Çanakkale cephesinden mektuplar ve hatıralar

Oruc

Daimi Üye
Katılım
17 Temmuz 2008
Mesajlar
2.598
Tepki
2.379
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
çanakkale cephesinden mektuplar ve hatıralar

VALİDECİĞİM!
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi! Nasihat dolu mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının altında otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş rûhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, tekrar okudum. Böyle mukaddes bir vazifede bulunduğumdan sevindim. İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri gelip dedi ki: - Efendim, sütlü çayınız, buyurunuz, içiniz!.. - Mustafa, bu sütü nereden aldın? - Dere kenarındaki sürünün çobanından 10 paraya aldım. Vâlideciğim, 10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Vâlideciğim, sen müteessir olma! Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu. Ey Allahım! Bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcûdât, onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Ellerimi kaldırdım, "Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; İsm-i celâlini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana duâ eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!.." Diyerek bir duâ ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrûr bir kimse tasavvur edilemezdi. Vâlideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah râzı olsun!..

Oğlun Hasan Ethem 4 Nisan 1331 (17 Nisan 1915)

Şehit Mehmet Tevfik ,
2 Haziran 1916 tarihinde Yüzbaşı (Kolağası) Mehmet Tevfik , Çanakkale harbinde bir İngiliz mermisiyle yaralanmış ve şehit olmadan önce şu mektubu yazmıştır.



“Sebeb-i Hayatım,
Sevgili babacığım ve Valideciğim!
Arıburnu’nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan müthiş bir İngiliz kurşunu geçti.Hamdolsun kurtuldum.Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere , şu satırları yazıyorum.
Hamd-ü senalar olsun cenab-ı Hakk’a ki,beni bu rütbeye kadar ulaştırdı.Yine mukadderat-i İlahiye olarak beni asker yaptı.Sizde ebeveynim olmak dolayısıyla ,beni vatan ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lazımsa öyle yetiştirdiniz…Sizlere çok teşekkür ederim.
Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı bugün hak etmek zamanıdır.Vatanıma olan mukaddes vazifemi yerine getirmeye çalışıyorum.Şehitlik rütbesine kavuşursam , Cenab-ı Hakk’ın en sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim.Asker olduğum için , bu her zaman bana pek yakındır.Sevgili babacığım ve valideciğim,göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezihciğim önce Cenab-ı Hakk’ın sonra sizin himayenize bırakıyorum…Bana hakkınızı helal ediniz.Ruhumu şad ediniz.Refikama yardımcı olunuz.
Hepiniz her gün beş vakit kılınız…Ruhuma fatiha okuyarak beni sevindiriniz…
Elveda,elveda, cümlenizi Cenab-ı Hakk’a tevdi ve emanet ediyorum.Ebediyen Allah’a ısmarladık.Sevgili babacığım ve valideciğim.”
Oğlunuz
Mehmet Tevfik
19 Mayıs 1331 (1915)

Gönderilemeyen Mektup
Bilirsiniz şehitler kanlı elbiseleriyle defnedilir. Kanlı elbiseleri, onların beraat kararları gibidir. Allah'ın huzuruna onunla çıkarlar.
Ve bir şehit. Defnedilmeden önce üstü arandığında mübarek kanına bulanmış bir mektup çıktı cebinden. Karısına hitaben yazmış, ancak gönderecek zamanı olmamıştı.
Şehidin adı Zahit, rütbesi üsteğmen. O zamanki deyişle "Mülâzim-i Sani Zahit Efendi..."
Mektubun bugünkü dille özeti şöyle:
"Aziziye (Pınarbaşı) İlçesi'nin Kılıç Mehmet Bey Köyü'nden Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanıma...
"İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem şerefli bir askerim.
"Asker olmam nedeniyle, sevgili vatanımı savunmaya gidiyorum. Gidip gelmemek, gelip bulmamak var. Her şey insan içindir.




Aziziye (Pınarbaşı) İlçesi'nin Kılıç Mehmet Bey Köyü'nden Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanıma...
"İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem şerefli bir askerim.
"Asker olmam nedeniyle, sevgili vatanımı savunmaya gidiyorum. Gidip gelmemek, gelip bulmamak var. Her şey insan içindir.
"Böyle olmakla beraber, şu vasiyetnameyi yazmak hemen ölmek demek değildir.
"Yüce Allah ve İlahi mukadderat bir birimizi önceden tanımadığımız ve bilmediğimiz halde, uzak memleketlerden bizi bir birimize nasip etti. Allah'ın emrine ve Peygamber'in kavline uygun olarak nikahımız kıyıldı. Yaşadığımız sürece geçimimizi sağlamaya çalıştım. Fakat, bizi toparlayıp bir araya getiren devletimiz harp ilan etti. Ben de vatanım ve milletim uğruna harbe iştirak ediyorum. Eğer şehit olursam, Büyük Allah'ım ruhlarımızı birbirine kavuşturur.
"Vatan uğruna şehit olursam bana ne mutlu. Böyle bir hal olduğunda mevcut olan eşyam ve taşınabilir mallarımdan mihri müeccelinizi almanız için sizi vekil tayin ediyorum. Eğer bunlar yetmezse hakkınızı helal edeceğinize ve beni borçlu yatırmayacağınıza eminim.
"Birbirimize verdiğimiz sözlerden dönmemenizi ister ve umarım. Ruhuma bir mevlit okutmak vicdanınıza kalmıştır. Kendim için başka bir şey istemiyorum. Şehitlik bana yeter.
"Mektubumu aldığınız zaman, yüksek sesle ağlamanıza razı değilim." (Bu mektubun içinden, aziz şehidin biricik yavrusu Nadide'ye ait kırmızı kurdele ile bağlı bir demet sarı saç bulunmuştur)
 
OP
Oruc

Oruc

Daimi Üye
Katılım
17 Temmuz 2008
Mesajlar
2.598
Tepki
2.379
Puan
113
Yaş
48
Konum
izmir
Edirne komutanı Şükrü Paşa, Edirne düşmezden evvel hükümet yetkilerine gönderdiği mektupta şunları söylüyordu: "Edirne gibi Dünya'nın en müstahkem yerinde kurulmuş bu kutsi şehri, rezil kan içici bir düşmana teslim edecek alçak bir komutan şanlı Osmanlı tarihinde görülmemiştir. Ben de bu cinayeti işlemeyecek ve son askerimi kendi tabancama kendimi de son kurşunuma tevdi edeceğim. Şehirde savunma imkanı kalmadığını görünce, kuşatmayı sürdüren kırk bin kadar Bulgar'ı bir araya toplayıp kadın ve çocukları konsolosların ellerine birer beyaz çarşaf vererek onların korumasında şehirden çıkaracağım. Şimdiye kadar yaptıkları gibi bunları da onların medeniyet gözleri önünde isterlerse öldürsünler. Ondan sonra toplarımı o dünyaca ünlü tarihi yapılar ve kutsi yerlerimiz ile Bulgarlar üzerine çevirecek ve şehri de ateşlere boğarak harabeye döndüreceğim. İçeride ateş dışarıda ölüm içinde kalacak kahraman askerim işte o zaman kuşatma kuvvetleri bir milyon kişi de olsa onu yaracak ve bu şekilde ya kahramanca ölecek ya da atalarının kutsi başşehrini şanla terk edecektir."
Kefenini çantasında taşıyan civanmert Şükrü Paşa vasiyet olarak da şunları söylemiştir: " Düşman hatları geçtikten sonra ölürsem kendimi şehid olarak kabul etmiyorum. Beni mezara koymayın. Etimi itler ve kuşlar çeke çeke yesinler. Fakat müdafa hattımız bozulmadan şehid olursam kefenim, lifim, sabunum çantamdadır. Beni bu mahalle gömeceksiniz ve gelen nesiller üzerime bir abide dikeceklerdir." 2
Bugün Edirne'de abidesi dikilen bu asil vatan paşası, asker olmanın hakkını vererek gelecek nesiller için bir ibret ve örnek şahsiyet olarak tarihin altın sayfalarında yerini almıştır.


2 Haziran 1915 günü yaralanmış ve Çanakkale Askeri Hastanesi'nde şehitlik rütbesine ulaşmış Kolağası (Ön Yüzbaşı) Bölük Komutanı İstanbul'dan Mehmet Tevfik'in anne babası ve eşine hitaben yazdığı mektupta, vatan için asker olmanın kutsiliği ve haklı gururu ile şehitliğe özlem vardır. Bir vasiyet hükmünde olan bu mektupta ayrıca şehit olması durumunda borçlarının ödenmesi hususundaki hassasiyeti de dikkat çekicidir:
"Sebebi hayatım, feyz ü refikim,
Sevgili babacığım, valideciğim,
Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan kurşun geçti, hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağımdan ümidim olmadığından bir hatıra olmak üzere şu yazılarımı yazıyorum.
Hamd ü senalar olsun Cenab-ı Hakk'a beni bu rütbeye kadar eriştirdi. Yine mukadderatı ilahiye olarak beni asker yaptı. Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için ne suretle yetiştirmek mümkün ise öylece yetiştirdiniz. Sebeb-i feyz ü refikim ve hayatım oldunuz. Cenab-ı Hakk'a ve sizlere çok teşekkürler ederim.
Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etmek zamanıdır. Vazife-i mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i şehadete erersem Cenab-ı Hakk'ın sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum için bu, her zaman bana pek yakındır.
Sevgili babacığım ve valideciğim,
Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih'ciğimi evvele Cenab-ı Hakk'ın saniyen sizin himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.
Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sa'yediniz. Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü izale edecek vechile veriniz. Ağlayacak üzülecek tabi teselli ediniz. Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş. Malumat ve düyunatım hakkında refikam mektubumda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz. Münevver'in hafızasında ve yahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur. Münevver'e yazdığım mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.
Sevgili baba ve valideciğim,
Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz, hakkınızı helal ediniz, ruhumu şad ediniz, işlerimizi tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.
Sevgili Hemşirem Lütfiyeciğim,
Bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için vesayemin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir, beni affet, mukadderatı ilahiye böyle imiş hakkını helal et ruhumu şadet, yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et, sizi de Cenab-ı Hakk'ın lütuf
ve himayesine tevdi ediyorum.
Ey akraba, dostlar ve yakınlar, cümlenize elveda, cümleniz hakkınızı helal ediniz.Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda, elveda. Cümlenizi Cenâb-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum.
Ebediyen Allah'a ısmarladım. Sevgili Babacığım ve Valideciğim....
Oğlunuz Mehmet Tevfik 3
Bazen bu kadar uzun mektup yazmaya fırsat bulamayan bu asil vatan evlatları alelacele yazabildikleri üç beş satırla duygularını özetlemişlerdir. Askerler genel olarak ailelerinden dua ve helallik istemekteydiler:


Balıkesir İvrindi’nin Mallıca köyünden 104 yaşında vefat eden Azman Dede Çanakkale savaşına katılmış gazilerimizdendi. Gençliğinde iki metreyi aşkın boyu, dev görünümüyle insan azmanı sayılmış, herkes ona azman demeye başlamış, soyadı kanunu çıkınca da Azman soyadını almıştı. Esas ismi adeta unutulmuştu.
Yıllar önce bir yerel araştırma sırasında Mallıca köyü kahvesinde kendisiyle görüştüm. Kulakları ağır işitiyordu. Köylülerden biri yardımcı oldu. Benim sorduklarımı kulağına bağıra bağıra söyledi. Onun sesine alışkın olduğundan anladı. Sordukları mı cevapladı.
Söz Çanakkale’ye geldiğinde o koca ihtiyar sarsıla sarsıla, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Kendi zor duyduğu için kan çanağına dönen gözleriyle bize de duyurmak için bağıra bağıra anlatmaya başladı:
— Bir hücum sırasında bölük erimişti. Yüzbaşı telefonla takviye istedi. Gece yarısı siperleri takviye için istediğimiz askerler geldi. Hepsi askere alınmış gencecik insanlardı. Ama içlerinde daha çocuk denecek yaşta üç-dört asker vardı ki hemen dikkatimizi çekti.
Bölüğü düzene soktum. Yüzbaşı gelenlerle tek tek ilgileniyor, karanlıkta el yordamıyla üstlerini başlarını düzeltiyor, sabah yapılacak olan süngü hücumuna hazırlıyordu. Sıra o çocuklara geldiğinde, o cıvıl cıvıl şarkı söyleyerek gelen çocuklar birden çakı gibi oldular.
Yüzbaşı sordu:
— Yavrum siz kimsiniz?
İçlerinden biri:
— Galatasaray Mektebi Sultanisi talebeleriyiz Vatan için ölmeye geldik! diye cevap verdi.
Gönlüm akıverdi o çocuklara. Bu savaş için çok küçüktüler. Daha süngü tutmasını bile bilmiyorlardı. Onlarla ilgilendim. "Mermi böyle basılır. Tüfek şöyle tutulur. Süngü böyle takılır. Düşmana şöyle saldırılır!" diye.
Onları karşıma alıp bir bir gösterdim. Siperlerin arkasında ay ışığında sabaha kadar talim yaptık. Gün ışımadan biraz dinlensinler diye siperlere girdik.
Ortalık hafif aydınlanır gibi olunca hep yaptıkları gibi düşman gemileri gelip siperlerimizi bombalamaya başladılar. Yer gök top sesleriyle inliyordu. Her mermi düştüğünde minare gibi alevler yükseliyor, bir gün önce ölenlerin kol, bacak, el, ayak gibi parçaları havaya kalkan toprakla siperlere düşüyordu. Mermiler üzerimizden ıslık çalarak geçiyordu. Siperler toz duman içinde kalmıştı.
Bir ara Yüzbaşı "Azman yandık!" diye siperin köşesini işaret etti. O şarkı söyleyerek sipere gelen, sanki çiçek toplarmış gibi neşeli olan o çocuklar siperin bir köşesinde sanki bir yumak gibi birbirine sarılmış tir tir titriyorlardı. Çocuklar harbin gerçeği ile ilk defa karşılaşıyorlardı. Ürkmüşlerdi. Yüzbaşı yandık demekte haklıydı. Muharebede bir ürküntü panik meydana getirebilirdi. Tam onlara doğru yaklaşırken içlerinden biri avaz avaz bir marş söylemeye başladı!
Annem beni yetiştirdi bu yerlere yolladı
Al sancağı teslim etti Allah a ısmarladı.
Boş oturma çalış dedi hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana.
Baktım hemen biraz sonra ona bir arkadaşı daha katıldı. Biraz sonra biri daha... Marş bitiyor yeniden başlıyorlar. Bitiyor bir daha söylüyorlar. Avaz avaz! Gözleri çakmak çakmak...
Hücum anı geldiğinde hepsi süngü takmış, tüfeklerine sımsıkı sarılmış, gözleri yuvalarından fırlamış dişler kenetlenmiş bekliyorlardı. O an geldi. Birden Yüzbaşı "Hücum!"diye bağırdı. Bütün bölük, bütün tabur, bütün alay cephenin her yerinden fırladık. İşte tam o anda, tam o anda, o çocuklar kurulmuş gibi siperlerden fırlayıverdiler. İşte o an. Tam o an bir makineli yavruları biçiverdi. Hepsi sipere geri düştüler. Kucağıma dökülüverdiler. Onların o gül gibi yüzleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç gitmiyor! İşte ben ona ağlıyorum, o çocuklara ağlıyorum!
Azman dede ağlıyordu. Ben ağlıyordum. Kahvede kim varsa ağlıyordu.
Kahveci gözyaşları içinde bize çay getirdi. Eğildi:
“Azman dede hep ağlar. Niye ağladığını bugün ilk defa anlattı” dedi.
Araştırmacı Yazar Aydın Ayhan'ın “Çanakkale… Ah Çanakkale…” adlı eserinden alıntıdır.
Azman Dede'nin bahsettiği çocuk yaştaki askerlerin Galatasaray Mektebi Sultanisi öğrencileri olduğu tartışmalı olsa da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 18 Mart 2007 tarihinde internet sitesinde yayınladığı, üzerinde "Gönüllü Bombacı" yazan fotoğraf, çocuk denilecek yaştaki askerlerin varlığını ispat etmektedir.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst