E
esmanur
Misafir
Eûzubillâhimineşşeytânirracîm
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hidayet âyetlerinden Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesini, Kur’ân-ı Kerim âyetleri ve âyetler ile çelişmeyen hadîs-i şerifler ışığında açıklayacağız.
Âyet-i kerimedeki gerçek mesajı görebilmek için âyetin evveline, sonrasına ve diğer bütün âyetlerle olan ilişkisine bakmak lâzımdır.
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Bakara-46’da, ruhun iki kere Allah’a ulaşması anlatılmaktadır:
1- Ruhun hayattayken Allah’a ulaşması.
2- Ruhun ölümle birlikte Allah’a ulaşması.
Âyet-i kerimenin bir evvelinde, 45. âyet-i kerimede “istiane” den bahsetmektedir.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla İstiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Allahû Tealâ’dan mürşide ulaşmak konusu dışındaki diğer yardım türlerinin hepsi “nasara” kökünden gelmektedir. Sadece istiane kelimesi Allahû Tealâ’dan istenen özel bir yardım yani “Allah’ın bizim için tayin ettiği mürşidin istenmesi” anlamına gelmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’in diğer âyetlerine bakıldığı zaman, Bakara-45’de ifade edilen istianenin Allah’tan mürşidin istenmesi olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır.
Kur’ân’da “istiane” kelimesi, Bakara-45 dışında Fâtiha-5, Bakara-153, A’râf-128’de geçmektedir:
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
2/BAKARA-153: Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât(salâti), innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
Ey îmân edenler! Sabır ve namazla İstiane isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
Allahû Tealâ, Bakara-153’te: “Sabır ve namazla yardım isteyin, Allah sabredenlerle beraberdir.” buyurmaktadır. Âyet-i kerimede, sabredenlerin Allah’tan istedikleri istianeye ulaştırılacakları bildirilmektedir. Allahû Tealâ, Mâide-35’te diyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaştırmaya vesile olan mürşidi isteyin.” buyurmaktadır. İstiane, kişiyi Allah’a ulaştırmaya vesile olan kişi anlamına gelmektedir.
A’râf-128’de, Hz. Musa da “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin!” diyerek kavmine seslenmektedir:
7/A'RÂF-128: Kâle mûsâ li kavmihisteînû billâhi vasbirû, innel arda lillâhi yûrisuhâ men yeşâu min ibâdih(ibâdihî), vel âkıbetu lil muttekîn(muttekîne).
Musa (A.S) kavmine şöyle dedi: “Allah'tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Ve sonuç (zafer) takva sahiplerinindir.”
Enbiyâ Suresinin 105. âyet-i kerimesinde Allah’ın yeryüzüne varis kıldıklarının salih kullar olduğu görülmektedir:
21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun ki; zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da, arza salih kullarımızın varis olacağını, yazdık.
Salih kullar, sabredenlerdir ve hepsi 7 safha 4 teslimi yaşayarak iradelerini de Allah’a teslim edenlerdir. Salih kullar, Allahû Tealâ’nın bize ulaştırmak istediği istianeyi yani mürşidi ifade etmektedirler. Bu durumda Bakara-45 gereğince Allah’a ulaşmayı dileyen ve huşû sahibi olan kişinin, mutlaka Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazıyla mürşidini Allah’tan istemesi gerekmektedir.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde buyuruyor ki: “Ümmetimin içerisinde ilk kaldırılacak şey huşû, son kaldırılacak şey namazdır.” Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır evvelinden, âhir zamanda ümmetinin içine düşeceği, karmaşayı ve bunalımı bu veciz sözüyle ifade etmektedir.
Huşû ve namaz ortadan kalkarsa Kur’ân’daki İslâm’ın yaşanması imkânsız hale gelir. Çünkü huşû, ancak Allah’a ulaşmayı dilemekle gerçekleşen bir olgudur. Allahû Tealâ sadece huşû sahiplerinin hacet namazı kılması halinde onlara mürşidini göstermektedir. Ama hadîs-i şerifte, Peygamber Efendimiz (S.A.V) hem huşûnun hem de hacet namazının tatbikattan kaldırılacağını ifade etmektedir. Huşû ve hacet namazı yoksa İslâm’ın temeli yoktur. İslâm’ın temeli yoksa İslâm dünyasını irşad etmek mümkün değildir.
Bakara-45’de ancak huşû sahiplerinin mürşide ulaşacağı mesajı verildikten sonra Bakara-46’da: “O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına inanırlar.” buyurulmaktadır.
İlmi ve rahmeti her şeyi kuşatan Allahû Tealâ, ölümle herkesin ruhunun Allah’a ulaşacağını kesin olarak ifade etmektedir. İnsanlar da bunu biliyorlar. Ama insanların şüpheye ve hataya düştüğü konu; dünya hayatını yaşarken ruhun Allah’a ulaşmasıdır. Nitekim günümüzde yani ahir zamanda insanların büyük bir kısmı diyorlar ki: “Ruh bize hayat verir, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.”
Bakara-46’da ise Allahû Tealâ: “Onlar hayattayken Allah’a ulaşmayı dilerler ve ölümle de bir kere daha ruhlarının Allah’a ulaşacağından emindirler.” buyrulmaktadır. Yani huşû sahipleri, insan ruhunun iki kere Allah’a ulaşmasından haberdârdırlar. Ama bir kısım insanlar sadece ölümle ruhun Allah’a ulaşacağından haberdârdır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşmasını kabul etmezler. Bu insanlar âyet-i kerimeyi Allah’ın istediği mânâ üzerine işitmiyorlar; mânâsına ulaşmıyorlar. Yani onlar âyet-i kerimeden gâfildirler. İşitmedikleri için: “Dünya hayatını yaşarken ruhun Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur.” diyorlar. Böylece Bakara-46’yı, yalanlıyorlar ve kesinlikle inkâr ediyorlar. Allahû Tealâ, âyetlerinden gafil olanların hassalarına engeller koyar. Âyetleri yalanlayanların ise uzuvlarına da engeller koyar. Eğer kişi isyan ederse o zaman da Allah, onun kalbini tâb eder. Bu noktadaki bir kişi artık Allah’ın dînini yaşayamaz.
Bir insanın Allah’ın dînini yaşayabilmesi için âyet-i kerimenin muhtevasında yer alan “hayattayken Allah’a ulaşmayı dilemesi” lâzımdır. Çünkü Allah’ın bize üfürdüğü ruh, Allah’ın bizde bir emanetidir. Ruh emanetinin sahibi Allah’tır. Allahû Tealâ, emanetini, dünya hayatını yaşarken geri istemektedir. Yani bütün insanların Allah’a ulaşmayı dilemesini emretmektedir.
Günümüzde tatbikatta olan İslâm’ın 5 şartının içerisinde “Allah’a ulaşmayı dilemek” yoktur. İslam’ın 5 şartının içinde ne ruha ait olan emirler, ne de nefse ait emirler bulunmamaktadır; sadece fizik vücudu ilgilendiren birtakım vasıta emirler (ibadetler) vardır.
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın hanif fıtratıyla yarattığı tüm insanlar için Allah’ın seçtiği hanif dîni, 7 safha ve 4 teslimden oluşur. Hanif dîni, teslim olmaktan ibarettir. Ama tatbikattaki İslâm’ın 5 şartının muhtevasında Allah’a ulaşmayı dilemek ve zikir yok. Zikir yoksa, nefs tezkiyesi de yoktur.
Fizik vücut, insanın kurtuluşu için sadece bir vasıtadır. İnsanların bilmesi gereken, nefsin talebine uymaları halinde gidecekleri yerin cehennem olduğudur. Bir insanın ruhunun talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilemesi halinde de gideceği yer cennettir. Günümüz İslâm tatbikatına bakıldığı zaman ruhun Allah’a ulaşma dileği olmadığı için nefs tezkiyesi imkânsızdır. Geriye kalan İslâm’ın 5 şartıyla kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değildir!
İnsanlar, ibadetlerle kurtuluşa ulaşacaklarını zannetmektedirler. İblis tarafından kandırılmışlardır. Çünkü iblis, herkes ibadet etsin ama hiçbirisi kurtuluşa ulaşmasın istemektedir. İblis, insanlara kabul ettirdiği İslâm’ın 5 şartıyla bunu başarmıştır. İslâm’ın 5 şartında ruhun Allah’a ulaşma talebi ve nefs tezkiyesini sağlayacak zikir olmadığı için bu 5 şart, sadece fizik vücudu ilgilendiren ibadetlerdir. Hiç kimsenin bu ibadetlerle Allah’a kul olması mümkün değildir. Bir kişinin Allah’a kul olabilmesi için ruhun talebine uyması lâzımdır.
Allahû Tealâ, Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde 14 asır evvel cahiliye dönemini yaşayan sahâbe için diyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sâhabe, ruhun talebine uyarak Allah’a yönelmiş ve Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Böylece şeytana kul olmaktan içtinap ederek Allah’a kul olmuşlardır.
Fizik vücut, ruh ve nefs için bir mekândır. Akıl da fizik vücudun kumandanıdır. Akıl ruhun talebine uyarsa ve kişi Allah’a yönelirse (Allah’a ulaşmayı dilerse) o zaman Allahû Tealâ Enfâl- 29 gereğince o kişiye 7 tane furkan verir:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Allahû Tealâ verdiği bu 7 tane furkanla o kişiyi şeytana kul olmaktan kurtarmaktadır. Kişi, ruhun talebine uyduğu zaman akletmiş olur ve Allah’a kul olur. Ruhun talebine uymayan bir fizik bedenin akledebilmesi mümkün değildir.
Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’in kalbi olan Yâsîn Suresinin 60, 61 ve 62. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
36/YÂSÎN-62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?
Ezelî ve ebedî düşman olan iblisin, Allah’a ulaşmayı dilmedikleri için insanları dalâlette bıraktığı ifade edilmektedir. Dalâlette kalan insanlar akletmeyerek, nefslerinin talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilememişlerdir.
Bugün İslâm Âlemi: “Ircî emri bir ölüm emridir. Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle ruh Allah’a ulaşır. Hayattayken Allah’a ulaşmak yoktur.” diyerek Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesinin ilk kısmını reddetmektedirler. O zaman reddettikleri bu âyet-i kerimenin muhtevâsı içerisinde onların gideceği yer cehennemdir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes için bu hakikât böyledir.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Hidayet âyetlerinden Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesini, Kur’ân-ı Kerim âyetleri ve âyetler ile çelişmeyen hadîs-i şerifler ışığında açıklayacağız.
Âyet-i kerimedeki gerçek mesajı görebilmek için âyetin evveline, sonrasına ve diğer bütün âyetlerle olan ilişkisine bakmak lâzımdır.
Allahû Tealâ, Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesinde diyor ki:
2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O’na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.
Bakara-46’da, ruhun iki kere Allah’a ulaşması anlatılmaktadır:
1- Ruhun hayattayken Allah’a ulaşması.
2- Ruhun ölümle birlikte Allah’a ulaşması.
Âyet-i kerimenin bir evvelinde, 45. âyet-i kerimede “istiane” den bahsetmektedir.
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla İstiane (yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Allahû Tealâ’dan mürşide ulaşmak konusu dışındaki diğer yardım türlerinin hepsi “nasara” kökünden gelmektedir. Sadece istiane kelimesi Allahû Tealâ’dan istenen özel bir yardım yani “Allah’ın bizim için tayin ettiği mürşidin istenmesi” anlamına gelmektedir.
Kur’ân-ı Kerim’in diğer âyetlerine bakıldığı zaman, Bakara-45’de ifade edilen istianenin Allah’tan mürşidin istenmesi olduğu kesin olarak anlaşılmaktadır.
Kur’ân’da “istiane” kelimesi, Bakara-45 dışında Fâtiha-5, Bakara-153, A’râf-128’de geçmektedir:
1/FÂTİHA-5: İyyâke na’budu ve iyyâke nestaîn(nestaînu).
(Allah’ım!) Yalnız Sana kul oluruz ve yalnız Senden İSTİANE (mürşidimizi) isteriz.
2/BAKARA-153: Yâ eyyuhellezîne âmenustainû bis sabri ves salât(salâti), innallâhe meas sâbirîn(sâbirîne).
Ey îmân edenler! Sabır ve namazla İstiane isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.
Allahû Tealâ, Bakara-153’te: “Sabır ve namazla yardım isteyin, Allah sabredenlerle beraberdir.” buyurmaktadır. Âyet-i kerimede, sabredenlerin Allah’tan istedikleri istianeye ulaştırılacakları bildirilmektedir. Allahû Tealâ, Mâide-35’te diyor ki:
5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihî leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah’a karşı takvâ sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O’nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
Allahû Tealâ: “Allah’a ulaştırmaya vesile olan mürşidi isteyin.” buyurmaktadır. İstiane, kişiyi Allah’a ulaştırmaya vesile olan kişi anlamına gelmektedir.
A’râf-128’de, Hz. Musa da “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin!” diyerek kavmine seslenmektedir:
7/A'RÂF-128: Kâle mûsâ li kavmihisteînû billâhi vasbirû, innel arda lillâhi yûrisuhâ men yeşâu min ibâdih(ibâdihî), vel âkıbetu lil muttekîn(muttekîne).
Musa (A.S) kavmine şöyle dedi: “Allah'tan yardım isteyin ve sabredin! Şüphesiz yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona varis kılar. Ve sonuç (zafer) takva sahiplerinindir.”
Enbiyâ Suresinin 105. âyet-i kerimesinde Allah’ın yeryüzüne varis kıldıklarının salih kullar olduğu görülmektedir:
21/ENBİYÂ-105: Ve lekad ketebnâ fîz zebûri min ba’diz zikri ennel arda yerisuhâ ıbâdiyes sâlihûn(sâlihûne).
Andolsun ki; zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da, arza salih kullarımızın varis olacağını, yazdık.
Salih kullar, sabredenlerdir ve hepsi 7 safha 4 teslimi yaşayarak iradelerini de Allah’a teslim edenlerdir. Salih kullar, Allahû Tealâ’nın bize ulaştırmak istediği istianeyi yani mürşidi ifade etmektedirler. Bu durumda Bakara-45 gereğince Allah’a ulaşmayı dileyen ve huşû sahibi olan kişinin, mutlaka Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece hacet namazıyla mürşidini Allah’tan istemesi gerekmektedir.
Nebîler Sultanı Peygamber Efendimiz (S.A.V) bir hadîsinde buyuruyor ki: “Ümmetimin içerisinde ilk kaldırılacak şey huşû, son kaldırılacak şey namazdır.” Peygamber Efendimiz (S.A.V), 14 asır evvelinden, âhir zamanda ümmetinin içine düşeceği, karmaşayı ve bunalımı bu veciz sözüyle ifade etmektedir.
Huşû ve namaz ortadan kalkarsa Kur’ân’daki İslâm’ın yaşanması imkânsız hale gelir. Çünkü huşû, ancak Allah’a ulaşmayı dilemekle gerçekleşen bir olgudur. Allahû Tealâ sadece huşû sahiplerinin hacet namazı kılması halinde onlara mürşidini göstermektedir. Ama hadîs-i şerifte, Peygamber Efendimiz (S.A.V) hem huşûnun hem de hacet namazının tatbikattan kaldırılacağını ifade etmektedir. Huşû ve hacet namazı yoksa İslâm’ın temeli yoktur. İslâm’ın temeli yoksa İslâm dünyasını irşad etmek mümkün değildir.
Bakara-45’de ancak huşû sahiplerinin mürşide ulaşacağı mesajı verildikten sonra Bakara-46’da: “O (huşû sahipleri) ki; onlar, Rab’lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına inanırlar.” buyurulmaktadır.
İlmi ve rahmeti her şeyi kuşatan Allahû Tealâ, ölümle herkesin ruhunun Allah’a ulaşacağını kesin olarak ifade etmektedir. İnsanlar da bunu biliyorlar. Ama insanların şüpheye ve hataya düştüğü konu; dünya hayatını yaşarken ruhun Allah’a ulaşmasıdır. Nitekim günümüzde yani ahir zamanda insanların büyük bir kısmı diyorlar ki: “Ruh bize hayat verir, ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle insan ruhu Allah’a ulaşır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşması yoktur.”
Bakara-46’da ise Allahû Tealâ: “Onlar hayattayken Allah’a ulaşmayı dilerler ve ölümle de bir kere daha ruhlarının Allah’a ulaşacağından emindirler.” buyrulmaktadır. Yani huşû sahipleri, insan ruhunun iki kere Allah’a ulaşmasından haberdârdırlar. Ama bir kısım insanlar sadece ölümle ruhun Allah’a ulaşacağından haberdârdır. Hayattayken insan ruhunun Allah’a ulaşmasını kabul etmezler. Bu insanlar âyet-i kerimeyi Allah’ın istediği mânâ üzerine işitmiyorlar; mânâsına ulaşmıyorlar. Yani onlar âyet-i kerimeden gâfildirler. İşitmedikleri için: “Dünya hayatını yaşarken ruhun Allah’a ulaşması diye bir şey yoktur.” diyorlar. Böylece Bakara-46’yı, yalanlıyorlar ve kesinlikle inkâr ediyorlar. Allahû Tealâ, âyetlerinden gafil olanların hassalarına engeller koyar. Âyetleri yalanlayanların ise uzuvlarına da engeller koyar. Eğer kişi isyan ederse o zaman da Allah, onun kalbini tâb eder. Bu noktadaki bir kişi artık Allah’ın dînini yaşayamaz.
Bir insanın Allah’ın dînini yaşayabilmesi için âyet-i kerimenin muhtevasında yer alan “hayattayken Allah’a ulaşmayı dilemesi” lâzımdır. Çünkü Allah’ın bize üfürdüğü ruh, Allah’ın bizde bir emanetidir. Ruh emanetinin sahibi Allah’tır. Allahû Tealâ, emanetini, dünya hayatını yaşarken geri istemektedir. Yani bütün insanların Allah’a ulaşmayı dilemesini emretmektedir.
Günümüzde tatbikatta olan İslâm’ın 5 şartının içerisinde “Allah’a ulaşmayı dilemek” yoktur. İslam’ın 5 şartının içinde ne ruha ait olan emirler, ne de nefse ait emirler bulunmamaktadır; sadece fizik vücudu ilgilendiren birtakım vasıta emirler (ibadetler) vardır.
Kur’ân-ı Kerim’de Allahû Tealâ’nın hanif fıtratıyla yarattığı tüm insanlar için Allah’ın seçtiği hanif dîni, 7 safha ve 4 teslimden oluşur. Hanif dîni, teslim olmaktan ibarettir. Ama tatbikattaki İslâm’ın 5 şartının muhtevasında Allah’a ulaşmayı dilemek ve zikir yok. Zikir yoksa, nefs tezkiyesi de yoktur.
Fizik vücut, insanın kurtuluşu için sadece bir vasıtadır. İnsanların bilmesi gereken, nefsin talebine uymaları halinde gidecekleri yerin cehennem olduğudur. Bir insanın ruhunun talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilemesi halinde de gideceği yer cennettir. Günümüz İslâm tatbikatına bakıldığı zaman ruhun Allah’a ulaşma dileği olmadığı için nefs tezkiyesi imkânsızdır. Geriye kalan İslâm’ın 5 şartıyla kimsenin kurtuluşa ulaşması mümkün değildir!
İnsanlar, ibadetlerle kurtuluşa ulaşacaklarını zannetmektedirler. İblis tarafından kandırılmışlardır. Çünkü iblis, herkes ibadet etsin ama hiçbirisi kurtuluşa ulaşmasın istemektedir. İblis, insanlara kabul ettirdiği İslâm’ın 5 şartıyla bunu başarmıştır. İslâm’ın 5 şartında ruhun Allah’a ulaşma talebi ve nefs tezkiyesini sağlayacak zikir olmadığı için bu 5 şart, sadece fizik vücudu ilgilendiren ibadetlerdir. Hiç kimsenin bu ibadetlerle Allah’a kul olması mümkün değildir. Bir kişinin Allah’a kul olabilmesi için ruhun talebine uyması lâzımdır.
Allahû Tealâ, Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesinde 14 asır evvel cahiliye dönemini yaşayan sahâbe için diyor ki:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Sâhabe, ruhun talebine uyarak Allah’a yönelmiş ve Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Böylece şeytana kul olmaktan içtinap ederek Allah’a kul olmuşlardır.
Fizik vücut, ruh ve nefs için bir mekândır. Akıl da fizik vücudun kumandanıdır. Akıl ruhun talebine uyarsa ve kişi Allah’a yönelirse (Allah’a ulaşmayı dilerse) o zaman Allahû Tealâ Enfâl- 29 gereğince o kişiye 7 tane furkan verir:
8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.
Allahû Tealâ verdiği bu 7 tane furkanla o kişiyi şeytana kul olmaktan kurtarmaktadır. Kişi, ruhun talebine uyduğu zaman akletmiş olur ve Allah’a kul olur. Ruhun talebine uymayan bir fizik bedenin akledebilmesi mümkün değildir.
Allahû Tealâ, Kur’ân-ı Kerim’in kalbi olan Yâsîn Suresinin 60, 61 ve 62. âyet-i kerimelerinde buyuruyor ki:
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
36/YÂSÎN-62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn(ta’kılûne).
Ve andolsun ki sizden birçoklarını dalâlette bıraktı. Hâlâ akıl etmez misiniz?
Ezelî ve ebedî düşman olan iblisin, Allah’a ulaşmayı dilmedikleri için insanları dalâlette bıraktığı ifade edilmektedir. Dalâlette kalan insanlar akletmeyerek, nefslerinin talebine uyarak Allah’a ulaşmayı dilememişlerdir.
Bugün İslâm Âlemi: “Ircî emri bir ölüm emridir. Ruh vücuttan çıkınca kişi ölür. Ancak ölümle ruh Allah’a ulaşır. Hayattayken Allah’a ulaşmak yoktur.” diyerek Bakara Suresinin 46. âyet-i kerimesinin ilk kısmını reddetmektedirler. O zaman reddettikleri bu âyet-i kerimenin muhtevâsı içerisinde onların gideceği yer cehennemdir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes için bu hakikât böyledir.