Anadolu’da doğumla ilgili adet, inanma ve gelenekler

Şahmaran.

Admin
Admin
Katılım
9 Temmuz 2008
Mesajlar
38.082
Tepki
50.395
Puan
113
1)Doğum öncesi,

2)Doğum sırası,

3)Doğum sonrası olmak üzere üç ana başlık altında incelenmektedir.

1)DOĞUM ÖNCESİ
Doğum öncesi gelenek görenek, adet ve inanmalara yönelik uygulamalar; kısırlığı giderme, hamile kalma, aşerme, hamilelik, çocuğun cinsiyetini anlama, hamilelik esnasında hamile kadının kaçındığı davranışlar etrafından yoğunlaşmaktadır.

Kısırlığı giderme, Gebe Kalma
Toplumumuzda geçmişte çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kusur çoğunlukla kadında aranmakta, uygulama ve pratiklerin büyük çoğunluğu üzerinde yoğunlaşmaktaydı.

Bu uygulamaları geçmişte genel olarak;

1)Dinsel büyüsel nitelikli pratikler,

2)Halk hekimliği kapsamına giren pratikler,

3)Tıbbı sağaltma alanına giren yöntemler oluşturmaktadır.

Günümüzde ise çocuk sahibi olunamadığı durumlarda kadın ve erkek aynı derecede sorumlu tutulmakta ve birlikte tedavi görmektedirler. Günümüzde de zaman zaman geleneksel tedavi yöntemlerine baş vurulmasına rağmen modern tıp yöntemleri hem kırsal kesimde hem de kent ortamında daha ön plana geçmiştir.

Aşerme
Hamile kadın halk deyimiyle “aş erme” aşamasına gelince bazı şeyleri yapmakta,özellikle belirli nesnelere bakmaktan,yiyecekleri yemekten kaçınmakta ya da tersine bazı şeyleri yemeye özen göstermektedir.Bu türden davranışlar fizyolojik olarak kadının bünyesindeki kimi maddelerin eksikliğini gidermek amacıyla yenilmesi gerekli görülmektedir.

Aşeren kadın genellikle acı,ekşi ve baharatlı şeyleri yemekten kaçınmaya zorlanmaktadır.Bu tutum Anadolu’da çok olan “Ye ekşiyi, doğur Ayşe’yi” tekerlemesiyle de ifade edilmektedir.Buna karşılık olarak da aşerirken tatlı yiyeceklerden yemek oğlan çocuğunun ön belirtisi olarak yorumlanmakta,bu durum da halk arasında;“Ye tatlıyı,doğur atlıyı” tekerlemesiyle anlatılmaktadır.

Hamilelik
Kadın gerek hamileliği gerekse lohusalığı süresince çevresince bir çeşit hasta kabul edilmekte ve buna göre işlem görmektedir. Bir başka deyişle hamile kadının bağlı bulunduğu grup ya da cemaatin kültürel değerleri kadını hasta kategorisine sokarak ona hasta gözüyle bakmakta ve kadından bu değerlere uygun beklentilere göre hareket etmesini ve rolünü üstlenmesini istemektedir.

Anadolu’da hamile kadına; yüklü, iki canlı, gebe, ağır ayak, koynu dolu, boğru dolu, guzlacı vb. adlarla tanımlanmaktadır.

Çocuğun Cinsiyeti
Hamilelik döneminin en önemli konularından birisini de doğacak çocuğun cinsiyetiyle ilgili yapılan yorumlar oluşturmaktadır.

Anadolu’da konuyla ilgili olarak;

1)Kadının fiziksel görünümüne bakılarak,

2)Kadının yediklerine bakılarak,

3)Kadının davranışlarına bakılarak,

4)Çocuğun ana karnında oynama süresine bakarak,

5)Sancının geliş biçimi dikkate alınarak çeşitli yorumlar yapılmaktadır.

Günümüzde ise; çocuğun cinsiyetiyle ilgili geleneksel yorumlardan daha yoğun olarak modern tıp yöntemlerine başvurulduğu gözlenmektedir.

Hamile kadının kaçınmaları ve yapması uygun görülen bazı davranışlar;

Kadının hamile kaldığı andan itibaren; çocuğu annenin tüm davranışlarından etkileneceği bilimsel olarak kanıtlanmış olup; bu konuyla ilgili olarak Anadolu’nun geleneksel kesiminde çok yaygın olan inanış sistemi günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.

Bu inanış sistemi; hamile kadını bir takım davranışları yapmaya ve yapmamaya zorlamaktadır.

Yapmaması gereken davranışlara hamile kadın,hamileliği süresince;

a)Ayıya,maymuna,deveye bakmaz

b)Balık,tavşan,paça,kelle yemez,sakız çiğnemez

c)Cenazeye gitmez,cesede bakmaz

d)Gizli saklı bir şeyi alıp yemez.

Gibi davranış biçimlerini örnek olarak verebiliriz.Yukarıdaki sayılanların dışında birtakım uygulamalar da vardır ki bunlar da aynı çıkış noktasından kaynaklanan olumlu istekle yüklü olan davranış biçimleridir.Hamile kadından yapması istenilen davranışlara ise;

a)Aya gökyüzüne bakar

b)Güzel kimselere bakar

c)Gül koklar

d)Ayva, elma, yeşil erik, üzüm yer gibi örnekler verilebilir.

2)DOĞUM SIRASI

Anadolu’nun kırsal kesimlerinde geçmişte doğumlar köy ebelerinin yardımlarıyla köylerde evlerde yaptırılmakta doğum esnasında yapılan uygulamaların büyük çoğunluğu doğumun kolay olmasına yönelik uygulama ve pratikler oluşturmaktaydı.

Bu uygulamalara örnek olarak;

1)Kadının saç bağlarının çözülmesi,

2)Kilitli kapıların, sandıkların, pencerelerin açılması,

3)Kuşlara yem serpilmesi,

4)Kolay doğum yapan kadının, doğum yapacak olan kadının sırtını sıvazlaması,

5) Silah atılması,

6)Kadının sırta alınıp silkelenmesi,

7)Kadının yüksek bir yerden atlatılması,

8)Kadının bir bezin içerisine konarak sallanması verile bilinir.

Günümüzde ise doğumlar hastanelerde yaptırılmakta,hastanelerin uzak olduğu dağ köylerinde ise diplomalı ebelerin yardımlarıyla yaptırılmaktadır.

3)DOĞUM SONRASI
Doğum sonrası uygulamalar;

1)Çocuğun göbeği ve eşi,

2)Loğusalık,

3)Al karası inanışı,

4)Kırk basması inanışı,

5)Kırklama işlemi etrafında kümelenmiş durumdadır.

Çocuğun Göbeği ve Eşi
Hamile kadının yediği içtiği şeylerin, baktığı kişi, hayvanların ve nesnelerin çocuğu etkileyeceği tasarımı ve inancı varsa, çocukla göbeği ve eşi arasında da aynı inanç söz konusudur.Bu nedenle çocuğun geleceğini, ilerdeki işini ve geleceğini etkileyeceği inancıyla göbek gelişigüzel atılmaz.Bu uygulamaya örnek olarak göbek;

1)Cami duvarına, cami avlusuna gömülür.(Dinci olsun diye)

2)Okulun duvarına, bahçesine atılır.(Okusun diye)

3)Ahıra gömülür.(Hayvan sever olsun diye)

4)Suya atılır.(Kısmetini dışarıda arasın diye) verile bilinir.

Çocuğun sonu,arkadaşı,eşi,yoldaşı gibi adlarla tanımlanır.Çocuğun sonuna çocuktan bir parça hatta çocuğun kendisi gözüyle bakıldığı için doğumdan sonra genellikle temiz bir beze sarılarak,temiz bir yere gömülmektedir.

Günümüzde doğumlar hastanelerde gerçekleştiği için eşle ilgili geleneksel uygulamalar tamamen yok olmuş durumdadır. Göbekle ilgili adet ve inanmalar günümüzde de yaygınlığını sürdürmektedir.

Loğusalık
Anadolu’da yeni doğum yapmış ve henüz yataktan kalkmamış kadına;loğusa,lohsa,emzikli,loğsa,nevse,kırklı gibi adlar verilmektedir.Doğumdan sonra kadının yatakta kalma süresi; kadının fizyolojik durumuna, doğumun güç ya da kolay olmasına,iklime,çevre koşullarına,ailenin ekonomik durumuna ve gelinin sevilme durumuna bağlıdır.

Loğusalık süresi içerisinde kadının çeşitli doğa üstü güçlerin etkisinde olduğu Anadolu’da yaygın bir inanıştır.Geleneksel kesimde sıkça kullanılan “kırklı kadının kırk gün mezarı açık olur söylencesi” bu inanışı desteklemektedir.

Al Karısı İnanışı
Loğusa ve kırklı çocuklara sataştığı ve kimi zaman da onları öldürdüğü tasarımlanan alkarısı; al, cazı, cadı, al anası, al kızı, al karası, koncoloz, goncoloz, kara koncoloz gibi adlarla tanımlanmaktadır.

Anadolu’da ahır, samanlık, değirmen, terkedilmiş virane yerlerde, su kuyusu, su kaynakları ve loğusa kadın ve kırklı çocuğun yalnız olduğu yerlerde bulunduğuna inanılan al karısından korunmak için halk birtakım uygulamalara baş vurmaktadır.

Bu uygulamalara örnek olarak;

- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere süpürge, Kuran-ı Kerim, soğan, sarımsak, nazarlık asılması,

- Loğusa veya kırklı çocuğun yastığının altına iğne veya çuvaldız sokulması,

- Loğusa ve kırklı çocuğun yastığının altına kama, orak, bıçak vb. gibi kesici aletlerin konulması

- Loğusa ve kırklı çocuğun bulunduğu yere ekmek ufağı ve su konulması verilebilir.

Al karısına ilişkin uygulamalar geçmişteki uygulamalara göre daha az olmasına rağmen günümüzde de devam etmektedir.

Kırk Basması İnanışı
Anadolu halkı loğusayla kırklı çocuğun doğumdan sonraki kırk gün içerisindeki hastalıklarına ve ileriki aylardaki gelişim eksikliğine; kırk basması, kırk düşmesi, kırk karışması, loğusa basması, aydaş gibi adlar vermektedir.

Kırk günlük dönem içerisinde loğusa ve kırklı çocuğa birtakım canlı ve nesnelerin zarar vereceği inancı yaygındır. Kırk baskınlığını önlemek için yapılan pratik ve uygulamalar oldukça yaygındır.

Kırk baskınlığını önlemek için;
- Anne ve çocuk kırk gün dışarı çıkarılmaz,

- Loğusa kadın ve kırklı çocukların birbirleriyle karşılaştırılmamasına dikkat edilir,

Anadolu’da çocuğa kırk basması çocuğun gelişmemesi ve zayıflamasıyla ilişkilendirilmekteydi.Kırk baskınlığını giderme yolunda da dinsel,büyüsel birtakım pratik ve uygulamalara baş vurulmaktaydı.Günümüzde artık bu türden uygulamalar yok denecek kadar azdır.

Kırklama
Loğusa ve kırklı çocuğa kırk basmaması için loğusanın ve çocuğun serbeste çıkması için; kırk gün içerisinde genellikle kadın ve çocuğun yıkanması biçiminde yapılan uygulamaya “kırklama” adı verilmektedir.Yaygın olarak kullanılan “kırklama” tanımlanmasının dışında bu olaya halk arasında; “kır dökme”, “kırk çıkarma” vb. adlar da tanımlanmaktadır.

Anadolu’da kırklama işlemi en yaygın olarak kırkıncı gün yapılmaktadır.Bu süre yörelere göre farklılık göstermekte; 7., 20., 30., 37., 39., 41. günlerde de kırklama yapılmaktadır.Bu işlem yörelere göre şekilde bazı farklılıklar gösteriyor olmasına karşın içerikte aynı amaca yönelik bir uygulamadır.Doğumla ilgili adet ve uygulamalar içerisinde kırklama işlemini geçmişte olduğu gibi günümüzde de değişmez bir kural olarak geçerliliğini sürdürmektedir.

t.c kültür ve turizm bakanlığı
 
OP
Ş

Şahmaran.

Admin
Admin
Katılım
9 Temmuz 2008
Mesajlar
38.082
Tepki
50.395
Puan
113
Ali Aksüt: Doğum Gelenekleri


Gebelik:

Kadın, gebeliği ilk önce uygun bir dille duyurulur. Eşler birlikte kızın evine giderler. Anne adayı, mutlu haberi kendi annesine iletir. Anne de eşine söyler, tüm aile bu mutlu olayı kutlar. Bazı yörelerde horoz kurban edildiği bile olur. Mutluluk haberini duyan aile, kızları ve damatlarına hediyeler verir. Bebek için giysiler, yatak malzemesi gibi hazırlıklar yapılır. Eltiler, görümceler, oğlan ve kız annesi, gelinin arkadaşları, gebe kadının doğum hazırlıklarına yardımcı olurlar.

Gebe gelinin baş bağlaması:

Gebe kaldığını anlayan gelin, durumu kaynanasına bildirir. Durumu öğrenen kaynana, sevinçle bir kasaba gider ve 7 adet koyun kellesi alır. Bunları yıkar, temizler, bir kazanda kaynatır. Kelle yemeği olarak hazırlar. Yanına pilav, komposto, tatlı vb. de yapar. Mevsim meyvelerini de katarak sofraya getirir. Gelinin akranı, yeni evli gelinleri bu sofraya davet eder. Gelin ve arkadaşları yemeklerini yer, türküler söyler, oyunlar oynar.

Geline yakasız köyneğini, üç eteklerini, kısa enli cepkenini giydirirler. Giysileri giydirilirken selavat getirirler. Gelinin başı, renkli poşularla bağlanır; poşunun üzerine altından veya gümüşten takılar takılır. Bu poşular 7 renktir. Her rengin ucu birer metre kadar uzunlukta sırttan aşağı sarkıtılır. Ayrıca bir kırmızı poşu ile de gelinin ağzı örtülür.

Gelin, bu sırada konuşmaz. Eşi, kaynata ve kaynanası, yakınları, arkadaşları baş bağlanmasının arkasından hediyeler (anmalık) verirler. Konuşmasını isterler. Gebe kalan, başı bağlanan gelin, artık aile içinde statü kazanmıştır. Gelinin eteğine, çocuk şapkası ve başörtüsü koyarlar. Gelin, eteğiyle bunları 3 kez havalandırır. Etekteki şapkayı kapan konuk gelinlerden birinin oğlu olacağı, başörtüsünü kapanın ise, kızı olacağına inanılır. Bu atış üç kez tekrarlanır. Son atışta şapkayı ve başörtülerini kapan gelinler, bunlara sahip olur. Başı bağlanmış olan gelin artık konuşmaya başlar.

Gebelikle ilgili ve gebelik süresince uygulamalar:

· Kadın, gebeliği süresince, al basmasın diye başına al örtü bağlar.

· Gelinin ağırlığı düşmesin diye boynuna altın takılır.

· Nazarı önlemek için ise, göz boncuğu ve maşallah gibi takılar takılır.

· Kadın gebeliği sırasında al yanaklı, güzel yüzlü ise, oğlan doğuracak demektir.

· Kadının karnı büyükçe ve yukarıda ise kız doğuracak şeklinde yorumlanır.

· Aşeren kadın, çirkin bulduğu şeylere bakmaz, kelle yemez.

Gebe kadın için “kız kasıkta, oğlan karında durur” derler. Kız çocuğunun doğumu sırasında kasık, oğlan çocuğunun doğumunda annenin sırtı ağrır.

Aşerme sırasında kadına, özlemini duyduğu herşey yedirilir.

· Aşeren kadına sakız çiğnetilmez, sevmediği yiyecekler yedirilmez.

· Çirkin bulduğu korktuğu, çekindiği şeylere baktırılmaz.

· Tilkiye bakarsa çocuğunun sinsi, tavşana bakarsa yarık dudaklı, mandaya bakarsa hantal olacağına inanılır.

· Çirkin bulduğu kadına da erkeğe de bakmaz.

· Gebe kadına çevresindekilerce sürekli iyimser ve neşeli olması öğütlenir.

Doğum:

Yaşamın başlangıcı olan doğum, her toplum gibi Tahtacılarda da çok çok önemsenir. Duygular yoğunlaşır. Çünkü, doğum olağanüstü bir olaydır. Soyun sürmesi demek olan doğumdan önce; doğum kolay olsun diye:

· Çeşmenin musluğu açılır.

· Oklavalar kırılır.

Her obanın doğuma yardımcı bir ebesi vardır o çağırılır. Komşu-akraba olan becerikli kadınlar da doğum için çağırılır. Çocuğun giysileri hazırlanır, bir kazan su kaynatılır. Bu su ile doğuma yardımcı tüm kadınlar, ellerini yıkarlar. Gebe kadını, sancısı gelsin diye iki kadın kollarından tutar yürütür. Sonra bir battaniye içine kadını yatırır sallarlar. Bundan amaç, çocuğun karında doğuma hazır duruma gelmesidir. Bu arada kadınlar, gebe kadının kasığını çekerler. Doğum zor oluyorsa, tavana bir ip bağlanır, kadın ipten tutunup güç alarak ıkınır, rahim avuç içi kadar açılırsa çocuk doğuma hazır demektir. Ebe, kasığa basar, yardımcı kadınlar sürekli gebe kadına moral vererek cesaretlendirir. Doğan erkek çocuk ise, sevinç daha fazla olur. Ailenin başka oğulları olsa bile bu sevinç değişmez. Doğumdan sonra çocuğun eşi düşer, düşmezse ebe elini yıkar, zeytinyağı ile yağlar, göbek bağından tutarak eşi çıkarır. Çıkarılan eş, evin uzağında ayak basmayacak bir yere gömülür.

Göbek kesme:

Ebe eliyle çocuğun göbeğiyle eşi arasında bir karışlık boşluk bırakır. Elini çıkıntılı göbeğin üzerine koyduktan sonra keser. Göbek bağı ikiye katlanır, çok sıkı olarak bağlanır. Sıkı bağlanmazsa, bebek ölür. Bir hafta içinde göbek bağı kuruyarak kendiliğinden düşer.

Çocuk kız ise, bir çeyiz sandığına veya dikiş makinesinin çekmecesinde göbek bağı saklanır. Doğan çocuk erkek ise, göbek bağı okulun bahçesine “okusun, adam olsun” dileğiyle gömülür. Kız için, ayağı evde olsun, evcil olsun dileğiyle göbek bağı mutlaka evin içinde saklanır.

Doğumdan sonra kadına soğuk su verilmez, üşütmesin diye kekik kaynatılır. Bir gün boyunca çocuğa ılık şekerli su verilir. Bu arada karın bölgesindeki kan aksın ve kadın göbekli olmasın diye, karnı bir çarşafla sıkılır ve bağlanır. Gebe kadın bu bağ ile birkaç gün kalır. Ağrı olursa arpa unu, soğan, kekik, un yoğrularak yakı edilir ve karına bağlanır.

İlk anne sütü, ayak deyip çiğnenmeyecek bir yere sağılır, çocuğa verilmez. İkinci süt, ilk birkaç damlasından sonra çocuğa içirtilir. İlk süt verilirken memede çatlama olmasın diye soğan kesilir, yara üzerine sürülür. Kadın yatağına çocuğuyla birlikte yatırılır, konu-komşu çorba ve pelte pişirerek kutlamaya gelirler. “Analı-babalı büyüsün”, “yaşı uzun olsun” genellikle ana dilekleridir.

Bebek görümü:

Soyu sürdürmenin belgesi olan bebek doğunca oba, köy büyük sevince boğulur. Hemen bir kişi baba adayına müjdeci gönderilir. Baba müjdeciyi ödüllendirir. Gücüne göre armağanlar verir.

· Bebeğin yüzü sürekli sarı bir örtü ile “sarılık olmasın” diye örtülüdür.

· Anne ise albasmasın diye al örtülür.

· Yastığın altında ise, bir bıçak ve ekmek bulunur.

Bu albasmaması için bir önlemdir. Baba, çocuğu görmeye geldiğinde elinde eşine görümlük adlı hediyeyi getirir. Çocuğa “maşallah” der öyle bakar, aile büyükleri ve yakınları anneye ve çocuğa görümlükle gelirler. 40’ı çıkmayan çocuk dışarı çıkarılmaz. Bazen zorda kalınırsa 20’sinde dışarı çıkarılır. Anne de zorunlu kalmazsa, dışarı çıkmaz, uzaklara gitmez, ağır iş yapmaz, yük kaldırmaz, ayrıca 40 günlük süre içerisinde eşiyle yatmaz. Evde anne yalnız bırakılmaz. Deneyimli bir kadın “görümce, kaynana, anne” gibi bulunur. Çocuğun beslenmesi, temizliği, sağlığı ve annenin sağlığıyla bunlar ilgilenir. Eğer anne bilmiyorsa, çocuğu deneyimli kadınlar beler. Kimi yerde çocuk beşiğe alınır. Beşiğe yatırılan çocuğa kundak yapılmaz, bez bağlanmaz. Beşiğin altında lazımlık bulunur. Buna Isparta ve Antalya yöresinde “sülbüş” denir.

Kadın çocuğu emzirirken, beşikte sarılı bebeğin üzerine eğilir öyle emzirir, çocuk kundaktaysa annenin kucağına verilir.

· 40’lı kadın cenazeye gitmez, gitmek zorunda kalırsa, cenaze suyunun üzerinden atlatılır, eli-yüzü cenaze suyuyla yıkatılır.

· Başka bir kırklı kadınla karşılaşırsa, karşılıklı iğne değişirler.

· 40’ıncı günü bir tasın içine 40 adet küçük taş, 40 adet gül veya mevsim çiçeği atılır. Kimileri 40 taş yerine 40 metal para atarlar. Bu tastaki suyu süzerler, bunu 39’ar kez annenin ve çocuğun üzerine dökerler, 40’ıncı su kalan suyun tümüdür bu da dökülür, böylece kadın ve çocuk ayrı ayrı kırklanmış olur.

Çocuğa giysisi giydirilir.Kimi yerleşim birimlerinde anne çocukla birlikte kırklanır. Şimdilerde kent ve kasabalara yerleşen Tahtacılar, kırklı kadın ve çocuğu hamama götürüyorlar.

· Nazarı değen kadın varsa, çocuk ona gösterilmez.

· Kadın görürse, bir parça giysisinden bez kesilerek alınır.

Çocuğu olmayan kadına Antalya yöresinde “Kasnak” adı verilir. Sütü olmayan kadının yerine başka bir kadın çocuğa süt verir, buna süt annesi denir. Nazar değmesin diye nazar boncuğu, üzerlik, çöre otu, sarımsak kökü ile nazarlık yapılır, çocuğun kundağı veya yatağına asılır. Çocuk devamlı ağlarsa, kurşun dökülür. Önceki çocukları kız olanlar, oğlan olsun diye kızlarına Songül, Sonnur, Yeter, Döne, Döndü gibi adlar verilir. Yeniden kız doğarsa, Kısmet adı verilir. Çocuğu yaşamayanlar ise Dursun adını verirler.

Ad verme:

Anne-baba, çocuğuna adını kendileri koymaz, aile büyüklerine bırakırlar. Oğlan olursa şu kız olursa bu gibi değerlendirmeler yapılır. Genellikle eski ataların adları yaşatılır. Doğumun yedinci günü çocuk tuzlanır. Tuz yemeği adı altında köylüye bir yemek verilir. Bu yemeğe yalnız köyün kadınları çağrılır. Bir yandan çocuk tuzlanır, diğer yandan da tespit edilen ad çocuğa verilir.

Daha önceleri ölmüş ataların adları verilirken şimdi Özlem, Özgür, Sevgi, Barış, Umut, Türkü, Pınar, Irmak, Deniz gibi adlar konmaktadır. Eski ve geleneksel Ali, Fatma, Veli, Gülsüm, Emine, Zeynep, Hasan, Hüseyin gibi isimler daha az konmaktadır.

Köylerde aşerme, albasması, alkarası, kırklama, nazar değmesi, “gözdeğmesi”, 40 basması gibi olgular, azalarak da olsa yaşamaktadır. Eğitim oranı yükseldikçe, bu tür olgular yerini yitirmektedir. Günümüzde köy ebelerinin yerini, diplomalı ebeler almışsa da birçok köyde ve ağaç kesimi yapılan obalarda köy ebesinin doğurttuğu kadın sayısı hayli fazladır.
 
OP
Ş

Şahmaran.

Admin
Admin
Katılım
9 Temmuz 2008
Mesajlar
38.082
Tepki
50.395
Puan
113
LOHUSA GELENEKLERİ

Türk gelenekleri içinde doğum hazırlıkları ve lohusa döneminin özel bir yeri vardır. Bu hazırlıklara hamileliğin altıncı veya yedinci aylarında başlanırdı. Yakın bir semtte oturan ebeye, işlemeli keseler içinde birer okka şeker, çekirdek kahve ve sabun götürülerek doğum için ebe tutulurdu.

Doğumdan sonra lohusa şerbeti kaynatılır ve doğumu müjdelemek için sürahilerle akrabalara, yakın dostlara, komşulara gönderilirdi. Bebek erkek ise sürahinin boynuna kırmızı kurdele, kız ise ağzına gaz boyaması denilen kırmızı tülbent bağlanırdı. Daha sonraki günlerde gözaydına gelen konuklara da gümüş zarflı bardaklarla şerbet ikram edilirdi.

Lohusaya evin en geniş odasında, yataklık denilen karyolada veya üst üste konularak yükseltilen altı-yedi kat şiltenin üzerinde lohusa yatağı hazırlanırdı. Yatağa atlas veya kadifeden gelin yorganı örtülürdü. Yatağın yanına mutlaka kese içinde Kur'an-ı Kerim ve parlak ömrü sembolize eden gümüş ayna asılırdı. Bir şişe sarımsak saplanıp üstü kırmızı gaz boyaması ile sarılır, sarımsak ve nazar boncukları ile süslenirdi. Bu sarımsak, 40. gün hamama gidilirken, kapının eşiğinde lohusaya ezdirilerek evin acı görmemesi ve acıların uzaklaştırılması sağlanırdı.

Lohusa yatağı yedinci gün toplanırdı. Yatağın kalkacağı gün mahalle imamı veya ailenin reisi olan yaşlı bir erkek, bebeğin sağ kulağına ezan ve Kelime-i Şahadet, sol kulağına da Besmele ile üç defa ismini okurdu.


Doğumdan 40 gün sonra konu komşu, eş dostla birlikte hamama gidilirdi.

alıntı
 
G

guzelcem

Misafir
Bu gelenek ve inanışların hepsini biliyorum, emeğine sağlık canısı...
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst