İstanbul Devlet Tiyatroları ‘Kırmızı’yı ağırlıyor

nk83

࿐*⁀➷
Site Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
64.667
Tepki
86.114
Puan
113
Konum
✩Yazar Odası✩
682028_detay.jpg


Yanlış haftanın yanlış gününde…

İstanbul Devlet Tiyatroları, bu sezon; ‘Gladiator’, ‘The Last Samurai’ ve ‘The Aviator’ filmlerinin senaryo yazarı John Logan’ın yazdığı, 20. yüzyılın önemli ressamlarından Mark Rothko’nun hayatından bir kesit sunan ‘Kırmızı’yı ağırlıyor…

Rom ve bademli kurabiye mevsimindeyim... (O yüzden ilişebilirsiniz, diğer günlerin aksine!) Tezer Özlü’nün “Yalnız yaşı olmayan ve dünyalarını kendi içlerinde taşıyan insanlara dayanabildiğimi görüyorum” dediği vakitteyim. İstanbul pek bi ıslak ve manidar bugünlerde… Ülkem ise yine ‘yüzyılın sıcaklarından soğuklarına’ geçiş yapıyor. Tasarruf adına her şeyden vazgeçme vaazları da cabası… Her şeyden daha az, yetmezse daha da az… Her sabah işe, her gece eve varıp da ama pek de bir yere varamamak nasıl bir meseledir acaba?! Sindirimi kolaylaştırmak adına sinirleri aldırma operasyonuna gözü kapalı yatmak şart! Bu sözlere istinaden “artık beni benden alsınlar” diyor yanımdaki fani…

(O vakit arka fonumuzda da bizi şereflendiren ve kafa açan nidayı paylaşalım: Depeche Mode söylüyor, “Wrong” diyor, hem de en rom’lusundan… Depeche Mode’un şahsına münhasır sesi David Gahan’a bir tık kulak verdiğimizde: “Yanlış burçta doğdum / Yanlış evde / Yanlış nüfuzla / Yanlış yolu seçtim / Yanlış eğilimlere götüren / Yanlış zamanda yanlış yerdeydim / Yanlış nedenle ve yanlış kafiyeyle / Yanlış haftanın, yanlış gününde / Yanlış tekniklerle yanlış yöntemi kullandım / Kimyasal olarak yanlış bir şey var bende / … Yanlış yalanlar, yanlış hisler / Yanlış cevaplarla yanlış sorular…)



HER İNSAN BİRAZ ÖLÜDÜR!

Duvarda asılı duran tablodaki şiire takılıyor gözüm; “O kadar bekledim ki, geliyorum / Ölümümü bekledim, geliyorum /… Ben Ruhi Bey, mutlu olan Ruhi Bey / Ölümü gömdüm, geliyorum / Bir sonbahar günüydü, geliyorum...” 1976’da yazmış bu şahaneliği Edip Cansever… Şiirin bitiminde, damara bağlayan iliği ise; “Her insan biraz ölüdür / Biz de biraz ölüyüz” demesinde saklı. 2001 yılında, AKM Aziz Nesin Sahnesi’nde Uğur Polat’ın muhteşem döktürmesinden izlemiştim, canlı kanlı ‘Ben Ruhi Bey Nasılım?’ı…

Devlet Tiyatroları demişken… Geçtiğimiz hafta, biraz çekinerek de olsa (geçmiş tecrübelerimden diyelim) rotayı Devlet Tiyatroları’na çevirdim. (Bu çevirme mesaisinde, usta oyuncu Nihat İleri’nin payını es geçmemek gerekir; zira kendisinin hastasıyım… 2004 Tiyatro Pera / “Dobrinja’da Düğün”, 2006 Bi Tiyatro / “Etna : Chistine Sohn”, 2008 Yeni Kuşak Tiyatro / “Salvador Dali Göndermeleri İçimi Isıtıyor: Rose Rivera”; bir hissiyatla aklıma ilk düşen izlencelikleri, hâlâ dimağımda, taptaze!)

Usta şimdi de yeni bir oyunla, John Logan’ın yazdığı “Kırmızı” ile bu sezon sahnelerimizde endam edecek. 1961 doğumlu, Amerikalı prodüktör, senaryo ve oyun yazarı olan Logan, (meraklıları bilir) ‘Gladiator’, ‘The Last Samurai’ ve ‘The Aviator’ gibi birçok başarılı senaryonun da yazarı.



TİCARET VE SANAT… VE “KIRMIZI”

20. yüzyılın önemli ressamlarından, kırmızı tutkunu (öyle ki ressamımız; “Şu hayatta bir tek korkum var arkadaşım. Bir gün siyah kırmızıyı yutacak” sözünün de sahibi... 1903-1970 / Letonya doğumlu, bir Amerikalı) Mark Rothko’nun, Manhattan’daki stüdyosunda geçen oyun, geçtiğimiz yıl, ABD’de tiyatronun Oscar’ı kabul edilen Tony ödüllerine de damgasını vurmuştu. ‘Spider Man’in ‘kötü adam’ı Alfred Molina’nın rol aldığı oyun, Broadway’in en iyilerinin belirlendiği gecede en iyi oyun ve yönetmen dahil toplam altı ödülün de sahibi oldu. Böyle bir seyirliği, memleketim sahnelerinde seyir etmek heyecanlı olacaktır, alt metninden yola çıkararak yola koyuldum, işte bana kalıp, sayfaya dökülenler…

Ressamın hayatının iki yıllık bir bölümünden kesinti sunan “Kırmızı”; duygusal ve tutkulu asistan (Turan Günay) Ken’in ondan daha iyi olduğunu ilan etmesi üzerine (Nihat İleri) Rothko’nun yaşadığı değişime, çalışma azmi ve yaşadığı derin hayal kırıklıklarına odaklanıyor. 1940’ların soyut ekspresyonizm akımının önemli temsilcilerinden Rothko, bir rengin çeşitli tonları üzerine yoğunlaşan tablolarıyla tanınıyor. Rothko, döneminin posh-lüks mekânı Seagram Binası’nın tepesinde yer alan Dört Mevsim Restoranı’nın dekorunu oluşturacak resimler yapması için, rekor bir fiyata anlaşıyor. Mekân için resim çalışmalarını yaptığı sıralarda ressam, tamamlanma aşamasında olan restoranı görmeye gidiyor, yemek bölümünü fazla gösterişli ve resimlerinin sergilenmesi için uygunsuz buluyor. Projeye devam etmeyi ve yaptığı resimleri vermeyi reddeden ressam, anlaşmayı fesh ederek, resimlerinin orada ‘burjuvanın hiç önemsemeyeceği restoranda’ sergilenmesine engel oluyor. 2. Dünya Savaşı sonrası çağdaş sanat felsefesinin tüm tartışmalarını içinde barındıran oyun, ticaret ve sanata bakışı, hem ressamın, hem de dönemin toplumsal bakışı içinde veriyor. Ticaret ve sanat… Ne derece yan yana gelebilir? Ticaret, sanat için destek midir, yoksa bir tehdit unsuru da olabilir mi? Sanatçı, sanatını kimlerle paylaşmaya gönüllü olabilir? Sanatçı için bu konuda bir seçim hakkı söz konusu mudur?



SANATI YİNE SANATLA ANLATMAK!?

Eray Eserol’un dilimize çevirdiği, İskender Altın’ın yönettiği oyunda, ışıkta Enver Başar, dekor-kostüm tasarımında ise Şirin Dağtekin Yenen’ın imzası bulunuyor.

Gelelim naçizane bir izlek olarak kafa yanmalarıma; Sanatı yine sanatla anlatmak, sanırım bu topraklarda en zor hikâye… Kırmızı’nın kahramanı da, resim ve sanat da olunca; algıda seçicilik devreye giriyor. Bu bakımdan Kırmızı’nın içinde yer alan tüm tanımlamalar ve tanımlar ancak resme-felsefeye ilgisi olan bir izleği tatmin edebilir. Ben birkaç detay hariç oyundan mesut çıktım. Genç oyuncu Turan Günay’ın sahnedeki oyunculuğunu yer yer abartı bulsam da, ‘büyük usta İleri’nin karşısında olabilir belki’ dememe neden oldu. Belirtmeden geçemeyeceğim durum ise; Nihat İleri’nin ilk defa oyunculuk performansı beni yordu. Onu izlerken yoruldum itiraf ediyorum, sanki biraz daha akıcı olsaydı; ben de kapalı mekânın verdiği hissiyattan kurtulup, Rothko’nun yamacında bitebilirdim gibi… Çeviriden mi yoksa, anlatımdan mı bilmiyorum ama bir yoruculuk var oyunda. Hatta üstadın bir ara orada-replikte kalacağını düşünmedim de değil! (Bu arada ‘devlet tiyatroları’nı özlemişim, iyi geldi.)

Bugün de kendimizi kandırdığımız sürenin sonuna geldik, ey çilesini efkârlayıp kendini hayata sarkıtan okur… Şimdilik eyvallah!

“Ken: - Sana bir şey sorabilir miyim?
Rotkho: - Sormanı engelleyebilir miyim?
Ken: - Gerçekten de siyahtan korkuyor musun?
Rothko: - Hayır, ben ışığın yok olmasından korkuyorum.
Ken: - Yani körlük gibi mi?
Rothko: - Hayır ölmek gibi.”

Habertürk
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst