Her konuda bir fikri olan eskilerin en azından bir sözü doğru galiba: İnsanın kötü gününde dost bulması zordur.
İşler kötüye giderken bir üşüme gelir üstümüze. Sanki birisi üstümüzden yorganı çekip almıştır. Bir yerde yalnızlıktır bizi üşüten. Dünyaya karşı çıplak ve savunmasız olduğumuzu hisseder, bunun bilinciyle tir tir titreriz.
Basit şeylerdir istediğimiz: Annemizin ameliyattan çıkmasını beklerken telefonumuz çalsın, haciz memurları gittikten sonra bir el omzumuzu sıksın, sevgilimiz terk ettiği zaman dost bir ses hatırımızı sorsun isteriz.
Bunları istemek hakkımızdır bizim.
Çünkü insanızdır. Etten, kemikten, evrenin sonsuzluğunda 'kıymet-i harbiyesi' olmayan el kadar bir varlık.
Bu yüzden unutmayız kötü gün dostlarımızı. Onlara gönlümüzde özel bir yer açar, isimlerini kişisel tarihimize altın harflerle işleriz. 'Gönül borcu' dediğimiz şey, genellikle bundan doğar. Kötü gün dostlarının bizim için birer mitolojik kahramana dönüşmesinin haklı nedeni de budur.
Tabii insan zihninde her şey karşıtıyla var olduğu için, 'iyi gün dostu' kavramı da bunu tamamlayan bir özellik taşır. Hemen tanımlarız iyi gün dostlarını: İşler tıkırındayken yanımızda olup sonra kayıplara karışan birtakım hayırsız kişiler.
Ama tamı tamına böyle midir?
İyi günlerimizin de dosta ihtiyacı yok mudur? Dahası, iyi gün dostu olmak da özel bir terbiye, birtakım insani meziyetler gerektirmez mi?
Aslında cevabın 'evet' olması biraz korkutuyor beni. Dostlarıma iyi günlerinde eşlik etmekte zaman zaman zorlandığımı düşünüyorum çünkü. Buna genellikle sıradan şeyler neden oluyor: Onun o sırada bana ihtiyaç duymadığını düşünüyorum mesela, ya da her zamanki hayırsızlığım tutmuş oluyor, elim telefona gitmiyor bir türlü.
Yanlış tabii; insanın iyi gününde de dosta ihtiyacı oluyor. Son yıllarda hem iyi hem de kötü günlerden bol bol nasibini almış biri olarak şunu söyleyebilirim: Ufacık bir şey başarsak bile o an paylaşacağımız bir yakınımız olsun istiyoruz yanımızda. İstiyoruz ki bizimle beraber gülsün, sevinsin ve karşılıklı kadeh kaldıralım; evren için üç kuruşluk değer taşımayan ama hayatımızı biraz olsun çekilir hale getirmiş başarımıza.
Ne var ki söylemek kolay, yapmak güç.
Şahsen iyi günündeki bir arkadaşımı görmek, bazen sinirlerimi bozuyor çünkü. Onun durmadan gülen yüzüne baktıkça, kendi dertlerime bir kez daha lanet okuyor, gözlerinde kıpraşan sevinçten dünyamı karartacak bulutlar çıkartıyorum. Ben keyifsizken başkalarının kelebekler gibi sektiğini görmekte içimi acıtan tuhaf bir şey var.
İyi gün dostu olamıyorum bu yüzden.
Terfi almış arkadaşımı gönül rahatlığıyla arayamıyorum. Şarkıları dillere düşen müzisyen dostumu gördüğümde dudaklarımda beliren tebessüm biraz sahtekârca oluyor. Sonunda ev almayı başarmış iş arkadaşıma 'hayırlı olsun' ziyareti yapmayı nedense erteliyorum. Bazen düpedüz kıskançlık neden oluyor buna, bazen de onun sevincinin ışığıyla dertlerimin daha da aydınlanacağından, kendimi işe yaramaz ve aptal hissedeceğimden korkuyorum.
Bahaneler buluyorum ben de: Başarının insanı değiştirdiğine karar veriyorum hemen. Dostlarımın davranışlarında bu müthiş varsayımımı doğrulayacak kanıtlar arıyorum sonra. Aslında başarı dediğimiz halenin insanı büsbütün yalnızlaştıracağını bile bile.