Eyy insanlar geç olmadan tevbe edelim

yeşil

Daimi Üye
Katılım
10 Ekim 2008
Mesajlar
1.366
Tepki
903
Puan
113
Konum
ıstanbul
Tevbe, günahla kirlenen ruhumuzu yıkamanın ve yeniden dirilişin ifadesidir, tevbe ruhu arındırmanın en güzel yollarından biridir. Unutmayalım ki Cenab-ı Hakk’ın bu gece ve gündüzündeki bu büyük rahmeti, mağfireti ve bağışlaması hiç şüphe yok ki ona talip ve lâyık olanlar içindir. Öyle değil mi ya? Kusurlarını, günahlarını idrak etmeyen veya edip de bunlarda hâlâ ısrar edenler, afv ü mağfiret ihtiyacı içinde oldukları halde, tevbe ve istiğfarda bulunmayanlar, mağfiret-i ilahiyyeye nereden ve nasıl nail olacaklardır? Yapılacak tevbe samimi-gerçek olmalı, bir daha o günaha dönülmemelidir. Tevbe dil işi değil, kalp işidir. Tevbe, vücudun bütün azalarının Cenab-ı Hakk’ın emrine dönmesi demektir. Sözü papağan da söyler, amma idrak etmeden söyler. Nitekim
 
G

Gülden Gül

Misafir
Başka kapımız yok

Aciziz, kusurluyuz, hatalıyız Ya Rabbi!
Ya tevbeleri çokça kabul eden olmasaydın!
Ya tevbeyi yaratmasaydın!
Halimiz nice olurdu?
Layık değiliz kapına, lakin gidecek başka kapımız yok.
Kime varalım?
Rasulün haber verdi:
“Bir adam günah işlemişti. Bildi günahını, yalvarıp yakardı:
- Ya Rab! Hatalıyım, kusurluyum. Bağışla, affet, merhamet et!
Allah Tealâ şöyle buyurdu:
- Kulum bir günah işledi ve günahını affedecek ya da cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Şu halde ben de kulumu affettim.
Sonra bu adam bir müddet Allah’ın dilediği halde yaşadı. Ve bir gün yine bir günah işledi. Günahını bildi, acizliğine sığındı, Rabbine yalvardı: “Pişmanım!” Allah Tealâ buyurdu:
- Kulum bir günah işledi ve kendisini günahından dolayı affedecek ya da cezalandıracak bir Rabbi olduğunu bildi. Ey kulum! Ne yapsan da ben seni affettim.”
Günahımı bildikçe acizliğimi biliyorum.
Acizliğimi bildikçe kendimi biliyorum.
Kendimi bildikçe Rabbimi biliyorum.
 
G

Gülden Gül

Misafir
Kapılar açıktır

Allah Rasulü s.a.v.’e bir sahabi sordu:
- Ey Allah’ın Rasulü! Müslüman olmadan önce, cahiliyet zamanında işlediğimiz günahlardan dolayı azap görecek miyiz?
Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
- “Her kim müslümanlıkta güzel hareket ederse cahiliyet hayatında işlediği günah ile muaheze olunmaz, kınanmaz.
Fakat her kim, müslümanlıkta sebat etmeyip geri dönme gafletinde bulunur ve küfür üzre ölürse, o hem evvelce cahiliyetteki ameliyle, hem de sonra müslümanlıktan dönüş küfrüyle yargılanır ve ebedi cehennemde kalır.”
Yine bir gün Efendimiz s.a.v.’e bir genç geldi ve şöyle dedi:
- Ya Rasulallah! Bir günah işledim!
Efendimiz s.a.v. de:
- Tevbe et, dedi. Genç:
- Tevbe ettim ama yine günah işledim, dedi. Peygamber Efendimiz yine:
- Tevbe et, buyurdular. Genç adam sordu:
- Ne zamana kadar tevbe edeyim?
Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. şöyle buyurdular:
- Şeytan mağlup oluncaya kadar tevbe et.
Genç adam yine sordu:
- Ya Rasulallah, benim günahım çok olduğu zaman ne olacak?
Efendimiz s.a.v. buyurdular:
- Allah’ın affı senin günahından daha büyüktür.
Günahına çok üzülen bir adam İbn Mesud r.a.’a sordu:
- Bunun tevbesi var mıdır?
İbn Mesud r.a. aldırış etmedi. Adam sorusunu tekrar etti. İbn Mesud r.a. baktı ki adamın gözlerinden yaşlar akıyor. Şöyle dedi:
- Cennetin sekiz kapısı var, bunlar bazen açılır, bazen kapanır. Fakat tevbe kapısı asla kapanmaz. O kapıda görevli bir melek var, o melek daima kapıyı açık tutar. Sen ameline bak, ümidini kesme!
 
G

Gülden Gül

Misafir
Örtüler altında kalsın

Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
“Ümmetimin hepsi Allah tarafından affolunmuştur. Yalnız açık günahkârlar değil. Bu açık günahkâr delilerden öyleleri vardır ki; geceleyin bir günah işler de sonra, ‘Şöyle şöyle bir gece geçirdim.’ der.
Halbuki Rabbi onun günahlarını örtmüştü. Fakat bu deli, Allah’ın örttüğü perdeyi açarak sabahlıyor, günahını gösteriyor.”
Yine bir gün ashaptan biri Efendimiz s.a.v.’e gelerek sordu:
- Ey Allah’ın Rasulü! Bütün bu insanların hesabını kıyamet gününde kim takip edecek?
Efendimiz s.a.v.:
- Allah Tealâ takip edecek, dedi. Sahabi yine sordu:
- Bizzat kendisi mi takip edecek?
Efendimiz s.a.v.:
- Evet, dedi.
Bu cevabı duyan sahabi güldü. Efendimiz s.a.v. sordu:
- Niçin güldün?
Sahabi şöyle dedi:
- Kerem sahibi Rabbimiz affeder, hesap görürken de müsamaha gösterir.
Efendimiz s.a.v. onu doğruladı:
- Doğru söyledin. Allah’tan daha keremli, daha cömert kimse olamaz. O, bütün keremlilerden keremlidir.
Efendimiz s.a.v. diyor ki, “Kalbime öyle şeyler gelir ki, her gün ve gece yetmiş defa Allah’a istiğfar ederim.”
Ve yine Efendimiz s.a.v. tevbe yolunu şöyle tarif ediyor:
“Sakın sizin biriniz; ‘Allahım dilersen beni mağfiret eyle, Allahım dilersen bana merhamet eyle!’ diye dua etmesin. Azim ve katiyetle, kesin olarak; ‘Ya Rab! Beni affet, bana merhamet et!’ diye dua etsin. Çünkü Allah’ı zorlayan hiçbir kuvvet yoktur.”
Bırakalım, günahlarımız Rabbimizle aramızda kalsın. Çünkü O affeder.
İnsanları şahit tutmayalım.
Karanlığın içindeki zulümleri aydınlığa kavuşturmayalım.
Zira günah işleyen nefsine zulmeder, hayata kıyar.
Aydınlıklar tevbemize şahit olsun da, gecelerimize ay doğsun.
 
G

Gülden Gül

Misafir
Allah affeder

Uhud bir yaralı dağ. Hâlâ kanıyor, hâlâ yanıyor.
Bağrındakiler şehit, ölü değil ki, diriler hâlâ.
Kanları kurumamış, akıyor kırmızı, akıyor sıcak.
Nasıl yanmasın Uhud? Yiğit Hamza’nın bir dağ gibi düştüğünü görmüştür.
Lâkin sular mecrasına dönüyor artık, gönüller sahibine teslim oluyor.
Öyle yaralı bakma Uhud, acını içine göm, başın göklere ersin artık.
Vahşi, Hamza’nın katili Vahşi, Allah Rasulü s.a.v.’e geliyor. Geliyor başı önünde, geliyor pişman.
Şimdi sevinme vaktidir. Şükretme ve büyüme vaktidir. Zira affettikçe büyüyeceksin.
Vahşi sorar:
- Ey Muhammed! Nasıl beni İslâm’a çağırıyorsun? Adam öldürenin, şirk koşanın azaba uğrayacağını, o azap içinde hor ve hakir olarak kalacağını söyleyen sen değil misin? Ben bunların hepsini yaptım. Benim için bir çıkış yolu var mı ki?
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk tarafından şu ayet nazil oldu:
“Tevbe ve iman edip salih ameller işleyenlerin Allah kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (Furkan, 70)
Bu ayet üzerine Vahşi dedi ki:
- Ey Muhammed, salih ameller işleme şartı çok ağır. İhtimal ki ben iyi ameller yapacak gücü kendimde bulamam.
Bunun üzerine bu kez şu ayet nazil oldu:
“Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Ondan başka dilediği kimseleri bağışlar...” (Nisâ, 48)
Vahşi hâlâ korkuyordu, dedi ki:
- Anladığıma göre bu bağışlama isteğe bağlı. Bilemiyorum ki, bu günahlarımla Allah beni affeder mi, affetmez mi?
Ve bu samimi itiraflara, Rabbimizden hepimiz için bir cevap geldi:
“Ey günah işlemekte haddi aşarak nefslerine karşı cinayet işlemiş kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Muhakkak Allah bütün günahları bağışlayıcıdır. Çünkü o çok bağışlayıcıdır çok esirgeyicidir.” (Zümer, 53)
Vahşi, Allah’ın büyüklüğü karşısında boynunu büktü. Hamza r.a.’ı düşündü, isyanla geçen yıllarını, boynunu büktü. Müslüman oldu. Sahabiler şöyle dedi:
- Ya Rasulallah, biz de Vahşi’nin yaptıklarını yaptık. Bu müjdenizden biz de nasiplenecek miyiz? Efendimiz s.a.v. buyurdu:
- Evet, bu tevbe eden herkes içindir.
 
G

Gülden Gül

Misafir
Affettikçe affedileceğiz

Ve Hind, Hz. Hamza’nın karnını deşerek ciğerini parçalayan Hind, Hz. Peygamber s.a.v.’e geliyor. Yüzü örtülüdür. Zira utanmaktadır. Biat ederek affını istiyor. Hz. Peygamber s.a.v. onu tanıyor fakat tanıdığını Hind’e sezdirmiyor.
Hind çok zeki bir kadındı. Allah Rasulü s.a.v.’in kendini tanıdığını fakat belli etmediğini anladı. Bu tavır gönlüne o kadar tesir etti ki şöyle dedi:
- Ey Allah’ın Rasulü! Bugüne kadar yer üzerinde senin meclisinden daha fazla nefret ettiğim bir meclis, bir ev yoktu. Fakat artık senin meclisinden daha güzel bir meclis göremiyorum.
Müşriklerin ileri gelenlerinden Saffan bin Ümeyye, bir zamanlar büyük mükafatlar vaat ederek Umeyr’i Efendimiz s.a.v.’i öldürmesi için tutmuştu. Saffan, Mekke fethedilince deniz yoluyla Yemen’e gitmek üzere Cidde’ye kaçmıştı.
Umeyr, Efendimiz s.a.v.’e gelerek:
- Saffan kaçtı, gemiye binip gidecek, dedi. Rasul-i Ekrem s.a.v.:
- Onu affediyorum, buyurdu. Umeyr af alameti olarak bir şey istedi. Rasul-i Ekrem s.a.v. sancağını verdi. Umeyr Cidde’ye yetişerek Saffan’ı buldu ve ona affedildiği müjdesini verdi:
- Peygamberin ne derece affedici olduğunu bilirsin. Vakit kaybetmeden dön!
Saffan hemen geri döndü. Allah Rasulü s.a.v.’e geldi ve:
- Beni affettiniz mi, diye sordu. Rasul-i Ekrem s.a.v.:
- Evet, dedi, affettim. Saffan:
- O halde beni kendi halime bırakın, dedi. Rasul-i Ekrem s.a.v. de:
- İstersen dört ay yalnız kal, buyurdu.
Ve Saffan kendi arzusu ile müslüman oldu.
Affettikçe affa lâyık olacağız.
Affettikçe taştan katı kalbimiz yumuşayacak.
Ancak o zaman ağlayacağız.
Yoksa taş kalpler pişman olur mu?
Toprağa döner, suya yönelir mi?
Her zerresiyle yanarak der mi? “Ya Rabbi ben pişmanım!”
Ellerimiz yanılır.
Dilimiz yanılır.
Gün gelir bir bir dökerler yapıp ettiklerimizi, bir bir anlatırlar.
Gönlümüz pişmanlığımızı bilir, tevbemize şahittir. Çünkü bir müslümanın gönlü incinir hatalardan, günahlardan.
İncinir de pişman olur.
Elimizin işlediğini gönlümüz reddeder.
Biz pişmanız, hatalarımız çok.
Sana layık bir kul olamadık.
Taatımız az, şükrümüz az.
Sabrımız kalmadı.
Pişmanız Rabbim.
Birbirimizin günahını görmedik, görmeyeceğiz. Sen settarsın çünkü. Sen örtesin diye günahlarımızı, görmedik birbirimizin ayıbını.
Lakin tevbelerimize şahidiz, pişmanlığımızı bildik. Yine yollara koyulduk. Kapına geldik. Şahidiz.
Sen, topluca tevbe edin, dedin.
Kesin ve samimi bir dönüşle tevbe edin, dedin.
Pişmanız ya Rabbi!
Kapındayız...
 
G

Gülden Gül

Misafir


RABBİM SENDEN BAŞKA KİMİM VAR BENİM

Her yeni başlangıç beni müthiş heyecanlandırır. Bu bazen elime aldığım yeni bir kitabın ilk sayfası olur. Bazen de bir ağacın dallarındaki tomurcukların uyanışı. Bazen bir bebeğin ilk adımlarını atışını seyretmek de olabilir.

Eğer şuurunuz açık ve duygularınız uyanık ise, hemen söyleyeyim hayatta karşılaşacağınız sürprizler hiç de az değildirler. O gün ne yapacağınız ne yakalayacağınız, biraz da sizin duruş ve bakışınıza bağlıdır.

Tecrübeli bir balıkçının dediği gibi:

“Yakalayacağınız balığın cinsini belirleyen, elinizdeki yemin kalitesidir.”

Hayat tıpkı bir ayna gibidir. İçinizde ne taşıyorsanız, dışınızda onu buluyorsunuz. Yaşamak, hayatı başıboş bir şekilde tüketip bitirmek demek değildir. Yaşamak, o hayatın iman ile hakkını vermektir. Hayatın hayatı iman iledir, inanç iledir. Hayatın kemâli ise, her daim devam iledir. Yüce Yaratıcı ile bağını koparan bir hayat, zindandan farksızdır, karanlıktır. Sürekli nur, bitmeyen ışık Ondandır. Hayatın sahibindendir, onu yaratandan gelir.

Yoksa birçok insanın yaptığı gibi hayat, yaşamak zorunda kaldığı ve asla kıymetini bilemediği bir şey olup çıkar elimizden. Elbette hayatın gayesi bu değildir. Aksi halde hayat en büyük bir nimet iken, en büyük bir azap olur. Gençliğinde ya da hayatının bir döneminde böyle yaşayan, sonra da bu yanlışı fark edip hidayete eren ve dosdoğru bir hayata yönelen nice insanlar var.

HAYAT bir defadır ve ancak dosdoğru yaşamaya yetecek kadardır, çok kısadır. Hayatın kıymetini belirleyen hayatın kendisi değil, hayatı bize kim verdiyse o olabilir. Allah (c.c.) nasıl bir hayat yaşamamızı istiyorsa, biz ancak ona uygun yaşamakla bu hayatın kıymetini anlayabiliriz. İdeal ve gerçek hayat budur. Gerisi boştur.

Böyle bir gün, hayata yeniden doğduğumuz, merhaba dediğimiz o gündür. İşte böyle günlerden bir gün, baharla beraber ruhumun da uyandığı bir sabah, parkta bir bebeğin ilk adım atışlarını seyrettim. Genç bir baba, iki elinden tuttuğu yavrucuğunu yürütmeye çalışıyordu. Bebek çok heyecanlıydı. Adımlarını dizden kırıp atıyor, dilini ısırıyordu. Bir yandan da böcük böcük gözlerle bakınıp hedefine ilerliyordu. Parkın bir köşesinde durup, baba ile çocuğun macerasını ve birbirlerini kucaklayıp sarılışlarını seyrettim.



babasının kucağına atıldığındaki sevincini bir görmeliydiniz. Benim bir kucağım, bir sığınağım var diyordu âdeta. Ne olduysa, birden o çocuk gibi ben de kendimi Rabbimin rahmet kucağına atmak istedim. İçimde bu arzuyu coşar buldum. Dilimde dua gibi bir söz peyda oldu:


“Ey Rabbim senden başka kimim var benim?

Rahmetinle sar, sarmala, tut kucakla beni

Rabbim, senden başka kimim var benim?”


O anda bu duanın bütün benliğime yayıldığını hissettim. Anladım ki, ben yalnız değilim. Dualarıma cevap veren bir Rabbim var. Ve O bana çok yakın. Ne kadar güçlü olduğumu, bana, en güçsüz olduğum bir anda hissettirdin Rabbim. Şükürler olsun, hamdüsenalar olsun. Rabbim, senden başka kimim var benim?..


HAYAT bazen çıkmazlara giriyor ve bir yerlerde düğümleniyor. Sonsuza yolcu olan bir ruhun arzularını, bu sonlu ve fani dünya karşılayamıyor. İnsana ne verirsiniz verin, o gözünü ötelere, cennete dikmiş. Burada yapılması gereken tek şey var. Geç kalmadan Ona yönelmek, Ondan istemek. Hem de çok istemek… Çekinmeden isteyin. İsteyin, isteten verecektir mutlaka. Allah (c.c.) vermek istemeseydi, size bu istemek duygusunu vermezdi. Çekinmeden isteyin. Ne olur istemeye devam edin.

Bunu yalvara yakara söylememin bir sebebi var. İzninizle onu da anlatayım. Allah ve Dua kitabımızı imzalarken, sohbet ettiğim, konuştuğum bir çok okuyucumuzun itirafları oldu. “Biz bu kitap sayesinde dua etmeyi öğrendik, duayı böyle bilmiyorduk…”

Âcizane bizim de kendilerine bazı tavsiyelerimiz oldu. Önce kendimize mahsus bir dille ve samimi bir kalple Rabbimizle, yaratıcımızla konuşmanın çarelerini bulmalı, yollarını araştırmalıyız. En küçük hacetimizi dahi Ondan istemekten çekinmemeliyiz. Bu çok güçlü bir iman ve inancın da gereğidir. Aslında dua bir ibadettir, ibadetlerin karşılığı ise ahirettedir. Kulun, derdini ihtiyacını Rabbine iletmesinin, açmasının bir aracıdır dua. Birbirimizle bu kadar konuştuğumuz halde, Rabbimizle hiç konuşmamak olacak şey mi? Ruh bu uzaklığa, Onun rahmetinden ayrı kalmaya ne kadar dayanabilir ki? Sığının Ona yönelin, kalbiniz huzur ve sükûn bulsun. Yaşadığınıza şükredin, hem de her nefes için.

HALİ vakti yerinde bir arkadaşımın hanımı, şu sıralar doğum öncesi bir rahatsızlığa yakalanmış. O kadar ki, nefes alamamış, hastane seferber olmuş hemen. Elden gelen ve yapılacak pek bir şey de olmayınca beklemişler, dua etmişler. Sonunda düzelmiş hastamız. Arkadaşımız eşine, “Bak” demiş, “bir tek nefes alıp vermenin ne kadar önemli olduğunu anlamız için Rabbimiz bize bunları yaşattı. Havadan, sudan yaşıyoruz diye belki de küçümsediğimiz bir nimetin kıymetini bize bildirdi” demiş.




Bir nefes almanın kıymetini, ne demek olduğunu onu kaybetmeden anlamıyoruz. Her şey zıttıyla bilinir: gece gündüzle, sıhhat hastalıkla, açlık toklukla. Zıtlar devreye girmeden eldeki nimetlerin kadri kıymeti maalesef bilinmiyor. Rabbim, kıymetini elindeyken bilenlerden eylesin.

Küçük bir çocuk ağlıyormuş, “Niye ağlıyorsun?” diye sormuş, yanına yaklaşan yaşlı bir bey. “Amca” demiş. “Bir liramı kaybettim.” Ağlama” demiş, yaşlı adam, tutmuş çocuğa bir lira vermiş. Çocuk bir lirayı almış ama, bu defa sesi daha fazla çıkmaya başlamış. Yaşlı adam, “Peki evlâdım şimdi niye ağlıyorsun?” diye sorunca, çocuk, “Amcacığım o bir lirayı kaybetmeseydim, şimdi iki liram olacaktı” demiş.
Biz de bazen o çocuktan farksız oluyoruz. Hayatı güzel yaşamaya başlayınca bu defa geçmiş günler için üzülüyoruz. Keşke o günleri de heba etmeseydik, adam gibi yaşasaydık, elimizde bir değil, iki güzel ömür olsaydı istiyoruz ama onu da tövbeyle değiştirmek mümkün. Tövbe eden bir insan Rabbinin af ümidini içinde daima taşımalı ve yaşamalı. Aksi halde şeytan “Nasıl olsa senin günahların affedilmemiştir” diyerek o insanı aldatıp, eski günahlarının batağına çekebilir. Rabbimiz hepimizi muhafaza eylesin.

Şu kıssadan hepimize bir hisse var sanırım.

Feridüddin Attar’ın ünü cihana yayılan eseri, Mantıkut-Tayr (Kuş Dili)nde, tekkeye gelen bir sarhoşun hikâyesi vardır. Sarhoş ağlayıp sızlayıp ortalığı karıştırmış, sonunda yığılıp kalmıştır yere. Tekkenin şeyhi yanına gelmiş ve “Neden ağlıyorsun? Elini bana ver, kalk!” demiştir ona. Sarhoşun cevabı müthiştir:

“Ey Şeyh! Allah sana yardım etsin; elden tutmak senin harcın değil! Sen başını alıp git! Baş aşağı yıkılmak benim payıma düştü! Eğer herkes düşkünlerin elini tutabilseydi, karınca yiğitlik meclisinin baş köşesine kurulurdu. El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut!”



İNSAN, beynine hangi alanda zevk almayı öğretirse beyni de ona göre çalışıyormuş. İnsan beynine yüksek ideallerden zevk almayı öğretirse, aklına, iradesine ve duygularına hâkim olmayı biliyor. Rabbim senden başka kimim var benim? Hedefinden, idealinden, yolundan, izinden ayırma, saptırma beni.

Kim senden daha fazla verebilir; kim senden daha fazla sevebilir; kim senden daha fazla gözetebilir ki bizi? Kim, kim, kim ey Rabbim?

Kim senden başka çağırmadan gelebilir; kim senden başka istemeden verebilir; kim senden başka sesimizi duyabilir?.. Kim, kim, kim ey Rabbim?

Kim senden daha fazla bilebilir; kim senden daha fazla affedebilir; kim senden daha fazla kördüğüm olmuş şeyleri çözebilir; kim senden daha fazla bizi önemseyebilir ki?..

Rabbim, senden başka kimim var benim? Kimsem yok benim senden başka ey Rabbim

r yeni başlangıç beni müthiş heyecanlandırır. Bu bazen elime aldığım yeni bir kitabın ilk sayfası olur. Bazen de bir ağacın dallarındaki tomurcukların uyanışı. Bazen bir bebeğin ilk adımlarını atışını seyretmek de olabilir.

Eğer şuurunuz açık ve duygularınız uyanık ise, hemen söyleyeyim hayatta karşılaşacağınız sürprizler hiç de az değildirler. O gün ne yapacağınız ne yakalayacağınız, biraz da sizin duruş ve bakışınıza bağlıdır.

Tecrübeli bir balıkçının dediği gibi:

“Yakalayacağınız balığın cinsini belirleyen, elinizdeki yemin kalitesidir.”

Hayat tıpkı bir ayna gibidir. İçinizde ne taşıyorsanız, dışınızda onu buluyorsunuz. Yaşamak, hayatı başıboş bir şekilde tüketip bitirmek demek değildir. Yaşamak, o hayatın iman ile hakkını vermektir. Hayatın hayatı iman iledir, inanç iledir. Hayatın kemâli ise, her daim devam iledir. Yüce Yaratıcı ile bağını koparan bir hayat, zindandan farksızdır, karanlıktır. Sürekli nur, bitmeyen ışık Ondandır. Hayatın sahibindendir, onu yaratandan gelir.

Yoksa birçok insanın yaptığı gibi hayat, yaşamak zorunda kaldığı ve asla kıymetini bilemediği bir şey olup çıkar elimizden. Elbette hayatın gayesi bu değildir. Aksi halde hayat en büyük bir nimet iken, en büyük bir azap olur. Gençliğinde ya da hayatının bir döneminde böyle yaşayan, sonra da bu yanlışı fark edip hidayete eren ve dosdoğru bir hayata yönelen nice insanlar var.

HAYAT bir defadır ve ancak dosdoğru yaşamaya yetecek kadardır, çok kısadır. Hayatın kıymetini belirleyen hayatın kendisi değil, hayatı bize kim verdiyse o olabilir. Allah (c.c.) nasıl bir hayat yaşamamızı istiyorsa, biz ancak ona uygun yaşamakla bu hayatın kıymetini anlayabiliriz. İdeal ve gerçek hayat budur. Gerisi boştur.

Böyle bir gün, hayata yeniden doğduğumuz, merhaba dediğimiz o gündür. İşte böyle günlerden bir gün, baharla beraber ruhumun da uyandığı bir sabah, parkta bir bebeğin ilk adım atışlarını seyrettim. Genç bir baba, iki elinden tuttuğu yavrucuğunu yürütmeye çalışıyordu. Bebek çok heyecanlıydı. Adımlarını dizden kırıp atıyor, dilini ısırıyordu. Bir yandan da böcük böcük gözlerle bakınıp hedefine ilerliyordu. Parkın bir köşesinde durup, baba ile çocuğun macerasını ve birbirlerini kucaklayıp sarılışlarını seyrettim.



babasının kucağına atıldığındaki sevincini bir görmeliydiniz. Benim bir kucağım, bir sığınağım var diyordu âdeta. Ne olduysa, birden o çocuk gibi ben de kendimi Rabbimin rahmet kucağına atmak istedim. İçimde bu arzuyu coşar buldum. Dilimde dua gibi bir söz peyda oldu:


“Ey Rabbim senden başka kimim var benim?

Rahmetinle sar, sarmala, tut kucakla beni

Rabbim, senden başka kimim var benim?”


O anda bu duanın bütün benliğime yayıldığını hissettim. Anladım ki, ben yalnız değilim. Dualarıma cevap veren bir Rabbim var. Ve O bana çok yakın. Ne kadar güçlü olduğumu, bana, en güçsüz olduğum bir anda hissettirdin Rabbim. Şükürler olsun, hamdüsenalar olsun. Rabbim, senden başka kimim var benim?..


HAYAT bazen çıkmazlara giriyor ve bir yerlerde düğümleniyor. Sonsuza yolcu olan bir ruhun arzularını, bu sonlu ve fani dünya karşılayamıyor. İnsana ne verirsiniz verin, o gözünü ötelere, cennete dikmiş. Burada yapılması gereken tek şey var. Geç kalmadan Ona yönelmek, Ondan istemek. Hem de çok istemek… Çekinmeden isteyin. İsteyin, isteten verecektir mutlaka. Allah (c.c.) vermek istemeseydi, size bu istemek duygusunu vermezdi. Çekinmeden isteyin. Ne olur istemeye devam edin.

Bunu yalvara yakara söylememin bir sebebi var. İzninizle onu da anlatayım. Allah ve Dua kitabımızı imzalarken, sohbet ettiğim, konuştuğum bir çok okuyucumuzun itirafları oldu. “Biz bu kitap sayesinde dua etmeyi öğrendik, duayı böyle bilmiyorduk…”

Âcizane bizim de kendilerine bazı tavsiyelerimiz oldu. Önce kendimize mahsus bir dille ve samimi bir kalple Rabbimizle, yaratıcımızla konuşmanın çarelerini bulmalı, yollarını araştırmalıyız. En küçük hacetimizi dahi Ondan istemekten çekinmemeliyiz. Bu çok güçlü bir iman ve inancın da gereğidir. Aslında dua bir ibadettir, ibadetlerin karşılığı ise ahirettedir. Kulun, derdini ihtiyacını Rabbine iletmesinin, açmasının bir aracıdır dua. Birbirimizle bu kadar konuştuğumuz halde, Rabbimizle hiç konuşmamak olacak şey mi? Ruh bu uzaklığa, Onun rahmetinden ayrı kalmaya ne kadar dayanabilir ki? Sığının Ona yönelin, kalbiniz huzur ve sükûn bulsun. Yaşadığınıza şükredin, hem de her nefes için.

HALİ vakti yerinde bir arkadaşımın hanımı, şu sıralar doğum öncesi bir rahatsızlığa yakalanmış. O kadar ki, nefes alamamış, hastane seferber olmuş hemen. Elden gelen ve yapılacak pek bir şey de olmayınca beklemişler, dua etmişler. Sonunda düzelmiş hastamız. Arkadaşımız eşine, “Bak” demiş, “bir tek nefes alıp vermenin ne kadar önemli olduğunu anlamız için Rabbimiz bize bunları yaşattı. Havadan, sudan yaşıyoruz diye belki de küçümsediğimiz bir nimetin kıymetini bize bildirdi” demiş.




Bir nefes almanın kıymetini, ne demek olduğunu onu kaybetmeden anlamıyoruz. Her şey zıttıyla bilinir: gece gündüzle, sıhhat hastalıkla, açlık toklukla. Zıtlar devreye girmeden eldeki nimetlerin kadri kıymeti maalesef bilinmiyor. Rabbim, kıymetini elindeyken bilenlerden eylesin.

Küçük bir çocuk ağlıyormuş, “Niye ağlıyorsun?” diye sormuş, yanına yaklaşan yaşlı bir bey. “Amca” demiş. “Bir liramı kaybettim.” Ağlama” demiş, yaşlı adam, tutmuş çocuğa bir lira vermiş. Çocuk bir lirayı almış ama, bu defa sesi daha fazla çıkmaya başlamış. Yaşlı adam, “Peki evlâdım şimdi niye ağlıyorsun?” diye sorunca, çocuk, “Amcacığım o bir lirayı kaybetmeseydim, şimdi iki liram olacaktı” demiş.
Biz de bazen o çocuktan farksız oluyoruz. Hayatı güzel yaşamaya başlayınca bu defa geçmiş günler için üzülüyoruz. Keşke o günleri de heba etmeseydik, adam gibi yaşasaydık, elimizde bir değil, iki güzel ömür olsaydı istiyoruz ama onu da tövbeyle değiştirmek mümkün. Tövbe eden bir insan Rabbinin af ümidini içinde daima taşımalı ve yaşamalı. Aksi halde şeytan “Nasıl olsa senin günahların affedilmemiştir” diyerek o insanı aldatıp, eski günahlarının batağına çekebilir. Rabbimiz hepimizi muhafaza eylesin.

Şu kıssadan hepimize bir hisse var sanırım.

Feridüddin Attar’ın ünü cihana yayılan eseri, Mantıkut-Tayr (Kuş Dili)nde, tekkeye gelen bir sarhoşun hikâyesi vardır. Sarhoş ağlayıp sızlayıp ortalığı karıştırmış, sonunda yığılıp kalmıştır yere. Tekkenin şeyhi yanına gelmiş ve “Neden ağlıyorsun? Elini bana ver, kalk!” demiştir ona. Sarhoşun cevabı müthiştir:

“Ey Şeyh! Allah sana yardım etsin; elden tutmak senin harcın değil! Sen başını alıp git! Baş aşağı yıkılmak benim payıma düştü! Eğer herkes düşkünlerin elini tutabilseydi, karınca yiğitlik meclisinin baş köşesine kurulurdu. El tutmak senin işin değil, yürü! Ben sayıya geleceklerden değilim, çekil! Ey kendisinden başka bir var olmayan, ey herkesin feryadına ancak kendisi yetişen, benim imdadıma sen yetiş! Düştüm, benim elimi sen tut!”



İNSAN, beynine hangi alanda zevk almayı öğretirse beyni de ona göre çalışıyormuş. İnsan beynine yüksek ideallerden zevk almayı öğretirse, aklına, iradesine ve duygularına hâkim olmayı biliyor. Rabbim senden başka kimim var benim? Hedefinden, idealinden, yolundan, izinden ayırma, saptırma beni.

Kim senden daha fazla verebilir; kim senden daha fazla sevebilir; kim senden daha fazla gözetebilir ki bizi? Kim, kim, kim ey Rabbim?

Kim senden başka çağırmadan gelebilir; kim senden başka istemeden verebilir; kim senden başka sesimizi duyabilir?.. Kim, kim, kim ey Rabbim?

Kim senden daha fazla bilebilir; kim senden daha fazla affedebilir; kim senden daha fazla kördüğüm olmuş şeyleri çözebilir; kim senden daha fazla bizi önemseyebilir ki?..

Rabbim, senden başka kimim var benim? Kimsem yok benim senden başka ey Rabbim
 

Arina

Daimi Üye
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
49.102
Tepki
50.487
Puan
113
Yaş
41
Konum
..
Allah razı olsun canım :hhhhhh:

Emeğine sağlık :hhhhhh:
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst