Aslı Oktay
Daimi Üye
Fal kelimesinin aslı feldir. Bu da, uğur, talih, baht mânâlarına gelmektedir. Tefeül kelimesi de buradan türetilmektedir ki, bir şeyi hayra yormak, Allahtan hayır ve fayda ummak demektir. Tefeül sünnettir. Peygamberimiz (a.s.m.) tefeülden hoşlanır, teşeüm olarak bilinen bir şeyi uğursuz saymaktan da hoşlanmazdı.
Şemseddin Sami Kamusunda fal hakkında şu tarifi yapar:
Baht ve talihi anlamak için birtakım garip vasıtalara müracaat etme. Atılan boncuk ve baklaya, tesadüfen açılan bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine vesair böyle şeylere bakıp bunlardan mânâ çıkarma.
Günümüz falcıları da bunlara benzer yollarla fal bakıyorlar. Oyun kâğıtlarına, el ayasına, kahve fincanına ve su dolu tasa bakmak sadece birkaçı...
İlmin ve teknolojinin zirveye çıktığı, insanlığın uzayda dolaştığı bir devirde maddeten gelişmiş modern ülkelerde falcılık büyük mesafe almış, mânen derin boşluk içinde bulunan insanlar falcılara bel bağlama âcizliğine düşmüşlerdir. Hattâ bu ülkelerin başkanları bile geleceklerini bu falcılara sorma garipliğini gösteriyorlar.
İslâm öncesi bir cahiliye âdeti olan falcılık, bilhassa îman ve inanç bakımından zayıf toplumlarda yerleşmiş, yaygınlaşmıştır.
İslâmiyetten önce her türlü hurafe ile birlikte falcılık, sihir, kehanet ve büyü gibi sapık âdetler de yaygındı. Müslüman olmalarına rağmen bazı kimseler bunlara gitmekten vaz geçmiyorlardı. Bu hususta Hz. Aişenin rivayet ettiği bir hadis vardır.
Bazı Sahabiler Peygamberimize (a.s.m.) gelerek gaybdan haber veren kâhinler hakkında fikrini sordular. Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) Kâhinler bir şey değildir buyurdu.
Bunun üzerine Sahabeden bir kısmı, Yâ Resulallah, onlar bazen bir şey söylüyorlar, sonra o da çıkıyor demeleri üzerine Resulullah (a.s.m.) şu gerçeği dile getirdiler:
Onların söylediği bu sözler cinlere aittir. Cinler bilgiyi kapar ve dostunun kulağına tavuğun gıdaklaması gibi gıdaklar. Bu şekilde ona yüz yalandan daha fazlasını karıştırır.1
Demek ki, falcıların ve kâhinlerin sözlerinde doğruluk payı olsa olsa yüzde veya binde birdir. Bu kadar zayıf bir ihtimale müminin bel bağlaması, ona itibar etmesi, inancına zarar verdiği gibi, makul da değildir.
Cinlerin gerçekte bir şey bilmediğini şu âyet-i kerime çok açık bildirmektedir:
Eceli gelip de Süleymanın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu ölümünü onlara farkettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı.2 3
Bir seferinde Hz. Muaviye (r.a.) Peygamberimize (a.s.m.) şöyle bir sual sorar:
Yâ Resulallah, birtakım şeyleri biz cahiliye devrinde yapıyorduk. Kâhinlere gidiyorduk. Şimdi ne yapalım?
Peygamberimiz (a.s.m.) bu hususta kesin ifade kullandılar:
Artık kâhinlere gitmeyin.4
İbni Mâcenin rivayet ettiği bir hadiste kâhinlere, falcılara inanmanın îmana zarar vereceği bildirilir ki, bu hadisten hareket eden âlimler, falcılara gitmenin ve onlara inanmanın haram olduğunu söylerler.5
Zaten yukarıda meâlini verdiğimiz âyet ve hadisler, bu hususta Müslümanın nasıl hareket edeceğini açıkça bildirmektedir. Bunun için Allaha iman ve kadere itimat ve tevekkül gibi sağlam bir dayanağı olan insanın cinlerin birer oyuncağı olan kâhin ve falcılara gitmesi kadar abes ve mânâsız bir şey yoktur.
Son olarak meselenin aslını belirten ve müminin hiç aklından çıkarmaması gereken şu meâldeki âyetleri okuyalım:
Gaybın anahtarı Allahın yanındadır. Onları ancak O bilir.6
De ki: Göklerde ve yerde Allahtan başka hiç kimse gaybı bilmez.7
1 Müslim, Selâm: 123.
2 Sebe Sûresi, 14.
3 Rivayetlere göre, Hz. Süleyman asasına dayanarak uzun müddet ibadet ederdi. Vefat ettiğinde de asâsına dayalıydı. O esnada Mescid-i Aksânın yapımında çalışan cinler onun ölümünün farkına varmayarak işlerine devam ederler. Hz. Süleymanın vefat ettiğini, ancak bir ağaç kurdunun asâsını kemirip de yere düşmesiyle anlarlar. (İbni Kesîr, 3: 529).
4 Müslim, Selâm: 121.
5 İbni Mâce, Taharet: 122.
6 Enâm Sûresi, 59.
7 Neml Sûresi, 65.
Mehmed Paksu Aileye Özel Fetvalar
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Şemseddin Sami Kamusunda fal hakkında şu tarifi yapar:
Baht ve talihi anlamak için birtakım garip vasıtalara müracaat etme. Atılan boncuk ve baklaya, tesadüfen açılan bir kitabın bir satırına, koyunun kürek kemiğine vesair böyle şeylere bakıp bunlardan mânâ çıkarma.
Günümüz falcıları da bunlara benzer yollarla fal bakıyorlar. Oyun kâğıtlarına, el ayasına, kahve fincanına ve su dolu tasa bakmak sadece birkaçı...
İlmin ve teknolojinin zirveye çıktığı, insanlığın uzayda dolaştığı bir devirde maddeten gelişmiş modern ülkelerde falcılık büyük mesafe almış, mânen derin boşluk içinde bulunan insanlar falcılara bel bağlama âcizliğine düşmüşlerdir. Hattâ bu ülkelerin başkanları bile geleceklerini bu falcılara sorma garipliğini gösteriyorlar.
İslâm öncesi bir cahiliye âdeti olan falcılık, bilhassa îman ve inanç bakımından zayıf toplumlarda yerleşmiş, yaygınlaşmıştır.
İslâmiyetten önce her türlü hurafe ile birlikte falcılık, sihir, kehanet ve büyü gibi sapık âdetler de yaygındı. Müslüman olmalarına rağmen bazı kimseler bunlara gitmekten vaz geçmiyorlardı. Bu hususta Hz. Aişenin rivayet ettiği bir hadis vardır.
Bazı Sahabiler Peygamberimize (a.s.m.) gelerek gaybdan haber veren kâhinler hakkında fikrini sordular. Peygamber Efendimiz de (a.s.m.) Kâhinler bir şey değildir buyurdu.
Bunun üzerine Sahabeden bir kısmı, Yâ Resulallah, onlar bazen bir şey söylüyorlar, sonra o da çıkıyor demeleri üzerine Resulullah (a.s.m.) şu gerçeği dile getirdiler:
Onların söylediği bu sözler cinlere aittir. Cinler bilgiyi kapar ve dostunun kulağına tavuğun gıdaklaması gibi gıdaklar. Bu şekilde ona yüz yalandan daha fazlasını karıştırır.1
Demek ki, falcıların ve kâhinlerin sözlerinde doğruluk payı olsa olsa yüzde veya binde birdir. Bu kadar zayıf bir ihtimale müminin bel bağlaması, ona itibar etmesi, inancına zarar verdiği gibi, makul da değildir.
Cinlerin gerçekte bir şey bilmediğini şu âyet-i kerime çok açık bildirmektedir:
Eceli gelip de Süleymanın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu ölümünü onlara farkettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı.2 3
Bir seferinde Hz. Muaviye (r.a.) Peygamberimize (a.s.m.) şöyle bir sual sorar:
Yâ Resulallah, birtakım şeyleri biz cahiliye devrinde yapıyorduk. Kâhinlere gidiyorduk. Şimdi ne yapalım?
Peygamberimiz (a.s.m.) bu hususta kesin ifade kullandılar:
Artık kâhinlere gitmeyin.4
İbni Mâcenin rivayet ettiği bir hadiste kâhinlere, falcılara inanmanın îmana zarar vereceği bildirilir ki, bu hadisten hareket eden âlimler, falcılara gitmenin ve onlara inanmanın haram olduğunu söylerler.5
Zaten yukarıda meâlini verdiğimiz âyet ve hadisler, bu hususta Müslümanın nasıl hareket edeceğini açıkça bildirmektedir. Bunun için Allaha iman ve kadere itimat ve tevekkül gibi sağlam bir dayanağı olan insanın cinlerin birer oyuncağı olan kâhin ve falcılara gitmesi kadar abes ve mânâsız bir şey yoktur.
Son olarak meselenin aslını belirten ve müminin hiç aklından çıkarmaması gereken şu meâldeki âyetleri okuyalım:
Gaybın anahtarı Allahın yanındadır. Onları ancak O bilir.6
De ki: Göklerde ve yerde Allahtan başka hiç kimse gaybı bilmez.7
1 Müslim, Selâm: 123.
2 Sebe Sûresi, 14.
3 Rivayetlere göre, Hz. Süleyman asasına dayanarak uzun müddet ibadet ederdi. Vefat ettiğinde de asâsına dayalıydı. O esnada Mescid-i Aksânın yapımında çalışan cinler onun ölümünün farkına varmayarak işlerine devam ederler. Hz. Süleymanın vefat ettiğini, ancak bir ağaç kurdunun asâsını kemirip de yere düşmesiyle anlarlar. (İbni Kesîr, 3: 529).
4 Müslim, Selâm: 121.
5 İbni Mâce, Taharet: 122.
6 Enâm Sûresi, 59.
7 Neml Sûresi, 65.
Mehmed Paksu Aileye Özel Fetvalar
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet