahmet okuttu, çıra yakıp arattırdı...

Bugün anaların başı “Başı dumanlı dağlar.” misali dertlerle kaplı. İnsanın iliklerine kadar işleyen bir dert... Anaların bağrını delen, canına tak dedirten onulmaz bir yara: “Evladının kendine hor bakması.” Dertli Ana!.. Hainler bunun için uğraşıyordu. Beni sana düşman etmeğe çalıştılar.. Senin seccadene... Senin başörtüne... Senin ahlakına... Narin ellerinle “Benim bağrımdan kopan bir parçam.” diye bağrına basarak büyüttüğün yavrun şimdi sana hor mu bakıyor? Dün senin için destan yazan eller bugün zehir mi saçıyor? Kalemler yemin mi etti sana methiyeler yazmamağa? Yoksa kelimeler, harfler mi kayboldu? “Garip Ana... Sen sessiz bir destandın, seni okuyamadım. Senin verdiğin saadeti, öpüp başıma koyduğum o elin mutluluğunu hiç-hiç kimse veremez... Senin konuşulmadığın bir yer, “anama da selam eder, hayır dualarını beklerim.” diye bitmeyen bir mektup, seni yazmadan geçen bir el, bir kalem olabilir mi? Senin bağrında büyüttüğünün bağrına kim kurşun sıkabilir? “Kör kurşun sen hiç ana olup yavru emzirdin mi?”

Ana niçin kahrediyorsun? Niye herşeyden ümidini kestin? Zaman seni eskitti mi? Yapma Ana!.. Sen durdukça değerlenirsin. Başın beyaz “Başörtünle” örtülü olduğu, gözünde gözlük iğneye ip takmağa çalıştığın zamanki halini seyretmekten beni kim alıkoyabilir? O an elini öpüp duanı almak.. Seni kucaklamak kadar insana ne saadet verebilir? Adeta Cennetin kokusu duyulur. Peygamberimizin: “Ana ve babasına sağlığında yetişip de Cenneti kazanamayanın burnu yerde sürünsün.” diye üç defa tekrarlayarak yerdiği -Cennet nimetine kavuşamayan-insanın talihsizliğine kim düşmek ister?

Bize birşeyler mi söylendi? Kulağımıza bir ses mi çarptı? Ne oldu?.. Niye ierk-i diyar ettik? Anlayamadım. Birşeyler arıyoruz öyle mi? Kaybettiğimizin ne olduğunu bilmeden, nerde kaybettiğimizi düşünmeden... Evinin bodrumunda yüzüğünü kaybedip evinin kapısında “iğne düşse bulunacak.” yerde arayan “Nasreddin Hoca” misali... Sokaklarda “Yaşa!.. Varol!.. çığlıkları içinde.. Allah rızası için çalıştığımızı söylüyoruz. Heyhat!. “Cennet Anaların ayağı altındadır.” diyen, “Allahın rızasını ana ve babanın rızasında” gören Peygamberimiz değil mi? Allah rızası için çalışıyorum derken, anasını ihmal eden, elini öpüp başına koyamayanlar!.. Size inanmıyorum!.. Sokaklarda cennetin yolunu arayan biz, zavallı gençlere... Bayramdan bayrama anasının elini öpmekle, anasına hizmet ettiğini zannedenlere... “Anama hakkını helal ettirdim” diyen bizlere... Keşke hepimizin kulağından bir “Pir-i Fani” tutup: “Oğlum Cennetin yolu orda değil.” iki parmağıyla kulağımızı daha fazla sıkarak- “Cennetin olu sizin evden, pür tesettürlü ananın ayağının altından geçiyor.” diye bağırsaydı duyar mıydık bilmiyorum...

Ana! Herşeyin sahtesi çıktı. Sahte analar türedi... Parmaklarımın ojesi bozulur korkusuyla yavrusunu tutmayan, dudaklarımın boyası çıkar endişesiyle yavrusunun yanağını öpmek istemeyen, kucağınla yavrusunu götürmekten utanıp teknik aletlerle tekerlek üstünde büyütmek için uğraşan “s ö z d e a n a l a r” çıktı... Onların nesillerinin sokaklarda “Kin!.. Kin!.. İntikam!..” diye bağırışlarını görünce senin değerinin paha biçilmez olduğunu bir kere daha idrak ederek, işlediğim hatalardan dolayı yüzüm kızarıp utanıyorum. Kim senin gibi ana olabilir? Göremiyorum... Saygıyı, hürmeti, estetik güzellikte gören, cildim bozulur korkusuyla doğum kontrolüne koşanlar... Çocuklu olabilirsiniz ama katiyyen ana olamazsınız. Analık sadece doğurmak, dokunmadan çocuk büyütmek değildir. O, başlı başına uykusuz gecelerle, gözyaşlarıyla söylenen ninnilerle, çile ve ıstıraplarla dolu olan mukaddes bir görevdir.

Ana! Şimdi anladım. İçini elim bir ıstırap kavuruyor. Kahretme!.. Suç senin değil... Senin himmet ellerinden mahrum olarak da evlat yetiştirilebileceğini zanneden gafillerin... Ana yüzün niye solmuş? Sana bakan kem gözlerden çekinme. Onlar bakarkördür. Ana!.. Bu bedbaht evladının cürmü gönlünün kâsesini ıstırap zehriyle doldurdukça... Ne olur beraber içelim... Senin elemin bir yüreğin karı değil, g a r i p A N A.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst