
GİRİŞ
Melike teyze, bugün doğum yapmıştı. Çok heyecanlıydım ve çok geçmeden anne ve babamda beni hastaneye götürdüler. Hastaneye gittiğimizde, doğum bitmiş, odaya girdiğimizde Melike teyze, başına tutturulmuş kırmızı kurdele ile bir melek gibi görünüyordu. İçimden bir melek geçmişti ve ben de gidip içimdekini ona söylemek için yanına doğru gittim ve elini tuttum.
Melike teyze, tıpkı bir melek gibisin.
Melike teyze, bunu duyduğunda gözlerinde yaşlar birikmişti ve sevincini belli eden bir gülümsemeyle saçlarımı okşadı.
Teşekkür ederim, ufaklık.
Bana ufaklık demesine hiç sinirlenmemiştim. Annem nasıl benim annemse, Melike teyze de benim diğer annemdi. Bebeği karnındayken, onlara kaçar karnını severdim. Çünkü yalnız kalmasın istemiştim. Kendini yalnız hissetmesin, yanında birisi olsun istemiştim.
Peki, yaramaz nerede?
Elimi, Melike teyzenin karnına koyduğumda hep tekme atardı. Hiç rahat durmazdı. Ben de ona yaramaz demeye başlamıştım. Ne zaman annemlerle Melike teyzelere gitsek, Yaramaz, bugün size kaynadı mı diye sorardım.
Birazdan burada olur.
Şefkatli sesi kulaklarıma dolarken, kapının açılmasıyla hemen arkama döndüm. Yaramaz gelmişti. En sonunda onu görebileceğime inanmıştım. Hemşire, kucağındaki bebeği yavaşça annesine uzatırken, ben de yüzünü görmek için ayak parmaklarımın üstünde havalanıyordum. Melike teyze, kucağına aldığı bebeğe şefkat bir anne edasıyla bakarken, en sonunda yüzünü görebilmiştim. Aynı bir melek gibiydi. Gökten inmiş, bir hediye gibi Beyazlar içinde bir melek küçük elim ona uzandığında, bere olan başını okşamaya başladım. Sonra, korkarcasına yüzüne indim. Küçücük burnu, incecik dudakları, ufacık gözleri vardı. Minicikte elleri vardı. Şu an elinde eldiven olsa da ne kadar minicik olduğu buradan anlaşılabilirdi. Ben de böyleydim. Böyle miniciktim.
Ben, yaramazıma bakarken, omzumdan tutan ellerle kulağıma değen nefes dikkatimi dağıtmıştı.
Kardeşine hoş geldin de, Mert.
Annem, onun benim kardeşim olduğunu söylüyordu ama ben onun kardeşim olabileceğine inanmamıştım. Bir kan bağı yoktu aramızda. Ben, hep onun yol arkadaşı olmuştum ki, o dünyaya gelene kadar.
O benim kardeşim değil. Dedim bir çırpıda. Herkesin yüzü şaşkınlığa bürünmüştü ama onların bir şey söylemelerine fırsat vermeden devam ettim. O, benim yol arkadaşım. Dedim sessizce, şefkat dolu sesimle yaramazımın elini tutarken. Odadakilerin güldüklerini duymuştum ama hiç dikkat kesilmemiştim. Gözlerim, karşımdaki melekteydi.
Adı var mı? diye sormuştum. Bu zamana kadar hiç sormamıştım. Hep yaramaz diye seslenmiştim. Bir de; yaramazımın doğumuna 1 ay önce kala onlara bir ad önermiştim, bu küçücük yaşımla. Daha altı yaşındaydım ve bir ad önermiştim yaramazıma. Damla olsun mu adı? demiştim Melike teyze ve Adnan amcaya. Onlar gülmüşler, bakarız demişlerdi. Ama önce nedenini sormuşlardı. Ben de, babamın okuduğu bir kitabın son sayfasında, ilk kez okuma-yazma öğrendiğim bir zamanda tesadüfen karşılaştığım ve kulağıma hoş gelen Bir Damla Aşk adlı yazıdan aklıma geldiğini onlara söylemiştim. Onlar, daha çok şaşırmış ve daha da mutlu olmuşlardı. Çok akıllı ve zeki olduğumu da eklemişlerdi. Düşünürüz demişler ve bu bir daha hiç açılmamıştı.
Evet. Var, ufaklık.
Adı diye duraksayan ve eğilip bir elini omzuma koyan Adnan amcaya çevirdim bakışlarımı.
Bir Damla Aşkın Biricik Damlası. Demişti devamı olarak. Buna çok sevinmiştim. O, isim önermesinden sonra gece düşünmüşler ve o zamandan koymuşlar adı. Bu, önerim onların hoşuna gitmiş ve bu zamana kadar bunu kimseye söylemeyerek şimdiye saklamışlardı. Ben de sevincimden Adnan amcaya sarılıp yanaklarından öpmüştüm.
Yaramazımın adını ben koymuştum. Bir Damla Aşktan Biricik Damlam
Yaramazım 5 yaşındayken ayrı düşmüştük onunla. Babamın işi, İstanbula taşınmıştı ve bizde gitmek zorunda kalmıştık. Hayır, Ankarayı özlemeyecektim. En çok, yaramazımı, Bir Damla Aşkın Biricik Damlasını özleyecektim. Yol arkadaşımı Evden kaçtıysam da, iki gün saklandıysam da, ağladıysam da, yalvardıysam da hiçbir şey değişmedi. Yine yollarımız ayrıldı, yaramazımla. 10 yıldır onu hiç görmemiştim. Babam, şirketi büyütünce Ankaraya da bir tane şirket kurmuştu ve babamla birlikte ben de Ankaraya gitmiştim. O zaman, yol arkadaşımı görebileceğim heyecanı vardı içimde. 15 yaşında olmalıydı ve onu uzaktan arkadaşlarıyla kafede oturup gülerken gördüğümde, küçüklüğümde atan kalbimin iki katı atmaya başlamıştı kalbim. Çok büyümüştü. Aklımda sadece bir tek soru vardı: Beni unutmuş mudur?
Hep bu soru vardı ve benim bu sorunun cevabını bulmam gerekiyordu. Onun, kalktığını, çantasını koluna takıp arkadaşlarından ayrıldığını görünce, ağacın arkasına saklandığım yerden çıktım ve onu arkadan takip etmeye başladım. Yürüdüğü yollar, çok sakin ve insana ıssız bir sokak hissi veren yollardı. Onu uzaktan takip ederken, birden durdu ve ona yaklaşan adama bağırmaya başladı. Ona biraz daha, hızlı adımlarla yaklaşırken, genç bir çocuğun onun çantasını almaya çalışırken, yaramazımın çantasını kurtarmaya çalışan halleriyle karşılaştım. Hiç düşünmeden ona doğru koştum ve genç çocuğun yakasından tutup bir yumruk attım, suratına doğru. Kendimi kontrol edemiyordum. Genç çocuğun yere yığılmasıyla tekmelerim söze girmişti ve kulaklarıma değen hıçkırık sesleriyle durmak zorunda kalmıştım. Durduğum yerden, karnını tutan genç çocuğa eğilip, bir nasihat değerinde sözcüklerimi ona doğrulttum.
Bir daha seni bu kızın bir yakınında göreyim, sana bundan daha beterini yaparım. Ona dokunursan, ellerini kırar, yüzünü paramparça ederim.
Zaten genç çocuk bu sözlerimle korkmuş olmalı ki, olmalı zaten, hemen yerinden, sanki hiç dayak yememiş gibi kalkarak koşarak uzaklaştı. Birkaç kere sendeledi ama sorun değildi, hak etmişti. Eğildiğim yerden doğrularak arkamı döndüğümde, yaramazımın halini hiç iyi görmemiştim. Yüzü bembeyaz olmuş, ağzını eliyle kapatmıştı. Gözlerinden sıra sıra akan gözyaşları çabasıydı ve bana korku dolu bakışlarla bakıyordu.
Benden korkuyor muydu?
Elini ağzından çekti ve derin bir nefes aldı. Nefesini geri verdiğinde dudakları hafif gerildi.
Te-teşekkürler, bayım. Ama bu-bu kadarı fazla değil miydi?
Onun söylediği soru değildi aklıma takılan. Beni tanımamıştı.
Beni gerçekten unutmuş muydu?
Unuttuysa, hatırlatabilirdim. Ona kendimi, yeniden tanıtabilirdim. 11 yaşına kadar onunla oynadığımız oyunları, yaşadığımız günleri tekrar yaşayamasak da, ona bunları hatırlattırabilirdim. Çünkü ben hepsini hatırlıyordum.
Bence daha fazlasını hak etmişti. Se-siz iyi misiniz, küçük hanım?
Evet, iyiyim. İyi günler.
O narin sesiyle yanımdan uzaklaşırken hiçbir şey diyememiştim ona.
İyi günler, yaramaz.
Kaldığım yerden onu takip ettim. Bu yolları hatırlıyordum. Bu sıra sıra dizilmiş evleri de hatırlıyordum. Şimdi beyaz çitlerle çevrili kırmızı evin bahçesine girecek. Zile basacak ve Melike teyze çıkıp kızına sarılacak ve onu içeriye alacaktı. İlk başları doğru olsa bile, sonu doğru değildi. Onu, bir kadın değil, Melike teyze karşılamalıydı. Sarı saçlara sahip, fit vücudu olan, 30 yaşlarında bir kadın karşılamıştı. Kimdi bu kadın?
Akşama kadar evinin önünde durdum. Ve akşama kadar hiç çıkmadı evden. Odasında, pencere önünde oturup kitap okumaya devam etti. Demek ki, kitap okumayı seviyordu. Daha öğreneceğim çok şey vardı onun hakkında. Kaybettiğimiz 10 sene boyunca, onun hakkında bilmediğim o kadar çok şey vardı ki. Hepsini öğrenecektim ve o beni hatırlayacaktı. Benim onu yeniden tanımaya çalışmam gibi, o da beni yeniden tanıyacaktı.
Onunla karşılaşma zamanım gelmişti. Babam ile birlikte onlara misafirliğe gidecektik. Ama ben o evin misafiri olmadım ki hiçbir zaman. Bir oğluydum o evin, bir bireyi gibiydim. Evden çıkmadan babama bir söz verdirmiştim.
Baba, senden bir şey isteyeceğim ve bu isteğim doğrultusunda bana söz vermeni istiyorum?
Meraklı bakışları ardından derin bir nefes alıp nefesimi geri koyuverdim.
Oraya gittiğimizde, Damlaya benim o Mert olduğumu söyleme. Onun yol arkadaşı Mert olduğumu söyleme. Ayrıca neden diye de sorma. Söz mü?
Çok kötü bir kural koydun, oğul. Pekala, söz. Söz ama Adnan amcanı ne yapacaksın?
Onu, önceden hallettim ben.
Sabahtan karşılaşmıştık Adnan amcayla. Bir yere gidip kahvemizi içip konuşmuştuk. Son demimizde ona, babama bahsettiğim konuyu söylemiştim. O da bana söz vermişti.
Bunu neden yapıyordum?
Çünkü beni baştan tanısın, istiyordum. Birbirimizi yeniden tanıyalım, istiyorum. Bana yeniden güvensin, istiyordum. Beni, kendisi tanısın, istiyordum. Geçmişimizi, benim gözlerime bakarak görsün, istiyordum.
10 yıl sonra, tekrar buradaydım. İkinci evimde Son kez ayrıldığım ve şimdi hiç ayrılamayacağım evin önünde duruyorduk. Yavaşça kapıya ilerlediğimizde, babam kapıyı birkaç defa çalışıyla beraber, yine o geçen gün ki kadın açmıştı kapıyı.
Hoş geldiniz!
Sesi ve gülümsemesiyle ne kadar ortamı ısıtsa da, ben ısınamamıştım bir türlü. 3 yıl önce vefat etmiş, Melike teyze. Bir melek ikinci annem Bundan benim şimdi haberim oluyordu. Bu çok kötü bir durum 3 aydır evlilermiş. Mutlular mı, Damla ne halde, bilmiyordum. Bugün, bunların ikisini izleyebilirdim. Aralarındaki ilişki nasıl, değerlendirebilirdim. Ama yapmadım. Çünkü hep ilgi odağım Damla olmuştu. Yemekten sonra ve birkaç sohbetten sonra, Damlanın bahçeye çıktığını görünce hemen bende kalktım. İçeriye ilk girişimizde gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Adnan amca sözünde durmuş olmalıydı ki, bahçeye yanına gittiğimde babasının çok yakın arkadaşının oğlu olduğumu ona sabah söylemişti. Beni görmeyi hiç beklemediğini, çok şaşırdığını da dile getirmişti.
Bir melek gibiydi, Damla. Tıpkı, Melike teyze gibi Sesi, huzur veren türdendi. Aynı, annesinin sesi gibi Çok nazikti ve çokta terbiyeli Sohbetimiz öyle ilerledi ki, bana küçükken tanıdığı Merti anlatmaya başladı. Yani, beni
Aslında şimdiki halini bilmiyorum. Şimdiki halinin fotoğrafı yok bende. Ama 11 yaşındaki fotoğrafı var. Biliyor musun?
Bakışlarını en sonunda benimle buluşturduğunda içime bir heyecan doldu.
Seni ilk gördüğümde, gözlerin bana onu hatırlattı. Mavi, masmavi Güven verici mavi gözler Ama sen olamazsın. Ne kadar isimleriniz aynı olsa da, göz renkleriniz aynı olsa da sen o olamazsın.
Ama o benim!
Demek geldi içimden ama diyemedim. Çünkü bu söylediklerinin nedenini bulacak ve onu bu dediklerinde yanıltacaktım.
3 aydır Ankaradaydım. Ve bu 3 ay içerisinde Damla ile çok güzel günler geçirmiştik. Yapmayı özlediğim ve yeniden tattığım bu hayatı yaşadım onunla. Arkadaşlarıyla tanışmış, hatta beraber piknik yapmıştık. 3 ay öyle çok çabuk geçmişti ki, anlayamamıştım. Ayrılırken, bana bir sınava gireceğini ve eğer kazanırsa İstanbulda bir kolejde okuma fırsatı olacağını söylemişti bana. Aslına bakılırsa, sevinmiştim.
Okulum nedeniyle gitmem gerekiyordu ve gitmeden Adnan amcayla son kez konuştum. Eğer, Damla sınavı kazanır ve İstanbula gelirse, benim yanımda kalmasını teklif etmiştim. Tereddütte kaldığını hissettiğimde, merak etmemesini ve güven veren sesimle ona bir şey olmayacağını ve yanımda güvende olacağına dair söz vermiştim. O da, tamam deyip, son kez Damlaya baktığımda arabaya binmiş ve onlardan bir kez daha ayrılmıştım. Ama bu sefer Damla ile birlikte olacaktık. Kazanamasa bile kazandıracağım. Ne kadar blöf olsa bile, bunu yapacağım.
Sınavın verdiği stresle eve gelmiştim. Tam yatacaktım, telefonumun çalınmasıyla bundan vazgeçerek, cebimden telefonu çıkardın ve arayanın Adnan amca olduğunu görür görmez hiç düşünmeden açtım.
Adnan amca?
Neden aradığını biliyordum. Sonuç açıklanır açıklanmaz bana bildirmesini söylemiştim.
Sonuçlar açıklandı, oğlum. Bu yaz günü evinde boş bir oda var değil mi?
Kısasa kısas, Damla sınavı kazandı ve yaz günü oraya geliyor, demekti bu. Sevincimi sonraya bırakıp, hemen cevap verdim.
Ev, tamamen boş, Adnan amca.
Okullar, 2 hafta içinde kapanacaktı ve 2 hafta sonra Damla burada, yanımda olacaktı. Telefonu kapadarak, sonraya bıraktığım sevincimi şimdi yaşadım. Yorgundum ama uyuyamazdım. 2 hafta sonra Damla geliyordu ve eve biraz çeki düzen vermeliydim. Odası, baştan hazırdı. Ankaradan İstanbula gelir gelmez hemen odasını hazırlatmıştım.
Mavi rengi ve beyazı çok severdi. Perdeleri, gökyüzü mavisi tonunda; yatağı melek kadar bembeyazdı. Gömme Dolabı, perdelerle uyumlu, duvarların rengi, odanın geniş olmasını sağlayacak beyazlıktaydı. Yatağın karşısında duran ve iki yanı duvarla kaplı ve geniş olan bölümün sol kısmı, kütüphaneye çevrilmiş, raflara düzenli biçimde sıralanmış farklı türde değişik kitaplarla kaplıydı. Rengi de, odaya canlılık katan kırmızıya hakimdi. Ve duvarın ortasında duran camın perdesi de kırmızıya özdeş, beyaz renge sahipti ve kütüphanenin önünde duran baharı andıran rengarenk çiçek desenli tekli koltuk yerini almıştı. Ve geniş olan kütüphanenin içinde de, koltuğun yanında bulunan beyaz bir çalışma masası da yerindeydi. Çiçek desenli sandalyesi de yerini almıştı hemen.
Bunu ben yaptırmıştım. Damlanın beğeneceğini kesinlikle biliyordum. Ona gösterdiğimde bu dediğimde yanılmadığımı anladım. Yanılamazdım zaten. O, maviye aşıktı. Çok beğendiğini söylemişti çığlıklarının ortasında.
Hayallerimin odası burası. Dedi, sanki benim duymamam için sessizce söylemişti. Ama duymuştum. Yine de duyduğumu belli etmedim.
Artık buradasın, yaramaz. Yan odada ben kalıyorum. Bir sorun olursa, kapıyı tıklar, bana söylersin. Diyerek yanından uzaklaştım, kardığım potu odama girdiğimde fark ederek. Acaba biliyor muydu, küçükken ona yaramaz dediğimi? Anne karnında ona hep yaramaz diye seslendiğimi? Tabi ki biliyordur. Melike teyze, hep anlatmıştır.
Zaman geçti ve Damla, bu eve, bu şehre iyice alışmıştı. Onunla beraber gideceği koleje gittiğimizde, kaydını yaptırdım ve onu kolej ve yeni arkadaşlarıyla yalnız bırakmıştım. Eve geldiğinde çok heyecanlıydı ve bana okulda ne olup bittiğini teker teker akşam yemeğinde anlatmaya başlamıştı. İlk tanıştığı Ege adında bir çocuğu anlatıyordu bana. Nasıl birisi olduğunu, davranışlarını bir günde nasıl öğrenmişti?
Peki, beni bir günde nasıl tanıyamadı?
Uzun uzun zamanlar geçti aradan. Ben, üniversiteden mezun olur olmaz hemen şirketin başına geçmiştim. Babamın ısrarı ile Damla ise, okullar kapandığında 1 kaç hafta burada kalmış, yaz tatili için Ankaraya gitmişti. Ve ben onu yine özlüyordum. Hep özlüyordum ama akşam eve gelince onunla göz göze, yan yana oluyorduk. Şimdi, 3 ay boyunca yanımda olmayacaktı. Ve tabi bu 3 ayda geçti. Ve, olması gereken yerde belirdi, Damla. Benim yanım
Okulların açılmasıyla birlikte, 2 günlük evden ayrılmak zorunda kalmıştım.
Şu iş seyahatlerinin canı
Onu merak ediyordum. Gittiğim andan itibaren hep merak ediyordum. Bursaya vardığımda onu aradım ve sesi öyle heyecanlı çıkmıştı ki, beni endişelendirmişti. Bir şey olmadığını söylediğinde içim rahatlamıştı. Artık ona yaramaz diyebiliyordum. O da bunu sorgulamaksızın hiçbir şey demiyor, gülüp geçiyordu. Şu an yalnız değildi, orada. Babam, Sevil ablayı göndermişti. Onu sevdiğimi, ona saygı duyduğumu bildiği için eve göndermişti.
Geçen sene tartışmıştık babamla. Sinirlerim iyice gerilmişti ama Damla gelip bu bozuk moralimi düzeltmişti. Onun varlığı bile beni mutlu ediyordu.
Bilmiyorum, şu an ona karşı çok farklı bir şeyler var içimde. Alışkanlık ya da dile getirilmemiş, adı konulmamış duygular
Bir Damla Aşk Biricik Damlam, yol arkadaşım benim. İyi ki varsın, iyi ki kalbimdesin!
-*-*-*-
Merhabalar
Burada yeni üyeyim ve daha pek bir şey bilmiyorum. Yakında öğrenecğeim inşallah
Bu hikaye, benim final yapmış olduğum bir hikayemdir. Günden güne inşallah girdiğim süreçlerde yüklerim. Yani öyle bölüm beklemeye başlamayacaksınız.
Yorumlarınızı bekliyorum.
Yorumlarınız için:
Claraa'nın Hikayelerine Yorumlarınız
Moderatörün son düzenlenenleri:










