Günün Sohbeti (Güncel)

bitter_im

Admin
Admin
Genel Yönetici
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
64.633
Tepki
53.644
Puan
113
Yaş
32
Konum
kocaeli
tumblr_ndwgkr89h11twcxleo1_r1_500.jpg


Ziyaret-ül-kubur risalesi

Sual: İmam-ı Birgivî’nin Ziyaret-ül-kubur risalesine, İbni Kayyım’ın kitaplarındaki bilgilerden karıştırdığının S. Ebediyye kitabında yazdığı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. S. Ebediyye’de, adı geçenlerin hâl tercümeleri kısmında, 172. maddede İmam-ı Birgivî hazretleri için şöyle deniyor:
(Ziyaret-ül-kubur risalesine, İgase-tül-lehfan’daki sapık yazılardan karıştırmıştır.)

İmam-ı Birgivî hazretleri büyük bir âlimdir. Merhum Hocamız, (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri İmam-ı Birgivî’yi severdi) buyururdu. Hocamız da, hocasının sevdiğini elbette severdi. Ama sevmek ayrı, işin doğrusunu bildirmek ayrıdır.

Seyyid Abdülhakîm Efendi hazretleri de, kendisine sorulan bir sualin cevabında, İmam-ı Birgivî’nin yanlış anlaşılan ve Vehhâbîlerin istismar ettikleri bir başka ifadesini açıklıyor. (Birgivî Vasiyetnamesi’nde, “Bir kimse, Evliyanın ruhları, burada hazırdır, dese kâfir olur” diyor. Hâlbuki tasavvufçular arasında, “Pirimizin ruhu hazırdır, nazırdır” sözü de meşhurdur. Bu iki sözün arasını bulmak nasıl olur?) sualine şöyle cevap veriyor:
Birgivî Vasiyetnamesi ve benzeri kıymetli kitaplar demek istiyor ki: Bir kimse eğer, (Benim üstadım, daimi, ezelî ve ebedî olarak hazır ve nazırdır) dese, kâfir olur. Fakat bunlar, (Allahü teâlâ, benim üstadımın ruhuna öyle bir kuvvet vermiştir ki, her nerede ve ne zamanda çağırır isem, imdadıma hazır olur) diyor. (S. Ebediyye)

Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri yukarıda bildirildiği gibi, İmam-ı Birgivî hazretlerinin sözlerini açıklamış, işin doğrusunu bildirmiştir. Tam İlmihâl’de açıkça, İmam-ı Birgivî’nin, Ziyaret-ül-kubur risalesinde de böyle şeyler yazdığı bildirilmektedir. Tam İlmihâl’e itibar eden, bunun aksini söyleyemez. İtibar etmeyenin de, bu konudaki sözlerinin hiç önemi olmaz.
 
OP
bitter_im

bitter_im

Admin
Admin
Genel Yönetici
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
64.633
Tepki
53.644
Puan
113
Yaş
32
Konum
kocaeli
Hayatımızda Sabrın Önemi (Vaaz) Mumsema Hayatımızda Sabrın Önemi (Vaaz)

Hayatımızın bütün safhalarında bizimle beraber olması gereken ahlaki ilkelerin başında sabır gelmektedir. Çünkü zorlu bir dünya hayatı geçirmekteyiz. Yaşamak zor, hayatımızı istediğimiz bir hale sokmak zor, imansız bir hayat geçirmek çok sıkıntılı bir durum, imanı muhafaza zor. Zenginin zenginliğini koruyabilmesi, fakirin fakirliğin vermiş olduğu sıkıntılara göğüs germesi zor. Her ne işle meşgul olunursa olunsun elbette bir zorluğu var. Bu kadar zorluğa rağmen hayatın zorluğuna karşı çaresiz miyiz? Hayır. Çare elbette vardır. Çare; Yüce Rabbimizin bizlere tavsiye ettiği, Sevgili Peygamberimizin hayatının tamamında göstermiş olduğu Sabırdır.
Bir zorluk varsa o zorluğa dayanıldığı müddetçe, sabır gösterildiği müddetçe kolaylık elbette vardır. Yüce Allah (c.c.) ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır.
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً {} إِنّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً {} فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ {} وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.”[1]
Her güçlükle beraber bir kolaylık var ise o zaman güçlük başımıza geldiği zaman feryat figan etmeden sabır göstermek gerekir. Çünkü sabır gelen sıkıntı karşısında katlanmak değildir, gelen sıkıntıya göğüs germektir. Sabır gösterilmeyip de kişinin kendisini perişan etmesi ve daha sonra “başa gelene katlanacağım, bana sabır etmekten başka bir şey düşmez” doğru olmayacaktır. Sabır sıkıntının geldiği anda ona göğüs germekle gösterilir. Sabır gösterilecek ise, işte tam bu noktada –yani zorluk geldiği anda- gösterilmelidir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde sabır gösterilmesi gereken zamanı şöyle vurgulamaktadır.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı başında (bağıra-çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti.
Ona: “Allah’dan kork ve sabret!” buyurdu.
Kadın: Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, senin başına gelmemiştir, dedi.
Kadın Hz. Peygamber’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. (Özür beyân etmek üzere Hz. Peygamber’e):
- Sizi tanıyamadım, dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: “Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu[2]
Sabır hayatımızın vazgeçilmezleri arasındadır. Sabır ahlakımızın olgunlaşması için gerekli olan prensiplerdendir. Sözlükte “dayanma, dayanıklılık” gibi anlamlara gelen sabır, ahlâkî bir kavram olarak, başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikayetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve âhiret yararını düşünerek, ruhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücü demektir.[3]
Kur’an-ı Kerim’de sabırla ilgili ayet-i kerimeler şöyledir.
“Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin!”[4]
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ {} أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar (sabredenler) ; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”[5]
“Sabredenlere, felâketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.”[6]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Ey iman edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah’tan yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.”[7]
Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde müminin halini şöyle tasvir etmektedir.
عَجَباً لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ ، وَلَيْسَ ذَلِكَ لأِحَدٍ إِلاَّ للْمُؤْمِن : إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خيْراً لَهُ
“Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”[8]
İnanan insanların başına bela ve musibet gelmesi onlar için bir imtihan vesilesi, hatalarının affedilmesine bir sebep, sabır gösterilebilirse dünya ve ahiret hayatında mutluluğa ulaşılmada bir fırsattır. Bu sebeple mümin başına gelenlere şer gözüyle bakmamalıdır. Çünkü gaybı bilen Allah’tır. Başımıza gelenlerin bizim için hayır mı? şer mi? olduğunu ancak Allah bilmektedir. Bu sebeple hangi durum olursa olsun inanan bir gönül için fırsattır. Feryatlarla, ağıtlarla gelen sıkıntıyı karşılamak yerine sabır göstermek, Allah’tan gelenin hoş olduğunu kabul etmek zorda olsa en doğru davranış şeklidir. Bu husus şu dizelerde ne güzelde özetlemiştir.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hil’at ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken...
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Gelse celâlinden cefâ,
Yahut cemâlinden vefâ,
İkiside cana safa:
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Sabır belayı nimete dönüştürür. Nimet sabırla şükre dönüşür. Bir hadislerinde Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgililer Sevgilisi şöyle bir müjde vermektedir. “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslüman’ın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.”[9]
Sabır nurdur. Kişiyi karınlıklar içerisinde aydınlatır. Sabır göz aydınlığıdır. Sabır hayatı hayat yapar. Belaları savar, zorlukların üstesinden gelinir. Kalbin içinde bulunduğu hüznü hafifletir. Yaratanı unutturmaz. Sabır hayrı hatırlatır. Alemle bakış değişir sabırla. Ferahlık gelir sabırla. Sükunet iner sabırla. Bunalımlardan kurtuluş sebebidir sabır. Sabrın sonu selamettir. Selamet yurdu ise cennettir. Sabır cennete götürür. Sabır kişiyi Rabbine götürür. Sabır dünya ve ahiret huzuruna, mutluluğuna götürür.
Peygamber Efendimizin hayatında vaki olmuş bir olayla Sevgili Peygamberimizin başa gelenlere karşı göstermiş olduğu davranış şeklini şöyle öğreniyoruz. Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kızı Zeynep Efendimize şöyle bir haber ulaştırmıştır. “Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz.” Peygamberimiz bu habere karşı şöyle cevap göndermiştir. “Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin” Hz. Zeynep tekrar mutlaka gelsin diye haber gönderince, Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahabeler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı.
Durumu gören Sa’d İbni Ubâde: Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur” buyurdu.[10]
Azalarından herhangi birinin noksan olması sebebiyle sıkıntıda olan gönüllere Efendimiz tarafından bir şifa bildirilmektedir. Peygamber Efendimi (s.a.s.)’den rivayekle bir kutsi hadiste “Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Kulumu, iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık olarak cenneti veririm.”[11]
Başa gelen sıkıntılardan dolayı sabretmeyip ölüm temennisinde bulunmak ise Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Bir hadislerinde bu durumu ve başa gelenlerden dolayı neler yapılması gerektiği şöyle bildirilmektedir. “Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür’ desin.”[12]
İlk Müslümanların müşriklerden görmüş olduğu eziyetler ve bu eziyetlere gösterilen sabır hatırlamakta fayda vardır. Safvân b. Ümeyye'nin kölesi olan Ebû Füheyke, efendisi tarafından her gün ayağına ip bağlanarak, kızgın çakıl ve kumlar üzerinde sürükletilirdi. Demirci olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatırılmış; kömürler sönüp kararıncaya kadar, göğsüne bastırılarak kıvrandırılmıştı.
Ammâr'ın babası Yâsir, bacaklarından iki ayrı deveye bağlanıp, develer ters yönlere sürülerek parçalanmış, kocasının bu şekilde vahşice öldürülmesine dayanamayıp müşriklere karşı söz söyleyen Sümeyye, Ebû Cehil'in attığı bir ok darbesiyle şehit edilmişti. Halef oğlu Ümeyye, kölesi Habeşli Bilâl'i her gün çırılçıplak kızgın kumlar üzerine yatırır, göğsüne kocaman bir taş koyarak güneşin altında saatlerce bırakır; Hz. Peygamber (s.a.s.)'e küfretmesi, Müslümanlığı terk etmesi için ezâ ederdi.
Peygamberimizin çekmiş olduğu sıkıntılar ve bu sıkıntılara karşı göstermiş olduğu sabır elbette gönüllerimizde yer etmelidir. Efendimize hakaret, işkence ve her türlü kötülüğü yapmaktan çekinilmemiştir. Geçeceği yollara dikenler döküyorlar, üzerine pis şeyler atıyorlar, kapısına kan ve pislik sürüyorlar, evinin önüne pislik atılıyordu. Bir defa Harem-i Şerifte namaz kılarken "Ukbe b. Ebî Muayt" saldırıp boğmak istemiş, Hz. Ebû Bekir kurtarmıştı. Başka bir zaman, Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ukbe b. Ebî Muayt Ebû Cehil'in teşvikiyle yeni kesilmiş bir devenin iç organlarını, secdeye vardığında üzerine atmış; kızı Fâtıma yetişip üzerindeki pislikleri temizledikten sonra, başını secdeden kaldırabilmişti. Müşriklerin tek taraflı ilan ettikleri ve üç yıl süren boykotta ise Müslümanlarla beraber Efendimiz çok büyük sıkıntılara maruz kalmış, bu günlerde çekilen açlığın giderilmesi için midelere, sırtlara taşlar bağlanmıştı.
Alemlere rahmet olarak gönderilen, bir işaretiyle dağları taşları müşriklerin başına geçirmeyi bekleyen Cebrail (a.s.) olmasına, Sevgilinin en Sevgilisi olmasına rağmen böyle sıkıntıların başa gelmesinin hikmeti nedendir. Bu husus düşünülmelidir. Alemler hürmetine yaratılan bir Peygamber başına gelenler için hiçbir sıkıntıya, sabırsızlığı, ümitsizliği düşmemiş, bunun yanında sabır, şükür, istiğfar dilinden eksik olmamıştır. Bu olaylardan biz Ümmet-i Muhammed’e de dersler çıkmaktadır. Başımıza Efendimizin başına gelen sıkıntıların ne kadarı gelmiştir ki sabırsızlık gösterelim. Beraberce bir düşünelim Efendimizin hayatını. Daha doğmadan yetim kalmıştır, çocukluğunu yaşayamadan annesini kaybetmiştir, en zor zamanında amcasını, eşini kaybetmiştir, bir çocuğu hariç bütün çocuklarının ölümünü görmüştür, yukarıda dile getirdiğimiz üzere türlü türlü sıkıntılara maruz kalmış, açlıkla, savaşla daha birçok sıkıntı ile imtihana tabi tutulmuş. Bizle bize verilene şükretmek başımıza gelene sabretmek zorundayız.
Yüce Rabbim yapmış olduğumuz ibadetlerimizi kabul eylesin. Günahlarımızı affeylesin. Sabırla geçen bir hayatın sonunda selamete, cennet yurduna ulaşmayı bizlere nasip etsin. Allah’a emanet olun.
 
OP
bitter_im

bitter_im

Admin
Admin
Genel Yönetici
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
64.633
Tepki
53.644
Puan
113
Yaş
32
Konum
kocaeli
Hayatımızda Sabrın Önemi (Vaaz)

Hayatımızın bütün safhalarında bizimle beraber olması gereken ahlaki ilkelerin başında sabır gelmektedir. Çünkü zorlu bir dünya hayatı geçirmekteyiz. Yaşamak zor, hayatımızı istediğimiz bir hale sokmak zor, imansız bir hayat geçirmek çok sıkıntılı bir durum, imanı muhafaza zor. Zenginin zenginliğini koruyabilmesi, fakirin fakirliğin vermiş olduğu sıkıntılara göğüs germesi zor. Her ne işle meşgul olunursa olunsun elbette bir zorluğu var. Bu kadar zorluğa rağmen hayatın zorluğuna karşı çaresiz miyiz? Hayır. Çare elbette vardır. Çare; Yüce Rabbimizin bizlere tavsiye ettiği, Sevgili Peygamberimizin hayatının tamamında göstermiş olduğu Sabırdır.
Bir zorluk varsa o zorluğa dayanıldığı müddetçe, sabır gösterildiği müddetçe kolaylık elbette vardır. Yüce Allah (c.c.) ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır.
فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً {} إِنّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْراً {} فَإِذَا فَرَغْتَ فَانصَبْ {} وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ
“Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul. Ancak Rabbine yönel ve yalvar.”[1]
Her güçlükle beraber bir kolaylık var ise o zaman güçlük başımıza geldiği zaman feryat figan etmeden sabır göstermek gerekir. Çünkü sabır gelen sıkıntı karşısında katlanmak değildir, gelen sıkıntıya göğüs germektir. Sabır gösterilmeyip de kişinin kendisini perişan etmesi ve daha sonra “başa gelene katlanacağım, bana sabır etmekten başka bir şey düşmez” doğru olmayacaktır. Sabır sıkıntının geldiği anda ona göğüs germekle gösterilir. Sabır gösterilecek ise, işte tam bu noktada –yani zorluk geldiği anda- gösterilmelidir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde sabır gösterilmesi gereken zamanı şöyle vurgulamaktadır.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, (çocuğunun) mezarı başında (bağıra-çağıra) ağlayan bir kadının yanından geçti.
Ona: “Allah’dan kork ve sabret!” buyurdu.
Kadın: Çek git başımdan; zira benim başıma gelen felâket, senin başına gelmemiştir, dedi.
Kadın Hz. Peygamber’i tanıyamamıştı. Kendisine, onun Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in kapısına koştu, orada kapıcılar yoktu. (Özür beyân etmek üzere Hz. Peygamber’e):
- Sizi tanıyamadım, dedi.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de: “Sabır dediğin, felâketle karşılaştığın ilk anda dayanmaktır” buyurdu[2]
Sabır hayatımızın vazgeçilmezleri arasındadır. Sabır ahlakımızın olgunlaşması için gerekli olan prensiplerdendir. Sözlükte “dayanma, dayanıklılık” gibi anlamlara gelen sabır, ahlâkî bir kavram olarak, başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikayetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak; nefse ağır gelen ve hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve âhiret yararını düşünerek, ruhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücü demektir.[3]
Kur’an-ı Kerim’de sabırla ilgili ayet-i kerimeler şöyledir.
“Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin!”[4]
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {} الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ {} أُولَـئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar (sabredenler) ; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”[5]
“Sabredenlere, felâketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.”[6]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Ey iman edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah’tan yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.”[7]
Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde müminin halini şöyle tasvir etmektedir.
عَجَباً لأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ ، وَلَيْسَ ذَلِكَ لأِحَدٍ إِلاَّ للْمُؤْمِن : إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خيْراً لَهُ
“Müminin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece müminde vardır: Sevinecek olsa, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”[8]
İnanan insanların başına bela ve musibet gelmesi onlar için bir imtihan vesilesi, hatalarının affedilmesine bir sebep, sabır gösterilebilirse dünya ve ahiret hayatında mutluluğa ulaşılmada bir fırsattır. Bu sebeple mümin başına gelenlere şer gözüyle bakmamalıdır. Çünkü gaybı bilen Allah’tır. Başımıza gelenlerin bizim için hayır mı? şer mi? olduğunu ancak Allah bilmektedir. Bu sebeple hangi durum olursa olsun inanan bir gönül için fırsattır. Feryatlarla, ağıtlarla gelen sıkıntıyı karşılamak yerine sabır göstermek, Allah’tan gelenin hoş olduğunu kabul etmek zorda olsa en doğru davranış şeklidir. Bu husus şu dizelerde ne güzelde özetlemiştir.
Hoştur bana senden gelen:
Ya hil’at ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken...
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Gelse celâlinden cefâ,
Yahut cemâlinden vefâ,
İkiside cana safa:
Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.
Sabır belayı nimete dönüştürür. Nimet sabırla şükre dönüşür. Bir hadislerinde Alemlere rahmet olarak gönderilen Sevgililer Sevgilisi şöyle bir müjde vermektedir. “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslüman’ın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.”[9]
Sabır nurdur. Kişiyi karınlıklar içerisinde aydınlatır. Sabır göz aydınlığıdır. Sabır hayatı hayat yapar. Belaları savar, zorlukların üstesinden gelinir. Kalbin içinde bulunduğu hüznü hafifletir. Yaratanı unutturmaz. Sabır hayrı hatırlatır. Alemle bakış değişir sabırla. Ferahlık gelir sabırla. Sükunet iner sabırla. Bunalımlardan kurtuluş sebebidir sabır. Sabrın sonu selamettir. Selamet yurdu ise cennettir. Sabır cennete götürür. Sabır kişiyi Rabbine götürür. Sabır dünya ve ahiret huzuruna, mutluluğuna götürür.
Peygamber Efendimizin hayatında vaki olmuş bir olayla Sevgili Peygamberimizin başa gelenlere karşı göstermiş olduğu davranış şeklini şöyle öğreniyoruz. Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.s.) kızı Zeynep Efendimize şöyle bir haber ulaştırmıştır. “Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz.” Peygamberimiz bu habere karşı şöyle cevap göndermiştir. “Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin” Hz. Zeynep tekrar mutlaka gelsin diye haber gönderince, Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahabeler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı.
Durumu gören Sa’d İbni Ubâde: Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur” buyurdu.[10]
Azalarından herhangi birinin noksan olması sebebiyle sıkıntıda olan gönüllere Efendimiz tarafından bir şifa bildirilmektedir. Peygamber Efendimi (s.a.s.)’den rivayekle bir kutsi hadiste “Allah Teâlâ buyuruyor ki: “Kulumu, iki gözünü kör etmekle imtihan ettiğim zaman sabrederse, gözlerine karşılık olarak cenneti veririm.”[11]
Başa gelen sıkıntılardan dolayı sabretmeyip ölüm temennisinde bulunmak ise Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Bir hadislerinde bu durumu ve başa gelenlerden dolayı neler yapılması gerektiği şöyle bildirilmektedir. “Başına bir musibet geldi diye hiç biriniz ölümü temenni etmesin. Mutlaka böyle bir şey temenni etmek zorunda kalırsa: ‘Allahım, benim için yaşamak hayırlı olduğu sürece beni yaşat, hakkımda ölüm hayırlı olduğu zaman da beni öldür’ desin.”[12]
İlk Müslümanların müşriklerden görmüş olduğu eziyetler ve bu eziyetlere gösterilen sabır hatırlamakta fayda vardır. Safvân b. Ümeyye'nin kölesi olan Ebû Füheyke, efendisi tarafından her gün ayağına ip bağlanarak, kızgın çakıl ve kumlar üzerinde sürükletilirdi. Demirci olan Habbâb, kor hâlindeki kömürlerin üzerine yatırılmış; kömürler sönüp kararıncaya kadar, göğsüne bastırılarak kıvrandırılmıştı.
Ammâr'ın babası Yâsir, bacaklarından iki ayrı deveye bağlanıp, develer ters yönlere sürülerek parçalanmış, kocasının bu şekilde vahşice öldürülmesine dayanamayıp müşriklere karşı söz söyleyen Sümeyye, Ebû Cehil'in attığı bir ok darbesiyle şehit edilmişti. Halef oğlu Ümeyye, kölesi Habeşli Bilâl'i her gün çırılçıplak kızgın kumlar üzerine yatırır, göğsüne kocaman bir taş koyarak güneşin altında saatlerce bırakır; Hz. Peygamber (s.a.s.)'e küfretmesi, Müslümanlığı terk etmesi için ezâ ederdi.
Peygamberimizin çekmiş olduğu sıkıntılar ve bu sıkıntılara karşı göstermiş olduğu sabır elbette gönüllerimizde yer etmelidir. Efendimize hakaret, işkence ve her türlü kötülüğü yapmaktan çekinilmemiştir. Geçeceği yollara dikenler döküyorlar, üzerine pis şeyler atıyorlar, kapısına kan ve pislik sürüyorlar, evinin önüne pislik atılıyordu. Bir defa Harem-i Şerifte namaz kılarken "Ukbe b. Ebî Muayt" saldırıp boğmak istemiş, Hz. Ebû Bekir kurtarmıştı. Başka bir zaman, Kâbe'nin yanında namaz kılarken, Ukbe b. Ebî Muayt Ebû Cehil'in teşvikiyle yeni kesilmiş bir devenin iç organlarını, secdeye vardığında üzerine atmış; kızı Fâtıma yetişip üzerindeki pislikleri temizledikten sonra, başını secdeden kaldırabilmişti. Müşriklerin tek taraflı ilan ettikleri ve üç yıl süren boykotta ise Müslümanlarla beraber Efendimiz çok büyük sıkıntılara maruz kalmış, bu günlerde çekilen açlığın giderilmesi için midelere, sırtlara taşlar bağlanmıştı.
Alemlere rahmet olarak gönderilen, bir işaretiyle dağları taşları müşriklerin başına geçirmeyi bekleyen Cebrail (a.s.) olmasına, Sevgilinin en Sevgilisi olmasına rağmen böyle sıkıntıların başa gelmesinin hikmeti nedendir. Bu husus düşünülmelidir. Alemler hürmetine yaratılan bir Peygamber başına gelenler için hiçbir sıkıntıya, sabırsızlığı, ümitsizliği düşmemiş, bunun yanında sabır, şükür, istiğfar dilinden eksik olmamıştır. Bu olaylardan biz Ümmet-i Muhammed’e de dersler çıkmaktadır. Başımıza Efendimizin başına gelen sıkıntıların ne kadarı gelmiştir ki sabırsızlık gösterelim. Beraberce bir düşünelim Efendimizin hayatını. Daha doğmadan yetim kalmıştır, çocukluğunu yaşayamadan annesini kaybetmiştir, en zor zamanında amcasını, eşini kaybetmiştir, bir çocuğu hariç bütün çocuklarının ölümünü görmüştür, yukarıda dile getirdiğimiz üzere türlü türlü sıkıntılara maruz kalmış, açlıkla, savaşla daha birçok sıkıntı ile imtihana tabi tutulmuş. Bizle bize verilene şükretmek başımıza gelene sabretmek zorundayız.
Yüce Rabbim yapmış olduğumuz ibadetlerimizi kabul eylesin. Günahlarımızı affeylesin. Sabırla geçen bir hayatın sonunda selamete, cennet yurduna ulaşmayı bizlere nasip etsin. Allah’a emanet olun.
 
OP
bitter_im

bitter_im

Admin
Admin
Genel Yönetici
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
64.633
Tepki
53.644
Puan
113
Yaş
32
Konum
kocaeli
Günün Sohbeti --> İçki ve Zararları..

thumb.jpg


Aklın sıhhatli düşünme ve muhakeme yeteneğini gideren, sarhoşluk denilen hale sebep olan içecekler.
Kur'an-ı Kerîm içkiyi yasaklamış ve haram olduğunu bildirmiştir:

"Ey İman edenler! içki (hamr), kumar, dikili taşlar ve fal okları Şevtanın işlerinden bir pisliktir" (el-Mâide, 5/90).

Ayette geçen hamr kelimesini fakihlerin çoğu aklı gideren bütün içkileri kapsamına aldığını söylemişlerdir. Hanefiler hamrı şöyle izah etmişlerdir: Köpüklenip kuvvetlenen yaş üzüm suyu, yalnızca bu tür içkilerin ismi hamr'dır Bunun dışındaki sarhoşluk veren içkiler hamr kelimesinin şumûlüne girmez. Bu tür içkiler sarhoşluk verdiği için hamr'a kıyasla haramdır Fakihlerin çoğunluğu, sarhoşluk veren bütün içeceklerin azının da çoğunun da haram olduğunu ve hamr kelimesinin kapsamına dahil olduğunu söylemişlerdir (Sahih-i Müslim, Terceme ve Şerh, A. Davudoğlu, IX, 247, vd.).

İslâm'dan önce ve İslâm'ın ilk devirlerinde, câhiliye Arapları içki içer ve bunu hayatın bir parçası gibi görürlerdi. İslâm beş şeyin korunmasına büyük önem vermiştir. Bunlar: Akil, sağlık, mal, ırz ve dindir. İçki içen kimse bu beş unsuru da koruyamaz duruma düşer. Amerika'da içki aleyhtarlarının kurduğu bir teşkilat yeryüzünde ilk defa içkiyi kimin yasakladığını araştırır. İlk yasağın Hz. Muhammed tarafından ortaya konulduğu anlaşılınca O'nun hatırasına New York'ta "Muhammed Çeşmesi adını verdikleri bir âbide yaptırırlar (Yeşilay Dergisi, sy. 441, Ağustos 1970).
Kur'an-ı Kerîm'de içki yasağı tedrîc prensibine göre gelmiştir.
Mekke'de inen ilk ayette yasak hükmü yer almaz.
"Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvelerinden içki yapıyor güzel rızık ediniyorsunuz, bunda aklı eren bir kavim için elbet bir ibret vardır" (en-Nahl, 16/67).

Bundan sonra Hz. Ömer bir gün Resulullah (s.a.s)'a gelerek şöyle dedi: "Ya Resulullah! Şarap malı helâk edici ve aklı giderici olduğu malumunuzdur. Yüce 'tan, şarabın hükmünü bize açıklamasını iste. Hz. Peygamber; "Ey 'ım, şarap hakkında bize açıklayıcı beyanını bildir" diye dua edince şu ayet indi:
"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar, de ki. "Onlarda hem büyük günah hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Ancak günahları faydalarından daha büyüktür" (el-Bakara, 2/219).
Bu ayet inince, bazı sahabîler "büyük günah" diye içkiyi bırakmış bazıları ise "insanlara faydası da var" diyerek içmeye devam etmişlerdir.
Bir gün Abdurrahman b. Avf bir ziyafet vermiş, ashâb-ı kirâmdan bazıları da bu ziyafette hazır bulunmuştu. Yemekte içki de içmişlerdi. Akşam namazının vakti girince, içlerinden birisi imam olmuş ve namaz kıldırırken "kâfirûn" sûresini yanlış okumuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ya Rabbi bize içki konusundaki beyanında ziyade yap" diye dua etmiş ve daha sonra şu ayet inmiştir: "Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın" (en-Nisa, 4/43).

Bu surette içki yalnız namaz vakitlerinde olmak üzere yasaklanmıştır. Artık onu içenler yatsı namazından sonra içiyorlar, sarhoşlukları geçtikten sonra sabah namazını kılıyorlardı.
Yine bir gün Utbe b. Mâlik (r.a) bir evlenme ziyafeti vermişti. Sa'd b. Ebî Vakkas da oradaydı. Deve eti yediler, içki içtiler, sarhoş olunca da asalet iddiasına kalkıştılar. Sa'd bu konuda kavmini öven ve Ensar'ı hicveden bir şiir okudu. Ensar'dan birisi buna kızarak, sofradaki bir deve kemiği ile Sa'd'ı yaraladı. Sa'd da durumu Resulullah (s.a.s)'a şikâyette bulundu. Bunun üzerine bu konuda kesin içki yasağı bildiren ayetler indi:
"Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden bir murdardır. Bunlardan kaçınınız ki, felaha eresiniz. Şeytan içki ve kumarla aranıza kin ve düşmanlık sokmak, sizi 'ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?" (el-Mâide, 5/90-91)

Hz. Peygamberin çeşitli hadisleri bu konuda uygulama esaslarını gösterir:
"Her sarhoşluk veren şey şaraptır ve her sarhoşluk veren şey haramdır. Bir kimse şarabı dünyada içer de ona devam üzere iken Tövbe etmeden ölürse âhirette kevser şarabını içemez" (Müslim, Eşribe, 73).
"Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır" (el-Askalânî, Bulûgu'l Merâm, Terc. A. Davudoğlu, lV, 61 vd.).
Hz. Peygamber'e ilaç için şarap yapmanın hükmü sorulunca; "Şüphesiz şarap deva (ilâç) değil aksine derttir" (el-Askalânî, a.g.e, IV, 61).
"Ümmetimden bir takım kimseler, çeşitli adlar koyarak içki içeceklerdir" (el-Askalânî, a.g.e, IV, 61).
İçkinin yasak oluşu icma-ı ümmetle sâbittir. İslâm fakihleri bu konuda görüş birliği içindedirler. Ancak müctehidler arasında bazı içki çeşitleri üzerinde ihtilaf vardı. Hz. Ömer bu konudaki şüpheleri kaldırmak için, elçisinin minberinden "aklı perdeleyen her şey içkidir" sözüyle özlü bir tarif yapmıştır. Buna göre insana aklını kaybettiren ve onu iyi ile kötüyü, hayırla şerri ayıramaz duruma getiren herşey içki sayılır. Sıvı veya katı olması sonucu değiştirmez. Afyon, eroin ve benzeri bütün uyuşturucular aynı niteliktedir. Çünkü bunları kullanan kişilerde aklın fonksiyonları değişir; uzağı yakın, yakını uzak görür; olağan şeylerden ayrılarak, olmayan ve olmayacak şeyleri hayal etmeye ve rüyalar denizinde yüzmeye başlar. Bazı uyuşturucular da vücûdu durgunlaştırır, sinirleri uyuşturur, ruhsal çöküntülere yol açar, ahlâkı düşürür, iradeyi zayıflatır ve ferdi topluma faydasız hâle getirir. İşte İslâm dini, fert ve toplum için faydalı olan şeyleri emrederken, zararlı olanları da yasaklamıştır. İslâm'ın yasakları tıb tarafından incelendiğinde, bunların fert ve toplum yararına olduğu görülür. Nitekim, içki ve domuz eti gibi yasaklar ilmin ve tıbbın süzgecinden geçirilmiş, nice maddî ve mânevi zararları uzmanlarca açıklanmıştır (bk. Yusuf el-Kardâvî, el-Helâl ve'l-Harâm fi'l-İslâm, Terc. Mustafa Varlı, Ankara 1970, s. 50-53, 75-88).
İslâm, içkinin içilmesini yasakladığı gibi, müslümanlar arasında ticaretini de yasaklamıştır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Peygamber (s.a.s) içki konusunda on kişiyi lanetlemiştir: Sıkan, kendisi için sıkılan, içen, taşıyan, kendisi için taşınan, içiren, satan, parasını yiyen, satın alan ve kendisi için satın alınan" (Tirmizî, Büyû', 59; İbn Mâce, Eşribe, 6).
Mâide suresindeki kesin içki yasağı bildiren ayet geldikten sonra Resulu uygulama ile ilgili olmak üzere şöyle buyurdu: "Şüphesiz içkiyi haram kılmıştır. Bu ayeti haber alıp da yanında içki bulunan kimse, ondan içmesin ve satmasın" (Müslim, Müsâkât, 67; bk. Buhârı, Megâzî, 51; Büyû, 105, 112; Müslim, Büyû, 93; Fer', 8; İbn Mâce, Ticârât, 11; Ahmed b. Hanbel, II, 213, 362, 512, III, 217, 324, 326, 340; İbn Kesîr, Muhtasaru Tefsîri İbn Kesîr, Beyrut (t.y), I, 544-547).
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst