Çalışan Kazanır Be Evlat

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul


’’Kimseden fayda ummam, dilenmem kol kanat
Kendi boşluk ve gökkubbemde uçar giderim
Eğilmek, esaret zincirinden ağırdır boynuma
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim’’
TEVFİK FİKRET




1973’te ilkokulu birincilikle bitirdiğimde ailece en kötü günleri yaşıyorduk maddi yönden. Babam öleli yedi yıl olmuş;fakat rahmetlinin bize bıraktığı 50 liralık borç (yanlış hatırlamıyorsam öyleydi) bitmek bilmemişti. Yılda iki kez pamuk tarlalarında çalışmak bir ailenin hem geçimine hem borca yetmemişti.

Benden bir yaş büyük olan ablam, ağabeyimin baskısıyla ve "Kız çocukları okumaz, gözü evinde olmalı." düşüncesiyle okuldan alınmış, ağabeyimse babamın ölümünü fırsat bilip biraz da çevrenin pohpohlamasıyla kendini o dönemde serseriliğe vermişti.Sürekli bir babanın ağırlığını taşır gibi davranıp suratını asmaya, bazen bana, bazen ablama bazen de anneme bağırıp çağırıyor, canı isteyince de aileye söz geçirmek için keyfi olarak bizi dövüyordu.

Babalık görevi ona öyle ağır gelirdi ki aslında, bizi dövdükten sonra bir köşeye çekilip hüngür hüngür ağladığına defalarca tanık olduğum halde bu kez gözyaşlarını siler, tekrar sinirli bir ruh haline bürünür beni takrar dövmeye kalkardı. Bu anlaşılmaz ruh hali beni çok şaşırtıyordu başta. Sonra onun da bir çocuk olduğunu fark ettim. Tıpkı bizim gibi ince bir ruhu olduğunu keşfettim. Ama hiçbir zaman onunla bir ağabey-kardeş olamadık. Çünkü o, hep toplumun kendine biçtiği ve ona birkaç numara büyük gelen "baba" rolünü seçmişti. Bu görevi babam öldüğünde toplum ona yıkmıştı ve o sıralarda yaşı 12-13’tü.
Bir yanda yoksulluk, bir yanda ağabeyimin baskısı, bir yanda pamuk cehenneminde geçen aylarca işkence... Bir çıkış yolu lazımdı bana. Bütün öğretmenlerim içtenlikle okumamı destekliyordu. Okul birincisiydim. Hatay’ın Samandağ ilçesine bağlı Sutaşı köyünde o yıllarda görev yapan Aydın Ilgaz (Hababam Sınıfı’nın yazarı ve ünlü şair Rıfat Ilgaz’ın oğlu), avuç içi büyüklüğünde cicili bicili defterler getirir, öğrenciler arasında bilgi ve güzel yazı yarışmaları düzenlerdi ve bu yarışmaların büyük bir bölümünü ben kazanırdım. Pek çok defterim olmuştu bu yarışmalardan. Onlar benim başarılarımın en büyük kanıtıydı ve gurur kaynağımdı.

Okumam gerekir ilkokuldan sonra ama nasıl? Anneme ne zaman bu konuyu açsam yoksulluktan başlıyor söze. Borçtan kara kara düşünürdü geceleri. Çoğunlukla sessiz düşünmesine rağmen düşündükleri içime malum olurdu. Çünkü borç erteleme görüşmelerine giderken beni de yanında götürürdü çoğunlukla. Orada adama nasıl yalvardığını bir ben bilirdim. Başka ne düşünebilirdi ki kadıncağız?

En iyisi anneme tatlı bir yalan uydurmaktı. Dayakçılığıyla ünlü; ama her zaman adını saygıyla andığım, melek gibi tertemiz yüreğiyle sınıf öğretmenim Bektaş Doğan’ın biz ilkokul ikinci sınıftayken bize anlattığı bir anısı imdadıma yetişti. O da çok yoksuldu. Üstelik ilkokuldan sonra sokak lambalarının altında ödevlerini yaparak okumuş, öğretmen olmuştu. Bu hikayeyi anlatarak annemin yüreğini yumuşattım önce. Okuma isteğimi geri çevirmekten yorulmuştu biraz da. Bir de ortaokul biter bitmez öğretmen olacağım yalanını ona, içi ferahladı kadıncağız: "Oğlum, sen üç yıl sonra öğretmen olacaksan, ben üstümdeki hırkamı satar seni okuturum!" demez mi?

Heyecanla ve merakla eylül ayını bekledim. Köyden 3-4 km uzaktaki ilçe ortaokuluna kayıt yaptırdım.Artık bu yol, altı yıl boyunca yaya olarak yürüyeceğim biricik yolumdur. Fakat velim olacak kimse yok. Neyse ki benim ilkokuldan sınıf arkadaşım Aysel’in babası vekilim oldu. Birkaç erkek daha bizim köyden kaydolmuştu okula.

Yağmur kar demeden zevkle gidip geliyorum okula. Ama yepyeni bir ortama girmişiz. Şımarık ilçe çocuklarının içinde ezildikçe ezildiğini hissediyor insan. Birinci dönemin ortalarına doğru bunalıma girmiş, ne kadar çalışırsam çalışayım, derslerdeki başarım aşağıya doğru iniyordu. Birinci dönemde tarih ve seçmeli bir ders olan tarım dersi zayıf gelmişti. Ortaokulu annemle konuşarak o yıl bıraktım.

İstanbul’a, Sefaköy’e gidip dolmuşçuluk yapan amca oğlunun yanına çalışmaya gittim. Yıl 1974. Hatay-İstanbul yol ücreti 9 lira. Siyah-beyaz filmlerdeki İstanbul’u ilk görüşümdür bu. Boğaz köprüsü yeni yapılmıştır ve onun üzerinden ilk geçişimdir bu. O dönemin turistik semtlerinden biri olan Florya’yı, Sarıyer’i, Rumelihisarı’nı, Rumelikavağı’nı, Kanlıca’yı hep bu dönemde gördüm. Hep başkalarının üzerinde görüp rüyalarıma giren "Levis" marka kotu Kapalıçarşı’dan ilk alışım da bu dönemdedir. Hem de kendi alınterimle kazandığım parayladır.

Sabahın dördünde uyanıyor, gecenin on ikisine kadar hep ayakta. Bu işe ancak iki ay dayanabildim. Tekrar ver elini Samandağ. Döndüğümde, köyde bir sürpriz bekliyordu beni. Ortaokul Müdür Yardımcısı Fevzi Çankaya köye uğrayıp beni sormuş ve köylülere bir not bırakmış benim için: "Bu çocuk neden okulu bırakmış? İyi bir gelecek var bu çocukta, okusun, ben onu desteklerim." demiş. Öyle bir kıvılcım bekliyormuşum meğer. Annemi zor bela ikna ettim okutmaya tekrar ve başladım okula. Ama bu kez en sevdiğim arkadaşımı babası ortaokuldan alıp terziliğe, sanata vermişti.

Yağmurlu bir günde okuldan dönerken babasının işlettiği benzin istasyonuna uğradım. Bana dedi ki:" Bak evladım beni iyi dinle! Sen babasız, yoksul bir insansın. Zamanın geçmeden şu okul sevdasından vazgeç, bir sanat öğren. Yarın sürüm sürüm sürünürsün yoksa. Ben, varlıklı olmama rağmen oğlumu okuldan aldım. Fena mı ettim sanıyorsun?" Bu sözler karşısında müthiş bir güç hissettim kendimde:"Hayır, ben okuyacağım, başka yolum yok ki..." dedim.


* *
*


2004 yılında aynı benzin istasyonunun önünden geçerken köylülerim bir ağacın altında toplanmış sohbet ediyordu. Arabamı durdurup onlara selam verdim. Yusuf amcamız da orada. Petrol istasyonu sahibi olan...
-Nuri Bey evladım hoş geldin, dedi. Ne zamandır ortalıkta yoksun evlat, nerelerdesin,dedi.
Adana’da öğretmenlik yaptığımı söyledim.
-Ooo... Maşallah, ne güzel, dedi. Devlette misin, diye sordu.
Dershaneci olduğumu söyledim.
-Ev kira mı senin mi?
-Benim, dedim.
-Araban da pek güzelmiş, güle güle kullan, deyince çocukluğumdaki konuşmamızı hatırladım. Bu kez sözü ben aldım o dinledi.
- Yusuf Amca, hatırlar mısın, burada bana şunları şunları anlatmıştın da ben böyle böyle demiştim dedim.
Hatırlamamıştı, ama birden onu on yıllar öncesine götüren hafızam, adamın yüzünde birden bir canlılık yaratmaya yetmişti.
- Maşallah, hafızan da pek kuvvetliymiş, dedi. Atalar boşuna :"Çalışan kazanır." dememişler be evlat,dedi.


Nuri SAĞALTICI
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst