Kavuşamayan aşkların hikayeleri

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
menuimage119iu.gif

VAN EFSANESİ
Hemen hemen bütün şehirlerimizin önce adlarıyla başlayan kendilerine has hikayeleri, efsaneleri vardır. Fazla yaygın olmamakla beraber, Van isminin nereden geldiği ile ilgili olarak şöyle bir rivayetten söz edilir:
Tarihçiler, Van’ın Milâttan l800 yıl önce Asur Kraliçesi Semiramis tarafından kurulduğunu söylerler. Semiramis, Mezopotamya bölgesinin üst kısımlarında yaşayan Asurların kraliçesidir. Koca bir ülkeye hükmeden, dediği dedik, kestiği kestik olan dünyalar güzeli Semiramis, o güne kadar gönlüne göre birini bulamamıştır; ta ki Van’ın Muradiye kazasının kuzey yamaçlarına bir sefere çıkana kadar.
Semiramis, bu sefer sırasında bölgenin hâkimi olan “Ara” adında genç bir hükümdara gönlünü kaptırır. Güzel olduğu kadar mağrur da olan kraliçe, bu sırrını kimseye açıklayamaz. Savaş devam etmektedir. Semiramis’in kuvvetleri son bir saldırı ile tüm bölgeyi ele geçirirler. Ancak son saldırı sırasında Hükümdar Ara da öldürülür. Haberi alan Semiramis, Ara’ya olan aşkını yüreğine gömer, hemen dönüş emrini verir.
wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x768.
233bi.jpg

Dönüş yolu üzerindeki bugünkü Van’a gelirler. Van’ın zümrüt yeşili bağ ve bahçelerini, Van Gölü’nü çok beğenen Kraliçe’nin en fazla dikkatini çeken yeşillikler arasından göle doğru uzanan heybetli bir kaya parçası olur. Ara’nın hâtırasına bu kayalık üzerinde bir kale inşa ettirmeye karar verir. Kısa süre içersinde kale yapılır, eteğinde şanına uygun bir şehir kurulur. Şehrin adını da “Şamrangerd” bırakırlar.
Aradan yıllar geçer. Ara’nın acısıyla yanan yürek, bu defa da sıla hasretine yenik düşer. Memleketine dönmeye karar veren Kraliçe Semiramis, kaleyi ve kurduğu şehri “Van” adındaki bir komutanına bırakarak ülkesine döner. Şehrin bugünkü adının bu komutandan geldiği rivayet edilir.

128607ye.jpg




Şahbağı Efsanesi

Van Kalesi - Şah Abbas bağlantılı ikinci efsane Şahbağı Efsanesi’dir. Bu efsaneden “Ercişli Emrah ile Selbihan Hikayesi” nde de söz edilir.
Van Kalesi’nin 8-10 km kuzeydoğusunda, bugünkü İstasyon Mahallesi mevkiinde güzel bir köy vardır. Bağ ve bahçeleri ile ünlü olan bu beldenin “Şahbağı” adını alması şu efsane ile açıklanır:
İran Şahı Şah Abbas, bir iddia üzerine Van Kalesi’ni almak üzere sefere çıkar. Ordusuyla Van’a gelir. Karargâhını, Kale’nin 8-10 km kuzeydoğusunda bir yere kurar. Kale kuşatılır, ancak Kale’yi teslim almak bir türlü mümkün olmaz.
O zaman Van Kalesi’ni bir Vali idare etmektedir. Kalede yiyecek sıkıntısı başlayınca yaşlılar Vali’yi sıkıştırırlar. Vali, savaşma teklif eden yaşlılara üç gün daha beklemelerini söyler.
Bu arada, Kale’yi bir türlü teslim alamayan Şah Abbas’ın askerlerinin canları sıkılmaya başlar. Şah Abbas bunun da çaresini bulur. Karargâh kurduğu bölgede askerlerine bağ bahçe diktirir. Kurduğu bağın adını da “Şahlar Bağı” , “Şahbağı” koyar.
Muhasara altında tutulan Kale’de açlık artmakta, teslim olma söylentileri gittikçe yayılmaktadır. Bu söylentilere içerleyen seksen beşlik bir Nine ortaya çıkar :
“Vay, ben öldüm mü ki, vatanıma yâd adam gire? Canım sağken düşmanın atının tırnağını vatan toprağına bastırmam” der. Daha sonra Vali’nin huzuruna çıkar, yapacaklarını anlatır.
Yaşlı Nine, ertesi gün bir deste tandır ekmeği, bir bakraç yoğurt ile Şah Abbas’ın ziyaretine gider. Huzura kabul edilen Nine, Şah’a:
“Şahım, daha evvel gelmem gerekirdi; ancak düğünlerden, davetlerden bir türlü fırsat bulamadım, kusura kalma” der.
Şah Abbas, Yaşlı Kadının sözlerinden Kale’de kıtlık olmadığı sonucunu çıkarır.
Bu arada Yaşlı Nine’nin planı gereği kale burçlarından beyaz tozlar dökülür. Gördükleri karşısında şaşkınlığı daha da artan Şah Abbas, Nine’ye bunun ne olduğunu sorar. Nine de, bunların geçen yılın unları olduğunu, yeni gelen unlara yer açmak için ambarların boşaltıldığını söyler. Aslında burçlardan dökülen un değil, kireç tozudur.
Bunun üzerine Kale’yi alamayacağına kanaat getiren Şah Abbas, muhasarayı kaldırır ve:
“Ko desinler Şah Abbas’ın bağı var” diyerek memleketine geri döner. O günden sonra karargâh kurulan o yerin adı “Şahbağı” kalır.

dreamer20dp.jpg



Akdamar Efsanesi(Ah Tamara)

Van Gölü’nün güneydoğusunda yer alan, uzunluğu 1,5 km, genişliği 0,5 km olan Akdamar Adası’nın ismiyle ilgili şöyle bir efsane anlatılır:
Çok eskiden Van’da bir Keşiş yaşamaktaymış. Bu Keşiş’in dünyalar güzeli bir kızı varmış. Kız o kadar güzelmiş ki, O’nu bir gören bin gönülden vurulurmuş. Bu güzel kızın ismi de “Tamara” imiş.
renaissancegoddess6wz.jpg

Bütün Vanlı delikanlılar Tamara’nın peşinde dolana dursunlar, Tamara gönlünü yiğit mi yiğit, yakışıklı mı yakışıklı bir Türk gencine kaptırır. İki sevgili gizli gizli buluşurlar. Bu buluşmalar bir süre devam eder. Sonunda iki gencin aşkını Van’da duymayan kalmaz.
Keşiş, kızını bu sevdadan vazgeçirmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın başaramaz. Tek çare, kızını Van’dan uzaklaştırmaktır.
hjn023381tp.jpg

Van Gölü’nün en büyük adası olan Akdamar Adası’nda bir kilise yaptırıp, kalan ömrünü kızıyla beraber bu adada geçirmeye karar verir.
Seven iki kalbi birbirinden ayırmak mümkün mü? Tamara ile Türk gencinin aşkları o kadar yüce, o kadar engel tanımaz ki... Keşiş’in Tamara’yı Ada’ya hapsetmesi de fayda vermez. İki genç, anlaşırlar. Delikanlı, her gece kıyıdan yüzerek Ada’ya çıkacaktır. Bu arada Tamara da sevgilisine adayı bulabilmesi için fenerle işaret verecek, O’na yardımcı olacaktır.
Dedikleri gibi yaparlar. Delikanlı, yaz demez, kış demez, fırtınaya, dalgaya aldırmaz, her gece yüzerek Ada’ya çıkar. Sabaha kadar Tamara ile birlikte olurlar. Gün ışımadan da tekrar yüzerek geri döner.
nymph5ef.jpg

Bir zaman sonra Keşiş, iki gencin buluştuklarını öğrenir. Bir gece, kızın bıraktığı işaret fenerinin yerini değiştirir. Feneri, keskin ve sivri kayalıkların bulunduğu bir tarafa bırakır. Tamara da Delikanlı da kurulan tuzaktan habersizdirler.
Delikanlı her zaman olduğu gibi yine kıyıdan suya girer, Ada’dan görünen ışığa doğru yüzmeye başlar. Şanssızlık bu ya, o gece, hem çok karanlık, göl de aşırı dalgalıdır. Delikanlı yüzer, yüzer, yüzer... Kollarında derman tükenir. Işığa doğru yüzdükçe ışık uzaklaşır sanki. Dalgalar daha da kudurur. Kuvvetli bir dalga, gücü tükenen delikanlıyı yükselttiği gibi sivri ve keskin kayalara çarpar. Her tarafı parça parça olan delikanlının, gölün karanlık sularına gömülürken : “Ah Tamara, Ah Tamara!...” feryatları, kayalıklardan yankılanarak Tamara’ya kadar ulaşır. Artık Tamara’ya dur olur mu? O da gözünü kırpmadan kendisini azgın dalgaların kucağına bırakır ve kaybolur. Böylece, yaşarken bir araya gelmeleri engellenen iki genç, sonsuza kadar sürecek beraberliklerine, Van Gölü’nün lacivert sularının derinliklerini mekân seçerler.
Bu acıklı sonun yaşandığı adanın ismi de o günden sonra “Ah Tamara” nın değiştirilmesi ile “Akdamar” olur.
reinertseaofdreamsdetail7wo.jpg



wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x768.
11363627211gb.jpg
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
srj12wb1yq.gif

Akdamar kalesi efsanesi(Ah Tamara)
Çok eski zamanlarda badem ağaçlarıyla doluydu Van Akdamar Adası... Keşişler kendi hallerinde yaşar, adaya kimsenin çıkmasına izin vermezlerdi. Bu adada güzelliği dillere destan ‘Tamara’ adında bir genç kız yaşardı…omzuna dökülen sarı örükleriyle... Ve adayı çok merak eden bir delikanlı bürgün adaya yüzdü ve karaya çıkmış, o sırada badem toplayan Tamara’yı görüp, aşık oldu
Genç dolunaylı gecelerde, sırtını Artos dağlarına döner, büyük bir sabırsızlıkla zamanın geçmesini beklerdi. Sonra da, gece yarısı olduğunda uzun ince bedenini, büyük bir sevinçle gölün sularına sessizce bırakır, Tamara’nın elinde tuttuğu fenerin ışığına doğru yüzmeye başlardı. Işık neredeyse Tamara da orda demekti. Bu mumun ışığı, o adaya varıncaya kadar, havada bazen kavisler çizer, ve adaya yüzen kızıl saçlı, kızıl sakallı delikanlının, yüzeceği mesafeyi Olayı öğrenen Başkeşişin kızı bunu babasına söyledi Ve bir gece... Çıkan fırtına gölde dalgaların boyunu yükseltti Tamara gölü böle tehlikeli görünce feneri yakmadı Bunu fırsat bilen Başkeşiş bir fener yakıp kıyıya çıktı. Karadaki genç aşık ışığı görünce dalgalara aldırmayıp suya attı kendini... Delikanlı fenerin ışığına doğru kulaç atarken, Başkeşişte feneri adanın etrafında dolaştırp durdu. Genç aşığın gücü kalmayınca dalgalarla baş edemedi ve sulara gömülürken
Ah, Tamaraaa! ..” diye haykırdı…….
Ah, Tamaraaa! ..
Tamara, taş duvarları döven çığlıkla irkildi.
Titreyen ayakları rutubetli, kayalardan aşağıya koşarken, başkeşiş, başını pelerinin içinde boşuna saklayarak yukarıya çıkıyordu.İşlediği günah, üzerinden asırlar geçmiş gibi gelen yıllarda işlediği günahlara karıştı, içindeki kiniyle kıyasıya bir savaşa girişti...
Tamara, deli gibiydi.Fırtınanın güçlü çığlığına karışan çığlığı ıslak kayaların üstünde bir o yana bir bu yana defalarca seyirtti.Defalarca titreyen bacakları kaydı, düştü. Tamara, karanlık dalgaların derinliklerinden gelen aydınlık bir tünel gördü. Tamara, karanlık suların derinliğindeki aydınlığa atladı...

18.gif




İZMİR
İzmir ismi symrna kelimesinden gelir zaman içinde zmirna
smiliv.gif
smirne
smiliv.gif
simire
smiliv.gif
semire
smiliv.gif
lesmire
smiliv.gif
lesmirr
smiliv.gif
ksimire
smiliv.gif
siniros
smiliv.gif
mirina
smiliv.gif
samorna
smiliv.gif
simira
smiliv.gif
zmirra
smiliv.gif
asmira
smiliv.gif
esmira
smiliv.gif
ismira
smiliv.gif
ismire
smiliv.gif
yezmir şeklinde de anılmıştır ama aslen iyon kökenlidir ve iyonca da isimlerin başına i eki getirilerek izmirni olarak okunurdu. izmir kelimesi bu kökten gelir. buradan gelip geçmiş tüm kültür kökenlerinde izmir
smiliv.gif
ulaşılamaz erişilemez kadın veya kız anlamına gelir. symrna hakkında
smiliv.gif
yani izmir'in eski ismi hakkında
smiliv.gif
yunan mitolojisinde şöyle bir hikaye vardır..

amazonlar
smiliv.gif
yunan mitolojisine göre anadolunun ortasında
smiliv.gif
truva berisinde yaşayan savaşcı ve sadece kadınlardan oluşmuş bir topluluktu..sayıları fazla idi ve gerçekten çok haşin savaşırlardı..hatta daha rahat yay gerebilmeleri için tek memelerini keserlerdi..nitekim tanrılar tarafından kutsanmış bir ırktı..evlenmeden
smiliv.gif
soylarını devam ettirebilmek için özel seçtikleri erkekler ile beraber olurlardı..eğer kız çocuk dünyaya getirirlerse
smiliv.gif
kendileri gibi eğitip bir savaşcı yaparlardı..erkek doğarsa şayet babalarına geri verip postalarlardı.. bu amazon ırkı ilk başlarda fetihlerini kuzey'e doğru ilerlettiler..kralice olaraktan başlarında 3 tane savaşcı kadın vardı ve hiyerarşik bir yönetim vardı..onların dediği geçerliydi ve fetihler sırasında onlar da orduya katılırlardı..kuzey fetihlerinden sonra amazon savaşcıları truva'nın güneyine yöneldiler..en batıya gitmek ümidi ile ege kıyılarına geldiler..şuan ki izmir'in dolaylarında ve muğla taraflarında
smiliv.gif
buldukları bereketli topraklara şehirler kurdular..ilk başta sayıları 20'yi bulan şehirler sonraları tek tek ayakta kalmak yerine
smiliv.gif
birleşip şehir devletleri haline gelmeyi kabul ettiler... bu bahsettiğim 3 kralice'nin birisinin adı da "symrna" idi ve izmir dolaylarında kurulan şehrin manzarasını ve havasını sevdiği için burada kalmıştı..hatta sonraları şehirler birleşince hepsinin hakimiyetini burdan halletmeyi planlıyordu..nitekim istediği de olmuştur mitolojide anlatılan hikayeye göre..izmir başta olmak üzere amazon kadınları tarafından kurulan 20 küsür şehir kendi içlerinde birleşerek 4-5 tane büyük şehire dönüştü..bu şehirleri arasında bodrum (eski amazonların kurdukları adı ile halikarnas) de vardı..
sonuçta bu bir mitolojik hikaye..ne kadar doğru olup olmadığı tartışılır..ama denilir ki; amazonlar savaşcı oldukları kadar da güzeldirler..bence biraz haklı bir hikaye olabilir
smiliv.gif
nitekim egenin özellikle de izmirin kızları güzeldir..




 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
İSTANBUL
istanbul ismi ise dinci kesimin iddia ettiği gibi islambol adından gelmemektedir. bu komiktir. stanpolis yani yunanca kökeni eis tin polis olan "kentte" "kent içinde" anlamına gelen bir kelime öbeğinden gelir. zamanla kırılıp istanbul olmuştur.fatih zamanında konstantin ve bizans etkisini silmek için kent isminin değiştirilmesine ihtiyaç duyulmuş fakat fatih sadece ismi konstantiniye diye değiştirmiştir.ama halk eskiden beri istanbula stanpolis diyormuş ve ve öyle gelmiş öyle de gidiyor. bu arada anlam vermeden geçmeyelim konstantin ismi "sadık" anlamında gelir.


ANKARA
ankara isminin ''anker'' isminden geldiğini belirtmeliyiz.ankerin anlamının ise gemi çapası olduğu bilinen bir gerçektir.ankara ile gemi çapasının bağlantısını kurmak sizlere anlamsız gelebilir.milyonlarca yıl önce ankara bir iç deniz idi.kral midas'a ''anadolu topraklarında durma kalk! topraklarında bir gemi çapası ara '' dendiğinde firigya kralı midas ankara ismine öbek oluşturan ankara kalesi 'nin tepelerinde çapayı buldurtur.ve donemin paralarında gemi çapası ankara 'yi simgeleyen önemli bir sembol olur.anker
smiliv.gif
angora
smiliv.gif
ankerium
smiliv.gif
engürü
smiliv.gif
ancyra
smiliv.gif
ancorra ve sonucunda ankara bir tarihsel sürecin bugüne kadar ulaşan önemli durak noktalarını ifade ederken
smiliv.gif
hititler
smiliv.gif
firigler
smiliv.gif
lidyalılar
smiliv.gif
persler
smiliv.gif
galatlar roma ve bizanslılar ile ]ilhanlılar
smiliv.gif
selçuklular ve osmanlılar sonucunda türkiye cumhuriyeti bir başkent olarak ankara ' yi doğurmuşlardır. ankara'da bir deniz olmadığı halde
smiliv.gif
anadolu bozkırının ortasında ''çapa kenti'' olmuştur.


DİYARBAKIR
Diyarbakır'ın hikayesi osmanlı zamanında yaşamış bekir isimli çok güçlü bir ağanın güney doğuyu da neredeyse içine alan sınırlara mülk olarak sahip olmasından gelir orijinal ismi diyarı-bekir yani bekirin diyarı anlamındadır.zamanla günümüze böyle yanısmıştır.


AMASRA
il olmamasına rağmen batı karadenizdeki tatil beldesi amasranın hikayesi ise şöyle:
amasranın adı çeşm-i cihan imiş eskiden belki giden vardır aranızda
smiliv.gif
tam bir doğa harikasıdır bu yer. denizin mavisi dağların yeşiliyle bütünleşmiştir resmen. fatih sultan bu bölgeye geldiklerinde
smiliv.gif
güzelliğinden büyülenmiş ve lalasına dönüp
smiliv.gif
"ey lala
smiliv.gif
söyle bana
smiliv.gif
dünyanın çeşmesi bu mu olsa gerek" demiş türkçesiyle. bu yüzdenmiş çeşm-i cihan adı.


KARŞIYAKA
kudüs seferine çıkan delikanlı ingiliz kralı aslan yürekli richard
smiliv.gif
yol üzerinde dinlenmek için o zamanki izmir'in yakınında ordugahını kurar. sonra yola devam ederken burayı çok sevdiğini söyler ve kalbim burada kaldı der. burası karşıyakadır. o günden sonra o zamanki izmir'in yanıbaşındaki (şimdiki izmirin karşısındaki) bu çayır çimen couer de lio yani aslanın kalbi olarak anılır. zamanla cordelio ve daha sonra kordelya halini almış bu isim aynı zamanda bir kız ismi olup
smiliv.gif
avrupa ve amerikada onlarca şehre ismini vermiştir. türklerin devreye girmesi ile izmirin karşısında kalan bu yakaya bilindiği üzere karşıyaka denmiştir. hatta ulu önder annesini emanet ettiği karşıyaka halkına "izmirin karşıyakalıları" şeklinde hitabı gurur ve de onur vericidir.


MANİSA
bu güne kadar manisa adının kaynağı hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür. bunların başlıcaları şunlardır;
"mağnetler teselya'da ki mağnesia'dan gelerek bu şehri kurdular. yeni yurtlarına da geldikleri yerin adını verip "mağnesia" dediler. eski kaynaklarda menderes nehri civarında ki maiandros mağnesia' sın dan ayırmak için magnesia ad sipylum veya spiylos mağnesia'sı adı verilmiştir bu bölgede bulunan mıknatıslı demire nisbet edilerek bu ad verilmiştir. lidya veya başka bir ön asya dilinde
smiliv.gif
anlamını bu gün bilemediğimiz bir kelimeden türemiştir. evliya çelebiye göre ise latinler buraya büyük anlamında nisa derlerdi. manisa' nın bizanslılar dan alınmasından
smiliv.gif
sonra mağnesia denildi ki
smiliv.gif
manası kafir karısı şehri demektir. mader kelimesinin kısaltılması ma'dır ve anne anlamına gelmektedir. fars kültürü bu bölgeye kadar çok etkili olmuştur. nisa arapça
smiliv.gif
ibrani'ce
smiliv.gif
fenike
smiliv.gif
arami'ce dilinde aynı anlamı içeren kelimedir...
ma-n-isa isa'nın annesi şehri manası'na da gelmektedir. spil dağın da bulunan ve haritalar da gösterilen nirengiye meryem taşı ismi verilmiştir. meryem ana efes'e gitmeden önce manisa'da roman shire isminde ki tapınakta kaldığı ve o yüzden; bu bölgeyi şereflendirdiği için isa'nın annesi anlamına gelen manisa ismi verildiği söylenmektedir....
sonuç olarak; hitit
smiliv.gif
aka
smiliv.gif
frigya
smiliv.gif
lidya
smiliv.gif
hellen
smiliv.gif
roma ve bizans egemenliklerini yaşayan manisa'nın
smiliv.gif
antik çağdaki adı magnesia'dır. 1313 yılında saruhanoğulları tarafından bizanslılar'dan alınan şehrin adı manisa olarak degiştirilmiş ve beylik merkezi haline getirilmiştir.


BURSA
bursa ismi millattan önce 300 yıllarında bölgede romalılara karşı savaşan güçlü bir develt olan bithynian ülkesinin bir kralının isminden gelir. bugün anlamı kayıp bir isimdir. kralın ismi prusiastır. kenti ilk kurduğu zaman kent prusa diye anılırdı. zamanla konuşma dilinde bursa'ya dönüşmüştür.


TRABZON
Trabzon ismi kentin yerleşim ve şekil biçiminden gelir.kent merkezi kuzeyde denizden
smiliv.gif
güneyde boztepe'nin üzerine kadar düzgün olmayan teraslar halinde yükselir. değirmendere
smiliv.gif
kuzgundere (ya da tabakhane) ve zağnos dereleri yerleşimi güneyden kuzeye derin boğazlarla bölmüştür. tabakhane ve zağnos dereleri arasında kalan ve düzgün olmayan yüksek bir masa formundaki alan üzerinde
smiliv.gif
kentin bilinen en eski yerleşim kalıntıları tespit edilmiştir. işte bu nedenle trabzon adının eski grekçe masa ya da trapez/yamuk biçimi karşılığı olarak "trapezos" kelimesinden geldiği görüşü ağırlık kazanmaktadır. trabzon adına
smiliv.gif
trapezos olarak ilk kez
smiliv.gif
yunanlı komutan kesnophon tarafından kaleme alınan
smiliv.gif
m.ö. 4. yüzyılda geçen olayların anlatıldığı "anabasis" adlı antik kaynakta rastlanmaktadır


MARDİN
Süryaniler tarafından kuruluşu sümerlere dayandırılan mardin’e ilişkin erken tarihli bilgiler
smiliv.gif
şimdilik sadece efsanelerdir. hammer tarihinde geçen bu efsanelerden birinde
smiliv.gif
pers hükümdarı ardeşir’in (226-241) marde adlı bir kavmi yöreye yerleştirdiği
smiliv.gif
böylece şehrin adını bu kavimden aldığı belirtilir. yine perslere bağlanan bir başka efsanede
smiliv.gif
pers hükümdarlarından birinin hasta oğlunu iyileştirmek üzere buraya getirdiği ve şehzadenin mardin olan adının yöreye ad olduğu anlatılır. vâkidi’den aktarılan efsanede
smiliv.gif
şehrin kuruluşunun bugünkü mardin kalesi’nin bulunduğu alana yerleşerek gününü ibadetle geçiren ve ünü bütün doğuya yayılan dîn adlı iranlı zahidin öyküsüne bağlanır. heraklius’un gönderdiği bir komutan dîn ile önce dost olup sonra onu öldürür ve buraya bir kale yaptırır. zamanla dîn öldü anlamına gelen “mâte din”in mardin’e dönüştüğü öne sürülür. tarih boyunca
smiliv.gif
bu efsanelere referans verircesine şehri
smiliv.gif
süryaniler süryanice kale ya da kaleler anlamına gelen merdin merdi
smiliv.gif
smiliv.gif
mirdo
smiliv.gif
merde
smiliv.gif
marda
smiliv.gif
mardin; bizanslılar maride
smiliv.gif
merdo mardia; ermeniler merdin; araplar maridin; osmanlılar ise mardin olarak adlandırmıştır.
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
GİRESUN
Giresun ismi şehrin eski adı olan kerasus kelimesine dayanmaktadır.ismin kaynağı hakkında iki rivayet vardır. bu rivayetlerden birincisi giresun'da bol miktarda yetişen kiraz(kerasus)dan geldiği
smiliv.gif
ikincisi de şehrin oturduğu yarımadanın denize doğru bir boynuz gibi uzaması sebebiyle eski yunanca''da boynuz anlamına gelen kerastan''dan üretildiğidir. şehir türk hakimiyeti döneminde bugünkü söylenilişiyle anılmaya başlanılmıştır.

KAYSERİ
eski adı sezariye'ın yunancasının okunuşudur. yani caesaria. sezar hayattayken onun adına dünyanın çeşitli yörelerinde 12 farklı sezariye yani 12 farklı kayseri kurulmuştur. zamanla bilinen caesaria bu şekilde dönüşerek son şeklini almıştır


GAZİANTEP
şehir
smiliv.gif
cumhuriyet öncesi yıllara kadar ayıntap ( ayıntab ) adıyla anıla gelmiştir. bu adın benzerine ilk kez haçlı seferlerine ilişkin kroniklerde rastlanmaktadır. urfalı mateos ve papaz griro’nun
smiliv.gif
1124 – 1155 yılları arasındaki seferlerde
smiliv.gif
arapların ayıntab adını verdikleri şehirden hantap ( hamptan ) diye söz ettiği anlatılmaktadır. arapça “ parlak pınar ” anlamına gelen ayıntab
smiliv.gif
ermeni kaynaklarında anthapt olarak geçer. gaziantepli tarihçi bedrüddin ayni’nin ifadesiyle antep’in eski adı “kala-i füsus”dur. kala-i füsus “yüzük kalesi” demektir. bedrüddin ayni’ye izafe edilen rivayete göre buranın kötü bir hakimi varmış. birçok uygunsuz işler yaptıktan sonra ettiklerine pişman olmuş ve tövbe etmiştir. adı ayni olduğundan
smiliv.gif
halk “ayni tövbe etti” demiştir. bundan ötürü şehrin adı “ayni tövbe” aynitap olarak kalmıştır. bir diğer rivayette ise; ayıntap adını
smiliv.gif
suyunun güzelliğinden ve bolluğundan dolayı aldığı söylenmektedir. zira
smiliv.gif
“ayın”; pınar
smiliv.gif
kaynak
smiliv.gif
suyun gözü anlamına gelmektedir. dolayısıyla “tab”; güzel pınar ve güzel kaynak manasını ifade etmektedir. yine ayrıca “ayıntap” adındaki
smiliv.gif
“tab” ; güç ve takat anlamına gelmektedir. şehre suyunun bolluğundan dolayı da bu ismin verildiği söylenmektedir.
islam egemenliği sonrasında ayıntab adı giderek ayıntap’a dönüşmüştür. fransız kuvvetlerine karşı şehrin
smiliv.gif
savunmasını bu uğurda verdiği 6317 şehide rağmen yılmadan
smiliv.gif
cesaretle sürdürmesi ve eşsiz bir direniş göstermesi nedeniyle 6 şubat 1921 tarihinde t.b.m.m. tarafından “gazilik” unvanına layık görüldüğünden “gaziayıntab” olmuştur. 1928 yılında ise
smiliv.gif
şehrin adı gaziantep olarak değiştirilmiştir.


EDİRNE
Edirne
smiliv.gif
roma imparatoru hadrianus tarafından m.s. 120’de yeniden îmâr edildiği için
smiliv.gif
“hadrianapolis” yani "hadriana kenti" ismi verilmiştir. doğu roma (bizans) zamanında “adrinople’” olarak anılmış
smiliv.gif
türkler edirne’yi fethedince
smiliv.gif
ilk önce “edrine” demişler
smiliv.gif
sonradan bu kelime halk arasında “edirne” olmuştur


ÇANAKKALE
bugünkü Çanakkale ismi anadolu yakasındaki çimenlik kalesi’nden geliyor. çanak–çömlek işi çok ileri seviyeye ulaştığı için bu bölgeye 17. yüzyılda çanakkale denmeye başlamış.


YOZGAT
bir rivayete göre
smiliv.gif
yozgat saray köyü'nden (bugün itibariyle kasaba) itibaren aşağıdan yukarıya doğru kat kat yükselmektedir. bu kat kat yükselişindin ve rakımının yüksekliğinden dolayı önceleri "yüz kat" denmiş
smiliv.gif
zamanla bu isim söylene söylene "yozgat" halini almıştır.

diğer bir rivayete göre; aşiret reisi ömer cabbar ağa'nın yüzü çopurdu. bu yüzden kendisine çopur veya çapar koca derlerdi. söylentiye göre cabbar ağa
smiliv.gif
sürülerini bir yaz günü yaylakta otlatırken karşısına hızır (as) çıkıyor ve davar sahibi cabbar ağa'dan içmek için süt istiyor. güler yüzlü ömer ağa hemen misafirine ikramda kusur etmeyerek
smiliv.gif
gönül hoşluğu ile sütü ikram eder. hızır (as) sütü içtikten sonra çok memnun kalır ve cabbar ağa'ya "çobanoğlu
smiliv.gif
yozuna yoz katılsın
smiliv.gif
memleketinin adı yoz-kat olsun" diyor. bu sözü söyleyerek kayboluyor. temeli böyle olan yoz-kat söylene söylene yozgat halini alıyor.

ismin kaynağı hakkında her ne kadar tatmin edici bir bilgi yoksa da uzun yıllar bu havalinin böyle anıldığı bilinmektedir..birinci büyük millet meclisinde kütahya mebusu cemil bey tarafından verilen bir takrir ile yozgat ismi bozok olarak değiştirilmiş
smiliv.gif
bilahare 23 haziran 1927tarihinde bozok mebusu süleyman sırrı (içöz) bey ve arkadaşlarının verdiği bir takrirle bozok ismi tekrar yozgat olarak değiştirilmiştir.


AYDIN
selçuklu beylerinden menteş bey
smiliv.gif
tarihi "tralles" şehrini ele geçirerek "güzelhisar" ismini vermişti. daha sonra burası aydınoğulları adlı beyliğinin eline geçti. aydınoğlu mehmed bey bu şehri çok güzel imar ettiği için "aydın'ın güzelhisar'ı" denmeye başlandı. zamanla yalnız "aydın" ismi kullanıldı.


BİLECİK
eski zamanlarda erenlerden bir grup göç etmişler bileciğe şehir kurmak için kazmayla kürekle her gün çalışıolarmış ama sabah uyandıklarında kazmayı küreği başka yerde
smiliv.gif
kazdıkları toprağı da örtülü buluyorlarmış bu bi kaç zaman dewam ettikten sonra bunda bir hikmetin olduğuna karar veren erenler kazmanın küreğin taşındığı yeri kazmaya karar werip BİLEYDİK şehri buraya kurardık demişler ve şehir bugünkü bileciğin olduğu yerde kurulmaya başlanmış bu hikaya anlatıla anlatılan da BİLEYDİK kelimesi dilden diel geçerken BİLECİK halini almış.


ÇORUM
a)çorum (önceleri bazen çorumlu) türklerin bölgeye gelmesiyle bu adı almıştır. çorum veya çorumlu adının oğuz boylarından alayunt’lu boyunun bir oymağına ait olduğu belirtilmektedir.

b)evliya çelebi seyahatnamesinin ıı.cildi 407.sahifesinde bölgenin havasının astım hastalarına iyi gelmesi nedeniyle
smiliv.gif
selçuklu sultanı kılıç arslan hasta oğlu yakup mirza’ yı ve yüzlerce çorluyu (bakımsız
smiliv.gif
zayıf
smiliv.gif
hastaları) buraya göndermiş ve bunlar sağlıklarına kavuşmuşlardır. bundan dolayı şehre çorum denilmiştir.

c)çorum’un çevresinin dağlarla çevrili oldukça geniş bir ova olmasından dolayı (çevrim) denildiği
smiliv.gif
halk ağzında çorum’a dönüştüğü söylenmektedir.

d)danişmendname’ ye göre melik ahmet danişmend çetin savaşlardan sonra bizans’ın elinden çorum bölgesini alır.halk müslüman olup bağlılık gösterir. ancak bu tutumları
smiliv.gif
melik ahmed’ i ve ileri gelen komutanları bir ziyafette zehirlemek istemelerinden dolayı bir tuzaktır. bu kötü niyetlerini ve şehrin bir depremle tamamen yıkılacağını melik ahmet bir gece rüyasında görür. melik ahmet bu rüyanın verdiği endişe ile uyanırken şehir sallanmaya başlar. askerlerini ve arkadaşlarını derhal kaleden çıkarır.
kaledeki bizanslılar müslümanların çekilişinden memnun kalarak kaleyi tekrar kapatarak savaş hazırlığına başlarlar ve yeniden dinlerine dönerler. fakat deprem yeniden şiddetlenerek kale ve şehir tamamen harabeye döner. bizanslılara bu saldırılarından dolayı
smiliv.gif
suçlu anlamına gelen “cürümlü” adı verilir
smiliv.gif
zamanla bu “çorumlu” olur.

e)anadolu’nun türkleşmeye başladığı 1071 malazgirt meydan savaşından çok önce türk boyları yavaş yavaş anadolu’ya sızmaya ve yerleşmeye başlamışlardır. bu tarihte bizans’a bağlı olan çorum
smiliv.gif
nikonya (yankoniye) adını taşımaktaydı
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
Sarıkız Efsanesi,, Balıkesir Efsaneleri

balikesirefsaneleri_image3BD.jpg

Sarıkız heykeli
Evliya olduğu kabul edilen bir efsane kahramanın adı. Sarıkız ile ilgili değişik söylentiler vardır.En yaygını Edremit körfezi yakınında Kaz dağında yaşayan Tahtacı yörükleri tarafından söylenilenlerdir.
Alevi geleneğine göre Sarıkız ,Kan kalesinde savaşırken Halife .Ali'ye aşık olan bir kral kızıdır.
Başka bir söylentiye göre Selman-i Farisi'nin eşidir.Yahut da Halife Ali'ye aşık olduğu için onun eşi ve Hz.Muhammed'in kızı Fatıma'nın canını sıkmış ve bu yüzden öldürülmek üzere Kaz dağına çıkarılmış bir suçlu kızdır.Kimse bu kızla birlikte yaşamamış ,babasına "Öldür bunu" diye baskı yapılmıştır. Kızının masumluğuna inanan baba ,bir kaz sürü ile O'nu dağa çıkarmış ve yalnız bırakarak kaçmıştır.O dağın doruğunda kimse bir geceden fazla yaşayamazmış.Ama Sarıkız ve kazları ölmemiş .Edremitliler O'nun yaşadığını her gece dağın doruğunda yanan bir ışıktan farketmişler.
Kızını dağda bıraktığı için pişman olan baba ,onu aramaya çıkmış,ormanda kaybolduğu sırada önünde beliren ışığı takip ederek kızının saklı olduğu tepeye varmış.Orada ışık silkinince Sarıkız oluvermiş.Baba ne kadar ısrar etti ise de kızını aşağıya indirememiş .Tahtacı yörükleri ,masum ve temiz aşkları temsil eden Sarıkız makamında her yıl toplanarak büyük törenler yaparlar.Bu törenlere yabancılar katılamaz.Dağa Sarıkız'ın kazlarından dolayı bu isim verildiği söylenir.



Adalar Denizinin iki yakası ,,,

balikesirefsaneleri_balkesir.jpg

Tanrıça Venüs'ün Akdeniz'in köpüklerinden doğuşu söylenceler olsa da Ayvalık 'ın zeytin yeşili ile Adalar denizinin mavisinden doğduğu kesindir.Her yaz kısacık süre de olsa uğrama olanağı bulabilenlerin bir tutku haline getirdikleri Ayvalık ; Tüm kış boyu özlem ve düşleri süsler ,Alibey (Cunda) adasında güneş batarken uzun sohbetlerin başladığı kıyı restaurantları ,biri diğerinden daha az lezzetli olmayan yöremize özgü mezeler ,balık yemekleri, liman boyunca yapılan akşam yürüyüşleri ,her dönemeci tarihe tanıklık eden sokaklar,özgün mimari yapılar ,zeytin ve çam ağaçlarının kokularını saçlarınıza süren tatlı esinti, bu bölgedeki yaşamın ve ilişkilerin uygar ,alçakgönüllü ,dingin başkalığı... Ayvalık çarşısındaki her perşembe pazar kurulur.Neredeysa tüm yazlıkçılar oraya uğramadan edemezler.Ürün çeşitliliği ve çevre köylerden getirilen sebze-meyvelerin tazeliğinin ötesinde ,satıcıların iletişiminde yaşanan içtenlik ve sıcaklıktır belki de onu çekici kılan .Öyle ki bu pazar yeri ile sınırlı kalmayan rahatlık ve konukseverlik,karşıdaki Midilli adasında yaşayan komşu yunanları da buraya çekmektedir.O gün Ayvalık'a teknelerle önemli sayıda konuk gelir,özgürce dolaşır,yemek yer,çekincesizce günlük/haftalık alışverişlerinin yaparlar. Geçmişte iki devlet /toplum arasında yaşanan olumsuz siyasal olayların burada hiç bir izi kalmamıştır sanki. Ancak bazı güncel gelişmelere baktığımızda ;bu geçmişi unutma,yaşananları tarihin nesnel yargısına bırakma ve bir dostluk ortamı oluşturma çaba ve eyleminin daha çok bizimle sınırlı kaldığını gözlemleyebiliriz.. Son yıllarda Yunanistan ile aramızdaki sorunlarda genellikle alttan alan bir ülke ve en haklı ulusal davalarımızda bile sanki "özür dileyen bir suçlu" görünümüne büründük.Öte yandan ,kültürel alanlarda da garip bir yaklaşımlar sergilemekteyiz.Örneğin ,iki-üç yıldan beri televizyonlarda gösterilen bazı yerli dizi filmlerde ,konu ya da dönem ne olursa olsun;öyküde bir kaç "yunan/rum" figürü mutlaka bulunmakta ve çoğunlukla da hep olumlu bir "tiplemeyle"sergilenmektedir.Bu karakterler barışcıl ,insancıl,yardımsever ,kültürlü v.b ,Daha ilginç ve gerçektende düşündürücü olanı ise ulusal kurtuluş savaşımızı konu alan kimi dizilerin senaryolarıdır. Öyle ki bu filmlerde yunan askerleri bile "iyicidir" ya da "o kadar da zalim/kötü"değillerdir. Her türlü sanatsal/tarihsel görüş ve eleştiri bir yana 20.yy.'ın ilk çeyreğinde işgalci yunan güçleri ile vatanları uğruna savaşan ,ölen ,yaralanan,sevdiklerini yitiren asker/sivil atalarımız tamamen "reyting" kaygıları ile kotarılan bu yerli filmleri izleyebilseler,yorumları nasıl olurdu.? acaba,,,Türklerew ve ortak tarihimize yönelik olumlu duyguların Yunanistanda da oluşması (örneğin benzeri motiflerin Yunan filmlerinde de işlenmesi)durumunda ,böylesi yaklaşımların özellikle gelecek kuşakların dostluğuna sağlayacağı katkı yadsınamaz elbette .Karşılıklılik esasına dayanan bu tür etkinliklerin her iki yakada da arzulanır bir süreklilik kazanması önemlidir.Ancak ve ancak durum böyle olmadığı gibi komşumuzda "Türk düşmanlığı"nın hâlâ (belki de artarak)sürdüğünü görmek üzüntü ve umutsuzluk yaratmaktadır.Geçen aylarda bir askeri okullarında yaptıkları saygısızlık "Pontus rum soykırımı" diye yeni bir tarihi olay (Tarihi baştan yazmaları) kurgulamaları ,üstelik bunun için anıt dikmeleri ,oradan Anadolu'ya ( en azından resmî ) bakışın bizimkine koşut ,eşdeğer ve de ayni naiflikte olmadığını kanıtlayan ,çok önemli iki güncel olgudur.Özetle siyasal/sosyal/kültürel yaşamımızda adeta moda halini alan ,ancak tuhaf bir tek yanlılık ve özgüvensizlik içeren; kimi sinema yapıtlarında ise en abartılı boyutlara ulaşan ,dost -iyi - olumlu "Yunan imgesi" yaratma çabamız kanımca Adalar denizinin "yalnızca" beri (bu) yakasından öte yakasına uzatılan bir "yalnız" zeytin dalıdır...


Amasya
Binlerce yıllık tarihinde 13 medeniyete ev sahipliği yapan, yetiştirdiği şehzadeler kadar bağrında yaşanan aşklarla da ünlü olan Amasya'nın Ferhat ile Şirin destanının yanı sıra Güzelce Kız destanı da dillerde dolaşıyor.

7 bin 500 yıl öncesinden bu zamana kadar 13 medeniyete ev sahipliği yapan ve bu medeniyetlerde sürekli önemli bir merkez olan Amasya, Osmanlı Dönemi'nde şehzadelerin yetişmesinde önemli bir rol oynarken, cumhuriyetin kuruluşunda da önemli mihenk taşlarından birisi oldu. Tarihinin yanı sıra yetiştirdiği ünlüleri ve efsaneleriyle de Türkiye ve dünyada tanınan Amasya'nın ünlü aşıklar Ferhat ile Şirin efsanesinin dışında Güzelce Kız efsanesi de dillerde dolaşıyor. Pont Dönemi'ne ait olduğu tahmin edilen ve günümüzde Aynalı Mağara olarak bilinen kral mezarında geçen efsane de şöyle anlatılıyor:
wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 750x600.
kadin5.gif

"Güzelce Kız, bir kral kızıdır. Dünyalar güzelidir. O kadar güzeldir ki görenler dayanamaz, yıldırım düşmüş gibi kendilerinden geçerler. Bu yüzden genç kız, hep peçeli gezer, güzel yüzünü kimseye gösteremez. 'Artık zamanı gelmiştir' diye düşünen babası, dört bir yana haberciler çıkarır kızını evlendirecektir, ama kim kızının peçesini açıp güzelliğine dayanır, onu dünya gözüyle seyredebilirse kızını ona verecektir. Bu çağrıya yedi iklim, dört bucaktan şehzadeler, vezir çocukları, dünya zenginleri, yiğitler, bilginler, kısacası gençliğine, bilek gücüne güvenenler dört nala Amasya'ya gelirler. Amasya meydanında kurulan özel bölümde bulunan Güzelce Kız bekleyedursun, kendine güvenen delikanlılar cesaretlerini toplayamaz, yanına yaklaşan ise peçesini kaldırmak istediğinde eli titrer, dizlerinin bağı çözülür. Bu sahneler günlerce devam eder. Bir gün fakir mi fakir, ama yiğit mi yiğit, gerçekten güzel, alımlı bir delikanlı: 'Ben de şansımı denemek istiyorum' diye destur alıp tahtın yanına yaklaşır.
Herkesin şaşkın bakışları arasında hiç vakit geçirmeden Güzelce Kız'ın peçesini kaldırır. O an öyle bir elektriklenme olur ki, bir aydınlanma, bir alev, bir ateş sarar etrafı. Kimse ne olduğunu anlayamaz. Meydanda bulunanlar korkudan yerlere kapanır. Sonra sonsuz bir sessizlik içinde kömür kesilir iki genç, yan yana uzanmış şekilde. İki gencin cesedi, şehre yakın yerdeki bağ ve bahçelikler yanında bulunan kaya mezar içinde iki ayrı odaya gömülür. Bu kaya mezarının dışı güneşle birlikte Güzelce Kız'ın yüzü gibi parlamaya başlar. Bu parlaklığından dolayı da, daha sonra kaya mezarın adı 'Aynalı Mağara' diye ünlenir."
Son yıllarda turist sayısını artıran Amasya'ya gelen yerli ve yabancı konukların en çok görmek istedikleri yerlerin başında gelen Aynalı Mağara, Ziyaret beldesi sınırları içerisinde bulunuyor.

 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 932x1200.
women0973tm.jpg

Amazonlar;

Anadolu'nun mythos'a katkıları salt efsane, uydurulmuş masal değildir. Anadolu kaynaklı efsanelerin hemen hepsi olmuş olayları yansıtır, yaşamış kişileri konu alır. Bu yüzdendir ki bir gerçek payı ve tarihsel bir nitelik taşırlar. İzlerine destanlarda olduğu kadar, tarihçilerin ve coğrafyacıların eserlerinde rastlamamız bunu kanıtlar.

Amazon'lar bu gerçeğin en belirgin örneğidir, çünkü efsaneleri yalnız bir olayı değil, bütün bir düzeni dile getirir. Anadolu bin yıllarca anaerkil bir toplum düzeni içinde yaşamış ve bu düzenin simgesi olan Ana Tanrıça'ya değişik adlarla tapınmıştır. Amazon'lar işte bu düzenin kalıntılarıdır, babaerkil özellikte ve nitelikte olan Yunan mythos'unu bu kadar etkilemiş olmaları da ondandır.

Amazon'lardan dem vuran en eski kaynak Homeros'tur: "Erkek gibi Amazon'lar" der ve Bellerophontes'in onları yendiğini belirtir (Belîerophontes). Troya'nın önündeki bir tepede mezarı bulunan Myrrhine ise tanrılaşmış bir kahramana benzer, çünkü halk arasında adı başka, tanrılarca başkadır (Myrina).
wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x768.
u2612173pm.jpg


Efsaneye göre Amazon'lar savaş tanrı Ares ile Harmonia'nın (ya da Aphrodite'nin) kızları sayılır. Savaşçı karakterleri böylece kaynaklarından da belli olan bu kadınlar ok ve yaydan başka bir de "labrys" denilen iki ağızlı baltayı silah olarak kullanırlar. Bu baltaya hem Girit'te, hem Hitit kabartmalarında rastlanır.

Amazon'ların at üstünde savaşmaları, atı yalnız arabaya koşmak için kullanan ilk Yunanlıları özellikle etkilemiş olsa gerek. Ho-meros'ta Myrina'ya "çok zıplayan, yüksek atlayan" denmesi acaba atlı bir tanrıça olmasından mıdır? Amazon'ların yayıldığı bölgelerle Hitit'lerin bulunduğu bölgelerin birbirini tutması da dikkati çekmekte. Amazon'ların Anadolu topraklarında bir Hitit kalıntısı, ya da Hitit'lerle ilgili bir anı olabileceği varsayımını bazı bilginlerde, özellikle Halikarnas Balıkçısı'nda uyandırmıştır.

Amazon adının kökeni de yazarlarca şöyle açıklanır: Amazon, yani memesiz demekmiş, adın nedeni de bu savaşçı kadınların yayı göğüslerine rahatça dayayabilmek için bir memelerini kesip çıkarmaları imiş. Amazon'ların erkek gibi oluşu, savaşçı bir kadın topluluğu olmalarından ileri gelir. Başlarında hiçbir erkek bulunmadan kendi kendilerini yöneten Amazon'lar önder olarak bir kraliçe tanırlar, nitekim birçok kraliçelerinin adı geçer efsanede.

Erkekleri yanlarında köle ya da uşak olarak bulundururlar, onlarla cinsel alışveriş kurup çocuk doğururlar, ama erkek çocuklarını sakat eder ya da öldürürler, yalnız kız çocuklarını yetiştirip aralarına alırlar. Bu tutum Anadolu'ya gelen Yunanlıları çok şaşırttığı içindir ki, Amazon'ları anlatmakla bitiremezler.

Yurtları üstüne kaynaklar birbirlerini pek tutmaz. Çoğu efsanelerde Amazon'lar Karadeniz'de Thermodon (Terme) çayının kıyısında Themiskyra şehrini kurmuşlar ve orada oturmaktadırlar. Bu şehir bugünkü Fatsa ya da Ordu yakınında olsa gerek. Argonaut'lar Kolkhis'e varmadan onlarla karşılaşırlar. Başka kaynaklar onları Kafkas eteklerine, Trakya'ya ya da güney İskitya'da Tuna ağzına yerleştirirler. Anadolu'da hemen her yerde adlarına rastlanması bu kaynakları yalancı çıkarmaktadır.

Amazon'ların tarih öncesi çağlarda Batı Anadolu'ya yayıldıktan sonra Yunanistan'a dek sokuldukları ve Atina önünde savaştıkları anlaşılmaktadır. Ege kıyılarında Amazon kraliçeleri tarafından kuruldukları söylenen şehirler şunlardır: Pitane, Myrina, Kyme, Gryneion, Smyrna. Ephesos ve Ptiene'nin ilk yerleşme yeri. Bir tanrıça sayılan Myrina'nın Lesbos (Midilli) adasına göçüp oranın başkenti Mytilene'yi de kurduğu söylenir. Birçok Amazon'un büyük efsane yiğitleriyle ilişkisi olmuştur: Hippolyte'nin Herakles, antiope'nin Theseus, Penthesileia'nın Akhilleus efsanesinde adı geçer.

Ephesos ve Smyrna şehirlerinin birer Amazon tarafından kurulduğu anlatılır. Bu savaşçı kadınlar kimi ozanların ezgilerinde Efes Artemis'i ile ilişkili olarak gösterilir: İskenderiye şairi Kallimakhos Artemis tanrıçaya övgüsünde cenkçi Amazon'ların Ephesos kıyısında tanrıçaya bir heykel diktiklerini ve çevresinde savaş raksı yaptıklarını, birbirine vuran kalkanlarının ta Sardes'te dek yankılandığını yazar.

Amazon'lar Ephesos'taki ünlü Artemis tapınağı ile de ilişkilidirler. Dünyanın yedi harikasından biri olan bu tapınağı Amazon'ların yaptığı ya da orada rahibelik ettikleri anlatılır. Anadolu'nun ana tanrıçası Kybele ile sıkı sıkıya ilişkili oldukları apaçık belli olan Amazon'ların efsaneleri de, tarihsel kimlik ve kişilikleri de ana tanrıça üstüne olan bilgilerimiz değerlendirildikçe açıklık ve kesinlik kazanacaktır (Artemis, Kybele)

Argonautlar (Argo Gemicileri);

İlkçağın büyük destansal öykülerinden biri olan Argonaut'lar serüvenini bize bir tüm olarak Rodoslu Apollonios anlatmıştır. İ.Ö. III. yüzyılda yaşayan Apollonios ünlü bir mythos yazarıdır.

Bu konuyu kendisinden sonra Apollodoros ve önce de büyük Dor şairi Pindaros işlemiştir. Medeia ile İason efsaneleri ise tragedya yazarlarına ve özellikle Euripides'le Seneca'ya konu olmuştur. Bu uzun öyküyü, çeşitli bölümlerini başlıklarla göstererek özetlemeye çalışalım.


wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x768.
u230678vg.jpg

ARGO GEMİSİ
Adı "hızlı" anlamına gelen Argo gemisi Karadeniz'in Kolkhis ülkesinde Altın Postu aramaya giden kahramanlar için yapılmış elli beş kürekli bir gemiymiş. Onu yapan ustanın adı da Argos imiş.

ARGONAUTLAR KİMLERDİR?
Sefere katılanlar Troya efsanesi kahramanlarından önceki kuşaktan kişilerdir. Mythos yazarlarının bunlar üstüne verdikleri listeler birbirini tutmaz, ama genellikle en ünlü kahramanlar şunlardır: İason, gemi ustası Argos, dümenci Tiphys, ozan Orpheus, Idmon, Amphiaraos ve Mopsos adlı biliciler, Boreas'ın oğulları Kalais'le Zetes, Kastor'la Polydeukes, Pele-us'la Telamon, Meleagros, Herakles ve daha başkaları.

ALTIN POST
Altın Post, bir zamanlar Athamas'ın çocukları Phriksos'la Helle'yi sırtına alıp Yunanistan'dan Karadeniz'deki Kolkhis ülkesine kaçıran kanatlı koçun pöstekisidir. Kız kardeşi Helle Boğazları geçerken denize düştükten sonra, Phriksos tek başına Kolkhis'e varır ve kendisini iyi karşılayan Aietes'e Zeus'a kurban ettiği koçun altından olan postunu verir. Aietes de bu eşsiz postu tanrı Ares'e adanmış bir korulukta saklar (Athamas, Phriksos, Helle, Aietes).

SEFERİN NEDENİ
İolkos kralı Aison tahtını üvey kardeşi Pelias'a kaptırmıştı. Aison'un oğlu İason delikanlılık çağına gelince Pelias'ın karşısına çıkıp tahtını geri ister. Pelias da ondan kurtulmak için önce Kolkhis'e gidip Phriksos'un orada bıraktığı altın postu getirmesini buyurur. İason bu sefere çıkmak zorunda kalır, Yunanistan'da ne kadar gözü pek, atılgan yiğit varsa hepsini toplar ve Phriksos'un oğlu ünlü usta Argos'a bir gemi yaptırdıktan, bu işte tanrıça Athena'dan da yardım gördükten sonra yola çıkar (Aison, Pelias, iason).

YOLCULUK
Argo gemisi Tesalya'daki bir limandan denize indirildi. Tanrı Apollon'a yapılan kurbanlar bilici İdmon tarafından iyiye yorumlandı: İdmon'un kendisinden başka yolcuların hepsi geri dönecekti.

LEMNOS ADASI

Birinci durak Lemnos adaşıydı. Adanın kadınları kocalarını öldürmüşlerdi. Adada erkek olmadığından Lemnos kadınları Argonaut'ları iyi karşıladılar ve onlarla sevişerek gebe kaldılar (Thoas, Hypsipyle).

SEMENDlREK, KYZlKOS

Çanakkale Boğazı'na girmeden Samothrake (Semendirek) adasına vardılar ve ozan Orpheus'un öğüdüne uyarak adadaki gizemlere erdirildiler. Oradan da Marmara denizine girdiler ve Kapıdağ yarımadasına vardılar. Delion'lar kralı Kyzikos'u yanlışlıkla öldürdüler (Kyzikos).

MYSIA'DA HYLAS'IN KAYBOLMASI

Mysia kıyılarına vardıklarında (Mudanya limanına çıkmış olacaklar) Herakles ormana dalıp kırdığı küreğinin yerine yenisini kesmeye gitti, yanında Hylas adlı çok sevdiği bir genç vardı. Delikanlıyı tatlı su aramaya göndermişlerdi. Geri gelmeyince Herakles onu aramaya koyuldu ve şafak sökerken hâlâ dönmediklerinden gemi Herakles'i Mysia'da bırakarak yoluna devam etti (Hylas, Herakles).

AMYKOS, PHİNEUS

Kadıköy'e yerleşmiş dev Amykos'u Polydeukes'in yenmesi üzerine yelken açan Argo gemisini fırtına Boğazdan uzaklara Trakya kıyılarına atar. Orada Poseidon'un oğlu kör kral Phineus'a rastlarlar. Bu kral Harpya'lar belasına uğramıştır. Kanatlı, kadın yüzlü canavarlar olan Harpya'ları rüzgâr tanrı Boreas'ın oğulları Kalais ile Zetes yener ve kovarlar. Bu iyiliğe karşılık Phineus Argonaut'lara ilerde karşılarına çıkacak tehlikeleri nasıl atlatabileceklerini bildirir (Amykos, Harpya'lar, Kalais ile Zetes).

ÇARPIŞAN KAYALAR

Karadeniz'e çıkmadan Symplegad'lar yani çarpışan kayalardan geçmeleri gerektiğini Phineus söyler Argonaut'lara. Mavi Kayalar diye de tanımlanan bu iki kaya aralarından bir gemi geçti mi, yerlerinden oynar ve birleşerek kapanır, aralarında ne varsa paramparça olurmuş.

Phineus Argonaut'lara şöyle bir denemede bulunmalarını salık verir: Bir güvercin uçursunlar kayaların arasından, güvercin geçebilirse, kendileri de arkasından geçmeye kalkışsınlar, yoksa vazgeçip gerisin geri Yunanistan'a dönsünler. İason kuyruğundan birkaç tüyünü yitirerek karşı yöne geçer, arkasından Argo gemisi Symplegad'ların arasına girer ve kuş gibi ancak pupası biraz zedelenerek geçer. Bundan sonra da Çarpışan Kayaların çarpışmaktan vazgeçtikleri ve yerlerine mıhlandıkları anlatılır.

İstanbul Boğazında akıntı yüzünden oynak kayalar mı vardı, yoksa Boğazın olağanüstü anafor ve akıntıları efsaneye böyle bir imgeyle mi yansıtıldı? Her neyse bu engeli de aştıktan sonra Argonaut'lar Yunanlıların Pontos Eukseinos yani konuksever deniz dedikleri Karadeniz'e çıkarlar.

wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 762x1274.
women0649jg.jpg


AMAZONLAR VE KOLKHİS'E VARIŞ
İlk durak Maryandyn'lerin ülkesidir. Kral Lykos onları iyi karşılar, ama bir yaban domuzu avında bilici İdmon ve dümenci Tiphys ölürler. Argonaut'lar daha öteye gidip Amazon'lar ülkesine çıkarlar. Amazon'ların ülkesi Thermodon (Terme çayı) ve Themiskyra (Terme) şehriyle merkezlenir efsanede. Durak yapmadan Kafkas dağlarının göründüğü kıyılara doğru ilerler ve Phasis ırmağına (Pa-sinus) yani Kolkhis (Gürcistan) ülkesine varırlar (Amazon'lar).

MEDEİA, ALTIN POST'UN ALINMASI
Argonaut'lar Altın Post'u geri istemek için kral Aietes'in karşısına çıktıklarında, kralın kızı Medeia İason'u görür ve büyük bir aşkla ona tutulur. Güçlü bir büyücü olan Medeia bundan böyle Argonaut'ların ve İason'un bütün işlerini eline alır ve dilenince yönetir. Kral Aietes görünüşte Altın Post'u vermeye razıdır, ama bir ejderi öldürmesini, ateş püsküren, tunç ayaklı iki boğayı boyunduruğa koşup öldürülen ejderin dişlerini ekmesini şart koşar.

İason ister istemez bu koşullara evet der. Medeia araya girer, İason'a kendisini eş olarak almaya söz verirse yardım edeceğini bildirir. Sonra da yiğide büyülü bir merhem hazırlar. Bedene sürüldü mü bu merhem deriyi silah geçmez hale sokar, bir gün boyunca ne yaralanır, ne de ölür. Ejderhanın dişlerini toprağa ektikten sonra silahlı adamlar biteceğini, aralarına bir taş atarsa, bunların kavgaya tutuşup birbirlerini öldüreceklerini de söyler.

Medeia'nın dediği gibi olur, İason boğaları boyunduruk altına sokmayı ejderin dişlerini tarlaya ekip üstünde fışkıran silahlı adamları birbirlerine Öldürtmeyi başırır. Ne var ki Aietes gene de Altın Post'u vermeye razı olmaz. Argo gemisini yakmaya ve Argonaut'ları öldürmeye kalkar, ama Medeia daha hızlı davranmış, İason'la el ele vererek Altın Post'u bekleyen ejderi uyutmuş ve koçun pöstekisini alıp Argo gemisine kaçırmışlardır. Ertesi sabah Argo gemisi şafak sökmeden yola çıkar.

Medeia babasının kendilerine yetişememesi için korkunç bir çareye başvurmuştu: Yanına aldığı küçük kardeşi Apsyrtos'u kesip doğradı ve parçalarını yol boyunca serperek uzaklaştılar, arkalarından gelen Aietes'le adamları Apsyrtos'un parçalarını toplamakla vakit kaybettiler, bu yüzden Argonaut'lara yetişemediler.

DÖNÜŞ YOLCULUĞU
Destanın bu bölümü de karışıktır. Bir anlatıma göre Argo Karadeniz'de İstros (Tuna) ırmağının ağzına varır ve ırmak yoluyla Adriyatik denizine çıkar (o zamanki coğrafya görüşlerine göre Tuna Karadeniz'i Adriyatik denizine bağlayan bir su yoluydu), ama Zeus'un öfkesine uğrayıp fırtınaya tutulurlar, Medeia'nın halası olan büyücü Kirke'yi bulmaya giderler, Kirke Medeia'yı kardeşini öldürmüş olma suçundan arındırır ama, İason'u konuklamak istemez; Argonaut'lar Seiren'ler adasının önünden geçerken ozan Orpheus canavarları büyüler, söylediği ezgi o kadar güzeldir ki gemiciler Seiren'lerin sesine kulak vermezler.

Hera'nın koruyuculuğu altında Kharybdis'le Skylla uçurumlarını da geçerler. Bu kez fırtına onları Libya kıyılarına atar, oradan Girit'e geçerler. Girit'te eski tunç soyundan kalma Talos adında bir dev yaşar, Talos tepeden tırnağa tunçtandır, yalnız ayak bileklerinden biri etten olup içinde bir kan damarı bulunmaktaydı. Hephaistos'un yaptığı bu robot adama Girit kralı Minos adayı koruma görevini vermişti. Argonaut'lar Girit'e yaklaşınca Talos koca bir kaya alıp Argo gemisinin üstüne fırlatacak oldu, ama Medeia onu büyüledi, dev birden ayağını burkarak bileğini sıyırdı ve damarından akmaya başlayan kan bir daha durmadı, Talos böylece can verdi (Talos).
wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x768.
u2612143nv.jpg


YUNANİSTAN'A VARIŞ

İason Altın Post'u amcası Pelias'a vermek üzere İolkos'a döner. Babası Aison'un öldüğü haberini alır. Pelias'in da tahtı geri vermeye hiç de yanaşmadığını görür. Burada Medeia'nın tüyler ürpertici bir oyunu yer almaktadır: Pelias'ın kızlarıyla arkadaşlık kurar, ihtiyarlamakta olan babalarını gençleştirmenin çaresini kendilerine öğreteceğini söyler ve örnek vermek üzere yaşlı bir koç alarak keser, büyülü otlarla kaynayan bir kazana atar, birden körpe bir kuzu çıktısını gösterir. Pelias'ın kızları bu düzene kanarak babalarını öldürüp kazana atarlar. Dirilmediğini görünce çılgına dönerler ve yurtlarından sürülürler (Pelias).





i45815566823323xi.gif

MEDEİA'NIN SONU
İason'la Medeia bu suçu işledikten sonra Pelias'ın oğlu tarafından İolkos'tan kovulurlar. Korinthos kralı Kreon onları iyi karşılar, ama bir süre sarayında alıkoyduktan sonra, Medeia'yı uzaklaştırmak çarelerini arar. İason da korkunç karısından bıkmışa benzer, Kreon'un kızı Kreusa ile evlenmek üzere Medeia'yı boşamaya ve Kolkhis'e geri göndermeye kalkar.

O sırada büyücü kadın ömrünün en korkunç suçunu işler: Kreusa'ya güya düğün hediyesi olarak bir elbise gönderir, kız onu giyer giymez yanmaya başlar, bu işler olup biterken lason'dan olan iki oğlunu boğar ve babalarına ölülerini gösterir. Bundan sonra atası Helios'un kendisine gönderdiği bir uçan arabayla Atina'ya uçar. Orada Aigeus'a kendisiyle evlenirse çocuk doğuracağını söyler, Theseus'u öldürmeye çalışır, Atina'dan da sürülür. Kolkhis'e döndüğü ve daha birçok suç ve serüvenlerden sonra babası Aietes'le barıştığı bazı efsanelerde anlatılır (Medeia).



 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
119592gy.jpg


Atlantis

Yunan ilkçağında mythos yaratma işine koyulmamış hiçbir yazar yoktur. Filozoflar bile bu çabaya katılırlar, en başta da Platon. Bazı diyologlarının sonunda, gerçekdışı ve gerçeküstü bir düzeni örnek olarak göstermek için canlandırdığı öbür dünya efsaneleri bir yana, Timaios ve Kritias diyaloglarında, başka hiçbir kaynakta izine rastlanmayan bir yitik ülke masalı uydurur. Bunu niçin yapar? Timaios'ta Atina'lı devlet adamı ve şair Solon'un Mısır'a gidişi anlatılır, Nil deltasında bulunan Sais kentinin rahipleriyle konuşur Solon, biri ona şöyle der (Tim. 22 b):

“— Ey Solon, Solon, siz Hellen'ler hep çocuk kalırsınız, yaşlanmış bir tek Hellen yoktur.

— Ne demek istiyorsun?

— Ruhunuz genç hepinizin, çünkü eski bir geleneğe dayanan ne bir görüşünüz var, ne de zamanla kocalmış bir bilginiz.”

Bu sözün doğruluğu en iyi mythos'ta görülür, zaman kavramı bilmez mythos, tarih dışı insan gerçeklerini yansıtmak, canlandırmak ve Atina devletine dokuz bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarih yaratmak hevesine kapılmış olsa gerek. Her neyse, günümüze dek romanlara, filmlere konu olan ve tarihçilerle coğrafyacıların üstünde kafa patlattıkları Atlantis efsanesi, Timaios diyalogunda başlayıp, bitmemiş Kritias diyalogunda yarıda kalıyorsa da, şöyle Özetlenebilir:

Atlantis, Batıda Herakles sütunları (Cebelitarık) yoluyla Akdeniz'den Okeanos'a çıkıldığı yerde karşılaşılan büyük bir ada ve çevresindeki takımadalara verilen admış. Korkunç depremler sonucunda suların altına gömülen bu ada bir zamanlar Libya ile Asya'nın bir arada kapladıkları alandan daha yaygınmış. Dünyanın kuruluşunda tanrılar yeryüzünü aralarında paylaşırken, Atina, tanrılardan Athena ve Hephaistos'a, Atlantis de Poseidon'a düşmüş.

Atlantis yerlilerinden Euenor'un bir kızı varmış. Poseidon, bu kızı sevmiş, onu merkez adaya bir kaleye yerleştirmiş ve beş kuşak erkek çocuk yetiştirmiş onunla birlikte. Tanrı sonra adayı on bölgeye bölmüş, en büyük oğlu Atlas'ı hepsinin kralı olarak öbür oğulları arasında dağıttığı bölgelerin başına getirmiş. Atlantis bitkileri, hayvanları ve özellikle madenleriyle çok zengin bir ülkeymiş: altın, bakır, demir ve "oreikhalkos" (yani dağ bakırı) diye ateş gibi parlak bir madeni varmış; yöneticiler surlar, köprüler, kanallar ve tünellerle bezenmiş kentler, limanlar kurarak ülkeyi son derecede uygar bir hale sokmuşlar.

Ülkenin sosyal yapısı, askerlik durumu üstünde durup, başkentte yılda bir yapılan bir törene ve bu tören sırasında kesilen boğa kurbanlarına değindikten sonra, Kritias diyalogu birdenbire kesilir. Ancak Timaios diyalogunda Mısırlı rahibin ağzından öğrenilen Atina'nın dokuz, on bin yıl önce bu ülkeyle savaşa giriştiğidir. Atlantis fazla güç kazanmış ve Akdeniz'in büyük uluslarını köle durumuna sokacak bir saldırıya geçmiş de, Atina hem kendini, hem de bütün komşularını tek başına kurtarmış bu afetten. Ne var ki, bir gece deprem Atlantis'i haritadan şilince, Atina'nın oraya gönderdiği ordu Atlant'larla birlikte yok olur.

Atina'nın bu eski tarihi üstünde hiçbir bilgisi olmayışı, bu ünlü olayı bir Mısır’lı rahibin ağzından öğrenmesi bütün öyküyü Platon'un uydurduğu kanısını uyandırmakla beraber, insanda tuhaf bir izlenim bırakmaktadır. Hiçbir zaman çözülememiş bu gizdir ki, Timaios ile Kritias diyaloglarının ütopya, yani hayal beldeleri anlatan öyküler arasında özlü bir yer tutmasına yol açar.
wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 784x990.
136748dj.jpg
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
Yamaçtaki Ejderha- Sivas


M26.1Drakones.jpg


Sivas'a bağlı Çaygören ve Küpecik köylerine giden yolun kıyısındaki tepeciklerden birinin yamacında, aşağıya inen bir ejderhaya benzeyen bir taş vardır. Yörede bu taşa dair bir efsane anlatılır:

Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabana koştukları bir çift öküzle tarlalarını sürerken tepeden bir ejderhanın üzerlerine geldiğini görür ve çok korkarlar. O esnada adam, 'Ey Allahım, bu musibeti başımızdan al. Ben de sana bir öküz kurban edeyim' der. Allah da ejderhayı taşa dönüştürür. Karı-koca evlerine döner ve öküzün birini kurban etmeden ertesi gün öküzleri ile tarlaya gelip çalışmaya koyulurlar. Derken birden bir gürültü kopar, bir de bakarlar ki dün taş kesen ejderha canlanmış, üzerlerine geliyor. Kadın kocasına sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edeceğim dedin, ama etmedin. Şimdi öküzün birini buracıkta kendi ellerimle kurban edip köye dağıtacağım' der, ve öyle de yapar. Ejderha ikinci kez taşa dönüşür.

Rivayete göre taş kesen ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden de -çok eskiden- irin gibi bir sıvı sızarmış. Bu irinin, çiftin adadıkları kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir. İrinin sızdığını gören kimse artık hayatta değilse de, suyun aktığını gören çoktur. Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olarak bozulmuş; burnundan sızan su da kurumuştur. Ancak aynı kaynaktan beslendiği tahmin edilen ince bir su yamacın dibinde hala akmaktadır.





wol_error.gif
This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 1024x768.
u242723xb.jpg

ELENİ'NİN GÖZYAŞLARI


Alanya Kalesi ile ilgili pek çok hikaye anlatılır. Bunlardan biri de Bizans Tekfuru Argiles'in güzeller güzeli kızı Eleni ile ilgilidir. Ülkesini yağmalayan korsan Vasili'den yılan Tekfur, korsanı damat edinmeye karar vermiş. Ancak Eleni'nin gönlü, fakir bir çobandaymış. Eleni, babasının bu kararına şiddetle karşı çıkmış, 'Vasili ile asla evlenmem' demiş. Bunu gururuna yediremeyen Argiles, kızına ders vermek için onu Alanya Kalesi'nin zindanlarına kapatmış.

Eleni'nin daracık hücresinin, Damlataş kumsalına bakan tek bir penceresi varmış. Çünkü Tekfur, Eleni'ye Alanya'nın tüm güzelliklerini gösterirse, onun bu güzellikler karşısında hayata dönmek isteyip evliliğe yanaşacağını düşünmüş. Ancak Eleni, babasının beklediği gibi pişman olmamış, çobandan vazgeçip Vasili ile evlenmeye yanaşmamış, gece gündüz gözyaşı dökmüş. Alanya Kalesi'nden Damlataş'a uzanan kıraç tepe, Eleni'nin gözyaşları ile sulanmış. Ve bir süre sonra bu tepede defne, nar ve iğde ağaçları büyümüş.

O zamandan beri, Alanyalılar ne zaman yağmur yağıp da her tarafı defne kokusu sarsa, Eleni'nin hıçkırıklarını hisseder.




avisseeruptingforces7xt.jpg

aphrodite1vp.jpg

KİBELE - ATTİS

“… Hızlı teknesini derin deniz üstünde sürüp Attis,
Frigya korusuna apansızın ayakbastı sabırsızca.
/… Aldı karbeyaz ellerine çarçabuk defini, senin defini, Kibele, ey kibele ana,
/… (Ve dedi yoldaşları için): ‘Haydi, gidin Galalar, Kibele’nin yüksek korularına,
/… İzleyin Frigya’daki evini, Frigya’daki korularını tanrıçanın,
/… Ziller çalar orada, defler yankılanır,
/… Orada dolanır durur tanrıçanın gezgin alayı,
/… Biran önce oraya gitmek yakışır bize hızlı danslarla’…”

İkibin yıl önce yaşamış Romalı lirik şair Catallus’un kaleme aldığı bu dizeler, Antik çağ’ın en ünlü söylencelerinden birini aktarır. Attis ve Kibele mit’i. Bir yönde genç ve yakışıklı erkek, Attis; öbür yönde, ona delicesine tutkun tanrıça, Kibele. Uzam Kazıbilim’de / Mekanik Arkeoloji’de Frig Koyağı olarak tanımlanan, Yukarı Sakarya Koyağı’nda DÖ VIII ve VI. Yüzyıllar arasında günyüzüne çıkmış Frig Krallığı’nın toprakları. Söylenceye göre Attis, bir Frigya kıralının kızıyla evlenmek üzereyken karşısına Kibele çıkar. Tanrıçanın görüntüsü karşısında çılgına dönen Attis, kendini hadım eder. Akan kanıyla menekşeler renklenir. Kendisi de bir çam ağacına dönüşür. Ancak Kibele onun sonsuza değin yitip gitmesine olur vermez. Attis her ilkbaharda, doğanın canlanmasıyla birlikte yaşama geri gelecektir.

Geçmişten günümüze, yazın ve sanatta ençok işlenen söylencelerden biri olan bu mit evrensel bir tem’e hizmet eder: Bolluk / bereket… Attis, bitkinin sonbaharda ölümü, baharda dirilişidir. Bu sonsuz döngü, tarihöncesi ve tarihsel çağların vazgeçilemez simgesi “ana tanrıça”nın ediminde yaratılır. Doğurganlığın, yaşamı korumanın ve onu sürdürebilir kılmanın becerisinde kadına gönderme yapılan nitelikler ve öykülerde o, doğanın gücünü ve bolluğunu yine doğaya ve onun içinde evrilen insana sunar. Bitkilerin egemenidir. Tahıl onun erkiyle çoğalır. Meyve ağaçları onun istemiyle çiçeklenir. Yabanıl ve evcil hayvanların, ocağın, evin koruyucusu; dağların, yalçın kayalıkların, ormanların ecesi ve tüm tanrıların annesidir.

Frigya dünyasında “Matar / anne Kubileya” yada kaya kadın anlamında “Agdistis” adını alan bu tanrıça doğayı simgeler. Antik Yunan’a Kibele olarak geçen tanrıça, aslında Doğu Anadolu ve Kuzey Mezopotamya’da yaşamış Hurilerin ve Hititlerin Kubaba’sıdır. Kubaba’ya nasıl tapınılırdı bilinmez ama Frigler onu topraklarının sahibesi olarak kabul ederler. Ve onların inancına göre tanrıçanın uzamı dağlardır. Bundan ötürü kırsal alanlarda, çıplak kayalıklarda, pınarlar ve su kaynaklarının başında onun adına tahtlar kurarlar. Frig Koyağı’nda Kibele’nin tapınaklarını temsil eden pek çok kaya anıtı, ona yüklenen bu anlamı güçlü bir biçimde kanıtlar.

Friğlerden yayılan Kibele kültü daha sonraki çağlarda da aynı geleneği sürdürür. Anadolu’dan, Yunanistan ve İtalya’ya değin “meter” yada “mater” olarak pek çok dağın ana tanrıçası olur. Ama en ünlü tapınım yeri, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesi’ndeki Frig kenti Pessinus, tanrıçayı yüzyıllar boyunca yaşatan bir kült merkezi olarak belirir tarihte. Rahiplarin yada rahip-kralların yönettiği bu kutsal kentte, Kibele için yapılan görkemli tapınak, aynı zamanda ana tanrıçanın kapısıdır. Öyle ki Kibele, antik kaynaklarda yazılanlara göre Roma’ya buradan taşınmıştır. Hem de tantanalı bir biçimde. Kâhinlere göre, Kartaca’yla savaşan ülkenin yazgısını Anadolulu bir tanrıça çizecektir. Beş senato üyesi, Pessinus’a gelerek Kibele’yi simgelediğine inanılan “gökten düşme” siyah taşı alır. Roma Platinus Tepesi’ndeki tapınağa yerleştirilen / DÖ 204, bu taş. Roma’nın Manga Mater’ini yani büyük annesini temsil edecektir bundan böyle.
reinertweaverofdreamsdetail8xe.jpg

Yalnızca Kibele’nin taşı taşınmaz Roma’ya. Onunla birlikte törenleri de aktarılır. Coşkun müzik ve danslar eşliğinde yapılan bu bayramlarda hadım rahipler ve onların bağlıları kırlarda dolaşarak tanrıçayla bütünleşmeğe çalışır. Ve elbette Attis, bu şenliklerde yerini alır. Kaynaklarda anlatılan bu törensel gösteriş / ritüel, ilkbahar ılımında, 21 Mart’ta, Atisin ölümüne yakılan ağıtlarla başlar. 25 mart’ta, onun dirilişini simgeleyen sevinç kutlamalarıyla sürer. Doğanın canlanmasını sahneleyen törenler, Attis ve Kibele’nin kutsal evliliğinin ve eşyalarının ırmakta arınmasıyla sona erer.

Çoğu kaya kabartmaları ve küçük yontularda, aslanla birlikte betimlenen Kibele, aynı zamanda Çatalhöyük’ün dokuzbin yıl öncesine ilişkin bir ana tanrıça betisine / figürüne de gönderme yapar. Çatalhöyük’ten Kibele’ye ve ötesine, özgüllüklerinin / karakterlerin adı ne olursa olsun, ana tanrıça betisinin varoluş, üretkenlik ve süreklilik istencini simgelediği görülür hep.

airnc181fn.jpg


Yazılı zamanların Sümer’inde, DÖ Üçbin’lerde o, yüce ve sonsuz tacın sahibi, çobanlığın, sanatın, zanaatkârlığın, dilin, erdemin, türenin, bilgeliğin, yağının, coşkunluğun ve cinsel ilişkinin gönderme yapıldığı İnanna;

Babil’de, toprağın, toprak ürünlerinin, denizin, yeraltının ve hatta göğün ecesi, dirimle ölümü elinde tutan, doğa güçlerini yöneten İştar;

Fenike ve Suriye’de Astarte yada Aşterot;

Mısır’da İsis;

Hitit’te Hepat;

Yunanistan’da Artemis, Demeter yada Afrodit;

Roma’da ise Venüs olur.

Ve ne ilginçtir ki, hemen tümünün de tıpkı Attis gibi kışın ölen ama ilkbaharda yeraltından bitki ve bereketle yeniden yeryüzüne dönen sevgilileri, eşleri yada kızları vardır. İnana ve İştar, Dumuzi ve Tammuz, İsis ve Osiris, Afrodit ve Adonis, Demeter ve Persefone gibi.


kimpelbreath1cn.jpg
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
YEDİ UYURLAR EFSANESİ

Yedi Uyurlar efsanesi Anadolu'da yüzyıllar boyu süregelen ve söylenen bir efsane olmuştur.Kutsal kitaplarda bile bahsi geçen bu efsanenin Anadolu topraklarında yaşandığı artık kesinlik kazanmıştır.Bu efsane Anadolu halkı tarafından öyle çok anlatılmıştır ki bir çok değişik türü meydana çıkmıştır.Ama efsanenin genel hatlarının asıl şekli bozulmamış efsaneye sadece ek olaylar katılmıştır.
Son yıllarda efsanede sözü geçen mağaranın Efes'te olduğu ortaya atılımış ve hatta Selçuk kaynaklarına dayanarak bu olayın kesinlik kazandığı söylenmiştir.
Yedi Uyurlar efsanesi genel anlamıyla Hristiyalığı benimseyen fakat sırf bu yüzden dönemin kralının zülmünden kaçan 7 gençin öyküsünü anlatır.Bu 7 genç imparator Decius(249-251) dönemimde hristiyanlığı benimserler.Fakat dönemim halkı ve kralı bu dine savaş açmıştır ve putlara tapmaktadırlar.Hal böyle oluncada başka bir dini benimseyen insanlar idam edilmektedir.7 genç hristiyanlığı kabul ettikten sonra kralın adamları tarafından takip edilmeye başlanmıştır.Kralın zülmünden kaçan 7 genç bir mağaraya sığınmıştır.Yanlarında Kitmir adlı köpekleri de bulunan bu 7 genç mağarada tam 200 yıl süren bir uykuya dalarlar.İmparator ll.Teodisus dönmeinde uyandıklarında Hristiyanlık resmi din olarak benimsenmiştir.
Yedi Uyurlar Efsanesi'nin bir Selçuk dönemi anlatılanı vardır ki bu anlatı Anadolu edebiyatına sinmiş ve yüzyıllar boyu anlatılır olmuştur.Selçuklu anlatısı şöyledir:
Dakyanus adlı bir oduncu günün birinde yazılı bir taş bulur.Meraklanıp okuma yazma bilen birine bunu okutmak ister.Başvurduğu kasaba bakkalı,önce yazılanları açıklamak istemez.Taşı bulduğu yeri göstermesini ,tüm malını mülkünü kendisine vereceğini söyler.Dakyanus ısrar edince ,taşı bulduğu yeri kazınca üç küp altın bulacağını,zenginleşip kral olacağını hatta Tanrı’lığını ilan edeceğini açıklar.söylediklerinin tümü gerçekleşir.üç küp altını bulan oduncu parasının bir bölümüyle halka yardım ettiğinden kral seçilir.Zamanla öyle zengin ve güçlü kral olurki büyüklenmeye ,kendini Tanrı yerine koymaya başlar.Zamanla vezirelerine de kendini Tanrı saymaları yönünde baskı yapar.Vezirler karşı çıkınca onları kovar.onun zulmünden korkan altı vezir,kent dışına kaçarlar.şimdiki Kızlar cimnazı’nda (Kızıl Gedik) bir çobanla köpeğine rastlarlar.Çoban da onlara katılır ve birilkte günümüzde ki Yedi Uyurlar Mağarı’na sığınırlar.Burada derin bir uykuya dalarlar.Uyandıklarında açıkmışlardır.Kente ekmek almaya gönderdikleri arkadaşları eski paralarla alışveri,ş yapmaya kalkınca kralın huzuruna çıkarılır.Başlarından geçenelri anlatır.Kral mağarayı görmek ister.Ama mağaranın kapısı Tanrı’nın buyruğuyla kapanır ve birdaha hiç açılmaz.
Yedi Uyurlar Efsanesi Anodolu'da yüzyıllardır anlatılagelmiş bir efsanedir.Olayın kutsal kitaplarda geçmesi efsanenin inanırlılığını güçlendirmiştir.Hatta 3 sene önce Efes'te bir mağarada bulunan 7 insan iskeleti ve bir köpek iskeletinin sahibinin bu efsanedeki 7 genç ve köpekleri Kitmir olduğu fikri ortaya atılmıştır ki buna inanmamak elde değildir.Güzel Anadolumuz daha nice efsaneye beşiklik etmiştir.Bu kutsal topraklar yüzyıllardan beri var olan asaletini korumuş ve nice güzel olaya vesile olmuştur.


8.gif
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
Ölümüne aşklar aşkı için ölenler

Anadolu efsanelerinin büyük çoğunluğu, aşklar üzerine kurgulanmış. Genellikle zengin beyin kızıyla fakir delikanlının aşkının anlatıldığı hikayelere Anadolu'nun her kentinde rastlamak mümkün

ÇAYDA ÇIRA - ELAZIĞ


Pek çok yörede kına gecelerinde oynanan 'Çayda Çıra'nın hazin bir öyküsü var. Çayda Çıra'nın Elazığ'da anlatılan efsanesi şöyledir:

Harput'ta yerleşik bir aşiretin beyinin oğlu, başka bir beyin kızına aşık olur. İki boyun toprakları arasından bir dere akmaktadır. Aşıklar geceleri, çıra (meşale) ile birbirlerine sevgilerini anlatmaya çalışır ve gizli gizli buluşurlar. Derken görücüler gönderilir, kız istenir. İki boy arasında dostluk kurulması amacıyla kız verilir, düğün hazırlıkları yapılır. Kırk gün, kırk gece düğün yapılarak, yenilip içilir. Düğün alayı gelini alıp dönerken at ürker. Atın üzerinden düşen gelin, derenin azgın sularına kapılarak kaybolur.

******************************************

KIZ-OĞLAN MEZARI- SİVAS


Eski zamanlarda Şarkışla'nın varlıklı ailelerinden birinin, Bedir adında güzeller güzeli bir kızı varmış. Bir delikanlı Bedir'i istemiş. Ancak Bedir'in annesi Gürcü Hanım, kızını vermemiş. Delikanlı yine de Bedir'le konuşup görüşmek istemiş. Bedir delikanlıyı çok sevmesine rağmen, gören duyan olur diye, cevap verememiş.

Bir zaman sonra Bedir çeşmeye giderken, delikanlı kızı atının terkisine atıp kaçırmış. Bedir'in akrabaları kızlarını kaçıran delikanlıyı yakalamak için peşine düşmüş. Bedir ve sevgilisi yakalanmamak için ekin yığınlarının arasına gizlenmiş. Aramalara rağmen kimseyi bulamayan Bedir'in akrabaları ekin yığınlarını ateşe vermiş. Dışarı çıkamayan aşıklar ekin yığınının arasında can vermiş. Babası kızının yanmış cesediyle karşılaşınca pişman olmuş. Vicdan azabıyla, hatıralarına mezar yaptırmış. O günden sonra halk oraya, Kız-Oğlan Mezarı demiş.

******************************************

HIZMALI KÖPRÜ- ŞANLIURFA


Bir zamanlar Şanlıurfa'nın eteklerinde yoksul bir anayla kazancı oğlu yaşarmış. Bir gün oraya yolu düşen derviş, oğlanın çalışkanlığına ve dürüstlüğüne hayran kalmış. Delikanlıya, 'Memleketim zengin bir yer, istersen sen de gel' demiş. Kazancı genç, dervişle gitmiş.

Delikanlı günlerden bir gün, çarşıda bir kız görüp sevdalanmış. Meğer kız, Karakoyunlu beyinin kızıymış. Kızın kim olduğunu öğrenince umudunu kaybedip yataklara düşmüş, yemeden içmeden kesilmiş. Derviş, 'Oğlum ümitsizlenme gider isteriz' diyerek saraya gitmiş. Kızını vermek istemeyen bey, dervişten 40 gün içinde farklı diyarlardan armağanlar getirmesini şartı koşmuş. Kazancı gencin bu teklifin altından kalkması imkansızmış. Ancak 40 gün dolduğunda, dervişin tekkesinin avlusunda mal ve altın yüklü katırlar zuhur etmiş. Derviş ve delikanlı, bunları alıp beye götürmüşler. Sözünde duran bey, kızını delikanlıya vermiş.

Derviş, delikanlıya, gerdek gecesi iki rekat namaz kılmasını ve kendisi için de dua etmesini söylemiş. Namazı kılan delikanlı, duayı unutmuş. Sabahleyin delikanlı memleketinde uyanmış. Gelin ise uyanınca, kocasını yanında görememiş. Derviş de kaybolup gitmiş.

Gelinin vakti dolunca bir oğlu olmuş. Bir zaman sonra hem kocasını aramak hem de hacca gitmek üzere yola koyulmuş. Şanlıurfa'dan geçerken, Samsat Kapısı önünde konaklamış. Orada acıyla haykıran insanları duymuş, şehrin ortasından geçen derenin taşarak evleri bastığını öğrenmiş. Şehri taşkından kurtarmak için hac parasını bu işe harcamaya karar vermiş. Tellallar salıp halkı hendek kazmaya çağırmış.

Evlendiği delikanlı da hendek kazmaya gelmiş. Bey kızının çocuğu bir ağıt tutturmuş, bir türlü susturamamışlar. Kimsenin susturamadığı çocuk, babasının kucağına gelince susmuş ve gülmeye başlamış. Bey kızı delikanlıyı çocuğu avutmakla görevlendirmiş. Delikanlının anası, o sırada oğlunun bohçasından sırmalı düğün kaftanını bulmuş. Bunu o hayırsever kadına hediye etmek istemiş. Bey kızı bu hediyeyi görünce, eliyle işlediği kaftanı tanımış, delikanlının da kaybolan kocası olduğunu anlamış ve yeniden birbirlerine kavuşmuşlar.

Hendek tamamlanmış, derenin yatağı değiştirilmiş, taşkın tehlikesi bitmiş, bir de köprü yapılmış. Köprü yıkılınca yerine yenisi yapılabilsin diye, bey kızı köprünün temeline altın hızması ile değerli taşlar gömdürmüş. Bu dereye daha sonra Karakoyun Deresi, köprüye de Hızmalı Köprü denmiş. Delikanlı ile bey kızı öldüklerinde, derenin kıyısına gömülmüşler.

*****************************************

ELENİ'NİN GÖZYAŞLARI- ANTALYA


Alanya Kalesi ile ilgili pek çok hikaye anlatılır. Bunlardan biri de Bizans Tekfuru Argiles'in güzeller güzeli kızı Eleni ile ilgilidir. Ülkesini yağmalayan korsan Vasili'den yılan Tekfur, korsanı damat edinmeye karar vermiş. Ancak Eleni'nin gönlü, fakir bir çobandaymış. Eleni, babasının bu kararına şiddetle karşı çıkmış, 'Vasili ile asla evlenmem' demiş. Bunu gururuna yediremeyen Argiles, kızına ders vermek için onu Alanya Kalesi'nin zindanlarına kapatmış.

Eleni'nin daracık hücresinin, Damlataş kumsalına bakan tek bir penceresi varmış. Çünkü Tekfur, Eleni'ye Alanya'nın tüm güzelliklerini gösterirse, onun bu güzellikler karşısında hayata dönmek isteyip evliliğe yanaşacağını düşünmüş. Ancak Eleni, babasının beklediği gibi pişman olmamış, çobandan vazgeçip Vasili ile evlenmeye yanaşmamış, gece gündüz gözyaşı dökmüş. Alanya Kalesi'nden Damlataş'a uzanan kıraç tepe, Eleni'nin gözyaşları ile sulanmış. Ve bir süre sonra bu tepede defne, nar ve iğde ağaçları büyümüş.

O zamandan beri, Alanyalılar ne zaman yağmur yağıp da her tarafı defne kokusu sarsa, Eleni'nin hıçkırıklarını hisseder.
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
KIZKUMU- MUĞLA

Muğla'nın Marmaris İlçesi'nin Orhaniye Koyu, eşsiz bir doğa oluşumuyla meşhurdur. Koyun ortasında batık bir patika gibi uzanan 600 metre boyundaki kıyı, Kızkumu adıyla anılır. Kızkumu'nun oluşumuna dair bir efsane anlatılır. Efsaneye göre eski zamanlarda bir kralın kızı, fakir balıkçıya aşık olur. Ancak kral, kızını balıkçıya vermez. Kralın kızı, balıkçı sevgilisiyle gizli gizli buluşur. Birileri kızının balıkçıyla buluştuğunu, 'Balıkçı denizden geliyor, kızınız kumsalda onu bekliyor, ışıkla yerini işaret ediyor. Delikanlı da ışığa geliyor ve kızınız ile delikanlı gün ağarana kadar aşk oyunlarına dalıyor' sözleriyle Kral'a anlatır.

Bunları duyan Kral öfkelenmiş. Bir gece kızını kumsalda yakalatan Kral, askerlerine de ışıkla balıkçıya işaret vermelerini emretmiş. Delikanlı ışığı görünce atlamış kayığına kumsala doğru kürek çekmeye başlamış. Derken kız askerlerin elinden kurtulmuş ve sevgilisini kurtarmak için koşmaya başlamış. Ama sevgilisinin kayığına varması imkansızmış. Atmış kendini sulara ve o anda bir mucize gerçekleşmiş. Kızın adım attığı her yer kuma dönüşürken, peşinden koşan askerler, denize gömülmüş.

Kız kayığa kadar koşmuş ancak tam iki sevgili kavuşacakken, bir okçu delikanlıyı hedefleyip sallamış okunu. Ok gelip delikanlıya sarılan kızı bulmuş. Kızın bastığı yerde ortaya çıkan kumlar, kan suya karışınca kırmızıya boyanmış. Delikanlı ise almış yaralı sevgilisini gitmiş. Bir daha da onları ne gören olmuş ne de duyan.



PAMUKKALE EFSANESİ:

Oduncu güzelinin öyküsünü yüzlerce yıldır insanlar anlatırmış. Ben de geleneği bozmayayım. Çok çok eskiden Çökelez Dağı eteklerinde yaşayan, fakir oduncu bir aile varmış. Bu ailenin kızı, o kadar çirkinmiş ki erkek çocuk anneleri onu görünce yollarını değiştiriyormuş. Fakirliği,genç kızın umurunda bile değilmiş ama çirkinliği canına tak etmiş. Çökelez Dağının eteklerinden kendini boşluğa bırakmış.

Su ve tortu dolu havuza hızla düşmüş.Burada uzun süre suların içinde baygın kalmış. O esnada bu su o çirkin kızı güzelliğe boğmuş.Oradan geçmekte olan Denizli Beyinin oğlu, kanlar içinde güzel kızı görmüş. Atına oduncu kızı alıp evine götürmüş. Kız iyileşmiş ve evlenmişler. O günden sonra kadınlar güzelleşmek için bu ılıcaları ziyaret etmeye başlamış. O gün bu gündür güzelleşmek isteyen tüm kadınlar bu suyun içine atarlar kendilerini.



KIZKALESİ EFSANESİ
1104 yılında Bizanslılar tarafından yapılan Kızkalesi'ne Hellenistik Çağ'da Krambusa deniliyordu. Küçük bir ada üstünde olan Kızkalesi'nin halk arasında çok iyi bilinen güzel bir söylencesi vardı:

Korykos'ta yaşayan krallardan biri, bir kız çocuğunun olması için, gece-gündüz tanrılara dua edermiş. Sonunda dileği yerine gelmiş, dillere destan çok güzel bir kızı olmuş. Kralın kızı büyüdükçe daha da güzelleşiyormuş. Güzel olduğu kadar yardımseverliğiyle de herkesin olduğu kadar tanrılarında hayranlığını ve sevgisini kazanmış.

Bir gün Korykos kentine bir bilici gelir. Kral da onu saraya davet eder. Yaşlı kral kızının geleceğini öğrenmek ister. Bilici kıza bakınca irkilir, korkar, fakat krala birşey söylemez. Kral biliciyi zorlayınca, "Kralım, güzel kızınızı bir yılan sokacak ve kızınız ölecek. Bu yazgıyı kimse bozamayacak. Siz de engel olamayacaksınız" der.

Kral kızına bundan sözetmez, fakat üzüntüyle derin düşüncelere dalar. Sonunda Korykos Kalesi karşısında kıyıya yakın küçük bir adacık üzerine aktaşlardan bir kale yaptırır.

Hizmetçileriyle beraber güzel kızını bu kaleye kapatır. Olan bitenden haberi olmayan kız, çok üzülmekte, günden güne eriyip gitmekte, olan bitene bir anlam verememektedir. Kızın canı birgün altın sarısı "Tarsus Beyazı" üzümü ister. Saraydan gönderilen üzüm sepeti içinden çıkan bir yılan onu sokar ve öldürür.


MANiSA SPiL, NiOBE EFSANESi

Niobe yarı tanrı Tantalus'un kızıdır. Yedisi kız, yedisi erkek 14 çocuğu olur. Zeus'un eşi Leto ise sadece iki çocuğa sahiptir, Apollon ve Artemis. Niobe çocuklarının sayısı ile gururlanarak Leto'yu sıkça küçümsemektedir. Leto sonunda öfkelenir ve çocuklarından Niobe'yi cezalandırmalarını ister. Apollon ve Artemis dünyaya inerek Niobe'nin tüm çocuklarını öldürürler. Niobe, çocuklarının cesetleri başında günlerce ağlar. Sonunda en küçük kızının cesedini kucağına alarak Spil dağına gider. Tanrı Zeus, Niobe'nin haline acır ve ıstırabına son vermek için onu Spil dağında taş haline getirir.

Spil yamacındaki kadın başı şeklindeki bu kayanın, göze benzeyen girintilerinden yağmur yağdıktan sonra sızan su, Niobe'nin gözyaşları olarak yorumlanır. Bilimsel olarak yapılan araştırmalarda, Yunan mitolojisinin Niobe olarak sahiplendiği bu ismin aslında Anadoluda binlerce yıl tapınılan Ana Tanrıça Cybele den alındığı ifade edilmiştir.




Efsaneler, olayları olağandışı bir bakış açısından yorumlayan halk ürünleridir. İlk bakışta ilkel bir mantığın yarattığı asılsız, temelsiz uydurmalar gibi gelir insana. Böyle olmakla birlikte bunlardan pek çoğu olağanüstü-tabiatdışı gibi giysinin içinde oldukça tutarlı, sembolik anlamlar verir.Çok uzun bir geçmişi olan Türkler, içerikleri ve çeşitlikleri bakımından dünyanın en ilginç efsanelerine sahiptirler Sarıkız ve Kazdağı efsaneleri Türk mitolojisindeki yer, su ve dağ kültleriyle yakından ilişkili görülmektedir.Yine bir "keramet" motifi olarak dikkati çeken "yerden su çıkarma" veya "denizden su temini" gibi motifler de efsanelerimizde ortaktır.
Akçay ismini açıklayan efsaneye göre çayların Sarıkız'a müracaat ederler. Sarıkız da "Ak çay!" diyerek çayın akmasını sağlar. Önce çaya, sonra da orada kurulan köye Akçay adı verilir. Kaplıcalarıyla meşhur olan Güre de ismini efsanelerimizden almıştır. Efsaneye göre kızının masum olduğunu anlayan babası, köye dönmesi için kızına yalvarır. Sarıkız ise; "Ben orada iftiraya uğradım. Oranın erkekleri güre, kadınları dul olsun" der ve teklifi reddeder. Bunun üzerine köyün adı Güre kalır
Kazdağı'ndaki bazı yer adları da efsanelerimizle ilgilidir. Mesela Sarıkız'ın kaz güderken kazlar uçmasındiye inşa ettiği yere "Kaz Avlusu" kazlarını suladığı rivayet edilen yere de Çatalçimi denilmektedir. Bu Çatalçimi'nde her cumartesi Kazdağı'nın kartallarının inip yıkandıkları da inanışlar arasındadır.Ayrıca bugün Sarıkız'ın defnolunduğu kabir olarak rivayet edilen tepeciğe Sarıkız Tepesi; babasının kabrinin bulunduğu yere ise Babatepe (Babadağı) adı verilmektedir Bu yer adları, efsanelerin bölge üzerindeki etkisini gösterdiği gibi Yunan mitolojisinde önemli yeri olan bölgenin Türkleşmesine de katkılarını ortaya koymaktadır.Kazdağı'nda bulunan kutsal taş etrafında da bazı inanışlar vardır. Bu taşın İbrani, Yunan, Latin ve Türklerce mukaddes sayıldığı; Tevrat'ta bu taşla ilgili bahislerin bulunduğu ve yeşim ya da kut taşıyla bu taş arasında bir ilişki bulunduğu bu inanışlar arasındadır.

Afyonkarahisar'da anlatılan başka bir efsaneye göre ise, bir mağaranın önünde Sarıkız adlı bir kaya vardır. Heykel şeklinde olan ve yüzü allı pullu yazmalarla örtülü olan bu kaya, bir yatır olarak da değerlendirilmektedir. Bu efsaneye göre Sarıkız, kâfirler tarafından kovalanınca buraya sığınmış ve Allah tarafından korunmuş. Şimdi bu yatıra akşamları yemek getirilir, mumlar dikilir ve ziyaretçiler yüzlerini bu kayaya sürerek şifa umarlar.

Tekirdağ'ın Şabanoğlu semtinde yatırı bulunan Sarıkız ise gelin olmak üzere iken ölen bir genç kızdır. Birisinin rüyasına girerek kabrinin yapılmasını sağlayan Sarıkız, şimdi adak ve dilek yeridir. Adaklarını yerine getiremeyenleri cezalandırdığına da inanılmaktadır
Kütahyada mevcut kaplıcalar için anlatılan ve birbirine çok benzeyen efsanelere göre Sarıkız, annesi ve inekleriyle yaşayan güzel bir kızdır. İneklerini otlatırken uyuduğu sırada duyduğu"Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı" sorusuna üç gün sonra harlayarak gel deyince kayalar çatırdar ve her yerden sular akar. Sular, Sarıkız'ı alır götürür ve sırra kavuşturur. Bu bölgede de kaplıca olur ve şifa dağıtır.
Klasik uygarlığın kökeni araştırılınca, klasik kültürün apaçık olarak ilk belirdiği - yani kendilerine sonraları Hellenik diyen toplumun, kendilerine barbar dedikleri yabancılardan ayırdıkları ve Olymposlu tanrıları teşkil ettikleri - yerin, Anadolu'da İonya olduğu anlaşılır. (MÖ 9. veya 10. yy)Grekçede ne üzümün, ne şarabın, ne incirin ve özellikle ne de zeytinin adlarının Grekçe aslından olmayıp, birçok dağ, burun ve körfez adları gibi, bir Anadolulu dilin kökeninden oldukları anlaşılmıştır.Anadolu'dan Yunanistan'a getirilmiş olan bir iki önemli şey arasında, Fenikeden alındığı iddia edilen bir alfabe vardır. Bu fonetik alfabe, ilk önce Anadolu'da kullanıldı. O zaman Yunanistan, yazıya şiddetli bir gereksinim duymayacak kadar geri idi. Hatta orası tamami ile kültürsüz ve vahşi bir yer sayılabilirdi. Ve böyledir ki, Homeros ve ondan iki yüzyıl sonra babasıyla ile birlikte Anadolu'dan Yunanistana göç eden Hesiodos, düşlerini, anılarını ve düşüncelerini, ancak İon lehçesinde yazabildiler. İon lehçesi ise, en eski Grek lehçesidir. Yani ondan önce gelmiş ve kullanılmış bir başka lehçe yoktur.Herodotos: " Homeros ile Hesiodos, Grek tanrılar hanedanını kurdular, görevlerini ve sanatlarını tayin ettiler."diye yazar...Homeros ile Hesiodos, bu tanrıları tutup yoktan var etmediler. Anadolu'dan dillerini, klasik bilinci ve Hellenik denilen uygarlığın temelleri ile birlikte tanrıları da aldılar.
Anadolu efsaneleri arasında ejderhalara yer veren pek çok örnek vardır.

Alâeddin Keykubat dönemi. Loras Dağı'nda bir ejderhanın yaşadığı söylentisi yayılır. Anlatıldığına göre bu, ejderhaya benzeyen bir hayvanmış! Öyle kimse gerçek bir ejderha görmediğine göre, etraftaki onca insanı, onca hayvanı yiyen olsa olsa bir ejderha olmalı. Bu sebeple Loras Dağı'nın etrafına kimseler yerleşemez olmuş.

Kızılören Ejderhası
Bu ejderha korkusu Alâeddin Keykubat'ın oğlunun kulağına kadar gelmiş. Güçlü şehzade bu ejderhayı öldüreceğini söyleyerek ortaya çıkmış:
"Ben ortadan kaldırırım o canavarı."
Yola koyulan şehzade dağın eteklerine gelmiş. Başlamış ejderhayı beklemeye. Sonunda ejderha denilen o garip yaratık ortaya çıkmış. Şehzade erliğini gösterip onu öldürmüş. Böylece yöre insanı da çok sevdikleri dağın eteklerine yerleşmeye başlamış.
Halk arasında buraya Kızılın-Viran olduğu yer adı verilmiş. Daha sonraları Kızılviran olarak bilinen bu güzel yerler 40 yıl kadar önce bugünkü adını almış: Kızılören

Ejderha ve Kral kızı - Adana
Çok eski çağlarda, Toros Dağları'nın tepesinde bir hükümdarın kızı yaşarmış. Dağlar çok sık bir ormanla kaplı olduğu, üstelik de ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığına inanıldığı için, buralarda dolaşmak tekin sayılmazmış. Kral da kızına, çevreyi tek başına dolaşmamasını sık sık tembihlermiş. Ama bir gün, kız ormanda dolaşmaya çıkmış. Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığa oturarak, Gülek Boğazı'nı seyre dalmış. Orada otururken büyük bir gürültü kopmuş. Kız aşağıya baktığında ejderhanın kayalara tırmandığını görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Kurtulamayacağını anlayınca, 'Tanrım beni ejderhaya yem yapacağına, burada taş yap' diye yakarmış. Kızın duasını kabul eden Tanrı, hem onu, hem de ejderhayı taşa çevirmiş.

Yamaçtaki ejderha- Sivas
Sivas'a bağlı Çaygören ve Küpecik köylerine giden yolun kıyısındaki tepeciklerden birinin yamacında, aşağıya inen bir ejderhaya benzeyen bir taş vardır. Yörede bu taşa dair bir efsane anlatılır:
Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabana koştukları bir çift öküzle tarlalarını sürerken tepeden bir ejderhanın üzerlerine geldiğini görür ve çok korkarlar. O esnada adam, 'Ey Allahım, bu musibeti başımızdan al. Ben de sana bir öküz kurban edeyim' der. Allah da ejderhayı taşa dönüştürür. Karı-koca evlerine döner ve öküzün birini kurban etmeden ertesi gün öküzleri ile tarlaya gelip çalışmaya koyulurlar. Derken birden bir gürültü kopar, bir de bakarlar ki dün taş kesen ejderha canlanmış, üzerlerine geliyor. Kadın kocasına sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edeceğim dedin, ama etmedin. Şimdi öküzün birini buracıkta kendi ellerimle kurban edip köye dağıtacağım' der, ve öyle de yapar. Ejderha ikinci kez taşa dönüşür.
Rivayete göre taş kesen ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden de -çok eskiden- irin gibi bir sıvı sızarmış. Bu irinin, çiftin adadıkları kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir. İrinin sızdığını gören kimse artık hayatta değilse de, suyun aktığını gören çoktur. Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olarak bozulmuş; burnundan sızan su da kurumuştur. Ancak aynı kaynaktan beslendiği tahmin edilen ince bir su yamacın dibinde hala akmaktadır.

Sapanca Efsanesi
Sapanca gölünün bir efsanesi var: Bir zamanlar Sapanca gölünün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama, gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı'nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve sevgiyle doldurmuş erenlerden bir eren, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse "buyurun" dememiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış, bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir sapancının iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı:
Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı'ya niyaz ediyordum, demiş.Derviş memnun, baş köşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, Sapancı'dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra, bu koca göle Sapanca adını vermişler. Adapazarı'nın Erenler Tepesi, aynı zamanda Ağaç Baba'nın yattığı yerdir. Ağaç Baba, bahar geldi mi, ormana iner, boş tarlalara fidan diker, ağaç yetiştirirmiş. Ağaç Baba'nın diktiği fidanları koparan, ya da yetiştirdiği ağaçları kesenlerin elleri kurur, bu yüzden kimse ormanlara el süremezmiş. Ölürken, Ağaç Baba'nın vasiyeti şu olmuş:
Benden sonra, çocuklarınızın mutlu, topraklarınızın verimli olmasını istiyorsanız ağaçlarıma dokunmayın. Benim hayır duamı almak, dünya ve ahiretinizi ma'mur etmek istiyorsanız ağaç dikiniz...

Sakarya efsanesi
Mitolojiye göre, Friklerin Ana Tanrıçası Kibele'nin kocası Atis'i, Sakarya nehrinin kızı Nana doğurmuştu. Nana, Sakarya'nın güzellikte eşsiz kutsal perilerinden biriydi. Bahar geldi mi Sakarya nehri açılıp saçılıyor, su perileri, yeşeren toprakların dallarında, çiçeklerinde, güzel kokularla tabiata kucak açıyorlardı. Nana, böyle bir bahar günü, çiçekli bir badem ağacına 'şık olmuş, beyaz bir badem içini bağrına basarak gebe kalmış, sonunda Atis, ya da Temmuz'u doğurmuştu. Temmuz ayı, adını buradan almaktaydı. Ana Tanrıça Kibele'nin şehri, bugün Sivrihisar'ın on iki kilometre güney doğusundaki Pessinus olarak bilinir. Bugün, bu şehrin yerinde arkeolojik kazılar yapılmakta ve Kibele tapınağı meydana çıkarılmaktadır.Eskiçağ Anadolu efsanelerine göre, Kibele aynı zamanda hayat ve bereketin tanrıçasıydı, tabiatın anası sayılıyordu. İlkbaharda kız, yazın çeşitli ürünleri doğuran ana oluyordu. Kibele'ye ay tanrıçası gözüyle de bakılıyor, ay hilâl şeklindeyken kızı, dolunayken gebe kadını temsil ediyordu. Sakarya da Anadolu tapınağının damarında dolaşan, ona can veren, güç kazandıran kan misali bir hayat kaynağıydı. Bundan dolayı Sakarya nehri yüzyıllar boyu kutsal sayılmış, susuz, bağrıyanık Anadolu toprağını sulamış, geniş ovaları, yaylaları kıvrım kıvrım dolaşarak Karadeniz'e kavuşmuştur.

Alev06_didim_medusa_b.jpg


Medusa Efsanesi
Didim'in en önemli sembollerinden biri olan Medusa ; Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yilan saçlı Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme güçüne sahiptir. Bu sebeple Antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için Medusa kabartmaları ve resimleri kullanılmıştır.
Medusa'nın hayatı hakkında mitolojide birkaç değişik rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetlerden elimize geçenlerin hepsini bu bölümde yayınlayacağız. Bütün Medusa rivayetlerinde ortak nokta Medusa'nın Perseus tarafından başının kesilerek öldürüldüğü ve Medusa'nın kanından Kanatlı at Pegasos ve Khrysaor doğmuştur.
Efsaneler, sözlü halk anlatmaları içinde ayrı bir yer tutarlar. Anadolu bir efsane ülkesidir.Yedi kartal ömrü yaşayan adamın, bir adaya adını veren kızın, yunus balığı sırtındaki çocuğun, sütle beslenen yılanların ağacın, dağın taşın, kurdun kuşun, denizin akarsuyun hep efsaneleri vardır ve yıllardır anlatılır...





Tarsus Şahmeran Efsanesi

Devrin en önemli bilgini olan, hatta ecele çare bulduğu söylenen Danyal Peygamberin bir oğlu olur. Annesi ismini Camasb koyar. Camasb hiçbir işte tutunamayınca oduncu olur. Birgün arkadaşlarıyla odun kıraraken yağmura tutulurlar ve bir mağaraya sığınırlar. Bu mağarada içi tamamemn bal dolu bir kuyu bulurlar ve arkadaşları balı aldıktan sonra Camasb’ı kuyuda bırakarak kaçarlar. Kuyuda bir akrep ona saldırır, akrebi öldüren Camasb onun çıktığı deliği bıçağıyla büyüterek kendine bir yol yapar ve bu yolla Şahmeran’ın ülkesine düşer. Şahmeran onu yedi yıl alıkoyar. Şahmeran Camasb’ın yalvarmalarına daha fazla dayanamaz ve onu bir şartla geri göndermeye razı olur. Delikanlıya ‘Hamama gitmeyeceksin, gidersen insanoğlu beni gördüğün için su karşısında yılan derisine dönüşecek bedeninden beni bulup öldürür”der. Yurduna dönen Camasb yedi yıl hiç hamama gitmez, ancak birgün ısrarlara dayanamaz ve yıkanmaya koyulur. Büyücü olan ülkenin veziri onu görür ve “Danyal’ın oğlu Şahmeran’ın yerini bilir” diyerek padişaha götürür. Camasb türlü işkencelerden sonra Şahmeran’ın yerini gösterir. Yakalanıp kente getirildiğinde yolda Camasb’ı gören Şahmeran; “Beni öldürüp üç parçaya bölecekler ve her parçamı ayrı ayrı kaplarda kaynatacaklar. Sakın sen ilk kabın suyunu içme”diye uyarır. Vezir, kaplar kaynarken hasta padişahın yanına gidince Camasb kapların yerini değiştirir. Geri dönen vezir, ilk kaptaki suyu içip ölür. Camasb ikinci kaptan içer ve padişaha her üç kaptan da sırayla içirir. Padişah sağlığına kavuşurken Camasb’ı da kendine vezir yapar.

k_Huseyin_Adibelli_sahmer.jpg

Tarsus Şahmeran Hamamının yanındaki bronz heykel</SPAN>




Adana şehmeran ve lokman hekim efsansesi

Vaktiyle, binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla giren bir adam, yılanlar tarafından padişahları Şahmeran'a götürülür. Şahmeran adama canını bağışlayacağını ancak kendisini misafir etmek zorunda olduğunu söyler. Yerini bilen birini serbest bırakarak kendi hayatını tehlikeye atmak istememektedir. Şahmeran ona çok iyi davranır. Adam bir dediği iki edilmeden bütün ihtiyaçları sağlanarak yaşamakta, günlerinin büyük bölümünü Şahmeran'la sohbet ederek geçirmektedir.

Ne kadar rahat da olsa, gerçek dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün yeryüzüne dönmek için Şahmeran'dan izin ister. Şahmeran adama güveninin tam olduğunu, yerini kimseye söylemeyeceğine inandığını belirterek gitmesine izin verir. Ancak kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını, bu yüzden vücudunu kimseye göstermemesi gerektiğini de tembih eder.
pamir_salmanoglu_sahmaran1.jpg

Yeryüzünde normal hayatına dönen adam, Şahmeran'ı gördüğünü hiç kimseye söylemez. Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi için bütün ülke seferber edilmiştir. Kızın iyileşmesini en çok isteyenlerden biri de vezirdir. Gerçek amacı kızla evlenip oğlu olmayan padişahın yerine ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak, bu hastalığa çare bulmalarını ister. Büyücülerden birisi, Şahmeran'ın bulunup öldürülmesi ve vücudundan alınacak bazı parçaların kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran'ı bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler. Vezir ülkedeki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak, Şahmeran'ı gören kişiyi bulur. Adam, Şahmeran'ı öldüreceğini vaat ederek mağaraya gider.

Şahmeran'a bütün gerçekleri anlattıktan sonra, ne yapması gerektiğini sorar. Şahmeran: "Ölümümün senin elinden olacağını zaten biliyordum" diyerek kendisini öldürmesini, ancak bunun gizli tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa, dünyadaki bütün yılanlar, insanlardan öç almaya kalkacaklardır. Daha sonra: "Kuyruğumun suyunu kaynat ve vezire içir ki kısa zamanda ölsün. Gövdemin suyunu kaynat ve kıza içir ki iyileşsin. Kafamın suyunu kaynat ve iç ki Lokman Hekim olasın" diye ekler. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları dinler. Şahmeran yılanlara, adamın misafiri olarak gideceğini, çok uzun yıllar dönmeyeceğini, kendisini merak etmemelerini söyler ve yeryüzüne çıkarlar. Adam Şahmeran'ın dediklerini yapar. Vezir ölür. kız iyileşir, kendisi de Lokman Hekim olur.




Adan kozan dikiltaş efsanesi

eski yıllarda Kozan ve Anavarza civarında uzun ömürlü insanlar yaşarlarmış. İnanışa göre bu insanlar o kadar uzun ömürlülermiş ki, ölüm nedir bilmezlermiş.

Tarihi Anavarza Kalesi yapılırken, kalenin temel taşlarını, çevre halkı Kozan Kalesi'nden sırtında geti-rirmiş. kart tıraş adlı kişi, Kozan'dan yüklediği taşı Anavarza'ya götürmek için yola koyulmuş. Kayhanburnu Köyü'nü biraz geçtikten sonra, karşısına bir kalabalık çıkmış. İçlerinden tanıdık birine, ellerinin üstünde götürdükleri şeyin ne olduğunu sormuş. Adam oğlunun öldüğünü söyleyince, kart tıraş sırtındaki taşı yere hızla vurarak taşı yere saplamış ve şu tekerlemeyi söylemiş:

Adım adım kart tıraş
Yaşadım bin beş yüz yaş
oğlum ham tıraş yaşadı beş yüz yaş
Bilseydim dünyada ölüm var
Koymazdım taş üstünde tas
bu taş adana kozan dikilitaş köyündedir.




Adana Ulu Camii Efsanesi

Adana'nın tarihi camilerinden Ulu Cami, Ramazanoğulları tarafından yaptırılmıştır. Caminin yapımı ile ilgili olarak şöyle bir efsane anlatılır:

Ramazanoğlu'na bir gece düşünde, cami yaptırmasını söylerler. O da bugünkü Ulu Cami'yi yaptırmaya karar verir. Caminin temeli atılır. Bir gece, yine düş görür. Kendisinden çocuğunun kanını caminin temeline akıtması istenir. Ramazanoğlu'nun bir tek erkek çocuğu vardır; ama, "Allah bir tane daha verir." diyerek onu kurban etmeye karar verir. Temeli atan ustalara: "Çocuğumun kanını temele akıtın; ama ben görmeyeyim. Kanlı gömleğini getirin yeter." der. Ustalar, "Bey'in bir tane çocuğu var. O da kesilmez." diyerek, yoldan geçen garip, bir çocuğu keserler. Kanlı gömleğini Bey'e götürürler.

Aradan zaman geçer. Bey, çocuğunun ölmediğini anlar. Temel atan ustaları çağırır ve hangi çocuğun kanını akıttıklarını sorar. Oradan geçen garip bir çocuğun kesildiğini öğrenince ustalara kızar.

"Vay Adana'm, gariplerin şehri olacak." der.
Cami, yapılıp bitirilir ve ibadete açılır. Adana da gerçekten gariplerin şehri olur. İnsanların her yerden akın akın Adana'ya göç etmeleri bu efsaneye bağlanır.

Kaynak: "Şahmeran, Lokman Hekim ve Adana Efsaneleri", Yrd. Doç. Dr. Refıye Şenesen (Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Görevlisi)

Alıntıdır
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst