Mirac nedir ve Mirac gecesi ne olmuştur?

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
Mirac Gecesi, Recep ayının 27. gecesidir. Mirac mucizesi, hicretten bir buçuk yıl önce, 621 yılı başlarında vuku bulmuştur. Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.v) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.v)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis-i şerifde ayrıntılı biçimde anlatılır.

Hadis kitaplarında rivayet edildiği üzere:

Hz. Peygamber (s.a.v) Burak ile Beytü'l Makdis'e vardıktan sonra oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı. Her bir gökte peygamberlerden biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve cehennemin durumlarını gördü, Sidre-i Müntehâ'ya geçti, Allah'ın melekût âleminden bir çok acaib şeyler gördü. Nihayet beş vakit namazın farz kılınması emri ile aynı gecede geri döndü.

Sabahleyin Mescid-i Haram'a çıkıp Kureyş'e haber verdi. Hayret etmek ve kabul etmemekten kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. İman etmiş olanlardan bazıları dönüp dinden çıktı. Birtakım erkekler Ebû Bekir'e koştular.

Ebu Bekir;

"Eğer o, bunu söylediyse şüphesiz doğrudur" dedi.

Onlar:

"Onu bu konuda da mı tasdik ediyorsun?" dediler.

O da:


"Ben onu bundan daha ötesinde tasdik ediyorum, sabah akşam gökten getirdiği haberleri yani peygamberliğini tasdik ediyorum" dedi. Bunun üzerine kendisine Sıddık unvanı verildi.


Kureyşliler içinde Beytü'l-Makdis'i o zamanki haliyle bilenler vardı. Bunlar, onun vasıfları ve durumuyla ilgili sorular sordular, tanımlamasını istediler. Derhal Hz. Peygambere Beytü'l-Makdis gösterildi. Bunun üzerine ona bakıp anlatıyordu.

"Gerçi Beytül-Makdis'i tanımlamada isabet etti." dediler.

Sonra:

"Haydi bakalım bizim kervandan haber ver, o bizce daha önemlidir, onlardan bir şeyle karşılaştın mı?" dediler.

Peygamber (s.a.v)

"Evet, falancanın kervanlarıyla karşılaştım, Revhâ'da idi. Bir deve kaybetmişler arıyorlardı. Yüklerinde bir su kadehi vardı. Susadım onu alıp su içtim ve yine eskiden olduğu gibi yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım kadehte suyu bulmuşlar mı?" buyurdu.

"Bu da diğer bir alâmettir" dediler. Sonra sayıların, yüklerini ve görünüşlerini sordular.

Bu defa da kervan olduğu gibi Hz. Peygambere gösterildi ve sorduklarının hepsine cevap verdi ve buyurdu ki:
"İçlerinde falan ve falan önde, boz renkte bir deve üzerinde dikilmiş iki harar olduğu halde falan gün güneşin doğması ile beraber gelirler".

Bunun üzerine:

"Bu da diğer bir âyettir" dediler ve o gün hızla Seniyye'ye doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye bakıyorlardı. Derken içlerinden birisi:

"Güneş doğdu!" diye haykırdı. Diğer birisi de:

"İşte kervan geliyor, önünde boz bir deve ve içlerinde falan ve falan da var, tıpkı (Hz. Muhammed'in) dediği gibi" dedi. Böyle olduğu halde yine iman etmediler de:

"Bu apaçık bir büyüdür." dediler. Bazıları göğe yükselmenin de "Burak" üzerinde meydana geldiğini söylemişler ise de gerçek olan şudur: Mescid-i Aksâ'ya kadar İsrâ (gece yolculuğu) Burak ile olmuş. Ondan sonra Mirac, asansör kurulmuştur.

Ebu Sa'îd-i Hudrî'den rivayet olunduğu üzere Resulullah buyurmuştur ki:

"Beytü'l-Mak-dis'te olanları bitirdiğim zaman Mirac getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim. Ve o, odur ki, ölünüz can çekişme vaktinde gözlerini ona diker. Arkadaşım, beni, onun içinde kapılardan bir kapıya ulaşıncaya kadar çıkardı ki, ona "Koruyucu melekler kapısı" denir. Koruyucular kapısı, gök koruyucularının beklediği dünya göğü kapısıdır.



"Burada Resulullah (s.a.v) şu âyeti okudu:


"Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin:



"Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür."
(Müddessir, 74/31)



ve buyurdu ki:

Derken bir adam ile beraberim ki, şekli Allah'ın yarattığı günkü gibi, ondan hiçbir şey değişmemiş, kendisine soyundan olan insanların ruhu arzediliyor: "Mümin ruhu, hoş ruh, hoş kokuludur. Bunun kitabını (iyilerin defterin)de kılın" diyor. "Kâfir ruhu ise; kötü ruh, kötü kokuludur. Bunun kitabını (kötülerin defterin) de kılın" diyor.

"Ey Cibril! bu kim?" dedim.

"Baban Âdem" dedi. Ve o, bana selam verdi, gönlümü aldı, hayır ile dua etti

"Hoş geldin salih peygamber ve salih evlad" dedi.

Sonra baktım bir toplum gördüm ki, dudakları deve dudağı gibiydi. Onlara bir takım memurlar görevlendirilmişti, dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar, bu taşlar makadlarından çıkıyordu.

Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim.

O: "Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir" dedi.

Sonra baktım bir toplum vardı ki, derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor. Ve yediğiniz gibi yiyiniz deniliyor. Ve bu onlara en iğrenç bir şey oluyor.
"Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim.

"Bunlar o koğucular, fitnecilerdir ki, insanların etlerini yerler ve sövmek ile ırz ve namuslarına saldırırlar." dedi. "
Sonra baktım bir toplum var ki, önlerine bir sofra kurulmuş, üzerinde benim gördüğüm etlerin en güzellerinden kebaplar var, etraflarında da leşler var. Onlar, o güzel etleri bırakıp bu leşlerden yemeğe başladılar.

"Bunlar kim? Ey Cebrail!" dedim.



O:


"Bunlar zinakarlar" dedi. "Allah'ın helal kıldığını bırakırlar da haram kıldığını yerler."

Sonra baktım bir toplum var ki, karınları evler gibidir. Bunlar Firavun ailesinin yolu üzerinde bulunuyor. Firavun ailesi sabah ve akşam ateşe atılırken bunlara uğruyor, uğradı mı bunlar bir fırlıyorlar, fırlayınca her biri karnının ağır basması ile düşüyor ve bunun üzerine Firavun ailesi bunları ayaklarıyla çiğniyorlar.

"Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim...

Dedi ki:

"Bunlar, karınlarında faiz yiyenlerdir. "onların misali kendisini şeytan çarpmış olan kimse gibidir".
Sonra birtakım kadınlar memelerinden asılmış ve birtakım kadınlar, baş aşağı ayaklarından asılmış.

"Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim. O:

"Bunlar zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlardır" dedi.

Sonra ikinci göğe çıktık. Orada Yusuf ile buluştum. Ümmetinden kendine tabi olanlar da etrafında idi. Yüzü, ayın ondördündeki dolunay gibiydi. Bana selam verdi, hoş geldin dedi.

Sonra üçüncü göğe geçtik. Orada iki teyzeoğlu; Yahya ve İsa ile buluştum. Giyimleri ve saç sakalları birbirine benziyordu. Bana selam verdiler. Hoş geldin dediler.

Sonra dördüncü göğe geçtik. İdris ile buluştum. Bana selam verdi, hoşgeldin dedi.Nitekim yüce Allah:

"Biz onu yüce bir yere yükselttik" (Meryem, 19/57) buyurmuştur.

Sonra beşinci göğe geçtik. Orada milletine sevdirilmiş olan Harun ile buluştum. Etrafında ümmetinden birçok tabileri vardı, uzun sakallı idi. Sakalı hemen hemen göbeğine değecekti. Beni selamladı, hoşgeldin dedi.
Sonra altıncı göğe çıktık, Orada Musa b. İmran ile buluştum. Çok kıllı idi. Üzerinde iki gömlek olsaydı kılları onlardan çıkardı. Musa dedi ki:


"İnsanlar beni "Allah katında en şerefli olan yaratık" diye iddia ederler. Bu ise Allah katında benden yalnız daha şerefli olsaydı aldırış etmezdim. Fakat her peygamber ümmetinden kendine uyanlarla beraberdir. "
Sonra yedinci göğe geçtik. Ben, orada İbrahim ile buluştum. Sırtını Beyt-i Ma'mur'a dayamıştı. Beni selamladı.
"Salih Peygamber ve Salih evlad hoş geldin" dedi. Bunun üzerine bana denildi ki:
"İşte senin yerin ve ümmetinin yeri."
Sonra Resulullah,


"Gerçekten İbrahim'e insanların en yakını, zamanında ona tabi olanlarla şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah müminlerin yardımcısıdır."




(Al-i İmran, 68) âyetini tilavet etti ve buyurdu ki:



"Sonra Beyt-i Ma'mur'a girdim, içinde namaz kıldım. Ona her gün yetmişbin melek girer, Kıyamete kadar geri de dönmezler. Sonra baktım bir ağaç var ki bir yaprağı bu ümmeti bürür. Bunun kökünde bir kaynak akıyor, iki kola ayrılıyordu.

"Ey Cibril! Bu nedir?" dedim. O:


"Şu rahmet nehri, şu da Allah'ın sana verdiği Kevser'dir" dedi. Bunun üzerine rahmet nehrinde yıkandım, geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı. Sonra Kevser'in akış istikametini tuttum ve nihayet cennete girdim. Bir de ne bakayım orada hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, insan kalbine gelmeyen şeyler var.



Namaz Emri


Sonra yüce Allah bana emrini emretti ve elli namaz farz kıldı. Ondan sonra Musa'ya uğradım.
"Rabbin ne emretti?" dedi.


"Üzerime elli namaz farz kıldı" dedim.


O:

"Dön, azaltması için Rabbine yalvar. Çünkü ümmetin bunun altından kalkamaz" dedi.


Rabbime döndüm, azaltması için yalvardım. O benden on vakit namaz indirdi. Sonra Musa'ya döndüm. Bu şekilde Musa'ya uğradıkça Rabbime dönüyordum. Sonunda beş vakit namaz farz kıldı.


Musa, yine:


"Rabbine dön, azaltmasını iste" dedi.


Ben:


"Çok müracaat ettim, artık utandım." dedim.


Bunun üzerine bana denildi ki:

"Sana bu beş vakit namaz, elli namazdır. Bir iyilik on katı iledir. Her kim iyilik yapmaya gayret eder de onu işlemezse, onu bir iyilik yazılır, işleyene de on iyilik yazılır. Her kim de bir günah yapmaya teşebbüs eder de işlemezse bir şey yazılmaz, işlerse bir günah yazılır."
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
Mirac nedir ve Mirac gecesi ne olmuştur? Mirac neyi ifade etmektedir? Miracın kelime anlamı nedir?

Mübarek gecelerden olan kandillerin ikincisi, Kamerî aylardan Recep ayının 27. gecesi Mirac gecesidir.
Mirac gecesi, Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e, büyük hakikatlerin ilâhî sırlarını gösterdiği, vâsıtaları kaldırarak, ilâhî vahye muhatap kıldığı, kendi âyâtını ve kâinatın sırlarını seyrettirdiği mü’minlere beş vakit namazın farz kılındığı ve biz müslümanlar için de ilâhî lütuflarla dolu olan bir gecedir.
Yüce Yaratıcıya yakınlığın en üstün derecesi olan Mirac, beşer anlayışı çizgisinin ötesinde bir olaydır. Bunu tabiat kanunlarıyla açıklamak mümkün değildir.
Peygamberimizin hayatı içinde önemli bir yeri olan Mirac, Cenâb-ı Hakk’ın, sadece sevgili Rasûlü Hz. Muhammed’e bir ihsânıdır. Bu gecede, Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’i, Kudüs’ten başlayarak göklere, daha sonra da hiçbir insan ve hiçbir meleğin erişemeyeceği yüce makama yükseltmiştir. Bir şârimiz bu olayı şöyle tasvir eder:
Serâpa nûr gönlüm anarken be o Mirac’ı,
Beyan etmek değil, hatta tasavvurlar kimin harcı? (1)
Yüce Allah, gönderdiği peygamberlerini tebliğ görevi ile başbaşa bırakmamış, onları vahiy ile yönlendirdiği gibi, zaman zaman çeşitli mucizelerle de desteklemiştir. İşte Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in en büyük mucizelerinden birisi İsrâ ve Mirac hadisesidir. Hicretten bir yıl kadar önce bir gece vakti büyük melek Cebrâil (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.s.)’i “Burak” adı verilen ve mâhiyeti bilinmeyen binek üzerinde, Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alıp, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürdü. Peygamber Efendimiz’e yaptırılan bu yolculuğun Kudüs’e kadar olan bölümü ki, buna “İsrâ” denir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şânı yücedir. O, gerçekten işitendir, görendir.” (2)
İsra’dan sonraki Mirac yolculuğunun Mescid-i Aksa’dan itibaren olan kısmı ile ilgili bilgileri Hz. Peygamber’in hadislerinden öğreniyoruz. Bu konu ile ilgili hadisler özetle; Hz. Peygamber’in, Cebrâil refakatinde göklere yükseldiğini, orada bazı peygamberlerle karşılaştığını, nihayet Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıktığını, geniş bir şekilde anlatmaktadır. (3) Ayrıca, Mirac’ın sırlarla dolu bu bölümüne Necm sûresinde de işaret buyurulmuştur. (4)
Mirac hadisesinin, mü’minleri ilgilendiren yönü, mâhiyetinden daha çok neticesi ve bu neticeden alınabilecek mesajlardır.
Mirac olayının, müslümanlar için önemli sonuçlarından birisi hiç şüphesiz, İslâm Dininin direği mesâbesinde olan namazdır. Namaz mü’minlere bir Mirac hediyesidir. Onun içindir ki, “Namaz mü’minin Miracı” olmuştur. Nasıl ki, Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), Mirac’ta vasıtalardan arınmış olarak, Yüce Allah’la buluştu ise; mü’min de namazda vasıtasız olarak doğrudan Rabbinin huzuruna çıkar, sadece O’na kulluk etme ve sadece O’ndan yardım isteme fırsatı bulur. Öyle ise, mü’min günde beş vakit namazını dikkatle ve huşu içerisinde edâ edecek olursa, namaz onun için bir Mirac olacak ve kul onunla Hakk’a yol bulabilecektir.
Mirac’ın diğer bir önemli sonucu, Bakara Sûresinin son iki âyetinin nazil oluşudur. “Amenerrasûlü” diye de anılan ve ülkemizde yatsı namazlarından sonra mihrâbiye olarak okunan bu mübârek âyetlerde; ilâhî emirler karşısında mutlak itaate yönelen mü’minlerin inançlarındaki sadâkatleri ifade edilmektedir. Ayrıca, bir önceki âyette geçen: “İçinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de, Allah sizi hesaba çekecektir.” (5) haberiyle endişeye kapılan mü’minlere, bu âyetlerle kolaylık bahşedilmiş, sorumluluklar hafifletilmiştir. Böylece Allah’a tam itaat meyvelerini verirken, yersiz kuşkular da, “Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar” (6) müjdesiyle bertaraf edilmiştir.
Mirac’ta Peygamberimize vasıtasız olarak vahyolunan bu âyetler, Rasûlüllah’ın hadislerinde övülmüş, her zaman ve özellikle yatmadan önce okunması tavsiye edilmiştir. Bir hadiste de; “Bu âyetlerin geceleyin yatmadan önce okunması kişiye yeter” (7) buyurulmuştur.
Mir’ac’ın üçüncü önemli sonucu ise, Hz. Peygamber’in ümmetinden, Allah’a şirk koşanlar dışındakilerin affedilebileceklerinin va’dedilmiş olmasıdır. İnsan bilerek ya da bilmeyerek günah işleyebilir. İşlenen günahlardan dolayı pişmanlık duymak ve Allah’tan af dilemek bir daha günah işlememeye azmetmek kaydıyla, Allah Teâlâ, işlenen günahları affedebilir. Nitekim bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (8)
Yüce Allah, bu büyük hâdiseden bahseden İsrâ Sûresinde, Hz. Peygamber (s.a.s.) şahsında bütün insanlığa ahlâk ve fazilet prensiplerini bildirmiştir ki, bu esaslar, fert ve toplumun huzuru için son derece önemlidir. Hatırlanması bakımından bu sûredeki bazı âyetlerin meallerini burada vermek yerinde olur:
“Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya iyi davranmayı emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara karşı “öf” bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle.”
“Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve: ÔRabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi, sen de onlara merhamet et’ de.” (9)
“Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver, elindekileri saçıp savurma.” “Saçıp savuranlar, şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” (10)
“Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın. (11)
“Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin. Biz onlara da, size de rızık veririz. Onları öldürmek şüphesiz büyük günahtır.”
“Sakın zinaya yaklaşmayın, doğrusu bu çirkindir, kötü bir yoldur.”
“Allah’ın haram kaldığı cana haksız yere kıymayın. Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmekte aşırı gitmesin. Zira kendisi ne de olsa yardım görmüştür.”
“Yetimin malına, ergin çağa ulaşana kadar, en güzel şeklin dışında yaklaşmayın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”
“Bir şeyi ölçtüğünüz zaman, tastamam ölçün, doğru terazi ile tartın, böyle yapmak, sonuç itibariyle daha güzel ve daha iyidir.”
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin.”
Bunların hepsi, Rabbinin katında beğenilmeyen kötü şeylerdir.” (12)
Bu âyetlerde bildirilen hakikatleri şöyle özetleyebiliriz: Yalnız Allah’a ibâdet etmeli, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalı, anne-babaya itaat etmeli, hısım akrabaya, fakir ve yoksullara, yolculara, gurbette kalmış kimselere yardım etmeli, israf ve cimrilikten sakınarak kazancı yerinde harcamalı, çocukları öldürmemeli ve onlara gereken değer verilmeli, toplumu ve aileyi temelinden sarsan zinaya ve ona teşvik eden sebeplere yaklaşmamalı, insan hayatına saygı gösterilmeli, yetimlere iyi davranarak, onların haklarını korumalı, verilen sözde mutlaka durmalı, ölçü tartıda ve her söz ve davranışımızda doğruluğa dikkat etmeli, hile yapmamalı, bilinmeyen bir şeyin ardına düşüp körü körüne onun peşinden gitmemeli, yeryüzünde kibir ve gurur taslayarak yürünmemelidir.
Bu sayılan prensipler dikkatle incelenecek olursa; fert ve toplumun manevî huzuru, iyilik ve güzelliklerin kaynağı ve ahlâkî seviyenin yükselmesi için gerekli olan evrensel prensiplerdir.
Mirac Kandili aydınlığını fırsat bilerek çeşitli sebeplerle lekelenen kalplerimizi önce tevbe ve istiğfar ile temizlemeli, sonra da Allah sevgisi, insan sevgisi ve vatan sevgisi ile doldurarak iyi bir kul, olgun bir mü’min olmaya gayret göstermeliyiz. Fitne, fesat, gıybet ve iftira gibi, bizi birbirimize düşman eden kötülüklerden uzak durmalı, dargınlık ve kırgınlıkları ortadan kaldırarak kucaklaşmalı, bir olmaya, diri olmaya çaba sarfetmeliyiz.
Bu kandilin ışığında, “Mü’minler ancak kardeştir.”(13), “Tefrikaya düşmeyin”(14) âyetlerindeki tavsiyeleri bir kere daha düşünmek suretiyle, birlik ve beraberliğimizi pekiştirmeli, düzen ve huzurumuzu bozmak isteyenlere fırsat vermemeliyiz.
Mirac gecesine mahsus özel bir ibâdet şekli olmamakla birlikte, kaza namazı veya nafile namaz kılmak sevâba vesile olur. Ayrıca, Kur’an-ı Kerim okumalı, tevbe istiğfar ve dua etmeli, salâtü selâm getirmeli, yoksullara ve kimsesiz çocuklara yardım ederek sevindirmeliyiz.
İdrak edeceğimiz bu kutlu gecenin ülkemiz, milletimiz ve bütün İslâm âlemi için hayırlara vesile olması dileğiyle bütün okuyucularımızın kandillerini tebrik ediyorum.

Şükrü ÖZBUĞDAY
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst