Trene binecek parası bile yoktu...

rüzgar gülü

Daimi Üye
Katılım
20 Şubat 2009
Mesajlar
10.973
Tepki
10.147
Puan
113
Yaş
43
Konum
istanbul
Naci Sönmez, Türk insanının çalışma ve başarma azmine en iyi örneklerden birisi. Muş Sanat Okulu’ndan mezun olduktan sonra beş parasız İstanbul’a gelmiş ve yatacak yeri bile yok. Hatta o dönem kaçak trene bindiği zamanları ’sırtımdan boşanan teri bir ben bilirim’ diyerek anlatıyor.

Sönmez’in kaderini Pimaş’ta işçi olarak işe başlaması değiştiriyor. Her zaman orada kullanılan makinaları yapmayı hayal eden Sönmez, aradan geçen yılarda tüm hayallerini gerçekleştirmiş. Hatta 1978’de kurduğu Mikrosan şu anda kendi alanında dünyanın en büyük beşinci fabrikası. Yaklaşık 50 ülkeye makina ihracatı olan şirket geçtiğimiz günlerde fındık fıstık kabuğu gibi atıklardan ahşap profil üreten bir makina da yaptı. Bu makina çoktan Almanya’ya satıldı, ama arkası da gelecek.

İşte kendisine ’biz vatan hizmetkarıyız’ diyen Naci Sönmez’in ve dünya devleri arasına giren Mikrosan’ın hikayesi...


- Mikrosan’da ne üretiyorsunuz?

Biz plastik boru ve profil üreten makinalar imal ediyoruz. Üç fabrikada toplam 26 bin metrekare alanda faaliyet gösteriyoruz.

Aslında Avrupa’da ana fabrika dışındaki kesim konstrüksiyon işleri dışarıda yaptırılır ama biz mecburen kendimiz yapmak zorunda kaldık ve iki ayrı tesis kurduk.

- Neden?

Çünkü istediğimiz kaliteyi dışarıdan alamadık. Üç kat büyük bir yatırım yapmak zorunda kaldık ki kaliteyi tuturalım.

Makinacılık enteresan bir iş, pardon deme lüksünüz yok. Maalesef Türkiye’de her yer iş anlayışına çok bağlı kalmıyor. ’Bu hafta bitsin haftaya başlarız’ diyorlar, haftaya gidiyorsun yine yok... E o zaman ne yapacaksın? Dünyaya açılmak kolay değil. Kötü reklamın olduğunda iş yapamazsın, batarsın. Bir de taahhütlü işler var, sen makinayı teslim edemezsen müşteri ne yapacak? Ondan sonra tazminat davaları ile uğraşırsın. Bu nedenle biz genelde kendi işimizi kendimiz yaparız.

- Yaşanan kriz sizin işlerinizi etkiledi mi?

Kriz öyle veya böyle devam ediyor. Üç sene evvelki fiyatlar yok artık. Bir de Çinlisi, Hintlisi, Korelisi, Pakistanlısı hepsi sizin karşınızda.

Ucuz diyorsun, bakıyorsun maliyetler kurtarmıyor. Bakıyosunuz çok makina yapmışsınız ama bu çok para kazanmak demek değil ki... Üç sene evvel 10 makina ile kazandığınızı şimdi 30 makina ile kazanamıyorsunuz.

"İNSANLAR ÇALIŞMADAN DEĞİL ÇALIŞARAK BATAR"

- Ne değişti?

İşletmecilik ve üretimler artık çok hızlı. Ürünler bollaşınca O zaman da satma derdi arttı ve müşteriye tavizler başladı.

Eren GÜLER yazıyor hurriyet.com.trEvet, adet bazında çok iyiyiz, geçen seneyi daha şimdiden aştık. Ama ne oldu ki? Unutmayın, insanlar çalışmadan batmaz, insanlar çalışarak batar. Hesabınızı yapamaz, çok ürettim diye yanlış yaparsanız batar gidersiniz. Bu çok önemli. Yoksa çok iş yaparsın ne olacak ki? 10 liraya aldın 15 liraya mal ettin, ama 14 liraya sattın...

- Ne yapmak lazım?

Akıllı çalışacağız, yapılmayanı yapacağız, Ar-ge yapacağız, müşterinin isteklerini önceden sezinleyeceğiz. Kim ne derse desin dünyada Türkiye’nin alternatifi yok. Burası bir üretim üssü oldu. Yabancı da bunu kabul etti artık. Bu dairenin içinde yapabileceğimiz herşeyi yapacağız, ama çok dikkatli olacağız.

Makinacılık ayrı bir felsefe. Şu anda biz üretimi iki katına çıkaralım belki batarız. Yatırımını da dikkatli yapacaksınız.

- Siz fazla macerayı sevmiyorsunuz galiba...

"Bunları adı burgu silindir. Ama bence bir sanat eseridir, sanat şahaseridir. Ben bir tanesini yapabilmek için gece-gündüz 1 sene uğraştım. Bana deli dediler, yapamaz dediler ama yaptım. Bir sonraki sene 25 tane yaptım. Şimdi günde 3 takım üretiyoruz..."

Ben asla macera peşinde koşmam. Ben nasıl bu kadar insanı maceraya atarım, hangi kuzuyu kurda yediririm? Biz dikkatli ve yavaş yavaş gideriz.

Makinacılıkta teknoloji hızlı gelişir ama nihai üründeki gibi değil. Bir makinada 6 bin 500 parça vardır. Mesela bir ahşap profil hattını 12 yılda bitirdik. Bir ürün daha yapıyoruz, 5 yıldır çalışması sürüyor. Makinacılıkta af yoktur. Bir hata müşterini ve sonrasındaki zinciri bir anda batırabilir. O nedenle çok dikkatli olmak zorundayız.

- Yurtdışında Türk malı makinaya bakış nasıl?

Yabancılar son senelerde Türk malı makinaların kaliteli olduğunu ifade ediyorlar. Halen eksiklerimiz var ama herşeye rağmen kalite yükseliyor.

Ama bizim sektörün en önemli sorunlarından birisi, ara malzememiz yok. Makinada kullanılan ara malzemeyi ithal etmek durumundayız. Krom sac, krom çelik, elektronik parça, basınç sensoru... Bunların üretiminin yolunu açmak lazım, teşvik lazım. Eğer yerli üretim olursa bu işler daha karlı hale gelecek. Öbür türlü aldığınızı ya Almanya’ya ya İngiltere’ye gönderiyorsunuz. Onlar da sizin ortağınız oluyor.

- İhracatınız ne kadar?

Cironuzun yüzde 74’ü ihracat. Yıllardan beri hep bu seviyelerde ihracat yaparız. Avrupa, Afrika, Arap Yarımadası, Hindistan, İran, eski Sovyet ülkeleri...

Yaklaşık 50 ülkede 2 bin 700 müşterimiz var.

"DÜNYADA BEŞİNCİ SIRAYA YÜKSELDİK"

- Kendi markanızla mı ihracat yapıyorsunuz?

Evet kendi markamızı kullanıyoruz. Rusya’da birinci veya ikinci durumdayız. İran’da çok aranan bir firma haline geldik. Finlandiya ve İsveç’te çok kuvvetliyiz, İtalya ve Almanya’da büyüyoruz.

- Toplamda dünyadaki yeriniz nedir?

Plastik boru ve profil makinaları alanında dünya beşincisiyiz. Türkiye’de lideriz.

Biz iddialı bir firmayız. Bu memlekete hizmet ediyoruz. Zamanında bizim dedelerimiz savaşlara gittiler gelmediler, bir sürü yetim kaldı. Onlar canlarını veridler, biz de hiç olmazsa elimizle birşeyler yapalım. İddialı olmak lazım, azimli olmak lazım, yılmadan çalışmak lazım. Bu işin gecesi gündüzü yok, rahatlık yok. Ağınız arttıkça rahat olamazsınız. Bir tane makina Rusya’da, bir tanesi Afrika’da bir tanesi Avrupa’da, bir tanesi Asya’da...

O nedenle kaliteli olacak ürünleriniz. Eğer ben çok yapıyorum ama kalitesiz derseniz başınıza büyük bela alırsınız. Makina buradan çıktıktan sonra herşey çok pahalı. En ucuzu buradaki imalattır, pahalı olsa bile. Çünkü arıza durumunda oralara yetişemek kolay değil, hem para hem zaman. İkinci aşamaya bırakmamak gerekiyor.

- Arıza olunca ne yapıyorsunuz?

Sattığınız her ülkeye hizmet vermek zorundasınız, başka ne yapacaksınız? Atlayıp uçağa gidiyoruz. Ama çok zor. O nedenle biz diyoruz ki, ’burada kullanılan malzemeye dikkat edin, hatalı bir şey yapmayalım, bu makinaya 10 sene anahtar vurulmasın.’ Bizim teorimiz bu.

"AVRUPA’YI GÖZARDI EDERİZ AMA ÇİN’İ EDEMEYİZ"

- Sizin rakipleriniz kim?

Çinliler çok büyük rakip. Kalitesi bizimle aynı değil ama adamlar düzeni bozuyor. Mesele normalde makina 10 lira, Çin’de 4 lira. Müşteri diyor ki, "En kötü halde ben denerim..." İşte o denerim dediği an siz artık mal satamazsınız. O deneme size bir makina kaybettiririyor.

Gerçi dener dener sonra döner, ’Naci Abi aldım ama gel kurtar bizi’ derler. Her zaman yaşıyoruz bunları. Ama iş işten geçti. Atsa atamıyor hurdacı da üste para istiyor. Bu makinalar hem sanayiciyi yoruyor hem de biz sipariş kaybediyoruz.

Sonuçta kalite farkı olsa da Çin sanayide bir rakip, göz ardı edemeyiz. Avrupa’yı göz ardı ederiz ama Çin’i edemeyiz.

- Ama siz Çinlilerden farklı bir noktadasınız...

Evet öyle, marka olarak Avrupa düzeyindeyz. Artık müşteri verdiğiniz fiyatı Çin ile kıyaslamıyor. Ama 5-6 sene önce kıyaslıyordu. Biz orta üste hitap ediyoruz. Bu kategoride Alman ve Avusturya firmaları ile sıkı rekabetimiz var.

Bizim teknoloji kontinye üretimdir, devamlı üretim. Siz her saniye mal üretirsiniz. Eğer o ürün sağlıklı çıkmazsa 1 milyon adet zarar olarak döner size. Adam ucuza makina alabilir ama karşılığında bir sezonu kaçırabilir... Geri dönüşü çok ağır bir fatura olabilir.

FINDIK FISTIKTAN AHŞAP ÜRETEN MAKİNA

- Siz atıklardan ahşap profil üreten bir makina yapmışsınız...

Türkiye bu işte çok önemli bir ülke. Meyvedir, fıstıktır, fındıktır, çeltiktir, zeytin çekirdeğidir, bunların hepsi çürüyor.. Halbuki öğütüp un haline getirerek odanızda gördüğünüz herhangi bir profili yapabilirsiniz. Katkı maddeleri ekleyerek istediğiniz profili üretirsiniz. Son dönemlerde bu işe biraz ağırlık verdik. Çünkü potansiyel var ve değerlendirmek lazım.

Ben aslında bu işi 1970’lerde tahmin etmiş o günlerde çalışmalara başlamış bir insanım. Ama gözü kör olsun ki, sermaye yok, para yok. Birşey yapacaksın korkuyla yapıyorsun.

- Bu işin çıkış noktası neydi?

Bunun başlangıcı neydi biliyor musunuz? Bizim köylerde kasabalarda adamın evine kışın gir, yer toprak, üzerinde bir kilim var, evde dört çocuk. Bu çocuklar doktor doktor geziyor, garibimin cebinde 5 lira da yok ki. Böyle bir üretim kurulacaksa bu firmanın üretTiğinin yüzde 20’sini bu insanlara vereceksin dedim. Ama olmadı, olamadı.

- Neden?

Halen arzu ediyorum ama üretim mi yapalım makina tarafında mı kalalım ona tam karar veremedik. Çünkü üretimi yapsan diğer müşteriler alınır mı alınmaz mı?

Şu anda herşey hazır, üretim olabilir, makina da bitti. Ama açıkçası bilemiyoruz, iyi tahlil etmek lazım. Sadece makina değil ürün de yaparsak müşterilerimizi kaybedebiliriz. Profil işini yapan müşteriler sizin bu işi yapmanızı istemeyebilir.

- Ama makinayı üreteceksiniz...

Evet makinayı üreteceğiz, orası kesin ama ürün noktasında karar vermiş değiliz. Zaten ilk makinayı Almanya’ya verdik bile. Bundan sonra arkası gelir.

- Atık maddelerden profil üretme işi ne kadar yaygın?

Bu sistem ABD’de 20 seneden beri kullanılıyor. İskelelerde, ahşapta, parkede, çürümeyen ve yağmurdan etkilenmeyen bir malzeme. Bu tip malzemelerin içine plasik ve bağlayıcılar koyuyorlar ve özelliği bozulmuyor.

Türkiye’de de yurtdışından getirilip PVC’lerde, yer döşemelerinde ve iskelelerde kullanılıyor.


Mikrosan’ın patronu Naci Sönmez ve Genel Müdür Rauf Rustamov (sağda)
NE PARASI NE PULU, EVE GİDECEK PARAMIZ YOKTU...

- Sizin iş hayatınız nasıl başladı?

Ben Muş Erkek Sanat Enstitüsü mezunuyum, esas olarak ****l mesleğinden geliyorum. O günlerde bu okullara gitmek çok revaçta değildi aslında. Ama şu anda sanayiyi yürüten birçok firmanın kurucuları ve ortakları bizim arkadaşlarımızdır. O ayrı bir olaydı.

Beni plastikle buluşturan ise Pimaş oldu. 1964 yılında Pimaş’ta işbaşı yaptım. İşçi olarak başladım, sonra usta olduk, ondan sonra da ustabaşı.

- Mikrosan’a giden yol nasıl oldu?

Ben Pimaş’a girdiğimden beri ’bu makinaları yapabilir miyim?’ diye düşünürdüm, hedefim buydu. Bir gün makinaları yapacaktım.

- Sermaye var mıydı?

Ne parası... Ben fakir bir ailenin çocuğuyum, 1962’de İstanbul’a geldiğimde cebimde 5 kuruş yoktu. O zaman kayıt olmak için Yıldız Teknik Üniversitesi’ne gittim ama para yok, yatacak yer yok, destek yok. Ne yapacaksın? Ya serseri olacaksın ya da gidip çalışacaksın.

Bak şöyle anlatayım, Çayırova’dan trene binip Maltepe’ye gideceğim ama bilet 25 kuruş bende var 15 kuruş. Bilet almadan utana utana vagona bindim. E bindin de ya biletçi gelirse? Cevizli’de inene kadar benden boşanan teri bir ben bilirim... Biz bu işe başlarken ne paramız ne pulumuz var, ekmeğimizi zor kazanan insanlarız. Aldığımız ancak evimize yetti, evden yırtık kilim eksik olmazdı.

Birşey yapmak istiyorsun ama ’bu yeri tutacaksın da kefil var mı?’ diyorlar... Kim sana kefil olur ki?

- Nasıl aştınız?

Ben iyi bir voleybolcuyum, iyi de oynarım. Ama kaptan olmadığım zaman sahaya çıkmazdım. Bu Allah’ın bir hikmetidir, özür liderim ama bir liderlik vasfım var. O vasıfla bazı insanları da peşimde koştururum ve bu hedefe ulaşırım...

Pimaş’tan sonra bir firmada daha çalıştım ve arkasından adi bir ortaklık olarak Mikrosan’ı kurduk. 5 ortak gittik bir tane torna tezgahı aldık ve işe başladık. Tezgahı aldık almasına da cepte eve gidecek para yok para... O gün yürüyerek gittim eve.

İkinci gün bir arkadaş hayırlı olsuna geldi, ’benim makina parçalarına ihtiyacım var yapar mısınız?’ dedi, biz de yaparız dedik, 100 tane...

Gece gündüz çalışıyoruz ama kazandığımız para elektrik parasını çıkarmıyor. Adama ’bunun fiyatını artır’ dedik ama o da diğer tarafla anlaşmasını yapmış artırmıyor. Biz de parçaları bitirmeden iade ettik mecburen.

- Sonra?

O gün enteresan bir olay oldu, Pilsa’dan bir sipariş aldık. Boruların bağlantı yerini yapmak ayrı bir olay ayrı bir meziyettir. O zaman bir tek Almanya’da yapıyorlar. Bize ’yapar mısınız?’ dediler, biz yine yaparız dedik ve işe giriştik. 200 bin liralık da sipariş aldık. 10 tane muf makinası yaptık. 200 bin lira çok büyük para ama. Bir daire 35 bin lira o zaman.

Sonradan Doğu Galvaniz var, oradan sipariş aldık, başka bir arkadaş ’eksuder yapar mısınız?’ dedi, 3 tanesini 1.5 milyona yaptık ve böylece büyümeye başladık.

Ama bir olay daha var, resim ve dizayn... Ben iyi bir makina ressamıyım. Bu konuda iyi düşünür olduğuma inanırım, halen de arkadaşlara yardım ederim. Bu işi özünde düşünce olması lazım. O resimle olan haşır neşirliğim firmayı yükseltmeme çok yardımcı oldu.
 

zeyn0M

Daimi Üye
Katılım
28 Ekim 2011
Mesajlar
1.002
Tepki
315
Puan
83
Konum
istanbul
x_3b95bec9.gif
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst