Bebek Dili ve Edebiyatı'na Giriş

zeyn0M

Daimi Üye
Katılım
28 Ekim 2011
Mesajlar
1.002
Tepki
315
Puan
83
Konum
istanbul
Nette dolanırken denk geldim ve çok keyifle okudum. Biraz uzun ama güzel bir yazı..



Bir filolog ya da etimolog olmadığım için bir dilin nasıl doğduğu konusunda kendimi dahi tatmin edici bir bilgiye sahip değilim. Nice yiğit filozofun da bu uğurda kız arkadaşlarından ayrılmak zorunda olduğunu biliyorum; yani durum biraz vahim. Türkçenin (ya da herhangi bir dilin) nasıl doğduğu konusunda “Doğru” diyebileceğimiz bir bilgi yok elimizde. Kelimelerin kökenine inip nereden geldiklerini öğrendiğimizde ise “Hımmm ne denli ilginçmiş!” diyerek dost meclislerinde kendimizi öne çıkaracak bilgiler arasına ekliyoruz, ama yine bize dilin nasıl doğduğu konusunda bir bilgi vermiyor.

Ama eğer bir dilin nasıl doğmayacağı konusunda bir gözlem yapmak isterseniz bir çocuk yapın ve onunla konuşmamayı tercih edin… konuşmamak ve onun konuşmasına izin vermemek bir dilin doğuşunu engelliyor.


Bilmiyorum pedagoglar ve bebek bilimciler bu konuda ne diyecekler ama bir bebeğin en büyük düşmanı televizyon. Televizyonun hepimiz için büyük bir düşman olduğunu söylemek yersiz elbette ama özellikle küçük bebeklerin televizyonla imtihanları çok can sıkıcı olabiliyor.

Artık ülkemizde de bebek kanalları mevcut. Evimde bulunan tv platformundan ötürü bunların varlığından haberdardım ve bir gün denemeye karar verdim.

Hareket kabiliyeti kazandığından ötürü tehlikeli hale gelen ve dolayısıyla evin içinde iş yapmama engel olan Leyla’yı biraz olsun durdurabilmek amacıyla onu televizyon karşısına oturttum. Yemek sandalyesinde oturan Leyla’yı televizyonun karşısına geçirip bebek kanallarından birini açtım. 6 aylıktan büyük bebekler için tasarlanmış olan bu kanal bana nasıl yardımcı olabilecekti?

Kanalı açtığım anda neden bebek kanalı dendiğini anladım. Bir ekranı kaplayacak kadar büyük, yuvarlak, kırmızı bir yaratık vardı. Üzerinde iki büyük göz ve bir ağız vardı. Arkada sürekli aynı notaları tekrar eden ve tek bir enstrümandan çıkan bir müzik çalıyordu. Eğer bu yaratığı ve bu müziği John Carpenter kullansa hiç şüphesiz sevgilinizin size sarılacağı dakikalar içeren bir korku filmine sahip oluruz.

Televizyonu açtığım anda Leyla’nın gözleri hiç görmediğim kadar büyüdü. Leyla’yı gören benim de gözlerim çok büyümüştü. O an gözümün önünde gerçekleşen büyük deneyden gerçekten korkuyordum. Leyla'nın, bırakın gözünü kırpmayı nefes almadan televizyon izlemesi beni hayli korkutmuştu. Biraz uzaklaşıp beni göremediği zaman ne yapacağını merak ettim. Normalde on saniye kadar beni arayıp daha sonra ağlaması gereken Leyla, televizyonun karşısında beni aramıyordu. Artık çok rahat iş yapabilir, kitap okuyabilir ya da ne istersem onu yapabilirdim; bir de çocuğumu bu işkenceden kurtarabilirdim.

Çünkü gördüğüm bu manzara televizyonun eroinden farksız olmadığının bir kanıtıydı... televizyon izlerken de tıpkı eroin kullanıldığı zaman olduğu gibi, hayatınızın belirli bir süresini hiç bir şey yapamadan geçiriyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz ölmüşsünüz.

Hemen televizyonu kapattım... Leyla ciddi bir şekilde ağlamaya başladı. Onu susturmaya çalışmakla geçen bir kaç dakika boyunca Leyla eliyle televizyonu gösteriyordu. Böylece ilk kuralımız da başladı. El televizyona doğru götürülür, işaret parmağı hariç tüm parmaklar kapatılır, işaret parmağı 37º'lik açıyla sağa ve sola sallanır, bu hareket yapılırken aynı anda ciddi bir biçimde “HA-YIIIR” denir.

Bu hareket karşısında Leyla ağlamaya devam eder. Bebek yetiştirmedeki altın kurallarımızdan 109 numaralı olana bakarız. Kural kitabı bu konuda; ağlayan çocukların istedikleri yapılırsa her istediklerini ağlayarak yaptırabileceklerini öğrenir ve sürekli ağlarlar. Bu konuda alışveriş merkezlerinde ebeveynlerinin kolundan çekiştirerek ağlayan çocuklar gözlemlenebilir.

Leyla bir süre ağladıktan sonra sustu elbette. Bir süre daha televizyonu gösterdi, gözü sürekli duvarda asılı televizyona kayıyordu ama ben oralı olmadıkça televizyonun varlığını unuttu. Fakat şahit olduğum acı verici deney bana bir şeyleri düşünme fırsatı verdi. Televizyonun karşısında unutulan çocuklar hiçbir şey konuşmadan sadece televizyonu inceliyorlar. Bu konuda bir kaç araştırma yaptıktan sonra televizyonun bebeklerin konuşmasında olumsuz etkileri olduğuna da kanaat getirdim. Tartışmaya tamamen açık bu düşünceye sahip olmamın temelinde bebeklerin, özellikle konuşma evresinde sürekli birilerinin onlarla konuşmasına ihtiyaç duymaları yatıyor.

Televizyon kesinlikle bebeklerle konuşmuyor. Anlamsız, karşılık beklemediği sesler çıkartıyor, bu sesler bebek tarafından ezberlense bile aynı görüntüyü bir daha göremediği için o görüntüye yakıştırdığı bu sesi bir daha kullanma ihtiyacı duymuyor.

Bebeğinizi televizyonun karşısından almanız yeterli değil; onunla sürekli konuşmalı, onun isteklerini anında yerine getirmemelisiniz. “Bebeğin isteklerini yerine getirmeyin!” cümlesinden manyak olduğum sanılıp Sosyal Hizmetler'e haber verilmesin lütfen... açıklayayım.

Diyelim ki mama sandalyesinde oturan bebeğiniz masanın üzerinde duran biberonu göstererek;

“Iıııııııııııınnnnnnnnn” diyor.

Sizin bu hareket karşısında yapmanız gereken biberonu elinize alıp hafifçe sallayarak;

“Biberon!” demek.

Bundan sonraki süreç şöyle işliyor:

“Iıııınnnnnnnnnn!” (Biberon isteniyor)

“Biberon!”

“Iıııııııııınnnnnnnnnnnn!”

“Biberon bu kızım, biberon. Biberon istiyorsun değil mi? Biberon!”

“Iııııııııııııııhhhıııııııııhıhıhıııın!”

“Biberon. Bi-be-ron!”

“Iııııııııhhhııııııııııııııııııınnnnnggggg!”

“Bİ-BE-R....”

“Auvaaa!”

“Tamam tamam ağlama . Al biberonu al, al, al!”

Leyla'nın her istediğini anında ona vererek onu mutlu etmek yerine, istediği şeyin ismini söyleyerek ona bir kelime öğretmeye çalıştım. Şimdi buna bin kere pişmanım. Kelime dağarcığı genişleyen Leyla bugün bir saniye olsun susmadan konuşuyor (Tabi bu ilerleyen günlerin yazı konusu, ilerleyen günlerde anlatılmalı)
Fakat öğrendiğim çok önemli bir şey vardı. Lütfen siz de bebeğinizin yanında, özellikle konuşma öğrenme evresinde, ne konuştuğunuza çok dikkat edin.

Bir sabah Leyla uyanmış, mama bekliyordu. Yumurtasını sahanda seven Leyla'nın yumurtasını bir yandan soğuturken bir yandan sürekli “Yumurta” diyordum... Canım kızım çok acıkmış olacak ki; ağzı açık bir biçimde beni bekliyordu.

Her lokmasını vermeden evvel “Yumurta” dedim. Sabırla sebatla “Yu-mur-ta” dedim. Hiç bir hamlede “Yumurta” demedi. Bırakın “Yumurta”demeyi, ona benzer bir şey de demedi. Ses bile çıkartmadı. Ağzı açık bir şekilde öylece lokmaları bekledi. Hatta benim biraz fazla azıttığım seferde ağlamaya bile başladı...

Yemek bittikten sonra radyoyu açarak sabah haberlerini dinlemeye başladım. İşte ne olduysa orada oldu.
Yine ülkemizde şok eden gelişmeler olmuştu ve ben bir an dinlediğim habere kitlenmiştim. Bir çok olayda olduğu gibi ülkemiz beni şok etmişti ve istemsiz bir biçimde ağzımdan “Oha!” ünlemi çıktı.

Ben “Oha!” der demez Leyla'yı duydum...

“Ooooaaa!”

“Lan?”

“Yan!”

“Ha...ktir!”

“Aduttuu”

“...”

“Aduttuuuuu!”

“...”

“Aduttuuuuuuuuuu!”

“Yumurta!”

“...”

"Hadi be kızım... Yu-mur-ta!"

"Aduttu!"

Alıntıdır...

 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst