A'dan Z'ye Psikiyatrik Ansiklopedi

OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
E


ECT (Elektrokonvülsif Terapi )


Elektropleksi olarak da bilinir.
1933 yılında Meduna şizofreni tedavisi için konvülsiyon terapisini yeniden psikiyatride kullanmaya başlamış ve 1937 yılında Cerletti ve Bini elektrikle harekete geçirilen nöbetlerin terapötik olarak daha önceleri kimyasal yoldan yaratılan konvülsiyonlar kadar etkin ama daha güvenilir ve daha az rahatsız edici olduğunu ispatlamışlardır. ECT tamamen ampirik bir tedavi biçimidir. Bu tip nöbetin hastaya niçin yararlı olduğu bilinmemektedir ancak son zamanlarda ECT'nin beyinde fizyolojik aktivite gösteren amin (bkz.) konsantrasyonlarını tıpkı antidepresan ilaçlar gibi arttırdığı ispatlanmıştır. Konvülsiyon terapisi ilk olarak şizofreni tedavisinde kullanılmış ama tek başına uygulandığı zaman ve fenotiazinlerin bulunmasından önce olumlu sonuçlar vermemiştir. Oysa fenotiazinlerle veya diğer majör trankilizanlarla kombine kullanımı gittikçe yaygınlaşmakta ve yalnızca çok kere dramatik bir tepki gösteren katatonik durumlarda veya affektif öğenin güçlü olduğu hastalarda değil aynı zamanda akut bir hastalık başlangıcı ya da şiddetlenmesi gösteren hattâ yalnızca medikasyonla tedaviye dirençli daha kronik paranoid şizofrenilerde bile uygulanmaktadır. ECT' nin başlıca endikasyonu daha ziyade endojen tipteki depresyondur. Uygun vakalardaECT hastalığın tamamen iyileşmesini sağlar ama tabii ki nüksetmeyi önlemez. Özellikle ilk olarak hayatın envolüsyonel döneminde başgösteren ve belirgin ajitasyonla karakterize olan endojen depresyonlarda etkindir. Oysa nörotik tipteki depresyonlarda hastalık nekadar şiddetli olursa olsun hiç yararlı değildir.

Pratikte ECT antidepresan ilaçlarla kıyaslanabilir. ECT bazı vakalarda hastalığın tamamen iyileşmesini oysa antidepresanlar yalnızca semptomatik rahatlamayı sağlar ve doğal bir remisyona kadar belki de aylarca tedavi gerekebilir. Öte yandan ECT tekrarlı anestetik kullanımını gerektirir ve poliklinik tedavide bile haftada bir veya iki kere yarım günlük iş kaybına yol açar. Pratikte evde tedavi veya poliklinik tedavinin mümkün olduğu hafif ve orta derecedeki depresyon vakalarında antidepresanlar çok yararlıdır. Daha entraktabl vakalarda veya antidepresanlarla tedavinin başarısız olması ihtimalinin bulunduğu şiddetli depresyon vakalarındaECT'ye başvurulmalıdır. Şiddetli depresyon geçiren hastalarda yeme güçlüklerinin yarattığı fizik rahatsızlık veya uykusuzluk genel ajitasyon ve huzursuzluk nedeniyle olan halsizlikten dolayı birçok hekim antidepresan ilaçları deneyerek zaman kaybedeceklerine tedaviye ECT ile başlamayı yeğlerler. Bu intihar tasarıları kuran hastalarda da geçerlidir; çünkü her iki tedavi yönteminde de iyileşme kaydedilmeden önce latent bir dönem geçmesine rağmen şiddetli depresyon geçiren hastalar şüphesiz ECT' den yararlanacaklardır ve daha az etkin bir tedaviyi deneyerek intihar riski göze alınmamalıdır. ECT ve antidepresan ilaçlar arasında bir seçim yapmak yerine özellikle ortam ve kişilik sorunları olan hastalarda yalnız ECT tedavisiyle başgösterebilecek bir nüksetmeyi önlemek için artık ECT ile birlikte antidepresan ilaçlar uygulanmaktadır. ECT öncelikle depressif hastalıklarda kullanılmakla birlikte mani durumlarında da yarar sağlayabilmesi bir çelişki gibi görünmektedir. Majör trankilizanların yetersiz bir kontrol sağladığı yahut hastalığın belirgin olduğu vakalarda ECT endikedir. Her iki durumdada genellikle daha sık uygulanan (örneğin ilk hafta üç kere sonra haftada iki kere) ECT kürüyle nöbetlere çok kere son verilir.

Tecrübeli bir ekip tarafından uygulandığındaECT son derece güvenli bir tedavidir ve ancak birkaç bin hastada bir ölüm vakası kaydedilir; başka bir deyimle genel anestezideki ölüm riskinden daha da az. Yalnızca yeni bir kardiak enfarktüs vakası ECT için bir kontrendikasyondur. Diğer kontrendikasyonlar nisbidir. Örneğin pülmoner tüberküloz veya konjestif kalb yetmezliği ve fizik gerileme vakalarında anestetik ve modifiye konvülsiyonların sakıncaları ve depressif hastalıktaki sürekli huzursuzluğun dezavantajları karşılaştırılmalıdır.

ECT başlangıçta genellikle haftada iki kere uygulanır ama tedavinin sonuna doğru haftada bire indirilir.Olumlu vakalarda üçüncü ya da dördüncü konvülsiyondan sonra düzelme kaydedilir ve altı yedi tedavi yeterli olabilir. Altı ya da yedi konvülsiyondan sonra düzelme görülmezse tedavinin sürdürülmesi tavsiye edilmez.

Tedavinin bir sonucu olarak kısmi amnezi özellikle yaşlı hastalarda sık görülür. Konvülsiyon sıklığı ve sayısı arttıkça amnezi de artar ve yaşlı hastalarda klinik durum elverir elvermez tedaviyi seyrekleştirmek yoluyla azaltılabilir. Amnezi hemen her zaman geçicidirama yaşlı hastalarda birkaç ay sürebilir.Ender olarak şiddetlidirama özellikle işi hafızaya dayanan bir hastada rahatsızlık yaratır. Çok kere bu gibi hafıza bozukluklarının ECT'nin ayrılmaz ve gerekli bir öğesi olduğu düşünülmektedir ama son zamanlarda yapılan çalışmalar bunun doğru olmayabileceğine işaret etmektedir. Böylece ECT' nin yalnızca non-dominant hemisfere uygulanmasına başlanmış ve olumlu sonuçlar elde edilmiştir.



Eğitimde Normalin Altında Performans

Bkz. ESN



Edward Sendromu (Trisomi E)


Bu sendrom E grubundan bir otosomal kromozomdaki trisomi ile ilgilidir (bkz. Denver Sistemi). Sendromda şiddetli akıl geriliğiyle birlikte hastalarda başka başka kombinasyonlarla başgösteren belirgin gross fizik formasyon bozuklukları mevcuttur. Belli başlı spesifik formasyon bozuklukları yüzde ellerde ayaklarda ve kalbde olur. Ayrıca bu sendromun bir özelliği olarak «falx cerebri» rapor edilmiş ve sık sık korpus kallosumda hipoplazi veya agenez vakaları kaydedilmiştir. Bu vakalarda çocukluk döneminden sonra yaşama şansı düşüktür. Belirgin bir büyüme geriliği ve gelişememe mevcuttur.


EEG (elektroansefalogram)


Elektroansefalogram kafatası yüzeyinde çeşitli noktalar arasındaki elektriksel potansiyel farklarının kaydıdır. Beyin yüzeyinde yahut derin serebral maddede karmaşık potansiyel analizleri yalnızca çok özel koşullar altında yapılabilir. Böylece kaydedilen elektriksel değişimler yüzey elektrodlarının yakınındaki elektriksel olayların toplamını yansıtır. Dolayısıyla kullanılan elektronik cihazın karmaşıklığına rağmen yapılan analiz temel olarak kabataslaktır.

Yine de aynı yaştaki kişilerde sağlıklı beyin traseleri tutarlılık gösterdiğinden anomaliler teşhis edilebilir. Kayıtta beliren ve normale uygun ritmlerin dağılım alanı yaş arttıkça daralır. Dalga biçimleri frekanslarına göre Grek alfabesiyle gösterilir.

Yeni doğmuş bebeklerde düzensiz ve asenkron delta (saniyede 4 cycle'dan az) ve teta (saniyede 4-7 cycle) bandlarında daha yavaş dalgalar hâkimdir. Üç yaşında bu predominans gittikçe teta bandına değişir voltaj artar ve alfa ritminin (saniyede 8-13 cycle) bazı öğeleri belirmeye başlar. Gittikçe alfa ritmi daha yavaş ritmlerin yerini alır ve 15 yaşında EEG ye alfa ritmi hâkim olur. Daha hızlı beta ritmleri (saniyede 14 cycle) de mevcuttur.

EEG organik serebral bozukluklarda ve serebral fonksiyonda sekonder etki yaratan bozukluklarda yararlıdır. Psikiyatride öncelikle bu bozuklukların doğrulanması ve teşhisin kesinleşmesinde katkısı olur. Ancak fonksiyonel bozukluklarla ilgili hiçbir bilgi vermez. Normal bir EEG trasesi akıl semptomlarının fonksiyonel kökeni bakımından zayıf bir dayanaktır. Epileptik bozukluklar EEG'de sık sık anormal ritmler gösterir. Bu ritmlerin karakteristikleri belli başlı nöbet tipleriyle ilgili bölümlerde anlatılmaktadır.

Temel ritmde desenkronizasyon ve yavaşlama sivri «spike» benzeri bölümler ve diğer tipte anomaliler (örneğin ritm yokluğu) özellikle beynin belli bir alanında lokalize olduğu zaman serebral fonksiyonun anormal olduğunu gösterir. Ancak birkaç bozukluk patognomonik EEG değişimleri gösterir.

Bkz. Grand Mal Petit Mal ve Lobus Temporalis epilepsisi


Efor Sendromu (Da Costa Sendromu)


(nöro-sirkülatuar asteni)

Savaş sırasında özellikle askerlerde görülen bu duruma barış zamanlarında veya sivil nüfusta ender rastlanır. Semptomları soluk kesilmesi sol meme altı ağrısı anksiete taşikardi çarpıntı ve efor durumunda bütün semptomlarda şiddetlenmedir.

Hastalığın kapsamında ya******ik faktörler önemli rol oynar. Ayrıca askeri hizmetten ayrılmak da bu kalıplaşmış klinik tablonun oluşumunu harekete geçirebilir. Bkz. Psikosomatik Bozukluklar

Kardiovasküler Sistem ve Psikosomatik Hastalık



Ego


Ego kişilik yapısının doğrudan doğruya dış ve iç ortamlarla ilgili bölümüdür. Id'den (bkz.) gelen içgüdüleri toplumsal ve emosyonel bakımdan uygun eylemlere doğru kanalize eder. Bu işlemde çeşitli mekanizmalar sözkonusudur: algılama motor hareket gerçekliğin kabulügüvenlik ve öz-korumayı sağlama arzusu. Ayrıca hafıza duygu düşünce ve genel sentez fonksiyonu da rol oynar. Ego'nun gelişimi fizik ve serebral olgunlaşmaya göre ve dış dünyadan gelen uyarıların kişilik üzerinde ilk etkileri bırakmaya başladığı doğumdan itibaren süregelen yaşantı faktörlerine göre değişir. Ego'yu kontrol ve modifiye eden ise Süperego (bkz.) veya vicdandır. Süperego ve ego arasındaki çatışma suçluluk duygularına ya da çok kere acı emosyonlarına yol açabilir.Ego çeşitli psikolojik savunma mekanizmalarıyla «id»in (içgüdüsel) uyarılarının hâkimiyetine ve kendisine çok güçlü gelen gerçekliğe karşı korunur.Bu mekanizmalar arasında represyon yadsıma projeksiyon regresyon yer değiştirme reaksiyon formasyonu rasyonalizasyon entellektüelleştirme süblimasyon (yüceltme) vs. vardır.


Ego-İdeal


Ego akıl proçeslerinin gerçekliği sınayan bölümüdür. Ego-ideal ise ego'nun bir öğesidir ve temelinde kişinin kendini ebeveyniyle özdeşleştirmesi ve olmak istediği gibi olmak için gösterdiği çaba vardır. Olgunlaşma sırasında ego-ideal değişebilir ama genellikle kişinin özdeşleşme umudu duyduğu ve çabası gösterdiği bir ideali yansıtır.



Egzibisyonizm

Egzibisyonizm erkek genital organlarının genellikle ereksiyon halindeki penisin kasten bir kadına gösterilmesidir. Genellikle pencerelerde ıssız yollarda veya genel tuvaletlerin yakınında olur. Bu eylemin erkekte tam bir cinsel heyecan yaratması için kadının şaşkınlık hattâ korku göstermesi gerekir. Egzibisyonist ender olarak fizik veya cinsel saldırıyı amaçlar. Hastalık adolesans döneminde zayıf cinsel dürtünün arttırılması için bir yöntem olarak başlar ve hastanın eşinin gebeliği sırasında yahut birikmiş saldırganlık duyguları ya da eşi tarafından cinsel bakımdan aşağılanması üzerine bir alışkanlık haline gelir.

Fantazi durumlarında aversiyon (engelleme) terapisi ve grup psikoterapisi en yararlı tedavilerdir. Nüksetme gösteren vakalarda östroienlerle kimyasal kastrasyon yararlı olabilir.



Egzistansiyel (Varoluşçu) Psikiyatri


Bu görüşün temelinde özellikle Kierkegaard Heidegger Husserl ve Sartre gibi düşünürlerin felsefe sistemleri vardır. Bu görüşe göre insan somut bireysel bir eylemcidir. Varoluş yalnızca yaşanabilir düşünülemez. Egzistansiyel analiz bu görüşün savunucularına göre geleneksel analizi tamamlayıcı niteliktedir ama kişiye ve dünyasına daha pratik ve geniş kapsamlı bir yaklaşım yöntemidir. Egzistansiyalistler özellikle şizofreni sorunlarıyla ilgilenirler. Böyle bir episodun hasta çevresindeki varoluş akımı içinde hayatını sürdürmeyi imkansız bulduğu zaman geliştiğini ileri sürerler. Hasta artık «bu dünyada değildir» (dasein). Egzistansiyel analiz semptomların gerisinde bu semptomları belirleyen spesifik yaşantı biçimlerinin araştırılmasından ibarettir. Kullandığı tekniklerin terapötik değeri konusunda kesin hiçbir delil yoktur- klasik analizde buna en yakın yaklaşım transferansm yorumlanması yani terapist ve hasta arasındaki ilişkinin ve bunun hastadaki hayata uyumsuzlukla ilişkisinin yorumlanmasıdır.


Eko-Ansefalografi (Sono-Ansefalografi)


Eko-ansefalografi endüstride kullanılan bazı yöntemlerden esinlenilerek geliştirilmiş yararlı bir teknik olup beyin orta çizgisindeki yapılarda yer değişikliği olup olmadığını saptamak amacıyla kullanılır. Bir çift baryum titanat kristali ihtiva eden bir prob'dan gönderilen bir ultra ses dalgası geri döner bu dalga beyin orta çizgisindeki vapılarda yansır ve sürekli bir eko oluşur. Bu yapılar merkezde olduğu zaman eko sırayla başın iki yanına yerleştirilen prob'lardan eşit uzaklıkta bulunur. Bu yapılarda kayma olduğu zaman ise eko başın bir yanındaki proba daha yakın bulunacaktır. Serebral atrofide subaraknoid boşluklardan eko'lar alınır ve vantriküller herbir hemisfere göre genişlemiş bulunur. Son olarak subdural hematomlar beyin orta çizgisinde eko oluşumunu önler.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Ekolali


Genellikle hastanın çevresindekilerin söyledikleri sözlerin ama bazan hastanın kendi düşüncelerinin (echo de la pensee) yankılanmasıdır. Hemen her zaman şizofrenik (bkz.) hastalığın bir belirtisi olup perseverasyon (bkz.) Ve palilaliden (bkz.) farklıdır.

Bkz. Ekopraksi



Ekoloji

Bir organizma ve ortamı arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Ekoloji bu ilişkinin her yönünü kapsar: birey birey toplulukları başka tür bireyler arasındaki ilişki fizik ortam vs. Psikosomatik tıp insan ekolojisinde kullanılan kavramlara büyük katkılarda bulunmuştur. Genellikle ekologlar psikolojik iç ortamdan ziyade fizik dış ortama önem verirler.



Ekopraksi


Hastanın çevresindekilerin davranışlarını taklit etmesidir. Hemen hemen yalnızca şizofrenik (bkz.) hastalığın bir belirtisidir ama bazı şiddetli zeka geriliği vakalarında da görülebilir.

Bkz Ekolali



Eksojen depresyon

bkz. Reaktif depresyon



Eksorsizm

Yüzyıllarca deliliğin nedeninin şeytan olduğuna ve hastanın iyileşmesi için eksorsizm yani şeytanın hastadan uzaklaştırılması gerektiğine inanılmıştı. Bugün batıda yabancı bir ruhun kişiyi etkilemesine ender olarak inanılmaktadır ama Zencilerde özellikle Karaib'lerde Batı Afrika ve Nijerya gibi bölgelerde böyle durumlardan sık söz edilmektedir. Belli bir kültürdeki yaygın fikirler akıl hastalığının tezahürünü de değiştirebilir. Böylece «şeytanın etkisine girme» fikirleri çoğunlukla spesifik değildir ve temaruz kültürel trans durumları ve şizofreni gibi başka başka durumlarda bu fikirlere rastlanabilir.



Ekspektansi Dalgası


Ekspektansi dalgası veya «contingent negative variation» (CNV) istemli bir eylemden önce EEG'de görülen bir değişimdir. Tipik olarak yaklaşık bir saniye aralıklı iki stimulusla harekete geçirilir ve süjenin ikinci stimulusa tepkisini gerektirir.İlk stimulusdan sonra verteks'de negatif bir potansiyel gelişir ve süjenin tepkisi üzerine düşme gösterir. Anksiete durumlarında ve psikozlarda CNV anomalileri olabilir.


Ekstazi Durumu


Hastanın kendisini neşeli huzurlu son derece sakin ve mutlu hissettiği ekstatik bir ruhsal durumdur. Azizlerin ve mistiklerin hayatlarında dinsel ekstazi durumları konusunda belgeler vardır. Psikiyatride şizofrenik bir durum ile manikdepressif hastalıkta beliren bir ruhsal değişim arasında ayrım yapmak bazan güçtür. Ses veya görüntü hallüsinasyonlarına karşı tepki olan ekstazi çoğunlukla şizofrenik kökenlidir. Hastanın eroin veya LSD gibi ilaçları kullanıp kullanmadığı da ekstazi durumlarının tanısında araştırılmalıdır.


Ekstrapiramidal Sendromlar


Bu sendromlar ekstrapiramidal motor sistemin bazal ganglionların anormal fonksiyonuyla ilgilidir.Akinezi tremor ve rijiditenin oluşturduğu klasik üç semptom tablosuyla karakterize olan Parkinsonizm bu tip semptomların en sık görülen biçimidir. Parkinsonizmli bir hastada ayrıca hızlı ve ayaklarını sürüyerek yürüme koordine hareket yeteneğinin kaybı tükürük akması sebore ve bazan okülogirik krizler gibi diğer özellikler de mevcuttur. Akatizik hastalar büyük bir huzursuzluk ve ajitasyon gösterirler durmadan ayaklarını yere vururlar ayağa kalkıp otururlar ve dolaşırlar.Distonik durumlarda kas gruplarının tekrarlı spazmlara girmesi sonucunda tortikollis opistotonus oluşur. Diskineziler özellikle dil ve ağız bölgesindeki tekrarlı tik hareketlerinin yanısıra birbirleriyle ilgili bir sendrom grubunu kapsar. Diğer sendromlar arasında korea ballismus ve atetoz vardır.

Ekstrapiramidal sendromların nedenleri vasküler lezyonlar bazal ganglion dejenerasyonu ve karbon monoksid zehirlenmesi gibi toksinler olabilir. Fenotiazinler ve bütirofenonlar gibi majör trankilizanlarla tedavi sırasında sık sık kalıcı nitelikte olmayan sendromlar gelişir. Birkaç dozdan sonra akut distonik reaksiyonlar görülebilir oysa Parkinson reaksiyonları ancak birkaç haftalık majör trankilizan uygulamasından sonra belirir. Yıllar süren fenotiazin tedavisinden sonra bazı yaşlı hastalarda çoğunlukla kalıcı nitelikte diskinetik sendromlar görülebilir. Parkinsonizmin en etkin tedavisi levodopadır ama kimyasal yoldan harekete geçirilen parkinsonizm durumlarında henüz yeterince değerlendirilmemiştir. Diğer antiparkinsonizm maddeleri arasında orfenadrin ve akut distonilerin tedavisi için biperidin laktat vardır.

Ektomorf


Ektomorf Sheldon'un somatotip sınıflandırmasındaki başlıca üç beden yapısı tipinden birinin özelliklerini taşıyan kişidir. Karakteristikleri uzun ve ince bir yapı uzun kol ve bacaklar ve cilt altı yağ dokusunun azlığıdır. Bkz. Yapı



Elasyon

Bu manide (bkz ) karakteristik ruhsal durumdur. Bazı şizofrenik hastalıklarda entoksikasyon durumlarında ve normal kişilerde beklenmeyen bir iyi duruma geçici bir tepki olarak da görülebilir. Manik elasyon karakteristik bir «enfeksiyon» niteliği taşır. Hasta girgin ve neşelidir çevresindekiler onun bu neşesine katılırlar. Oysa birçok manik hastada aşırı-aktivite ile irritabilite elasyondan daha belirgindir; ruhsal durumun temelindeki elasyon ancak kötü haberler hastayı rahatsız etmediği zaman anlaşılır.


Elektif Dilsizlik


Bu çocuklukta görülen ve normal dil gelişimine rağmen çocuğun bazı durumlarda konuşamadığı bazı durumlarda ise konuşabildiği bir bozukluktur.


Elektra Kompleksi


Erkek çocuktaki Oidipus kompleksine (bkz.) tekabül eder. Freud'cu analize göre kişinin ilerdeki karakterini cinsel uyumunu normal veya nörotik gelişimini belirleyen ve çocuklukta ¤¤¤¤üalitenin doruk noktası olan bu komplekse kız çocuklarında elektra kompleksi adı verilir. Ancak erkek çocuk için «anne» hayatı boyunca bir sevgi objesi olarak kalırken kız çocuk ilk olarak babasına duyduğu bu bağlılığın yönünü ilerdeki cinsel rolüne bir hazırlık olarak değiştirmek zorundadır. Kız çocuk fallik safhada cinsel farklılığı öğrendiği zaman pre-Oidipal anneye-bağlılık safhasından çıkar. Bu da bir kayıp veya kıskançlık durumuna yol açar kız çocuk durumu yüzünden annesini suçlar ve penis eksikliğini telâfi amacıyla babasına yönelir elektra kompleksi babanın çocuktaki bu dileği tatmin edememesi ve annenin bunu hoşgörmeyeceği korkusuyla çözümlenir.

Ebeveynin kız ve erkek çocuklarına gösterdikleri farklı tutum ve babada kız çocuğuna karşı mevcut «oidipojenik» ilgi olumlu bir çözümü güçleştirir.


Elektromiyografi

Nörolojide kasa uygulanan iğne-kayıt elektrodlarıyla kas fonksiyonuna ilişkin değerli bilgiler elde edilmektedir. Psikiyatride ise cildin altındaki kas kütlelerinin aktivitesini araştırmak amacıyla yüzeysel elektrodlar kullanılmaktadır. Kas aktivitesi hem aksiyöz hem de depresif hastalarda yüksek bir düzeydedir. Bu teknik ayrıca gevşeme terapisinin etkinliğini değerlendirmek için de kullanılmaktadır.


Elektropleksi

Bkz. ECT (ELEKTROKONVİLSİF TERAPİ)


Embesil


"Embesil zeka düseyi" terimi bugün 20 ve 50 IQ arasındaki psikolojik düzey olarak tanımlanır. Birçok embesil şiddettli fizik bozukluk söz konusu olmadığı takdirde özel eğitimden yararlanmakta ve atölyelerde çalışabilmektedir. Birçoğu da tekrarlamalı makineleşmiş görevlerde çalışabilmektedir.
Embriyopati


Embriyopati embriyonik gelişim sırasında baş göstererek patolojik değişimlere yol açabilen bir bozukluk için kullanılan genel bir terimdir. Bilinen nedenleri arasında önemli olanlar embriyonu etkileyebilecek maternel enfeksiyonları da kapsayan ortamsal bozukluklar (örneğin frengi rubella ve toksoplazmoz) anne ve fetüs arasında antijen uyuşmazlığı (örneğin rhesus uyuşmazlığı);çeşitli ilaçları içine alan teratojenik maddeler ve zararlı radyoterapidir.Gelişmekte olan santral sinir sisteminin özellikle ilk intra-uterin hayat döneminde zararlı etkilere karşı hassas olması muhtemelen bu hastalardaki akıl geriliği insidansının yüksek olmasında rol oynamaktadır.



Emeklilik

Emeklilik erkekler için en önemli stress'lerden biri sayılır çünkü statü ve gelir kaybının yanısıra uğraş kaybı da olur. Emeklilik Batının endüstrileşmiş toplumlarına özgü bir fenomendir ve yeni ustalıkların öğrenilmesi ve yeniden eğitim gibi sorunlar emeklinin çektiği güçlükleri arttırmaktadır. Atölyeler bazı vakalarda yararlı omakla birlikte bugün gittikçe daha da karmaşıklaşan endüstride geniş kapsamlı bir uygulama bulamamaktadır. Emekliliğin başlı başına önemli bir psikolojik stress olduğunu gösteren çok az delil vardır. Birçok kişi yaş sınırından çok fizik ve psikiyatrik sağlık bozukluğu nedeniyle emekli olamamaktadırlar. Genellikle çalışan sınıfa mensup erkekler (hoşlanmadıkları ve fizik bakımından yorucu işlerde çalıştıklarından) emekliliği arzu etmekte ama sürekli olarak evde oturmaları bazan evlilikte uyumu bozmaktadır.


Emir Otomatizmi

Bkz. OTOMATİK İTAAT.


Emosyon

Sık sık "duygu" ile eş anlamlı kullanılan bir terim olan emosyon kişinin hisleri veya ruhsal durumudur. Bu terimin hem bilinçli hem de bilinçsiz hisleri yaratan temel dürtü enerjilerini de kapsayan bilinçli olarak algılanan hisler ve duygu anlamında kullanılması belki de daha doğrudur. Bir impulsa karşı gösterilen reaksiyondaki emosyonel öğenin limbik sistemdeki (bkz.) reaksiyonlardan ileri geldiğine inanılmaktadır. Limbik sisteme retiküler formasyon yoluvla belli başlı duyu yollarından kollateraller ulaşır. Emosyon daha sonra kişiler tarafından algılanır ayrıca limbik sistem ile hipotalamus arasında mevcut bağlantılar yoluyla otonom ve endokrin aktivite değişimleri olarak da belirebilir.


Emosyonel Enkontinans

Organik serebral bozukluklu hastalarda sık görülen duygusal denge kararsızlığını (bkz.) tanımlamak için kullanılır. Tipik olarak serebral arteriosklerozlu (bkz.) hastalarda gelişir.


Emosyonel Yoksunluk


Bir çocuğun normal emosyonel ve entellektüel gelişimi için kendisini yetiştiren rolündeki bir yahut daha fazla yetişkinle olumlu ve sürekli bir ilişki kurması gerekir. Bunun bir gerçek olmasına rağmen bugünkü toplumda birçok çocuk için bu basit ihtiyacın karşılanamaması da üzücü bir gerçektir. Hayatın ilk altı ayı içinde çocuğun ihitiyaçları öncelikle fizikseldir ve annesinin sesini ayırmaya başlar. İkinci altı ay içinde ise artık annesini tamamen ve bu dönemden aşağı yukarı 5 yaşına kadar emosyonel yoksunluğa karşı özellikle hassastır. Emosyonel yoksunluk ve anne babadan ayrılma farklıdır. Çocuğun annesinden kısa bir süre için ayrılması ve tanıdığı başka bir akrabasının bakımında kalması onda emosyonel yoksunluk yaratmaz. Yoksunluğun kişilik üzerindeki olumsuz etkileritravmatik yaşantının sıklığına ve süresine sözkonusu yoksunluğun derecesine ve çocuğun mizacına bağlı olarak belirir. Karakteristik olarak bir çocuk kurumu ortamında büyüyen çocuk fevri ilgileri dağınık vr sebatsızdır; ilgi ve maddi ödül peşinde koşar. Neşeli olabilir ama früstrasyonu tolere edemez ve entellektüel gelişim bakımından oldukça geridir.Bu akıl geriliği muhtemelen yalnızca olumsuz bir genetik kalıtımın değil aynı zamanda ortamsal stimülasyon eksikliğinin de bir sonucudur. Emosyonel yoksunluk kurumlarda büyüyen çocuklar kadar "aile" çocuklarında özellikle büyük ailelerde veya annelerin depressif yahut yetersiz olmaları nedeniyle çocuklarına yetersiz bir emosyonel ilgi gösterdikleri ailelerde de olur.


Empati

Başkalarının düşünce ve duygularını anlama yeteneğimiz bunları kendi düşünce ve duygularımızla karşılaştırabilmemizin derecesine bağlıdır. Kader yahut korku gibi kendi hissettiğimizden daha yoğun emosyonları yaşantılarımızla kıyaslayarak örneğin depressif bir hastalığın semptomlarını anlayabiliriz. Oysa bazı psikiyatrik tezahürler normal yaşantılarla kıyaslanarak anlaşılamaz. Örneğin; şizofrenik düşünce bozukluğunun normal yaşantıda hiçbir paraleli yoktur. Böylece bir hastayı empati yoluyla anlama çok kere şizofreni ile duygusal bozukluklar arasında ayrım yapma ve daha genel olarak psikozları nevrozlardan ve kişilik bozukluklarından ayırma kriteri sayılmaktadır. Empati psikoterapi sırasında özellikle bunun yoğunlaşmış bir biçimi olan psikanaliz sırasında terapistle hasta arasındaki ilişkide önemli bir rol oynar.


Empotans (İktidarsızlık)

Empotans erkekte tatmin edici bir hetero¤¤¤¤üel koiti tamamlamaya yeterli bir penis ereksiyonu olamamsı veya bunun sürdürülememesidir.Prematüre ejakülasyondan (bkz.) farklı olmakla birlikte bir erkekte her ikisi birden mevcut olabilir. İlk cinsel temas girişimlerinde başlayan empotans (erken başlayan empotans) sık sık anksieteli ve kendine güvensiz erkeklerde olur. Tekrarlanan cinsel temas girişimleri sonucunda kişi utanç ve anksiete duymaya başlar. "Balayı" empotansı bu tiptir ve özellikle kadının çekingen ve tecrübesiz olduğu durumlarda ortaya çıkar. Erken başlayan empotans bazan da latent homo¤¤¤¤üalite (bkz.) gibi temeldeki bir cinsel bozukluktan ötürü olabilir. Bir cinsel uyum dönemi geçirdikten sonra orta yaşta başlayan empotans (geç başlayan empotans) erkeğin eşinden bıkmasından ve hoşlanmamasından ileri gelebilir ama kişisel ve evlilikle ilgili gerilimlere de sık rastlanır.Obezite kişisel hijyen adet bozuklukları ve vajinal akıntılar empotansda katkısı olan fakat giderilebilir faktörlerdir. Geç başlayan empotans organik bir hastalığın (özellikle diabetes mellitus pitüiter bozukluk alkolizm periferal arteriosklerotik hastalık nörolojik bozukluklar ve serebral tümörler) semptomu olabilir. Endojen depressif hastalıklar da empotansa yol açabilir.Yetmiş yaşınmdaki erkek nüfusun %50'sinin iktidarlı olmassına rağmen ileri yaşlarda biolojik empotans insidansı gittikçe artar. Anksietenin önemli bir rol oynadığı erken başlayan empotans tedavinin ilk adımı eşler arsındaki anlaşmayı teşvik ve karşılıklı korkuları ve düşmanlık duygularını araştırmak için eşlere örgütlerde bulunmaktadır. Basit trankilizanlar örneğin geceleri 5 mg medazepam yararlı olabilir. Empotans sürdüğü takdirde dört ila altı hafta süreyle cinsel temastan kaçınılması ve bu dönem süresince koitsiz bir sevişme uygulanması tavsiye edilmektedir. Ancak erkeğin ereksiyon kapasitesine güvenerek güçlü bir cinsel arzu duymasından sonra yeniden cinsel temasa izin verilmektedir. Cinsel sapıklıklar yahut "latent" homo¤¤¤¤üalite daha yoğun bireysel psikoterapi veya davranış terapisi gerektirebilir.Geç başlayan empotansda fizik muayenede önce organik hastalık ihtimali araştırılmalıdır. Her iki eşle birden yapılan görüşmeler sonucunda eşler arasındaki düşmanlık ve hoşgörüsüzlükler açığa çıkacak ve terapi niteliğindeki bu örgütlerde ilk adımı oluşturacaktır.Endojen depresyon belirtisi uygun antideprasan tedavisi için bir endikasyon sayılmalıdır. Etkin hiçbir afrodiziyak ilaç yoktur;ancak amfetaminlerin bazı psiko¤¤¤¤üel stimülan özellikler gösterdiği düşünülmektedir. İleri yaşlardaki biolojik empotansda iyileşme prognozu olumsuzdur. Bu tip dirençli vakalarda Lowenstein penis ile koitusu mümkün kılan ve böylece anksieteyi önleyen mekanik bir araçtır. BAşarılı bir yöntem olduğu konusundaki görüşler ve eşlerin estetik itirazları aynı orandadır.


 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Encephalıtıs lethargıca


1917 yılında Von Economo'nun tanımladığı "uyku hastalığı" o tarihten sonraki on yıl içinde bir salgın halini aldı ve bugüne kadar gittikçe kayboldu yahut klinik şeklini değiştirdi. Etken virüs kadınları ve erkekleri eşit oranda ama daha ziyade yetişkinleri etkiler. Hıçkırık salgınına da yol açabilir ve yılın ilk üç ayında son derece etkindir.Akut safhada orta beyinde okülomotor nukleus'larda ve substantia nigra'da enflamasyonlu hücrelerden oluşan mikroskopik perivasküler bilezikler görülür; ayrıca kronik safhada aynı bölgelerin yanısıra korteks ve bazal ganglionları da etkileyebilir. Hasta karakteristik olarak gündüzleri uyuşuk geceleri ise uykuludur. Baş ağrısından baş dönmesinden ve ağrılardan şikayet eder. Bulanık görme veya diplopi ile birlikte nistagmus ptosis altıncı sini felci ve konvülsiyonlar görülebilir. Bu safhada beyin omirilik sıvısı aşırı lenfosit prtein artışı ve pozitif globülin göstermiştir. Hastalığın kronik safhası ya doğrudan doğruya bir ilerleme olarak yada uzun süreli bir remisyondan sonra Parkinsonizmin başlıca septomlarını da kapsar-tremordan çok rijidite ve zayıflık görülür. Letarji uyku bozuklukları okülogirik krizler muhtemelen bunlara eşlik eden obsesyonel düşünceler tikler distonik sendromlar akathisia epilepsi obezite ve psikiyatrik bozukluklara da rastlanabilir. Psikiyatrik bozukluklar esas olarak emosyonel feveranlar ve sosyal davranışla tezahür eden kişilik değişimleridir. Depressif ve paranoid bozukluklarda rapor edilmiştir ama zeka bozukluğu enderdir. Hasatlığın akut safhası nispeten hafif geçtiği için bugün teşhis çok kere bir varsayım niteliği taşır. Genç bir hastada Parkinsonizmin başgöstermesi bu hastalığa işaret ederr. Trankilizan ilaçların yan etkileri bütün belirtileriyle bu hastalığı andırdığından ayırıcı teşhiste en önemli husus hastanın bu ilaçları kullanıp kullanmadığının araştırılmasıdır. Bu da tedavilerden haftalarca sonra dahi idrarda spektroskopi yöntemiyle saptanabilir.


Encopresıs

Uygunsuz durumlarda istemeden dışkılama çeşitli nedenlerden ileri gelebilir ama çocukluk döneminde nispeten ender görülen bir septomdur. Yedi yaşındaki erkek çocukların yaklaşık %2si ve 12 yaşındakilerin yaklaşık %1'i enkopretiktir. Kız çocuklar daha seyrek etkilenir. Encopresis'in sık görülen bir nedeni şiddetli akıl geriliği bir başkası da konstipasyondur. Kalın barsak feçesle dolduğu zaman kolon submükozasındaki sinir uçlarında afferent stimülasyon gerçekleşmez böylece hasta dışkılama ihtiyacını hissetmez. Bu da sıvı feçesin enkontinansıyla sonuçlanır. feçesin laksatiflerle yahut lavman yoluyla çıkarılması diğer tedaviler için hazırlık niteliğindedir. Konstipasyon yahut akıl geriliği septomlarıyla birlikte tehazür etmeyen encopresis çok daha güç bir sorundur ve çok kere çocukta oldukça ciddi bazan ebeveynin çocuğu istememe tutumlarıyla ilgili psikolojik bir sorunun belirtisidir. Basit eğitim işlemleri bir dereceye kadar başarılı olmuşsa da tedavide psikoterapiye daha sık başvurulmaktadır. Yetişkinlerde encopresis söz konusu olmadığına göre septomun prognozu olumludur. Oysa yetişkinlerdedbaşka tipte psikopatoloji sık sık çocuklukta encopresis'in yerini alır.


Endojen Depresyon

Deprosyon "etkinin" doğuştan gelenn bir biolojik bozukluk olduğu varsayımına dayanan ve endojen ile eksojen (reaktif) hastalıklar arasındaki geleneksel ayrımdan türeyen yaygın fakat yanıltıcı bir terimdir. Aslında elbette bütün diğer hastalıklar gibi depresyonlar da toplumsal ortamsal ve doğuştan organizmada mevcut diğer faktörler arasındaki karşılıklı ilişkinin bir ürünüdür ve her ikiside aynı derecede önemlidir. terimin çağdaş kullanımında "endojen depresyon" yalnızca psikotik veya manik-depressif depresyonla eş anlamlıdır. Bkz. REAKTİF DEPRESYON


Endokrin Hastalıklar

Endokrin hastalıkların bütün tiplerinde psikiyatrik semptomlara sık rastlanır. Bunun nedeni kısmen beyindeki aşırı yahut yetersiz hormon oluşumunun etkisidir. Belli başlı psikiyatrik bozukluklar yetişkinlerdeki kortizol tiroksin ve paratroid hormonunun aşırılığı yahut yetersizliğinin yol açtığı bilinen (ama hiçbir zaman sürekli olmayan) komplikasyonlardır. Gerek eksojen gerekse endojen olan aşırı insulin süratle kognitif fonksiyona zarar verir. Fetüsde ve yeni doğan bebekte tabii ki troid yetersizliği akıl geriliğinin bir etkenidir. Manfred Bleuler ve Zürih'deki meslektaşları bir endokrin kliniğine devam eden çok sayıda hastayı incelemişlerdir. Hipertroidli hastadaki huzursuzluğun ve hipertroidli hastadaki uyuşukluğun yanısıra "endokrin psikosendromunun" da çok sık bir frekans gösterdiğini bulmuşlardır.Bu çok kere "reaktif" depresyonşarda görülen çeşitten değişken ve disforik bir depresyon ve gerilim durumudur. Bu tür semptomlar başka fizik hastalıklarda özellikle kronik ve ıstıraplı bozukluklarda olağandır. Endokrin hastalıklar başarıyla tedavi edilebildiği takdirde psikiyatrik semptomlar da kaybolabilir. Oysa endokrin hastalık tedavi edilmediği veya tedaviye rağmen psikiyatrik semptomlar da kaybolabilir.Oysa endokrin hastalık tedavi edilmediği veya tedaviye rağmen psikiyatrik semptomlar devam ettiği takdirde semptomatik psikiyatrik tedavi endikeir ve bazan son derece başarılı olur.


Endomorf

Endomorf sheldon'un somatotip sınıflandırmasındaki başlıca üç beden yapısı tipinden birinin özelliklerini gösteren kişidir. Karakteristikleri kısa tıknaz yapı derin beden boşlukları ve kalın cilt altı yağ tabakası oluşumudur. Bkz. Yapı


Endüstriyel Solvan Koklama


Öfori yaratmak amacıyla endüstriyel solvan koklama vakaları Amerika'da sıkİngiltere'de ise seyrek rapor edilmiştir. Kullanılan solvanların listesi uzundur ve toluen benzen aseton etil asetat dietil eter ve heksanı içine alır. Model uçak yapımında kullanılan ve fiatı ucuz olan toluenin bu amaçla kullanımına sık rastlanır. Solvan bir beze sıkılır ve buharı plastik bir torbadan koklanır. Daha ziyade çocuklar tarafından kullanılır ve tıpkı sarhoşluğu andıran akut bir entoksikasyon yaratır. Ataksi ve disartri sık görülür ve kullanan kişide heyecanlı davranışlar gösterebilir. Hallüsinasyonlara da rastlanabilir. Bunu sarhoşluk sonrasını andıran bir "sabah etkisi" izler. Kronik solvan koklayanlar genellikle şiddetli kişilik sorunlarının ilk belirtilerini gösteren çocuklardır.


Endüstriyel Terapi

Gerçekçi çalışma proçesleri son yirmi yıl içinde daha ziyade el ustalıklarına dayanan geleneksel uğraş terapisini desteklemiş ya da bunun yerini almıştır. Hastalar çeşitli endüstriyel firmalardan performanslarına göre ücret almaktadırlar ve yapılan işler çeşitli ustalık düzeylerine ayrılmıştır. Hastahanelerdeki ve toplumsal günlük iş merkezlerindeki endüstriyel terapi normal çalışma yeteneğinin hastaya yeniden kazandırılmasına yardımcı olmaktadır. Bkz. REHABİLİTASYON


Enfantil Spazmlar

(Şimşek nöbetleri; "selâm" nöbetleri) Bu hastalık tüm bedende periodik fleksiyon ya da ekstensiyon nöbetleri ve akıl geriliğinden oluşur. Bütün vakaların üçte biri hayatın ilk altı ayı içinde başlar ve daha ziyade erkeklerde görülür. EEG kaotik anomali (hipsaritmi) gösterir ve bu terim yanlış olarak hastalıkla eş anlamlı kullanılmıştır. Yüzde 15 oranında mortalite vardır ve hastalığı geçirip sağ kalanlarda akıl geriliği mevcuttur. Sonuçlar hayal kırıcı olmakla birlikte hastahane tedavisi tavsiye edilir. Bazı vakalar nitrazepama cevap vermiştir.

Engram

Serebral kortekste depolanan ve hafıza birimini yansıtan bir terimdir. Bu terimi ilk olarak Lashley kullanmıştır. Engram oluşumuyla ilgili çeşitli teoriler mevcuttur. Bkz.Hafıza


Entellektüelleştirme

Özellikle önemli şizoid veya obsesyonel kişilik eğilimli kişilerde bir akıl savunma mekanizması olarak görülebilir. Bir yer değiştirme (bkz.) biçimi olup kişi bu mekanizma sayesinde acı veren ama önemli impulslardan kaçarak bir entellektüel kavramlar ve sözcükler dünyasına sığınır.


Entrojeksiyon

Kişinin dış dünyayı ve dış dünyanın nesnelerini kendine topladığı bilinçdışı bir mekanizmadır. Böylece bir çocuk kendisini sevdiği nesnelerle örneğin ebeveyniyle özdeşleştirerek onların niteliklerine sahip olduğuna (entrojeksiyon) inanır. Çocuk insanlardan yahut onların simgeledikleri şeylerden korktuğu zaman bir savunma tedbiri olarak entrojeksiyonu kullanabilir. Korkulan bir nesneyle özdeşleşme korkuyu azaltır. Örneğin bir çocuk kaplan korkusunu yenmek için kendisinin kaplan olduğu bir oyunu oynar.


Envolüsyonel Melankoli


1920'lerde ve 1930'larda yalnızca orta yaşta başgösteren belli bir depresyon tipi olduğu görüşü yaygındı: Envolüsyonel melankoli. Bu terim tanımlanırken envolüsyonel melankolinin geliştiği hastaların daha önce depresyon geçirmedikleri ve hastalığın çok kere birkaç yıl sürdüğü hattâ bazan bir demans durumuna doğru ilerlediği kabul ediliyordu. Karakteristikleri ajitasyon ve tuhaf hipokondriak ya da nihilistik delüzyonlardı. Hormon dengesizliği de önemli bir neden sayılıyordu.
Envolüsyonel melankoli terimi uluslararası ve diğer sınıflandırmalarda hâlâ mevcut olmakla birlikte bugün çok az kimse bunu ayrı bir hastalık saymaktadır.Ajitasyon ve nihilistik delüzy onlar yalnızca orta yaş depresyonlarıyla sınırlı değildir ve başka zamanlarda retarde dep resyonlar hattâ manik episodlar geçirmiş kişilerde de görülebilir; yine de yaşlılıktaki hipokondrîasis ve obsesyon riski artışı bu delüzy onların ileri yaşlardaki insidansını yükseltebilir. Envolüsyonel hastaların ECT'ye ve trisiklik ilaçlara cevabı diğer şiddetli depres-yonlardakinden farklı değildir. Genetik incelemeler en tipik vakaların bile her zaman aynı olmadıklarını açıkça göstermiştir. Ayrıca klasik klinik tabloya gittikçe daha seyrek rastlanmaktadır. Bu¬nun nedeni muhtemelen daha erken ve daha etkin tedaviler uygulanmasıdır. Bütün bu nedenlerle envolüsyonel melankoli terimi artık kullanılmamaya başlamıştır. Bkz. GERİATRİK PSİKİYATRİ


Enürez


Birçok çocuk 18 ay ve 4 yaş arasındaki donemde gündüzleri ve geceleri mesane kontrolünü öğrenir. Oysa 4 yaşından büyük çocuklarda da istemsiz miktürisyon (enürez) ender görülen bir sorun değil¬dir. Beş yaşından büyük erkek çocukların % 2 1/2'unda en az haftada bir kere görülür. Hattâ on yaşındaki ve daha büyük çocuklarda bile erkeklerin % 3'ü ve kızların % 2'si en az ayda bir kere yataklarını ya da külotlarını ıslatırlar. Enürez vakalarının birçoğunda patolojik bir etken yoktur ama buna yol açan bazı durumların araştırılması önemlidir. İdrar yolu enfeksiyonu ve diabetes mellitus ihtimalleri için her zaman idrar analizi yapılmalıdır.mezlikten gelmeli ama idrarını tuttuğu geceleri ödüllendirmelidir Altı ile 12 yaş arasındaki çocuklarda geceleri 25 mg ve daha büyük çocuklarda geceleri 50 mg amitriptilin çok kere geee enürezini durdurmada etkindir. Vakaların üçte birin de doğru uygulanan «zil» ile şartlama yöntemi etkindir. Yine de anlamlı bir nüksetme oranı vardır; ama nüksetme başgösterdiği takdirde ikinci bir deneme yararlı olabilir. Bu tedavi yönteminde çocuğun çarşafının altına alarm ziline bağlı bir ****l yerleştirilir. Çocuk altını ıslatmaya başlar başlamaz zil çalarak çocuğu uyandırır. Bunun üzerine hasta tuvalete gider ve mesanesini boşalttıktan sonra alarmı yeniden kurup yatar. Bu yöntem etkinlik gösterecekse genellikle onbeş gün içinde çocuk geceleri altını ıslatmamaya başlar.
Emosyonel faktörlerin belirgin olması ihtimali olan veya fizik tedavi yöntemlerine dirtnçli enürez vakalarında çocuğun akıl durumu ve aile tutumlarıyla ilgili daha ileri araştırmalar endikedir. Bu durumlarda psikoterapötik müdahale gerekebilir.

Kesin semptomatoloj i bulunmadığı sürece daha ileri araştırma endike değildir. Dizüri ve hematüri tekrarlı idrar analizleri için endikasyonlardır ve gerekli da¬ha ileri araştırmalar da yürütülmelidir. İdrarı boşaltmaya başlama zorluğu da ürolojik değerlendirme gerektirir.
Başka semptomlar olmadığı sürece miktürisyon dışındaki sızıntılar patolojik kökenli değildir. Spina bifida occulta teşhisi için belkemiği radyografisi endike değildir çünkü bu bir enürez nedeni değildir. Vakaların büyük bir çoğunluğunda fizik araştırma negatif sonuç verir. Çoğunlukla çocuk miktürisyonu kontrol eden sinir yollarındaki bir gelişim geriliğiyle ilgili izole bir gelişme bozukluğundan mustariptir. Hastalığın genellikle selim olan seyri ve ailede enürez vakalarının bulunması bulunan cinsiyet farkları (gelişme bozuklukları genellikle kızlardan daha sık olarak erkek çocuklarda görülür) ve sık sık durumu açıklayan organik veya emosyonel faktörlerin mevcut olmayışı bu etyoloji görünüşü destekle- mektedir. Oysa etyolojide emosyonel faktörler önemlidir. Olumlu bir miktürisyon kontrolü döneminden sonra enürez başgösterdiği çocuk aynı zamanda encopresis (bkz.) de gösterdiği kasıtlı altını ıs-latma mevcut olduğu ve enürez hem gündüzleri hem de geceleri olduğu takdirde emosyonel stress'in rol oynaması ihtimali daha çoktur. Daha sık olarak ebeveynin çocuğu istememe tutumları ve çocuktaki enkontinanstan Ötürü olan başarısızlık duygusu sekonder emosyonel bozukluklara yol açar. Dolayısıyla teşhis semptomun ve aile tutumlarının tam değerlendirilmesini kapsamalıdır. Hangi tedavi tedbirleri uygulanırsa uygulansın semptoma karşı ailenin cezacı olmayan ve anlayışlı bir tutumu benimsemelerinde yardımcı olmak önemlidir. Hekimin «çocuk sırf tembelliği yüzünden idrarını tutamıyor» demesi bu bakımdan faydalı olamaz. Ebeveyn çocuğun altını ıslattığı geceleri görmezlikten gelmeli ama idrarını tuttuğu geceleri ödüllendirmelidir Altı ile 12 yaş arasındaki çocuklarda geceleri 25 mg ve daha büyük çocuklarda geceleri 50 mg amitriptilin çok kere geee enürezini dur¬durmada etkindir. Vakaların üçte birin de doğru uygulanan «zil» ile şartlama yöntemi etkindir. Yine de anlamlı bir nük¬setme oranı vardır; ama nüksetme başgösterdiği takdirde ikinci bir deneme yararlı olabilir. Bu tedavi yönteminde çocuğun çarşafının altına alarm ziline bağlı bir ****l yerleştirilir. Çocuk altını ıslatmaya başlar başlamaz zil çalarak çocuğu uyandırır. Bunun üzerine hasta tuvalete gider ve mesanesini boşalttıktan sonra alarmı yeniden kurup yatar. Bu yöntem etkinlik gösterecekse genellikle onbeş gün içinde çocuk geceleri altını ıslatmamaya başlar.
Emosyonel faktörlerin belirgin olması ihtimali olan veya fizik tedavi yöntemlerine dirtnçli enürez vakalarında çocuğun akıl durumu ve aile tutumlarıyla ilgili daha ileri araştırmalar endikedir. Bu durumlarda psikoterapötik müdahale gerekebilir.


Epilepsi

Epilepsi bilinçlilik değişimine ve EEG'de paroksizmal elektrik deşarjlarıyla yansı¬yan serebral fonksiyon bozukluğuna eşlik eden çok çeşitli nöbetler halinde gelen davranışlardır. Bir hastalık değildir çünkü başlama yaşı ve biçimi seyri ve prognozu temelindeki durumlara (serebral dejenerasyonlar veya formasyon bozuk-lukları ansefalitidler beyin tümörleri ****bolik bozukluklar) göre değişir. Semptomatik de sayılamaz çünkü çok kere nedeni belli değildir veya bilinemez. Nöbet tipi bilinçlilik değişiminin derecesi ve EEG'nin niteliği her zaman etyoloji veya prognozun güvenilir belirtileri değildir. «Epilepsi» başlığı altında toplanan fenomenlerin kapsamı öyle geniştir ki «epilepsi» konusunda herhangi bir.genelleme yapmak anlamsızdır. Epilepsi tipleri ve bunların tıbbî ve sosyal yön lerinin ontogenetik olarak ele alınması iyi olur.Yeni doğan bebeklerde nöbet insidansı 1000 doğumda 5-10'dur. Bir aylık bel eklerdeki insidans bir yaşındaki bebeklerdeki insidansın yarısını oluşturmaktadır. Tonik/klonik nöbetlerden ziyade lokal veya genel seğirmeler ve siyanoz görülür. Bilinen nedenler arasında doğum travma-sı serebral formasyon bozukluğu ve enfeksiyon hipoglisemi (beslenme yetersizliğinden ötürü) ve hipokalsemi (inek sütündeki aşırı fosfattan ötürü) vardır. Mortalite yaklaşık % 50'dir ve sağ kalan hastalarda akıl geriliği mevcuttur. Enfantil spazmlar episodik olarak nükseder tüm bedeni kapsayan fleksiyonlar (ya da ekstansiyonlar) biçimindedir ve genellikle EEG'de hipsaritmi (bkz.) gösterir. Bütün vakaların üçte ikisi hayatın ilk altı ayında başlar. Erkeklerde daha çok gö rülür (2:1). Mortalite % 15'dir. Sağ kalanların birçoğunda akıl geriliği mevcuttur. Vakaların yarısında nöbetlerin ve akıl geriliğinin temelinde şiddetli serebral anomaliler vardır. Hayalkırıcı sonuçlara rağmen âcil klinik tedavi şarttır. çünkü bazı vakalarda bu hayatîdir.Febril konvülsiyonlarm % 95'i 6 ay ve 4 yaş arasında başlar. Bunlar çoğunlukla kısa süreli ve nüksetmeyen genel nöbetlerdir. Uzun süreli konvülsiyonlar durdurulmalıdır çünkü henüz gelişmemiş beyne zarar vererek önemli sonuçlara (hemiparezi akılgeriliği hiperkinezi lobus temporalis epilepsisi (bkz.))*yol açabilir. Febril konvülsiyonlar aynı zamanda epilepsi riski olan bazı çocukların teşhisini sağlar. Hastalığın ileri safhalarında yaşın genç cinsiyetin kadın nöbetlerin lateral. uzun süreli ve nüksedici olması prognozu kötüleştiriş. Akinetik nöbetler birdenbire yere düşme miyoklonüs kısa şok gibi kas grubu kasılmaları bazı şiddetli kronik epilepsilerin ilk tezahürleridir. Petit mal (bkz.) absans nöbetleri çok kere ilk okul yıllarında başlar. Frekansı oldukça yüksektir ama çok kere nöbetler farkedilmez. Hastaların üçte birinden yarısına kadar olan oranında ilerde majör konvülsiyonlar gelişir. Petit mal'in ileri yaşlarda başgöstermesiyle bu ihtimal artar. Akıl geriliği bir istisnadır ama öğrenim performansı çok kere beklenendendüşüktür. Okul çocuklarında genel epilepsi prevalansı yaklaşık binde altıdır. Bütün nüfusta erken başlayan epilepsiden sonra remisyon ve ölüm oranı ve yetişkinlerde geç başlayan epilepsi insidansı ise binde beştir. Yetişkinlerde de genellikle belli bir neden sözkonusu değildir ama kafa travmalarının (bkz.) beyin tü¬mörlerinin ****bolik bozuklukların ve serebrovasküler hastalığın etkileri hesaba katılmalıdır (Bkz. NÖBETLER). Epilepsi normal performansı aksatmaz. Tedavinin hedefi de budur. Ama anormal serebral fonksiyon sosyal hayatı aksatıcı nöbetler ve önyargılar nedeniyle hayatın herhangi bir alanında ortaya sorunlar çıkabilir. Çocuklukta başlayan kronik epileptikler grubunda ciddî sorunlar çıkabilir. Nöbet sıklığının kontrolü için uygulanan ilaç terapisi de aynı zamanda ruhsal durum davranış ve motor fonksiyonlar üzerinde istenmeyen etkiler yaratabilir. Örneğin fenobarbiton bazı yetişkinlerde depresyon ve birçok çocukta kontrolsuz aşırıfaaliyet yaratır. Serebral fonksiyon bozukluğu akıl geriliği olanlarda belirgindir ama zekâları iyi düzeyde olan birçok çocuğun normal okul veya çalışma performanslarını hafifçe düşürebilir.
Hastalığın başlama yaşına ve ortama göre çeşitli derecede kişilik değişimi de olabilir. Hiçbir spesifik «epileptik kişilik» mevcut değildir ama davranış bozuklukları aşırı aktivite duyarlılık ve depresyon sık görülür. İntihar oranı yüksektir. Hastaların ufak bir oranında özellikle psikomotor epilepsili (bkz.) hastalarda orta yaşta spesifik bir kronik paranoid hallüsinasyonlu psikoz başlar.
Epileptik nöbetler hem hasta hem de tanıklar için korkutucudur. Korku da hareket kısıtlılığına ve önyargılara yol açar. Hastanın evlenmeden önce epileptik olduğunu bildirmemesi bu evliliği hükümsüz kılmakla birlikte yeterli genetik öğütler verildiği sürece epilepsi evliliği engellememelidir. Epilepsi ile suç işleme arasında bir ilişki olduğu inancım destekleyici deliller azdır.


Epilepsinin Biokimyası


Piridoksin yetersizliği epilepsiyi harekete geçirebilir. Bu vitamin beyinde glutamatın gamma aminobütİrik asite (GABA) dönüşümüyle ilgili enzimlerde bir ko-faktördür. Bunlardan glutamat eksitatör GABA ise inhibitör ileticidir. Bu dönüşümdeki bir blokaj aşırı eksitasyona yani konvülsiyonlara yol açar. Başka bir serebral iletici olan asetilkolin de epilepside rol oynayabilir; çünkü epileptiklerde beyinomurilik sıvısı serbest asetilkolin ihtiva eder oysa normal beyin omurilik sıvısında asetilkolin bulunmaz. Epileptojenik foküslerdeki nöronlarda intrasellüler sodyum düzeyleri aşırı yüksek oysa potasyum düşüktür. Ancak bütün bu araştırmalardaki güçlük anormal nöron eksitabilitesinin muhtemel nedenleri ile bu aşırı aktivitenin ****bolik sonuçları arasında ayırım yapmaktır. Böylece henüz idiopatik epilepsinin biokimyasal temelinin bilindiği ileri sürülemez.


Epiloia

(Tüberöz skleroz)
Bu durumda sinir sistemi dahil bütün vücuda birçok tübersi nodüller dağılmıştır. Çeşitli cilt lezyonları arasında burnun iki yanındaki «kelebek-kızartısı» lekeler bu durumun başlıca özelliğidir. Genellikle 4-6 yaşlar arasında belirir ve kalıcıdır.
Klinik tablonun diğer öğeleri ise çok kere epilepsi ve akıl geriliğidir.


Epinefrin

Bkz. ADRENALİN


Ereksiyon

Ereksiyon ya da intiaz korporal venoz si-nüslerdeki verilerin kanla şişmesi dolayısıyla penisin (klitorisin) sertleşip büyümesidir. Sönük penisin boyutlarındaki değişimler bir fallografla ölçülerek cinsel uyarı işareti olarak kullanılabilir. Uyku sırasında özellikle rüya görülürken fasılalı olarak penis ereksiyonu olur. Bu «sabah ereksiyonu» olarak belirir. Priapizm sürekli ve acı veren ereksiyondur ve irri-tatif bir pelvis lezyonundan ya da venöz sinüslerde tromboz yaratan bir kan diskrazisinden ileri gelir. Kantaridlerle zehirlenme de buna yol açabilir. Cinsel uyarı serebral kortekste ve limbik sistemin subkorteks yollarında başlar. Sinir impulsları daha sonra hipotalamusdan geçerek omuriliğe iner ve piramidal yollarla pel-vise ve nervi erigentes ile genital organlara ulaşır. Birinci ikinci ve üçüncü sak-ral sinirlerin stimülasyonu parasempatik fibriller aracılığıyla ereksiyon yaratır. İkinci üçüncü ve dördüncü lomber sinirlerin sempatik köklerinin stimülasyonuyla da ereksiyon geçer.


Erkek Protestosu

Bazı kadınlardaki aşağılık duygularının ortak yönleri erkeklerle yarışma olan birkaç değişik aktiviteyle bilinçdışı ifade bulduğunu varsayan bir Adler kavramıdır: Spor entellektüel politik veya bir sürü değişik aktivite sözkonusu olabilir.


Erken Ejakülasyon


Erken ejakülasyon erkekte koitusdan önce veya hemen sonraki ejakülasyondur. Cinsel güç normaldir. Normal erkeklerin yaklaşık dörtte üçünde koitusdan sonra iki dakika içinde ejakülasyon olur. Bazı erkekler özellikle kişilikleri nörotik olanlar cinsel heyecanı kontrol edemediklerinden orgazmı yeterince geciktiremeyerek cinsel eşlerini tatmin edemezler.
Tedavi yöntemi kadının tekrarlı olarak penisi pre-orgazmik heyecan düzeyine varıncaya kadar vagina dışında stimüle etmesi sonra da detümesans yaratmasıdır. Bu aktivite yirmi dakika süreli ejakülasyonsuz ereksiyon sağlanıncaya kadar sürdürülür. Koitle ilgili anksiete önemli bir faktör olarak mevcutsa anksiolitik ilaçlar yararlı olabilir.


Etkilenme Fikirleri

Kişinin düşüncelerinin duygularının veya bedeninin birtakım dış güçlerle etkilendiği hissine kapılmasıdır. Bunlar pasiflik duygularından (örneğin düşüncenin dışardan kontrol edildiği veya gücün sömürüldüğü hissi) veya taktil hallüsinasyonlardan ileri gelebilir. Fikir bu mekanizmayı açıklayıcı sözlerle dile getirilir (örneğin radyo veya radar etkisi). Bu semptom karakteristik olarak şizofreniktir.


Etoloji

Özellikle doğal ortamındaki davranışın incelenmesidir. Etoloji davranışçılık ve içgüdü psikolojisi için kullanılan bir terimdir. Etolog kuşların hayvanların böceklerin ve balıkların davranışlarıyla ilgilidir ve genellikle bir zoologdur. Davranıştan. bu davranışın anlamı çıkarılır. Doğal tanıma (bkz.) (bazı davranış kalıplarının spesifik zamanlarda gelişmesi) harekete geçirici (spesifik davranış için spesifik bir stimülasyon) ve yer değiştirme aktivitesi (bir stimulusa tepki olarak yersiz davranış) önemli etolojik kavramlardır.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Evlat Edinme

Bazı memleketlerde evlât edinme ihtiyacının yasallaştırılması evlenmemiş annenin çocuğuna bakma yeteneksizliği veya isteksizliği sonucunda ortaya çıkar. Ender olarak bir çocuğun kimsesiz kalması veya evli bir kadından evlilik dışı bir ilişki dolayısıyla dünyaya gelip kadının eşinin bu çocuğu kabul etmemesi gibi değişik durumlarda da evlât edinme gereği ortaya çıkar. Evlât edinme muamelesinin yasal işlemleri tescil edilmiş bir evlât edinme derneği bölgesel bir makam veya «üçüncü şahıs» aracıyla olan evlât edinmelerde de hem istenmeyen çocuğun annesi hem de müstakbel manevî ebeveyn ile temas kuran ehliyetsiz bir kişi tarafından yürütülür. Resmî bir teşkilât aracıyla evlât edinmenin sayısız yararlan vardır. Evlenmemiş gebe kadının çocuğu doğmadan önce bir hekimle konuşarak dünyaya getireceği bebekle ve bebeğin geleceğiyle il gili sorunları açıklığa kavuşturması özellikle yararlıdır. Annenin çocuğun babasıyla hemen evlenmesi sözkonusu olmadığı zaman hekim annenin çocuğundan ayrılıp ayrılmaması hususunda anneyle tartışmalara girişebilir. Bu konuda sarsılmaz kurallar yoktur fakat genellikle hekimin dogmatik öğütler vermekten çok karşısındakini dinleyip bilgi vermesi daha iyi olur. Annenin emosyonel sağlığı çok büyük bir önem taşımaktadır. Akıl dengesini belirlerken aile dışında tatmin edici ilişkiler kurabilme yeteneği ve geleceğiyle ilgili düşüncelerinde gösterdiği gerçekçilik derecesi izlenecek faydalı kılavuzlardır. Müstakbel ebeveyn evlât edinme talebiyle mahkemeye başvurduğu zaman yargıç ilgili bir bölgesel yönetim üyesini veya bir görevliyi «velî» tayin eder. Önce annenin serbestçe rıza gösterdiğini sonra da talep edilen evlât edinmenin çocuğun menfaatlerine uygun olduğunu saptar. Velî çocuğun babası farzedilen kişiyi aramakla hiçbir surette sorumlu değildir. Evlât edinme talebini kabul edip etmeme kararı verilirken (mahkemenin böyle bir talebi kabul etmemesi de olağan değildir) velînin sunduğu rapora dayanılır. Bir çocuğun evlât edinilmeye uygun olup olmadığı hususunda hekimin görüşlerine başvurulabilir ve çocuğun annesinin (biliniyorsa ayrıca babasının) sağlık durumları göz önünde tutulur. Hekimden bebeğin sağlığıyla ilgili bir rapor da istenebilir. Son olarak da hekimden evlât edinmek isteyen çiftle ilgili bir referans bilmesi istenebilir.
Çocuğun annesinin sağlık durumunu değerlendirirken kabataslak bir bilgiden daha fazlasını edinebilmek pek olağan değildir. Bununla birlikte bebeğe kalıtım yoluyla geçebilecek epilepsi astım ve diabetes mellitus gibi hastalıkların bebek için önemli bir tehlike yaratacak nitelikte olmamasını unutmamak gerekir. Entellektüel yönden geri olan bir annenin çocuğunda da aynı gerilik olabilir ama birtakım akademik iddiaları olmayan bir aile bu çocuğu evlât edinmek istediği zaman bu husus bir önyargı yaratmamalıdır.
Bir çocuğun zekâsını değerlendirerek büyüdüğü zaman zekî olup olmayacağını önceden kestirmek imkansızdır. Dolayısıyla evlât edinilmeye uygun olup olma¬dığını saptamak amacıyla yapılan mua-yene yalnızca fizik hastalıkların sözkonusu olmadığından ve çocuğun normal bir gelişme gösterdiğinden emin olmak için yapılmalıdır.
Halihazırda İngiltere'deki çocukların % 1 - 2'si evlât edinilmektedir. Özellikle çocuk altı yaşından önce kendisini evlât edinen ailenin yanma verilirse bunlardan çoğu başarılı olmaktadır. Oysa evlât edinilen çocuklardaki psikiyatrik bozukluklar incelendiğinde bozukluk oranının evlât edinilmemiş gruptaki çocuklara göre iki misli olduğu görülmüştür. Birçok çocuğun kişiliklerini ispat (personal iden-tity) krizleri geçirdikleri adolesans dönemi evlât edinilmiş bir çocuk için özel problemler getirmektedir. Eğer evlât edinen çift dengeli bir ev yaşantısı sağlayamamış veya çocuğun ebeveyni olmalarına yol açan durumlarla ilgili olarak çocukla aralarında rahat bir anlaşma kuramamışlarsa bu özellikle güç bir dönemdir.

Evlenmemiş Anneler

Son zamanlarda toplumumuzdaki değişimler gayrı meşru gebeliğin kadına sürdüğü lekeyi önemli oranda azaltmakla birlikte bu durum hâlâ önemli bir psikiyatrik bozukluk nedenidir. Gebelik emosyonel bakımdan kabul edildiği ve kadın toplum tarafından reddedilmediği zaman bile ciddî pratik ve malî sorunlar çıkabilir. Bu koşullarda gebelik sırasında emosyonel denge kararsızlığı ve kusma daha da kötüleşir. Şizofrenik ve depressif loğusalık psikozları evlenmemiş annelerde evlilere kıyasla daha sık görülür. Gebe kadında kişilik anormalliği olduğu takdirde doğum ve çocuğun sorumluluğunu yüklenme stress'i belirgin psikiyatrik bozuklukla sonuçlanabilir. Prognoz kişilik bozukluğuna ve dış koşullara göre değişir.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
F


Fakomatozlar


Fakomatozlar sık sık şiddetli akıl geriliğine eşlik eden bir genetik vakalar gru budur ve başlıca patolojik etki alanı cilt ve santral sinir sistemidir. Birçok vakada selim sinir tümörleri olan ve Grekçe bezelye anlamına gelen «fakomata» adıyla bilinen retinadaki sinir tümörlerinin mevcudiyeti dolayısıyla bunlar için fakomatoz terimi kullanılmaktadır. Fakomatozlar arasında tüberöz skleroz (bkz.) ve SturgeWeber sendromu (bkz.) olup her ikisi de sık sık şiddetli akıl geriliğine eşlik eden durumlardır.


Fantom Organ

Ampütasyon veya duyusal yollardaki bir müdahaleden sonra insanın bir organını hâlâ taşıdığı yanılgısı devam edebilir. Kol ve bacaklarla ilgili olarak bu durum «fantom organ» fenomenine yol açabilir. Fantort organ hissi normal durumlarda genellikle yoktur ama psikolojik stress veya fizik bozukluk dönemlerinde kişi bunu yine hissetmeye başlar. Fantom bacak acıyabilir veya acımayabilir. Bu acı devam ettiği ve tedaviye cevap vermediği zaman bir psikiyatriste başvurulmalıdır. Bazan traktotomi hattâ lökotomi gibi nöroşirürjik müdahale gerekebilir. Fantom bacaktaki entraktabl bir acı sonucun¬da intihar da görülebilir.


Fellasyo

Fellasyo erkek genital organlarının ağız¬a stimülasyonudur. Kadın erkeğin penisini ağzına alır. Fellasyo bir koit öncesi stimülasyon biçimi olarak normal ve uyumlu evliliklerin % 50'sinde uygulanmaktadır. Ayrıca seçtikleri bir cinsel aktivite yöntemi olarak bazı homo¤¤¤¤üeller de sık sık fellasyo uygulayabilirler.



Fenilketonüri

Fenilketonüri fenilalanin hidroksilaz en¬zimi yetersizliğinden ileri gelen otosomal resessif kalıtsal bir amino asit ****boliz¬ması bozukluğudur. Rapor edilen insi-dans 25000 - 10000 doğumda bir arasında değişmektedir. Vücut sıvılarında yüksek fenilalanin seviyeleri bulunur ve biokimyasal teşhis serumda fenilalanin seviyesine dayanır. Ferri klorür ilâvesiyle veya fenilpirüvik asit mevcut olduğu zaman renk reaksiyonu veren Phenistix şeritleri kullanılarak yapılan idrar testleri teşhis için başlı başına yeterli değildir.
Klinik özellikler arasında saç seyrelmesi cilt ve göz rengi değişimi kafa küçülmesi hiperrefleksi hiperkinez birkaç vakada çocuklukta epilepsi ve enfantil ekzema vardır. Akıl geriliği hemen her zaman şiddetlidir ama birkaç kuraldışı sporadik vakada zekâ fonksiyonu normal sınırlar içindedir.
Fenilketonürinin genetik taşıyıcıları (he-terozigotlar) klinik bakımdan görünüşte normaldir ama taşıyıcı durumu biokimyasal yoldan saptanabilir.
Diet tedavisiyle bir dereceye kadar başarı kazanıldığı ileri sürülmüştür. Doğumdan kısa bir süre sonra bu bozukluk teşhis edilir edilmez diet tedavisi başlatılmalıdır. Bu tedavi fenilalanin oranı düşük bir diet uygulanmasından ibarettir ve vücuttaki fenilalanin seviyelerinin düzenli olarak kontrolü şarttır. Diet tedavisinin durdurulacağı yaş tartışmalıdır ama 4-6 yaşlar arası ileri sürülmüştür. Bkz. KALITSAL ****BOLİZMA BOZUKLUKLARI


Fenilpirüvik Oligofreni

Bkz. FENİLKETONÜRİ


Fenotiazinler


Fenotiazinlerin psikiyatride son derece önemli bir etkileri olmuştur ve modern psikofarmakoloji 1952 yılında bu serinin prototipi olan klorpromazinin geliştirilmesiyle başlamıştır.
Bu bileşiklerin hepsi fenotiazin çekirdeğinden türer (bkz. ŞEKİL) Pozisyon 10'daki yan zincirin niteliğine göre özellikleri bakımından az farklılık gösteren üç alt grup mevcuttur. Klorpromazin ve promazini kapsayan amino grubu sedatif ve belirgin postüral hipotansif etkiler ama nispeten az ekstrapiramidal bozukluk etkisi gösterir. Trifluoperazin perfenazin ve flufenazini kapsayan piperazin grubu ise nispeten hafif bir sedasyon veya hipotansiyon etkisi gösterir ve bu bileşikler aktivasyon gerektiği zaman seçilir; ekstrapiramidal etkiler belirgindir. Üçüncü grubun piperidin yan zinciri vardır ve amino grubuyla piperazin grubu arasında özellikler gösterir. Başlıca türevleri tioridazin ve perisiyazindir.
Fenotiazinler ****bolizma yollarını bir¬kaç değişik yerde bloke ederler ve katekolamin ****bolizması üzerinde genel bir inhibitör etki gösterirler.
Bu bileşikler gastroentestinal yoldan hemen absorbe olurlar ve etkileri bir saat içinde belirir. İtrah oranı her bileşiğe göre değişir ama tedavinin durdurulmasından sonra total eliminasyon çok kere birkaç hafta sürer.
Başlıca psikiyatrik etki trankilizandır ve şizofreni tedavisinde fenotiazinlerin kul. lanımı bu etkiye bağlıdır. Affektif bozukluğun yoğunluğu azalınca delüzyonlar ve ha Uüsinasyonlar gibi spesifik psikotik semptomlar silinir düşünce düzene girer ve daha uygun emosyonlar gelişir. Yüksek dozlarda dramatik bir semptom kontrolü sağlanır davranış bozukluğu sınırlanır psikomotor aktivite ve mani kontrol altına alınır; agresyon kanalize edilir; ajitasyon ve anksiete çözümlenir.
Fenotiazinler şizofreni ve manik depreşsif psikozların tedavisinde yaygın olarak kullanılır. Ayrıca konfüzyon durumları epilepsi demans ve Huntington köre si gibi organik beyin sendromlarında da değerli bir yer tutarlar. Genel olarak akut bozukluk sedatif bir fenotiazin gerektirir ve bir kriz sırasında parenteral uygulama uygundur. Rehabilitasyon girişimlerinde aktivasyon etkili bir fenotiazinin kullanılması inisiyatif ve aktivitenin asgarî müdahaleye uğramasını sağlar. Psikiyatrik hastalara ilaç almaları bakımından güvenilemez ve bu vakalarda depo flufenazin en an tat ve dekanoat idame terapisi için yararlıdır. Bir ilâ dört haftalık süreli fasılalarla intramüsküler enjeksiyonlar uy-gulanır.
Ajite depresyon bir fenotiazin ve antidep resan kombinasyonuyla tedavi edilebilir. Nörotik hastalıkta fenotiazinler daha düşük dozlarda çok kere minör trankilizanlara ilâve olarak kullanılır. Yüksek dozlarda en sık görülen yan etki parkinsonizmdir ve profilaktik olarak verilen antiparkinsonizm ilaçları yararlı olabilir. Diğer ekstrapiramidal sendromlar (bkz.) arasında akathisia (bkz.) distonik reaksiyonlar okülogirik krizler ve tortikollis (bkz.) vardır. Hastaların yaklaşık % l'inde toksik konfüzyon durumları ve yaşlılarda gerçek kadar canlı hallüsinasyonlar belirir. Entrahepatik obstrüksiyon tipinde bir sarılık allerjik tepkiden ileri gelebilir ve kullanılan bileşiğe göre hastaların % 0.1 ve % 4 arasında değişen bir oranında iki ilâ dört hafta içinde belirir. Agranülositoza ender rastlanır. Bu etkilerden her ikisi de tedavinin hemen durdurulmasını gerektirir. Fenotiazinler epi-leptojeniktir ve bazan grand mal konvül-siyonlara yol açabilirler; genellikle yalnızca dozajın düşürülmesi yeterlidir. Özellikle uzun süreli klorpromazin ve tioridazin dozları kalb üzerinde muhtemelen kinidine'e benzer bir etki göstermeleri dolayısıyla ölüme yol açabilirler. Fotosansitivite gerçek bir sorun olabilir ama açık cilt yüzeylerinde ültraviyole ışınlarını süzen bir krem kullanılarak bu etkiden kaçınılabilir.
Diğer olağandışı yan etkiler arasında amenore laktasyon diürez diabetes mellitus şiddetlenmeleri keratokonjunktivit pigmanter retinopati hipotansiyon taşikardi kilo artışı bulanık görme ağız kuruması empotans cilt kızartıları ve pruritus vardır. Bu yan etkilerden birçoğu rahatsız edicidir ama genellikle terapiyi sürdürmek mümkündür. Nörotik ve psikotik hastalıkta fenotiazinlerin normal doz sınırları. Dozaj münfe. rit vakalara göre belirlenir.


Fetişizm

Portekizcede «uğur» anlamına gelen kelimeden türeyen fetişizm genellikle duyusal nitelik taşımayan canlı veya cansız bir nesnenin cinsel uyarım için değişmez ve tek bir stimulus haline geldiği bir cinsel sapıklıktır. Sık görülen fetiş nesneleri arasında pardesüler kürkler saç pabuçlar kauçuk eşyalar sigaralar ve deri eşyalar vardır. Fetişist kişi bu nesneleri elde etmek için suç da işleyebilir. Birçok fetişist evlenir ve eşi bu fetişe katıldığı sü¬rece (¤¤¤¤üel pikantizm) cinsel güce sahiptir. Bu durum etyolojik olarak bazan beyin travmasıyla özellikle lobus temporalis epilepsisiyle ilgilidir. Tedavi için a versiyon terapisi (bkz.) uygulanır ve evli çiftlere psikoterapi sırasında öğüt verilir
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Fikir Kaçışı

Manik (bkz.) hastaların konuşmalarının karakteristik bir özelliği. Konuşmanın baskısı arttıkça hastanın düşüncelerinin yönü bir konudan öbürüne geçer. Bu geçiş «fikir kaçışını» oluşturur. Geçişler çok kere ilgisiz sözcüklerin telâffuzundaki benzerliklere dayanır («Ses Çağrışımları») ve bilinçsiz olsa bile gerçekten nüktelidir. «Tabiî hasta değilim. Hasis bile değilim. Annem cömert bir kadındı şerefliydi. Şerefinize. Ben İskoç viskisi içerim. Size de İskoç musunuz? Yoksa yalnızca bir psikiyatrisi misiniz? Psikiyatristlerle ilgili bir fıkra biliyorum...»


Fikirler

Kognitif proçeslerin bilinçli veya sübjektif karşılıkları arasında algılar (bkz.) (yani yakın çevrenin zihindeki temsili) imajlar (daha önceki duyusal yaşantının zihinde yeniden canlandırılması) kavramsal ve simgesel proçeslerle ilgili semantik önem taşıyan düşünceler (bkz.) vardır. İmajlar ve düşünceler için daha genel olan fikir terimi kullanılır. Birkaç psikiyatrik durumda patolojik fikirler gelişir. Örneğin etkilenme fikirleri (bkz.) (yani dışardan kontrol edilme fikirleri) şizofrenide (bkz.) sık görülür. Şizofrenide ayrıca primer yanılgılar (bkz.) da görülür. Bu gibi patolojik fikir gelişimlerinin kaynakları belli değildir ve normal düşünce akışıyla ilgileri yoktur. İç direnci yenen sübjektif bir zorlanma duygusuyla beliren fikirler obsesyonel durumlarda tipiktir. Bkz. KOGNİSYON ALGILAMA


Fiksasyon

Psiko¤¤¤¤üel gelişimin olgunlaşma proçesinin belli bir noktasında duraklamasıdır. Bu olgunlaşmada geçici süresiz ve normal bir blokaj olabilir veya daha sürekli ve patolojik olup nevrozlara veya kişilik sapmalarına yol açabilir. Bu terim Freud tarafından psikodinamik kişilik gelişimine ilişkin olarak kullanılmıştı. Freud'a göre gelişimin oral anal veya fallik safhalarında fiksasyon başgösterebilmektedir. Bu safhalardan birindeki fiksasyonun cinsel sapmalara neden olduğu ileri sürülmektedir. Böylece bu safhalardan biriyle ilgili organ anormal cinsel ilgi ve aktivitenin foküsü olmaktadır. Bkz. ÇOCUKLARDA ¤¤¤¤ÜALİTE


Fizik Bağımlılık


Dünya Sağlık Teşkilâtının ilaç bağımlılığı tanımında fizik ve psikolojik bağımlılık (bkz.) arasında bir ayrım yapılmaktadır. Bu ayrım oldukça keyfî olmakla birlikte pratik yararları vardır. Fizik bağımlılık fiziksel olarak belirlenen abstinans semptomlarından kaçınmak için hastanın ilacı almayı sürdürmek bakımından duyduğu gerçek bir fizik ihtiyaç anlamına gelir. Bu semptomlar kullanılan ilaçlara göre değişir ama konfüzyon ve konvülsiyon gibi semptomları kapsar. Birçok kişi fizik bağımlılığın psikolojik bağımlılıktan daha büyük bir anlam taşıdığı kanısındadır. Bkz. İPTİLÂ


Fizik Tedavide Özel Yöntemler

Nasıl hiçbir zaman «pireksi için penisillin» verilmemesi gerekirse hastada tam bir değerlendirme yapılmadan ve semptomatolojinin nedeni anlaşılmadan psikiyatrik semptom için ilaç veya başka bir fizik tedavi de uygulanamaz. Hekim değerlendirmeden elde ettiği bilgilere dayanarak tedavisini tasarlamalıdır. Ancak bu yoldan fizik çarelerden ne bekleyebileceğini ve genel sosyal ve psikoterapötik işlemlerle bunların nasıl kombine edilebileceğini belirleyebilir.
İster depresyon ister mani ve ister şizofreni olsun hastalığın endojen öğesi ne kadar büyük olursa böyle bir biokimyasal bozukluğu değiştirmek için tasarlanan fizik tedaviler de o kadar etkin olur. Böylece tipik bir endojen depresyonda antidepresan ilaçlar veya ECT nin hastayı iyileştirmesi ihtimali vardır; diğer tedaviler nispeten küçük bir rol oynar. Oysa kişilik veya reaktif faktörlerin belirgin olduğu vakalarda antidepresan ilaçların hastanın güçlükleri karşılayabilmesini ve hattâ psikoterapötik yardımla sonunda bunları yenmesini başarmaya yeterli olsa bile yalnızca kısmî bir düzelme sağlaması beklenebilir. Böyle bir vakada hasta sorunlarına uyum gosterebilinceye kadar antidepresan ilaca bir iki yıl devam edilmesi gerekebilir. Bu «idame» tipi terapi şizofrenili hastalarda sık kullanılır ve bazı vakalarda Özellikle hastalığın yeterince kontrol edilemediği durumlarda süresiz uygulama gerekebilir çünkü hastalığın nüksetmesi bu hastaların akıl sağlığında kalıcı bir zarara yol açabilir. Özellikle nörotik hastalarda fizik tedavilerin hedefi spesifik bir biokimyasal bozukluktan çok semptomların giderilmesidir. Nörotik kişilikli hastalarda tek veya kümülatif tipte bir semptomu yenemedikleri zaman nörotik semptomlar gelişir. Sıhhatsizlik insomnia veya kilo kaybı hastanın hayatı karşılamada çektiği güçlüğü arttırarak kolayca kısır bir döngüye yol açabilir; böylece artan semptomlar daha fazla yetersizlik ve dolayısıyla daha çok semptom yaratabilir. Böyle bir hastada semptomları gidermek için başvurulan fizik tedbirler yalnızca hastanın güçlüklere göğüs germesini değil işine dönmesini ve kişiliğini dengeye kavuşturmasına yardım eden sosyal ve diğer ilgilerini geliştirmesini sağlar. Bu amaçla hipnotikler trankilizanlar bazan uyku terapisi modifiye insulin veya narkoanaliz kullanılabilir. Ancak bu ilaçları kullanırken hastaya birşeyler yapmasına yardım etmenin amaçlandığını hatırlamak da önemlidir. Yalnızca semptomların giderilmesi için trankilizan verilen hastalar temeldeki sorunun değişmesi için yardım edilmediği takdirde kolayca bu ilaçlara bağımlılık kazanabilirler. Öte yandan bazı hastalarda kişilik veya reaktiflik faktörleri öylesine entraktabl'dır ki hekim hastanın sosyal kapasitelerini kaybetmesini beklemektense semptomları gidermek için ilaç tedavisini süresiz olarak uygulayabilir.


Flexıbılıtas Cerea

Flexibilitas cerea bir otomatik itaat (bkz.) tezahürüdür ve hasta kollarıyla bacaklarının rahatsız pozisyonlara getirilmesine itiraz etmediği gibi bu pozisyonları bozmadan durur. Hastanın bu pozisyonlara getirilmesi sırasında «balmumu» niteliğinde çok hafif bir direnç hissedilir. Bu durum şizofrenide (bkz.) karakteristiktir ama diffüz beyin bozukluklarında da görülür. Bkz. SABİT POZİSYON

Fobi

Fobi önemli bir tehlike kaynağı olmayan bir nesne veya durumla karşılaşma sıra* smda duyulan inatçı ve aşırı korkudur. Fobilerin başlıca üç Öğesi vardır: Korkulan nesneyle karşılaşıldığı zaman sübjektif korku veya anksiete yaşantısı; bu tür ilişkiyle ilgili fizyolojik değişimler ve bu nesneden kaçınma veya kaçma davranışları. Dolayısıyla gerçekten fobik olan hastalar ender olarak korku duyarlar çünkü kendilerine anksiete veren nesnelerden veya durumlardan sürekli olarak kaçarlar. Fobik nevroz teşhisi koyulan vakalarda fobiler diğer psikiyatrik semptomlarla birlikte görülebilir veya başka psikiyatrik sendromlara eşlik edebilir. Primer depressif hastalıklarda çok kere özellikle agorafobik çeşitten hafif fobik semptomlar görülür; bunlar bir fobi tablosu gösterdiklerinden temeldeki depresyon maskelenir. Fobiler başka sorunlarla aynı zamanda mevcut olduklarında tedavi primer bozukluğa yönelik olmalıdır. Primer fobik nevrozlar başlıca üç tiptir agorafobi (bkz.) ve klaustrofobi (bkz.) spesifik fobiler (bkz.) ve sosyal fobiler (bkz.). Dördüncü grup olan «çeşitli fobiler» ise öldürme bıçaklama ve kesme korkuları dahil olmak üzere belirgin fobik nitelikler taşıyan hastalık korkularını ve obsessif semptomları kapsar. Belli başlı dört fobi tipi neden seyir ve tedavi bakımından farklı olup bu ansiklopedide ayrı ayrı ele alınmıştır.


FOBiK ANKSiETE

Bkz. ANKSIETE NEVROZLARI FOBI ANKSIETE



FOBiYE - KARŞI MEKANİZMALAR

Korkulan ya da korkutucu bir nesne ya-hut duruma duyulan yaklafma arzusu ve-ya davranifidir. Hafif fobik kifiler yahut korkularim yenmeye gahsanlar bu gibi durumlari secer ve tekrar tekrar bu du-rumlara girerler. Fobiye - karfi davrams korkutucu oyunlann kasten tekrar tekrar oynandigi bir gocuk oyununu andirir. Davranif siirdiiruldukce azalan anksiete-yi zevk duygusu izledigi işin bu davraniş gosterilir; giig bir sorunun iistesinden gelmenin verdigi zevk duygusu da gittikçe artar.


Folie a Deux

Bu terim yakm iliskileri olan iki kisinin ayni zamanda ayni a'kil hastahgindap mustarip olmalan fenomeni igin kullani-hr. Hasta kisiler genellikle ya ayni aile-nin bireyleri (kari-koca) ya da yakm ilis-ki kurmus kisilerdir. Affektif bozukluk-lar bu tipte belirmekle birlikte bu terim daha 50k ozellikle deliizyonlarm her iki kisi tarafmdan hissedildigi ve her ikisininde aym eylemlerde bulunduklari paranoid durumlar (bkz.) igin kullanihr. Bazan ikiden fazla sayida kisi etkilenir. Kisa bir sure once Amerika'da birlikte yasayan birtakim grup iiyeleri rasgele amacsiz cinayetler islemislerdir. Gruptaki bir iiye-nin ifadesine gore bu kisiler grubun liderinin yaydigi bazi inanclar izlerine eylemde bulunmuslardir. Bu tip vakalarda or-taklardan biri obiiriiniin etkisi altindadir ve aynldiklan takdirde (ornegin biri hastahaneye yatmldiginda) daha uysal olanimn hastahgi siiratle hafifler.


Folie De Doute ( Şüphecilik )

Obsesyonel bir diisiince bicimi olarak sii-rekli siipheciliktir. Hasta havagazi mus-Iugunu kapayip kapamadigindan sigara-sini sondiiriip sondiirmediginden yahut kitaplarim yerine diizenli olarak kaldinp kaldirmadigindan hep siiphe eder ve bu-nu defalarca kontrol eder. Bkz. KOMPULSiYON


Folie De Toucher

Nesnelere dokunma kompulsiyonu obses-sif kompiilsif nevrozlu hastalarda (ayri-ca normal gocuklarda da) gorülür.


Forniks

Forniks hippokampusdan cikarak primi-tif korteksten hipotalamusa giden direkt iletim sistemlerinden birini olusturur. Fibrilleri mamiller cisimlerde ve tuber cinereum'da son bulur. Forniks bbylece limbik sistemdeki entegral bir baglanti alanidir.


Frekans Dağılımı

Frekans dagilimi siijelerden elde edilen bir seri degere gore hazirlanan bir tablo-dur (bkz. TABLO). Bu tablo belli bir karakteristigin ele alman grupta ne fre-kansla mevcut oldugunu gosterir. Bu gbzlem frekansi ayrica grafik bigiminde de ifade edilebilir (bkz. HISTOGRAM). Bkz. ORTALAMA DEGER MEDIAN MOD DAGlLIM ALANI NORMAL EGRİ.


Frengi

Son yillarda ziihrevi hastahk insidansin-da bir yiikselme goriilmekle birlikte In-giltere'de rapor edilen yeni frengi vaka-larinin sayisi yilda yaklasik 1300 ile sa-bit kalmistir - bu da kabaca erkeklerde 100000'de 4-5 ve kadinlarda 100000'de birdir. A.B.D.'deki or an ise kabaca bu-nun iki mislidir ve bu ulkedeki degisik alanlarda elde edilen rakamlar ziihrevi hastahgin yayilmasmda rol oynayan sos-yal faktorlerden otiirii biiyiik degiskenlik gosterecektir. Bir zamanlar akil geriligi-nin bnemli bir nedeni olan konjenital frengi gebe kadinlara uygulanan rutin arastirma ve mevcut tedaviler dolayisiyla simdi son derece seyreklesmistir. Primer enfeksiyonun baslamasindan son-ra birkac ay icinde santral sinir sistemi-nin etkilenmesi klinik belirtiler olmasa bile mononiikleer hiicre ve globulin ar-tisi ile beyin - omurilik sivismda muhte-melen pozitif bir Wasserman reaksiyonuy-la teshis edilir.
Tersiyer noro-frengide Lange kolloidal altin testi ya «paretik» bir egri (ornegin 5542210000) ya da «luetik» bir egri (13554210000) gosterir. Vaskiiler ve perivaskuler enflamasyonun kan dolasimmda bozukluga ve yer yer nekroz ile gevrede fibrotik reaksiyona (gumma) yol a§tigi meningovaskiiler f rengide santral sinir sistemi sekonder ola-rak etkilenir. Ote yandan spiroketler beyin ve omuriligi dogrudan dogruya da et-kileyebilir ve sonucunda delilik genel paralizi (GPI) tabes dorsalis veya bu du-rumlarm kombinasyonlari gelisebilir. Tabes dorsalis lokal bulgular olmadigi za-man erken safhalarda krizler ve «simsek» agrilan nedeniyle histeriyle kariftirilabi-lir. Serebral frengide gesitli norolojik be-lirtilerin yanisira bas agrisi anksiete apati hafiza ve zeka bozulmasi da gorii-liir. Yetiskinlerde konviilsiyonlann bas-gostermesi üçüncü sinir felci optik atrofive gem} normotansif siijelerde hemipleji gibi durumlarin hepsi nbro-frengi siiphesi uyandinr. Pupilla'da Argyll-Robertson belirtisi (mesafeye cevap veren fakat i§i-ga cevap vermeyen goz bebegi) sik rast-lanan bir norolojik belirtidir. Bkz. ENFEKSIYONDAN ILERI GELEN AKIL SEMPTOMLARI



Frijidite

Frijidite kadinin cinsel bakimdan uyari-lamamasi ve hetero¤¤¤¤iiel bir temasta orgazma varamamasidir. Ilk koit girisim-lerinden itibaren mevcut frijidite gogun-lukla olgunlasmamis histerik kisilikli hastalarda goruliir 50k kere norotik semp-tomlara eslik eder ve temelinde homosek-siialite (bkz.) olabilir. Normal bir cinsel tepki doneminden sonra basgosteren se-konder frijidite ise kadinin asm istekler-de bulunan alkolik kisisel temizlige ozen gostermeyen kocasina karsi cinsel il-gisini veya yalnizca ona baghligmi kay-betmesinden ileri gelir. Gebelikten sonra frijidite kronik bir logusahk depresyo-nu semptomu olabilir. Menopozdan sonra kadmdaki orgazmik tepkide biolojik bir azalma olduguna ilifkin hicbir delil yok-tur. Oysa ileri yaslarda bbyle bir azalma sozkonusu olmaktadir. Cinsel uyarim hizi niifusta normal bir da-gihm gbsterir. Bazi kadmlar yapisal olarak yavas bir orgazmik tepkiye yatkmdir-lar ve orgazma varma hizmda eslerine ayak uydurabilmeleri igin onunla aylar-ca veya yillarca sicak dengeli bir iliski siirdiirmeleri gerekir. Kadinin esi erken ejakiilasyondan (bkz.) mustarip oldugu takdirde bu giigliik biisbiitiin artar. Her iki ese de psikoterapiyle tavsiyelerde bulunmak bozuklugun karsihkh hosgo-riilmesini eslerin egitimini ve korkular-la endiseleri gidermeyi amaglar. Frijidite-nin yamsira gbriilen kisilik bozukluklari ve homo¤¤¤¤iialite daha uzun siireli bi-reysel psikoterapi gerektirir. Erkek cin-siyet hormonlarmin kadindaki cinsel uyarimi arttirdigi bilinir ama bu mad-deler gok kere istenmeyen erkeklestirici etkiler gosterirler. Bkz. DISPARONi VAGINISMUS
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Frotorizm

Frotorizm erkegin orgazm yaratmak ama-ciyla genital organlarini kadimn giyimli kalgalanna siirmesidir. (^ogunlukla tren asansor veya demiryolu platformu gibi kalabalik yerlerde gergeklestirilir. Yine kalabalik yerlerde bir kadinla erkek dir-seklerini yahut bacaklarini birbirlerine siirterek karsihkli erotik uyarim yarata-bilirler. Bunun gevreden anlasilmasi kor-kusu yaratilan cinsel heyecanda biiyiik bir rol oynar.


FUG

Siijenin evinden veya isinden ayrihp do-lastigi bir bilinglilik durumu degisimi-dir. Fiig durumu gok kere depressif bir hastahk ortaminda gelisir ve bazan inti-harin simgesel bir karsihgi olarak belirir. Epilepside (psikomotor nobetler) goriilen otomatik davrams spektrumunun bir par-gasi olan fiig ile birlikte akil bulutlanma-si gergekdisi duygulari veya «deja vu» (bkz.) halliisinasyonlan ve ruhsal du-rumda degisimler (korku ofke depres-yon vs.) goriiliir. Histerik bir fiig kisi-nin kagma zorunlugu duydugu dayanil-maz bir durumla ilgilidir; gok kere bu olay konusunda kismen yahut tam amne zi mevcuttur. Organik beyin travmasinda (ornegin kafa travmasindan sonra) da fiig durumlan basgosterebilir.


G


Gaba

Bkz. GAMMA AMiNOBUTIRiK ASIT



Galaktozemi

Galaktozemi otosomal resessif bir ozel-lik olarak kahtsaldir. Spesifik biokimya-sal bozukluk galaktoz-1-fosfat iiridil transferaz aktivitesi yoksunlugudur. On-celikle bebeklerde goriilen bir hastahk-tir; akut semptomlar arasinda kusma di-yare sarihk ve gelisememe vardir. Bazi hastalarda akil geriligi goriiliir. Teshis biokimyasal olarak anormal galaktoz to-lerans egrisi ve idrarda galaktoz bulunma-si ile koyulur. Eksik enzimin biokimyasal yoldan saptanmasi teshisi dogrular. Semptomsuz vakalar rapor edilmistir. Bazan da ileri yaslarda izole belirtiler goriiliir - ornegin katarakt ve karaciger siro-zu. Tedavi laktoz ve galaktoz kisitlamasi seklinde dietseldir. Bu kisitlama miim-kiin oldugu kadar erken baslatilmah( me-sela dogumdan hemen sonra) aksi halde bazi belirtiler irreversibl hale gelir.


Gastro - Entestinal Psikolojik Bozukluklar

Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR


Gaucher Hastalığı


Gaucher hastalığı bebeklik ve çocukluk döneminde gelişen bir lipid ****bolizması bozukluğu olup retikülo-endotelial sistemdeki hücrelerde serebrosid birikimine yol açar. Klinik belirtiler arasında karaciğer büyümesi dalak büyümesi ve ilerleyici kötüleşme ile nörolojik ve entellek-tüel hasar vardır. Rapor edilen vakaların yaklaşık üçte biri familyaldir. Bu bozukluğun otosomal dominant bir genle geçtiği konusunda yeterli deliller mevcuttur. Bkz. KALITSAL ****BOLİZMA BOZUKLUKLARI


Gebeliği Reddetme

Araştırma delilleri kadınların gebe kaldıklarını öğrendikleri zaman sık sık korku ve hayalkırıkhğı duyduklarına ilişkin klinik izlenimleri doğrulamaktadır. Oysa gebeliğin devamı durumunda bebeğin uterus içindeki kımıldanmalarının ve daha sonraları sevgiye tepkisinin kadında annelik duygusu uyandırmaması pek olağan değildir.
Özellikle kişilik bozukluklarından mustarip ebeveynlerde derin reddetme tutumları yerleşmiştir. Oysa bazan belli bir çocuğa duyulan bir nefret loğusalık dep resyonunun sonucu olarak kalıcılık gösteren psikopatoloji bir fenomendir. Çocukta sağlıklı bir kişilik gelişimi için gerekli tek unsur ebeveyninden gördüğü sıcak sevgidir. Dolayısıyla ebeveynin çocuğa ilgi göstermemesi onda psikiyatrik bozukluk oluşmasına yol açmada güçlü bir faktördür.




Gebeliğin Psikolojik Yönleri

Normal gebelikte hafif anksiete ve diğer geçici ruhsal durum değişimlerine ilk üç ay içinde sık rastlanır; ikinci üç ay içinde karakteristik olacak sükûnet ve rahatlık görülür ama gebeliğin sonu yaklaştıkça anksieteler de yeniden belirme eğilimi gösterir.
Doğum yaparken ölme veya sakat çocuk dünyaya getirme gibi korkular tipiktir. Gebelik sırasında steroid hormonlar şüphesiz emosyonel durumu etkiler; öte yandan psikososyal faktörler özellikle gebe kadının eşiyle ve annesiyle ilişkileri de önemlidir. Gebelik sırasında aşermeye sık rastlanır ve bu durumun fizyolojik bir temele dayandığı düşünülmektedir. Fetü sün gelişiminde annedeki stress'lerin oynadığı rol tartışmalıdır. Bazı deliller bu rolün küçümsenmemesi gerektiğine işaret etmektedir.



Gece Korkuları


Hemen hemen yalnızca 3 ve 9 yaş arasındaki çocuklarda görülen bu korkular ebeveynler veya çocuk bakıcıları tarafından rapor edilmiştir. Çocuk birdenbire uyanarak inilti bağırma ya da çığlıkla ilgi isteğini ifade eder. Bir dehşet durumu içindedir ama ona ses duyurabilmek onu rahatlatmak hattâ uyandırabilmek imkansızdır. Sonunda çocuk gevşer ve yeniden normal uykuya geçer. Bu nöbeti ve gördüğü rüyayı sonradan hatırlamaz; oysa kâbus gören çocuklar sonradan gördükleri korkunç rüyayı anlatabilirler. Bu nöbetler emosyonel uyum bozukluğunun ya da serebral fonksiyon bozukluğunun potansiyel olarak ciddî semptomları sayılmalıdır.


Genel Bilginin Kavranması

Akıl muayenesinin bu bölümü (a) mevcut durumu değerlendirme ve uygun davranış gösterme (b) «hasta olma» durumunu sezme (Bkz. SEZGİ) ve (c) daha geniş kapsamlı yani dünya olaylarını anlama yeteneğiyle ilgilidir. Bu unsurlara yönelik testler «oryantasyon» (zaman yer ve kişi); «sezgi» (yani hasta olma durumunun kabul edilmesi/edilmemesi); ve «genel bilgi»yi (örneğin bir gün önce gazetede yer alan haberler) kapsar.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Genetik

Gen mütasyon yoluyla değişmediği takdirde bir kuşaktan öbürüne geçen büyük ve ayrıntılı yapılı dezoksiribonükleik asit (DNA) moleküllerine tekabül eden kalıtımın hipotetik temel ünitesidir. Bu kalıtım maddesi biokimyasal reaksiyonların bazılarını hızlandırarak bazılarını da geciktirerek kontrol etmesi dolayısıyla birtakım etkiler gösterir. Genetik yapının (genotip) bir bütün olarak etkinlik gös terdiği kabul edilir; ufak etkili birçok genin hafif etkinliklerinin kümülatif sonucu tek genlerin belli başlı sonuçları kadar önemlidir. Genler dış ortamdan bedenin iç ortamından ve diğer genlerden etkilenebilir. Gözlemlenen sonuçta (feno-tip) bütün bu faktörlerin karşılıklı etkinlikleri rol oynar.
Klasik genetik araştırma yöntemleri istatistik genealojik anket yöntemini kapsar. Bu inceleme konusu hastalıktan mustarip rastgele bir hasta numunesi seçerekbu bozukluğun hastaların akrabalarında-ki insidansının araştırılmasından ibarettir. Genel nüfustakinden daha yüksek bir insidans bozukluğun familyâl olduğunu belirtir ama bozukluğun akraba kuşaklarında belli bir dağılımı spesifik bir genetik kalıtım biçimine işaret eder. Örneğin birbiri ardısıra gelen kuşaklarda çocukların % 50'sinde rastlanan bir durumda dominant gen sözkonusudur. Ebeveynler arasında artan bir kan akrabalığı oranı ebevynlerde belirgin klinik normallik çocuklarda % 25 oranında bozukluk tezahürü ve normal ve genetik bozukluğa uğramış çocuklar arasında kesin farklılık resessif bir duruma işaret eder. Başka bir klasik genetik araştırma ikizlerin incelenmesidir. Bu tip araştırma tek yumurta ikizlerinde genetik yapının eş olmasına karşılık çift yumurta ikizle rinin genetik olarak kardeş benzerliğinden daha fazla bir genetik benzerlik göstermedikleri varsayımına dayanır. Böylece tek yumurta ikizlerinde herhangi bir özellik yahut bozukluğun daha yüksek bir benzerlik oranı göstermesi güçlü bir genetik temelin delilidir. Bu yollardan yapılan gözlemler spesifik psikiyatrik durumların ve gerilik send-romlarının kişilik özelliklerinin ve birçok psikosomatik bozukluğun belirgin bir genetik temeli olduğunu göstermiştir. Bu klasik tipte araştırmaların yanısıra psikiyatrik sendromların spesifik sınıflandırmasında da genetik kullanılabilir. Böylece genetik araştırmalar envolüsyonel melankolinin temelde depressif bozukluklarla aynı tipte bir hastalık olduğunu göstermiştir. Ote yandan artık bipoler manik-depressif bozuklukların genetik olarak ünipoler tekrarlayıcı depresyonlardan farklı olduğuna ilişkin güçlü deliller mevcuttur. Ayrıca genlerin biokimyasal etkinlik göstermeleri hastalıkların biokimyasal bakımdan farklı olduklarına ve dolayısıyla değişik terapi tiplerine iyi cevap verebileceklerine işaret etmektedir.Nitekim bir bozukluğun genetik teşhisi bunun biokimyasal nedeninin araştırılmasına yol açmakta ve böylece tedavisini sağlamaktadır; örneğin fenilketonüri (bkz.) ve galaktozemi (bkz.).
Genetik incelemeler ayrıca genetik olmayan örneğin psikolojik olan önemli faktörlerin saptanması için de kullanılmaktadır. Böylece genetik yapıları eş olan ve inceleme konusu hastalık bakımından farklı tezahür gösteren tek yumurta ikizlerinde bazı ortamsal ve belki de psikolojik faktörlerin hastalığın gelişmesinde rol oynaması ihtimali güçlüdür; bu gibi vakalardan oluşan bir seri ilgili olabilecek stress tiplerinin saptanmasında çok faydalı olabilir.
Son olarak farmakogenetik de gittikçe önem kazanmaktadır. Nüfusun yaklaşık % 50'sinin izoniazidi yavaş ****bolize ettikleri bu durumun genetik olarak belirlendiği ve bu gibi hastalarda periferik nöropati gibi yan etki insidansının daha yüksek olduğu bilinmektedir. Trisiklik antidepresan (bkz.) ilaçların plazma seviyeleri üzerinde son zamanlarda yapılan çalışmalar genetik faktörlerin bu ilaçların ****bolizmasında önemine ve böylece hastanın ilaca cevabını ve gerekli dozajı etkileyebileceğine işaret etmektedir.


Geniş Kapsamlı Simge

Psikanalistler bireysel yahut nörotik semptomlar kadar rüya olaylarının da birçok belirleyici nedenleri olduğuna inanmaktadırlar. Böylece bir rüyadaki (bkz.) belli bir simge birçok sorunu çatışmayı yahut olayı yansıtarak çok geniş kapsamlı olabilir.


Gerçekdışı Duyguları

Gerçekdışı duyguları kişiyle (kişi kendisini gerçekdışı veya değişmiş hisseder: depersonalizasyon) ya da çevresindeki dünyayla (herşey sokaklar insanlar vs. değişmiş görünür: derealizasyon) ilgili olabilir. Bu bozukluk hızla hattâ birdenbire gelişir her zaman nahoştur vs hasta öyle tuhaf duygular duyar ki başlangıçta bunun gelişmekte olan bir psikozun semptomu olduğundan endişelenir. Birkaç dakika yahut birkaç gün sürer. Aylarca süren vakalar enderdir ama tekrarlamalara sık rastlanır.
Bu semptom b'r anksiete reaksiyonu çerçevesinde oluşur çoğunlukla genç yetişkinleri ve erkeklerden çok kadınları etki ler. Temelindeki kişilik çok kere obses yoneldir; aynı zamanda fobik semptomlar görülür. Depressif reaksiyonlu bazı hastalar tam bir duygu kaybından şikâyet ederler; ikinci şikâyet de çevredeki dünyanın değişmiş ve gerçekdışı görünmesidir. ileri yaşta gelişen bazı ajite depresyonlarda daha da nihîlistik çeşitten bir gerçekdışı duygusu görülebilir. Epilepside (psikomotor nöbetler) ise bilinçlilik bulutlanması affektif bozukluk ve vizü-el ya da oditer hallüsinasyonlara eşlik eden gerçekdışı duyguları görülebilir. Olağan olmayan halsizlik yahut uykusuzluk çeken normal kişilerde de gerçekdışı duyguları başgösterebilir. Şizofrenide gerçekdışı duyguları değişik bir nitelik taşır. Bunlar çoğunlukla pasiflik duygu lan ve düşünce biçimindeki bozukluklarla ilgilidir. LSD'nin gerçekdışı duyguları yarattığı ileri sürülmektedir ama bunlar daha çok anksiete reaksiyonları gösteren hastaların bildirdikleri duyguları andırmaktadır.


Gerçeklik İlkesi


Psikanalitik teoriye göre içgüdüsel tatmin dileğini yansıtan zevk ilkesi (bkz.)
dış dünyanın gerekleriyle değişime uğrar - bu da gerçeklik ilkesidir. Bu ikisi arasındaki bir çatışma ise psikolojik bozukluğa yol açabilir.


Gerçeklikten Kaçma

Ego'nun (bkz.) (benlik) bütünlüğünü gerçek yahut hayal ve fantazi ürünü tehlikelere karşı korumak için bir savunma mekanizmasıdır. Dış dünyanın gerçekliğinden bilinçsiz ve korunma motivasyon-lu bir kaçıştır. Kişi bu mekanizma aracılığıyla temaslardan ilişkilerden sosyal durumlardan acı veren çatışmalardan veya kişilik bütünlüğü için bir tehlike saydığı herhangi bir durumdan kaçar. Bu mekanizmanın sürekli kullanımı özellikle utangaç duyarlı ve şizoid kişiliklerde görülür. Temel olarak ilkel bir mekanizmadır ve şizofreni simpleks tipindeki psikotik hastalarda görülür. Belirgin ob-scsyonel kişilikler de bu savunmaya başvururlar.


Gerçeklikten Uzaklaşma

Bkz. GERÇEKDIŞI DUYGULARI



Geri Kalmış Çocuklar

Öğrenim yavaşlığı okumayı geç öğrenen çocuklarda görülen çeşitten genel bir zekâ retardasyonu veya spesifik öğrenim yeteneksizliğinin bir tezahürü olabilir. Etyoloji ve ayırdedici teşhis için NORMAL ALTI ZEKA'ya bkz. Spesifik öğrenme sorunlarının nedeni doğuştan genetik bir algılama bozukluğu olabilir (meselâ bir okuma bozukluğu olan disleksi (bkz.) gibi) veya işitme görme gibi periferik duyu bozuklukları yahut beyin travması emosyonel güçlükler ve yetersiz öğretimden de ötürü olabilir. Tıbbî ihtimaller bertaraf edildikten sonra bu öğrenim bozuklukları bir öğretim sorunu olarak ele alınır.


Geriatrik Psikiyatri

Yaşam standardlarının yükselmesi sonucunda ortalama yaşam sürelerinin uzaması beraberinde çeşitli sorunlar da getirmektedir. Bu sorunların psikiyatrideki önemi beyin ve beyin damarlarındaki de-jeneratif değişimlerin ve bunlardan ileri gelen akıl bozukluklarının 60 yaşından sonra gittikçe daha sık görülmesi ve 80-90 yaşlarında en yüksek insidansa varması-dır. Dolayısıyla geriatrik sağlık ve huzur gittikçe daha çok yaşlıların gereklerine uydurulmalıdır; bu gerekler daha gençlerin gerekleriyle aynı değildir. Gençlerde organik olmayan bozukluklar daha önemlidir.
Gençlerle yaşlıların psikiyatrisi arasında hiçbir kesin ayırım yoktur ve hayatta daha erken yaşta başlayan birçok bozukluk yerleşebilir ya da yaşlılıktaki psikolojik (bkz.) ve fizik değişimler dolayısıyla değişime uğrayabilir. Aşağıdaki şema yaş lılıkta başlayan bozukluklarla ilgilidir. Esas olarak tanımlayıcıdır ama etyolojik bilgiyi kapsar ve prognoz ile tedavi bakımından faydalıdır. Organik psikozlar:
Demanslar (kronik beyin sendromları) Akut konfüzyon durumları (delirium akut beyin sendromları) İleri yaşta paraf reni (kronik delüzyonal psikozlar)
Fonksiyonel bozukluklar: İleri yaşta başlayan affektif bozukluklar (depresyon manisi)
Nörotik (psikojenik) reaksiyonlar ve kişilik değişimleri (bkz.).
Yaşlılık demansları genellikle ilerleyicidir ve mortalite yüksektir. Altmış beş ya-şındakilerin % 6-7'si veya daha büyük bir oranı hiç değilse orta şiddette demanstan mustariptir % l-2"si kurumlarda geri kalanı da evlerinde yaşarlar. ¤¤¤¤en yaşından sonra % 20'si etkilenir. Arteriosk-lerotik ve senil demans (bkz.) en önemli demans formlarıdır ve birincisinde serebrovasküler durumların gelişmesi bu iki demansın birbirinden ayırdedilmesini sağlar. Çeşitli etkenlerin yol açtığı genel beyin fonksiyonu bozukluğundan ileri gelen akut konfüzyon durumları da sık görülür. Temelde ayrıca bir demans olmadığı zaman hasta ölmediği takdirde akıl durumu genellikle normale döner. Geç yaşta başlayan paraf reninin (bkz. YAŞLILARDA PERSEKÜSYON DURUMLARI) yaşama prognozu olumludur ama süresiz uzun tedavi gerektirir. Affektif bozukluklara (bkz.) daha sık rastlanır; bunlar genellikle tedaviye iyi cevap verirler ama nüksetme eğilimi gösterirler; intihar ya da buna bağlı fizik hastalık hayatı kısaltabilir. Daha önce dengeli olan
kişilerde fizik hastalık nörotik reaksiyonları belirginleştirebilir ve nekahat döneminin süresini uzatabilir. Yaşlıların % 15-20'sinde bir güçsüzlük ya da bozukluğa yol açan fonksiyonel semptomlar vardır.
Geriatrik tıpta olduğu gibi çok kere birden fazla teşhis koyulması doğru olur. Örneğin senil demanslı hastalar aynı zamanda serebrovasküler hastalıktan mustarip olabilirler. Demansın erken safhalarında yahut bir krizden sonra emosyonel bozukluklara sık rastlanır; organik hastalığın tersine bunların tedavisi mümkündür. Depresyon dietle ilgili yetersizliklere sekonder avitaminoza yahut elektrolit bozukluğuna yol açabilir; bunlar ise organik bir sendroma neden olabilirler. İlaçların çok kere yaşlı kişilerde istenmeyen hattâ tehlikeli etkiler yaratması önemli bir husustur. Nöroleptikler atak-siye ya da düşme eğilimi gösteren hipotansiyona veya idrar retansiyonu ya da akut glokom'a yol açabilirler. Fizik hastalıkların tedavisi de psikiyatrik komp-likasyonlar yaratabilir. Anestezi sırasında hipotansiyon sonucunda kalıcı akıl bozukluğuna yol açan serebral anoksi gelişebilir. Metildopa gibi antihipertan-sif ilaçlar depresyona pürgatif yahut diüretik kullanımı da dietle takviye edilmediği takdirde potasyum yetersizliğine bağlı genel güçsüzlüğe ve muhtemelen depresyona yol açabilir. Barbitü-ratlar bromürler benzheksol ve antidia-betik ilaçlar ise konfüzyon durumlarına neden olabilirken yüklü barbitürat me-dikasyonunun birden kesilmesi nöbetlere yol açabilir. Aslında yaşlılarda özel bir ya******ik bozukluk riski sözkonusu-dur.
Depressif yahut akıl dengeleri bozulmuş yaşlı kişiler muhtemelen tıbbî yardıma başvurmazlar; akrabaları ise onlara hasta değil de yaşlı gözüyle baktıklarından durumları ileri bir safhaya varıncaya kadar hekime başvurmayabilirler. Dolayısıyla yaşlılarda bir çeşit kayıt işlemi ve düzenli muayene iyi olur. Genel pratisyen muayenehanesine bağlı bir sosyal hastabakıcıyı hiç değilse «yüksek riskli» hastaları kendisine bildirmekle görevlendire bilir; bunlar arasında çok yaşlılar fizik hastalıktan mustarip olanlar psikiyatrik tedaviden yeni taburcu edilenler ve eşlerini kaybetmiş ve yalnız yaşayanlar «yüksek risk» gösteren yaşlılardır. insanlar yaşlandıkça başkalarının desteğine bağımlılıkları artar. Çok kere bekâr çocuksuz dul yoksul ve yalnız yaşayan yaşlılar sağlık servislerinden aşırı taleplerde bulunurlar. Oysa sosyal yardım gereğine işaret eden bir yaşama başarısızlığı aslında fizik hastalık ya da akıl hastalığından ileri gelebilir ve tedaviyle giderilebilir. Yaşlıların toplum için yararlı olmaları isteniyorsa sağlanması şart olan sosyal gerekler arasında etkin tıbbî servisler bulunmalıdır.
Yaşlılar için çok kere değişik otoritelerce sağlanacak hizmetler gereklidir ve genel pratisyenler bakımın sürdürülmesi açısından bu servisleri koordine edebilecek durumdadırlar. Öte yandan bölgesel otoritenin ne gibi ev hizmetleri sağladığını ve bunlardan nasıl yararlanacaklarını bilmeleri gerekir.
Kurumlarda akıl hastahanelerinde ve geriatrik hastahanelerde sağlanan bakıma kıyasla evde bakımın yararları tartışılmaktadır. Akut affektif veya paranoid psikozlu hastalar kısa süreli psikiyatrik klinik tedaviden yararlanabilirler ve yararlanmalıdırlar ama nüksetme ve intihar ihtimali nedeniyle kontrol özellikle önemlidir ve hem kontrol hem de teşhis bakımından polikliniklerden daha çok istifade edilmelidir.
En belli başlı güçlük nedeni demanslar-dır. Genellikle hastanın mümkün olduğu kadar uzun süre evde bakılması gerektiği kabul edilmektedir ama yakınlarının has tayı istememesi ihtimalinden kaçınmak için yük ağırlaşmadan yardım sağlan-
malıdır. Bu yardım gündüz bakım kısa süreli klinik bakım veya iki ayda bir klinik bakım biçiminde olabilir. Hastanın durumu düzenli olarak incelenmeli ve aile üzerindeki etkileri dikkatle ayarlanmalıdır. Yalnız yaşayan hastalar bir süre evde bakım hizmetlerinden ve' komşulardan yardım görebilirler ama kurumlarda bakım uzun süre ertelenemez. «Akıl dengesizliği gösteren yaşlılar» (belirgin sorunlar göstermeyen ileri yaştaki bunama vakaları) bazı kurumlar için uygundur ama yatalak olanlar enkontinans yahut bozukluk gösterenler bir sağlık tesisinde bakım gerektirirler. Şiddetli emosyon yahut davranış bozuklukları gösteren hastalar ise bir akıl hastahanesinde tedavi edilmelidirler.


Gerilik

Bkz. NORMAL ALTI ZEKÂ


Gerilim

Gerilim kişinin duyduğu stress'in yarattığı bir gerginlik durumu olup başlıca tezahürü istemli sinir sistemiyle innerve olan kas gruplarındadır. Öte yandan belirli otonom biokimyasal ve endokrino-lojik bağlantıları da vardır. Gerilim anksiete durumunun bir öğesi sayılır ve hattâ anksiete ile eş anlamlı kullanılır. Kas gerilimi sık sık herhangi bir nedenden ileri gelen anksiete ile ilgilidir. Kas tonüsü artışı ekstremitelerde tremor ve yüzde gerginlik ile kırışma mevcuttur. Yumruklar sıkılınca parmak boğumları beyaz görünür tipik başağrısı sancı veya mengene niteliğinde tanımlanır başı bütünüyle etkiler ve çoğunlukla akşama doğru kötüleşir.
Teşhiste kullanılan i.v. enjeksiyon yoluyla subhipnotik dozlarda uygulanan kısa süre etkili barbitüratlar başağrısını hızla giderir. Klordiazepoksid ve diazepam medikasyonu bu ilaçların kas gevşetici ve anksiolitik özellikleri dolayısıyla yararlıdır.
Âdet öncesi gerilim genellikle âdetten birkaç gün önce predispozisyonlu hastalarda başlayan ve depresyon eğilimi artışı sinirlilik anksiete ve başağrısı gibi belirtileri kapsayan bir sendromdur. Su re-tansiyonu kilo artışı ayak bileklerinde göğüslerde ve karında şişme olabilir Poli-dipsi hiperfaji ve hipersomnia da rapor edilmiştir.



Geriye Dönük Araştırma

Geriye dönük bir araştırma vakadan sonra yapılan araştırmadır. Hastalıklı bir kişi veya bir hastalar grubuyla başlayarak anamnezlerden muhtemel etkenleri belirleme amaçlanır. Bir tifo salgınının kaynağının araştırılması tipik bir örnektir. Bu tip bir inceleme ile ileriye dönük araştırma (bkz.) arasında farklar vardır.

Geronto¤¤¤¤üalite

Kriminal hukuk alanında çok sık rastlanan bir durum yaşlı bir kişinin - çoğunlukla kadın - cinsel obje olarak seçilmesi-dir: Genç bir erkek 60-80 yaşlar arasındaki bir kadına veya birkaç kadına tecavüz ederek ırzlarına geçer. Medenî hukuk alanında ise genç bir erkeğin bu yaş grubundan bir kadınla evlenmesine ender rastlanır. Sapıklığın nedenleri erkeğin gelişim yıllarında kendisinden büyük kadınlarla olan ilişkilerinde bulunabilir. Akıl hastalığına ise ender rastlanır.


Gerstmann Sendromu

Akalküli sağ-sol oryantasyon bozukluğu agrafi ve hastanın yahut muayene edenin parmakları bakımından parmak agnozisi Gerstmann sendromunu oluşturur ve sol angüler girus lezyonlu hastalarda görülür.



Gestalt Psikolojisi

Almanca Geştalt sözcüğünün sözlük anlamı biçim yapı düzen ya da görünüştür; ama aynı zamanda parçalarından daha fazla olan bir bütün anlamına da gelir. Bu terim ve kavram başlıca savunucuları bu yüzyılın başlarında çağdaş davranışçı ve entroskpeksiyoncu ekollerin ato-mistik analitik yaklaşımlarına sert bir tepki gösteren Max Wertheimer Wolf-gang Kohler ve Kurt Koffka olan bir psikoloji ekolüyle yakından ilgilidir. Geştalt psikologlarının temel iddiaları akıl proçesleri ve davranışın (bkz.) bütüne ilişkin önemli yapısal özellikler ihmal edilmeksizin elemanter birimlerle çözümlenemeyeceğidir. Hareket noktası algılama (bkz.)psikolojisi idi ve «geştalt» yapı kavramları kortikal fonksiyon teorileri üzerinde duruluyordu. Daha sonra yapılan araştırmalar öğrenme ve düşünme alanlarını kapsıyordu. Kohler "in maymunlar üzerindeki sezgili-sorun çözümleme incelemeleri ünlüdür.



GILLES DE LA TOURETTE SENDROMU

Etyoloji belli değildir ama organik faktörler muhtemelen önemlidir (örneğin Sydenham köre'si). Semptomlar (a) kompleks konvülsif tikler (b) çok kere müstehcen nitelikte ve solunum diskine zisine eşlik eden kompülsif konuşmalardır. Bu semptomlar 10-15 yaşlar arasında ve genellikle erkeklerde belirir. Bütiro-fenonlarla ve davranış terapisiyle tedavinin başarılı olduğu ileri sürülmüştür.

Glikol Türevleri

Glikol türevleri veya propandioller kas gevşetici olan mefenesinden türeyen minör trankilizanlardır. Başlıca türevleri meprobamat ve tibamattır. Propandioller kas gevşetici ve hafif anti-konvülsan etkinlik gösteren hafif santral sedatiflerdir ve talamus ile limbik sistem üzerinde depresyon etkisi gösterirler. Klinik spektrumları barbitüratlarmkine benzer ama hipnotik güçleri daha azdır.


Glikol Türevleri 2

Glikol türevleri veya propandioller kas gevşetici olan mefenesinden türeyen minör trankilizanlardır. Başlıca türevleri meprobamat ve tibamattır. Propandioller kas gevşetici ve hafif anti-konvülsan etkinlik gösteren hafif santral sedatiflerdir ve talamus ile limbik sistem üzerinde depresyon etkisi gösterirler. Klinik spektrumları barbitüratlarmkine benzer ama hipnotik güçleri daha azdır.
Anksiolitik bir madde olarak meprobamat bir zamanlar yaygın olarak kullanılmışsa da şimdi daha etkin ilaçlar bunun yerini almıştır.
Diğer türev olan tibamat tedavide yeni kullanılmaya başlamıştır ama henüz yararları kesin olarak saptanmamıştır. Başlıca yan etkileri uyku hali anafilaktoid reaksiyonlar ataksi ve ilaç bağımlılığıdır. Bkz. ANKSİOLİTİK İLAÇLAR



Glisin

Glisin (bir amino asit) beyin dokusunda yüksek konsantrasyonda mevcuttur. Fonksiyonu kesin olarak bilinmemektedir ama bir nöro-iletici (bkz.) görevi gördüğü muhtemeldir.



Globus Hystericus

Anksiete veya depresyon durumlarında duyulabilen «boğazda bir yumru» hissidir. Bu duygu genellikle solunuma müdahale eder ve hasta hırıltılar çıkarır. Ba-zan da hipervantilasyon yahut tetani tezahürü olabilir.

Glükoz-6-Fosfat Dehidrojenaz


Glükoz-6-fosfat-dehidrojenaz yetersizliği çok kere cinsiyete bağlı resessif bir özellik olarak kalıtım yoluyla doğuştan gelen bir ****bolizma bozukluğudur. Oysa insidan-sı şiddeti ve klinik sonuçları gibi özellikleriyle birlikte kalıtım biçimi de çeşitli ırk gruplarına göre değişkenlik gösterir. Kuzey Avrupalılarda ender görülür. Diğer faktörlerle birlikte muhtemelen şiddetli neonatal hemolitik sarılık - kernikterusu (bkz.) ve sonucunda akıl geriliğine yol açar. G-6-PD yetersizlikli çocuklarda bazı ilaçlar ve fasulye hemolitik anemiye yol açabilir.
Bkz. KALITSAL ****BOLİZMA BOZUKLUKLARI



Glütamik Asit


Beyinde yüksek konsantrasyonda bulunan bir amino asittir. Santral sinir sistemindeki fonksiyonu henüz kesin olarak bilinmemektedir ama bir nöro - iletici (bkz.) olabilir ya da potasyumun hücre membra-nından taşınmasında rol oynayabilir.


Grup Psikoterapisi

Genellikle bir psikoterapist tarafından birçok kişinin aynı zamanda tedavi edildiği herhangi bir psikoterapi biçimidir. Grup terapisi son yirmi yıl içinde genel psikiyatri üzerinde derin etkiler göstermiştir. İngiltere'de S.H. Foulkes Joshua Bierer ve Maxwell Jones'un öncülüğünde yürütülen grup yöntemleri yaygınlaşarak değişik aktiv.teleri ve her tipte hastayı kapsamaya başlamıştır. Analitik grup psi-koterapisi bireysel psikanalizde kurulan ilkelere dayanmaktadır. Sekiz on hasta sorunlarını tartışırlarken onları dinleyen pasif bir psikoterapist de transferans yorumlamalarından yararlanır. Grup haftada bir kere toplanır seans doksan dakika sürebilir ve toplam terapi iki yıllık bir süreyi kapsayabilir. Grup açık ya da kapalıdır - yani bazı üyeler ayrılınca yerine yenileri girer ya da terapi bitinceye kadar grup bir bütün halinde korunur. Yöneltici grup terapisi öğretim veya eğitim amaçları için kullanılır ve klinik tedavi gören hastalar personel veya diğer profesyoneller gibi sosyal gruplarda yararlı olabilir. Aktif grup terapisi ise ço cuklara veya psikotik hastalara uygulanır ve hastalar oyun dans veya sanat terapisi gibi çeşitli aktivitelere katılırlar.Son zamanlarda A.B.D.'de grup terapisi aktiviteleri bir patlama göstermiştir. «Duyarlık» grupları duygu sorunlarını fizik ilişkilerle ve aktivitelerle boşaltmaktadırlar. Çeşitli tipte grup terapisi biçimleri bir toplumdaki kültürel ortamın parçalarıdır - dinsel gruplar inisiyasyon grupları vs.


Gülme

Bazan gülme psikiyatrik anlam taşır. Boş aptalca gülme adolesantlarda hebefrenik şizofreninin klasik bir özelliğidir; bu duruma bugün ender rastlanmaktadır. Pick hastalığı (bkz.) gibi lobus frontalisteki yavaş gelişen lezyonlar bazan bir aptallık durumuna yol açarlar hasta tekrar tekrar aynı şakaları yapar ve bunlara kendisi güler. Tekrarlı ve yersiz gülme nöbet leri ise serebral arteriosklerozda (bkz.) görülen «emosyonel enkontinansın» özelliklerinden biridir.


Günlük Değişkenlik

Ruhsal durumda belirgin Lir günlük değişkenlik endojen ya da manik depressif depresyonların (bkz.) karakteristik bir özelliğidir ama yalnızca birkaç hastada tezahür eder. Tipik olarak depresyon sabahları kötüleşir ve gün ilerledikçe düzelme gösterir. Retardasyon ve konsantrasyon güçlüğü gibi semptomlar da ruhsal durum değişimine paralel bir değişkenlik gösterir. Bazan bu derin depresyon hasta sabah uyandıktan sonra beş veya on dakika sürer. Bazan ise bunun tersi olur ve depresyon akşama doğru kötüleşir. Tablo ne olursa olsun bu değişkenlik hiçbir zaman ortamsal değişimlere bir tepki de ğildir (hastanın kocasının işten eve dönmesi gibi).


Güven Duygusu


Güven duygusu hastanın hekimin üstün bilgisini kabulüne dayanır. Bu kabulü ise hem bilinçli hem de bilinçsiz faktörler belirler. Güven duygusu hem sözlü hem de sözsüz olabilir hekimin yalnızca mevcudiyeti hastayı rahatlatmaya ve ank-sietelerini gidermeye yeterlidir. Bütün hastalardaki bir güvenlik ihtiyacı ve bağımlılık hekimin güven kapasitesini uygulayabileceği ortamı sağlar. Hekim bu amaçla semptom oluşumunu hastaya açıklamalıdır.


Gölge - Benlik

Bir Jung kavramıdır. Gölge - benlik rüya görenin bastırılmış bilinçsiz nitelikleri yani kendinde kabul edemediği nitelikleri tanımlar.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
H



Habitüasyon


Psikolojik habitüasyon bir hastanın bir stimulusa tepkisinin o stimulusa tekrar mâruz kalması üzerine azalma gösterme hızıdır. Yaklaşık bir dakikalık fasılalarla hafif anksiete yaratan stimuluslar uygulanır ve tepki psikogalvanik cevapla (PGR) ölçülür. Normal kimselerde ve spesifik fobili hastalarda habitüasyon anksiete durumları geçiren ve agorafobili hastalara kıyasla daha çabuk gelişir. Bir trankilizanla tedavi bu ikinci tipteki hastalarda habitüasyon hızını arttırır. İlaç habitüasyonunun (DST 1967) ipti-lâdan farkı ilaca devam kompülsiyonu dozu arttırma eğilimi ve hiçbir fizik ba ğımlılık göstermemesidir. 1964 yılında DST (dünya sağlık teşkilâtı) habitüasyon ve iptilânın ortak yönleri olması dolayısıyla bu iki terimi kapsamak üzere «ilaç bağımlılığı» teriminin kullanılmasını tavsiye etti.



Hafıza

Hafıza geçmiş yaşantıların bütünüyle veya parça parça bilinçli olarak canlandırılması için kullanılan genel bir terimdir. Başka bir anlamda ise canlandırılan spesifik yaşantı bölümleri için kullanılır. Hafıza proçesinin üç safhası vardır. Birincisi sözkonusu materyele aktif bir dikkat (bkz.) gerektiren kayıt (bkz.) safhasıdır ve bilinçli ezberleme çabalarıyla geliştirilir. Geçmiş yaşantıların ilerde canlandın-labilmesi olanağı kayıt işleminin bir hafıza trasesi veya engram (bkz.) oluştu rarak organizmayı değiştirdiğine işaret eder; engram retansiyon safhası süresince korunur. Son araştırmalar engramla-rın nöro-biokimyasal nitelikte olabileceğine işaret etmektedir. Hafızanın son safhası hatırlama (bkz.) tanıma meydana getirme veya yeniden öğrenme testleriyle incelenir. Hastaların akıl muayenelerinde hafıza kapsamı ve bir kere gösterildikten sonra hatırlayabildikleri rakkamların sayısı ile ilgili testler sık sık kullanılır. Hatırlama kesin bir proçes değildir. Hatırlanan olaylar kişinin tutum ve ilgilerine göre değişime uğrar. Bir Freud kavramı olan represyon (bkz.) mekanizması bu değişimde önemli bir rol oynar. Amerikan psikologu Lashley serebral korteksin değişik bölümlerinin hafıza gibi fonksiyonlar bakımından eşit potansiyele sahip olduğunu (yani bir bölümün başka bir bölümün fonksiyonunu göste ıebildiğini) düşünüyordu ama son zamanlarda yapılan araştırmalar hipokam-pusta bilateral ablasyon veya hasarın hafıza fonksiyonları üzerinde önemli ölçüde negatif etki gösterdiğini ortaya çıkarmıştır.
Psikiyatrik bozukluklarda hipermneziler (bkz.) ender görülmekle birlikte dismne-zilere (bkz.) özellikle scnil vakalar ve Korsakoff psikozu (bkz.) gibi organik hastalıklarda sik rastlanmaktadır. Bu vakalarda kayıt saf hasının retansiyon ve hatırlamadan daha çok etkilendiği muhtemeldir. Bazı ilaçlar da hafıza üzerinde spesifik bozucu etkiler gösterirler. Bazıları (örneğin diazepam) hafif ve geçici etki gösterdiğinden hafif ameliyatlarda. stress'in azaltılmasında yararlı olabilir.

Hallüsinasyonlar

Hallüsinasyon dış kökenli bir stimulusu olmayan yanlış bir algıdır. Algı değişiminin sözkonusu olduğu sık görülen diğer algı bozukluğu illüzyondan (bkz.) farklıdır. Akıl hastalıklarında en sık rastlanan
hallüsinasyonlar şizofrenide (bkz.) çok görülen «seslerdir». Bu sesler hastaya hitap edebilir onunla ilgili sözler söyleyebilir düşüncelerini yansıtabilir veya belli belirsiz mırıldanmalar biçiminde olabilir. iç ya da dış bir kaynakla ilgili olabilir ve kişi çoğunlukla bunların gerçekliklerinden emindir. Hallüsinasyonlar işitme dışındaki duyularla da ilgili olabilir ve böylece görme (vizüel) dokunma (taktil) işitme (olfakter) ve tad duyularına dayanan hallüsinasyonlar mevcuttur. Bazı duyuların belli kaynağa bağlanması güçtür veya birden fazla duyu sözkonusu ola bilir (örneğin gücünü yitirme; cinsel bakımdan uyarılma) ve delüzyonlarla (bkz.) karışarak bunlardan ayırdedilme-yebilir.
Özellikle oditer hallüsinasyonlar davranış ve ruhsal durumu etkileyebilir. Hasta dalgın olabilir ve ifade değişimleri gösterebilir karşısındakine hakaret edici bir cevap verebilir veya emir ya da suçlamaya tepki olarak fevrî davranabilir. Normal kimseler de özellikle uykuya dalarken hipnopompik (bkz.) veya uykuyla uyanıklık arasında hipnagojik (bkz.) ve diğer zamanlarda hallüsinasyonlar görebilirler (örneğin telefon zili ya da bir yanma kokusu duyabilirler). Birçok akıl hastalığında ve beyin bozukluğunda da hallü sinasyonlar olur. Tablo başka bozukluk (hallüsinoz) olmaksızın duru bilinçlilik-ten deliriumda başgösteren genel bilinç ve algı bulutlanmasına kadar değişkendir. Tıpkı izlenen bir tiyatro oyunu gibi sistemli ve ayrıntılı hallüsinasyonlara en çok histeride rastlanır. Bkz. ALGI



Hallüsinojenik İlaçlar


Bunlar en belirgin özellikleri hallüsinasyonlar (bkz.) dahil olmak üzere şiddetli algı bozukluklarına yol açmaları olan maddelerdir. Bu grup için psikodelik
(bkz.) (yani akh değiştirici) ve psikoto-mimetik (bkz.) (yani psikoz tezahürlerini andıran) gibi birkaç ad kullanılmıştır. Oysa deneysel incelemeler hallüsino-jenik teriminin hallüsinojenik aktivite çok belirgin olsa bile hiçbir zaman bu ilaçların tüm aktivitelerini kapsamadığını göstermektedir. Nitekim bu gibi ilaçların aktivitesi yalnızca kullananın kişilik ya pısına değil aynı zamanda ruhsal durumuna ve ilaçtan ne gibi bir etki beklediğine bağlıdır. Bu husus alkol opium türevleri barbitürat ve amfetaminler dahil olmak üzere «akıl durumlarını değiştiren» bütün ilaçlar için sözkonusudur. Hallüsinojenik özellikler gösteren doğal maddelerin kullanımından tarihte sık sık sözedilmektedir. Kuzey Sibirya'daki kavimlerin hallüsinasyon yaratan mantarlar yedikleri Meksikalıların da kutsal saydık lan mantarları dinsel törenlerde hallüsinasyon yaratmak için yedikleri tarihsel belgelerde yazılıdır. Ayrıca kuzey mitlerinde tanımlanan «çılgınlık» halinin de hallüsinojen büfotenin ihtiva eden ama-nita muscaria ile entoksikasyon sonucu oluşabileceği ileri sürülmüştür. Hallüsinojenlerin dramatik ve kayda de ğer etkileri vardır. Bunlar arasında derin affektif değişim bunun yanısıra korku anksiete ürkme ve tremoru izleyen algı bozuklukları vardır. Bunlar yalnızca hallüsinasyon değil algı niteliğindeki oldukça tuhaf değişimler biçiminde de olabilir-imajlarda yoğunlaşma ve değişim ve algı yaşantısının niteliği ile ilgilenme. Bunun yanısıra benlik gerçekliğinde değişme (depersonalizasyon) ve ortam gerçekliğinde değişme (derealizasyon) duyguları görülür ve kişinin düşünceleri de değişime uğrar-düşünce proçesleri dağılır ve bir hayal niteliğine bürünür. Hallüsinojenik ilaçlar şöyle sınıflandırılabilir:
1. Triptamin grubu. Bu grup doğrudan doğruya triptamin türevleri olan maddeleri ve kompleks bir halka yapısındaki triptamin çekirdeğini kapsar. Basit triptamin türevleri arasında dimetil triptamin dietil triptamin serotonin (bkz.) büfotenin (bkz.) ve psilosibin (bkz.) (kutsal Meksika mantarının aktif maddesi) vardır. Kompleks bir halkada temel triptamin nukleusu olan diğer hallüsino-jenler arasında da LSD (bkz.) harmin (bkz.) ve ibogain (bkz.) vardır. Güney Amerika'lı kızılderililerin kullandıkları Peganum harmala Banisteria caapi ve Haemadictyon amazonicum harmin ihtiva ederler. İbogain ise Batı ve Merkezî Afrika'da kullanılan Tabernanthe bitkisinin aktif maddesidir.
2. Fenüetilamin grubu. Bu maddelerin hepsi sempatikomimetik katekolaminler-dir. En iyi bilineni olan meskalin (bkz.) ise Amerika'daki kavim törenlerinde ve dinsel törenlerde kullanılan Lophophora williamsii kaktüsünün yapraklarından türeyen peyote'nin aktif maddesidir. Bu gruptaki diğer maddeler arasında TMA -trimetoksi amfetamin- ve MDA-metilen dioksiamf etamin-vardır. 3. Üçüncü grup karışıktır ve ortamla tam bir temas kaybı ve tam amneziye yol açan ditran (bkz.) belirgin duygu kaybına vücut imajı bozukluklarına ve kon-füzyon durumlarına yol açabilen kannabi-sin (bkz.) aktif maddesi ile fenil siklidin (sernil) ihtiva eder. Bütün hallüsinojen-ler arasında en yaygın olarak bilineni LSD 25'dir ve terapideki yeri konusunda çok az fikir birliği olmasına rağmen psikiyatrik tedavi ve araştırmada kullanılmış tır. Birçokları bunun alkolizm için faydalı bir terapi olduğunu ileri sürmektedir. ama tedavideki gerçek yeri açıkça tanım-lanmamıştır. Hallüsinojenik ilaçların harekete geçirdiği durumların araştırılmasının temelinde bu durumların psikozları andırması vardır hattâ bunlara «model psikozlar» denmektedir. Model psikozların araştırılmasının şizofreni gibi psikozların etyolojisine ışık tutacağı düşünülmekle birlikte her ne kadar iki sendrom arasında benzerlikler varsa da hallüsinojenik ilaçların etkisiyle psikoz etkeni arasında bağlantı olduğu konusunda henüz hiçbir kesin delil yoktur. Hallüsinojenik ilaçların rasgele kullanımı gençler arasın da yaygınlaşmıştır ama tıbbî görüş ilaçların bu tür hedonistik amaçlarla kullanımını onaylamamaktadır çünkü bu gibi durumlarda bir sezgi artışı kazandığını sanan kişide başlangıcı ve süresi önceden kestirilemeyen ve bazan trajik sonuçlar veren olumsuz reaksiyonlar çok tehlikelidir. Bkz. İPTİLÂ


Harmin


Harmin Güney Amerika bitkileri olan Peganum harmala Haemadictyon ama-zonicum ve Banisteria caapi'den elde edilen bir alkaloiddlr. Oral ya da i.v. yoldan kullanıldığı zaman bulantı ve ataksi gibi nahoş otonom etkilerle birlikte hallüsinas-yonlar oluşur. Harminin stimülan etkisi monoamin oksidaz üzerindeki inhibitör etkileriyle ilgili olabilir.


Hartnup Hastalığı


Hartnup hastalığı doğuştan bir ****bolizma bozukluğudur. Otosomal resessif bir özellik olarak kalıtım yoluyla geçtiğine işaret eden deliller mevcuttur. Karakteristikleri tuhaf biokimyasal özelliklerdir ve bunların en süreklisi genel aminoasidüri-dir. Nikotinamidden yararlanma (ütilizas-yon) anormalliği de ileri sürülmüştür. Psikiyatrik etkiler vakadan vakaya değişir ve episodiktir. Bu etkiler pellagrayı andıran duyarlı bir cilt kızartısının belirme sine ve değişken serebellar semptomlarla karakterize geçici nörolojik bozukluğa eşlik edebilir. Akıl konfüzyonu da bunlarla birlikte sık görülen bir etkidir. Bazı hastalarda daha kalıcı bir etki ise akıl geriliğidir


HAVA ANSEFALOGRAFİSİ


Lomber hava ansefalografisinde serebro spinal sıvı her seferinde birkaç mililitrelik miktarlarda boşaltılarak yerine kafatasının içine 30-40 mi. hava zerkedilir. Bu işlem artan kafatası iç basıncı sonucunda beynin foramen magnum'a doğru fıtıklaşması (herniation) ihtimali dolayısıyla daima tehlikelidir ve eğer kafatası iç basıncının artmasından şüphe edilirse mutlaka nöroşirürjik takviyeyle yapılmalıdır. Vantrikülografi yoluyla da hava verilebilir. Hastayı sırayla sırtüstü yüzüstü ve yan yatırarak matriküler sistemin çeşitli kesimlerinin radiografide çizilmesi için «kabarcık» dolaştırılır. Alçak basınç başağrıları ve mide bulantısı çok raslanan bozukluklardır. Bunlar yatağın avakucunu yükselterek analjezik ve antiemetikler uygulayarak giderilebilir.



Haşiş


Bkz. KANNABİS SATİVA


Hebefreni

Hebefreni en sık rastlanan şizofreni (bkz.) tiplerinden biridir; çoğunlukla sinsidir ve 15-30 yaşlar arasında başlar. Adolesans meslek dostluk kurmak veya cinsel kaygılar ile ilgili güçlüklerden doğduğu düşünülmektedir. Konsantrasyon güçlüğü orta veya yüksek Öğrenim gören gençlerde belirgindir. Psişik hayat önemli etkilere uğrar; irade yönelim düşünce ve emosyon bozukluğu veya hasarı olur ve bu davranışta da yansır. Düşünce bozukluğu şu gibi belirtileri gösterir: Birbiriyle bağdaşmayan fikirlerin asosiyas-yonu; sorulan soruyu anlamış olsa bile yersiz cevap; psödo-din ve felsefe fikirleriyle belli belirsiz ilgilenme. Kişinin iddialı ama boş fikirler ileri sürdüğü görülür.
Oditer hallüsinasyonlara sık rastlanır. Göze batıcı bir aşırı cinsel faaliyete yönelik cinsel dürtü artışı da olabilir. Daha erken bir safhada teşhisi yanıltıcı nitelikte depressif yahut nörotik semptomlar belirebilir.

Hedonizm


Zevk aramanın tek hedef olduğunu kabul eden bir felsefe doktrinidir. Psikiyatrik anlamda hedon:'zm terimi başlı başlarına bir amaç olmaktan ziyade yalnızca yaratacağı zevk için belli hedeflerin peşinde koşulması anlamına gelir.



HEPATOLANTİKÜLER DEJENERASYON


Doğuştan gelen bu bakır ****bolizması bozukluğu otosomal resessif bir özellik olarak kalıtım yoluyla geçer. Dokularda biriken bakır karaciğer ve beyinde patolojik değişimlere yol açar. Özellikle bazal ganglionlar etkilenir ve sonucunda ekst-rapiramidal rijidite atetoz tremor. disartri ve disfaji gelişir. Bunu ise çoğunlukla tremor izler. Kornea limbusundaki yeşil renkte Kayser-Fleischer halkası da teşhis bakımından bir özelliktir. Hastalığın başlama yaşı çocukluktan ileri yetişkin yaşa kadar değişkendir. BAL (British Anti Lewisite) veya penisillamin gibi bir kelatlaşma sağlayan maddenin uygulan masını klinik iyileşme izler.


Hermafroditizm


Hermafroditizm bir kişinin hem erkek hem de kadın cinsiyet organları taşıdığı ender rastlanan bir iki-cinsiyetlik durumudur. Her ne kadar çeşitli derecede mo-zaikizm mevcutsa da kromozom yapısı genellikle XX'dir. Psiko¤¤¤¤üel yapı esnektir ve cinsiyet rolü (bkz.) doğumda belirlenen cinsiyete ve yetiştirilirken yapılan muameleye göre gelişir. Psödo-hermafroditizm (bkz.) veya «inter-¤¤¤¤» özellikle 44-XY kromozom yapılı erkeklerde olur. Somatik hücrelerde and-rojenin erkekleştirici etkisine tepki gösterebilecek enzimin yetersizliğinden ileri gelen bir testiküler feminizasyon mevcut tur.
Yerine inmeyen testiküller ve gelişmemiş penis doğumda yanlış olarak kadın geni-tal organları sanılır ve çocuk adolesans dönemindeki erkekleşme bu yanlışlığı ortaya çıkarıncaya kadar kadın cinsiyet rolüne göre yetiştirilir. O zaman cinsiyetin yeniden belirlenmesi gerekir. Kadınlarda psödo-hermafroditizm ender görülür ve çoğunlukla adrenogenital bir sendromdan ileri gelir. Kadındaki adrenal bezin yüksek androjen üretmesi sonucunda ise hi-pospadiak penis oluşur ve çocuk yanlış olsrak erkek olarak belirlenip ona göre yetiştirilir.


Hidrosefalus

İç hidrosefalus beyinde vantriküler sistemdeki koroid pleksus'un oluşturduğu beyin-omurilik sıvısının serbest dolaşımının tıkanmasından ileri gelir. Normal olarak beyin-omurilik sıvısı Sylvius su kanalından ve ufak foramenlerden geçerek subaraknoid boşlukta absorbe olur. Beyindeki konjenital bir formasyon bozukluğu nedeniyle tıkanma olabilir (örneğin Sylvius kanalındaki konjenital daralma cinsiyete-bağh kalıtımla geçer; spina bifi-da cystica (Arnold Chiari formasyon bozukluğu); serebellar vermiş formasyon bozukluğu (Dandy Walker sendromu). Menenjit sonrası iltisaklar da beyin omurilik sıvısının vantriküler sistemdeki dolaşımını bloke edebilir ve nitekim enfeksiyon sonradan gelişen hidrosefalus'un en sık görülen nedenlerinden biridir. Doğumda veya doğuma yakın zamanlarda kafatası içinde hemoraji hidrosefalus'a yol açabilir. Çocuklukta tümör ve kistler







Hidrosefalus 2


İç hidrosefalus beyinde vantriküler sistemdeki koroid pleksus'un oluşturduğu beyin-omurilik sıvısının serbest dolaşımının tıkanmasından ileri gelir. Normal olarak beyin-omurilik sıvısı Sylvius su kanalından ve ufak foramenlerden geçerek subaraknoid boşlukta absorbe olur. Beyindeki konjenital bir formasyon bozukluğu nedeniyle tıkanma olabilir (örneğin Sylvius kanalındaki konjenital daralma cinsiyete-bağh kalıtımla geçer; spina bifi-da cystica (Arnold Chiari formasyon bozukluğu); serebellar vermiş formasyon bozukluğu (Dandy Walker sendromu). Menenjit sonrası iltisaklar da beyin omurilik sıvısının vantriküler sistemdeki dolaşımını bloke edebilir ve nitekim enfeksiyon sonradan gelişen hidrosefalus'un en sık görülen nedenlerinden biridir. Doğumda veya doğuma yakın zamanlarda kafatası içinde hemoraji hidrosefalus'a yol açabilir. Çocuklukta tümör ve kistler de ender görülen hidrosefalus nedenleridir. Birkaç vakada çok geçmeden bozukluk kendiliğinden durur bazı vakalarda ise böyle olmaz ve ilerleyici nörolojik etkilenme akılda hasar ve optik sinirlere basınç dolayısıyla bazan körlük gelişir. Cerrahî tedavide vena jugularis yoluyla beynin lateral vantrikülleri ile sağ kalb kulakçığı arasına sunî bir şönt yerleştirilir. Böylece beyin-omurilik sıvısının fazlası bir valftan geçerek bu şönt yoluyla boşalır. Bkz. AKIL GERİLİĞİ


Hiperestezi

Dokunma stimuluslarına karşı aşırı duyarlılık. Genellikle periferik sinirlerde hastalık veya travma sonucu gelişir. His terik hiperestezi çok kere tuhaftır ve genellikle kafayı karnı ya da bedenin bir yarısını etkiler; teşhis organik hastalık belirtileri bulunmamasına ve devam eden bir psikopatoloji mevcudiyetine dayanır.


Hiperkinezi


Çocuklar aktivite düzeyleri bakımından mizaç farklılıkları gösterirler. Az sayıdaki bazı çocuklarda aşırı faaliyet klinik bir tablo oluşturacak derecede belirgindir. Hiperkinetik sendromun karakteristikleri aşırı ve iyi düzenlenemeyen aktivite ve buna eşlik eden kısa dikkat süresi ile dalgınlıktır. Saldırgan ve yıkıcı davranış sık sık mevcuttur. Bunun yanısıra çocukta muhtemelen ortalamadan düşük zekâ konuşmanın gelişememesi ve birçok çocuğun çekingenlik duyduğu toplumsal durumlarda anksiete göstermeme mevcuttur.
Bu derecede aşırı faaliyet 18 aylık ile 2 yaş arasındaki çocuk hareketlenmeye başladığı zaman aile hayatını etkiler. Çocuğun uzun bir süre hareket etmeden otur masını gerektiren okul döneminde hiperkinezi maksimum düzeye çıkabilir yahut ilk olarak bu dönemde farkedilebilir. Çoğunlukla püberteden önce aktivite seviyesinde bir azalma olur ama başka sorunlar öncelik taşımaya başlar. Aşırı aktivite karakteristik olarak toplumsal duruma bağlı değildir çocuk hiçbir durumda bir iki dakikadan fazla hareketsiz oturamaz. Bazı çocuklar anksiete yaratan durumlarda daha aktifleşirler.
Etyoloji muhtemelen daha ziyade yapısaldır ama bazan beyin travmasıyla ilgili olabilir.
Tedavi semptomatiktir. Deksamfetamin sülfat çocuklukta paradoksal olarak ak-tiviteyi yatıştırır ve bazan etkin bir tedavidir. Haloperidol ve klorpromazin de başarıyla kullanılmıştır. Son zamanlarda davranış değiştirici tekniklerle umut verici sonuçlar elde edilmiştir.
Bkz. ÇOCUK PSİKİYATRİSİ MOTOR BOZUKLUKLAR



Hiperminezi


Geçmiş olayları akılda tutma ve hatırlama yeteneğinin olağanüstü derecede olmasıdır. Çocuklarda bu duruma «zihinde canlandırma» (bkz) (eidetik imaj) eşlik edebilir. Rus psikologu Luria tarafından son zamanlarda yetişkinlik safhasındaki «hafıza» üzerinde yürütülen bir inceleme senestezinin (bkz.)'(bir modalitedeki duyumlara diğer modalitelerdeki duyusal izlenimlerin eşlik etmesi örneğin renk ve ses) hafıza proçesleri üzerindeki etkisini göstermektedir. Hipnoz sırasında ve hipo-mani (bkz.) ya da paranoid psikoz gibi bazı patolojik durumlarda hipermnezi gö rülebilir. Bkz. HAFIZA


Hipertiroidizm

Tipik psikolojik özellikleri anksiete ve aşırı emosyonel tepkidir. Anksiete durumlarından ayırdedilmesi güçtür ve ba-zan kesin hipertiroidizmli hastalarda etkin antitiroid tedavisine rağmen anksiete semptomları devam eder. Bazan hipertiroidizme majör bir psikoz çoğunlukla ajite depresyon daha seyrek olarak mani veya şizofreni eşlik eder. Bkz. ENDOKRİN HASTALIĞI


Hipnopompik Fenomenler


Uyku eşiğinde genellikle görüntü biçiminde çok kere motifler biçimler ve renkler halinde beliren hallüsinasyon yaşantılarıdır. Gerçekdışı da olabilirler. Normal kişiler özellikle gerilim ve anksiete dönemlerinde bu tür hallüsinasyon-lar görürler. Kişi çok kere düş gördüğünü ya da uyuduğunu reddeder. Narkolepside (bkz.) ve ilaç etkisi altındakilerde de hipnagojik hallüsinasyonlar sık görülür. Daha ziyade anksiyöz kişiler patolojik anlam taşıyan bir semptom olarak bu durumdan şikâyet ederler.


Hipnotikler


Hipnotik terimi bir ilacın uyku yaratıcı özelliklerini • gösterirken sedatif terimi yatışma ve uyuklama hali yaratan daha hafif bir aktiviteyi belirtir. Bu fark bir nicelik farkıdır ve soporifik ilaçlar kullanılan dozaja göre her iki etkiyi de yaratabilir.
Psikiyatrik hastalıkta sık görülen bir belirti olan insomnia'nın giderilmesi için hipnotik bileşikler verilir. Özellikle kalıcı olduğu zaman rahatsızlık verici bir şi-kâyettr bu nedenle hipnotik ilaçlar yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar değerli terapötik maddelerdir ama yaygın kullanımları kısmen diğer psikoterapötik tedbirlerin az kullanılması dolayısıyla-dır.
Mevcut hipnotikler uyku niteliğini değiştirir; paradoksal uyku oranı da başlangıçta azalır. Hipnotik tedavisinin kesilmesinden sonra normale dönüş haftalarca sürebilir ve ilk birkaç gece uykunun bozulma sı ve canlı rüyalar görülmesi ihtimali vardır. Sonuç olarak hastalar hipnotik tedavisinin kesilmesine isteksizlik gösterirler ve bunu hemen bağımlılık ile kronik hipnotik medikasyon izler.
Hipnotiklerle aşırı dozaj bugün intihar girişimi için çok başvurulan bir yöntem olmuştur ve bu risk psikiyatrik bir hastalıktan mustarip hastalarda özellikle yüksektir. Bozukluk vakalarında etkin dozaj gerekleriyle güvenliği bağdaştırmak güç ölebilir. Sorumlu bir akrabanın ilaç kullanımını denetlemesi bu sorunu çözümle menin bir yoludur.
H pnotik ilaçların bir sürü çeşidi mevcuttur. En önemlileri arasında sözü edilen barbitüratlar (bkz.) yıllardır devam ede-gelen bir rağbet görmüştür fakat son araştırmalar bunların paradoksal uykuyu yâ ni REM uykusunu son derece bozduklarını dolayısıyle sürekli kullanımlarının çeşitli olumsuz sonuçları olduğunu ortaya koymuştur. Piperidindion bileşikleri (bkz.) de etkileri ispatlanmış hipnotik ilaçlardır. Son zamanlarda benziodiaze-pinler (bkz.) psikiyatrik tababette geniş bir güvenlik sınırına sahip olmaları dolayısıyla tercih edilen terapötikler haline gelmiştir.

Hipoglisemi

Hipoglisemi nöbetlerinin muhtemel birçok etkeni vardır. Yetişkinlerde en önemli etkenleri aşırı insülin dozu adacık hücre tümörü ve «fonksiyonel» hipoglisemidir. Şiddetli hipoglisemi bilinç hasarına. çok kere uygunsuz davranışa bunu izleyen koma ve konvülsiyonlara yol açabilir. Reaksiyon bazı durumlarda alkolizmi andırabilir. Hipoglisemiye karşı adrenerjik tepki ise anksiete ve çarpıntıya yol açabi lir. Bütün semptomlar episodiktir.

Hipokondriasis

Bu terim değişik fakat birbirine ilişkin birçok durumda kullanılır: (a) hasta olduklarına inanarak ya da inanmayarak. bundan şüphelensin veya şüphelenmesinler sürekli olarak sağlıklarıyla ilgilenen kişileri; (b) makul deliller olmadığı halde ciddî bir hastalığa yakalanacaklarından korkanlar ya da yakalandıklarından emin olanlar ve (c) hiçbir organik temele dayanmayan bir veya birçok inatçı ya da tekrarlayıcı bedensel şikâyetleri olanları tanımlamak için kullanılır. Laksatif tonik ve vitamin tüketiminin gösterdiğine göre ilk anlamdaki hipokondriasis bir karakter özelliği olarak çok yaygındır. Bu özellik yaş ilerledikçe daha da belirginleşir. Mesleğimiz mensuplarının herhangi bir şikâyet için ne kadar önemsiz olursa olsun hemen reçete yazma eğilim leri de buna katkıda bulunmaktadır. ikinci anlamdaki hipokondriasis de bir semptom olarak çok yaygındır ama genellikle yalnızca başka bir psikiyatrik durum ortamında başgösterir örneğin bir anksiete (bkz.) durumunda ya da depresyonda (bkz.) ve bazan şizofrenide (bkz.) Anksiete durumlarında hipokondriak semptomlar çoğunlukla temelinde anksi-etenin somatik bir tezahürü olan korku ya da endişeler biçiminde belirir; örneğin çarpıntıları olan bir hasta kendisinde bir «kalb güçsüzlüğü» olduğundan endişelenir. Öte yandan şizofrenide ve envolüsyo-nel melankolide hipokondriasis çoğunlukla delüzyonel ve tuhaftır; örneğin hasta beyninin iki bölümünün yer değiştirdiğine inanır. Depressifler çok kere ciddî bir bedensel hastalık ve diğer felâket ihtimallerinden endişelenirler; şiddetli depreş yonda ise bu gibi korkular delüzyon niteliği taşıyabilir.
Üçüncü anlamda hipokondriasis daha ziyade belirgin histerik kişilik özellikleri olan kadınlarda görülür ve muhtemelen hastanın semptomları dolayısıyla takınabildiği yatalak rolü kendisine anlayış ve ilgi görme nahoş zorunluluklardan kaçınma gibi önemli yararlar sağladığından bu tip vakalar tedaviye dirençlidir. Hipokondriasis'e ilişkin psikodinamik teorilerde bu durum genellikle bilinçsiz kötülük ve suçluluk duyguları açısından yorumlanır.
Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR NEVRASTENİ


Hipomani


İlk olarak Kraepelin (bkz.) dört mani (bkz.) çeşidi arasında ayrım yapmıştır -hipomani akut mani delüzyonel mani ve deliriyöz mani-bununla birlikte bu çeşitlerin ayrı durumlar değil de şiddet farkları olduğunu ve hastaların bir durumdan öbürüne geçtiklerini ve yine aynı duruma döndüklerini de kabul etmiştir. Hipomani sık kullanılan bir terim olarak kalmıştır. Bu terim huzursuzluk dikkat dağınıklığı enerji artışı ve bazan konuşma güç lüğü ve irritabilite ile birlikte ruhsal durumda hafif bir yükselme gösteren fakat hiçbir belirgin fikir karışımı ya da gran-diöz delüzyonlar (örneğin devlet başkanlığı iddiaları) göstermeyen hir durumu tanımlamak için kullanılır.


Hipoparatiroidizm


Ender görülen bu bozukluğun en önemli özelliği hipokalsemidir. Klinik özellikleri arasında da tetani konvülsiyonlar ve emosyonel bozukluk (denge kararsızlığı. anksiete ve depresyon) vardır. Delirium episodları görülebilir. Hipoparatiroidizm-li küçük çocuklarda uygun tedavi görmedikleri takdirde akıl geriliği gelişir; yine de bu geriliğin reversibl olduğu söylenmektedir. Bkz. ENDOKRİN HASTALIKLARI

Hipsaritmi

Çok kere yanlış olarak enfantil spazmlarla (bkz.) (şimşek nöbetleri «selâm» nöbetleri) eş anlamda kullanılan bu terim aslında bu durumlarda sık sık kaydedilen EEG bulgusunu belirtir. EEG kaydı karışık düzensiz ve senkronize olmayan gelişigüzel tepelerden ve yavaş dalgalardan oluşur; bu trase tümüyle nor mal ritmlerin yerini alır. Şiddet dereceleri klinik tabloyla tam bir korelasyon göstermez. Enfantil spazmların temelindeki bozukluğun tedavisi sırasında EEG normale dönebilir ama spazm kayıtlarının normalleşmesi ve spazmların durması üzerine normal akıl gelişiminin başlaması enderdir. Bkz. EPİLEPSİ


Histeri

Tıp tarihinde histeri kadar üzerinde çok tartışılan doktorlar tarafından güç tanımlanan ve sık rastlanan çok az durum vardır. Niteliği konusunda sayısız tahminlerde bulunulmuştur; histeriye «nozo-lojinin alaycı kuşu» adı verilmiş ve her kuşağın tıp adamları mesleğin daha zeki üyelerini umutlandıran patojenez teorilerinin ileri sürüldüğünü görmüşlerdir. Ancak histeri adı verilen daha spesifik bir durum için bugün delil niteliği taşıyan bütün bu aktivite bize çok az bilgi sağla mıştır. Aslında ne ikizlerde yapılan incelemeler ne gözlem incelemeleri ne de klinik incelemeler bir bütün olarak histeri kavramını desteklememektedir. Bunlar daha ziyade histerik semptomların herhangi bir psikiyatrik durumda özellikle depresyonda ya da dayanılmaz bir stress'e karşı bir tepki olarak belirebilece-ğine işaret etmektedir.
Histerik «semptomlar» hastanın gerçekliği yenememesi ve bu başarısızlığından doğan çatışmayı aslında gerçeğe uygun olmasa bile hastanın gerçek kabul ettiği bazı düşünceler yoluyla («dissosiyasyon») çözümleme çabasından ortaya çıkar. Has tanın temeldeki çatışmayla ilgili anksie-tesinin histerik bir semptoma «dönüştüğünden» söz edilir; bu semptom genellikle «ikinci derecede bir çıkar amacı» taşır; örneğin anksiete yaratan durumdan kaçınma. Bir örnek vermek gerekirse bir adam ne zaman işe gitse başka bir erkek eve geliyor ve karısıyla sevişiyordu. Bu duruma katlanamayan adamın bacaklarında evde kalmasını gerektiren histerik bir parezi gelişti. Bazan ise hasla bu bozukluğa karşı gerekli endişeyi göstermez (belle indifference) ama bugün genellikle bunun tersi olan durumla karşılaşılmaktadır. Semptomlar:
1. Hafıza bozuklukları. Bu gerçek ve tam bir hafıza kaybı değil yalnızca kişisel olaylara ilişkin yarım hatırlama ya da bazan kimliği unutma biçimindeki bir hafıza kaybıdır.
2. Bilinç bozuklukları. Hastanın çok kere dayanılmaz bir durumdan kaçmaya çalış tığı füg durumu bu tip bozuklukların en sık rastlanan biçimidir.
3. Zekâ bozuklukları. Örneğin psödo-de-mans ya da ender görülen Ganser sendro-mu.
4. Hareket bozuklukları. Somatik kaslardan herhangi birinde histerik paraliz gelişebilir. Diğer tezahürler arasında tremor-lar yürüyüş bozuklukları disfoni ve histerik konvülsiyonlar vardır.
5. Algı bozuklukları. Bu genellikle ciltte bir duyu kaybıdır ama histerik körlük ve sağırlığa da sık rastlanır. Erkeklerin kadınlar için kullandıkları histerik kişilik teriminden genellikle erkeklerden çok kadınlar için sözedilir. Dikkat çekme isteği canlılık egoistlik bağımlılık ve aşırı emosyonel tepki eğilimi gibi karakter özellikleri ile histerik kişilik arasında ilişki kurulmuştur. Nitekim bu kişilik özelliklerini en iyi tanımlayan terim «his trionik» terimidir. Kuşkusuz histerik semptom gösteren hastaların yalnızca ufak bir azınlığı bu kişiliğe sahiptir. . Geçmişte kafa travması ya da santral sinir sisteminde organik hastalık hastalarda histerik semptomlara özellikle amnezi ve füg durumlarına karşı predispozisyon yaratmaktadır
Yukarıda belirtildiği gibi şiddetli bir stress ya da çatışma histerik semptomları presipite edebilir ve muhtemelen hepimizde histerik semptom geliştirme kapasitesi latanttır. Öte yandan kültürel faktörler de rol oynar ve ilkel toplumlarda insi-dans çok yüksektir.
Histerik semptomlar herhangi bir psikiyatrik hastalığa da eşlik edebilirler. Bu durum özellikle depresyon için geçerlidir. Yakın zamanlarda yapılan bir araştırmada temelde depresyonlu hastaların üçte birinde histerik semptomların mevcudiye-li ortaya konmuştur.
Tedavi temeldeki etkenin tedavisidir ama yeni başlayan vakalarda genel durum olumludur. Bunlardan yaklaşık üçte iki si on iki ay sonra semptomlarından kurtulurlar. Geri kalan üçte biri daha karamsar bir tablo gösterir ve beş yıl sonra tüm grubun dörtte biri hâlâ semptomlardan mustariptir. \ıllar geçtikçe konversiyon histerisi teşhisi koyulan birkaç vakada ya şizofrenik yahut manik depressif psikozlar ya da epilepsi gelişir. Özet olarak histeri dikkatli ve tedbirli davranmayı gerektiren bir teşhistir. Hangi terim kullanılırsa kullanılsın bunun anlamı kesin olarak anlaşılmalı ve hastanın gösterdiği klinik tabloya tutarlı olarak uygulanabil-melidir. ICD sınıflandırması histerik nevrozu iki alt gruba ayırır-dissosiyatif durumlar ve konversiyon fenomenleri.
Ayrıca histerik kişilik bozukluğu da tanımlanmıştır. Bunlardan herbiri basit ve anlaşılabilir terimlerle tanımlanmıştır; böyle bir tanımlama herkesi memnun kılmayabilir ama böyle bir uluslararası sınıflandırma sistemine bağlı kalmaya çalışılmanın da yararı unutulmamalıdır.



Histeri Nöbetleri


Seyirciler önünde yapıları yatkın olan kişilerde nöbeti andıran bir aktivite yaratan Charcot'nun klasik çabaları dışında.
nöbetlerin histerik bir temele dayandırılması doğru değildir. Bazı kişilerin çeşitli nedenlerle bildikleri ya da hayal ettikleri olayları «rol» yoluyla yaşamaları majör bir konvülsif nöbeti yansıtır. Bazan epilepsi hastaları böyle davranırlar. Nörolojik belirtilerin bulunmayışı idrar yapamama dili ısırma ya da kendine zarar verme gibi gerçek histeri nöbetlerini sah te nöbetlerden ayırmada kullanılan klasik kriterlere güvenilmemesi gerekir. Bu sorunu uzmanlar dahi güç çözmektedir. «Histerik nöbetlerde» her zaman organik bir etken ihtimali bakımından araştırma şarttır

Histeride Duyusal Bozukluklar


Histeride duyusal bozukluklar ya hekimin telkinleri ya da hekimin ne gibi duyusal bozukluklar bulacağı konusunda hastanın fikirleri üzerine oluşur. Bunlar analjeziden hiperaljeziye kadar bedenin mümkün olan her bölgesinde mümkün olan her tezahür t;pini kapsar. Bazen nörologlar kolayca histerik duyu bozuklukları yaratırlar ve psikiyatristler bu bozuklukların gerçek kökenlerini anlayamazlar.


Histerik Psödö - Demans

Çok kere Ganser sendromu ile eş anlamda kullanılan «histerik psödo-demans» terimi hafızasını kaybettiğini söyleyerek davranışlarından sorumlu tutulmamayı bekleyen bir hasta için kullanılır. Bu durumda bilinçdışı sczkonusudur ve hekim mo dası geçmiş belirsiz «histeri» terimini kullanacağı yerde gerçek bir demans mevcut olup olmadığına karar verebilmelidir. Bu genellikle güç bir iş değildir; ancak. psikiyatrik muayenenin (bkz.) doğru yapılması ve hekimin hastasında fizik incelemeler yaparak elde ettiği bulguları yo-rumlayabilmesi şarttır. Bkz. GANSER SENDROMU ve TEMARUZ

Homoeostasıs

Homoeostasis'in temel ilkesi Clude Ber-nard tarafından özetlenmiştir: «Özgür bağımsız yaşamın şartı iç ortamın sâbit-liğid r.» Kan şekeri seviyesi ve beden ısısı gibi birçok fonksiyon sürekli olarak düzenlenir ve herhangi bir aşırı eğilim. bunlara karşı-etkide bulunan mekanizmaları harekete geçirir. Bu sistemlere sibernetik terminolojide «negative feed-back» kcntrolları adı verilir ve çok kere santral sinir sistemindeki gibi birkaç kontrol seviyesi vardır. Bu refleksler bilinçsiz ve amaçsız oluşur. Yine de. slalus quo'nun sürdürülmesi biolojik bakımdan yararlı olacağı zaman değişen gereklere karşı tepki olarak beden fonksiyonlarında uyumsal değişimler olabilir.

Hurler Sendromu (Hunter hastalığı)


Bkz. GARGOYLİZM


Huy


Huy teknik bir terim olarak belli bir zamanda kişiyi etkileyen koşullar tarafından belirlenen ve öğrenme proçesiyle edinilen alışkanlık haline gelmiş bir davra niş kalıbıdır. Daha sınırlı bir kullanımda ise temeldeki edinilmiş yalnızca karakteristik bir biçimde tepki gösterme eğilimi anlamına gelir. Açık aktivite huyu dışında düşünme yahut emosyonel tepki gösterme huylarından da söz edilebilir. Bir yandan önceden programlanmış refleks ya da içgüdüsel reaksiyonlar öte yandan da bilinçli karar ve seçimle belirlenen davranışa bağlı huylar farklıdır. Son yıllarda huy kavramıyla davranışçı psikoloji ekolü arasında yakın bir bağlantı kurulmuş ve huy terimi ya klasik şartlı tepki (bkz.) durumlarındaki gibi geçici bir çağrışımla ya da operant şartlamadaki (bkz.) gibi ödül ve ceza yöntemleri yoluyla yerleşen tepkilerle stimuluslar ara sında kazanılan bağlantılar anlamına gelmeye başlamıştır. Davranış terapisinde bu ilkeler psikiyatrik uygulama bulmaktadır.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
I_İ



Ibogaın


bogain Afrika'da yetişen bir çalıdan elde edilen bir alkaloiddir. Avlanan yerliler tarafından bir iki gün zihinsel uyanıklıklarını kaybetmeden hareketsiz kalabilmeleri için kullanılırdı. Bir antidep-resan olarak kullanılabileceği ileri sürülmüştür ama tababetteki yeri henüz saptanmamıştır.
Içe Dönüklük

İçgüdüsel (libidinöz) enerjinin benliğe yönelmesi anlamına gelen bu terim (entroversiyon) özellikle Jung'un çalışmalarıyla ilgilidir. Nesnel sevgide motor deşarj ihtiyacı vardır ama içe dönük ki side (entrovert) tatmin hayalî bir tepkiyle sağlanır. Ekstrovert kişilere kıyasla entrovert kişilerde santral sinir sistemi uyarım seviyesi daha yüksektir. Belirgin içedönüktük bazı şizofrenik psikozların. özellikle «simpleks» grubunun bir özelliğidir. Bkz. DIŞA DÖNÜKLÜK


ID


id Freud'un kullandığı bir psikanaliz kavramı olup ego ve süperego ile birlikte psişeyi oluşturur. Id'in bir psişik enerji ya da libido deposu olduğu ve doğumda tam olarak geliştiği ileri sürülmektedir. Bu enerjinin içgüdüsel talepleri her za man bilinçsizdir ve dış gerçeklikten çok uzaktır. Süperego (vicdan) ve ego (psi-şenin gerçekliği deneyen bölümü) id impulslarını değiştirir - Ahlakdışı içgüdüsel id dış gerçekliğin (ego) talepleri ile bunları eleştiren süperego arasında sürekli bir denge kurulmasına çalışılmalıdır. Bütün bu süreç boyunca Ego bütünlüğünü korumalıdır.



Idantifikasyon


Bir kişi dış dünyadaki bir nesneyi zihinsel bir tablo olarak entrojeksiyon (bkz.) yoluyla kendinde topladığı sonra da bu entrojekt kavramına uygun düşündüğü hissettiği ya da eylemde bulunduğu zaman idantifikasyon terimi kullanılır. Bu proçes daha ziyade bilinçsizdir ve bu mekanizma sayesinde çocuk kendisini geliştirip değiştirebileceği aynı cinsiyette uy gun bir model bulur (örneğin anre ya da baba).
idantifikasyon çok kere bir savunma mekanizması olarak da kullanılabilir-duyar-lı bir kişi kendisini hüsran dolu ortamının bazı yönleriyle özdeşleştirerek öz-say-gışını ve öz sevgisini korur. «Saldırganla özdeşleşme» mekanizmasının temeli de budur.

Idio Savan

Çok ender durumlarda şiddetli akıl geriliği gösteren bir hastada münferit olarak normal ya da olağanüstü bir yetenek be-lirebilir. Bu tip kişiye idio-savan adı verilir. Bu gibi vakaların büyük bir oranını oluşturan enfantil otizm (bkz.) vakalarında bazan bir akıl geriliği tablosunda yer yer yetenek bölgeleri gözlemlenir.

Idiopatik Hipoparatiroidizm


Ender görülen bazan familyal olan bu bozukluk daha ziyade çocukluk döneminde gelişir. Erkek çocuklardan çok kız çocuklar etkilenir. Çocuklardaki konvülsi-yonlarda kusma ve papillödem kadar te-tani de görülebilir. Hipûkalsemi düzeltilmediği takdirde psikolojik hasar gelişerek çocukta akıl geriliğine yol açabilir.


Idıo


İngiltere'de bugün yürürlükte olmayan Akıl Yetersizliği Kanunundaki tanıma göre idiolar «kendilerini olağan fizik tehlikelere karşı koruyamayacak derecede akıl yetersizliği» gösteren kişilerdir. Bu tip kişiler bugün kanunen şiddetli derecede akıl geriliği gösteren kişiler sınıfına girmektedir. İdio sıfatıyla I.Q arasında bir ilinti kurulması ve I.Q.'ları 20'den düşük olan kişilerin idio olarak sınıflandırılmaları âdet haline gelmiştir. Bu ilinti kullanım yoluyla yerleşmiş ve «idio seviyesi» terimi psikolojik değerlendirmede hâlâ anlam taşımaya devam etmiştir.


Ikna

Bir psikoterapi tekniği olarak ikna Freud tarafından geliştirilmiştir. Tartışma ve hekimin bilgisini kullanması yoluyla hasta semptomlarını aslında yalnızca kendisinin uydurduğuna bunların kendisine de başkalarına da zararlı olduğuna ikna olur. Bu yöntemi uygulayabilmek için hekim kendi bilgisine ve hastası üzerindeki hâkimiyetine güvenir. Bkz. PSİKOTERAPİ


Inter¤¤¤

Bkz. PSÖDO - HERMAFRODİTİZM


Intihar Girişimi

Kişinin ya aşırı ilaç yutarak yahut başka bir yoldan bile bile hayatını tehlikeye soktuktan sonra yaşamasını gene sürdürdüğü durumlar intihar girişimi başarısız intihar girişimi intihar hareketi veya kendini zehirleme olarak tanımlanır. Bu terimler doğru olmayabilecek anlamları kapsadıkları için tatmin edici değildirler fakat «intihar girişimi» terimi yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu fenomene son yirmi beş yıl içinde öyle çok raslanmaktadır ki intihar girişimi artık birçok genel hastahanede âcil hasta kabulünün önemli tek nedeni haline gelmiştir. 1960-61 yılları arasında Sheffield'de yürütülen bir araştırmada intihar girişiminin nüfusun % 0.1 i oranında olduğu ortaya çıkmıştır; bu yaklaşık olarak intihar oranının on katıdır.
İntihar girişiminde bulunan kişiler ile intihar girişimini «başaran» yahut «tamamlayan» kişilerde görülen demografik ve psikiyatrik karakterist'kler farklıdır. Kadınlarda intihar girişimi erkeklere ki yasla iki kat daha fazla görülür ve ileri yaşlarda fazla olacağı yerde azdır. Aslında intihara kalkışanların çoğunluğu 15-35 yaşları arasındaki kadmlardır. Kırsal alanlara kıyasla kentsel alanlarda bu oran daha yüksektir. En yüksek oranlara ise yoksulluğun kötü konut koşullarının ve suç işlemenin hüküm sürdüğü kesimlerde raslanır.
Başarılı ve başarısız intihar girişimleri kullanılan yöntemler bakımından da farklıdır. Başarısız girişimlerde aşırı aspirin dozu veya çeşitli trankilizanlarla an-tidepresanlar daha belirgindir; kömür gazı gibi öldürücü gazlar ise daha az yer tutar. Tabanca ve çakılar kullanılmaktan ziyade gösteriye yarar ve sık raslanan yaralar yalnızca bilekte birçok yüzeysel çiziklerdir. Gerçekten de ölüm tehlikesi ço ğu zaman çok'azdır çünkü ya kullanılan ilaç zararsız veya ufak dozdadır yahut süje olaydan hemen sonra bulunur veya ne yaptığını hemen başkalarına söyler. intihar girişimleri ile başarılı intiharlar arasında psikiyatrik karakteristikler bakımından da farklar vardır. İntihar girişimlerinde depressif hastalıklara ve alkolizme nispeten az raslanır. Depresyon tipi psikotik olmaktan ziyade nörotiktir ve çoğu zaman oldukça hafif bir depresyon sözkonusudur. Çeşitli kişilik bozuklukları «başarılı» intiharlara kıyasla özellikle tekrar tekrar intihara girişimlerde daha çok görülür. Bu arada muhtemelen
% 20'sinde önemli hiçbir psikiyatrik anormallik yoktur.
Bu gerçekler intihar girişimi ile intiharın farklı fenomenler olduğunu ve intihar girişimine yalnızca intiharın basit bir biçimi olarak bakmanın imkansız olduğunu yeterince ispatlamaktadır. Gene de ikisi arasında kesin bir ayrım yapmak hem doğru olmaz hem de tehlikelidir. Bir kere hastanın hayatını ne dereceye kadar tehlikeye soktuğu hususu hastanın niyetlerini tam olarak göstermez. 10 tane ben-zodiazepin kapsülü yutan birisi öldürü cü bir doz aldığını sanabilir. Bunun tersi örneklere de çok rastlanır. Ayrıca hastanın intihar girişiminden sonra başkaları tarafından görülme veya görülmeme niyeti dolayısıyla kurtarılması ihtimali birçok raslantılar sonucu gerçekleşebilir veya gerçekleşmeyebilir. Daha da önemlisi hem intihar girişiminde hem de intiharda hastanın intihar nedenleri karışıktır.
En çok rastlanan intihar nedenleri şunlardır:
1. Ölme arzusu.
2. Kişinin dayanılmaz bir acı içinde olduğunu başkalarına gösterme arzusu.
3. Belli bir kimseyi çoğu zaman bir akraba veya sevgiliyi etkileme arzusu. Bu onları daha düşünceli davranmaya zorlamak veya onlarda suçluluk duygusu uyandırarak cezalandırmak için olabilir.
4. Bir kumar niyeti-sonucunda ölüm veya gene yaşama ihtimalini kabullenerek bile bile canına kıymak.
Bu nedenlerden birincisi intihar vakalarında ve hayatlarını gerçekten tehlikeye sokanlarda çok rol oynar. İkincisi veya üçüncüsü ise intihar girişiminde bulunanlarda çok görülür. İntihar girişimlerinin rasyonel bir biçimde ele alınması herbir olaydaki dominan nedenleri saptamakla mümkündür. Bu ilaçları niçin yuttuklarını hastalara sorarak sağlanamaz. Gerçek nedenleri saklama eğilimlerinin yamsıra özellikle anî bir his sonucunda intihara girişenler aslında bu nedenleri gerçekten bilmekler. Fakat mümkünse olaydan hemen sonra yapılacak dikkatli bir soruşturma duru mu yeterince aydınlatacaktır. En önemli noktalar arasında hastanın- bulduğu tabletlerin hepsini yutup yutmadığı kimseye haber verip vermediği olayın doktora nasıl ulaştığı kimlerle kavga ettiği depresyon geçirip geçirmediği ve bu girişimden muhtemelen kimin etkilendiğidir. Karakteristik olarak yalnız ve dostsuz olan intihar etmiş kişinin tersine intihar girişiminde bulunanlar başkalarıyla kurdukları hayalkırıklığı yaratan ilişkilerin içinde tutsaklaşmışlardır; meselâ sevgilisi tarafından terkedilen bir delikanlı rutubetli bir bodrumda dört çocuğu büyütmek için uğraşan kocası alkolik bir kadın vs. Bu gibi kişilerin başlıca nedenle ri çoğu zaman yukarıda sayılan ikinci ve üçüncü çeşit nedenlerdir ve bu açıdan bakılınca bu kişilerin intihar girişimleri çoğu zaman «başarılıdır».Zira ya delikanlının sevgilisi suçluluk duyarak dönmeye söz verir yahut kabahatli koca birkaç hafta ev işlerine yardım eder ve bu arada konut sorunu çözümlenme yoluna girer. Bazı durumlarda intihar girişimlerinde açıkça şantaj sözkonusudur ve elbette ki meseleye bu açıdan bakanlar suçluluk duymaktan ziyade öfkelenirler. intihar girişimleri bu bakımlardan çoğunlukla «başarılı» olduğu için önlenmeleri zordur. Hattâ intihar girişiminde bulunanların hepsinin düzenli bir biçimde bir psikiyatrist tarafından kontrol edildikleri kentsel alanlarda bile mevcut geniş psikiyatrik ve sosyal kolaylıklara rağmen intihara girişme oranında hiçbir azalma gö-rülmemekted'r. Gene de intihara girişen her kişinin bir psikiyatrist tarafından muayene edilmesi uygun bir kuraldır çünkü bunların birçoğunda tedavi edilebilecek bir depresyon mevcuttur veya içinde bulundukları sosyal sorunların ça
resi vardır. Bazı görevliler şımarıkça hareketler saydıkları bu durumlarla uğraşmaya kızarlar ve ilerde bu gibi vakaları önleme umuduyla daha az anlayış göstermeye taraftardırlar.
Bu mutsuz insanlardan en az % 10'unun sonunda kendilerini gerçekten öldürdükleri unutulmamalıdır. Bununla birlikte aşırı dozda ilaç alınmasını önleyebilecek birtakım önlemler düşünülebilir. Hipnotik ve trankilizan reçetelerini daha dikkatle vermek ve kullanılmayan ilaçların mutlaka atılması için ısrar etmek en belli başlı bir önlemdir. Başka bir önlem ise halka satılan aspirin ve benzeri analjez:klerin tek tabletler halinde ambalajlanmasını sağlamaktır; çün kü intihar girişimlerinin birçoğu anî bir his sonucudur ve yeterli miktarda tabletin ambalajı çıkarılıncaya kadar bu his geçebilir. Bkz. İNTİHAR



Iptila

«İptüâ» sözcüğünün anlamı üzerinde bir uyuşmaya henüz varılamamıştır. Hekimler fiziksel yönleri üzerinde dururken sosyologlar sosyal yönleri avukatlar ise hukukî yönleri üzerinde İsrar ederler. Oysa bu terim öylesine yaygındır ki vazgeçilmesi sözkonusu olamaz. Bu terimin tanımlanmasında ortaya çıkan güçlüklerden ötürü Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından sözkonusu ilâcın jenerik adıyla birlikte kullanılarak çeşitli alışkanlık tiplerini nitelemek üzere ortaya atılan bağımlılık (dependence) teriminin kullanımı yaygınlaşmıştır. Bu bağımlılık tipleri ayrı ayrı tanımlanabilir fakat uyuşturucu madde kullananların çoğu kişisel ihtiyaçlarını gidermek için birden çok madde aldıklarından terimin faydaları sınırlanmıştır. Dünya Sağlık Teşkilâtının tanımlamaları aşağıda belirtilmektedir:
ilaç: Kullanıldığı zaman canlı organizmanın bir veya birden fazla fonksiyonunu değiştiren herhangi bir madde.
ilâcın Kötü Kullanımı (abuse): Tıp yöntemlerine aykırı veya bunlar dışında sürekli veya zaman zaman (sporadik) aşırı miktarda ilaç kullanmak.
İlaç Bağımlılığı (dependence): İlaç ile canlı organizmanın karşılıklı etkilerinden doğan psişik ve bazan fiziksel olabilen bir durum ilacın meydana getirdiği psişik etkileri yaşamak ve yokluğunun yol açtığı rahatsızlığı gidermek amacıyla sürekli veya zaman zaman ilacı kullanmaya karşı duyulan şiddetli bir arzu sonucu ortaya çıkan davranış ve benzeri tepkiler bu durumun karakteristikleridir. Tolerans oluşabilir veya oluşmayabilir. Kişi birden fazla ilaca alışmış olabilir.
«İlaç» teriminin Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından tanımlanan kavramı birçok maddeyi kapsar. Ancak ilacın kötü kullanılması veya ilaç bağımlılığı sözkonusu olduğu zaman kullanılan ilaçlar kullananın zihinsel durumunda genellikle keyif verici nitelikte bir değişiklik yaratan özelliğe sahip maddelerdir. Bu ilaçlar genellikle üç ayrı grupta incelenir: İlk gruptakiler bilinç üzerinde depresan etki yapan ilaçlardır. Bunlar arasında narkotik analjezikler (afyonlu ve benzeri ilaçlar) hip-nosedatif ilaçlar barbitürat (bkz.) ve barbitürat sınıfından olmayan sedatifler yer alır. İkinci grupta olan ilaçlar stimü-lan etkisi ön planda olan ilaçlardır. Bunlar arasında amfetamin (bkz.) ve benzeri ilaçlarla kokain (bkz.) sayılabilir. Üçüncü grup ise hallüsinojenik (bkz.) etkisi olan ilaçlardır. Bunlar LSD psilosi-bin ve meskalindir. Kannabis (bkz.) kendine özgü değişik bir türde bağımlılık yaratmasına ve değişik kullanımına rağmen bu sınıfa girebilir. Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından ortaya atılan bu kısa
tanımlar daha ayrıntılı bir açıklama gerektirmektedir.
Sözkonusu teşkilât tarafından fiziksel ve psikolojik bağımlılık arasında bir ayrım yapılmış ve bu ayrım keyfi gözükmesine rağmen uygulamada faydalar sağlamıştır. Fiziksel alışkanlık denilince nöro-bi-yokimyasal bir değişiklik sonucu oluşan muhtemelen uzun süreli fakat şüphesiz geçici ve kullananda beliren ilacın alınmaması durumunda ortaya çıkacak rahatsızlığı önlemek amacıyla ilacı almaya karşı gerçek bir fiziksel ihtiyaç anlaşılır. İlacın yokluğu halinde beliren sendrom-lara (abstinans sendromu) sık sık psikolojik kökenli semptomlar da eklenir fakat abstinans semptomlarının fiziksel temellere dayandığı konusunda görüşbirli-ğine varılmıştır. Meselâ afyonlu maddelerin bırakdması sonucu görülen semptomlar ve barbitürat bırakılması sonucu görülen konfüzyon ve ihtilâçlar fiziksel nedenlere dayanır.
Psikolojik bağımlılık ilaçtan elde edilen sübjektif keyif halinin yanısıra kişinin ilacı kullanmakta İsrar etmesine sebep olan emosyonel arzuyu da kapsar. Psikolojik bağımlılık ayrıca anksiete depresyon ve genel memnuniyetsizlik gibi ruh hallerinden kaçınma ihtiyacını da kapsar. Ayrıca psikolojik bağımlılık sık sık görülen biçimiyle ilaç kullanımına karşı beliren aşırı derecede kişisel bağlılık duygusuyla da ilişkilidir. Bu durum alışanın hayat biçimini yalnızca ilaç kullanımı etrafında dönecek biçimde adetâ altüst etmesiyle olur. Tüm zamanını maddeye karşı bağımlılığını arttıran ve kendinde büyük sosyal değişikliklere yol açan kendi gibi ilaç müptelâları arasında geçirir. Onların ilaç kullanımına dayanan ortak değer yargılarını benimser ve yalnızca toplumun onu reddetmesinden dolayı değil fakat «varolmayı» bütünüyle ilaç kullanmakla bir tutmaktan dolayı toplumdan uzaklaşır. Böylece herkesten ayrı bir hayat tarzını ve güç bir yaşantıyı benimser.Uyuşturucu madde kullananlar özellikle toplum norm'Iarına karşı gösterdikleri tepki anlarında olduğu gibi bazı davranışlarıyla birbirlerinde ve toplumda önemli etkiler yaratan uyuşturucu madde «tekkelerinin» üyesi olurlar. Toplumdan uzaklaşma duygusu kendiliğinden şiddetlenir ve geçimini kazanmak gibi geleneksel amaçların reddedilmesine yol açar. Değişik bir giyim tarzı ve konuşma şekli bu topluluğun sembolü olur; bunlar ilacın etkisi olmasalar bile önemli sonuçlarıdır. Böyle bir «tekke» topluluğunda üyelik alışkanlıktaki psikolojik ihtiyaçların giderilmesinde faydalı olduğu için sosyal sonuçlar oldukları kadar psikolojik alışkanlık tablosunun bir parçası da sayılırlar.
Bazı maddelere karşı tolerans geliştiği için arzu edilen etkiyi yaratabilmek amacıyla ilacın dozunu arttırmaya tolerans denilir.
İlaç alışkanlığı toplumsal şartlara olduğu kadar psikolojik rahatsızlığa da bağlı karmaşık bir bozukluktur. İlaç alışkanlığından ötürü olduğu düşünülen etkiler tedbirlerle ele alınmalıdır çünkü bunlar yalnızca bilinen farmakolojik etkilerle değil aynı zamanda kullananın ruh hali ve beslediği umutlarla da ilgilidir.
ilaç Bağımlılığı Çeşitleri 1. Depresan ilaçlar
(a) Narkotik analjezikler: Morfin tipi. Bu ilaçların yarattığı alışkanlık Dünya Sağlık Teşkilâtı tarafından morfin tipi ilaç alışkanlığı olarak sınıflandırılır. Bu gruba dahil olan ilaçlar morfin diamor-fin ****don petidin bütün afyon türevi analjezikler ve sentetik afyon benzeri ilaçlardır. Bu tür alışkanlığın karakteristikleri şiddetli fiziksel ve psikolojik alışkanlık halleri ve tolerans gelişmesidir. Yani kullanan ilaca karşı arzu duyar fakat bu kaçınılmaz bir biçimde değildir. İlaç bırakıldığı zaman karakteristik bir abstinans sendromu belirir. Bu semptomlar arasında huzursuzluk irritabilite yüz ve vücudu ovuşturma hali kuruntular esneme salya akması mide bulantısı kusma kramplar eklem ağrıları göz ve burun akmışı diyare ve sonraki safhalarda tansiyon yükselmesi kanda şeker miktarının artması spontane ejakülasyon ve orgazm vardır. Bu maddelerin alışkanlık potansiyeli belki de en yüksek olanıdır. Afyonlu maddelerin verdiği keyif duygusu sürekli değildir tolerans geliştikçe kendini iyi hissetme duygusu (öfori) azalmaya başlar. Böylece maddeyi kullanmaya devam etmek için en önemli neden bırakıldığı zaman ortaya çıkacak ruhsal çöküntüyü önlemek içindir. Başlangıç safhasındaki keyif duygusu ve ondan sonraki safhalarda ilacın yokluğu sonucu ortaya çıkan çöküntü ilacı almaya devam arzusu yaratır. Morfin benzeri ilaçlar kişiyi başarısızlığın sosyal sonuçlarına karşı pasif ve âtıl kılarak onun sosyal bir varlık olarak fonksiyon görmesini engeller. Bu maddelerin fazla miktardaki dozlarının sebep olduğu ölüm vakaları dışında büyük tehlikeleri olmamakla birlikte steril olmayan iğnelerin kullanımı sonucu abse tronıboflebit septisemi sarılık pnömoni endokardit ve seyrek de olsa tetanoz ve malarya gibi tehlikeleri vardır. Ayrıca4. Kannabis bağımlılığı (bkz.)
Fiziksel bağımlılık ve tolerans gelişmediği halde şiddetli psikolojik bağımlılık halleri görülmüştür. Psikolojik bağımlılık halinde kişi ilaca devam etmek için önüne geçilmez bir arzu duyar. Uzun süreli kannabis kullanımının kalıcı zararlara yol açtığı konusunda belirli deliller bulunmamakla birlikte kronik kannabis entoksikasyonunda gerileyen sosyal davranışlar apati tembellik ve atâlet görülür. Aşırı kannabis kullanan kişi bu maddenin öylesine etkisi altındadır ki başka hiçbir şey düşünemez. Paranoid karakter taşıyan kısa süreli psikotik durumlar görülmüşse de bunların kannabis kullanımıyla mı ilgili oldukları yoksa kannabis kullanımı sonucu mu ortaya çıktıkları konusunda henüz fikir ayrılıkları vardır. Hafif dozda kannabis kullanımı sonucu aşırı neşe şakacılık umursamazlık ve küstah davranışlar da görülür. Bu etkileri esas alarak kannabisi zararsız bir en-toksikan olarak niteleyenler vardır fakat bunlar kannabis kullanımının yol açtığı psikolojik bağımlılığı görmezlikten gelen yorumlardır. Kannabis.'n diğer ilaçların kullanılmasına yol açması konusunda farmakolojik bir neden olmamasına rağmen kişinin edindiği dostlar yoluyla sosyal bağlar kurulabilir.
Uyuşturucu madde alışkanlığının daha önce mevcut olan kişilik bozukluklarına bağlı olduğuna dair deliller vardır. Ayrıca Amerika'da yapılan bazı incelemeler uyuşturucu madde bağımlılığıyla sosyal patoloji arasında bir ilinti bulunduğu göstermektedir. Örneğin sosyal ve parasal yoksunluklar fırsat eşitsizliği az gelirli bazı azınlık ırk gruplarının mensubu olmak gibi. Bu sosyal ve kişilik patolojisinin bir araya gelmesi bağımlılığın geliş mesi için uygun zemini hazırlar. İngiltere'de son yıllarda yapılan bazı araştırmalar afyonlu madde kullananlar arasında yüksek derecede kişilik bozuklukları göstermişse de belirli sosyal patoloji
biçimlerinden söz edilmemektedir. Bütün sosyal sınıflarda ve geniş çapta değişik aile zeminlerinden gelenlerde bağımlılığa rastlanmıştır; ebeveynlerinde alkolizm psikiyatrik bozukluklar suçluluk ve ayrılma gibi durumların mevcudiyeti ise yalnızca ufak bir azınlıkta görülmüştür. Uyuşturucu madde kullananlar arasında bazıları önceden mevcut anksiete veya depresyon hallerini uyuşturucu madde kullanarak geçiştirebildikleri için bu yolu seçerler. Uyuşturucu madde kullanımında erkeklerin sayısı kadınlardan 5 : 1 oranında daha yüksektir. Uyuşturucu madde alışkanlığının kriminaliteyle ilişkisi ispatlanabilmesine rağmen güç tanımlanabilir.
Uyuşturucu madde bağımlılığının teşhisi maddeyi kullananın geçmişine ve mua yeneye dayanır. Belirtiler arasında enjeksiyon izleri tromboflebit abse enjeksiyon ülserleri ve zaman zaman ilacın yokluğunda ortaya çıkan semptomlar sayılabilir.
Uyuşturucu madde kullanıldığını ispatlayan en kesin yöntem ise idrarın ince tabaka veya gaz kromatografik muayenesi-dir. Hasta her görüldüğünde idrarı alınmalıdır.
Tedavinin amacı tam bir sosyal ve psikolojik rehabilitasyonu esas alarak uyuştu rucu madde kullanımını tamamen kesmektir. Fakat bunun başarılması o kadar güçtür ki birçokları uyuşturucu maddeyi tamamen kesmeyi hedef olarak kabul etmelerine rağmen bunu başlangıç tedavi hedefi olarak gerçekdışı saymaktadırlar. İlk altı ayda uyuşturucu madde alışkanlığının nüksetmesi ihtimali olmakla birlikte (% 90) Amerika Birleşik Devletlerinde yürütülen bazı incelemeler eroin kullananların beş yıl içinde % 30 oranında bu alışkanlıktan vazgeçtiklerini göstermiştir.
Bu gerçekler göz önünde tutularak başlangıç tedavisi bağımlılığın genellikle medi-kal ve psikiyatrik komplikasyonlarına yöneltilmektedir. Böylece uzun süreli tedavide hastayı daha dengeli bir hayat tarzı seçmek üzere yeniden eğitmek ve sonra alışkanlığından kesin olarak vazgeç meşini sağlamak hedef alınmaktadır. Bu tedavinin en zor yanı bağımlılığın doğuracağı gerçek zararlar ve bu bağımlılıktan arınmış bir hayatın da yaşanmaya değer olduğu hususlarında hastayı ikna edebilmektir. ilacın bırakılması sonucu ortaya çıkan sendromlar (abstinans sendro-mu) hastahane tedavisiyle kolayca giderilebilir. Afyonlu madde bağımlılıklarında bu madde yerine ****don verilmesi ****donun yavaş itrahı ve uzun süreli etkisinden dolayı faydalı bir tedavidir. Uyuşturucu maddeyi bırakanlara uygula nan tedavi biçimleri hekimlerin tercihlerine göre farklılıklar gösterirse de genellikle kullanılan yöntem trankilizan beraberinde veya yalnız olarak ****don tedavisidir. Bazı hekimler tedavinin başladığı ilk birkaç gün içinde intramüsküler eroin tedavisi uygularlar. Fenotiazin tedavisi barbitürat alışkanlığı tespit edilmediği halde barbitürat kullanımından vazgeçildiği zaman ortaya çıkan nöbetlere yol açtığı için tehlikelidir. Sürekli afyon kullanan hastalar bir hastahanenin ameliyatla?
hanesi veya âcil servisine vazgeçme sonucu beliren sendromlar göstererek başvur dukları zaman uygulanacak en faydalı tedavi biçimi ağız yoluyla veya intramüsküler zerkle verilen ****dondur. Barbitürat bağımlılıklarında madde bırakıldığı zaman şiddetli ihtilâçlar (konvülsiyonlar) başgösterir. Uygulamada en basit yöntem hastanın bir süre hafif bir konuşma bozukluğu göstereceği (dizartri) entoksi-kasyon seviyesini muhafaza edebilmektir. ilâç tedavisi her dört saatte bir verilen ve hergün dozu 100 mg azaltılan pentobar-bitondan ibarettir. Uyuşturucu madde bırakıldığı zaman hastanın iyi beslenmesi rehidrasyonu ve vitamin takviyesi gereklidir.
Barbitürat kullanımının yol açtığı deli-rium başarısı kesin olmamakla birlikte genellikle geçici entoksikasyonla tedavi edilir. Amfetamin bırakılması anî olma hdır. Uzun bir uykudan sonra hasta durgun ve sinirli olur. İştahın açılmasıyla hızla kilo almaya başlar. Kokain bağımlılığında da aynı tedavi uygulanır. ilaç bırakıldığı zaman ortaya çıkan durumlar fiziksel bağımlılık sözkonusu olduğu zaman daha da şiddetlidir. Ancak bu psikolojik bağımlılığın yol açtığı yalvarma ilaca özlem duyma ve ilacı elde edebilmek için zora başvurma gibi davranışların küçümsenmesi gerektiği anlamına gelmez.
Asıl sorunlar ilaç bırakıldığı zaman ortaya çıkar. Bunların en önemlisi maddeyi kullanmamayı sürdürebilmektir. Bu ilaç lar günlük sorunlardan kaçış yolları sağlar ve uyuşturucu madde alışkanlığı olanlar için bu kaçış tedavi yöntemlerinden daha etkili ve kesindir. Bağımlılık bir depresyon sendromu olduğu zaman depresyonun giderilmesi sonucunda ilaç arzusu azalabileceğinden bu daha ümit verici bir durumdur ama böyle durumlara pek sık rastlanmaz. Hastaların çoğunluğu kişilik bozukluğu gösteren kişilerdir. Bu hastalar genellikle zevk için veya benlikleri ile yaşama sorunları arasında bir engel niteliği taşıdığı için ilaç kullanmışlardır. Böylece ortaya kişilik bozukluğunu düzeltmek gibi psikiyatrinin çok başarılı olmadığı bir alanda uygulanan tedavinin güçlükleri sorunu çıkar.
Son yıllarda eskiden ilaç kullanmış kişilerden yararlanarak uygulanan rehabilitasyonun daha başarılı sonuçlara yol açtığı dikkati çekmektedir. Bunun olumlu bir yaklaşım biçimi olduğu ispatlanmıştır. ilacın bulunmadığı ve ilacı bırakmak konusunda sıkı bir baskının uygulandığı bir ortama yerleştirilen hastaların bu baskı eskiden ilaç kullanmışlardan geldiği zaman tedaviye daha olumlu cevap verdikleri görülmüştür. Amerika'nın bazı kesimlerinde eskiden ilaç kullananların katkısıyla kendi kendine yardım olarak nitelendirilen bu rehabilitasyon yöntemi ümit verici sonuçlar getirmiştir. Eskiden uyuşturucu madde kullananlar hastaların başvurdukları kendini aldatma yollarını iyi bildiklerinden hastaları dramatik bir hava içinde gerçeklerle karşılaştırırlar. Bu tür topluluklarda yeni gelene geri planda bir rol ve statü verilerek kısa zamanda kendisinin de bu topluluğa bir katkıda bulunması ve davranış ve duygularından sorumlu olması gerektiği anlatılır. Grup toplantı seanslarına başvurulur ve birbirlerini şiddetle etkilemeleri kural olarak benimsenir. Bu yöntemler uzun süreli ve pahalı olmakla birlikte tamamen iyileştirme yönünde ümit verici sonuçlar getirmişlerdir. Tek ve grup tedavisinin uygulandığı geleneksel psikiyatrik yöntemler değerlerini kaybetmeye başlamışlardır. Trankilizan veya antidep-resan ilaçlarla tedavi hastada tekrar ilaç alışkanlığına yol açabileceğinden tehlikelidir.
Amerika Birleşik Devletlerinde Dole ve Nyswander afyon bağımlılığının tedavisinde tedaviye psikojenik açıdan bakılması yerine uzun süreli fiziksel bağımlı-
lığın önemi üzerinde duran tamamen yeni bir yöntem getirmişlerdir. Uyuşturucu maddeye karşı duyulan arzuyu azaltmak ve madde kullanıldığı zaman meydana gelen Öfori duygusunu önlemek maksadıyla farmakolojik blokör olarak ****don kullanılır. Amerika'nın bazı yerlerinde alışkanlığı nükseden bazı hastalara ****don uygulanması sonucunda bu hastalar verimli ve toplumca benimsene-b-len bir hayat tarzı sürdürebilmişlerdir. Ayrıca ****don programları hastada başarıyla sonuçlanacak riskli bir girişimin bir parçası oldukları duygusunu yaratarak grup moralini yükseltir ve böylelikle sosyal faktörler de rehabilitasyonda kendilerine düşen görevi yerine getirmiş olurlar. Yakın bir gelecekte çeşitli uyuşturucu madde alışkanlıklarının tedavisinde farmakolojik blokörlerin önemli bir rol oynayacakları muhtemel görülmektedir. Bu yöntem gerçekleşinceye kadar çeşitli rehabilitasyon yöntem ve programları uygulanmalı ve denenmelidir. Barbitürat ve amfetamin kullananlara uygulanacak rehabilitasyon hakkında yeterli bilgi yoktur. Bazı deneyler şiddetli barbitürat bağımlılıklarının çok zor tedavi edildiğini ortaya çıkarmıştır. Amfetamin iptilasın-da ise ilaç çok cazip olduğu ve kolayca elde edilebildiği için tedavide güçlükler ortaya çıkmaktadır. Hastayı alışkanlıktan vazgeçmeye itecek nedenler genellikle azdır.
Eroin bağımlılığı kendi kendine sınırlanan özelliklere sahiptir; eroinman kişi. elde ettiği öfori duygusunu zamanla kaybeder ve yalnızca madde bırakıldığı zaman ortaya çıkacak ruhsal çöküntüyü önlemek için ilacı almaya devam eder. Yaşlanma psikolojik bir olgunluk sağlar ve ilaç kullanımının tehlikelerinin anlaşılmasına yardım eder. Böylelikle uyuşturucu madde bağımlılığında yakın bir geçmişi olan hasta uzun bir geçmişi olan hastaya kıyasla ilacı bırakmaya daha az yatkındır. Fakat bu durum tedavi çabalarını önlemek için bir neden sayılmamalıdır.
Uyuşturucu madde bağımlılığı kronik ve nüksedici bir bozukluk olup tedavisine tıp ve psikiyatride çok raslanır. Uzun süreli tedavi ve denetim ulaşılması gereken hedefler olarak sınırlı olmakla birlikte hasta daha belirli bir değişme seviyesine ulaşabilecek duruma gelinceye kadar hastaya en pratik şekilde faydalı olma yoludur.
ingiltere'de eroin ve kokain reçeteleri ancak lisanslı hekimler çerçevesinde sınırlandırılmıştır. Eroin uygulaması kesin bir medikal tedbir olmaktan çok sosyal bir tedbirdir. Tedavide uygulanan bu yaklaşım biçimi son zamanlarda yeniden gözden geçirilmeye başlanmıştır. Bununla birlikte genel olarak afyonun bırakılmasından ötürü ortaya çıkan absti-nans tezahürlerini önlemek amacıyla verilen ****don ve şiddetli barbitürat entok-sikasyonuna girmiş barbitürat bağımlılarına âcil durumlarda verilen barbitürat-lar dışında uyuşturucu madde kullanan hastalara bağımlılık doğuran ilaçlar vermek doğru değildir. Barbitürat uygulaması bilindiği gibi ilacın bırakılmasıyla ortaya çıkan ihtilâçları önlemek içindir. Yakın zamanlarda Viyana'da psikotrop maddelerin bağımlılık doğurucu potansiyellerini ele alan bir Birleşmiş Milletler Konvansiyonu düzenlenmiştir. Bu Konvansiyonun amacı bu maddelerin bağımlılığına karşı yapılacak mücadelede uluslararası işbirliğini sağlamaktır. Üye ulusların resmî onayından geçmesi gereken bu konvansiyon ithalat ve ihracat kısıtlamaları imalât ve dağıtım safhalarında gerekli lisans aranjmanları özel etiketleme ve dikkatli kayıt işlemleri konusunda tedbirler getiren dört ayrı denetim biçimini kapsamaktadır. Bunlara paralel olarak ilaçların terapötik değerleri ve bağımlılık doğurma ihtimallerine dayanan dört liste saptanmıştır. Narkotik ilaçlar Komisyonunun önerisiyle zamanla bazı yeni
ilaçların da listeye eklenmesi öngörülmüştür.
Mevcut listeler aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Maksimum iptila tehlikesi ve maksimum kontrol zorunluluğu I. Pozisyonda minimumlar ise IV. Pozisyonda belirtilmiştir.
Son Birleşmiş Milletler Konvansiyonunda Saptanan Maddeler Listesi
Maddenin Uluslararası Adı Pozisyon
DET I
DMHP I
DMT I
Liserjid (LSD LSD-25) Meskalin I I
Paraheksil I
Psilosin psilotsin Psilosibin ! I
STP DOM I
Tetrahidrokannabinoller
bütün izomerleri I
Amfetamin II
Deksamfetamin II
****mfetamin II
Metilfenidat II
Fensiklidin II
Fenmetrazin II
Amobarbital III
Siklobarbital III
Glutetimid III
Pentobarbital III
Secobarbital III
Amferpramon IV
Barbital IV
Etklorvinol IV
Etinamat IV
Meprobamat ****kualon IV IV
Metilfenobarbital IV
Fenobarbital IV
Pipradrol SPA IV IV


Irade

İrade eyleminde belli bir biçimde hareket etmek ve bir eylemi başlatmak için bilinçli ve kasitli bir karar sözkonusudur. Ka rar verme değişik eylemler arasında seçim yapma ve bu eylemlerin yöneldiği hedefleri bilme anlamına gelir. Bu nitelikteki önemli kararlarda benlikteki hâkim değerler rol oynar. Böylece iradeli eylem ile impülsif eylem çelişir; bunların ikisi de konatif (bkz.) proçeslerdir. Bkz. EMOSYON ve İMPULS
İRKİLME REAKSİYONU


Irkilme Reaksiyonu


Bu terim birkaç değişik fenomen için kullanılmaktadır: Gürültüye ya da anî harekete mâruz bebeklerde irkilme reaksiyonu bacaklarda ve gövdede ekstansi-yon biçiminde olur; anı gürültüye mâruz normal yetişkinlerde ise irkilme reaksiyonunun karakteristikleri pupilla dilatas yonu omurga ekstansiyonu avuçlarda terleme ve nabız hızında artmadır: Paradoksal olarak anksiete nevrozlu hastalar daha az tepki gösterirler çünkü fizyolojik bakımdan zaten «dolu» durumdadırlar.


Issızlık


Genel ekonomik koşullar yaş ilerlemesi ya da hastalık nedeniyle işsiz kalma çok kere reaktif depresyona ve emosyonel uyum bozukluğuna yol açar. Ayrıca utanç ve kişinin öz saygısını yitirmesi intihara da yol açabilir; yaşlılardan oluşan bir intihar vakaları serisinde bunlardan % 21'inin intihar nedeni işsizlik olarak saptanmıştır. Şizofreniklerde hastalık ilerledikçe beceri azalması görülür ve işyerlerindeki tensikatlarda ilk işten çıkarılanlar akıl yetersizliği olan kişilerdir. Otomasyon ve diğer modern çalışma süreçleri de bu işçiler için sürekli işsizliğe yol açabilmektedir.

Iştah


Fizyolojik biokimyasal ve endokrinolojik tezahürleri bilinen açlık duygusundan ayrı olarak iştah yemekten alınan psikolojik zevkin değerlendirilmesini de kapsar. Birçok psikiyatrik hastalıkta özellikle af-fektif bozukluklarda iştah da bozulur. İştahta değişim çok kere azalma hafif ve şiddetli depresyonda mutlaka görülür. Marasmus nervosus'da iştah azalması çocuklarda bile son derece zayıflamaya yol açabilir. Anoreksia nervosa'nın seyri sırasında iştah az normal hattâ fazla bile olabilir; fakat eğer bulimia mevcutsa aşırı ishal zorlama kusma ve iğrenme gibi durumlar görülür.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
K



Kabus (Pavor noctorus )


Kâbus kişide bir boğulma duygusu yaratan ve çok kere uykusundan uyanmasına yol açan korkulu bir düştür. Her yaşta görülebilir ve nedenini açıklamak güçtür. Çocuklarda tekrarlayan kâbuslar bir sorun haline gelebilir çünkü her gece ebeveyn de çocuk da yatma saatini korkuyla beklemeye başlarlar. Ebeveyn ve çocuğa basit bir sedatif verilmesi gereklidir. Yetişkinlerde ise korkutucu yaşantılar bu gibi olaylardan yıllar sonra bile uyku sırasında boşalarak tekrarlayan kâbuslara yol açabilir. Oysa psikiyatrik hastaların çok seyrek olarak kâbuslardan şikâyet etmeleri tuhaf bir gerçektir.


Kafa Travması


Kafa travması sonucunda beyne ulaşan yaralar kafatası kırıkları yahut beyin ya da çevresinde kanamalar olabilir. Klinik tablo yalnızca travmanın şiddetine değil aynı zamanda bu gibi komplikasyon faktörlerinin mevcudiyetine göre de değişir. Travmanın ilk etkisi konküsyondur (bkz.) -hafif vakalarda bir şaşkınlık zihinsel belirsizlik durumu; şiddetli vakalarda ise bilinç kaybı. Birçok hasta süratle ve hiçbir komplikasyon gelişmek-sizin kendine gelir. Minimal konküsyon-da bilinçsizlik durumundan çıkan kişide daha sonra bir konfüzyon ya da bilinç kaybı gelişmesi intrakranial kanamaya ya da subdural hematomaya işaret eder. Uzun süreli bilinç kaybından sonra ba-zan yarı-bilinçli bir huzursuzluk perse-verasyon yahut anlamsız sesler ve enkon-tinans görülür ve hasta aylarca bakıma muhtaç kalır. Daha kısa süreli post-trav-matik delirium da görülebilir. Kazadan önceki ve sonraki bir dönemi kapsayan amnezi (bkz.) sık sık kalıcı niteliktedir; bazan hem organik hem de fonksiyonel olan daha yaygın akıl yetersizlikleri görülür. Demans hem hafızayı hem de en-tellektüel performansı etkiler. Bazan en-tellektüel performansı etkilemeyen bir
dismnezik sendrom (Korsakoff psikozu) (bkz.) görülür. Kafa travmasından kısa süre sonra epileptik nöbet intrakranial hcmatoma ve çökük kırığa eşlik eden uzun süreli post-travmatik amnezi gibi durumların hepsi ilerde epilepsiye işaret eden kötü prognoz belirtileridir. Boksörlerin mâruz kaldıkları tipte tekrarlı hafif travmalar tek bir önemli travma kadar hasar etkisi yaratabilir. Sonucunda gelişen «yumruk sarhoşluğu» sendromu-nu oluşturan semptomlar arasında ataksi dizartri kişflik değişimi ve demans vardır. Septum pellucidum kopması sık rastlanan nöro-patolojik bir bulgudur. Bazı kafa travmalarını başağrısı baş dönmesi konsantrasyon zayıflaması ve ank-sieteden oluşan post-konküsyon sendro-mu izler. Depresyon şizofreniye benzer durumlar ve kişilik değişimleri de görülebilir. Kafa travmalarından sonra radyografi (kırıkların incelenmesi); lomber ponksiyon (beyin omurilik sıvısında kan mevcudiyeti); elektroansefalogram (iyileşmenin kontrolü ve fokal hasarın incelenmesi); ve kronik safhada psikolojik testler gibi incelemeler yapılabilir. Zekâ testleri hastanın kayıtlarında belirtilen ve öğrenim başarılarının işaret ettiğinden daha düşük bir global performans yahut özellikle verbal ve soyut performans arasında farklılıklar gösterebilir (örneğin Mili Hill vokabüler ve progres-sif matriks testleri kullanılır). Sözlü performans düşüklüğü fokal hasara işaret eder oysa daha yaygın bozuklukta verbal puanlar yeterli düzeyde kalırken soyut yetenek hasara uğrayabilir. Hafıza testleri vizüel ve oditer öğrenme testleri de uygulanabilir - oditer öğrenme Mili Hill vokabüler testinde yer almayan sözcük tanımları öğretilerek yapılır.
Bkz. TRAVMA SONRASI DEMANS ve
EPİLEPSİ.


Kafein


Kafein ksantin bileşikleri grubundan olup aynı gruptaki teofilin ve teobromin ile birlikte hem doğada çok bulunur hem de insanlar tarafından yaygın ola-rak kullanılır. Bu alkaloidler kahve çay kakao ve kola gibi içeceklerde bulunur; bunların arasında en çok kafein bir fin-canda 15. mg.la pişirilmiş kahvede bu-lunur. Bu içeceklerin kökeni bilinme-mektedir.
Kafein santral sinir sisteminde kortikal fonksiyonu arttıran güçlü ve genel bir stimülan olduğu kadar medüller mer-kezleri de stimüle eder. Bu maddenin en belirgin etkisi ve yaygın kullanımının temelinin santral stimülasyön olmasına rağmen önemli başka etkileri de vardır: Miyokard doğrudan doğruya stimüle olur; azalan serebral dolaşıma karşı peri-ferik kan damarları genişler; hafifçe diüretik bir etki olur; gastrik salgı artar ve ****bolizma hızı yükselir. Tolerans ve alışkanlık mutlaka görülür fakat yal-nızca birkaç gün başağrısı ve irritabilite-den başka abstinans semptomu olmaz. Neyse ki kafeinli içecekler ciddî farma-kolojik bozukluklara yol açmadan insan-lara zevk veren birkaç maddeden biridir.
Kafeinin psikostimülan olarak uygulan-ması enderdir ve psikiyatrik uygulama-larda da yeri yoktur. Kafeinin başlıca te-rapötik kullanımları baş ağrısı tedavisin-de analjeziklerle ve migrende ergot alka-loidleriyle kombine olaraktır.


Kalıtsal ****bolizma Bozuklukları

Kalıtsal ya da doğuştan olan ****noıız-
ma bozukluklarına sık sık şiddetli akıl geriliği eşlik eder. Bunların birçoğundakimyasal lezyon bilinir; örneğin fenilketo nüride olduğu gibi bazı vakalarda teki bir enzimin yetersizliği teşhis edilmiştir. Diğerlerinde ise örneğin Hartnup hastalığında olduğu gibi vücut kimyası bozukluğa uğradığı halde durumun kökeni belirsizdir. Kalıtsal ****bolizma bozuk- hıklarının çoğunluğu otosomal resessif bir kalıtım yolunu izler.
Bkz.Genetik ve Otosomlar


Kannabis Sativa


Kannabis kannabis sativa bitkisinin çi-çek uçlarından ve yapraklarından elde edilir. Bu bitkiden veya kuru yaprakla-rından çıkarılan reçine kaynak madde olarak kullanılır. Aktif kannabis türevle-ri kimyasal bakımdan tetra hidrokanna-binol maddeler grubuna girer. Kannabis tipi alışkanlığın karakteristiği psikolojik bağımlılıktır (bkz.); bu çoğunlukla şid-detlidir fakat fizik bağımlılık (bkz.) ol-maz. Kannabisin etkileri arasında taşi-kardi kan basıncında yükselme kon-junktival konjestiyon solgunluk baygın-lık ve ilerde başağrısı ve bulantı vardır. Kannabis kullananlar kaygısızlık konuş-kanlık ve hafif neşe gibi etkileri bulma-ya çalışırlar fakat yüksek konsantrasyon-larda eksitasyon ve hallüsinoz olabilir.Kannabise karşı akut reaksiyonlara rastlanmıştır: bunlar arasında gerçekdışı duyguları düşünce dağınıklığı ve şizof-reniform psikozlar vardır. Bunların doğrudan doğruya kannabisin etkileri mi yoksa zaten dengesiz olan kimselerde kannab:'sin ortaya çıkardığı reaksiyonlar mı olduğu konusu tartışılabilir fakat teşhiste bu gibi reaksiyonların ciddileşme tehlikesi küçümsenmemelidir. Kannabisin uzun süreli kalıcı etkilerinden yeterince söz edilmemektedir fakat kısa sürede insanlarda dağınık bir atalet yarattığı ispatlanmıştır.
Kannabis kullanımıyla suç işleme arasındaki ilişki oldukça belirsizdir. A.B.D.'de suç işleyen çevrelerde çok yaygın kullanıldığı doğrudur ama orada bu maddeyi kullanan «normal» kişiler de çok görülmektedir. Kannabisin dengesiz kişilerde başlı başına şiddet ve asosyal davranışa yol açtığı ispatlanmamıştır. Ayrıca kannabis kullanımının afyonlu ilaç kullanımına dönüştüğü de ispatlanmamıştır. Oysa halüsinojenik ilaç (bkz.) kullanımına dönüşebileceği konusunda birtakım deliller vardır.
KANNER SENDROMU
Bkz. OTİZM


Karakter


Karakter terimi bazan kişilikle (bkz.) eş anlamda kullanılır fakat daha dar bir anlamda kişiliğin başkaları tarafından sosyal etik veya moral kriterlerle ilgili olarak değerlendirilen görünüşleri anlamına gelir. Böylece bir kişinin karakter yapısı o kişinin sosyal ortama uyum biçimini belirleyen nispeten dengeli belirli organize ve integre güdüler tutumlar değerler savunma mekanizmaları ve güdüsel anlatım yollarını kapsar. Organizasyon ve integrasyon derecesi kişinin karakter «gücünü» belirler.
Karakter yapısı nevrozun etyolojisini açıklayıcı bir kavram olmuş ve karakter nevrozlarıyla sitüasyon nevrozları arasında ayrım yapılmıştır. Özellikle psikana-litik teori nörotik karakterin önemi üzerinde durur.
Karakter bir öğrenme proçesiyle fakat toplumsal anlamda bir öğrenme proçesiyle edinilir. Sosyal psikologlar ve sosyologlar toplumun benimsediği davranış biçimlerini ve değerleri kişinin öğrenmesi proçesi için sosyalizasyon terimini kullanmaktadırlar. Bu bilim adamlarının hepsi bu tip öğrenmenin en çok toplumdaki güçlü ve nüfuzlu kişilerle toplumsal karşılıklı ilişki yoluyla sağlandığı konusunda hemfikirdirler. Böylece yetişkinler yeni bir ortama uymaya daha yatkın olduklarından sosyalizasyon terimi genellikle çocuklar için özellikle de ailelerin çocuklara uyguladıkları eğitim anlamında kullanılmaktadır. Davranış üzerinde duran psikologlar sosyalizasyonu ve sonucundaki karakter oluşumunu normal öğrenme proçesiyle ve özellikle ailenin çocuk üzerinde kur-duğu ödüllendirme-cezalandırma sistemiyle açıklamaktadırlar; yine de taklidin (bkz.) ve sosyal bir modele az çok benzemeye çalışmanın da karakter oluşumu bakımından çok önemli olduğunu ileri sürmektedirler. Freud'cu (bkz.) teori kişinin aile değerlerini benimseyerek bir süperego (bkz.) edindiği idanti-fikasyon (bkz.) kavramını ileri sürerek bir adım daha atmıştır. Psikanaliz yönteminde ayrıca çocuğun gelişiminde kritik olgunlaşma aşamaları olduğu ve libidonun (bkz.) (erotik enerji) o aşamaya özgü belli faaliyet ve nesnelere yöneldiği üzerinde durulmaktadır. Oral anal fal-lik ve genital aşamalar tanımlanmıştır. Bu aşamalardan birinde belli bir çeşit libidonun kalıcı olarak yerleşmesi anlamına gelen fiksasyonlar (bkz.) oluşabile-rek karakter yapısını etkiler ve bu fiksasyonlar norotik bozukluğun karakteristiği olan regresyonun (bkz.) (yâni dahi çocukça bir davranış biçimine ve emos yonel tepkiye dönüş) derecesini belirler Böylece anal karakter yapısı gösteret bir yetişkinin ukalâ cimri huysuz ve ot sesyonel olduğu ileri sürülmektedir. Be gibi özelliklerin gelişimin anal aşama sında çocuğun tuvalet eğitimine ailenir müdahale etmesi ve dolayısıyla çocuğun duyduğu zevk ve gösterdiği tepkinin ks hntıları olduğu düşünülmektedir.


Karbon Dioksit Retansiyonu


Oksijen terapisi şiddetli anfizem ve ast-matik durumla ilgilidir. Arteryel C02 basıncı 120 mm Hg'ye varırsa psikiyatrik semptomlar görülür. Baş ağrısı adale seyirmeleri konfüzyon oryantasyon bozukluğu ve hallüsinasyonlu bir bilinç bulutlanması komaya yol açar. Kaba bir tremor görülebilir. Bazı vakalarda kafatası iç basıncının artması ve papillödem ile ansefalopatiye rastlanır. Tedavi için. % 80 - 85 oranında bir arteryel satüras-yon sağlama amacıyla dakikada en fazla 1-3 litre oksijen ve intravenöz yoldan niketamid (iki üç saatte bir 10-15 mi) verilir. Aşırı karbon dioksidin intrasellü-ler enzim sistemlerine müdahale ederek oksijen kullanımında bozukluklar yarat tığı düşünülmektedir.


Kardiovasküler sistem ve psikosomatik hastalık

Çoğu zaman anksiete kardiovasküler sistem üzerinde derin etkiler yaratarak taşi-kardi palpitasyon baş dönmesi ve sol meme altında ağrıya yol açar. Bu semptomlardan birçoğu anksieteyi arttırarak hastanın kalb hastalığından hattâ bazan birdenbire ölmekten korkmasına neden olur. Kardiak nevroz semptomları (efor sendromu nörosirkülatuar asteni veya Da Costa sendromu (bkz.) çoğu zaman bir dost ya da akrabanın miyokard enfarktüsünden ölmesi sonucunda belirir. Kardiak kondisyone tepkiler çabucak yer eder ve giderilmeleri zordur; daha sık beliren nöbetler hastada daha fazla anksi-eteye ve hastanın nöbetleri oluşturan durumlardan kaçınmasına yol açar. Kronik stress (bkz.) durumlarında sempatik adrenerjik faaliyet öne geçer fakat beklenmedik bir korku vagus aracılığıyla pa-rasempatik sistemde aşırı bir faaliyet yaratır ve sempatik faaliyet tekrar harekete geçinceye kadar kalb atışlarında ve kan basıncında bir azalma hattâ senkop (baygınlık) durumu olur. Emosyonel stress sırasında serbest yağ asidi dolaşımı artar; kandaki lipid miktarında kronik yükselme koroner damar hastalığında sık rastlanan bir durumdur. Anksiete ayrıca hem migren veya hipertansiyona hem de kanın pıhtılaşma süresi ve viskositesinde değişikliklere yol açar; sonucunda da anjin kalb yetersizliği hattâ miyokard enfarktüsü bile görülebilir. Kardiovasküler hastalık geçiren veya geçirebilecek eğilimde hastalardaki anksie-tenin tedavisi çok önemlidir. Bu hastaların yaşayış tarzlarını değiştirmeleri gerekebilir; ama ancak hastalar kardiovasküler sistemlerine ne kadar çok yüklendiklerini arılarlarsa bu mümkün olur. Trankilizanlar (bkz.) çoğu zaman yararlıdır ve sekonder anksiete yaratabilecek taşikardi ile palpitasyonları kontrol altına almak için beta-adrenerjik blokörlerin faydası olabilir. Anksiete ile birlikte depresyonun da mevcut olduğu durumlarda kalb atım hızı ve kan basıncını art-tırabilen bu depresyonun tedavisi gerekebilir. Trisiklik antidepresanlar guaneti-din tipinde antihipertansif ilaçlara karşı belirgin bir antagonist etki gösterirler. Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR KARINCALANMA
Bkz. PARESTEZİ


Karşılıklı İnhibisyon


Öğrenme teorilerinde ve nörotik - genellikle fobik - semptomların tedavisinde bu teorilerden türetilen davranış terapisi tekniklerinde kullanılan bir terimdir. Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler esas alınmıştır.
Eğer patolojik durumdakinin karşılıklı olarak tam tersi olan bir psikolojik ve fizik durum (yani bir gevşeme (bkz.) durumu ) yaratılırsa istenmeyen tepkinin tamamen giderilebilmesi için kademeli bîr öğretim uygulamanın mümkün olduğu bulunmuştur. Örneğin pratik yöntemler ve telkin ya da kısa süre etkili intravenöz barbitüratlar uygulanarak yaratılan gevşeme fobik bir hastanın korktuğu nesne yahut duruma ilişkin olarak - kendisine en az korku verenden en çok korku verene doğru - kademeli bir sıra izlemesini sağlamaktadır. Fobik hastanın hassasiyeti kendi kurduğu sıraya göre derece derece artarak giderilmektedir. Monosemptomatik fobik durumlar örneğin köpek fobisi ve empotans (ginofobi) genellikle bu tedaviye en iyi cevabı verir. Bazı vaka serilerinde % 80-90 oranında remisyon oranı rapor edilmiştir. Bkz. DAVRANIŞ TERAPİSİ KASİTLİ HASTALIK
Bkz. TEMARUZ


Kastrasyon

Kastrasyon yani testislerin alınması bazı dinsel mezhep topluluklarında (meselâ Skoptikler gibi) ameliyatla yapılır;bazan da şizofrenik veya trans¤¤¤¤üel eı kekler kendilerine zarar verme güdüsüı le kastrasyon yaparlar. Bazı ülkelerde is cinsel saldırıda bulunan veya çocuklarl cinsel ilişki kuran cinsel suçlulara cinse libidolarını azaltmak veya yok etmei amacıyla kastrasyon uygulanır. Ingiltt re'de bazan kimyasal kastrasyon libidı azaltılıncaya kadar günde 5 mg sonn da 1 mg stilbestrol kullanılarak yapılı Gelecekte bu işlem için yeni bir anti androjen olan siproteron daha spesifik olarak kullanılabilecektir. Uzun süre! ös****** terapisinin jinekomastik dok;; neoplazik değişimlere yol açması tehlike si vardır. Buluğ çağından önce kastra-yon sekonder cinsel karakteristikleri bir yetersizlik yaratarak hetero¤¤¤¤üe dürtüde ve buluğ çağı sonrası saldırgan lıkta belirgin bir azalmaya yol açar. Yi tişkinlerde ameliyat sonrası dönemindi depressif reaksiyonlara çok rastlanır \t bir iki yıl içinde cinsel ilgi ve dürtüdt çeşitli derecede azalmalar bunun yanışı ra da cilt dokusunda yumuşama ve sakal uzamasında azalma olur. Yaşlı erkekler. de kastrasyon libido veya sekonder cinsel karakteristikleri çok az etkiler. Freud'cu Odipus kompleksinin ana temasında erkek çocuğun annesine karşı duyduğu cinsel arzuyu babasının kastra yonla cezalandıracağı korkusu vardı. Bu içe atılmış korkunun yetişkinlik döneminde başka bir kadın tarafından yeniden harekete geçirilmesi iktidarsızlığı yol açıyordu. O zaman da kişi kendisindeki bu korkuyu harekete geçirmeyen homo¤¤¤¤üel ilişkilere sapıyor veya cinsel arkadaşının kastre olmadığına kendisini inandırabilmek için penisin yerini tutacak bir sembol bir fetiş gerekiyordu.


Katalepsi

En karakteristik olarak katatonik şizofrenide (bkz.) görülen bu durum kas to nüsünde spesifik bir kasılma ve değişim dir. Yüz ifadesi donar ve vücut normal bir insan için zor veya imkansız olan hareketsiz bir biçim alır. Hastanın aldığı vücut biçimini değiştirmek için gösterilecek herhangi bir çaba sonucunda da hasta ya direnç gösterir (bkz. NEGATI-VİZM) veya vücudunu başka bir biçime sokar (bkz. FLEKSİBİLİTAS SEREA)


Katatimik Düşünce


Emosyonel yönünün çok şiddetli olması dolayısıyla mantığın buna göre düzenlendiği bir düşünce proçesi. Bu durum birçok önyargının etkeni olabileceği gibi bazan şizofrenide görülen bir özelliktir.
Katatonik Şizofreni


Katatoni şizofreni (bkz.) tipleri arasında en az rastlanılanıdır ve karakteristikleri sırayla aşırı ve az hareketlilik arasında değişen durumlardır. Hareket azalması veya stupor hâli hareket yavaşlığıhareketsizlik ve mütizm arasında her derecede olabilir. En aşırı derecesinde bile hasta tamamıyla bilinçlidir. Çoğu zaman amaçsız tasarlanmamış aşırı ve şiddetli bir heyecan görülebilir. Diğer hareket bozuklukları arasında tıkanmak birdenbire hareketsiz kalmak yapmacıklı hareketler tekrarlı ve sunî söz ve davranışlar uzun süre aynı durumda kalmak ve kollarla bacakların yerleştirildiği gibi anormal durumlarda tutulması olan flexibilitas cerea (bkz.) vardır. Bazan hasta son derece uysal olur (bkz. OTOMATİK İTAAT) bazan da basit istek. lere karşı bile direnir; meselâ tuvalete gitmeyi reddettikten hemen sonra altını kirletir (bkz. NEGATİVİZM). Konuşma bozukluğu olabilir. Konuşma ve yazıyla anlaşma yerlerini anlaşılmaz saçma veya tekrarlı bir söz yağmuruna veya karalamalara bırakabilir. Katatoninin taşkın belirtileri hastanın hijyenini özgürlüğünü veya psikiyatrik kuruluşlarda birşeylerle uğraşmasını sağlayarak önemli derecede giderilebilir.


Kateksis

Zihin enerjisiyle eş anlamlıdır. Freud bu terimi zihin enerjisinin lokalizasyonunu belirtmek amacıyla kullanıyordu: Ego'-da «ego kateksis» veya objede «obje ka-leksis». Psikiyatride kullanılan birçok kötü tanımlanmış kesinleşmemiş terim gibi kateksis de ancak psikanalitik teoriyi sürdürenler tarafından ve ender olarak kullanılmaktadır.


Kauzalji

Yaralanma sonucunda periferik sempatik sinir fibrillerinde özellikle avuç ve ayak tabanlarını besleyen fibrillerde ortaya çıkan bir durumdur. Yaralanan bölgedeki vasomotor trofik ve dermal değişimlerden ötürü olan bir yakıcı ağrı bu durumun karakteristiğidir.


Kayıt

Hafıza (bkz.) proçesinin başlangıç safhası için kullanılan bir terimdir. Hatırlanacak şeylere önce algı alanı içinde selek-tif dikkat (bkz.) uygulanması gereklidir. Modern araştırmalara göre bunlardan bazıları uzun süreli hafızaya aktarılmadan Önce başlangıçta kısa süreli bir depo sistemine geçmektedir. Hafıza testleri de bu kısa süreli yahut yakın hâfızavla ilgilidir.
Bkz. AKIL DURUMUNUN MUAYENESİ ALGI. RETANSİYON

Kedi sesi sendromu ( Kısmi monosomi 5 hastalığı )


Gözlemle teşhis edilebilen bir • otosomJ kromozom bozukluğuyla ilgili b.'r sena romdur; yani kromozom 5'in kısa uzanj tısı kısmen yoktur (Denver sistemi). Şidj detli akıl geriliği mevcuttur. Doğumda sonraki ilk yıl içinde bebek kedi sesini andıran tuhaf çığlıklar atar. Bu anormal ligin larenksteki bir daralmadan ileri gell diği öne sürülmüştür. Bir yaşından sonrj bebeğin ağlaması normalleşmeye başlar Diğer klin k özellikler arasında hipotoni ay biçimli yüz aşağıya ve dışa doğn eğimli ve birbirinden uzak gözler epikan tüs kıvrımları düşük kulaklar çıkık biı burun köprüsü ve mikrognati vardır.


Kekeleme


Kekeleme sesin irade dışı bir tekrarı uzatılması yahut kesilmesi nedeniyle normal konuşma ritminin aksamasıdır. İngiltere'de okul çağındaki çocukların % 1.2'sinde görülür ve erkek çocuklarda kızlardakinden dört kere daha sıktır. Kekeleyen erkek çocukların zekâ bakımından diğerlerinden daha geri olduklarına işaret eden birtakım bulgular vardır. Kekeleme ile toplumsal sınıf veya sık sık ileri sürüldüğü gibi solaklık ya da ambi-deksterite arasında hiçbir ilişki yoktur. Kekeleyen çocukların ebeveynlerinin olağanüstü derecede hırslı ve titiz olduklarına ilişkin bulgular kuvvetlidir. Oysa kekeleyen birçok kişide psikiyatrik bozukluğa ilişkin bulgular ya çok azdır ya da hiç yoktur ve birçok vakada bu durumu bir psikonevroz biçimi olarak kabul etmenin yararı olmaz.
Kekeleme bir çocukluk bozukluğudur ve % 50'sinde 5 yaşından önce başgösterir. Doğal yahut tedaviyle iyileşme % 50 oranındadır. Genellikle durum ne kadar hafif olursa prognoz da o kadar olumludur.
Monosemptomatik kekeleme vakalarının tedavisiyle ilgilenen konuşma terapistinin hizmetinde çok sayıda bireysel ve grup terapi teknikleri vardır. Bkz. KONUŞMA BOZUKLUKLARI
KELİME-ÇAĞRIŞIM TESTLERİ Bkz. SERBEST ÇAĞRIŞIM
KELİME KÖRLÜĞÜ
Bkz. DİSLEKSÎ

Kelime Salatası

Hiçbir mantıksal anlam taşımayan kelimelerden ve/veya cümlelerden oluşan bir konuşma biçimidir. Genellikle şizofreniyle ilgilidir.


Kempf Sendromu

Akut ajitasyon nöbetlerine eşlik eden panik ve kaçış davranışı bazan spesifik olarak homo¤¤¤¤üel bir sorunla ilgili olarak görülür - belki bir ilişkinin bozulması homo¤¤¤¤üel nitelikte bir sevginin farkına varma ya da yasal işlemlere uğrama tehlikesi. Arıksiete o derece akut olabilir ki bilinç bulutlanması gelişir ve dolayısıyla teşhis güçleşir. Tedavi intravenöz yahut intramüsküler yoldan sedatif uygulanması ve ajitasyon kontrol edildikten sonra da hastanın sorununa sağduyulu bir yaklaşımdan ibarettir. Durum hemen presipite olabilir; katastrofik reaksiyonlarla eş niteliktedir.

Kendine-zarar vermek


En sık rastlanan kendine-zarar verme tipi adolesanların yahut olgunlaşmamış gençlerin ya dikkat çekmek ya da gerilimi gidermek için başvurdukları ve adetâ bir salgın halinde beliren bilek kesmedir. Bazı durumlarda ciddî bir nitelik taşır ve kişi penis yahut testisler gibi organlarını hattâ bacağını keserek kanama nedeniyle belki de ölebilir. Bu gibi episodlara şizofreniklerde daha sık olarak da cinsel sorunları olan depressiflerde rastlanır ama herhangi bir akıl bozukluğunun kesin tek belirtisi davranış olduğundan teşhis güçlükler doğurabilir. Van Gogh'un ünlü kulak kesme olayı bu gibi davranışların ne kadar karmaşık olabileceğini göstermektedir. Bu çeşit rahatsız edici ve ciddî nitelikteki kendine zarar verme episodlarının tekrarlaması tedavide çok büyük güçlüklere yol açabilir.

Kernikterus


Bebeklerde bazal ganglionun bilirubinle yoğun oranda boyanmasıdır. Genellikle anneyle bebek arasındaki kan (Rh) uyuşmazlığından ender olarak da verilen ilaçlardan ileri gelir. Klinik tablo değişkendir ama akıl bozukluğu spastisite


Ki-Kare Testi

Terapötik denemelerin istatistik analizi için en çok kullanılan testlerden biridir. Örneğin yeni bir antidepresan maddenin denemesi yapılırken alınan sonuçlar ya bir plasebo tableti ya birkaç denenmiş ilaç ya da iki ayrı dozda yeni bir ilaç uygulanan gruplardaki iyileşen hastaların yüzde oranları olarak ifade edilir. Ki-kare testi görülen farklı yüzde oranlarının raslantı sonucu mu yoksa terapinin etkisiyle mi olduğunu belirler.



Kimlik Bunalımı

Kişinin kim olduğu duygusunun yani kimlik duygusunun gelişimi bazan özellikle bu duygunun epeyce gerilime mâruz kaldığı gençlik döneminde bunalımlar nedeniyle sekteye uğrar. İçgüdüsel duygularla toplumsal rolün yüklediği zorunluluklar arasındaki çatışma kişisel kimlik duygusunun kaybına yol açabilir. «Ben neyim?» «Ben kimim?» Gibi sorular kişinin kendisine yönelttiği tipik sorulardır. Kimlik bunalımı geçebilir ama çok kere akut ya da subakut akıl hastalığı episodlarının eşlik ettiği bir durumdur.
KİMYASAL ZEHİRLER AKIL HASTALIĞI YARATAN
Bkz. ZEHİRLER AKIL DURUMUNU ETKİLEYEN

Kişilik Bozukları

Kişiliğin kırktan fazla değişik tanımı o! duğu için psikiyatristin kişiliği genellik le bireyin motivasyon ve mizaç nitelikler olarak kabul ettiğini belirtmek gerel mektedir. Bu nitelikler tıpkı boy kilo ya da zekâ gibi kişilere göre değişkenlik gös terir. Kişilik bozuklukları da bu norma değişkenlikler açısından tanımlanabilir Birçok açık ve kesin kişilik anormallik leri mevcuttur; bunlar arasında passif agressif şizoid (bkz.) paranoid (bkz.) siklotimik (bkz.) emosyonel bakımda» dengesiz kompülsif (bkz.) ve histerik (bkz.) kişilikler vardır. Normalden sa pan bu kişilik tipleri toplumda hem kişi sel hem de sosyal bakımdan son derece tatmin edici bir varoluş sürdürebilirler. Ancak toplum bu anormalliklerden zarar gördüğü zaman psikopatik (bkz.) ya da sosyopatik kişiliklerden söz ederiz. Bu terimler çok kere yanlış olarak kişilik bo-zukluğuyla eş anlamda kullanılır. Kişilik bozukluğu psikopatik kişiliğin bir özelliğidir ama psikopatik teriminin yerli ya da yersiz kullanımını belirleyen bir sosyal durumdaki bireyin davranışıdır.

Klaustrofobi ( Kapalı yer korkusu)

Ender olarak münferit spesifik bir korku olarak belirir. Hasta çoğunlukla asansörlerden veya kapalı bir tuvaletten korkar. Fobiler sıklıkla yaygındırlar; bunlar arasında kalabalık dükkan hattâ sokakta birisine yakalanıp ayrılamama korkuları bulunmaktadır. Agorafobide olduğu gibi klaustrofobide de kişilik bozukluklarına özellikle cinsel korkulara sık rastlanır. Semptom ne kadar spesifik olursa davranış terapisine cevap da o kadar olumludur; semptomlar yaygın olduğu takdir-de davranış terapisi psikoterapiyle kombine olarak uygulanmalıdır. Bkz. FOBİ


Klimakterik

Bu terim kadınlarda 50 veya 60 yaşlarında görülen kalıcı över fonksiyonu bozukluğudur. Ovülasyon ve âdet kesilir öst-rojen salgılanması azalır ve sonucunda hipofiz gonadotropin salgısı artar. (Östro-jen yetersizliğinin etkileri MENOPOZ başlığı altında anlatılmaktadır). Erkeklerdeki testiküler fonksiyonda paralel bir bozukluk olduğu ispatlanmamıştır. «Erkek klimakterik» vakasındaki semptomların çoğunun nevrozla ilgili olması daha akla yakındır.



Klinefelter Sendromu (XXY Sendromu)

Klinefelter sendromu buluğ çağından sonra bazı uzun boylu erkeklerde görülen hadımlığa benzer özelliklerdir. Bu özellikler arasında ginekomasti follikül-stimüle edici hormon salgısının artması ve asper-matojeneze yol açan testiküler değişimler vardır. Bir XXY kromozomu düzenine eşlik eder. Akıl geriliği görülebilir ama Çok kere zekâ normal sınırlar arasındadır. Kişilik özellikleri arasında pasiflik cinsel dürtü eksikliği immatürite alınganlık paranoid duyarlık güvensizlik apati ve zayıf çalışma kapasitesi vardır. Bkz. KROMOZOMLAR



Kloral Türevleri


Kloral hipnotik ilaçlar grubunun en eski maddesidir. Barbitüratlar bulunduğu zaman kloral daha az kullanılmaya başlandı çünkü bu iki grup bileşik aynı etkilere ve yan etkilere sahipti; fakat kloral son zamanlarda yine kullanılmaya başlanmıştır.
Kloral gastroentestinal yoldan absorbe olarak vücutta bir sedatif olan trikloroe-tanola dönüşür.
Kloral türevleri güvenli ve etkin hipno-tikler olup gençlerde güvenli olmaları yaşlılarda da konfüzyon yaratma tehlikelerinin daha az olması dolayısıyla barbi-türatlara tercih edilir. Kloral alkolün etkisini artırır; gastrik iritasyona yol açar. Vücutta trikloroetanol oluşturan birkaç müstahzar daha bulunmuştur. Bunların en iyi örnekleri dikloralfenazon triklofos ve klorheksadoldur. Bkz. HİPNOTİKLER


Klüver-Bucy Sendromu

Klüver ve Bucy maymunlarda her iki temporal lobun kesilip alınmasından sonra gözlemledikleri karakteristik bir send-romu tanımlamışlardır. Hayvanlarda vi-züel agnos:a korku ve öfke reaksiyonlarının kaybolması bulimia cinsel aktivite artışı ve şiddetli hafıza bozukluğu gelişmiştir.
Bu sendromda unkus ve hippokampusun önemli yerleri olduğu belirlenmiştir çünkü tezahürler yalnızca bu alanların kesilerek alınması üzerine görülmüştür.


Kobalamin

Kobalamin (B2 vitamini) yetersizliğ yalnızca pernisyöz anemideki hematoloji! ve nörolojik değişimlere değil bazı hasta larda psikotik durumlara da yol açabil mektedir. Mental semptomlar çoğunluklı depresyon semptomlarıdır fakat bazaı bir konfüzyon psikozu veya paranoid bi reaksiyon da görülebilir. Absorpisyoı testleriyle doğrulanan kobalamin yetersi! ligi hiçbir anemi veya subakut kombim cmurilik dejenerasyonu olmaksızın da bi psikoza yol açabilmektedir. Yetersizliğiı sözkonusu olduğu bütün hastalarda - özel likle mide ameliyatlarından sonra - bı ihtimal hesaba katılmalıdır. Mental semptomlar yüksek dozda kobah mine cevap vermektedir. Bkz. FOLİK ASİT


Kognitif

Kognisyon genel bir terim olup bütüı bilgi yollarını kapsar: Algı; hatırlama hayal; düşünme; muhakeme; yargılamt Aklın kognitif yahut noetik yönü il örektik yönleri yani konasyon (bkz. (istem) ve duygu (bkz.) (affekt) arasın da Platon ve Aristotales'in yaptıkları ayrıma dayanan geleneksel bir karşıtlıl vardır.
Kognitif yapı kişinin geçmiş yaşantısını günlük yaşantıya bağlı hierarşik bir kav ramsal plana göre düzenlemesi için kul lanılan bir terimdir. Böylece kişinin edin diği yeni bilgilerin eklenmesi kolaylaşı ve kognitif yapı sürecinin etkinliği mu dan ileri gelir. Kognitif etkinlik aynı s manda bilgilerin çok kere linguistik bi-çimde kodlanmasıyla daha düzenli hale gelir. Bilgi iletimi için dilin (bkz.) ko münikasyon yönü de önemlidir; böylece kognisyon ve dil arasında geniş kapsamlı ve yakın bir ilişki vardır. Psikiyatrik durumlarda özellikle şizofre ni (bkz.) ve yaşlılıkta kognisyon bozul hıklarına çok rastlanır. Otistik (bkz.) düşünce bir psikiyatri terimi olup düşünceye kişisel gerek ve fantazilerin hâkim olduğu anlamına gelmektedir.


Kolinerjik

Sinaptik transmitör maddesi olarak uçlarından asetilkolin (bkz.) salgılayan sinir fibrilleri için kullanılan bir terimdir. Bunlar otonom sinir sistemindeki bütün pre-ganglionik fibrilleri parasempatik sistemdeki bütün post-ganglionik fibrilleri sempatik sistemdeki bazı postganglionik fibrilleri (meselâ ter bezleri) somatik motor sinir fibrillerini ve santral sinir sistemindeki bazı fibrilleri (meselâ kor-teks) kapsar.


Koma

Koma hastanın stimülasyonla uyarılamadığı tam bir bilinç kaybı durumudur. Solunum azalması hipotansiyon arefleksi ve sfinkterjk kontrol kaybı eşlik edebilir. Kafatası içiyle ilgili etkenler arasında serebroyasküler tıkanma hematoma tümör akut enfeksiyonlar abseler epilepsi (bkz.) ve travma vardır. Bunların dışındaki etkenler arasında ise zehirlenme diabet hipoglisemi (insulin veya insuli-noma dolayısıyla) karaciğer veya böbrek yetersizlikleri ve anoksi vardır. Bazı psikiyatrik bozukluklarda bilinç değişimlerinin görülebilmesine rağmen bunlar için koma terimi kullanılmamaktadır (örneğin stupor (bkz.) trans (bkz.) ).
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Kompensasyon

Bilinç dışında faaliyet gösteren ve kişinin gerçek veya fantazi yetersizliklerini den-gelemes'ne yahut telâfi etmesine yarayan bir akıl mekanizmasıdır. Beden yapısı performans yahut diğer yetenek ya da beceri alanlarında gerçek veya hayal ürünü bozukluklar olabilir. Bu terim aynı zamanda böyle yetersizlikleri telâfi amacıyla kişinin gösterdiği bilinçli çaba için de kullanılmaktadır.


Kompleks

Kompleks kişiyi alıştığı tekrarlamalı bir düzene göre düşünmeye hissetmeye ve eylemde bulunmaya zorlayan birbirine bağ lı bastırılmış fikirlerden oluşan karmaşık bir bütündür.
Analitik terminolojide birçok komplekse sık ve yaygın rastlanması dolayısıyla spesifik adlar verilmiştir. Katatimik terimi bilinç dışında mevcut olan bir çatışma anlamına gelir. Kompleksin yeterince duyguyla yüklü olması dolayısıyla bilinçte birtakım etkilere yol açtığı düşünülmektedir. Duygusal yanı ağır basan bir kompleks için katatimik terimi kullanılmaktadır. Çok kullanılan bir terim olan «aşağılık kompleksi» Adler'den gelmektedir. Adler fizik hastalıkta büyüklük ve fonksiyon bakımından olan organ kompensas-yonu fikrinden hareket ederek aklın da buna paralel bir üstünlük çabası gösterdiği kavramını ileri sürmüştür. Normal insanlarda bu çaba kompensasyon ile başa-
rılır.
Aşırı-kompensasyon ise aşırı kişilik eğilimlerine yol açar: Örneğin fizik yapı bakımından ufak tefek olan bir erkekteki kibirlilik. Kişi imkansız gördüğü bir çabadan vazgeçerek hastalığı bir başarısızlık özürü ve diğer insanlar üzerinde bir üstünlük kurma aracı olarak kullandığı zaman da «dekompensasyon» nevroz ile sonuçlanır.
Oidipus ve kastrasyon kompleksleri Freud'un çalışmaları sonucunda ortaya çıkan önemli komplekslerden iki tanesidir.

Kompülsiyon

Kişinin aslında direnmek istediği belli
bir davranışta bulunmak için önüne geçilmez bir arzu duymasıdır. Kompülsiyonun tersine ritüellerde (bkz.) kişi yahut toplumsal grupların direnme isteği göstermeleri sözkonusu değildir hattâ zevk duyarak tasarladıkları ve bekledikleri birşeydir. Ritüel özellikle çocuklarda çok görülür ve normal davranışlarının bir parçasıdır. Hayalgücü geniş bir çocuk için belki de cehenneme giden uçurumları simgeleyen kaldırım taşı aralıklarına basmamak her gece yatağa girmeden önce yapılan birtakım karmaşık hareketler bir kapıdan içeri girmeden önce kapıya belli hareketlerle vurmak kötü ruhları uzaklaştırmak amacıyla girişilen ritüel lerdir. Yetişkinliğe doğru geliştikçe bıı davranışlardan çoğu kaybolur fakat sayt sız bâtıl inancın da gösterdiği gibi bazik rı kalabilir. Freud'cu psikodinamik ritü el ve kompülsiyonlarda çok kere bilinçdı şı saldırganlık fantazileriyle ilgili olarak kişinin duyduğu suçluluğun cezasını öde menin önemli olduğu üzerinde durmak tadır. Ayrıca yorgunluk durumlarında kompülsiyon semptomları daha sıklaşıı okülogirik krizler ve encephalitis lethaı gica (Parkinsonizm) ile birlikte uyku ha li görülür. Şizofrenide süje kendini bi: dış gücün etkisi altında bazı eylemlerdi bulunmak zorunda hisseder. Manik-dep ressif psikozda kompülsiyon semptomlı rina çok rastlanmaktadır. Kompülsiyon herşeyi tekrar tekrar kontrol etmek gil basit bir hareket de olabilir karmaşıi stereotip davranış biçimleri olarak da gi rülebilir. Ritüelin nerede bittiğini v kompülsiyonun nerede başladığını kestiı mek güçtür. Son derece rahatsızlık veren istenmeyen fikir ve düşüncelerin biline sızması durumunda kompülsiyonun has talik derecesine vardığı kabul edilmekti dir. Bunun üzerine hastanın bu istenmı yen düşüncelerin zorladığı isteklerde kendini kurtarmak için çabalaması çatı malar yaratır ve gittikçe artan bir anksiı teye hattâ fobik durumlara yol açar. Bkz. OBSESSİF - KOMPÜLSİF REAKSİYON


Konasyon

Konasyon eylem istem ve çabayla ilgil psikolojik süreçler için kullanılan bir te rimdir. İlk olarak Platon tarafından yap lan ve sonradan Aristotales'in biraz deği tirdiği sınıflandırmada konasyon kogni tif (bkz.) (bilme) ve affektif (bkz. DUY. GU) süreçlerle birlikte psikolojik fonks yonlar üçlüsünü oluşturur. Fonksiyonu konatif yönü amaçlı veya güdüsel eylemin determinanları ya da zihinsel yönüyle ilgilidir. Bu alandaki modern psikolojik teori hem konatif hem de affektif öğeleri olan motivasyon kavramlarını esas almaktadır. Bir karara vararak buna göre eylemde bulunma yeteneksizliği olan abulia (bkz.) nevrozda çok görülen bir şikâyettir. Öte yandan istem bozukluklarına şizofrenide (bkz.) sık rastlanır. Şizof-renik hastalar çok kere istemlerinin zayıfladığından yakınırlar ve birçoğu eylemde bulunmazlar. Pasiflik fenomenlerine de çok rastlanmaktadır. Hasta düşüncelerinin eylemlerinin ve konuşmasının bir dış güç tarafından kontrol edildiğini ileri sürebilir. Bu çeşit bir fenomenin motor karşılıkları özellikle katatonide (bkz.) örneğin flex:bilitas cerea'da (bkz.) (mumsu yumuşaklık: zorlanan pozisyonların pasifçe kabul edilip sürdürülmesi) ekolalide (bkz.) -(sözcük veya cümlelerin otomatik tekrarı) ve ekoprakside (bkz.) (başkalarının hareketlerinin otomatik tekrarı) görülmektedir. Bu gibi motor semptomlara bazı organik bozukluklarda özellikle Alzheimer hastalığında (bkz.) da rastlanmaktadır.


Kondensasyon

Kondensasyon terimi en çok Freud'cu düş yorumlarında kullanılmaktadır. Düşteki bir öğede iki veya daha çok insan yahut kavramın birleşmesi anlamına gelir. Dolayısıyla düşteki bu öge analiz edildiğinde bütün etken ve emosyonları yansıttığı görülür.


Kontr-Transferans


Nasıl bir hasta terapistine geçmişte bazı kimselere karşı duyduğu emosyonları ak-tarırsa terapist de analitik durumda bilinç ya da bilinçdışı yoluyla etkilendiği kendi hayatına ilişkin durumlar bulabilir. Kontr-transferansta terapist bilinçsizce kendi sorunlarını hastaya aktararak boşaltabilir. Bu durum tedavinin seyrinde ve sonucunda ciddî etkiler yaratabilmektedir.


Kontraktür

Psikiyatride bu terim genellikle histeri! kökenli olarak bir kas yahut kas grubun da sabit bir kasılma anlamında kullanıl maktadır. Harabiyet deformasyon ve kul lanmama nedeniyle fonksiyonun belirgin olarak azalması organik nörolojik hastalık sonucu görülen etkiler kadar şiddeti olabilir.



Kontrasepsiyon


Kontrasepsiyon uygulaması bir kadımı akıl sağlığını çeşitli biçimlerde etkileyebilir. Etkin bir kontrasepsiyon istenmeyen bir gebelik olasılığının yarattığı anksiete semptomlarını giderir. Öte yandan kontrasepsiyon yöntemi hastanın ahlaksal inançlarına aykırı düşerse anksiete artabilir. Dolayısıyla hekimin görevi hastası-nın ahlâk görüşlerini hesaba katarak c hasta için en iyi yöntemi tavsiye etmektir.
Bazı kadınlar ise belli bir kontrassptil yöntemin (genellikle oral kontraseptifleı yahut rahim içi aracı) kendilerine zarar vereceği kanısındadırlar. Ustaca bir telkin bazan bu korkuyu yenebilir. Son olarak ufak bir grup oluşturan bazı kadınlarda oral kontraseptifler ruhsal durum üzerinde doğrudan doğruya bir etki gösterebil r..


Kontroller


Klinik denemeler (bkz.) yeni bir tedavi nin terapötik değeri olduğunu gösterdiği zaman bunu kabul edilmiş bir tedaviyle yahut hiç tedavi görmeme durumuyla karşılaştırarak dikkatle değerlendirmek önemlidir. İlaç denemelerinde «hiç tedavi görmeyenler» grubuna genellikle sahte tabletler (bkz. PLASEBO) verilir. Karşı-laştırılan aktif yahut inaktif terapi için «kontrol» terimi kullanılmaktadır. Tarafsızlığı sağlamak amacıyla bir denemedeki herbir hastaya uygulanan terapinin gözlemciden gizli tutulması şarttır (körle-me kontrollü deneme). Bunun için de ilaç denemelerinde kontrol grubunun fizik bakımdan incelenen yeni terapi grubundaki süjelere uygun olması gereklidir.


Konuşma Bozuklukları

Kommünikasyon yolları (jest ve mimik dahil) için «dil» sözcüğü kullandır. «Konuşma» ise dilin ifade yoludur. Çocukluktaki konuşma bozuklukları ses ve art.külasyon kusurları ile santral dil bozukluklarına ayrılır. Artikülasyon bozuklukları yapısal ağız damak ve dil anormalliklerinden ileri gelen bozukluklarla bu yapıları işleten nöromüsküler mekanizmalardaki anormalliklerden ileri gelen bozuklukları kapsar (örneğin dizar-tri bulbar felç). Kekeleme gibi bazı artikülasyon bozuklukları ise yapısal ya da nöromüsküler kusurlar olmaksızın gelişir.
Santral dil bozuklukları ise akıl geriliği sağırlık çocuklukta otizm gelişimsel afazi ya da elektif mütizme yol açan emosyonel faktörlerden ileri gelebilir. Bu bozuklukların ayırıcı teşhisinde çocuğun voka-lizasyon niteliğinin jestlerinin genel davranışının özellikle ebeveyni ve diğer çocuklarla arasındaki ilişkinin ve işitme yeteneğinin kaydedilmesi önemlidir. İki yaşında tek sözcüklerle 3 yaşında da iki üç sözcüklük cümlelerle konuşmayan çocuklarda bu tip bir değerlendirme endikedir.
Konuşma bozukluklarının tedavisi çocuğun mustarip olduğu temeldeki duruma göre değişir. Bkz. ÇOCUĞUN GELİŞİMİ


Konversiyon


Psikanalitik kullanımda psişik bir çatışmanın motor yahut sensör tezahürlerle sembolik olarak yansıtılması anlamına gelen bir terimdir. Simgeleştirme (bkz.) bu bastırılmış içgüdüsel eğilimlerin dış ifade bulma yoludur.
Konversiyon histeride en belirgin şeklinde görülür ama Freud'culara göre konversiyon semptomlarının küçümsenmemesi gerekli diğer ciddî psikiyatrik hastalıkların seyri sırasında görüldüğü de hatırlanmalıdır - örneğin psikosomatik şikâyetler. Bunlar kabul edilmeyen b:linçdışı emosyonların spesifik fizik semptomlara dönüştükleri bir savunma mekanizmasıdır.
Konversiyon semptomlarını inceleyen psikanalistler çok kere hastalarında gelişimin enfantil tipte durakladığı - yani özellikle Oidipus kompleksinin (bkz.) yetersiz ve eksik çözümlendiği - sonucuna varmaktadırlar. Böylece histerik bir kadın hasta babasıyla ilgili içgüdüsel dürtülerinin çözümlenmemesi dolayısıyla olgun bir bağımsızlığa kavuşamamaktadır. Bu durumda bir konversiyon semptomu olarak annesinin mustarip olduğu gerçek bir paralize eş histerik bir felç gelişebilir. Bkz. HİSTERİ
KONVERSİYON HİSTERİSİ Bkz.HİSTERİ


Konvülsiyon Terapisi


İlk olarak Meduna 1935 yılında akıl hastalığının tedavisi için terapötik konvülsiyon uygulamıştır. Meduna şizofrenik hastaların tedavisinde intravenöz kardiazol ile majör epileptik nöbetleri harekete geçirmiştir ama bu yöntem bugün seyrek kullanılmaktadır.
Cerletti ve Bini II. Dünya Savaşından biraz önce hastaya daha az rahatsızlık veren teknik bakımdan daha kolay ve etkileri daha kesin olan elektrikle terapötik konvülsiyon yaratma yöntemini (bkz. ECT) kullanmışlardır. Bugün bu tedavi tiopenton ve kas gevşetici bir ilaç verilerek genel anestezi altında uygulanmaktadır. Tedavi iyileşme görülünceye kadar genellikle haftada iki kere uygulanmaktadır. Depresyonda'bazen iki terapiden sonra iyileşme görülmekle birlikte genellikle üç dört hattâ daha fazla uygulama gerekmektedir. Belli bir tedaviden sonra gerçekleşen düzelmeler tam iyileşmeye doğru gittikçe yoğunlaşır. Gereken terapi sayısı her vakaya göre değişmektedir; bazı hastalar altı yahut yedi seanstan sonra iyileşirken bazıları 12 ya da daha fazla terapi gerektirmektedirler. Tedavi sonucunda özellikle yaşlı hastalarda kısmî bir amnezi sık görülür. Amnezi hemen her zaman geçici olmakla birlikte bu gibi yaşlı hastalarda birkaç ay sürebilir. Ender olarak ciddî derecededir ama özellikle işi hafızaya dayanan hastalar için sorun olabilir. Bu amnezi hafif bir kafa travmasını izleyen amneziye benzer. Kısa süreli ve süratle azalma gösteren bir retrograd amnezi ve daha uzun süreli bir şok - sonrası amnezi görülür.
Bugün seyrek kullanılan elektronarkoz 10-20 dakikalık sürelerle beynin frontal lobundan düzenli olarak bir alternatif ya da yüksek frekans akımı geçirilmesinden ibarettir. Eskiden bazı kronik şizofreni vakalarında derin insülin terapisine alternatif olarak kullanılıyordu.Fluotil-heksafluorodietil eter. Beyne elei tr.^k şoku uygulaması yerine kullanılal lecek yeni bir yöntem de ECT'deki gil hazırlananan bir hastaya fluotil inhala yonu uygulanmasıdır. Hâlâ deneysel sa hada olmakla birlikte güvenli görünmel tedir ve post-iktal konfüzyon ECT'dekiı den daha az olabilir.


Koprofaji


Koprofaji isteyerek dışkı yemektir. Sıkıcı ve durgun ortamlarda kalan geri zekâlı ı psikotik çocuklarda regressif bir davran olarak ve bazan şizofrenik yetişkinlerdi bastırılmış katatonik durumlarda görülür Ender olarak erkeklerde cinsel eşin ka! ça ve anüsünü yalama biçimindeki bi mazohizm tipi olarak belirir.


Koprofili


Koprofili insan yahut hayvan dışkısını: çok kere kişisel eşya arasına koyulan pa ketler içinde saklanmasıdır. Daha ziyad toplumdan izole şrzofreniklerde ve şiddet li demans durumundaki yaşlılarda görü lür. Dışkının simgesel bir anlam taşıdiğı bazı psikotik çocukların bunu ebeveynle rine bir armağan olarak verdikleri görülmüştür.


Korelasyon Katsayısı


Korelasyon katsayısı iki karakteristik ara sındaki ilişkinin düz bir çizgiyle ifadt edilebildiği durumlarda bunların bağımlılık ölçüsüdür (bkz. Şekil). Korelasyon katsayısının + 1 ve — 1 arasında olması gerekir. Bu değer O yahut O'a yakın ise karakteristikler arasında ilişki yoktur; + l'e yakınsa yakın bir ilişki vardır; — l'e yakınsa ters bir ilişki vardır; yani bir değer artarken öbüründe eşit oranda bir azalma olur. Üç ayrı durum için iki gözlem serisi arasındaki ilişkiyi ve buna tekabül eden korelasyon eğrisîni gösteren diagram.
a. Korelasyon katsayısı « + 1: Olumlu pozitif korelasyon vardır.
b. Korelasyon katsayısı = O: Gözlemler arasında hiçbir korelasyon yoktur.
c. Korelasyon katsayısı « —1: Olumlu negatif korelasyon vardır yani bir gözlem yükselirken diğeri düşmektedir..


Korku


Bilinçli olarak tanınan dış tehlike kaynaklarına karşı gösterilen emosyonel tepkidir. Sübjektif yaşantı hafif bir ürkmeden huzursuzluğa ve yoğun bir dehşet duygusuna kadar değişir. Bunun somatik ve fizyolojik tezahürlerinde özellikle otonom sinir sistemi ve endokrin salgı bezleri rol oynar. Serum katekolaminlerinde (örneğin adrenalin) hemen ve serum kor-tizolünde daha sonra kaydedilen bir yükselme olur. Pupilla dilatasyonu ve kutan vazokonstriksiyonun yanısira kaslarda kan dolaşımı kalb atım hızı ve debisi terleme ve tremor artışı süjeyi bir «savaş yahut kaçış» reaksiyonuna hazırlar. Korkunun anksieteden farkı ikincisinde tehlike kaynağının bilinmemesi ve öncelikle intrapsişik kökenli olmasıdır. «Serbest yüzen» anksietede anksiyöz duygunun kökeni olan ve bilinçli olarak tanınan bir tehlike kaynağı yoktur. Fobik reaksiyonlar patolojik korkulardır. Bazı durumlara kişilere nesnelere yahut yaratıklara özel bir anlam verilir ve süje bunlarla karşılaştığı zaman korku duyar.


Koro


inlilerde görülen kültüre bağlı bir sen-dromdur. Koro penisin küçüldüğü karnın içinde kaybolacağı ve bu durumun ölümle sonuçlanacağı gibi anî bir inançtan ileri gelen akut bir anksiete ve panik durumudur. Epidemi halinde görülür ve epidemik anksieteye bir örnektir. Tedavi telkin ve hafif bir trankilizasyonun yanısira kitle haberleşme yollarıyla etkilenen topluma bilgi verilmesinden ibarettir.


Korsakof Psikozu


Korsakoff sendromu konfabülasyon ve polinevritin eşlik ettiği bir konfüzyon durumudur. Birkaç durumun non-spesifik tezahürü biçiminde belirir - serebral travma tümör beslenme yetersizliği ve ****bolizma anormallikleri. Sinir sisteminde hiçbir spesifik lezyon yoktur. Bu sen-drom Vernicke ansefalopatisiyle (bkz.) -spesifik bir tiamin yetersizliğinden ileri gelen bir durum - karıştırılmamalıdır.


Kortikosteroid Psikozları


Kortikosteroid tedavisi çok kere genellikle geçici nitelikte bir ruhsal değişime yol açmaktadır. Öforizan etkisi iyi bilinmektedir ama depresyon gerilim ve emosyo-nel denge kararsızlığı da gelişebilmektedir. Tedavinin durdurulmasından sonra bazan geçici bir depresyon görülebilmektedir. Hastaların % 1 yahut daha az bir oranında yüksek dozlarda uzun süreli kortikosteroid tedavisinden sonra herza-man değilse bile manifest psikozlar görülebilmektedir. Affektif şizofrenik ve şizo-affektif sendromlar da görülmekte ama açık deliriuma seyrek rastlanmaktadır. Kortikosteroid psikozları karakteristik olarak değişken olup fasılalarla bilinç berraklığına rastlamak olağandır. Prognoz olumludur. Dozun azaltılması ya da steroid medikasyonunun tamamen durdurulması üzerine birçok hasta iyileşmektedir. Psikozların devam etmesi durumunda semptomatik tedavi etkindir (elektrokonvülsif tedavi ilaçlar vb.). Kortikosteroid psikozu geçmişte ciddî psikiyatrik bozukluk geçirmiş olan hastalarda bile seyrek görülmektedir. Dolayısıyla böyle bir anamnez kortikosteroid tedavisi için mutlak bir kontrendikasyon sayılmaz.


Kraniostenoz


Kraniostenoz sütürlerin prematüre bir leşmesinden ileri gelen bir kafatası biçim bozukluğudur. Bu gelişim anormalliğim çeşitli kökenleri vardır. Şiddetli mikro sefaliye ve kafatası biçiminde çeşitli dis torsiyonlara yol açabilir. Eskiden kranio-tenozda ameliyat deneniyordu; örneğin verteks'de haç biçimli bir insizyon yapılı yordu. Bu ameliyatlar başarıyla sonuçlanmamıştır ve bugün mevcut hiçbir spesifik tedavi yoktur. Kraniostenoz birçok hastada nörolojik semptomlar ve akıl geriliğiy-le sonuçlanmaktadır. Bu hastaların tedavisi genel bakım ve eğitim kurallarına göre yürütülmekte ayrıca fizyoterapi vb. gibi semptomatik tedavi uygulanmaktadır.


Kretinizm


Kretinizm bir akıl geriliği tipidir ve intra -üterin yahut neonatal hayat döneminde hipotiroidizmden (bkz.) ötürü iskelet gelişiminde gecikme ile birlikte görülür. Andemik kretinizm dietteki iyot yetersizliğinden ileri gelir ve iyot takviyesiyle önlenebilir. Sporadik kretinizm fetal tiroid gelişimi yetersizliğinden ****bolik kretinizm ise bu tiroid hormonu sentezinin yetersizliğinden ileri gelir. Guatr yalnızca andemik ve ****bolik kretinizmde görülür.
Diğer nedenlerden ileri gelen akıl geriliğinden ayırıcı teşhis erken safhalarda güç olabilir çünkü bir kretin genellikle doğumda normal görünür ve altıncı aya kadar kretinizmin hiçbir özelliği belirmeye-bilir. Diğer vakalarda ise hayatın ilk haftalarında belirgin belirtiler görülebilir. Çocuk giderek yeterince beslenmemeye başlar letarji ve konstipasyon gelişir. Cilt sarı ve şişkin bir görünüm alır dil dışarıya sarkar ve muhtemelen göbek hernisi gelişir. Bu safhada laboratuvar testleri tiroid hormonu yetersizliği gösterir. Normal gelişimin gerçekleşebilmesi için tiroid hormonuyla tedavi mümkün olduğu kadar erken başlatılmalıdır. Çok kere kalıcı değişimler zaten gelişmiştir ama tedavi hiç değilse kısmen etkin olabilir. Çocukluk dönemine kadar teşhis koyulma-mışsa tiroid tedavisi zekâ üzerinde hiçbir etki göstermez ve yalnızca davranışı etkilemekle kalır. Bkz. HİPOTİROİDİZM


KretschmerErnst (1888-1964)


Kretschmer 33 yaşındayken yazdığı Fizik ve Karakter adlı kitabiyle tanınmaktadır. Bu eserde birtakım akıl hastalıkları ve beden yapısı arasındaki ilişkiyi tanımlamıştır - piknik (bkz.) ve astenik (bkz.). Kretschmer böylece bir çığ gibi büyüyen antropolojik ve bilimsel çalışmayı başlatmıştır. Kretschmer'in duyarlı kişilik tıbbî psikoloji ve psikoterapi üzerine yayınladığı eserlerin hepsi Alman psikiyatri ekolünü etkilemiştir.


Kromozomlar


Kromozomlar hücre nukleusu içindeki ipliksi yapılardır. Bunlar molekül yapısı gelişme ve ****bolizmayı belirleyici genetik bir kod taşıyan desoksiribonükleik asitten oluşurlar insan somatik hücresinde bir çift cinsiyet kromozomundan (erkekte X ve Y; kadında iki X kromozomu) ve yirmi iki çift otosomdan oluşan kırk-altı kromozom vardır. Kromozomlar-daki sayı ve morfoloji anomalilerini belirlemek için mikroskopik inceleme teknikleri geliştirilmiştir.
Son on yıl içinde sayısız sendromlar ve sporadik anomaliler ile belirlenmiş kromozom bozuklukları arasında bir ilişki olduğu bulunmuştur. Teşhis edilebilen oto-som anomalileri çoğu zaman şiddetli zekâ geriliği ve belirgin anatomik değişimlere eşlik etmektedir. Mongolizm (bkz.) ve kedi-sesi sendromu (bkz.) teşhis edilen otosom anomalileriyle ilgili görülen durumların örnekleridir. Teşhis edilebilen cinsiyet kromozomu anomalileri çoğunlukla cinsiyet kromozomu sayısı bakımındandır. Bu anomaliler ender olarak belirgin fizik formasyon bozuklukları ve şiddetli zekâ gerilikleriyle daha sık olarak da özellikle kişilik alanında psikiyatrik değişimlerle ilgilidir. XYY sendromu (bkz.) ilg'nç bir örnektir ve karakteristiği erkeklerde fazla bir Y kromozomu olup kişide katillik ve şiddet eylemlerine yatkınlık yaratır.
Gözle görünen kromozom değişimle gross bozuklukları yansıtır fakat dal küçük kromozom değişiklikleri vel mikroskopta görünmeyen nokta muta yonlar doğuştan gelen ****bolizma h zuklukları gibi kalıtsal durumların nedı nidir. Bkz. GENETİK ve CİNSEL KALITIM


Kumar


Kumar bazan psikiyatrik bir semptom sa yılmaktadır; toplumca kabul edilen bu alışkanlığın biçimi (yani at yarışları sportoto vb.) ve yoğunluğu kültüre bağ lıdır. Erkeklerde ve bazı uluslarda (Irlan dalılar İtalyanlar vb.) daha sık görül mektedir.
Freud kumarın mastürbasyon yerine geç tiğini diğerleri de bir çeşit sado-mazohizn olduğunu ileri sürmüşlerdir. Son zaman larda kumar ile «kısmet» ve dış kontrol arasındaki ilişkiler üzerinde durulmuştur Kumar oynayanlar arasında görülen yüksek intihar insidansı bazı araştırmacıların kaza yapma eğilimi gösteren ve intihar potansiyeli olan kişilerde dış kontrol kavramına karşı benzer tutumlar göstermeleri bakımından ilginçtir. Davranış terapisinin (bkz.) başarılı olduğu ileri sürülmüştür.


Kundakçılık


Çeşitli kundakçılık biçimleri vardır. Çocuklarda ateşle oynama çok rastlanan normal ve çoğunlukla zararsız bir harekettir. Oysa bazı çocuklar çoğu zaman bir grup halinde bile bile saman destelerini çiftlik binalarını ve spor salonlarını ateşe verirler. Hiperkinetik çocuk su ile ateşe karşı özel bir ilgi duyar ve ilerde bir kundakçı olabilir. Yetişkinde başlıca üç tip kundakçılığa rastlanır. Bunlardan birincisi gerçek veya hayalî bir horgörülme durumuna karşı bir tepki olarak öç alma arzusuyla veya bir saldırganlık eylemi biçiminde yangın çıkarmaktır. Kişi bazan içtiği içkinin etkisiyle birdenbire bir fabrikayı garajı veya başka bir yapıyı ateşe vermeye karar verir ikincisi menfaat gayesiyle - sigortadan para almak için - bilinçli kundakçılıktır ve genellikle sanıldığından daha çok rastlanır. Üçüncüsü ve en az rastlananı ise bir cinsel sapıklık olarak beliren ve kişinin ateş ile itfaiyecilerin faaliyetlerini seyretmekten yoğun cinsel zevk duyduğu bir kundakçılık biçimidir. Kundakçılık çok ciddî bir suç sayılmaktadır çünkü masum insanların ölümüne yol açabilir ve mala ziyan verebilir.


Kunnilingus

Kunnilingus kadın dış genital organlarının dil kullanılarak erotik stimülasyo-nudur. Kinsey'e göre evli çiftlerin % 45' inde koitus öncesi cinsel stimülasyon yolu olarak uygulanmaktadır. Ayrıca bazı kadın homo¤¤¤¤üellerin de bir erotik stimülasyon yöntemi olarak kunnilingus-dan yararlandıkları bilinmektedir.



Kuşkular


Obsesyonel kuşkular obsessif kompülsif nevroz semptomatolojisinin bir bölümünü oluşturur. Kuşkulu sorular bilince sızar ve kişi bunların makul olmadığını kabul etse bile zihninden uzaklaştıramaz. Sigarasını söndürüp söndürmediğini hatırlamaya çalışır tabladan düşüp yeri yakmasından endişe eder; kapıyı kilitleyip kilitlemediğini merak eder vb. Obsesyonel kuşkular hemen her zaman fobilere (bkz.) ve ritüellere (bkz.) eşlik eder.Bazı genç şizofreniklerde felsefi kuşkulara(örneğin sürekli olarak << Ben niçin varım?>> düşüncesine ) rastlanır.


Kınsey Değerlendirmesi


Indiana Devlet Üniversitesi Zooloji Profesörü Alfred Kinsey Pomeroy ve Martin ile birlikte yürüttüğü çalışmalar sonucunda 5300 beyaz erkek ve 5940 beyaz kadınla yapılan stereotip mülakatlara dayanarak 1948 yılında insan cinsel davranışına ilişkin büyük bir araştırma yayınlamıştır. Anlamlı sayıda erkek ve kadında hayatlarının değişik dönemlerinde değişken oranlarda hetero¤¤¤¤üel ve homo¤¤¤¤üel davranış kaydedilmiştir. Kinsey tam hetero¤¤¤¤üalite ve homo¤¤¤¤üalite arasındaki sürekliliği vurgulamak amacıyla bu değerlendirme cetvelini hazırlamıştır.


Kırbaçlama


Sık görülen sado-mazohistik bir sapıklık biçimidir. Gövde kalçalar ya da göğüslerin kırbaçlanması üzerine cinsel heyecan orgazm ve ejakülasyon olur. Kırbaçlayan kişi genellikle kadındır ama erkek de olabilir.
Kendini kırbaçlama ise bazı topluluklarda bir grup aktivitesi olarak uygulanmaktadır. Kırbaç canı yanan kişinin bedeninde orgazmı andıran kıvranmalar yaratan bir penis simgesidir. Hastadaki zayıf cinsel dürtü acının yarattığı emosyonel uyarıma eklenerek artar. Erotik ed biyatta büyük bir yer tutan kırbaçlam nın özellikle İngilizlere özgü bir sapıldı olduğu söylenmektedi





 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
L



Labilite

Bkz. DUYGUSAL DENGE
KARARSIZLIĞI



Langdon-Down John Langdon Haydon ( 1828-1896)


Aynı zamanda hem Earlsvvood Tımarhanesinde medfkal gözlemci hem de Londra Hastahanesinde hekim olarak çalışan Langdon-Down zamanını akıl yetersizliklerini (bkz.) incelemeye hasretmiştir. Akıl yetersizliğinin birtakım etnik karakteristiklere dayanılarak sınıflandırılması konusunda Londra Hastahanesi Raporları'nda yayınlanan yazısında ilk olarak Mongolizmi (bkz.) tanımlamıştır. Mon-golien tipteki idiosinin bir dejenerasyon örneği olduğunu ileri sürmüştür. Bkz. MONGOLİZM ve DOWN SENDROMU


Lanugo


Bazı anoreksia nervosa vakalarında sırtta görülen ince tüyler.



Latah


Ekopraksi (bkz.) ekolali (bkz.) ve irkilme reaksiyonu gibi karakteristikler gösteren kültüre-bağlı bir sendromdur. Güneydoğu Asya'da görülen bu sendrom akut
katatonik şizofreniyi andırır. Çok kere şiddetli bir korkuyu izler.



Leptosomatik


Kretschmer (bkz.) (1936) boy ve beden yapısı ile mizaç ve akıl hastalığına yatkınlık arasında ilişki bulunduğunu ileri sürmüştür. Leptosomatik terimiyle tanımlanan uzun ince beden yapısı şizotimik kişilik ve şizofrenik hastalıkla ilgili bulunmuştur.


Lezbien


Klasik çağlarda homo¤¤¤¤üel alışkanlıklar sürdüren bir kadınlar grubunun yaşadığı bir Yunan adasının adı olan Lesbos sözcüğünden türetilmiş bu terim kadın homo¤¤¤¤üeller (bkz.) için kullanılmaktadır. Bu sapıklığın en sık rastlanan biçimi emosyonel bağlılıkla birlikte karşılıklı fizik tatmin ve hetero¤¤¤¤üel koitus sırasında frijiditedir. Dış genital organların uyarılması (tribadizm) kunnilingus (bkz.) ya da suni fallus kullanımı gibi erotik stimülasyon yolları erkek homo¤¤¤¤üeller arasında olduğundan daha az yaygındır.
Kinsey kadınlardaki homo¤¤¤¤üelliği erkeklerde yaptığı gibi bir süreklilik içinde değerlendirmiştir. Kinsey'in bulgulaina göre 30 yaşındaki kadınlardan % 25'i başka kadınlara karşı duydukları erotik tepkileri kabul etmişler % 17'si ise cinsel temas eyleminde bulunmuşlardır. Yalnızca homo¤¤¤¤üel temas ise evli kadınların ancak % l'inde bekâr kadınların ise % 4'ünde görülmüştür. Lezbie-nizmi açıklayan birkaç teori bulunmakla birlikte hiçbiri yeterli değildir. Bu durum sadece toplumca hoşgörülmediğin-den tedaviye ender olarak başvurulmaktadır; psikiyatrik semptomlar mevcut olduğu zaman da bunlar genellikle Lezbien kadının yaşantısına reaktif niteliktedir.


Libido

Doğuştan olan ve biolojik olarak belirlenen cinsel zevk dürtüsü anlamında Freud'un ortaya çıkardığı bir terimdir. Freud yetişkinlerin davranış motivasyonlarının birçoğunda libido'nun etken olduğunu ileri sürmüştür. Bebeklerde libido enerjisi önce ağız çevresinde yoğunlaşır ve daha sonra giderek anüse ve dış geni-tal organlara yönelir. Latans döneminde Oidipus çatışmalarının çözümü sonucunda libido bastırılır ve adolesans döneminde açık cinsel dürtü biçiminde yeniden ortaya çıkar. Jung libido terimine «yaşam gücü» karşılığı olarak daha geniş bir felsefi anlam vermiştir. Libido'nun yönünü (yani hetero¤¤¤¤üel homo¤¤¤¤üel ya da oto¤¤¤¤üel olmasını) birkaç faktör (genetik yapısal ve ortamsal) belirler. Libido'nun yoğunluğu ise hayvan türlerine göre değişkenlik gösterir ama insanlarda toplumsal şartlanmanın etkisi büyüktür.


Limbik Sistem

Limbik sistem serebral hemisferdeki interventriküler foramina çevresinde bulunan dairesel biçimli boz madde için kullanılan bir terimdir. Belli başlı yapılar amigdala (bkz.) hippokampus (bkz.) «kuşaksı» ve «dişsi» girus'lardır; ama bîrçok araştırmacı özellikle temporal lob-daki diğer bazı alanları da limbik sistemin kapsamına almışlardır. Bu sistemin baş-
Lityum karbonat
lıca girişi retiküler formasyon (bkz.) ve frontal Ioblardır; çıkış ise yine bu yapılara doğrudur. Filojenezin erken safhalarında beliren limbik sistem emosyonel yaşantı ve ifadeyle ilgilidir. Hayvanlarda bu lobda gelişen lezyonların yol açtığı Klüver-Bucy sendromuna (bkz.) vizüel agnosia vizüel stimuluslara aşırı dikkat aşırı oral aktivite hiper¤¤¤¤üalite ve hi-perfaji eşlik eder.



Lipokondrodistrofi


Bkz.Gargoylizm



Lissansefali


Bkz.AGYRIA



Lityum Karbonat

Lityum tuzlarının başlıca kullanımı ma-nik-depressif bozuklukların tedavisinde-dir. Manik durumlarda ruhsal durumda inhibisyon yaratırlar bazı bipolar affektif hastalık vakalarında ruhsal durum değişkenliğinin amplitüdünü ve bozukluğun tekrarlama frekansını azaltırlar. Bazı şizo affektif hastalık vakalarının da lityumdan yararlandıkları bulunmuştur. Lityum etkisini vücuttaki sodyumun kısmen yerini alarak ruhsal durum değişkenliğine eşlik eden sodyum düzeyi değişimlerini önleme yoluyla gösteriyor olabilir. Ancak beyindeki amin ****bolizması üzerinde de belirgin etkiler göstermektedir; ama bugün lityumun etkinlik mekanizmasının bu kadar basit olması ihtimal dışı görülmektedir. Lityum karbonat dozu profilaktik olarak günde üç kere 250 ve 500 mg arasında yahut retard etkili bir müstahzar halinde günde bir kere 800 ve 1600 mg arasındadır. Erken belirebilecek yan etkileri en aza indirmek için tedaviye düşük bir dozajla başlanarak bunun yavaş yavaş artırılması tavsiye edilmektedir. Profilaktik serum düzeyleri (0.6 - 1.2 m. Eq./1.) yan etkilerin (1.5-2.0 m.Eq./l.) ve tok-sik etkilerin (> 2.0 m. Eq./1.) görüldüğü düzeylere yaklaşmaktadır. Serum lityum düzeylerinin düzenli olarak saptanması tavsiye edilmektedir. Yan etkiler arasında hafif tremor poliüri ve seyrek olarak diyare ile bulantı vardır. Tremorun artması bulantının devam etmesi ve kusmanın eşlik etmesi ataksi uyku hali ya da diğer SSS belirtilerinin gelişmesi durumunda toksisiteden kuşku-lanılmalıdır. Zehirlenme ciddi bir nitelik kazanabilir koma ve konvülsiyonlara yol açabilir ve ölümle sonuçlanabilir. Uzun süreli tedavi komplikasyonu olarak dif-füz non - toksik guatr görülebilir. Kardiak yahut renal dekompensasyonda olduğu gibi su ya da elektrolit bozukluklarında lityum tedavisi kontrendikedir.


LobektomiAnterıor Temporal

Entraktabl temporal lob epilepsisinde anterior temporal löbektomi uygulanabilir. Yapısal bir lezyon (örneğin vasküler bir anomali yahut tümör) bulunan vakalarda son derece olumlu sonuçlar elde edilmektedir; ama harabiyetin hipoksik ve daha yaygın olduğu vakalarda bile bu ameliyat muhtemelen epileptik aktivite-nin kısır döngüsünü bozarak başarılı olabilir. Nöbetler giderilemese bile genellikle azalır davranış bozukluğu entellektüel performans ise düzelebilir. Bilateral temporal löbektomi hafızada derin hasar yarattığından bu ameliyat beynin yalnızca bir tarafında yapılabilmektedir. Ameliyatın komplikasyonları arasında öbür gözle ilgili görsel alanda hafif bir üst kuadrant bozukluğu geçici disfazi ve diplopi ender olrrak da hemiparezi vardır. Ablasyo-nun dominan hemisferde olması durumunda ortaya çıkan işiterek öğrenme bo-zukluğuysa ciddi bir kusur yaratabilir.


Lobotomi

Bkz.Lökotomi


Lobus Temporalis Epilepsisi


Bu durum odaksal kökeni lobus tempo-ralis'de bulunan bütün epileptik nöbet tiplerini kapsar. En karakteristik nöbetler psikomotor (bkz.) tipte olmakla birlikte bunlara sık sık majör konvülsiyon-lar da eşlik eder. Vakaların çoğunluğunda nöbetlerin odaksal kökeninde patoloji mevcuttur. Bu tip lezyonlarm yüzde ellisi mesial temporal sklerozdan (bkz.) ileri gelir. Geri kalanındaysa eşit oranda doğum - sonrası travması yahut enfeksiyonları ve etkisiz (indolent) tümörler sözko-nusudur. Mesial temporal skleroz erken çocukluk döneminde yeterli tedavi uygulanmamış status epileptikusu izler. Birçok kronik epilepsi vakası psikomotor tezahürler gösterir.
Yetişkinlerde EEG klasik olarak lobus temporalis üzerinde anti-fazlı keskin «Spike» bulguları verir. Çocuklardaysa klinik özelliklere eşlik eden belirgin psikomotor nöbetler EEG'de genel anomaliler gösterebilir. «Spike» odağı ancak yavaş bir seyir izleyerek tutarlı bir lokasyona girer.
Tedavi yöntemi psikomotor nöbetlerin antikonvülsanlarla kontrolüdür; ancak eşlik eden davranış bozukluklarının bu ilaçlarla şiddetlenmemesine dikkat edilmelidir. Barbitüratlar (ve primidon) çok kere çocuklarda şiddetli ruhsal durum bozukluklarına ve hiperkineziye (bkz.) yol açar. Hidantoin türevleri yararlıdır ama ****bolizma normal değilse serum hidantoin düzeyleri yükselebilir. Süksini-mid gibi karbamazepin de yararlı olabilir ama çocuklarda hava açlığı ve kilo kaybına yol açabilmektedir. Bu arada benzodi-azepin türevlerinin de değişken oranlarda Temporal lob epilepsisinde tipik EEG yararlı sonuçlar verdiği bildirilmektedir. Sık sık davranış bozuklukları kaba ve saldırgan davranış nevrozlar ve psikotik bozukluklar da eşlik eder. Erken yetişkinlik döneminde başlayan kronik hallüsi-nasyonlu bir paranoid psikoz epilepsinin başlamasından sonra değişken sürelerle devam edebilir. Depresyona sık rastlanır ve intihar oranları da yüksektir. Bkz. EPİLEPSİ

Logore


şırı ve çabuk konuşma. Bu duruma normal kimselerde de rastlanmakla birlikte çok kere gerilim ve manik durumlara eşlik etmektedir.



LSD ( Liserjik asit dietilamid )


LSD 25 kuşkusuz en çok tanınan hallü-sinojenik ilaçtır. Kimyasal bakımdan li-serj.k asidin sentetik bir türevi olarak triptamine benzer. Hallüsinojenik özelliklerini bir raslantı sonucu Hoffman bulmuştur. Bilinen en etkili biokimyasal maddeler arasında yer alır. Gastroentesti-nal kanaldan absorbe olur. En açık etkisi serotcnin antagonizmasıdır. Sık kullanım sonucu LSD'ye tolerans çabuk gelişir. Psilosibin (bkz.) ve meskalin (bkz.) ile çapraz tolerans sözkonusudur. Fizik bağımlılık (bkz.) gelişmemesine karşın psikolojik bağımlılık (bkz.) aşırı olabilir. Bu bakımdan LSD'ye alışan kişi bu maddenin kullanımına bağlı olan algısal değişimlere ve yanlış sezgilere aşırı önem vermesi sonucunda yaşantısını değiştirici derin nitelikte etkilere uğrayabilir. LSD'ye karşı olumsuz reaksiyonlar da görülebilir. Bunlar üç tipte olur: Bazan saldırganlık yahut intiharla sonuçlanan paranoid heyecan ve konfüzyon durumlarının eşlik ettiği akut reaksiyonlar; muhtemelen ilaca bağlı olmayan ama kişide ilacın yol açacağı değişimlerle ilgili korkuların yarattığı şiddetli panik durumları; yukarıda söz edilenlere benzer ve LSD kullanımından sonra 18 ay süreyle görülebilen tekrarlayın reaksiyonlar. Uzun süreli LSD etkileri genellikle şiddetli deper-sonalizasyon ve kişiyi rahatsız edici nitelikte kalıcı vizüel algı bozukluklarıdır. LSD'nin terapötik yararları konusunda henüz kesin kanıt olmamakla birlikte bazı araştırmacılar bu maddeyi alkolizm tedavisinde yararlı bulmuşlardır. Bkz. HALLÜSİNOJENİK İLAÇLAR


Lökotomi


Prefrontal lökotomiyi ilk olarak 1935'de Lizbon'lu Egaz Moniz uygulamıştır. İlk uygulanan bu standard lökotomi ameliyatı herbir frontal lobdaki ak maddenin mümkün olduğu kadar geniş biçimde ayrılmasından ibaretti. Bu ameliyatın apati ve yüksek bir epilepsi insidansı gibi birçok istenmeyen yan etkileri vardı. Yararlı etkileriyse talamusun dorsomedial nukleusları ile frontal korteks arasındaki bağlantının kesilmesinden ileri gelmektedir. Oysa talamo-frontal kümenin kesilmesi (bimedial lökotomi) yahut orbital alt-kesimle de aynı terapötik etkinlik en az yan etkiyle elde edilebilmektedir. Bu ameliyatın başlıca endikasyonu özellikle dirençli depresyon vakalarında ve ob-sesyonel nevrozlarda görülen uzun süreli ve entraktabl gerilim ve anksietedir. Bugün şizofrenide ender olarak uygulanmaktadır. Daha önce belirgin özelliği dürtü ve aktivite olan olumlu kişiliğe sahip kimselerde en iyi Sonuçlar alınmaktadır. Öz-kontrol azalabileceğinden belli psikopa-tik veya histerik özellikler gösteren hastalarda bu ameliyat kontrendikedir. Genellikle ameliyattan sonra hemen semp-tomat k iyileşme kaydedilirse de hastayı toplumun tamamen etkin bir üyesi haline getirebilmek için özellikle obsesyonel nevroz vakalarında yoğun rehabilitasyon gereklidir.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
M




Manganez Zehirlenmesi


Manganez zehirlenmesi en çok madencilerde görülür. Bu ****l elektrik kaynağı çelik boya seramik linoleum sabun ve pil yapımında kullanılmaktadır. Zehirlenme karaciğer sirozuna bazal nukleus dejenerasyonuyla ilgili nörolojik tezahürlere ve zihinsel semptomlara yol açar. Önleme endüstriyel korunma yoluyla ve tedavi sodyum kalsiyum edetatla kelasyon yöntemiyledir. Yorgunluk güçsüzlük uyku bozukluğu emosyonel denge kararsızlığı ve psikoz gibi etkiler genellikle iyileşir. Bunlara eşlik eden Parkinson send-romuysa (çok kere piramidal ve serebel-lar belirtilerle birlikte) genellikle kalıcıdır.
Bkz. ZEHİRLER AKIL DURUMUNU ETKİLEYEN



Mani


Mani depresyondan (bkz.) çok daha az görülmekle birlikte ender rastlanan bir urum değildir. İlk nöbet çok kere ado-lesans döneminde olur ve hastalık ortalama otuz yaşlarında başlarsa da seyrek olarak orta veya hattâ daha ileri yaşlarda başladığı da görülebilir. İyileşme kadar nöbetlerin nüksetmesi olasılığı da hemen her zaman vardır ve hastaların çoğunluğu er veya geç depresyon durumları da geçirirler.
Tipik manik hastanın davranışı kolayca tanınır. Aşırı aktiftir zamanını uykuda geçirmek istemez ve giriştiği sayısız işi ta-mamlayamayacak kadar dalgındır. Aynı zamanda delidoludur atılgandır hiçbir kural tanımaz ve herşeyle başa' çıkabilecek yetenekte olduğuna inanır. Durmaksızın konuşur ve cevap vermektense soru sorar. Bu karakteristik davranışa rağmen genellikle ya hastanın konuşması izlenemeye-cek kadar düzensizleştiği için yahut da aslında kendinde varolmayan semptomları kabullenmekten hoşlandığı için mani durumlarına çok kere yanlış olarak şizofreni (bkz.) teşhisi koyulur. Bazan özellikle adolesanlarda ayırıcı teşhis gerçekten güçleşir; ancak hastalığın düzenli biçimde artan bir aşırı aktivite ve duygulu bir iyimserlikle başladığı kesinse görünüşte şizofreniyi andıran birçok özellik daha iyi değerlendirebilir.
Hasta ender olarak hastalığını kabul ettiği ve bazan başlangıçta yakınları bile bunu kabule yanaşmadıkları için tedavi çok güç olabilir. Poliklinik tedavi birçok vakada yeterli değildir; hasta genellikle kendisine verilen ilaçları içmeden atar ve en etkin ilaç olan lityum başlangıçtaki dengeleme döneminde her gün denetim ve dozaja titizce uymayı gerektirir (ayrıntılar için LİTYUM'a bkz.). Bu nedenlerle çok kere hastanın gecikmeden zorla hastaneye yatırılması gerekir; çünkü hastalar zaten güç kazanabildikleri parayı çarçur ederek utandırıcı yahut daha da kötü durumlarla sonuçlanan cinsel maceralara girerek ve yasa dışı yollara saparak kendilerine büyük zararlar verebilirler. İyileşme safhası da yine sorunludur.
Hastanın ruhsal durumuyla davranışı bir günden öbürüne değişebilir ve her an dep-ressif bir duruma girerek intihar girişiminde bulunması olasılığı vardır. Birçok manik - depressif kişi hastalığın nüksetmesine yatkın olmakla birlikte olağandışı dürtü ve yaratıcı yeteneklere sahip olup çeşitli alanlarda başarı kazanırlar. Aslında manik - depressif hastalık toplumun hem üst hem de alt sınıflarında yaygın olan tek akıl hastalığı tipidir. Bkz. MANİK - DEPRESSİF PSİKOZLAR


Mani A Potu


Ender görülen ve oldukça az miktarlarda alkol kullanımının şiddetli saldırgan bir davranışla birlikte yoğun psikotik eksitas-yona yol açtığı bir durumdur. Bilinç bulutlanması hafif delüzyonlar ve hallüsi-nasyonlar mevcuttur. Bir saatten az ya da birkaç gün sürebilir. Birdenbire geçer ve hasta uykuya dalar. Genellikle şiddetli kişilik bozukluklarından mustarip hastalarda görülür. Bkz. ALKOLİZM


Manik - Depressif Psikoz


Manik - depressif hastalık affektif bozukluklar alt grubunda yer alan en kesin tanımlanmış bozukluk olup iki ayrı ve zıt tipte tezahür eder: Depresyon (bkz.) ve mani (bkz.). Depressif safhanın diğer depresyonlardan yeterince olmasa bile ayırdedilmesini sağlayan belirli birkaç karakteristiği vardır. Çok kere daha önce herhangi bir kayıp ya da hayalkırıklığı olmaksızın birdenbire başgösterir. Depresyon hızla derinleşir ve bazan normal bir keder durumuna hiç benzemeyen «belirli bir nitelik» taşır. Nörotik depresyonlarda olduğu gibi bir günden öbürüne değişmez ama kesin bir günlük değişkenlik göstererek sabah görülen en kötü durum gün ilerledikçe biraz düzelebilir. Hem konuşmayı hem de genel motor aktiviteyi etkileyen bir retardasyona sık rastlanır. Buna çok kere hastayı rahatsız edici derecede bir konsantrasyon yeteneksizliği ve en sevdiği uğraşlara bile ilgi kaybı eşlik eder. Vejetatif bozukluklar şiddetli olabilir. Hasta iştahını kaybeder cinsel arzusu azalır ve kilosu hızla düşer. Ayrıca özellikle gecenin ikinci yarısında uyuma güçlüğü çeker. Suçluluk duyguları sık görülür ve çok kere uzun zaman önce işlenmiş önemsiz suçlar üzerinde yoğunlaşır. Vakaların çoğunluğunda depresyon hastanın hayatın yaşamaya değer olmadığını hissetmesine yol açacak derecede derindir ve bunun sonucunda da intihar her zaman ciddi bir risktir. Karakteristik olarak hastanın yargı yeteneği bozulur. Hasta olduğuna inanmaz ve durumunun kendi güçsüzlüğü yahut akılsızlığından ileri geldiğini düşünür; ya kötü yahut değersiz bir insan olduğu ya da kendisini bir felâketin beklediği gibi konular üzerinde yoğunlaşan delüzyonlar gelişebilir. Hastalığın manik safhası ise birçok bakımlardan depressif safhanın ters görüntüsüdür. Hasta neşelidir hayalkırıklığı ve başarısızlıklara karşı kayıtsızdır. Normalden çok fazla enerjisi vardır ve uyu-yamadığı için değil yapacak çok şeyi olduğundan veya yorgunluk duymadığından gecenin yarısını ayakta geçirir. Normalden fazla girişken ve daha az çekingendir; çok az tanıdığı kişilere müstehcen sözler söyleyerek yahut yersiz cinsel önerilerde bulunarak çevresini rahatsız edebilir. Bazan bu neşeli durumun yerini hemen öfke alır; hattâ bu hastalarda sinirlilik durumu neşeden daha belirgindir. Hemen her zaman düşünce hızlanır. Zihin bir yığın tasarı ve fikirle doludur ve hasta pahalı ve gerçekleştirilmesi güç girişimlerde bulunabilir. Aynı zamanda durmaksızın ve hızlı konuşur («acele konuşma») ve çok kere tutarlı bir düşünce silsilesi sürdüremez («fikir kaçışı»). Oz-beğeni artar ve üstünlük delüzyonları gelişebilir (dünyaca ünlü b:r şair olduğuna yahut ülkenin ekonomik sorunlarının çözüm yolunu bildiğine inanır). Bazı hastalarda değişik zamanlarda hem manik hem de depressif hastalıklar gelişirken («bipoler hastalık») bazılarında nüksedici depresyonlar görülür («ünipo-ler hastalık»); birkaçında da yalnızca manik hastalık gelişir. Karışık durumlara da sık rastlanır. Depresyonlardan önce yahut sonra kısa hıpomani episodları görülür; manik hastalıkta ise bunun tersi yani manik safha sırasında depresyon olur. Gerçekten de birçok manik hastalıkta herhangi bir safhada depressif özellikler görülür. Çok kere neşe durumu sırasında hasta kısa ağlama nöbetleri geçirir ve intihar olaylarına da sık rastlanır. Hastalığın süresi ve seyri epeyce değişkendir. Kronik depresyonlara hattâ kronik maniye sık rastlanmakla birlikte vakaların büyük bir çoğunluğu tedaviyle yahut tedavisiz sonunda tamamen iyileşir ve ne kadar çok nüksederse etsin şizofrenideki gibi bir «bozukluk durumu» bırakmaz. Bir manik episodun süresi ortalama olarak yaklaşık üç ilâ beş ayken depresyo-nunki altı ilâ sekiz aydır; ama her ikisi de büyük bir değişkenlik gösterir..Bipoler hastalıkların en sık görülen başlama yaşı 20-40 yaşlarıdır; ünipoler hastalıksa fok kere ilk olarak orta hattâ daha da ileri yaşlarda belirebilir. Kesin bir manik - depressif hastalık bir kez başladıktan sonra yeniden beliren episodlar kaçınılmazdır ve yaş ilerledikçe sıklaşma eğilimi gösterir; ama hastalık bu bakımdan da bir hastadan öbürüne değişkendir. Manik-depressif hastalıkta güçlü bir genetik faktör sözkonusudur ve birçok inceleme manik-depressif hastaların % 15'inde ebeveynin kardeşlerin ve çocukların da etkilendiğini göstermiştir. Bu oran hastane gruplarından elde edildiği için muhtemelen yüksek olabilir; ama hastalığın çocuğa geçmesi riskinin onda birden daha düşük olması ihtimal dışıdır. Kalıtım yolu bilinmemekle birlikte en muhtemel yollar ya yetersiz penetranslı bir do-
minan gen ya da çok-faktörlü kalıtımdır. Her iki durumda da ortamsal etkilerin de en azından eşit ölçüde rol oynadığı kesindir ve çocuklukta ebeveynden birinin kaybı böyle bir faktör olabilir. Son zamanlarda bipoler ve ünipoler hastalıklar arasında önemli farklar bulunduğu ortaya çıkmıştır. Her iki tip vakada da «soyaçe-kim» bir dereceye kadar sözkonusudur (bipoler hastalıktan mustarip kimselerin etkilenen akrabalarında ünipolerden ziyade bipoler hastalık görülür-aynı durum ünipoler vakalarda da geçerlidir) ve genetik yük bipoler grupta daha belirgindir. İkisi arasında ayrıca sistematik kişilik farkları da mevcuttur: Hem manik hem de depressif hastalıktan mustarip olanlar daha enerjik dışa dönük olup emosyonel bakımdan daha sıcaktırlar; yalnızca depresyondan mustarip olanlarsa daha anksi-yöz ve içe dönüktürler ve belirgin obses-yonel eğilimler gösterirler. Son birkaç yıl içinde manik-depressif hastalığın fizyolojisi ve biokimyasında önemli bulgular elde edilmiştir. Manik-depressif tipteki şiddetli depresyon durumlarına çok kere hipotalamus ve beyin sapında hem katekolamin (noradrenalin ve dopa-min) hem de indolamin (5-hidroksitrip-tamin) deplesyonunun eşlik ettiğine ilişkin kanıtlar vardır ve bu deplesyonla ruhsal durum değişimi arasında nedensel bir ilişki olabileceği belirtilmiştir. Böylece reserpin beyin sapı aminlerinde benzer bir deplesyona yol açmakta ve depresyonu presipite edici özelliği bakımından tanınmaktadır; öte yandan her iki antidepre-san ilaç grubu yani trisiklik grup ve mo-noamin oksidaz inhibitörleri beyin sa-pındaki amin düzeylerini yükseltmektedir. Son olarak da intihar eden kişilerin beyin sapı amin düzeylerinin başka bir nedenle birdenbire ölen kişilere göre daha yüksek olması ihtimali vardır. Ayrıca bütün vücuttaki denge incelemelerine dayanan ve depresyonda intrasellüler sodyum muhtevasının anormal yükseldiğinemanide çok daha fazla yükseldiğine ve hastalığın iyileşmesinden sonra bu anormalliklerin de düzeldiğine ilişkin raporlar da vardır.
Manik-depressif hastalığın tedavisi her zaman yeterli olmamakla birlikte oldukça basittir. Depresyon vakalarından birçoğu ya bir trisiklik antidepresana ya da ECT'ye cevap verir. Bazı hastalar selektif olarak bunlardan yalnızca birine cevap verirlerse de depresyon ne kadar şiddetliyse ECT'nin gerekmesi ihtimali de o kadar fazladır. MAO inhibitörleri genellikle etkisizdir. Manik hastalıklar çoğunlukla fenotiazinler (bkz.) yahut haloperi-dol ile kontrol altına alınır. Son zamanlarda lityum (bkz.) tuzlanyla uzun süreli tedavinin manik-depressif (özellikle manik öğenin belirgin olduğu) hastalardaki ruhsal durum değişimlerini giderdiği ve-ye azalttığı ileri sürülmüştür. Kanda yüksek" lityum düzeyleri toksik olduğundan dikkatli bir dozaj kontrolü ve kan düzey-ler'nin sık sık belirlenmesi şarttır. Bu tedavinin yararı doğrulanırsa yalnızca büyük bir terapötik aşama olarak kalmayacak aynı zamanda teorik alanda yeni görüşler getirmesi bakımından da büyük bir önem taşıyacaktır. Bkz. GERİATRİK PSİKİYATRİ



Mao İnhibitörleri

Bkz. MONOAMİN OKSİDAZ İNHİBİTÖRLERİ


Marchıafava Hastalığı (Marchaıafava -Bıgnamı Hastalığı )


Seyrek rastlanan ve öncelikle İtalyan erkeklerinde görülen korpus kallosumda primer dejenerasyon karakteristiği gösteren bir durumdur. Konvülsiyonlar motor semptomlar ve belirtilerle birlikte de-mans mevcuttur; ayrıca anamnez aşırı miktarlarda ucuz kırmızı şarap kullanımı gösterir. Bu durumun henüz bilinmeyen bir toksinden ileri gelmesi ihtimali vardır; bir vitamin yetersizliği hastalığı sayılmamaktadır.


Marfan Sendromu ( Araknodaktili)

Marfan sendromunun karakteristikleri koloboma ve göz merceği dislokasyonu dahil olmak üzere gözde başgösteren değişimler ve uzun dar bir kafa dar göğüs uzun kol ve bacaklar uzun parmaklar gibi bir yapıya (araknodaktili) yol açan iskelet değişimleridir. Akıl geriliği her zaman değilse bile bazan şiddetli derecede mevcut olabilir. Bu sendrom dominan tipte genetik kalıtımı izler.


Marihuana


Bkz.Kannabis Sativa


Marusmus


Bebeklikte görülen ve vücut yağının genel kaybına yol açan kronik bir beslenme yetersizliği durumudur. Bebeğin görünümü solgun zayıf apatetik ve düşkündür. Durumun temelinde bulunan fiz;k etkenler arasında kronik enfeksiyon konjenital cnomaliler ve yetersiz beslenme vardır. Kötü yönetilen çocuk kuruluşlarındaki aşırı emosyonel yoksunluk durumu da çocuk yeterli miktarlarda besin alsa bile fizik hastalık sözkonusu olmaksızın buna benzer bir tabloya yol açabilir.


Mastürbasyon

Mastürbasyon kişinin cinsel heyecan yaratmak amacıyla kendi dış genital organlarını bilerek uyarmasıdır. Genital alanın zevk duyumları yaratmak amacıyla uyarılması erken bebeklik döneminden başlayabilir. Bu fenomen kız bebeklerde erkek bebeklerde olduğundan daha yaygındır; bebek genellikle bacaklarını bitiştirip sürterek bir zevk duyumu sağlar; hattâ cinsel bakımdan olgunlaşmış bir yetişkindeki orgazmdan yalnızca ejakü-lasyon olmaması bakımından farklı gerçek bir orgazma varabilir. Seyrek olarak da bebekler pişiklerin ya da bir barsak enfestasyonunun yol açtığı kaşıntıyı hafifletmek için mastürbasyon yapabilirler. Daha büyük çocuklardaysa mastürbasyon hem erkek hem de kız çocuklar arasında eşit ölçüde yaygındır. Bu durum başlı
başına anormal değildir ve hiçbir zararlı kötü etkiye yol açmaz; ama kompülsif bir alışkanlığa dönüşürse (yani iç-direnç eşlik ederse) suçluluk duygusuna utanca ve depresyona yol açarsa yahut açıkça uygulanırsa tıbbi dikkat gerektirir. Dolayısıyla gençlerde sık mastürbasyon gizlilik içinde uygulandığı ve zihinsel bir acı çekme durumuna yol açmadığı sürece psikopatolojik bir önem taşımaz. Büyük çocukların açıkça mastürbasyon yapmalarıysa bir dikkati-çekme fenomeni ve ilgi yoksunluğu belirtisidir.
Adolesans döneminden sonra erkeklerin % 96'sı ve kadınların % 60'ı orgazmla sonuçlanan mastürbasyon eylemini sürdürürler. Bunun zararlı fiziksel yahut zihinsel etkilere yol açtığına ilişkin hiçbir kanıt yoktur. Oysa çocukluk döneminde dinsel ve ahlaksal tutumlarla şartlanma sonucu mastürbasyonla ilgili olarak duyulan anksiete ve suçluluk duygusu adolesans döneminde anksiete durumlarına yahut ano-genital pruritus veya genital organlarda ağrı gibi psikosomatik bir bozukluğa yol açabilir. Kadınlarda mastürbasyonun daha ileri dönemlerde cinsel temas sırasında orgazma varmayı önlediğine ilişkin yaygın görüşü destekleyen hiçbir kanıt yoktur.
Ender görülen habitüel mastürbasyon yahut orgazm yaratmak amacıyla rektuma yabancı cisimler sokulması gibi normal cinsel davranış dışı sayılan durumlar gerçek bir sapıklık olarak kabul edilmektedir. Bebeklerde mastürbasyon ise hiçbir patolojik anlam taşımaz. Bu durumu önlemek istiyorsa annenin bezi bebeğin bacaklarının bitişik durmasını önleyecek biçimde bağlaması bunun dışında da bebeğin mastürbasyon yapmasıyla ilgilenmemesi gerekir. Habitüel ve anal tipteki mastürbasyon (gerçek otoerotisizm) temelindeki etkenin tedavisini gerektirebilir.
Bkz. ÇOCUKLARDA ¤¤¤¤ÜALİTE


Maudsley Henry (1835-1918)

Maudsley Hastanesinin kurucusu olarak tanınan Henry Maudsley parlak bir tıp öğrencisi ve iyi bir genç doktordu. Journal of Mentol Science adlı derginin yazı işleri müdürü olarak aynı dergide yazdığı sayısız yazıda ve birkaç kitabında akıl hastalıklarının aslında beyin hastalıkları olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Maudsley akıl hastalığının anlaşılmasında kalıtımın ve fizyolojiyle patolojinin araştırılmasının önemini kavramıştı. Sonucunda tıp okulu olarak bir araştırma merkezi olarak ve akıl bozukluğunun erken dönemlerindeki hastalar için klinik ve poliklinik tedavi merkezi olarak üç yönlü bir amaca hizmet edecek bir hastanenin kurulması için Londra İl Kuruluna büyük bir para teklifinde bulunmuştur. Maudsley bu hastanenin açılmasından önce 1918 yılında ölmüştür.


Mazohizm

İlk olarak Sacher-Masoch adlı romancının tanımladığı mazohizm orgazma varmak için işkence etmenin aşağılamanın ve ceza vermenin şart olduğu görüşünden yola çıkan bir durumdur. Mazohizm çok kere sadizmle (bkz.) birlikte uygulanır ve başkalarına özellikle ebeveyne karşı duyulan saldırganlık impulslarını kişinin kendisine yöneltme yolu olarak düşünülmektedir. «Zincire vurma» gibi oto¤¤¤¤üel tipte mazohizmde kişi orgazma varmak için kendisini iplerle yahut lastiklerle veya plastik torba gibi nesnelerle bağlar. Homo¤¤¤¤üel veya hetero¤¤¤¤üel mazohizmdeyse karşı yahut aynı cinsiyetteki cinsel eş tarafından kırbaçlanır ve aşağılanır. Birçok nevroz ilaç iptilâsı alkolizm ve intihar girişimi vakalarında kendini-cezalandırma niteliği sözkonusu-dur. Bu durum Freud'un bunları mazo-hizm biçimleri olarak görmesine yol aç-mıştır-çocukluk döneminde ebeveyne duyulan cinsel impulsların ilerde bastırılması sonucu ortaya çıkan suçluluk duygusunu bağışlatmak için kişinin kendini cezalandırma isteği duyması. Moral mazohizmdeyse bazı dinsel uygulamalarda ve bazı evlilik ilişkilerinde görülen daha geniş kapsamlı toplumsal egemenlik ve cezalandırma öğesi sözkonusudur. Tedavi psikoterapi (bkz.) yoluyladır; son yıllarda davranış terapisinin (bkz.) de başarı sağladığı ileri sürülmektedir. Bkz. CİNSEL BOZUKLUKLAR


Medıan


Median düzenli olarak kaydedilen bir dizi gözlemin merkez değeridir. (Şekle bakarak «ortalama değer» ve «mod» ile karşılaştırınız). Ortalama değer çok sayıda gözlemdışı değer yüzünden değişebileceği zaman «median» yararlı bir ortalama sağlar.


Megalomani

Bu terimin kapsamına giren abartılmış bir kendine önem verme durumu en karakteristik olarak manide (bkz.) ve para-noid hastalıklarda (bkz.) görülür. Para-noid hastalıklarda megalomanyak fikir içeriği daha tuhaf ve sistemlidir (örneğin soylu bir aileden geldiğine yahut Tanrının elçisi olduğuna inanır). Manideyse birçoğumuzda görülen bir eğilim olan kendini önemseme ve övmenin sınırsız bir abartılması biçiminde belirir (örneğin büyük bir yeteneğe sezgiye yahut servete sahip olduğuna inanır).


Melankoli

Melankoli M.Ö. 4 üncü yüzyılda Hippok-rat'ın tanımladığı dört delilik tipinden biriydi ve bunu izleyen 2000 yıl süresince akıl hastalıklarıyla ilgili bütün sınıflandırmalarda yer aldı. Oysa artık bu terim kullanılmamaktadır ve yerini onun kadar şiirsel olmayan «depresyon» terimi almıştır. Bugün melankoli terimi kullanıldığında şiddetli veya psikotik depresyon mevcudiyeti anlaşılmalıdır. Bkz. ENVOLÜSYONEL MELANKOLİ


Menapoz


Menopoz âdetlerin son olarak kesilmesi anlamına gelirse de klimakterik kelime-siyle eş anlamlı kullanılmaktadır. Östro-jen yetersizliği genital yolda kızarmalara ve değişken bir atrofiye yol açar. Doğurganlık döneminin son bulmasına ve menopozun fizik semptomlarına karşı bir tepki olarak gelişen emosyonel bozukluğa sık rastlanır. Bu yaşta açık anksiete durumları (bkz.) ve depressif hastalıklar (bkz.) da yaygın olmakla birlikte bunların doğrudan doğruya hormonal değişimlerden ileri geldiğine ilişkin hiçbir kanıt yoktur.
Menopoz sırasında ve sonrasında aktif bir cinsel yaşantı sürdürülmemesi için bir neden yoktur. Genital atrofi cinsel teması güçleştirebilirse de ös****** tedavisiyle bu durum giderilebilir.
Menopoz durumundaki kadınlara açıklamalarda ve telkinde bulunularak yardım edilebilir ama açık psikiyatrik bozukluklar uygun bir tedavi gerektirir. Ös******-ler yalnızca ös****** yetersizliğine işaret eden belirgin fizik belirtiler mevcutsa en-dikedir. Bkz. KLİMAKTERİK


Meskalin


Meskalin kuzey Meksika'da yetişen Lop-hophora willi;amsii kaktüsünde bulunan bir alkaloiddir. Meskalin santral sinir sisteminde depresyon etkisi yaratır ve liserjidin (bkz.) etkilerine benzeyen ama daha zayıf psikotik değişimlere yol açar. Liserjid gibi bu madde de seyrek olarak psikiyatride kullanılmakta ve transa benzer durumlar yaratabilmektedir. Hallüsi-nasyona yol açan ortalama doz i.m. enjeksiyonla 400-700 mg'dır. Bkz. HALLÜSİNOJENİK İLAÇLAR


Mesmer Franz Anton (1734-1815)


766 yılında Viyana Üniversitesinden mezun olan Mesmer'in tez konusu gezegenlerin insan fizyolojisi üzerindeki etkileriydi. Mıknatıslarla terapötik deneyler yapan bir Cizvit papazı olan Maximillian Hell ile tanışmasından sonra Mesmer özellikleri bakımından manyetizmayı andıran kozmik bir iyileştirici güç fikrine kapıldı. Çok geçmeden bu gücün hastaya geçmesi için mıknatısların şart olmadığını terapistin ona dokunmasının hattâ uzaktan bakmasının da aynı derecede etkin olabileceği sonucuna vardı. 1778 yılında Mesmer Viyana'dan ayrılarak XIV. Louis'nin çağrısı üzerine Paris'e gitti ve kısa bir süre içinde orada sansasyon ya-
rattı. Mesmer görüşlerinin tıbbi olarak tanınmasını istiyordu ama canlılarda manyetizma üzerinde çalışan bir Kraliyet Komisyonu 1784'de böyle birşeyin olamayacağı bunun yalnızca «hayalgücü» olduğu sonucuna vardı. Bu Mesmer'in sonu oldu. Oysa yaptığı çalışmalar büyük etkilere yol açtı. Özellikle İngiltere ve Amerika'da olmak üzere manyetizma yeniden ele alındı ve hipnozun keşfine ışık tuttu. Bkz. BRAID HİPNOZ SPİRİTÜEL TEDAVİ




Mesomorf

Mesomorf Sheldon'un somatotip sınıflan-dırmasındaki başlıca üç beden yapısı tipinden birinin özelliklerini taşıyan kişidir. Karakteristikleri mütenasip bir atletik çatı ve gelişmiş kaslardır. Bkz. YAPI


Migren

Migren dış karotis arterinin ağrıya-du-yarlı kranial dallarında başağrısma yol açan vazokonstriksiyon ve bunu izleyen dilatasyondan ileri gelir. Başlangıçta genellikle ünilateraldir ve sinirlilik bulantı fotofobi bazan vizüel ve sensör bozukluklar konstipasyon ya da diyare eşlik eder. Migrenden mustarip kimselerin kişilikleri karakteristik olarak obsesyonel-dir hırs ve becerileri yüksek düzeydedir esnek olamazlar ve duydukları düşmanlığı açıkça ifadeden kaçınırlar. Çatışma dönemlerinde bu hastalarda anksieteyle früstrasyon artar ve bazan kinci bir tutum gösterirler. Migreni bazan emosyonel stress (bkz.) presipite ederse de çok kere kalıtsal bir predispozisyon sözkonusu-dur ve hipertansiflerde gösterdiği oran normotansiflerdekinin beş katıdır. Seroto-nin (bkz.) ve öteki aminlerin (örneğin tiramin) de bu sendromun gelişmesinde rol oynayabilecekleri düşünülmektedir ve aminleri deprese eden reserpin migren nöbetini harekete geçirebilmektedir. Bir se-rotonin antagonisti olan metiserjid çok kere nöbet sıklığını azaltmakta ama nöbet sırasında etkisiz kalmaktadır. Eğer başağrısı hafifse aspirin yahut kodein fosfat gibi analjezikler etkin olabilir; şiddetli vakalardaysa vazokonstriksiyon sağlayan ergotamin tartrat gerekebilir. Früs-trasyona yol açan durumlardan kaçınılması da nöbet sıklığını azaltabilmektedir. Bkz. PSİKOSOMATİK BOZUKLUKLAR


Mikropsi

Normal kimseler düş sırasında yahut uykudan uyanırken nesnelerin büyüklüklerini değişik görebilirler. Bu gibi boyut değişimleri patolojik durumlara eşlik ettiği zamansa genellikle toksik bir konfüzyon durumuna işaret eder: Deliriumlar ilaç (özellikle LSD) entoksikasyonları ya da daha seyrek olarak temporal veya oksipi-tal lob epilepsisi.

Mikrosefalı

Bu terim «ufak-kafalı» anlamına gelir ve genellikle kafa çevresinin yaş ve cinsiyete göre ortalamanın altındaki üç Standard sapmadan daha küçük olması durumunda kullanılır. Mikrosefali Mongolizm (Down sendromu) ve fenilketonüri gibi akıl geriliği gösteren birçok bozuklukta rastlanan klinik bir belirtidir. Bundan başka ender görülen ve bir otosomal reses-sif genden ileri gelen genetik mikrosefali radiojenik mikrosefali normal değişkenliğin aşırı bir ucu sayılan «fizyolojik» mikrosefali ve ateleiotik cücelik veya pig-me tiplerinde görülen mikrosefali de vardır.



Miksödem

Miksödemin erken dönemlerinde psikolojik fonksiyon bozukluğa uğrar. Hastalarda gittikçe artan bir yavaşlık ve unutkanlığın gelişmesiyle birlikte konsantrasyon ve ilgi bozulur. Bazı hastalarda apati ba-zilarmdaysa huysuzluk sinirlilik ve kavgacılık görülür. Bütün bu semptomlar tiroksin tedavisiyle düzelir. Vakaların bir oranında açık psikoz yani «miksödema-töz delilik» görülür. Bazı hastalarda organik bir psikoz başgösterir; birkaç vakada demans diğerlerindeyse subakut delirium mevcuttur. Subakut delirium vakalarında görülebilen çeşitli psikotik özellikler bir bilinç bozukluğu çerçevesinde yer alır. Bazı hastalarda fonksiyonel bir psikoz da gelişebilir. Bazılarında genellikle retardas-yonun seyrek olarak da ajitasyonun eşlik ettiği şiddetli depresyon mevcuttur. Vakaların bazılarında da oditer hallüsinas-yonların ve berrak bir bilinçlilik ortamındaki paranoid delüzyonların eşlik ettiği şizofreniye benzer bir hastalık görülür. Organik psikozlar yeterli bir tiroksin tedavisiyle genellikle geçer. Fonksiyonel bozukluklardaysa tiroksine cevap bu kadar kesin değildir ve birçok vakada elek-trokonvülsif terapi ile psikotrop ilaç tedavisi de gerekebilir.



Minnesota Mültifaz Kişilik Envarterleri ( MMPI)

MMPI deneğin kabul edip etmediği biçiminde cevaplandırdığı 550 maddeden oluşan bir soru kağıdıdır. Bu test bir «kişilik» (bkz.) envanteri olarak tanımlanmakla birlikte kişiliğin normal boyutlarıyla değil hipokondriasis depresyon histeri psikopati paranoia psikasteni şizofreni ve hipomaniye yönelik patolojik eğilimlerle ilgilidir. Ayrıca «erkeklik-ka-dınlık» eğilimlerini değerlendirmek ve yalan söyleme ile daha ayrıntılı yanlış cevap eğilimlerini kontrol etmek için kullanılan cetveller de vardır. Cetveller söz-konusu teşhislerin koyulduğu hastaların verdikleri cevaplara dayanılarak hazırlanmış ve standardlaştırılmıştır ama doğrudan doğruya teşhis bakımından geçerlilikleri düşüktür. Yine de belli bir puan tablosunun ya da «profillerin» nörotiklerle psikotikleri normal deneklerden ayırdet-tiği ispatlanmıştır ve bu test ustalıklı bir yorumla yararlı bir tarama aracı olabilir


Mod


Mod bir gözlem dizisinde çok sık başvurulan bir ölçümdür. (Şekle bakarak ortalama değer ve median ile karşılaştırınız.) Mod en sık insidansı gösterir ve özellikle frekans dağılımının çarpık olduğu durumlarda yararlıdır.

Model Psikoz

Model psikoz» düşük dozlarda verilen bazı maddelerin (örneğin LSD bkz.) meskalin-(bkz.) şizofreniyi andıran bir etkiye yol açtığı gözleminden ötürü ortaya çıkmış bir terimdir. Bu gözlemin şizofreninin temelindeki spesifik kimyasal yahut :):):):)bolik anomaliler için bir ipucu sağlaması umudu henüz gerçekleşmemekle birlikte büyük bir olasılık taşımaktadır. Çeşitli maddelerle entoksikasyonu birtakım emosyonel ve algısal değişimlerin izlediği göz önünde tutulmalıdır; bu gibi entoksikasyonlar bazan istenerek (örneğin alkol) bazan raslantı sonucu (ilaç yan etkileri) bazan da kaza sonucu (endüstriyel maddeler) görülmektedir; ancak belirgin bir yüzeysel benzerliğe karşın hallüsinojenlerin (bkz.) etkileriyle doğal gelişen psikozlar arasında önemli farklar vardır. Yirmi dört saati aşan bir süre boyunca kesintisiz olarak duyusal stimülasyondan yoksun bırakılan deneklerde de psikozu andıran bir durum gerçekleşmektedir Bkz. Duyusal yoksunluk

 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
Model Tedavisi

Taklit yoluyla uygulanan bir yöntemdir. Terapistin fobik bir duruma girdiğini görmek hastayı aynı duruma girmek üzere harekete geçirebilir. Bu yöntem en çok hayvan fobisi vakalarında tek başına veya zorlama terapisi (bkz.) yahut desensi-tizasyonla (bkz.) kombine olarak kullanılmaktadır.
Bkz. BİÇİMLEME TEDAVİSİ

Mongolizm

(Down sendromu)
Mongolizm vakalarının yaklaşık % 97' sinde 21 no. lu kromozom trisomisi olduğu sanılan G grubundan fazla bir oto-somal kromozom vardır; geri kalan % 3' üyse bazıları normal ve trisomik hücrelerin karıştığı mozaik vakalar bazıları da fazla G grubunun başka bir G grubu kromozomla (G/G translokasyonu) yahut bir D grubu kromozomla (D/G translo-kasyonu) birleştiği kromozomal translo-kasyon vakalarıdır.
Translokasyon mongolizmi gösteren hastaların ebeveynleri ve akrabaları dengeli birer translokasyon taşıyıcıları olabilir; bu durum sitogenetik tekniklerle teşhis edilir ve evlenen çiftlere genetik bilgi verilirken değinilmesi önemlidir çünkü bu gibi taşıyıcıların mongoloid çocuk dünyaya getirmeleri riski yüksektir. Mongolizm insidansı yaklaşık olarak canlı doğan 660 bebekten biri olarak belirlenmiştir. Doğumda kendini belli eder. Klinik özellikleri arasında tipik yüz biçimi kısa gövde ve derin vücut boşlukları genel hipotoni alacalı deri rengi bazı vakalarda tek transvers avuç içi çizgileri ve ayak tabanında birinci ve ikinci parmaklar arasından geriye doğru bir iz blefarit iriste benekler (Brushfield lekeleri) sık sık da konjenital kalb bozukluğu vardır. Akıl geriliği birçok vakada şiddetlidir. Mongoloid kişilerde beklenecek en yüksek akıl fonksiyon düzeyi yaklaşık IQ 60 olmakla birlikte birçoğu çok daha düşük olduğundan bu düzey olağandışıdır. Antibiotiklerde kaydedilen ilerlemeler yaşam süresini epeyce uzatmıştır; ilk yıldan sonra yaşamayı sürdüren birçok mongoloid bebeğin normal ya da normale yakın bir süre yaşamaları beklenebilir. Yine de bu bebekler solunum yolu enfeksiyonları ve pnömoniye karşı özellikle duyarlıdırlar.


Monoamin Oksidaz İnhibitörleri (Maoi'ler)


MAOI'lerin öfori etkileri anti-tüberkül maddeleri olarak kullanılmaları sırasında kaydedilmiştir. Bu maddelerle yürütülen ilk kontrolsuz denemeler büyük bir ilgi yaratmıştır. Ancak sonraları yapılan daha eleştirili değerlendirmeler ve yan etkiyle toksisite gibi sorunların anlaşılması bu ilginin yönünü değiştirmiştir.
Adından da anlaşıldığı gibi bu bileşikler monoaminlerin yıkımından sorumlu olan monoamin oksidaz (MAO) enziminin etkinliğine müdahale ederler. Gösterdikleri antidepresan aktivitenin beyindeki MAO' nun inhibisyonuna ve sonucunda sinaptik bağlantılardaki iletici amin miktarlarını artırmalarına dayandığı düşünülmektedir. Bu bileşikler hızla absorbe ve ****-bolize olur aktif ara bileşikleri oluşabilir ve tek bir dozun büyük bir oranı bir gün İçinde ayrışarak itraha uğrar. Klinik alanda kullanılan bileşikler çoğunlukla hidrazin türevleridir; örneğin ipro-niazid nialamid izokarboksazid fenelzin ve mebenazin. İproniazid bu grubun prototipiydi ama toksisitesi nedeniyle yerini daha sonra bulunan türevlere bırakmıştır. Gruptaki öteki türevler iproniazide kıyasla terapötik bakımdan daha az etkin ama buna karşılık daha az da toksiktirler. Fenelzin ve izokarboksazid en yaygın kullanılan türevlerdir.
Hidrazinden türetilmeyen bir MAOI olan tranilsipromin antidepresan olarak kullanılmaktadır. Bu bileşik hem iproniazidi hem de kimyasal bakımdan benzediği amfetamini andıran ikili özelliklere sahiptir.
MAOI'lerin özellikle anksiete ve fobik durumlar eşliğinde başgösteren depressif hastalığın tedavisinde sınırlı olmakla birlikte yararlı bir yerleri vardır. Klinik etki tedavinin başlatılmasından beş gün ilâ üç hafta ya da daha sonra görülür. Otonom yan etkiler arasında hipotansiyon (sık görülür) bulanık görme ağız kuruması konstipasyon miktürisyon zorluğu ve geç ejakülasyon vardır; bunlar hafif olmakla birlikte rahatsız edicidir. Fenelzin uyku hali yaratabilir; tranilsipromin ise stimülan etkisi dolayısıyla uykusuzluğa yol açabilir. Eksitasyon durumlarından ve toksik psikozlardan da sözedilmiştir. Daha da ciddi toksik reaksiyonlar görülmüştür. Birçok MAOI serbest katekola-minleri bağlanma yerlerinden ayırdığından hipertansif krizlere yol açabilir; bu-
na en sık tranilsipromin tedavisinde rastlanmaktadır (200'de bir). Başka ilaçlar özellikle amfetamin efedrin ve fenilefrin gibi sempatomimetik bileşikler de hipertansif krizleri presipite edebilmektedir. Presör amin ihtiva eden çeşitli besinler bir krize neden olabilir; böyle besinler arasında ilk bulunan peynir olduğu için bu reaksiyona «peynir reaksiyonu» (bkz.) adı verilmiştir. Hidrazin bileşikleriyle ilgili ender görülen bir komplikasyon da hepatosellüler sarılıktır. Birçok MAO inhibitörü çeşitli ilaçlarla interaksiyon gösterir. Alkolün barbitürat-ların ve insülinin etkisini artırırlar. Bazı narkotik analjeziklerle tehlikeli reaksiyonlar gelişmiştir. Antiparkinson ilaçları ve rcserpinle eksitasyon görülebilir. Antihi-pertansif ilaçlarla da çeşitli interaksiyon-lar görülmektedir; metil dopâ eksitasyo-na yol açabilir ganglion blokajı yapan hipotansif ilaçların etkisi güçlenebilir ve guanetidine karşı antagonizm gelişebilir. Trisiklik antidepresanlar ise seyrek olarak konvülsiyonlara koma ve ölüme yol açan bir santral eksitasyonu harekete geçirebilirler.
İlaç interaksiyonları MAOI bileşiklerinde ciddi bir sakıncadır; üstelik psikiyatrik bir bağlamda trisiklik antidepresanlarla interaksiyon özellikle güçlük yaratmaktadır çünkü depresyonun MAOI bileşiğine cevap vermemesi durumunda trisiklik bir madde verilebilmesi için tedavinin üç hafta süreyle durdurulması gerekmektedir. Öte yandan bazı psikiyatristler şiddetli depresyon vakalarından bir oranının bir MAOI ile aynı zamanda uygulanan trisiklik bir antidepresan (genellikle amitriptilin) tedavisine çok iyi cevap verdiğini ispatlamışlardır. Ancak bu terapi her zaman psikiyatristin doğrudan doğruya kontrolü altında uygulanmalıdır.


Monoamintler

Bkz.Aminler


Monosomi X

Bkz. TURNER SENDROMU


Morita Terapisi


Dr. Shoma Morita esasını Zen Budizm'den (bkz.) alan ve tedavi ettiği Japon hastalar için özellikle uygun olan bir terapi geliştirmiştir. Hastaya hem içerden hem de dışardan uygulanan sıkı bir disiplin yoğun çalışma hastalığın ve semptomların sürekli olarak yadsınması hastanın toplumda şikayetsiz yaşamasını sağlamaktadır. Morita terapisi ve Zen Budizm Japonya'da nörotik bozukluklarda ve karakter bozukluklarında yaygın olarak uygulanmaktadır.


Moron

Bkz. NORMAL ALTI ZEKÂ


Motor Bozukluklar

Akıl bozukluğu vakalarında motor bozukluklar çok sık ve çeşitli tipte görülür. Hareket azalması stupor'daki yahut katalepside (bkz.) görülen taşlaşmış pozlar-daki gibi tam bir hareketsizlik biçiminde belirebilir. Retarde depresyon (bkz.) va-kalarındaki gibi^ ifade hareketlerinin ve özellikle jestlerin tamamen kaybolduğu hareket yavaşlaması ve azalması da olabilir. Hareket artışıysa manide (bkz.) görülen hızlı abartılmış ve değişken hareketlilik ya da ajite depresyondaki huzursuzluk ve daha tekrarlı hareketlilik biçimindedir. Hareket anormalliği stereotip davranışlar (bkz.) yapmacıklı hareketler ve katalepsideki otomatik itaat biçiminde yahut da obsesyonel (bkz.) hastalarda görülen tekrarlı ritüeller biçiminde belirir. Tiklerde tremorlarda ve habitüel spazmlarda sınırlı tekrarlı hareketler görülebilirken birçok organik hastalıkta da motor bozukluklar gelişebilir (örneğin Huntington koresi-bkz.).



MuayenePsikiyatrik


Vakaların hepsinde aşağıdaki soruların cevaplandırılmasına çalışılmalıdır: 1. Bu hastada niçin şu anda psikiyatrik semptomlar gelişti?2. Niçin bu tip bir bozukluk gelişti?
3. Hangi tedavi yöntemleri endikedir?
4. Bozukluğun mevcut ve gelecek durumunda prognoz nasıldır?
Bu sorular hastadan ve yakın bir akrabası yahut dostundan dikkatli bir anamnez alınarak akıl durumu incelenerek ve tam bir fizik muayene yapılarak cevaplandırılır. Soruşturma ustalığı hastayla erken bir ilişki kurmaya ve katkılı bir gözlemci rolünü benimsemeye bağlıdır. Psikiyat-rist verileri hangi sıraya göre düzenleyeceğini kendisi belirlemelidir ama hastanın doğal bir sırayla konuşmasına da izin vermelidir; bu arada arasıra konuya yön verebilir ve bazan belli bir hususu aydınlatmak için daha erken bir safhaya dönebilir. Psikiyatrist hastanın söylediklerini anladığı zaman bunu belirterek onu ra-hatlatmalı ve ne kasdettiğini anlamadığı zaman bunu da açıkça söylemelidir. Bazan iki seansta tamamlanması gerekebi-len ilk görüşme anamnezin alınmasını (mevcut hastalık daha önceki sağlık durumu kişisel geçmiş vb.) kapsar ve ayrıntılı muayenede ele alınması gerekli odak noktalarına ilişkin ipuçları sağlar. Klasik bir şizofrenik hastalık yahut organik bir demans gibi bazı bozukluklara mevcut hastalıkla ilgili anamnezin alınması ve akıl durumunun muayenesi yo: luyla teşhis koyulabilir. Oysa nevroz ve affektif bozukluk vakalarının çoğunluğunda hastanın daha önceki kişiliğine ve yaşantısına daha çok dikkat edilmelidir. Akılda tutulması gereken esas nokta anksiete depresyon vb. gibi durumların tıpkı bir enfeksiyon hastalığmdaki pirek-si gibi yalnızca semptomlar oldukları ve teşhisin temeldeki etkene dayandığıdır. Psikiyatrik bozukluklarda yanlış teşhis ve tedavi genellikle yalnızca semptomların değerlendirilmesinden ve etyolojinin ihmalinden ileri gelir. Hekim etyoloji sorununa hastanın hasta olmadan önce nasıl bir kişilik gösterdiğini kendi kendisine sorarak yaklaşmalıdır:
1. Hasta yaşamı boyunca hiçbir zaman
dengesiz bir uyumdan fazla başarı sağlayamamış bir kişi miydi? Böyle bir hastanın anamnezinde bazıları öbürlerinden daha stress'li birçok olaya karşı bir tepki olarak gelişen psikiyatrik semptomlar bulunacaktır. Bu durumda mevcut semptomlar bir kişilik bozukluğu bakımından geçerli midir?
2. Hasta daha önce olumlu bir kişiliğe sahiptiyse eskiden her zaman çözümle-yebildiği halde bugün çözümleyemediği olağanüstü bir stress ile mi karşılaştı? Bu stress'ler fiziksel' endokrin yahut psiko-jen olabilir; psikojen stress'ler ise non-spe-sifik spesifik ya da hastanın özel bir duyarlık gösterdiği çeşitten olabilir. Bunlar ayrıca kümülatif ve ek nitelikte de olabilir. Böylece klimakterik devre ile ilgili bir menoraji nedeniyle anemik olan ve hasta annesine bakan bir kadın eşinin ölümünün yol açtığı ek bir stress'den sonra ruhsal çöküntüye uğrayabilir.
3. Hastanın kişiliği genellikle dengeli olsa bile psikiyatrik hastalığa (örneğin depresyona) karşı genetik bir predispo-zisyon sözkonusu olabilir; böylece oldukça hafif bir stress çok kere karakteristik özellikler gösteren böyle bir hastalığı presipite edebilir. Bu tip bir genetik pre-dispozisyonun kanıtları hastanın ailesiyle ilgili anamnezinden yahut kişiliğinin bazı karakteristiklerinden ortaya çıkarılabilir.
Yukarıda özetlenen biçimde bir araştırmadan sonra hastada niçin şu anda belli bir bozukluğun geliştiğine ilişkin gerçekten akla yatkın bir açıklama bulunamazsa vaka sub judice bırakılır. Daha ileride yapılacak araştırmalar hastanın stress' leri çözümleyememesine ve sonucunda psikiyatrik semptomların gelişmesine yol açan temel etken olarak gizli kalmış bir organik bozukluğu ortaya çıkarabilir. Psikiyatrik teşhis esas olarak kesin olmalıdır; çünkü organik bir etken ihtimalinin
«elimine edilmesi» tehlikeli olabilir. Aynı şekilde fizik muayene her zaman önem taşımakla birlikte anamneze dayanan ipuçları hangi bedensel sistemin daha çok dikkat gerektirdiğine işaret edecektir. Yetişkin genç hastalarda fizik muayene çok kere negatif bulgu verir ama bu bilgi hastaya güven vermede kullanılabilir; muayene ayrıca hastaya psikiyatristin de bir hekim olduğunu hatırlatır.


Multıple x Sendromları

Bu sendromlar X kromozomunun düpli-kasyon veya triplikasyonuyla ilgili kromozom anomalileridir. Erkeklerde Klinefel-ter sendromu (bkz.) yahut kadınlarda trisomi (bkz.) biçiminde gelişir. Akıl bozukluğuna her zaman değilse bile sık rastlanır.


Munchausen Sendromu


Ameliyatın zorunlu sayılabileceği ciddi bir .abdominal bozukluk belirtileri dolayısıyla sık sık hastaneye yatırılmaları gereken ufak bir grup hasta vardır. Laparotomi hiçbir anomali göstermez hasta taburcu edilir ve ileride aynı semptomlarla başka bir hastaneye başvurur. Nedeni anlaşılmayan bu tuhaf durumun karakteristikleri tekrarlanan laparotomiler psikopatik kişilik eğilimleri ve hastanın bilerek kendisine zarar vermesidir. Bir tıp yahut cerrahi servisine yatırılmak için hastaneden hastaneye dolaşan bu hastalar psikiyatri servisine ender olarak ulaşırlar.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
N




Naevoıd Amentıa (Sturge-Weber Sendromu)


Fakomatozlar (bkz.) grubundan seyrek rastlanan bir durumdur. Çok kere şiddetli olabilen akıl geriliği eşlik eder. En belirgin fiziksel tezahürü genellikle üni-lateral olan bazan da yüzün öbür yanına da yayılan yüz hemangiomasıdır. Me-ninkslerdeki genişlemiş kan damarları yaş ilerledikçe kireçlenir. Epilepsi yaygındır ve kontralateral hemipleji görülür. Şiddetli vakalarda hastalar erken yaşta ölürler ama bazı hastalar daha uzun hattâ normal bir süre yaşarlar. Tedavi akıl geriliği derecesine göre değişir; gerektiğinde epilepsi için semptomatik tedaviye; paraliz için ise fizyolojik rejimlere başvurulmalıdır.


Narko - Analiz

ikinci Dünya Savaşı sırasında görülen savaş nevrozlarında yaygın olarak kullanılan bir tedavi biçimidir. Yöntem genellikle kısa sürede etki gösteren tiopenton ya da metoheksiton sodium gibi bir barbi-türatla yavaş i.v. enjeksiyon tekniğidir. İ.v. sodium amilobarbiton da kullanılabilir. Enjeksiyon yavaş ve subhipnotik dozlarda uygulanmalıdır. Hasta tam bir gevşeme durumuna girer rahatlık ve huzur duygusuyla birlikte düşüncelerini dile getirme arzusu ve ifade kolaylığı hisseder. Bastırılmış anıları duyguları ve çatışmaları dile getirebilir. Yakın zamanda önemli ve şiddetli bir travma geçirmiş hastalarda özellikle histerik konversiyonların giderilmesinde bu teknikle başarı sağlanır. Psikojen amnezi de giderilebilir; oysa organik kökenli amnezinin bu teknikle şiddetlenmesi ihtimali vardır ve bu gibi hastalarda ölüm rapor edilmiştir. Bkz. ABREAKSİYON


Narkolepsi

Doğal uykuya dalma eğiliminin artmasıdır. Normal olarak uyku getiren sıkıntı gevşeme ve monotonluk gibi durumlar kadar cinsel heyecan gibi emosyonlar dauyku yaratır. Ancak narkoleptiklerde yürüme iskambil oynama yemek yeme gibi eylemler sırasında da uyku egemendir ve yalnızca utanca değil çalışmanın aksamasına da yol açabilir.
Semptomların başlamasıyla birlikte obe-ziteye yol açan bir kilo alma görülebilir. Habis bir intraserebral bozukluğu andıran ek semptomlara rağmen nörolojik incelemeler negatif bulgu verir. Semptomlar arasında katapleksi (bkz.) uyku paralizi ve hipnagojik hallüsinasyonlar (bkz.) vardır. EEG normaldir ve nöbet sırasında uykuya özgü değişimlerin yanısıra hastanın REM (bkz.) safhasına olağandan daha çabuk ulaştığını gösterir. Uyanıklığı artırmada amfetamin (bkz.) tedavisi başarılı olmakla birlikte gereken yüksek dozlarda akut paranoid psikozların egemen olması tehlikesi mevcuttur.


Narkotik Analjezikler

Bu bileşiklerin özelliklerine ilişkin ayrıntılı bilgiler genel farmakoloji metinlerinden bulunabilir. Psikiyatrik ilgiyse bu bileşiklerin ilaç bağımlılığına (bkz.) yol açma eğilimleri ve bu gibi durumların tedavisine yöneliktir. Bu açıdan güçlü narkotik analjeziklerin hepsi tehlikeli sayıla-bilirse de bağımlılığın gelişme kolaylığı ve çabukluğuyla abstinans semptomlarının şiddeti oldukça değişkendir. Özellikle diamorfin (eroin) her iki bakımdan da ünlüdür. Ancak belli bir bileşiğe karşı gelişen iptilâ insidansı doktor reçetesiyle verilme sıklığı ve bulunma kolaylığı gibi başka faktörler kadar bu bileşiğin özel niteliklerine göre de değişir. Narkotik analjezikler üç ana gruba ayrılır. Morfin ve öteki opium türevleri; me-tadon ve bu grup bileşikleri; petidin ve benzeri bileşikler (bkz. Tablo). Bu bileşikler üzerinde yoğunlaştırılan büyük çalışmalara rağmen etki mekanizmaları hâlâ bilinmemektedir. Bugün yirmiden fazla sayıda etkin narkotik analjezik mevcuttur. Bunlar kimyasal bakımdan oldukça değişken olmakla birlikte farmakolojik etkileri kayda değer bir benzerlik gösterir. Başlıca narkotik etki analjezi uyku hali ruhsal durum değişimleri ve akıl bulutlanması biçiminde tezahür eder; solunum yolu depresyonuna sık rastlanır. Ruhsal durum değişimi genellikle öfori niteliğindedir; zaten bu etkinin kolayca gelişen ilaç toleransıyla birleşmesi ilaç bağımlılığı tehlikesine yol açmaktadır. Çapraz tolerans da görülür ve sözkonusu bileşikler abstinans semptomlarının kont-rolunda kısmen ya da tamamen birbirlerinin yerini alabilirler. ****don abstinan-sı öteki bileşiklerdekine göre daha az rahatsızlık verir ve bu nedenle eroin yahut morfin iptilâsmın tedavisine genellikle eşit dozda ****don verilerek başlandıktan sonra bu doz giderek azaltılır.
Narkotik analjeziklerin yan etkileri de yine ortak bir spektrum gösterir; bunlar arasında bulantı kusma uyku hali baş dönmesi ve konstipasyon vardır. Birkaç psikotrop madde narkotik analjeziklerin etkinliğini artırma özelliği gösterir; bunların en önemlileri fenotiazinler (bkz.) monoamin oksidaz inhibitörleri (bkz.) ve trisiklik antidepresanlardır (bkz.). Narkotik ilaç kullanımının nedeni ne olursa olsun hastanın ilacı kendi kendi-
ne uygulayabilmesi ve dolayısıyla ruhsal durumunda değişim yaratması bağımlılığın gelişmesinde rol oynayan kritik faktörlerdir. Hekimin hastalarını tedavi ederken bunları göz önünde bulundurması şarttır.


Narkoz

Bugün envolüsyonel melankoli gibi durumlarda 2-3 haftalık sürekli narkoz yerine daha etkin başka tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Ancak 5-7 gün süreyle daha değiştirilmiş bir sürekli narkoz tedavisi reaktif anksiete ve gerilim durumlarının tedavisinde özellikle hasta kilo kaybetmişse başlangıç safhasında sık sık yarar sağlamaktadır.
Bazı anksiyöz ve gerilimli hastalar özellikle çok acı bir yaşantı geçirmişlerse sorunlarını anlatmada güçlük çekerler. Bu gibi hastalarda tiopenton gibi bir ilaçla oluşturulan yarı narkoz durumu çok kere güçlü bir katarsis eşliğinde duygularını ve yaşantılarını dile getirmelerini sağlar ve bu yöntemin yarattığı bağımlı ilişki yerinde kullanıldığı zaman ileride uygulanacak terapide de yararlı olabilir. Savaş sırasında sık görülen tipte çok akut ve acı veren bir yaşantı amnezi durumuna yol açabilir; narkoz altında yeniden bilince ulaşabilen bu yaşantıyı hastanın
çok kere büyük bir emosyonel deşarj eşliğinde yeniden yaşaması terapötik bakımdan çok yararlıdır.


Narsisizm

Bebeğin psikolojik gelişiminde yer alan primer narsisizm safhasında libidosu yada zihinsel enerjisi kendi bedenine yönelir; sekonder narsisizm safhasında da bu öz-sevgi ebeveynine ve öteki otorite kişilere karşı takındığı tutumları yansıtır. Yetişkin yaşamdaysa sevgi objeleri kendi benliğini yansıtabilir-bu narsisist bir obje seçimidir. Bazı homoseküeller bu tip «eş» ler seçerler.


Nefrojenik Dıabetes Insıpıdus


Kadın taşıyıcılar yoluyla yalnızca erkekleri etkileyen ve bebeklikte poliüri semptomu gösteren cinsiyete-bağlı bir bozukluktur. Çok kere aynı zamanda akıl geriliği mevcuttur.


Negatif Terapi

Bkz. TEKRAR TERAPİSİ



Negativizm

Negativizm en karakteristik olarak kata-tonik şizofrenide (bkz.) görülür ve hastanın itaate direnç veya aktif karşıt eylem göstererek karşı koyması biçiminde tezahür eder. Hasta ağzına koyulan besini Tutmamakta direnir ya da sorulara hiç cevap vermez ve görüşme bittiği zaman konuşmaya başlar. Bkz. DİLSİZLİK


Nekrofili

Bir ölüyle cinsel temasta bulunma yoluyla cinsel tatminin elde edildiği bir cinsel sapıklık biçimidir. Birçok vakada sözko-nusu sapık kişi şizofreniden mustariptir. Ancak yakın zamanlarda bazı gençler arasında gelişen psikopatik karakterdeki bir ölüm kültünün de nekrofilik aktivite-ye yol açması muhtemeldir.


Neo - Freud'cular


Freud'u (bkz.) izlemelerine rağmen klasik analitik teoriden şu veya bu türlü ayrılan analistleri kapsayan kesinlik kazanmamış bir terimdir. Jung (bkz.) ve Adler (bkz.) kendi psikanaliz ekollerini kurmuşlardır ve Neo-Freud'cu sayılabilirler veya sayılamazlar. Genellikle Neo-Freud' cuların temsilcileri Karen Horney Erich Fromm Harvey Stack Sullivan ve izleyicileri olarak kabul edilmektedir. Bu akımda kişinin o andaki ortamına gösterdiği tepk; hasta-hekim ilişkisi ve anksiete üzerinde daha çok durulmaktadır. Buna karşılık ¤¤¤¤üalite ve erken bebeklik yaşantılarının analizi daha az önem taşımaktadır. Karen Horney'in kitapları psikote-rapide yararlı araçlardır çünkü meslek-dışı kimselerin de anlayabilecekleri biçimde iyi kaleme alınmışlardır. Özellikle Oz-Analiz adlı eserinden psikoterapö-tik yardımdan uzak alanlardaki hastalar yararlanabilirler.


Neolojizm

Neolojizmler şizofreni (bkz.) hastalarında görülen düzensiz düşünceyi yansıtan konuşma bozukluğunun bir bölümünü oluşturur. Bunlar basit bir «abuksabuk» konuşma bazan da yoğunlaştırılmış bir düşünce ifadesi ya da bir çeşit yersiz söz oyunu biçiminde olabilir.


Nevrasteni


Bu terimi ilk olarak 1867 yılında kullanan Beard nevrasteninin sinir hücresi yorgunluğundan ileri gelen bir durum olduğuna inanıyordu. Klinik tablonun karakteristikleri birçok psikosomatik şikâyetin eşliğinde şiddetli halsizlik güçsüzlük duyguları ve sinirlilikti. Bu teşhis bugün ender kullanılmakla birlikte bazan tek semptom olarak hiçbir etkeni bulunamayan ve hiçbir tedavinin işe yaramadığı inatçı bir halsizliğin mevcut olduğu hastalara rastlanmaktadır. Gerçekten nev-rastenik bir hastaya yanlış olarak kolayca depresyon vakası teşhisi koyulabilir. Bkz. HİPOKONDRİASİS


Nevrozlar

Bkz. PSİKONEVROZLAR


Nihilistik Delüzyonlar


Nihilistik delüzyonlara tipik olarak şiddetli ajite depresyonlarda-özellikle envo-lüsyonel melankolide (bkz.)-rastlanır. Hasta hiçbir duygusu kalmadığı öldüğü kendisini her gün ziyarete gelen eşinin de öldüğü dünyanın varolmadığı gibi düşüncelerinde diretir. Şiddetli retarde depresyonlarda ve bazan organik yahut şizofrenik hastalıklarda da benzer delüz-yonlar görülmektedir. Bunların geçmişe kıyasla bugün daha az yaygın olmalarının nedeni muhtemelen şiddetli depresyonların artık bu gibi aşırı semptomlar gelişmeden önce etkin biçimde tedavi edilebilmeleridir.



Noktürnal Enürez


Geceleri yatağı ıslatma. Bu yaygın bozukluğun çocukluk döneminde taşıdığı önem «ENÜREZ» başlığı altında ele alınmıştır.


Noradrenalin ( Norepinefrin )


Noradrenalin post-ganglionik adrenerjik sinirlerin ileticisidir ve ayrıca muhtemelen beyinde de bulunmaktadır. Periferi-de öncelikle sempatik sinir sistemindeki alfa-reseptörlerini uyararak sonucunda kan basıncının yükselmesine ve periferik vasküler direncin artmasına yol açar. Se-rebral kan dolaşımı yavaşlar. Beyindeyse noradrenalin muhtemelen ruhsal durum öğrenme reaksiyonları ve ödül sinyal sistemler nin temelindeki mekanizmalardan sorumludur. Adrenerjik s'napsta «yoğun -çekirdek» vesiküllerinde ATP (adenosin trifosfat) ile bir kompleks halinde depolanır ve eksositozla salgılanır. Reseptördeki etkisinin sona ermesi presinaptik terminale geri-ahmına (re-uptake) bağlıdır. Kokain amfetamin ve imipramin gibi ilaçlar bu geri-alımı bloke ederek resep-törlerdeki etkin serbest amin düzeylerini yükseltirler. Bu maddelerin ruhsal durumu canlandırıcı etkileri muhtemelen bundan ileri gelmektedir. MAOI'ler (bkz.) de ana enzim olan ve noradrenalini yıkıma uğratan monoamin oksidazı bloke edip beyindeki serbest noradrenalin düzeyini yükselterek ruhsal durumu canlandırırlar. Bu bileşiklerden bazıları ayrıca depolardaki noradrenalini de serbest bırakabilir ya da noradrenalin reseptörlerinde başlı başına etki gösterebilirler. Re-serpin hem katekolaminlerin hem de serotoninin depolarını yıkarak beyin ve periferideki düzeylerde önemli düşüşlere yol açar. Bunun sonucunda klinik depresyon tablosu gelişebilir. Noradrenalin ****bolizmasında rol oynayan ikinci bir enzim de noradrenalini Or-to pozisyonunda metilliyerek nor****dre-nalin ve vanil mandelik asit (VMA) üretimini gerçekleştiren katekol-O-Metil transferazdır.
Bkz. AMİNLER ADRENALİN KATEKOLAMİNLER BEYİN MONOAMİNLERİ


Normal Eğri

Poisson yahut Gaussian eğrisi adlarıyla da bilinir. Mod çevresinde simetri gösteren gözlem frekansı eğrisidir (bu durumda mod median ve ortalama değere eşittir). Sağlıklı bir popülasyondan elde edilen ölçümler tipik olarak bu eğriyi verir.


Nıemann pıck hastalığı


Bebeklikte görülen sinir sisteminde kalıcı bozukluğa ve karaciğer-dalak büyümesine yol açan kalıtsal bir lipoidozdur. Bkz. KALITSAL ****BOLİZMA BOZUKLUKLARI


Nöbetler


Epileptik bozuklukların görüntüsel davranış tezahürlerini tanımlamak için kullanılan birçok terimden biridir. Aslında karakteristik olarak bir epilepsi nöbeti görünümüne tekabül eden davranış send-romudur. Bu durumda da ayırıcı teşhis için bir temel oluşturan şikâyeti yansıtır. Ayırıcı teşhiste aşağıda kaydedilen durumlar ele alınır: Serebral olaylar
Kökeni bilinmeyen epilepsi (bkz.); kon-jenital serebral bozukluklar; intrakranial tümörler (sekonder birikimler dahil); se-rebrovasküler bozukluklar; serebral travma; serebral enfeksiyonlar; serebral dejenerasyonlar. S:stemik olaylar
Entoksikasyonlar ve ilaç abstinansı; üremi; hipoglisemi; kardiovasküler bozukluklar; sistemik enfeksiyonlar. Histerik nöbetler (bkz.).



Nöro - İleticiler

Sinir impulsunun bir hücreden öbürüne iletimi sinapsta ve yalnızca bir yönde gerçekleşir. Pre-sinaptik fibrilden gelen im-puls yaklaşık 200 Angström ünitelik si-naptik boşluktan geçerek ikinci nöronun
post-sinaptik membranma ulaşır. Sinap-tik iletimde pre-sinaptik membrandan salgılanan spesifik bir madde aracılık eder. Bu madde (nöro-iletici) aksonun ucundaki çok ufak sinaptik veziküllerde depolanır. Nöro-iletici bitişik sinir hücresi membranıyla reaksiyona girerek onu ya eksite ya da inhibe eder. Eksitasyon durumunda madde hücreyi ikinci bir im-pulsun iletimini olanaklı kılan bir duruma getirecek biçimde etki gösterir. İnhi-bisyondaysa madde bu aktiviteyi önleme etkisi gösterir. Periferik sinir sisteminde etkinlik gösteren nöro-ileticilerin nitelikIeri bilinmektedir; bunlar çeşitli sinapslar-daki asetilkolin ve noradrenalindir. Santral sinir sistemindeki nöro-ileticilerin nitelikleriyse daha az bilinmektedir. Etki gösteren maddeler muhtemelen asetilkolin noradrenalin dopamin serotonin ( 5-hidroksitriptamin ) gamma-aminobüti-rik asit (GABA) glisin ve glütamik asittir. Bkz. SİNAPS İLETİMİ BEYİN HÜCRELERİ SİNAPSLARINDA İLETİM



Nörofibromatoz

NÖROFİBROMATOZ
(Von Recklinghausen hastalığı) Ciltte pigmentasyon sübkütan fibromata periferik ve kranial sinirlerde nörofibro-mata gibi karakteristikler gösteren bu durum düzensiz bir dominan genden ileri gelir. Cilt ve sinir tümörlerinde ayrıca beynin içinde habisleşme gelişebilir. Bkz. KALITSAL ****BOLİZMA BOZUKLUKLARI


Nöroleptikler (Majör trankilizanlar)

Majör trankilizanlar ya da nöroleptik ilaçlar bu bileşik dizisinin prototipi olan klorpromazinin kullanımından sonra geliştirilmişlerdir. Bugün ayrı birçok kimyasal grup bu genel kategoriye girmektedir: Fenotiazinler (bkz.) bütirofenonlar (bkz.) ve tioksantinler (bkz.). Bu nöroleptik ilaçlar birçok ortak özelliklere sahiptirler. Uyku yaratmaksızın hastayı yatıştırırlar emosyonu hafifletirler dış stimulusların etkisini giderirler ve inisiyatifi azaltırlar. Uyku hali ve hipotansiyon gibi birkaç hafif yan etkiye sık rastlanırsa da en önemlisi ekstrapiramidal sendromlardır.
Nöroleptik ilaçlar tablosu
Fenotiazinler Klorpromazin
Trifluoperazin Flufenazin
Rauwolfia türevleri Reserpin
Bütirofenonlar Haloperidol
Trifluoperidol
Tioksantinler Klorprotiksen
Tiotiksen
Nöroleptikler psikotik bozuklukların ilaçla tedavisinde en belli başlı yeri tutarlar; özellikle şizofreni vakalarında ve ma-nik durumlarda genellikle yüksek dozlarda uygulanırlar. Ayrıca organik konfüz-yon durumlarındaki ve beyin sendromla-rındaki semptom kontrolunda ve belirgin ajitasyonda antidepresan tedavisine ek olarak yararlı bir yerleri vardır. Nörotik hastalıklar ve anksiete durumlarında minör trankilizan tedavisi âdet olmuştur ama refrakter vakalarda nöroleptik bileşiklere de başvurulabilir.
NÖROSİFİLİS KONJENİTAL


Nörosifilis Konjenital

Bundan elli yıl kadar önce nörologlar
konjenital frengiden mustarip 100 hastalık vaka ser.'leriyle karşılaşıyorlardı; oysa bugün bu gibi vakalara ender olarak ve dolayısıyla konjenital nörosifilis vakalarına da üç kat daha seyrek rastlanmaktadır. Doğumu izleyen ilk haftalar veya aylar iç:nde konvülsiyonlar hidrosefalus paraliz optik atrofi ve zekâ yetersizliği görülür iki üç yıl içinde de eyer burun ve çivi dişler gibi belirtilerin eşliğinde sağırlık ve intertisyel keratit gelişir; on yaşını aşkın çocuklardaysa genel paraliz ya da jüvenil tabes belirir. Ölümden kurtularak birtakım belirtiler taşıyarak yaşayan az sayıda yetişkine hâlâ rastlanmaktadır.


Nörotik Reaksiyon Tipleri

Bkz. PSİKONEVROZLAR


Nörotisizm ( N-Faktörü )

Eysenck psikiyatrik bozuklukları sınıflandırmaya çalışırken bazı durumlar için tıbbi teşhisin uygun olabileceğini ama öğrenme proçesleriyle kazanılan davranış bozukluklarına başka bir sınıflandırma sistemi uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür. Eysenck üç geniş kişilik boyutu tanımlamıştır: Psikotisizm ( P-faktörü) nörotisizm (N-faktörü) ve ekstroversiyon -entroversiyon (E-puanı). Bu boyutlar üzerinde davranış bozuklukları gruplan-dırılabilmektedir: Nevrozlar bazı psikozlar ve psikopatiler. Bu faktörleri belirlemede kullanılan testler arasında Eysenck kişilik envanteri (EPI) vardır (eskiden Maudsley kişilik envanteri (MPI) adıyla biliniyordu).
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
O




Obezite


Obezite kalori tüketimini aşan bir kalori alımı sonucunda aşırı adipoz doku birikimi durumudur. Gelişiminde genetik kültürel mctabolik ve psikolojik faktörler dahil olmak üzere birçok etken rol oynar. Aşırı obezite vakaları familyal olabilir; ayrı büyütülen monozigot ikizlerde beden ağırlığının birlikte büyütülen dizi-
got ikizlere göre daha yakın olduğu bulunmuştur. Annenin bebeği besleme tutumu özellikle doğumu izleyen ilk yıl içinde önemli bir etyolojik faktördür ve yaşam boyu aşırı beslenmeye yol açabilir. Depresyon anksiete ve yalnızlık duygusu aşırı yeme eğilimiyle birlikte gelişebilir ve hızlı bir kilo alma durumu özellikle genç kızlarda depresyonu artırabilir. Amfetaminler gibi iştah azaltan ilaçlardan psikolojik bağımlılık tehlikesi dolayısıyla kaçınılmalıdır. Bazı vakalarda psikoterapi endikedir. Uzun sürede prog-noz olumlu değildir çünkü durum nüksetme eğilimi gösterir.

Objektif Psişe

jung'un «kollektif bilinçdışı» olarak değindiği kavramın yerini alan bir terimdir. Jung bilinçli akıldan önce varolan ve bilinçle birlikte yahut bilince rağmen işlev gösteren bir psişik fenomenler deposu veya alttabakasından sözetmiştir. Objektif psişenin başlıca iki öğesi «arketipler» ve bunları çevreleyen komplekslerdir. Arketipler hayvan davranışında gözlemlenen içgüdüsel davranış pattern'leri gibidir. Bunlar insanlarda bütün insanların paylaştıkları tip^k olarak insana özgü «nosyon ve davranış pattern'leriyle ifade bulur. Komplekslerin yapıları da arketipsel-dir-yani bunların temelinde «kişiyi aşkın» ve evrensel insan yaşantısı biçimleri vardır. Böylece bir «anne kompleksi»ni yalnızca tek bir anneyle ilgili kişisel bir yaşantı değil evrensel ve önceden oluşmuş bir «anne» kavramı belirler. «Persona» (bkz.) terimi de uyum ve dış gerçekliğe yönelen arketipsel bir dürtü anlamına gelmektedir. «Animus» (bkz.) ve «anima» (bkz.) arketipsel yansımalardır-birincisi kadındaki bastırılmış erkeksi yön ikin-cisiyse bunun tersidir. «Gölge benlik» (bkz.) ise düşlerde aynı cinsiyetten başka bir kişiyle yansır ve düş görenin bastırılmış kişisel bilinçdışı niteliklerini temsil eder.

Obsessif-Kompülsif Reaksiyon


Bkz.Obsesyonel Nevroz


Obsesyonel Nevroz


Obsesyonel kompülsiyon belli bir hareketi yahut hareketleri tekrar tekrar yapmak için duyulan zorunluk (örneğin rimeller veya dokunma) anlamında kullanılan bir terimdir; obsesyonel-rüminatif ise genellikle kişijıin korku duyduğu inatçı nitelikteki düşünceler (örneğin mikrop korkusu günah işleme korkusu) biçimini alan kompülsif fenomenler anlamına gelir.
Teşhis için iki kriter şarttır. Bunlardan birincisi sübjektif bir kompülsiyon duygusunun semptomlara mutlaka eşlik etmesidir; ancak kişi çok seyrek olarak bu tekrarlayan korkulu düşüncelerin gerektirdiği davranışı eyleme döker. İkincisi de hasta kompülsif fikrin kendi aklının bir ürünü olduğunu kabul etse bile buna her zaman karşı koyma eğilimi gösterir. Hasta genellikle duyduğu bu kompülsi-yonun nesnel anlamsızlığını kabul eder ama aşırı bir pislik yahut mikrop korkusu (fobisi) duyan bir kişi gibi sık sık elini yıkamasının hiç de gereksiz olmadığını kolayca kabul etmeyebilir. Anksiete aji-tasyon yahut gerilim evrensel olarak mevcuttur özellikle yerine getirilmesi olanaksız bir kompülsiyon sözkonusuysa. Obsesyonel yatkınlığı olan ebeveynlerle ilgili genetik yahut ortamsal etkilenmenin otyolojik önem taşıdığı ispatlanmıştır. Daha önceden mevcut patolojik bir kişilik esnek olmayan tutumlar düzen ve disiplin sevgisi gibi faktörler de predispozis-yon yaratır. Kişi kendisine yüksek stan-dardlar belirler ve bunlarla ilgili olarak büyük bir anksiete duyar. Nevrozu presi-pite eden etkenlerse kişinin özellikle ve kişisel olarak yatkın olduğu herhangi bir fizyolojik yahut psikolojik stress olabilir.
Bu hastalıklar kesin biçimiyle orta yaşlarda belirmekle birlikte nörotik semptomlar erken yaşta başgösterir. En sık göülen tipi yıkama kompülsiyonlarıdır; pislik ve mikrop korkusu da yaygındır. Bazı hastalar belli bir düzene göre giyinme ya da evlerini belli bir tarzda yerleştirme gereği duyarlar. Bazılarında da çok kere belli bir sayıyla ilgili dokunma kompülsi-yonları vardır: Örneğin ellerine almadan önce kaşığa yedi kez dokunurlar. Başka hastalar herşeyi sayısız kez yeniden kontrol ederler ve birçoklarında fobiler gelişir. Kompülsif semptomların yaşamın ikinci ve üçüncü yılları gibi çok erken bir dönemde başladığına ilişkin güvenilir raporlar vardır.
Ayırıcı teşhiste organik lezyon depressif veya şizofrenik hastalık araştırılır. Obses-sif pre-morbid kişilik ağır b'r klinik tablo çocuklukta sinirlilik ve bekârlığın olumsuz bir prognoza işaret ettikleri kabul edilmektedir. Tedavide ilk yaklaşım destekleyici psikoterapinin yanısıra ortamsal uyum ve trankilizan-sedatif bir medikas-yon (örneğin medazepam) olmalıdır. Hastalığa eşlik eden bir depresyon durumu için de uygun bir tedavi uygulanmalıdır. Bu hastalardan % 15-20'sinde trisik-lik antidepresanlarla (örneğin amitriptil-in) bir dereceye kadar cevap kaydedildiği rapor edilmiştir. Umut verici yeni bir tedavi yöntemi olan «apotrepik» davranış terapisinde hastalar sürekli olarak kontrol altında tutularak kompülsif eylemlerini yerine getirmeleri önlenmektedir. Hastalığa eşlik eden fobiler gevşeme ve karşılıklı inhibisyon gibi daha iyi bilinen davranış terapisi teknikleriyle tedavi edilebilir. Daha önceleri iyi uyum gösteren enerjik bir kişiliğe sahipken aşırı gerilim ve anksietenin belirgin semptpmlar olarak başgösterdiği bir hastada lökotomi endike olabilir. Obsesyonlar tamamıyla giderilme-se bile kompülsif nitelikleri ve bunlara eşlik eden disfori oldukça hafifler.



Obsesyonlar

Bunlar öznel bir kompülsiyon duygusunun yanısıra buna direnme arzusunun da eşlik ettiği birtakım bilinç içerikleridir. Tekrarlama eğilimi gösterirler ve yeterli bir performansa ve akıl aktivitesine önemli biçimde müdahale ettikleri için patolojiktirler; yahut da normal kişilerde görüldüğü gibi kısa süreli ve seyrek olabilirler. Obsesyonlar istenildiğinde zihinden kolayca kovulamayan tekrarlayıcı fikirler imajlar veya kompülsif bir eylemi yerine getirmek için duyulan impulslar biçiminde başgösterebilir. Tekrarlayıcı kuşkular düşünceler ve uğraşlar da görülebilir. Tekrarlı kompülsif eylemler ritüel biçimini alabilirse de ritüellerde kompül-siyona karşı direnme arzusu olmayabilir -oysa bu direnme arzusu obsesyonun esas belirtisidir. Ancak obsesyonlar ve kom-pülsiycnlar genellikle aynı kişide birlikte mevcutturlar ve belli bir eylemin hangi kategoriye uyduğuna yani direnme arzusu bulunup bulunmadığına karar vermek çok kere güçtür.
Bu fenomenler özellikle düzen kontrol ve katı tutum eğilimlerinin belirgin olduğu obsesyonel (anankastik) kişiliklerde gelişir.


Odül Sistemi

Bkz. OPERANT ŞARTLAMA TERAPİLERİ


Ofori

Kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Psikiyatride öfor: her zaman patolojik anlam taşır ve çok kere organik serebral hastalığın önemli bir erken belirtisidir. Elasyon-dan önemli bir farkı vardır: Bulaşıcı bir niteliği ve hiçbir neşe öğesi yoktur; çünkü hoşnutluk duygusu olumlu bir duruma değil yalnızca bilinç yoksunluğuna ve üzüntü yahut anksieteyi duyamamaya dayanır. Özellikle frontal lobları etkileyen yaygın serebral hasarın bulunduğu bütün durumlarda öfori görülebilir. Senil ve arteriosk-lerotik demanşiarda (bkz.) yaygın sklerozda ve Huntington köre'sinde (bkz.) er veya geç görülür; çok kere şiddetli kafa travmasından ve ilkel lökotomi (bkz.) ameliyatlarından sonra da gelişebilir. Ba-zan Addison hastalığında (bkz.) da öfori görülebilir.

Oidipus Kompleksi

Bir Yunan mitosuna göre annesi ve babasının kim olduğunu bilmeyerek bir kavga sonucu babasını öldüren ve annesiyle evlenen Oidipus'dan adını alan temel bir psi-kanalitik kavramdır. Psikanaliz teorilerine göre her çocuk fantazide yer alan bu aile-içi cinsel ilişki evresinden geçer. Bebekliğin ileri dönemlerinde çocuk bir miktar enerjisini ebeveyne karşı cinsel ilgiye yöneltir. Normal olarak erkek çocuklar daha çok anneye kız çocuklar da babaya (bkz. ELEKTRA KOMPLEKSİ) bağlanırlar. Bu safhada çocuğun duygu dünyası kıskançlık suçluluk duygusu ve aynı cinsten olan ebeveyninin öç alacağı korkusuyla doludur.

Okul Fobisi

Okula gitme korkusu normal ve yaygın olarak beş yaşlarında ilkokula başlarken yahut yuvaya giden çocuklarda daha erken yaşta görülür. Bu korku genellikle ilk birkaç saat içinde geçer ve ender olarak birkaç haftadan daha uzun bir zaman sürer. Yerleşmiş okul fobisi veya anksiete nedeniyle okula gitmeyi reddetme çok daha seyrek rastlanan bir fenomendir. Bu durum çocuğun okula gitme isteksizliğini örtmeye çalıştığı ve çok az anksiete duyduğu yahut hiç duymadığı okuldan kaçma (bkz.) durumundan kesinlikle farklıdır. Okul fobisi olan çocuk genellikle sessiz terbiyeli zekâsı ortalama ya da ortalamanın üstünde ve fazla öğrenim sorunları olmayan bir çocuktur. Sık sık yersiz derecede yakın bir anne-çocuk ilişkisi sözkonusudur ve babanın evdeki rolü pasif ve kayıtsızdır.
Kısa sürede predispizisyon yaratan fak-törler arasında okulda bir kavga bir öğretmenle tartışma ya da ebeveynin birinin hastalanması olabilir. Anksiete genellikle bir öğrenim yılı yahut yarıyılı başlangıcında ve orta okula başlarken gelişir. Çocuğun gösterdiği anksiete semptomları sınırlı olabilir: Akşamları neşeyle oynar ama sabah okula gitmekten korkar. Daha ender olarak da anksiete depressif yahut şizofrenik bir hastalığın yalnızca bir semptomu olarak belirir.
Temelde hiçbir hastalığın teşhis edilmediği ve sorunun aşırı yakın bir anne-çocuk ilişkisi ortamında belirdiği vakalarda tedavi başlangıçta bir devamsızlık alışkanlığının yerleşmesinden önce çocuğun hemen okula gönderilmesini amaçlamalıdır Babanın çocuğu okula götürmesi sağlanır sa bu daha da kolay gerçekleştirilir. . gibi «ilk yardım» önlemlerinin yanısıra sorunun nasıl geliştiği de ebeveynle tar tışılmalıdır. Bu önlemler başarısız kalırsa çocuk bir psikiyatri uzmanına sevk edil melidir. Bkz. ÇOCUK PSİKİYATRİSİ


Okülo- Serebro - Renal Sendrom


(Lowe Sendromu)
Okülo-serebro-renal sendrom muhteme len cinsiyete bağlı kalıtımla geçer. Akıl retardasyonunu ve gözleri (konjenital ka taraktlar ve buftalmos) böbrekleri (iler leyici renal tübüler bozukluklar) santral sinir sistemini etkileyen kusurları kap sar. Genetik taşıyıcılar oldukları varsayı lan kişiler görünüşte klinik bakımdan nor mal olmakla birlikte bazılarında renal tübüler amino-asidüri belirlenmiş bazıa rında da muayenede göz merceğinde opak alanlar saptanmıştır.


Oligofreni

Akıl gelişimi bozukluğudur. Akıl gerili ğiyle (bkz.) eş anlamlıdır.


Olüm İçgüdüsü

Bu kavramı ilk olarak Freud 1920'de ayrı bir dürtü olarak ileri sürmüştür. Freud «zevk ilkesinin ötesindeki» psikanalizin gelişiminde filogenetik bakımdan daha eski bir ilke kabul etmiştir: Tekrarlama kompülsiyonu ilkesi. Bu ilke statükoyu yeniden kurarak sonunda kişiyi tüm bio-lojik gerilimden uzak inorganik ve cansız bir varoluş olan bütün evrelerin başlangıcına geri götürmek üzere etkinlik gösterir. Ölüm içgüdüsünün entrojeksiyo-nu kendine zarar vermeyle sonuçlanırken projeksiyonunun dış saldırganlığa yol açtığı ileri sürülmüştür. Ölüm içgüdüsü bugün pek önemsenme-mekle birlikte zihinsel ve biolojik fonksiyon teorilerinin gelişiminde dikkate değer bir yere sahiptir.

Oneiroid

Düş gibi anlamına gelir. Özellikle ger çek ortamla temasın yitirildiği psikotik durumlarda görülür. Şizofrenilerde (bkz.) yakın ortam yanlış yorumlanmakla ve lüzyonel anlamla yüklenmekle birlikte genellikle tanınarak kabul edilir. Onei roid tipte psikozlardaysa hastanın gerçek likten tümüyle uzaklaştığı ve fantas içerikli bir düş dünyasında yaşadığı gö: lür.
Hastanın yaşantıları paramnezilere (bkz.) benzerse de oneiroid durumlarda yaşan.-tılar saniyeler ya da dakikaları değil haf talan kapsar. Katatonik ve hebefrenik şi-zofreniler başlangıçta oneiroid fenomen ler gösterebilirler.


Onikoidizm

Hadım edilmiş kişi terimi pre-pübertel evrede kastre edilmiş erkek anlamına gelirse de bazan testisleri hiç fonksiyon göstermemiş erkekleri de kapsar. Testislerde daha az şiddetli fonksiyon yetersizliği du-rumlarınaysa önikoidizm adı verilir. Bu vakalarda testisler ve penis püberte sırasında yeterince gelişmez sakal ve beden kılı seyrektir ve cinsel libido düşüktür. Epifizlerdeki birleşmenin gecikmesi nedeniyle önikoidler uzun boylu yüzleriyse zayıf ve köşelidir. Kandaki testosteron düzeyleri ve idrarda androjen ıtrahı düşüktür. Önikoidizm bir yandan örneğin travma kabakulak testis torsiyonu gibi lokal testis hasarından (primer önikoidizm) ileri gelebilirken etyolojide hipotalamus yetersizliği daha yaygındır (sekonder önikoidizm). Jinekomasti ve kısırlığa eşlik eden önikoidizmse Klinefelter sendro-munda (bkz.) (XXY) görülebilir. Önikoidizm hastalarının hemen hepsinde testosteron tedavisinin başlatılmasından önce tam nörolojik ve endokrinolojik incelemeler yürütülmelidir.

Operant Şartlama

Operant şartlama yayınlanan birtakım tepki ya da operantların selektif olarak güçlendirilmesinden (ödüllendirilmesinden) sonuçlanan bir öğrenme proçesidir. Bu güçlendirme ileride aynı stimulus durumuna uğramada aynı tepkinin gösterilmesi olasılığını artırır. Öte yandan olumsuz güçlendirme (cezalandırma) ise tepkinin tekrarlanma olasılığını azaltır. Bkz. ŞARTLI REFLEKS ve ŞARTLI TEPKİ


Opium Alkaloidleri

Papaver somniferum adlı çiçekten elde edilen opium alkaloidleri müstahzarları antik çağdan beri iyi ya da kötü amaçlarla kullanılmıştır. Bu bileşiklerin özelliklerine ilişkin tüm ayrıntılar genel farmakoloji kitaplarından bulunabilir. Bu bileşik grubu en önemlisi morfin olmak üzere birkaç doğal opium bileşenini ve ayrıca birkaç yarı-sentetik türevi içine alır (Bkz. Tablo). Bu grup terapötik bakımdan heterojendir; güçlü ve hafif analjezikleri antitussifleri antidiyareik ajanları ve bir emetik maddeyi kapsamaktadır
Güçlü analjeziklerin gösterdikleri öfori et kişinin yanısıra çabuk gelişen ilaç toleran sı sonucunda ilaç bağımlılığına yatknlık yüksektir. Psikiyatrik ilgiyse bu birleşik lerin ilaç bağımlılığına (bkz.) yol açma özelliklerine ve bu gibi durumların teda visine yöneliktir.
Alkolizm (bkz.) vakalarına uygulanan aversiyon terapisinde (bkz.) apomorfin sınırlı bir yere sahiptir: Bu tedavisinde al kollu içki kullanımı üzerine apomorfin hastanın kusmasına yol açar.
Doğal ve yarı-sentetik opium alkaloi
Doğal opium alkaloidleri
Fenantren Morfin
Kodein Tebain
Benzilizokinolin Papaverin Noskapin
Yarı-sentetik
alkaloidler Diasetilmorfin (en
Apomorfin Hidromorfin Oksimorfon Hidrokodon Oksikodon

Oral Kontraseptifler

oğum kontrol hapı psikolojik durum ve cinsel davranış üzerinde karmaşık etkiler gösterir. Bu ilaçlar son derece etkin raseptifler olduklarından psikolojik leri genellikle olumludur. Ancak yan etk kilerin görüldüğü de bilinmektedir ve du yarlı kadınların bu tür şikâyetlerde lunmaları olasılığı da yüksektir. Ayı kilde seyrek rastlanan zararlı etkiler varlığı bilinmektedir; kullanan ki bunu bilmesiyse bazan büyük bir anksi yete yaratır.
Doğum kontrol hapı bazı kadınlarda sinir lilik yaratmakta ve % 5-7'sinde çok kere âdet öncesinde iyice kötüleşen depresyona yo! açmaktadır. Depresyon şiddetlenebilir ve her zaman ciddiye alınmalıdır. Bu durum daha ziyade kuvvetli projestojen haplar kullanan ve daha önceleri âdet öncesi depresyon ya da depressif hastalık şikâyetinde bulunan kadınlarda gelişmektedir. Bu tip kadınlara doğum kontrol hapı verilirken dikkatli davranılmalıdır. Yine de daha önceleri dengeli bir kişiliğe sahip kadınlarda da depresyon belirebilir. Doğum kontrol hapı genellikle gebelik korkusunu yokederek cinsel yaşam üzerinde olumlu etki gösterir. Oysa ufak bir grup kadında libidoyu ve orgazm kapasitesini azaltmaktadır. Bu durum doğrudan doğruya kimyasal bir etki de olabilir çünkü aynı etki deneysel hayvanlarda da görülmektedir. Bu yan etki yaygın olarak bilindiğinden bazan telkin önem taşır.

Organik Sendromlar

Organik beyin reaksiyonlarının en yaygın belirtileri yetişkinde hafıza bozukluğu oryantasyon bozukluğu ve zekâ yeteneği kaybı bebek ve çocukta da zekâ gelişiminin duraklamasıdır. Lokal hasar-daysa spesifik olarak bazı yeteneklerin zarar görmesi sonucunda örneğin konuşma oryantasyon vb. yetenekler kayba uğrar. Organik beyin reaksiyonlarının genel etkenleri şunlardır:
1. Konküsyon laserasyon subdural he-matomayla sonuçlanan travma.
2. Serebral abse menenjit genel para-liz yahut ansefalitle sonuçlanan enfeksiyon (bakteryel yahut viral).
3. Arteriosklerotik demansla sonuçlanan arteryel hastalık.
4. Dejenerasyon - senil demans Alzhei-mer hastalığı Pick hastalığı.
5. Alkol gaz ve ilaçlar dahil bazı kimyasal bileşiklerden ileri gelen entok-sikasyon yahut sistemik ekstrakranial enfeksiyon (örneğin pnömohi).
6. ****bolik karaciğer yetmezliği üremi ıdkalozu asidoz gibi.
7. Hormona! - miksödem tirotoksikoz Cushing hastalığı insulinoma gibi.
8. Yetersizlik hastalığı - Pellag tamini yetersizliği yahut an
9. Anemi solunum yolu veya 1 küler nedenler ya da bo| ileri gelen anoksi.
10. Neoplazi-omeğin glioma i ma.
11. Fetal hasara ya da doğum tr yol açan konjenital ve kalıtsı lor. Bunlardan birincisi geb üç ayı içinde maternel virü yonundan ileri gelebilir. Ka rumlar arasındaysa ****boli surun (örneğin fenilketonüı jenerasyonların (örneğin ton koresi) kalıtımı vardır.
12. Diğer et/cenZer-kollagen hı etyolojisi bilinmeyen hastalı neğin yaygın skleroz idio{ lepsi).
Ayrıntılı bilgi için bu hastalık rina bkz.


Ortalama Değer Aritmetiksel

Aritmetiksel ortalama «ortalama» ile eş anlamlı teknik terimdir. Bir gözlem dizisindeki değerlerin toplandıktan sonra gözlem sayısına bölünmesi yoluyla hesaplanır.


Ortalamada Standart Hata


Kesin bir ortalama değer (bkz.) belirleyebilmek için tüm popülasyon değerlendirilmelidir. İncelemeye alınan random numune ne kadar ufaksa gözlemlenen ortalama değerin gerçek ortalamaya eşit olmaması olasılığı da o kadar yükselir. Standard sapma üzerinden (bkz.) hesaplanan bu ortalamada standard hata ile gözlem sayısı kullanılarak hatanın tahminî değeri hesaplanır.


Ortam

Bkz. EKOLOJİ

Ortam Değişimi


Hekimler psikiyatrik semptomların belli bir sosyal durumla ilgili olarak geliştiğine inanarak sık sık hastalarına işlerini değiştirmelerini evlerinden çıkmalarını yahut birtakım ortam değiştirme girişimlerinde bulunmalarını öğütlerler. Bu girişimler ender olarak etkindir çünkü çok kere yetersiz bir temele dayanır. Dikkatli bir ps kososyal araştırma ve hastanın kişiliğiyle psikopatolojisinin değerlendirilmesinden sonra ortam değişimini öğütle.nek ya da sağlamak doğru olabilir. Klinik tedavide dikkatli bir incelemeye dayanan ortam değişimi önlemleri terapötik bakımdan büyük yarar sağlayabilir.

Oryantasyon

Zaman yer ve kimlik olarak öz-bilinç anlamına gelir. Kişisel oryantasyon ad yaş iş ve statü ender olarak tam kayba uğrar; ancak demansta yahut serebral travmadan sonra kısa bir süre hasta bunları tamamen unutabilir; şiddetli akıl geriliğinden mustarip hastalarsa bunları hiç öğrenemezler. Zaman yer ay saat oryan-tasyonu da delirium ve amnezik sendrom-larda çok kere bozulur. Yaşlılar özellikle ağır hastalık sırasında ve hastaneye ya da akrabalarının evlerine götürüldükleri zaman yer oryantasyonlarını kaybederler. Zaman ve yer oryantasyonu konfabülas-yon (bkz.) nedeniyle de dalgalanma veya dengesizlik gösterebilir. Sol/sağ oryantasyon bozukluğu yani bedenin hangi yanına işaret edildiğini yahut dokunulduğunu anlama güçlüğüyse bazı serebral lez-yonlara eşlik eder. Oryantasyon kaybı fonksiyonel bozukluklardan çok organik bozuklukların varlığını gösterir. Şizofreniklerse biri gerçek ve biri delüz-yonel olmak üzere çift oryantasyon geliştirirler. Ancak yalnızca delüzyon oryantasyon bozukluğu değildir


Otizm

Onbinde 4-5 çocukta görülen oldukça ender rastlanan bir durumdur. Otistik ço-
cuk doğduktan sonraki ilk birkaç ay süresince normal görünür. Daha sonra tepki göstermemeye başlar ses ve görüntü stimülasyonlarına karşı çok az bir ilgi gösterir okşanmayı istemez ve kucağa alındığında haykırarak ağlar. Bir yeri incindiği zaman teselli etmeleri için ebeveyninin yanına gitmez. Konuşma gecikmesi çok rastlanan bir özelliktir ve konuşma hiç gelişmeyebilir. Bunun tersine motor gelişme çok kere gecikmez. Ebeveyniyle arasındaki ilişkinin gelişmemesi çocuğun normal ayrılma anksietesi ve yabancı korkusu evrelerini geçirmediğini gösterir. Başka çocuklarla birlikte bulunma arzusu göstermez. Parmaklarına basarak yürüme parmaklarıyla gözlerine fiske vurma ip veya tel parçalarıyla saatlerce oynama gibi ritüel hareketleri görülebilir. Çocuk değişikliğe karşı direnir; memeden kesilme ve kaşık çatal kullanma sorunlar doğurur. Otizm sendromu ender olarak daha ileri yaşlarda hattâ iki buçuk yaşına kadar gelişebilir.
Çocuk büyüdükçe tablo değişebilir otistik soğukluğunu kaybederek ebeveynine karşı sevgi duymaya ve ayrılma anksietesi göstermeye başlayabilir. Bununla birlikte belirgin ekolali (bkz.) ve kişi zamirlerinin yanlış kullanımı (çocuk kendisinden «O» diye sözeder) biçiminde konuşma bozuklukları kalır Otistik çocukların hemen hemen % 70'i normalin altında veya daha düşük bir zekâ düzeyi gösterirler. Zekâ retardasyonu davranışla ilgili sorunlara kıyasla daha çok aksamalar yaratabilir. Otizmin nedenleri bilinmemektedir. Daha çok meslek sahibi ve orta sınıf ailelerde görülür. Bu sorunun temelinde ebeveynin özellikle annenin yetersizliğinin bulunduğu düşüncesinden vazgeçilmiştir. Artık otizmin biolojik kökenli ve beyin fonksiyonu bozukluğuyla ilgili bir karşılıklı anlaşma bozukluğu olduğu düşünülmektedir. Gelişme evrelerinde görülen afaziye benzerlik ve otistik çocuklardaki yüksek epilepsi oranı ( % 10-15) bu görüşü doğrulamaktadır. Ebeveynde rastla-nabilen bir anormallik muhtemelen böylesine şiddetli bir davranış bozukluğu gösteren bir çocuğa sahip olmanın yarattığı stress'e karşı tepki olabilir. Otizm belirtileri gösteren bütün çocuklarda uzmanlar tarafından teşhis değerlendirmeleri yapılmalıdır. Psikolojik testler sabır ısrar ve tecrübe gerektirir. Bio-kimyasal araştırma kafa röntgeni ve EEG incelemeleri yapılmalıdır; çünkü otistik çocuklardan bazılarında fenilketonüri ve histidinanemi gibi ender rastlanan ama kesin durumlar bulunmaktadır. Haç tedavisinin yararları sınırlıdır. Hi-perkinezi ve epilepside uygulanan semp-tomatik ilaç tedavisine başvurulabilir. Ender olarak temelde bulunan tedavisi mümkün bir durum teşhis edilmektedir. Uygun öğretim önlemleri en umut verici iyileştirme yoludur ama bunda bile sonuçlar sınırlı kalır. Operant şartlama terapisi (bkz.) (ödül stimuluslarının sistematik uygulanması) nispeten yeni bir tedavi yöntemi olup az ama kesin yarar sağlamaktadır. Ebeveyne yol göstermek ve öğütlerde bulunmak tedavinin önemli bir yanıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi bağımsız hayata yönelen bir prognoz olasılığı bu tip çocuklarda zayıftır. Bunlardan ancak % 15'
i hastaneler dışında bir hayat yaşayabilmektedir. Zekâ düzeyi ne kadar yüksek olursa çocuğun durumu da o kadar iyi olur.


Otoerotisizm


Çocukluğun erken dönemlerinde görülen bir öz-sevgidir. Duyusal zevkin yalnızca sübjektif bir yoldan sağlandığı bir emos-yonel gelişme evresidir. Erotik arzular kişinin kendine yönelmiştir ve bu arzular kişinin kendisi tarafından tatmin edilir. Bu evreyi tatminin dış nesneler veya kişiler aracılığıyla sağlandığı fallik evre izler. Çocuğun sevgi ve erotik arzuların tatmini yolunda ilk olarak dış nesnelere yöneldiği evre için alloerotik (bkz.) terimi kullanılmaktadır. Freud otoerotisizmin «ilkel» yani mutlaka gelişmesi gerekmeyen bir fenomen olduğunu ileri sürmüştür. Mastürbasyon özel ve genital organlara yönelik bir otcerotisizm biçimidir ve otoderotisizmle eş anlamlı değildir. Otoe-rotik evre ilk olarak ağızla emme döneminde belirir. Narsisizmden farkı otoero-t sizmin nesneye yönelik olmamasıdır. Oysa narsisizmde «ben» kabul edilir ve çocuk için kendi bedeni bir sevgi objesidir.


Otomatik İtaat

Otomatik itaat bazan katatonik şizofrenide (bkz.) görülen aşırı uysallıktır. Yapılması istenen şeyler rahatsızlık veya acı bile yaratsa kişi bunları hiç karşı koymak-sızın yerine getirir.
 
OP
eflâtun

eflâtun

Daimi Üye
Katılım
31 Ağustos 2010
Mesajlar
448
Tepki
469
Puan
63
Konum
Ankara
P




PACHYGYRIA

Serebral kortekste yalnızca birkaç büyük kıvrımın mevcut olduğu muhtemelen genetik kökenli bir gelişim bozukluğudur. Bu hastalarda şiddetli bir akıl bozukluğu mevcuttur.


Palılalıa


Gittikçe hızlanan ve işitilebilirliği azalan bir biçimde sözcük ya da kısa sözcük dizilerinin tekrarlanmasıdır. Palilalia post-ansefalitik Parkinson hastalarında çok sık ve Pick hastalığı vakalarında da bazan görülür.


Panik Nöbeti

Akut aşırı korku nöbeti anlamına gelir. Panik nöbetinin anksiete durumundan farkı birdenbire başlayan otonom aktivi-teyle birlikte baş dönmesi çarpıntı sararma terleme titreme ve kusma idrar yapma yahut dışkılama gereği duymadır. Nöbet ansızın başlar ve süresi genellikle sınırlı olmakla birlikte birkaç dakikadan birkaç saate kadar sürebilir. Bu süre içinde kontrollü akıl faaliyeti olanaksızdır ve hasta amaçsızca dolaşıp durur. Depersona-lizasyon ve derealizasyon görülebilir. Nöbet hastayı halsiz ve güçsüz bırakır. Kısa sürede etkin bir barbitüratın (örneğin metoheksiton yahut tiopenton sodyum) genellikle subhipnotik dozda i.v. yoldan enjeksiyonuyla panik nöbeti suretle kontrol altına alınabilir. Kısa süreli etkinliğin azalmasından önce de etkiyi sürdürmek amacıyla aynı zamanda sodyum amilobarbiton yahut kinalbarbiton verilebilirse de bu medikasyonlar yalnızca âcil durumlarda kullanılmah ve sür-dürülmemelidir. Başka tedavilerin başla-tdmastndan önce durumun etkeni araştırılmalıdır.


Paradoksal Uyku


Hızlı göz hareketleri (REM) kas tonüsii kaybı ve bazan bacaklarda titremenin yer aldığı uyku dönemidir. Bu dönem sırasında kişi uykusundan güç uyandırılabilir. Yetişkin insanlarda paradoksal uyku sik-luslar halindedir ve normal bir gece uykusunun % 20-25'ini oluşturur. Düşlerin görüldüğü bu uyku dönemi uyku sürecinin esas bölümüdür. Uyku yoksunluğundan sonra uyunan uykuda paradoksal uykunun oranı artar. Hipnotikler ve stimü-lanlar da bu oranı değiştirir.

Parafreni


Bkz. PARANOİD ŞİZOFRENİ





Paramnezi


Paramnezi ya da hafıza yanlışlığı en karakteristik olarak dismnezi (hafıza bozukluğu) sendromunda görülür. Bu send-romda hastanın hatırlamasırıdaki boşlukların yerini uydurma olaylar doldurabilir. (Bkz. KONFABÜLASYON) Hasta delüzyonlarına uyacak biçimde yanlış anılar hatırlayabilir: Örneğin kral ailesinden olduğuna inanan bir hastada bir taç giyme töreni anısı oluşabilir. «Deja vu» (bkz.) ise bir yaşantının daha önce de yaşandığı yahut daha önceden bilinmeyen bir ortamın tanındığı duygusuna verilen addır.


Paranoid Reaksiyonlar

Paranoid reaksiyonlar bazı duyarlı kişilerin ve başka bakımlardan normal birçok kişinin özel koşullar altında hayalkırık-lığı yaratan ya da küçük düşürücü durumlara karşı gösterdikleri aşırı bir tepkidir. Bu tepkide projeksiyon (bkz.) mekanizması rol oynar. Kişi kendisinin bir ilgi odağı olduğu kendisi hakkında konuşulduğu ya da onu utandıracak özel bir durumundan sözedildiği gibi yanlış birtakım duygulara kapılarak bu tepkileri gösterir. Kendisi gösterdiği bu tepkiyi hemen anlar ve kolayca aklından siler. Oysa tepkinin inatçı bir nitelik kazanması ve kişinin bunlara inanması üzerine durum patolojikleşir. Anormal kişilik (utangaçlık aşağılık duygusu aşırı öz-beğeni) özel kusurlar (sağırlık cinsel sapıklık sakatlık) ve özel durumlar (hapse girme vatandaşlıktan atılma) bu tepkileri besleyen bir ortam oluşturur. Bu tepki kişinin özel koşulları ve kişiliği açısından yorumlanabildiği sürece psikozdan farklıdır. Yoğun yahut birikim yapmış stress durumlarında da akut reaksiyonlar gelişebilir. Bu tepkilerde prognoz olumludur çünkü presipitan etkenlerin giderilmesine karşı olumlu cevap kaydedilir. Yine de b'rçok vakada nüksetme eğilimi görülür.


Paranoid Şizofreni


Paranoid şizofreni şizofreninin (bkz.) en kesin ayırdedilebilen ve niteliği en az değişkenlik gösteren alt tiplerinden biridir. Başlangıcı genellikle sinsidir ve çok kere 30 yaşından sonra görülür. Karakteristiği çok kere perseküsyon içerikli kesin - tanımlanan inantçı delüzyonların gelişimidir. Bu delüzyonlar sık sık geniş kapsamlı olmakla birlikte birbirleriyle bağlantılıdır. Ancak bazı hastalarda gelişen «an-kapsüle» yani tek bir delüzyon ideasyo-nun geri kalan bölümünü etkilemeyebilir. Hasta durumunun küçümsenmesi veya kıskanılması yüzünden aşağılandığı veya nefret gördüğü duygusuna kapıldığı için perseküsyon duygularıyla büyüklük delüz-yonları arasında bağlantı vardır. Ayrıca delüzyonların içeriğini paylaşan veya genişleten hallüsinasyonlar da belirebilir. Delüzyonların hem emosyonu hem de davranışı etkilemesi sonucu depresyon öfke kin tevekkül veya apati gelişebilir. Delüzyonel inançlar seyrek olarak ciddi nitelikte asosyal eylemlere daha sık olarak da yalnızca rahatsız edici durumlara yol açar (polise şikâyetlerde bulunma hükümet başkanlarına bakanlara yahut öbür önemli kişilere mektuplar yazma) ya da hasta çevreye «egzantrik» bir kişi olarak görünür. Vakalar nüksedicidir ve en azından yarısında delüzyonel inançlar tuhaf davranışlar yahut sosyal uyumsuzluk kalıcıdır. Prognoz ve tedavi öteki şizofreni tiplerindeki gibidir.



Parestezi

Genellikle en çok bacaklarda duyulan ve periferik sinirlerdeki ya da santral sinir sistemindeki fonksiyon bozukluğundan ileri gelen anormal duyumlardır: örneğin yanma karıncalanma u-yuşma iğnelenme. Pellagra vakalarında hasta bacakları ağzı dili ve e-pigastriumu etkileyen bilateral yanmalardan yakınır. Histerik parestezi-ler genellikle uyuşma veya karıncalanma biçiminde bildirilir; aşırı solunumdan ileri gelen solunum yolu al-kalozu da bir ara-mekanizma rolü oynayabilir. Hipnagojik (bkz.) bir fenomen niteliğinde dokunma hallüsinas-yonları rapor edilmiştir.

Pareıdolıa

Vizüel görüntülerin fantastik bir biçimde yorumlandığı bir illüzyondur.





Parezi

Kaslarda organik kökenli bir zayıflık yahut kısmi paralizdir. Bu terim ba-zan «akıl hastalarında genel paraliz» in (bkz.) kısaltılmış bir biçimi olarak da kullanılır.



Parmak Emme


Yaşamın herhangi bir döneminde hemen hemen evrensel olarak rastlanan bu huy aslında zararsızdır. Çocuğun aşırı parmak emmesinin ebeveynde yarattığı endişeler onun hekime getirilmesine neden olur. Ancak oral de-formasyonlara yol açan ender vakalarda çocuğun bir psikiyatriste sev-kedilmesi gereklidir. Bu vakalarda davranış terapisi (bkz.) yararlıdır.


Patalojik yalan söyleme

Yalan söylemek ya (a) normaldir ya da (b) patolojiktir. Normal yalan söyleme (defansif yalan söyleme) saldırı yahut stress alnndaki herkeste zaman zaman görülür ve acı verecek sonuçlardan kaçınmayı amaçlayan bir mekanizmadır. Patolojik ya-lancılıksa (pseudologia phantastica) belirgin bir stress altında ve genellikle psikopatik bozuklukları (bkz.) olan kişilerde görülür. Kişi kendisini övücü nitelikte yahut büyüklük iddiaları taşıyan fantastik şeyler anlatır; ancak bunlar delüzyonlardaki (bkz.) gibi düzelmesi olanaksız türden ve egosantrik değildir; bazan hem anlatan hem de dinleyen bu fantastik niteliğin farkındadır — üstelik birbirlerinin farkında olduğunu da bilirler Bu yalanlar sık sık katı ve repressif bir gerçekliğin yerini tutar. (örneğin sabıkalı suçlularda (bkz.) olduğu gibi.)
Bu durum yakın geçmişteki olaylara ilişkin hafıza kaybıyla birlikte kon-f abülasyonun da mevcut olduğu Kor-sakoff sendromundan (bkz.) farklıdır. (Bkz. HİSTERİK PSÖDO-DEMANS)


Patau Sendromu ( Trisomi D )


D grubundan (bkz. DENVER SİSTE-
Mİ) bir otosomal kromozom trisomo-sine bağlı olarak görülen bu sendrom-da şiddetli akıl retardasyonu ve belirgin fizik formasyon bozuklukları mevcuttur; bebekliğin erken dönemlerinde ölüm olasılığı vardır. Fizik bozukluklar yüz kafa eller ayaklar kalb ve karın iç organlarında gelişir. Santral sinir sisteminde gelişen spesifik bozukluklar arasındaysa olfak-ter kanallar ve trigonların oluşmaması ve frontal loblarda füzyon vardır. Mongolizmde ve öbür otosomal sen-dromlarda olduğu gibi belirtiler değişkendir ve belli bir vakada bu belirtiler herhangi bir kombinasyonla görülebilir.



Pedofili


Pedofili genellikle erkeklerde aynı veya karşı cinsten çocuklara karşı gelişen anormal cinsel arzudur. Çocuğu erkek penisine bakmaya yahut mastürbasyona zorlama kız çocuğun genital organlarına dokunma ya da daha şiddetli vakalarda vagina veya anüs yoluyla cinsel temas girişiminde bulunma biçiminde belirir. Çocuk ender olarak sapığın tamamen yaban-cısıdır. Psikopatik ya da beyin hasarına uğramış erkeklerde cinsel uyarımın früstrasyonu aşırı saldırganlığın yanısıra çocuğa yönelik fizik saldırı ve hattâ cinayete yol açabilir. Bu durum bir ebeveyn tarafından sevilme arzularının çocuklukta uğradığı früstrasyonun ifadesi olarak genellikle adolesans döneminde başlar. Buna eşlik eden ve normal cinsel teması engelleyen kişilik bozukluğuyla da şiddetlenir. İleri yaşlarda başlayan pedofili serebral arterioskleroz gibi ilerleyici bir organik serebral hastalığın semptomu olabilir. Homo¤¤¤¤üel pedofilide nüksetme oranı yüksektir (%28'e kadar). Hetero¤¤¤¤üel pe-dofilideyse tekrarlama riski yalnızca %13'e kadardır.




Pellagra


İtalyanca'da sert deri anlamına gelen «pelle agra» sözcüklerinden adını a-lan bu durum bir beslenme hastalığı dır ve az gelişmiş bölgelerde beyaz darı tüketimine bağlı olarak gelişirken daha zengin ülkelerde genellikle alkolizme sekonderdir. Nikotinamid nikotinamid ön-maddesi olan tripto-fan ve B-kompleksindeki öbür vitaminlerin yetersizliği yahut absorbsi-yon bozukluğu sonucunda ciltte (i-natçı bir eritem sonraları pullu kahverengi pigmentasyon) sindirim yollarında (parlak kırmızı renkte glossit ve diyare) ve nöro-psikiyatrik lez-yonlar oluşur. Nörolojik lezyonlar subakut kombine dejenerasyon (bkz.) lezyonlarını andırır. Psikiyatrik durum erken safhalarda bir nevrasteni sendromu niteliğindedir ama ileri safhalarda delirium ile kalıcı organik konfüzyon ve konfabülasyon durumları görülür.



Penis Eksikliği Duygusu

Aslında Freud'cu bir kavram olup çocukların gelişimi sırasında yapılan gözlemlerle doğrulanmıştır. Kız çocuk bedeninde bir eksiklik olduğunu sezdiği zaman bunun nedenini merak eder. Bir penise sahip olan erkek çocuğu kıskanır. Bu kıskançlık duygusu değişik yollardan — yüceltme (süblimasyon) ya da reaksiyon oluşumuyla — çözümlenir.

Peptik Ülser

Sürekli anksiete ya da früstrasyon gibi emosyonel faktörler hidroklorik asit salgısını ve peptik ülserasyona yatkınlığı arttırabilir. Olumlu bir he-kim-hasta ilişkisi stress'lerin azaltılması gerekirse yatakta dinlenme gerekli sedasyon ve emosyonel çatışmalardan kaçınma genel tedaviyi kolaylaştırır.


PERNİYÖZ ANEMİ (Addison anemisi)


Kobalamin (bkz.) (B2 vitamini) ab-sorbsiyon bozukluğundan ileri gelen pernisyöz anemideki önemli sinirsel ve zihinsel değişimlere kan tablosundaki ufak değişimler eşlik edebilir. Çelişkili olarak folik asit bir yandan anemi durumunu düzeltirken öte yandan da santral sinir sisteminde birtakım belirtileri presipite edebilmektedir. Omurilik ve periferal sinirlerdeki yıkım subakut kombine dejenerasyon olarak bilinen klinik tabloyu yaratır. Çok kere depresyona bağlı ya da paranoid Veya nev-rastenik tipte zihinsel değişimlere rastlanır; konfüzyonun eşlik ettiği organik bir tablo da görülebilir. (Bkz. ANEMİ KOBALAMİN)


PERSEKÜSYON FİKİRLERİ

Kişinin çevresinde istenmediği umursanmadığı önemsenmediği gözetlendiği izlendiği veya iftiralara uğradığı gibi duygulara kapılması en karakteristik olarak paranoid durumlarda (bkz.) beliren perseküsyon fikirleri ve yanılgılarıdır. Depressif durumlarda da perseküsyon fikirleri gelişebilirse de bunlarda suçluluk duygusu egemendir ve kişi öfke duyacağı yerde korktuğu şeyleri hakettiğine inanır

PEYNİR REAKSİYONU

Monoamin oksidaz inhibitörü ilaçlar (bkz.) alan bazı hastaların pressör amin ihtiva eden besinler yemeleri durumunda ortaya çıkan «peynir reaksiyonu» denilen komplikasyon sık rastlanan bir yan etkidir. Bu reaksiyonu yarattığı ilk olarak saptanan besin peynir olduğu için bu terim kullanılmıştır ama diğer besinler arasında Marmite ve Bovril gibi maya özleri ve bakla da vardır. Bazı ilaçlar ve öksürük müstahzarları da buna benzer bir etki yaratmaktadırlar. Chianti şarabı ve birada da az miktarda tiramin vardır; hem bu nedenle hem de sarhoş olma eğilimi yüzünden monoamin oksi-daz inhibitörleri kullanan hastaların yalnızca az miktarlarda içki içmeleri gerekir. Kriz çok kere palpitasyon taşikardi aşırı terleme ve sonucunda hipertansiyon ve genelleşen şiddetli oksipital ve temporal baş ağrısı biçimindedir. Kusma olabilir ağrı daha da şiddetlenebilir ve subaraknoid kanamayla ölüm görülebilir. Hipertansif mekanizma tiramin gibi pressör aminlerin alımından ileri gelebilir. Tiramin genellikle barsakta veya karaciğerde monoamin oksidaz tarafından ****bolize olur ama bu enzim inhibe olursa amin dolaşıma karışır ve pressör tepki yaratır. Akut bir hipertansif nöbet intrave-nöz yoldan pentolamin ile tedavi edilir; bu başarısız kalırsa paranteral yoldan klorpromazin verilebilir. Dikkatli diet önlemleriyle bu durum önlenebilirce de hastalar genellikle bu gibi diet kısıtlamalarından kaçınmaktadırlar.


PGR (PSİKOGALVANİK REAKSİYON)

Avuç içi ve ayak tabanı deri yüzeylerindeki ter bezleri çevre ısısına göre değil emosyonel uyarım düzeyine göre fonksiyon gösterir. Bu ter bezlerinin aktivitesi yüksek emosyon durumlarında büyük bir artış gösteren deri elektrik iletimiyle ölçülür. Çeşitli stimuluslara tepki olarak deri iletiminde geçici artışlar belirir; bu tepkilere «psikogalvanik reaksiyonlar» ya da «galvanik deri reaksiyonları» adı verilmiştir. Psikogalvanik reaksiyonlar anksieteli hastalarda belirginleşirken retarde depressif-lerde azalmaktadır. PICA Latince'de «saksağan» anlamına geen «pica» terimi uygun olmayan maddelerin toplanarak yenmesi durumu için kullanılmaktadır. Bu durum yaşamın ikinci altı ayı içinde normal gelişimin bir evresi olarak belirir; ancak buluğ çağına kadar sürmesi patolojiktir. Çocukta çok kere akıl retardasyonu olur ve ailesinde bozukluk mevcuttur. Genellikle se-konder bir fenomen olarak demir yetersizliği anemisi bulunabilir. En ek.-dî komplikasyon bazan organik bir konfüzyon durumuna da yol açab' len kurşun ansefalopatisidir. Tedavi olumsuz nitelikteki aile etkilerinin önlenmesini gerektirir; bu da çocuğun hastaneye yatırılmasıyla sağlanabilir. Kurşun düzeylerinin saptanmasından sonra kurşun zehirlenmesinin kelasyon maddeleriyle tedavisi endike olabilir.

PICK HASTALIĞI

Özellikle frontal ve temporal loblar-daki atrofi bu pre-senil demans durumunun Alzheimer hastalığmdaki (bkz.) genel serebral atrofiden ayır-dedilmesini sağlar. Elli ilâ altmış yaşları arasında başlayan apraksi afazi ve agrafi gibi fokal belirtilerden sonra genel hafıza bozukluğu gelişir. Erkeklere oranla kadınlar daha çok etkilenmektedir. Nöropatolo-iik bakımdan sinir hücrelerinde ba lonlaşma ak maddede küçülme ve nöroglial değişimler gibi olaylar yalnızca etkilenen alanlarda gelişir. Alzheimer hastalığından ayırdetmek pek kolay değildir ve teşhis için tek yöntem olarak kortikal biopsi gerekebilir. Prognoz olumsuzdur; Alzheimer hastalığına oranla daha çabuk ölüm kaydedilmektedir. Hiçbir spesifik tedavisi yoktur.



Piromani

Patolojik bir yangın çıkarma kom-pülsiyonunu tanımlamak için kullanılan bir terimdir.


PLASEBO PLASEBO REAKTÖRÜ


Plasebo yalnızca etkisiz bileşenler ihtiva eden ve hiçbir aktif ilaç maddesi ihtiva etmeyen tablet kapsül ya da başka bir ticari şekli olan maddedir. Plasebolar körleme kontrollü klinik denemelerde aktif ilaca benzeyen biçimlerde kontrol (bkz.) olarak sık sık kullanılmaktadır. Terapiye cevabı test etmek ve müptelâlarda ilaç dozajını azaltmak için de plasebo kullanılmaktadır. Plasebo reaktörü ise plasebo uygulamasına olumlu ya da olumsuz cevap gösteren kişidir. Plasebolara karşı kaydedilen spesifik reaksiyon tipleri çeşitli kişilik özellikleriyle ilgilidir. Plasebolar terapötik uygulamalarda çok dikkatli kullanılmalıdır; tıbbi uygulamada yanılma tehlikeli olabilir.


POLİFAJİ

Aşırı yeme ve obezitenin esas sorun olduğu kişiler dışında fazla yemek yeme çok kere hafif nörotik depresyonlardan mustarip kadınlarda ve mutsuzluğa karşı yaygın bir tepki olarak belirir. Anoreksia nervosa (bkz.) geçiren bazı genç kızlarda da kısa nöbetler halinde gelişebilir.

PORFİRİ

Porfiri yetersiz penetranslı bir oto-somal dominan genin kahtımıyla gelişir ; böylece bu geni taşıyanların bir bölümünde biokimyasal olarak belirlenebilen porfirin ****bolizması a-normalliği bulunmakla birlikte bu kimseler klinik semptom göstermezler. Porfiri'nin en az beş ayrı tipi vardır: Bunlar arasında en önemlileri akut intermittent porfiri (İsveç tipi) ve porphyria variagata'dır (Güney Afrika tipi).
İsveç tipi porfiride semptomlar episo-dik olarak belirir ve hipotansiyon akut başağrısı kusma karın ağrısı poliüri ve genellikle motor nöropati biçimini alan nörolojik belirtiler vardır. Psikiyatrik semptomlar hastanın bağ rıp çağırdığ. ve hallüsinasyonla-ra uğramış gibi bir davranış göste.di-ği konfüzyon durumlar-} ndan ibarettir.
Porfiri çocuklukta seyrek görülür ve genellikle 30 yaşlarında başlar ilaçlarla ilişkisi önemlidir çünkü barbi-türatlar sülfonaller sülfamidler al-lil isopropil-asetilüre ve aminopirin gibi ilaçlar nöbetleri presipite edebilir. Nöbet sırasında psikiyatrik semptomlar için barbitürat kullanımından kaçınmak özellikle önemlidir çünkü bunlar paralize ve solunum yetmezliği nedeniyle ölüme yol açabilir. (Bkz. KALITSAL ****BOLİZMA BOZUKLUKLARI)

POZİTİF ŞARTLAMA

Operant şartlamada (bkz.) bazı tepkilerin selektif olarak güçlendirilmesi sonucunda öğrenme süreci gerçekleşir. Bu güçlendirme ödül (pozitif şartlama) yahut ceza (negatif şartlama) biçimini alabilir. (Bkz. ŞARTLI REFLEKS DAVRANIŞ TERAPİSİ)


POZİTİF ŞARTLAMA TEDAVİSİ


«Pozitif şartlama» belli bir stimulu-sa karşı gösterilen tepki yerine yeni (operant) tepkiler geliştirmek ve eski tepkinin silinmesini sağlamak için şartlama yöntemlerinin kullanılması anlamına gelmektedir. Nokturnal enürezis tedavisi buna iyi bir örnektir; klasik (Pavlov'cu) şartlama bu tedaviyi yeterince açıklayamamıştır. Zil ve yastık yöntemi etkin bir tedavi olarak sık sık kullanılmaktadır. Hasta çarşafın altına yerleştirilen özel bir yastığın üzerine yatar ve yastığın ıslanması üzerine çalan zilin hastayı uyandırması yoluyla miktürasyon zamanla önlenir.
Bazı sosyal durumlarda anksieteye karşı koymak için iddialı bir davranışın gelişmesi de buna başka bir örnektir.

Projeksiyon

Önemli bir zihinsel mekanizma olan projeksiyon başkalarına hoş olmayan kişisel duygu ve tutumların at-fedilmesidir. Patolojik durumlarda beliren paronoid delüzyonların temelinde de düşmanlık ve saldırganlık duygularının projeksiyonu vardır. PROSTAGLANDİNLER Prostaglandinler yakın zamanlarda
bulunmuş biolojik etkinlik gösteren maddelerdir. Vücuttaki tüm fonksiyonları henüz bilinmemekle birlikte beynin bazı bölümlerinde sinaptik iletici görevi gördükleri ileri sürülmüştür.

PRİAPİZM


Acı veren kronik ereksiyon durumu olan priapizm bazan psikosomatik bir tezahür sayılırsa da aslında her zaman temeldeki bir hastalığın tezahürüdür. Bu hastalık çorpora caverno-sa trombozu lösemi ya da Hodgkin hastalığı gibi lokal veya genel bir hastalık olabilir.


PRİMER (OTOKTON) YANILGILAR


Şizofrenik düşüncede iki ayrı öğe vardır; primer anormal fikir ve bu primer anormal fikirlerden ötürü oluşan düşünceler. Bir hasta işinde belli bir olay sırasında insanlar tarafından toplumdışı bırakıldığı yanılgısına kapılabilir. Bu konuda kendi kanısından başka hiçbir kanıt sunamaz. Bu bir primer veya otokton yanılgıdır. Bu tutumunu mensubu olduğu ırk veya din ile açıklayabilir; ama bu fikir de birincisinin bir türevidir veya birinci fikre sekonderdir. Primer yanılgılarla pasiflik duyguları arasında ilişki vardır; hastanın düşünceleri dış etkenler tarafından aşılanmış veya kontrol ediliyor gibidir. Hasta için şaşırtıcı olmasına rağmen primer delüzyonlar kesin inanç niteliğindedir. Bu yanılgılar bir şizofreni karakteristiğidir. \ (Bkz. DELÜZYONLAR)

Psikoaktif İlaçlar

Psikoaktif ilaçlar santral sinir sistemi üzerinde doğrudan etkinlik göstererek zihinsel ve emosyonel proçes-leri etkileyen maddelerdir; psikotrop ve psikofarmakolojik eş anlamlı terimlerdir. Bugün kullanılan başlıca psikoaktif ilaç türleri majör trankili-zanlar anksiolitik bileşikler ve anti-depresanlardır. Bazı psikostimülan ve psikotomimetik maddeler kötü kullanıma özellikle yatkındır. Değişik psikoaktif maddeler yukarıda sayılan ilaç türleriyle ilgili başlıklar altında tanımlanmıştır.

PSİKEDELİK

Bu terim hallüsinojenik (bkz.) ve psikotomimetik (bkz.) ile eş anlamlıdır. Zihni genişletici ilaçlar için kullanılır.


PSİKO-BİOLOJİK PSİKİYATRİ


Psikiyatri teorileri genellikle psikolojik ve fiziksel olanlar arasında kesin bir ayrım gösterir. Adolf Meyer hastalığın ancak bireyin psikolojik biolojik ve ortamsal durumu hesaba katılarak anlaşılabileceği kanısındaydı. Hekimin hastalığı birkaç faktöre reaksiyon olarak beliren kişinin sosyal medikal ve psikolojik ortamlarının üzerinde durmasının gerektiğine inanıyordu. Meyer kişilik tipi gerek zihinsel gerekse fiziksel hastalığın tezahürlerini etkilediğinden özellikle zihinsel hastalıkta belli bir kişiliğin belli dış koşullara gösterdiği reaksiyon ile gerçek endojen hastalığın ayırdedilmesinin önemi üzerinde durmuştur. İngiltere'de psikiyatri genellikle psiko-biolojik teoriye dayanmaktadır.


PSİKOJENEZ ORGANİK HASTALIKTA

(Bkz. PSÎKOSOMATÎK BOZUKLUKLAR


PSİKOLOJİK BAĞIMLILIK

Dünya Sağlık Teşkilâtının yaptığı^ tanımda psikolojik bağımlılık ve fizik bağımlılık (bkz.) arasında ayrım vardır. Psikolojik bağımlılık yalnızca ilacı kullanmanın verdiği öznel zevki değil aynı zamanda hastayı bunu kullanmayı sürdürmeye iten emos-yonel dürtüleri de kapsamaktadır; bunlar arasında sıkıntı duygularının anksietenin vb. giderilmesi vardır. Bağımlılık yaratan belli başlı uyuşturucularda durum oldukça açıktır ama hastalarda kullanılan bazı psi-kotrop ilaçlar için de psikolojik bağımlılığın sözkonusu olup olmadığına karar vermek çok kere güçtür. Bu gibi hastalarda başlıca tedavi-öncesi semptomları anksiete ve depresyondur. Böylece terapinin durdurulması bu semptomların yeniden başgöster-mesine yol açabilir ve hastanın istemediği bir tedavi-öncesi durumuna dönüş olasılığı taşıyarak ek bir anksieteyi presipite edebilir. Bu du-
rumu bazı hekimler psikolojik bağımlılıkla karıştırmaktadırlar. (Bkz. IPTÎLÂ)
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst