KIZKUMU- MUĞLA
Muğla'nın Marmaris İlçesi'nin Orhaniye Koyu, eşsiz bir doğa oluşumuyla meşhurdur. Koyun ortasında batık bir patika gibi uzanan 600 metre boyundaki kıyı, Kızkumu adıyla anılır. Kızkumu'nun oluşumuna dair bir efsane anlatılır. Efsaneye göre eski zamanlarda bir kralın kızı, fakir balıkçıya aşık olur. Ancak kral, kızını balıkçıya vermez. Kralın kızı, balıkçı sevgilisiyle gizli gizli buluşur. Birileri kızının balıkçıyla buluştuğunu, 'Balıkçı denizden geliyor, kızınız kumsalda onu bekliyor, ışıkla yerini işaret ediyor. Delikanlı da ışığa geliyor ve kızınız ile delikanlı gün ağarana kadar aşk oyunlarına dalıyor' sözleriyle Kral'a anlatır.
Bunları duyan Kral öfkelenmiş. Bir gece kızını kumsalda yakalatan Kral, askerlerine de ışıkla balıkçıya işaret vermelerini emretmiş. Delikanlı ışığı görünce atlamış kayığına kumsala doğru kürek çekmeye başlamış. Derken kız askerlerin elinden kurtulmuş ve sevgilisini kurtarmak için koşmaya başlamış. Ama sevgilisinin kayığına varması imkansızmış. Atmış kendini sulara ve o anda bir mucize gerçekleşmiş. Kızın adım attığı her yer kuma dönüşürken, peşinden koşan askerler, denize gömülmüş.
Kız kayığa kadar koşmuş ancak tam iki sevgili kavuşacakken, bir okçu delikanlıyı hedefleyip sallamış okunu. Ok gelip delikanlıya sarılan kızı bulmuş. Kızın bastığı yerde ortaya çıkan kumlar, kan suya karışınca kırmızıya boyanmış. Delikanlı ise almış yaralı sevgilisini gitmiş. Bir daha da onları ne gören olmuş ne de duyan.
PAMUKKALE EFSANESİ:
Oduncu güzelinin öyküsünü yüzlerce yıldır insanlar anlatırmış. Ben de geleneği bozmayayım. Çok çok eskiden Çökelez Dağı eteklerinde yaşayan, fakir oduncu bir aile varmış. Bu ailenin kızı, o kadar çirkinmiş ki erkek çocuk anneleri onu görünce yollarını değiştiriyormuş. Fakirliği,genç kızın umurunda bile değilmiş ama çirkinliği canına tak etmiş. Çökelez Dağının eteklerinden kendini boşluğa bırakmış.
Su ve tortu dolu havuza hızla düşmüş.Burada uzun süre suların içinde baygın kalmış. O esnada bu su o çirkin kızı güzelliğe boğmuş.Oradan geçmekte olan Denizli Beyinin oğlu, kanlar içinde güzel kızı görmüş. Atına oduncu kızı alıp evine götürmüş. Kız iyileşmiş ve evlenmişler. O günden sonra kadınlar güzelleşmek için bu ılıcaları ziyaret etmeye başlamış. O gün bu gündür güzelleşmek isteyen tüm kadınlar bu suyun içine atarlar kendilerini.
KIZKALESİ EFSANESİ
1104 yılında Bizanslılar tarafından yapılan Kızkalesi'ne Hellenistik Çağ'da Krambusa deniliyordu. Küçük bir ada üstünde olan Kızkalesi'nin halk arasında çok iyi bilinen güzel bir söylencesi vardı:
Korykos'ta yaşayan krallardan biri, bir kız çocuğunun olması için, gece-gündüz tanrılara dua edermiş. Sonunda dileği yerine gelmiş, dillere destan çok güzel bir kızı olmuş. Kralın kızı büyüdükçe daha da güzelleşiyormuş. Güzel olduğu kadar yardımseverliğiyle de herkesin olduğu kadar tanrılarında hayranlığını ve sevgisini kazanmış.
Bir gün Korykos kentine bir bilici gelir. Kral da onu saraya davet eder. Yaşlı kral kızının geleceğini öğrenmek ister. Bilici kıza bakınca irkilir, korkar, fakat krala birşey söylemez. Kral biliciyi zorlayınca, "Kralım, güzel kızınızı bir yılan sokacak ve kızınız ölecek. Bu yazgıyı kimse bozamayacak. Siz de engel olamayacaksınız" der.
Kral kızına bundan sözetmez, fakat üzüntüyle derin düşüncelere dalar. Sonunda Korykos Kalesi karşısında kıyıya yakın küçük bir adacık üzerine aktaşlardan bir kale yaptırır.
Hizmetçileriyle beraber güzel kızını bu kaleye kapatır. Olan bitenden haberi olmayan kız, çok üzülmekte, günden güne eriyip gitmekte, olan bitene bir anlam verememektedir. Kızın canı birgün altın sarısı "Tarsus Beyazı" üzümü ister. Saraydan gönderilen üzüm sepeti içinden çıkan bir yılan onu sokar ve öldürür.
MANiSA SPiL, NiOBE EFSANESi
Niobe yarı tanrı Tantalus'un kızıdır. Yedisi kız, yedisi erkek 14 çocuğu olur. Zeus'un eşi Leto ise sadece iki çocuğa sahiptir, Apollon ve Artemis. Niobe çocuklarının sayısı ile gururlanarak Leto'yu sıkça küçümsemektedir. Leto sonunda öfkelenir ve çocuklarından Niobe'yi cezalandırmalarını ister. Apollon ve Artemis dünyaya inerek Niobe'nin tüm çocuklarını öldürürler. Niobe, çocuklarının cesetleri başında günlerce ağlar. Sonunda en küçük kızının cesedini kucağına alarak Spil dağına gider. Tanrı Zeus, Niobe'nin haline acır ve ıstırabına son vermek için onu Spil dağında taş haline getirir.
Spil yamacındaki kadın başı şeklindeki bu kayanın, göze benzeyen girintilerinden yağmur yağdıktan sonra sızan su, Niobe'nin gözyaşları olarak yorumlanır. Bilimsel olarak yapılan araştırmalarda, Yunan mitolojisinin Niobe olarak sahiplendiği bu ismin aslında Anadoluda binlerce yıl tapınılan Ana Tanrıça Cybele den alındığı ifade edilmiştir.
Efsaneler, olayları olağandışı bir bakış açısından yorumlayan halk ürünleridir. İlk bakışta ilkel bir mantığın yarattığı asılsız, temelsiz uydurmalar gibi gelir insana. Böyle olmakla birlikte bunlardan pek çoğu olağanüstü-tabiatdışı gibi giysinin içinde oldukça tutarlı, sembolik anlamlar verir.Çok uzun bir geçmişi olan Türkler, içerikleri ve çeşitlikleri bakımından dünyanın en ilginç efsanelerine sahiptirler Sarıkız ve Kazdağı efsaneleri Türk mitolojisindeki yer, su ve dağ kültleriyle yakından ilişkili görülmektedir.Yine bir "keramet" motifi olarak dikkati çeken "yerden su çıkarma" veya "denizden su temini" gibi motifler de efsanelerimizde ortaktır.
Akçay ismini açıklayan efsaneye göre çayların Sarıkız'a müracaat ederler. Sarıkız da "Ak çay!" diyerek çayın akmasını sağlar. Önce çaya, sonra da orada kurulan köye Akçay adı verilir. Kaplıcalarıyla meşhur olan Güre de ismini efsanelerimizden almıştır. Efsaneye göre kızının masum olduğunu anlayan babası, köye dönmesi için kızına yalvarır. Sarıkız ise; "Ben orada iftiraya uğradım. Oranın erkekleri güre, kadınları dul olsun" der ve teklifi reddeder. Bunun üzerine köyün adı Güre kalır
Kazdağı'ndaki bazı yer adları da efsanelerimizle ilgilidir. Mesela Sarıkız'ın kaz güderken kazlar uçmasındiye inşa ettiği yere "Kaz Avlusu" kazlarını suladığı rivayet edilen yere de Çatalçimi denilmektedir. Bu Çatalçimi'nde her cumartesi Kazdağı'nın kartallarının inip yıkandıkları da inanışlar arasındadır.Ayrıca bugün Sarıkız'ın defnolunduğu kabir olarak rivayet edilen tepeciğe Sarıkız Tepesi; babasının kabrinin bulunduğu yere ise Babatepe (Babadağı) adı verilmektedir Bu yer adları, efsanelerin bölge üzerindeki etkisini gösterdiği gibi Yunan mitolojisinde önemli yeri olan bölgenin Türkleşmesine de katkılarını ortaya koymaktadır.Kazdağı'nda bulunan kutsal taş etrafında da bazı inanışlar vardır. Bu taşın İbrani, Yunan, Latin ve Türklerce mukaddes sayıldığı; Tevrat'ta bu taşla ilgili bahislerin bulunduğu ve yeşim ya da kut taşıyla bu taş arasında bir ilişki bulunduğu bu inanışlar arasındadır.
Afyonkarahisar'da anlatılan başka bir efsaneye göre ise, bir mağaranın önünde Sarıkız adlı bir kaya vardır. Heykel şeklinde olan ve yüzü allı pullu yazmalarla örtülü olan bu kaya, bir yatır olarak da değerlendirilmektedir. Bu efsaneye göre Sarıkız, kâfirler tarafından kovalanınca buraya sığınmış ve Allah tarafından korunmuş. Şimdi bu yatıra akşamları yemek getirilir, mumlar dikilir ve ziyaretçiler yüzlerini bu kayaya sürerek şifa umarlar.
Tekirdağ'ın Şabanoğlu semtinde yatırı bulunan Sarıkız ise gelin olmak üzere iken ölen bir genç kızdır. Birisinin rüyasına girerek kabrinin yapılmasını sağlayan Sarıkız, şimdi adak ve dilek yeridir. Adaklarını yerine getiremeyenleri cezalandırdığına da inanılmaktadır
Kütahyada mevcut kaplıcalar için anlatılan ve birbirine çok benzeyen efsanelere göre Sarıkız, annesi ve inekleriyle yaşayan güzel bir kızdır. İneklerini otlatırken uyuduğu sırada duyduğu"Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı" sorusuna üç gün sonra harlayarak gel deyince kayalar çatırdar ve her yerden sular akar. Sular, Sarıkız'ı alır götürür ve sırra kavuşturur. Bu bölgede de kaplıca olur ve şifa dağıtır.
Klasik uygarlığın kökeni araştırılınca, klasik kültürün apaçık olarak ilk belirdiği - yani kendilerine sonraları Hellenik diyen toplumun, kendilerine barbar dedikleri yabancılardan ayırdıkları ve Olymposlu tanrıları teşkil ettikleri - yerin, Anadolu'da İonya olduğu anlaşılır. (MÖ 9. veya 10. yy)Grekçede ne üzümün, ne şarabın, ne incirin ve özellikle ne de zeytinin adlarının Grekçe aslından olmayıp, birçok dağ, burun ve körfez adları gibi, bir Anadolulu dilin kökeninden oldukları anlaşılmıştır.Anadolu'dan Yunanistan'a getirilmiş olan bir iki önemli şey arasında, Fenikeden alındığı iddia edilen bir alfabe vardır. Bu fonetik alfabe, ilk önce Anadolu'da kullanıldı. O zaman Yunanistan, yazıya şiddetli bir gereksinim duymayacak kadar geri idi. Hatta orası tamami ile kültürsüz ve vahşi bir yer sayılabilirdi. Ve böyledir ki, Homeros ve ondan iki yüzyıl sonra babasıyla ile birlikte Anadolu'dan Yunanistana göç eden Hesiodos, düşlerini, anılarını ve düşüncelerini, ancak İon lehçesinde yazabildiler. İon lehçesi ise, en eski Grek lehçesidir. Yani ondan önce gelmiş ve kullanılmış bir başka lehçe yoktur.Herodotos: " Homeros ile Hesiodos, Grek tanrılar hanedanını kurdular, görevlerini ve sanatlarını tayin ettiler."diye yazar...Homeros ile Hesiodos, bu tanrıları tutup yoktan var etmediler. Anadolu'dan dillerini, klasik bilinci ve Hellenik denilen uygarlığın temelleri ile birlikte tanrıları da aldılar.
Anadolu efsaneleri arasında ejderhalara yer veren pek çok örnek vardır.
Alâeddin Keykubat dönemi. Loras Dağı'nda bir ejderhanın yaşadığı söylentisi yayılır. Anlatıldığına göre bu, ejderhaya benzeyen bir hayvanmış! Öyle kimse gerçek bir ejderha görmediğine göre, etraftaki onca insanı, onca hayvanı yiyen olsa olsa bir ejderha olmalı. Bu sebeple Loras Dağı'nın etrafına kimseler yerleşemez olmuş.
Kızılören Ejderhası
Bu ejderha korkusu Alâeddin Keykubat'ın oğlunun kulağına kadar gelmiş. Güçlü şehzade bu ejderhayı öldüreceğini söyleyerek ortaya çıkmış:
"Ben ortadan kaldırırım o canavarı."
Yola koyulan şehzade dağın eteklerine gelmiş. Başlamış ejderhayı beklemeye. Sonunda ejderha denilen o garip yaratık ortaya çıkmış. Şehzade erliğini gösterip onu öldürmüş. Böylece yöre insanı da çok sevdikleri dağın eteklerine yerleşmeye başlamış.
Halk arasında buraya Kızılın-Viran olduğu yer adı verilmiş. Daha sonraları Kızılviran olarak bilinen bu güzel yerler 40 yıl kadar önce bugünkü adını almış: Kızılören
Ejderha ve Kral kızı - Adana
Çok eski çağlarda, Toros Dağları'nın tepesinde bir hükümdarın kızı yaşarmış. Dağlar çok sık bir ormanla kaplı olduğu, üstelik de ormanda büyük bir ejderhanın yaşadığına inanıldığı için, buralarda dolaşmak tekin sayılmazmış. Kral da kızına, çevreyi tek başına dolaşmamasını sık sık tembihlermiş. Ama bir gün, kız ormanda dolaşmaya çıkmış. Bir süre gezdikten sonra dik ve sarp bir kayalığa oturarak, Gülek Boğazı'nı seyre dalmış. Orada otururken büyük bir gürültü kopmuş. Kız aşağıya baktığında ejderhanın kayalara tırmandığını görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Kurtulamayacağını anlayınca, 'Tanrım beni ejderhaya yem yapacağına, burada taş yap' diye yakarmış. Kızın duasını kabul eden Tanrı, hem onu, hem de ejderhayı taşa çevirmiş.
Yamaçtaki ejderha- Sivas
Sivas'a bağlı Çaygören ve Küpecik köylerine giden yolun kıyısındaki tepeciklerden birinin yamacında, aşağıya inen bir ejderhaya benzeyen bir taş vardır. Yörede bu taşa dair bir efsane anlatılır:
Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabana koştukları bir çift öküzle tarlalarını sürerken tepeden bir ejderhanın üzerlerine geldiğini görür ve çok korkarlar. O esnada adam, 'Ey Allahım, bu musibeti başımızdan al. Ben de sana bir öküz kurban edeyim' der. Allah da ejderhayı taşa dönüştürür. Karı-koca evlerine döner ve öküzün birini kurban etmeden ertesi gün öküzleri ile tarlaya gelip çalışmaya koyulurlar. Derken birden bir gürültü kopar, bir de bakarlar ki dün taş kesen ejderha canlanmış, üzerlerine geliyor. Kadın kocasına sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edeceğim dedin, ama etmedin. Şimdi öküzün birini buracıkta kendi ellerimle kurban edip köye dağıtacağım' der, ve öyle de yapar. Ejderha ikinci kez taşa dönüşür.
Rivayete göre taş kesen ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden de -çok eskiden- irin gibi bir sıvı sızarmış. Bu irinin, çiftin adadıkları kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir. İrinin sızdığını gören kimse artık hayatta değilse de, suyun aktığını gören çoktur. Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olarak bozulmuş; burnundan sızan su da kurumuştur. Ancak aynı kaynaktan beslendiği tahmin edilen ince bir su yamacın dibinde hala akmaktadır.
Sapanca Efsanesi
Sapanca gölünün bir efsanesi var: Bir zamanlar Sapanca gölünün yerinde, verimli topraklar, bu toprakların üzerinde de zengin, varlıklı bir kasaba varmış. Kasaba halkı zenginmiş, varlıklıymış ama, gözlerini dünya malı bürümüş, bencillik ve cimrilik ruhlarını karartmış. Bir gün, Adapazarı'nın güneyindeki Erenler tepesinde oturan, gözünü dünyaya kapamış, gönlünü aşk ve sevgiyle doldurmuş erenlerden bir eren, bu kasabaya inmiş. Selam vermiş, selamını almamışlar, konuk olmak istemiş, kimse "buyurun" dememiş, hangi kapıyı çaldıysa yüzüne kapanmış, bu fakir, fakat gönlü zengin dervişe bir bardak içecek su bile vermemişler. Derviş gönlü bu, bir kırıldı mı onarılmaz, onarılsa da faydası olmaz. Akşama değin yorgun-argın, aç-susuz kasabayı terk ederken, ötelerde küçük bir kulübeden sızan mum ışığına doğru yönelmiş, bir de bu kapıyı çalayım, belki bir gönül yoldaşı bulurum diye düşünmüş. Bu, kasaba halkına sapan yaparak geçimini sağlayan fakir bir sapancının iş yeriymiş. Kapıyı çalmış, az sonra sapancı güler yüzle konuğuna açmış kapıyı:
Buyurun, hoş geldin, safa geldin. Ocaktan tencereyi şimdi indirdim. Bir konuk göndermesi için Tanrı'ya niyaz ediyordum, demiş.Derviş memnun, baş köşeye oturmuş. Sapancı sofrayı kurmuş, nesi var, nesi yoksa dervişin önüne getirmiş. Yemekten sonra, içi talaş dolu yatağını sermiş, konuğunu yatırmış. Sabah, erkenden kalkmışlar. Derviş, Sapancı'dan izin istemiş, Sapancı da onu karşıdaki tepelere kadar uğurlamış. Dönüşünde bir de ne görsün. Kasabanın yerinde koca bir göl var. Ne ev-bark kalmış, ne tarla-tapan. Koca göl, hepsini bir anda yutuvermiş. Kendisinden başka hayatta kimsecikler yok. Dervişin ahı tutmuş, kırılan bir gönül, bir kasabaya mal olmuş. O günden sonra, bu koca göle Sapanca adını vermişler. Adapazarı'nın Erenler Tepesi, aynı zamanda Ağaç Baba'nın yattığı yerdir. Ağaç Baba, bahar geldi mi, ormana iner, boş tarlalara fidan diker, ağaç yetiştirirmiş. Ağaç Baba'nın diktiği fidanları koparan, ya da yetiştirdiği ağaçları kesenlerin elleri kurur, bu yüzden kimse ormanlara el süremezmiş. Ölürken, Ağaç Baba'nın vasiyeti şu olmuş:
Benden sonra, çocuklarınızın mutlu, topraklarınızın verimli olmasını istiyorsanız ağaçlarıma dokunmayın. Benim hayır duamı almak, dünya ve ahiretinizi ma'mur etmek istiyorsanız ağaç dikiniz...
Sakarya efsanesi
Mitolojiye göre, Friklerin Ana Tanrıçası Kibele'nin kocası Atis'i, Sakarya nehrinin kızı Nana doğurmuştu. Nana, Sakarya'nın güzellikte eşsiz kutsal perilerinden biriydi. Bahar geldi mi Sakarya nehri açılıp saçılıyor, su perileri, yeşeren toprakların dallarında, çiçeklerinde, güzel kokularla tabiata kucak açıyorlardı. Nana, böyle bir bahar günü, çiçekli bir badem ağacına 'şık olmuş, beyaz bir badem içini bağrına basarak gebe kalmış, sonunda Atis, ya da Temmuz'u doğurmuştu. Temmuz ayı, adını buradan almaktaydı. Ana Tanrıça Kibele'nin şehri, bugün Sivrihisar'ın on iki kilometre güney doğusundaki Pessinus olarak bilinir. Bugün, bu şehrin yerinde arkeolojik kazılar yapılmakta ve Kibele tapınağı meydana çıkarılmaktadır.Eskiçağ Anadolu efsanelerine göre, Kibele aynı zamanda hayat ve bereketin tanrıçasıydı, tabiatın anası sayılıyordu. İlkbaharda kız, yazın çeşitli ürünleri doğuran ana oluyordu. Kibele'ye ay tanrıçası gözüyle de bakılıyor, ay hilâl şeklindeyken kızı, dolunayken gebe kadını temsil ediyordu. Sakarya da Anadolu tapınağının damarında dolaşan, ona can veren, güç kazandıran kan misali bir hayat kaynağıydı. Bundan dolayı Sakarya nehri yüzyıllar boyu kutsal sayılmış, susuz, bağrıyanık Anadolu toprağını sulamış, geniş ovaları, yaylaları kıvrım kıvrım dolaşarak Karadeniz'e kavuşmuştur.
Medusa Efsanesi
Didim'in en önemli sembollerinden biri olan Medusa ; Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona dan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca yilan saçlı Medusa ölümlüdür ve kendisine bakanları taşa çevirme güçüne sahiptir. Bu sebeple Antik dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak için Medusa kabartmaları ve resimleri kullanılmıştır.
Medusa'nın hayatı hakkında mitolojide birkaç değişik rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetlerden elimize geçenlerin hepsini bu bölümde yayınlayacağız. Bütün Medusa rivayetlerinde ortak nokta Medusa'nın Perseus tarafından başının kesilerek öldürüldüğü ve Medusa'nın kanından Kanatlı at Pegasos ve Khrysaor doğmuştur.
Efsaneler, sözlü halk anlatmaları içinde ayrı bir yer tutarlar. Anadolu bir efsane ülkesidir.Yedi kartal ömrü yaşayan adamın, bir adaya adını veren kızın, yunus balığı sırtındaki çocuğun, sütle beslenen yılanların ağacın, dağın taşın, kurdun kuşun, denizin akarsuyun hep efsaneleri vardır ve yıllardır anlatılır...
Tarsus Şahmeran Efsanesi
Devrin en önemli bilgini olan, hatta ecele çare bulduğu söylenen Danyal Peygamberin bir oğlu olur. Annesi ismini Camasb koyar. Camasb hiçbir işte tutunamayınca oduncu olur. Birgün arkadaşlarıyla odun kıraraken yağmura tutulurlar ve bir mağaraya sığınırlar. Bu mağarada içi tamamemn bal dolu bir kuyu bulurlar ve arkadaşları balı aldıktan sonra Camasb’ı kuyuda bırakarak kaçarlar. Kuyuda bir akrep ona saldırır, akrebi öldüren Camasb onun çıktığı deliği bıçağıyla büyüterek kendine bir yol yapar ve bu yolla Şahmeran’ın ülkesine düşer. Şahmeran onu yedi yıl alıkoyar. Şahmeran Camasb’ın yalvarmalarına daha fazla dayanamaz ve onu bir şartla geri göndermeye razı olur. Delikanlıya ‘Hamama gitmeyeceksin, gidersen insanoğlu beni gördüğün için su karşısında yılan derisine dönüşecek bedeninden beni bulup öldürür”der. Yurduna dönen Camasb yedi yıl hiç hamama gitmez, ancak birgün ısrarlara dayanamaz ve yıkanmaya koyulur. Büyücü olan ülkenin veziri onu görür ve “Danyal’ın oğlu Şahmeran’ın yerini bilir” diyerek padişaha götürür. Camasb türlü işkencelerden sonra Şahmeran’ın yerini gösterir. Yakalanıp kente getirildiğinde yolda Camasb’ı gören Şahmeran; “Beni öldürüp üç parçaya bölecekler ve her parçamı ayrı ayrı kaplarda kaynatacaklar. Sakın sen ilk kabın suyunu içme”diye uyarır. Vezir, kaplar kaynarken hasta padişahın yanına gidince Camasb kapların yerini değiştirir. Geri dönen vezir, ilk kaptaki suyu içip ölür. Camasb ikinci kaptan içer ve padişaha her üç kaptan da sırayla içirir. Padişah sağlığına kavuşurken Camasb’ı da kendine vezir yapar.
Tarsus Şahmeran Hamamının yanındaki bronz heykel</SPAN>
Adana şehmeran ve lokman hekim efsansesi
Vaktiyle, binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla giren bir adam, yılanlar tarafından padişahları Şahmeran'a götürülür. Şahmeran adama canını bağışlayacağını ancak kendisini misafir etmek zorunda olduğunu söyler. Yerini bilen birini serbest bırakarak kendi hayatını tehlikeye atmak istememektedir. Şahmeran ona çok iyi davranır. Adam bir dediği iki edilmeden bütün ihtiyaçları sağlanarak yaşamakta, günlerinin büyük bölümünü Şahmeran'la sohbet ederek geçirmektedir.
Ne kadar rahat da olsa, gerçek dünyadan uzak bir mağarada süren bu hayattan sıkılan adam, bir gün yeryüzüne dönmek için Şahmeran'dan izin ister. Şahmeran adama güveninin tam olduğunu, yerini kimseye söylemeyeceğine inandığını belirterek gitmesine izin verir. Ancak kendisini gördüğü için vücudunun pul pul olacağını, bu yüzden vücudunu kimseye göstermemesi gerektiğini de tembih eder.
Yeryüzünde normal hayatına dönen adam, Şahmeran'ı gördüğünü hiç kimseye söylemez. Bu arada padişahın kızı hasta olmuş, tedavisi için bütün ülke seferber edilmiştir. Kızın iyileşmesini en çok isteyenlerden biri de vezirdir. Gerçek amacı kızla evlenip oğlu olmayan padişahın yerine ülke yönetimini ele geçirmek olan vezir, bütün büyücüleri toplayarak, bu hastalığa çare bulmalarını ister. Büyücülerden birisi, Şahmeran'ın bulunup öldürülmesi ve vücudundan alınacak bazı parçaların kaynatılıp içirilmesi durumunda kızın iyi olacağını söyler. Şahmeran'ı bulabilmek için de vücudu pullu kişilerin aranması gerektiğini ekler. Vezir ülkedeki herkesi zorunlu olarak hamama götürüp soydurarak, Şahmeran'ı gören kişiyi bulur. Adam, Şahmeran'ı öldüreceğini vaat ederek mağaraya gider.
Şahmeran'a bütün gerçekleri anlattıktan sonra, ne yapması gerektiğini sorar. Şahmeran: "Ölümümün senin elinden olacağını zaten biliyordum" diyerek kendisini öldürmesini, ancak bunun gizli tutulmasını ister. Çünkü öldüğü duyulursa, dünyadaki bütün yılanlar, insanlardan öç almaya kalkacaklardır. Daha sonra: "Kuyruğumun suyunu kaynat ve vezire içir ki kısa zamanda ölsün. Gövdemin suyunu kaynat ve kıza içir ki iyileşsin. Kafamın suyunu kaynat ve iç ki Lokman Hekim olasın" diye ekler. Adam biraz da buruk bir şekilde bunları dinler. Şahmeran yılanlara, adamın misafiri olarak gideceğini, çok uzun yıllar dönmeyeceğini, kendisini merak etmemelerini söyler ve yeryüzüne çıkarlar. Adam Şahmeran'ın dediklerini yapar. Vezir ölür. kız iyileşir, kendisi de Lokman Hekim olur.
Adan kozan dikiltaş efsanesi
eski yıllarda Kozan ve Anavarza civarında uzun ömürlü insanlar yaşarlarmış. İnanışa göre bu insanlar o kadar uzun ömürlülermiş ki, ölüm nedir bilmezlermiş.
Tarihi Anavarza Kalesi yapılırken, kalenin temel taşlarını, çevre halkı Kozan Kalesi'nden sırtında geti-rirmiş. kart tıraş adlı kişi, Kozan'dan yüklediği taşı Anavarza'ya götürmek için yola koyulmuş. Kayhanburnu Köyü'nü biraz geçtikten sonra, karşısına bir kalabalık çıkmış. İçlerinden tanıdık birine, ellerinin üstünde götürdükleri şeyin ne olduğunu sormuş. Adam oğlunun öldüğünü söyleyince, kart tıraş sırtındaki taşı yere hızla vurarak taşı yere saplamış ve şu tekerlemeyi söylemiş:
Adım adım kart tıraş
Yaşadım bin beş yüz yaş
oğlum ham tıraş yaşadı beş yüz yaş
Bilseydim dünyada ölüm var
Koymazdım taş üstünde tas
bu taş adana kozan dikilitaş köyündedir.
Adana Ulu Camii Efsanesi
Adana'nın tarihi camilerinden Ulu Cami, Ramazanoğulları tarafından yaptırılmıştır. Caminin yapımı ile ilgili olarak şöyle bir efsane anlatılır:
Ramazanoğlu'na bir gece düşünde, cami yaptırmasını söylerler. O da bugünkü Ulu Cami'yi yaptırmaya karar verir. Caminin temeli atılır. Bir gece, yine düş görür. Kendisinden çocuğunun kanını caminin temeline akıtması istenir. Ramazanoğlu'nun bir tek erkek çocuğu vardır; ama, "Allah bir tane daha verir." diyerek onu kurban etmeye karar verir. Temeli atan ustalara: "Çocuğumun kanını temele akıtın; ama ben görmeyeyim. Kanlı gömleğini getirin yeter." der. Ustalar, "Bey'in bir tane çocuğu var. O da kesilmez." diyerek, yoldan geçen garip, bir çocuğu keserler. Kanlı gömleğini Bey'e götürürler.
Aradan zaman geçer. Bey, çocuğunun ölmediğini anlar. Temel atan ustaları çağırır ve hangi çocuğun kanını akıttıklarını sorar. Oradan geçen garip bir çocuğun kesildiğini öğrenince ustalara kızar.
"Vay Adana'm, gariplerin şehri olacak." der.
Cami, yapılıp bitirilir ve ibadete açılır. Adana da gerçekten gariplerin şehri olur. İnsanların her yerden akın akın Adana'ya göç etmeleri bu efsaneye bağlanır.
Kaynak: "Şahmeran, Lokman Hekim ve Adana Efsaneleri", Yrd. Doç. Dr. Refıye Şenesen (Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Görevlisi)
Alıntıdır