Diyarbakır örf ve adetleri

~ RQS£ ~

Daimi Üye
Katılım
12 Temmuz 2008
Mesajlar
1.531
Tepki
752
Puan
113
Konum
yok
Doğu bölgelerimizin yaşam kaynağı. Dicle Nehri'nin kıyısında kurulmuş, tarih kokan bir ili. Karpuzları, kebapları, Çin Seddi'nden sonra en uzun surlarıyla bilinen Diyarbakır, birçok Anadolu kenti gibi eski ve yeni şehir olarak ikiye ayrılıyor. Eski Diyarbakır denilen kısım surlarla çevrili. İstanbul Topkapı'daki Suriçi'nin birkaç yıl önceki hali sanki. Aynı karmaşa, aynı keşmekeş... Buradan ayrıldığı en önemli özellik yol boyunca dizilen kebapçı dükkanlarının bolluğu. Yemek konusunda ise en meşhur yeri; nefis Kaburga dolması ve Tarçınlı irmik helvası ile ünlenmiş Selim Amca'nın Sofra Salonu. Yeni şehir ise lüks apartrmanları, alışveriş merkezleri, kafeleri, restoranlarıyla tam bir metropol.
Şehrin gelişmesine ve insanların yaşam tarzının değişmesine paralel olarak elbette yöresel mutfak da farklılaşma göstermiş. Önceleri evlerde hazırlanan pek çok gıda maddesi yerini hazır yiyeceklere bırakmış durumda. Buna karşın kırsal kesimde hala Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi kış hazırlıkları sürmekte. Oyulup kurutulan kabak ve patlıcanlar, üzümden yapılan pestiller, sucuklar, otlu peynirler yazdan kışa geçiş hazırlıklarının başlıcaları. Bol yağlı, acılı, ekşili mutfağıyla ün salmış Diyarbakır, Doğu ve Güneydoğu Anadolu mutfağının tipik özelliklerini de taşıyor. Zeytinyağı bölgede pek rağbet görmüyor. Et, çoğu kez patlıcan ve domatesle birlikte kullanılıyor.
Tarım alanına göz attığımızda buğday, arpa, darı, pirinç, mercimek, pamuk ve tütün yetiştirildiğini görüyoruz. Meyvecilik çok fazla gelişmemiş. Gelin görün ki kavun ve karpuz dendiğinde Diyarbakır akla geliyor. Bunlardan özellikle kalın kabuklu olanlar, belli yöntemlerle uzun süre saklanabiliyorlar.
Diyarbakır yöresini özetleyen bu kısa girişten sonra geleneksel mutfaktan seçtiğimiz yemeklerle baş başa bırakıyoruz sizleri. İşte çorbasından tatlısına Diyarbakır mutfağı...

MAHALLİ YEMEKLER

1-MEFTUNELER

-Patlıcan Meftunesi

-Kabak Meftunesi

-Kenger Meftunesi



2-DOLMALAR

Etli eşkili dolma (Sumaklı)

Etsiz zeytinyağlı dolma

3-KİBE MUMBAR

4-KELLE PAÇA

5-ZAHİRE YEMEKLERİ
Bulgur Pilavı

-Belluh

-İçli Köfte

-Lapa

-Hıllorik

-Pıçık

-Sığma (sıkma)

-Lebeni (ayran çorbası[yoğurt çorbası])

-Duvaklı Pilav

-Kibe Kudur

-Keşkek

-Habenisk

6-KIRSALDA YENEN YEMEKLER

-Sörün

-Mallez

-Mastav

-Löeel

7-Tatlılar

a-KADAYIF:
-Kaymaklı kadayıf, düz veya burmalı

-Kaymaksız kadayıf, düz ve burmalı

-Peynirli kadayıf
b-REVANİ
c-ZİNGİL
ç-TAŞ EKMEĞİ (üstüne pekmez ve yağ dökülür)
d-NURİYE TATLISI
e-KÜNEFE
f-HALBUR HURMA

işte Diyarbakır yemeklerinden seçmeler...

Lebeni (Yoğurt Çorbası)


Düğünler, kırsal kesimde hala tek eğlence kaynağı. Anadolu'da binlerce yıllık gelenekler varlığını sürdürüyor. Hamam eğlencelerinden çeyiz sergilerine günlerce süren düğünlerin yöre yöre öyküleri... Şehirlerde düğünler yerlerini yavaş yavaş nikah törenlerine bırakıyor. Anadolu ise geleneklerine sıkı sıkıya bağlı. Görücü gidip beğeniyor, çeyizler sergileniyor, hamamda sazlı sözlü eğlenceler yapılıyor. Gelinlerin türküsü de hala aynı: "Hem ağlarım, hem giderim."

Düğünle ilgili gelenekler yörelere göre farklılıklar gösterse de genel aşamaları birbirinin aynı. Kırsal yörelerde düğün, ürünün tarladan kaldırıldığı, işlerin azaldığı sonbahar aylarında yapılıyor. Davet edilecek kişilere düğün gününden birkaç gün önce armağanlar gönderilerek haber vermek en önemli adetlerden biri. Bu işi kadınlar yapıyor. Düğünden birkaç gün önce kız veya erkek evinde çeyizin sergilenmesi kız tarafının gurur kaynağı. Düğünün başladığını ise damat evinin damına dikilen bayrak ilan ediyor.

Anadolu'da düğünler genellikle perşembe başlayıp pazar günü sona eriyor. Yemekli hamam eğlenceleri, damat evine
çeyiz getirilmesi, çeyizde bulunan eşyaların yazılması, kına gecesi, damat tıraşı, düğünün en önemli aşamaları. Gelinin
evinden alınıp damat evine getirilmesinde ise hüzünle sevinç birbirine karışıyor. Damat evinde gelinin duvağı geline
verilen 'yüz görümlüğü' ile açılıyor.

Gerdek odasına girene kadar damada eşlik ederek köy halkının takılmalarından koruyan kişilere 'sağdıç' deniyor.
Damadın en yakın arkadaşları arasından seçtiği sağdıçlardan birinin evli, diğerinin bekar olması zorunlu. Düğün evinde
kadın ve erkeklerin eğlencesi ayrı yapılıyor. Gençler geleneksel spor gösterileri yaparken, damat hamama gidip
traş oluyor. Yatsı namazının ardından gerdeğe girilmesiyle düğün son buluyor.

Diyarbakırlı efsaneleri

Ben-u Sen Burcu

Şehri baştanbaşa kuşatan surların güney batı-bölümüne Benusen surları denir. Bu bölümdeki surlar içinde bilhassa Yedi kardeş ve Evlibeden (Ukubeden ) burçları ayrı bir değer taşır. Çok sağlam, çok süslü kitabeli burçlarıdır. Bu burçlara ve bulundukları çevreye Benüsen denmesinin günümüze kadar gelmiş efsanesi şudur.

Zamanın hükümdarı bu mıntıkada çok süslü, çok sağlam ve çok güzel iki büyük burç yaptırmak istemiş ve bir müsabaka açmış. O sıralarda şehirde baş usta ,iki kişi varmış, biri bu işlerin ustası, diğeride onun kalfası imiş. Bunlar müsabakaya girmişler Yedikardeş burcunu usta, Evlibeden burcunu da kalfası yapmaya başlamışlar. Burçlar tamlanmış. Hükümdar, erkanıyla, şehrinileri gelenleriyle bura gelmiş. Neticede kalfanın yaptığı Evlibeden burcunun birinciliğine karar verilmiş. Buna çok üzülen usta hırsından kendini Yedikardeş burcundan aşağı atmış, param parça olup ölmüş. O günden bugüne, buraya Benüsen denir.Halk hekimliği, folklorun kollarundan biridir. Diyarbakır’ın halk hekimliğinde karpuzun ayrı bir yeri vardır. Karpuzun idrar söktürücü, böbrek taşlarını döktürücü olduğuna inanılır ve şöyle denir.
Kavun ye bilegen bağ,
Üzüm ye rengen bağ,
Karpuz ye işegen bağ

Ayrıca karpuzun, hazmı çok kolaylaştırıcı niteliğe sahip oldundan inanılır. Bunun birde efsanesi var.

Lokman Hekim, peygamberlik mertebesine erişmiş, bütün dertlerin dermanını bilen bir hekimmiş. Herhangi bir hastalığın dermanını bilir, başını alır kırlara, dağlara çıkar dolaşırmış. O, dolaşırken,her ot, her çiçek, her nebat ona hangi derdin dermanı olduğunu söylermiş. O da buna göre, her hastalığın dermanını bulurmuş.Günün birinde Lokman Hekim ölümsüzlüğün dedermanını bulma sevdasına kapılmış, kırları dolaşa dolaşa, dağları aşa aşa, diyar diyar gezerek yolu Diyarbakır’a varmış. Urum (Urfa) Kapısı’ndan içeri girmiş, zerzavatçılar (sebzeciler) meydanına gelmiş. Orada gözü yığın yığın patlıcanlara deyince “ Hayret “ demiş. Bu patlıcanları yiyen halk, nasıl oluyorda hasta olmuyor? “ Biraz daha yürümüş, dağlar kimi (gibi) üst üste yığılı koca koca karpuzları görünce “ Ha” demiş. “Yemekten sonra bu karpuzdan bol bol yiyiyorlar, sebebi bu” diyerek, karpuzun birçok derde deva olduğuna kanaat getirmiş.
Diyarbakır Kalesi’yle Harput Kalesi aynı zamanda, iki usta kardeşin nezaretinde yapılmıştır. Diyarbakır Kalesi’nin kireci yumurta akıyla, Harput Kalesinin ki sütle karılmıştır. Bu iki kalenin baş ustaları olan iki kardeş hala sağdırlar,onlar ölümsüzlük suyundan içmişlerdir.Yanlız ara sıra uyanıp Diyarbakır Surları yıkıldımı? Harput Kalesi duruyor mu? Diye sorarlar ve cevaplarını alıp tekrar uykuya dalarlar. Çünki bu iki kalenin yıkılması kıyametin kopacağına işarettir.
Diyarbakır kale kapılarının dördünün de Dersim’deki kilise kapıları olduğu ve buradan sökülerek getirildiği rivayeti Diyarbakır’da da Dersimde’de yaygındır.
Her insanın bir şeytanı olduğu gibi, her şehrin de bir şeytanı vardır. Yanlız Diyarbakır şehrinin yoktur. Vaktiyle şeytan, Diyarbakır şehrinin altını üstüne getirmek , halkın rahat ve huzurunu bozmak için, ortalığı karıştırmaya başlamış.Şehir halkı iki eşraf ailesinin etrafına toplanarak birbirlerine girmişler. Hergün döğüş,kavga, talan halk bundan bizar olmuş. Diyarbakır etrafı evliyalar, nebiler, sahabilerle dolu kutsal bir şehirdir. Şehrin bu perişan haline acıyan evliyalardan biri şeytanı yakalamış bir demir parçası haline sokarak İçkale Kapı’sının sol üst tarfına zincirlemiş. Böylece şehir, yeniden huzur ve rahata kavuşmuş, şeytansız tek şehir olmuş.
Şeytanı sembolize eden bu demir parçası bugün de içkale Kapısı’nın sol üst yanında zincirle duvara tespit edilmiş vaziyette duruyor.Bundan 15-20 sene evveline kadar İçkale’ye giren herkes bu şekle tükürür ve “ Şeytana lanet olsun “ diyerek kapıdan içeri girerdi.
Vaktiyle Karacadağ’ın tepesinde dağ kada büyük, kara ejderha varmış. Ağzından saçılan nefesi bir alev gibi her tarafı yakarmış. Günün birinde gökten çok kalın bir zincirin şakırtılar çıkararak dağa sarkıtıldığı ve ejderhanın boynundan zincirlenip güklere çektirildiği görülmüş. Halk ancak bundan sonra rahata kavuşmuş. Dağın, taşlarının hala kara oluşu bundandır. Buralar ejderhanın nefesiyle yanan yerlerdir.
Bu efsaneyi anlatan o bölge köylüleri dedelerinin bu ejderhayı göğe çeken zincirin şakırtılarını ve ejderhanınbir gök gürlemesini andıran sesini duyduklarını ısrarla söyler ve buna inanırlar.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst