Hasan Keyf

bitter_im

Admin
Admin
Genel Yönetici
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
64.633
Tepki
53.643
Puan
113
Yaş
32
Konum
kocaeli
hasankeyf.jpg


Yazılı kaynaklarda yer almayan ancak, insanlar arasında anlatılan ve devirden devire aktarılmak suretiyle efsaneleşen hikayeler, günümüz insanları arasında da sıkça anlatılmakta. Öyle anlaşılıyor ki ağızdan ağıza dolaşan bu hikayelerin anlatımı, bizden sonraki nesillere de anlatılacak ve böylece dünya durdukça nesiller arası bu aktarım tarzı devam edecek.

Özellikle tarihi açıdan geçmişi zengin olan yerleşim alanlarında yaşayan insanların, gece sohbetlerinde birbirlerine ve misafirliğe gelen insanlara anlattıkları bu hikayelere örnek vermek gerekirse, Hasankeyf’te bu konuda elimizde yeteri kadar veri var. İşte ortak noktaları olan ancak anlatım tarzlarında bazen farklılıklar gösteren bu tür hikayelerin anlatıldığı Hasankeyf’ten bir örnek:

Dicle Nehri’nin Kutsallığı: Bilindiği üzere Dicle Nehri, Elazığ yakınlarındaki Hazar Gölü'nden çıkar. Ancak esas kaynağını, Diyarbakır’a bağlı Dicle ilçesi yakınlarında bulunan bir mağaradan çıkan ve debisi oldukça yüksek bir su kaynağından alır. Dicle’nin Nehir haline geldiği bu mağaranın ağzından itibaren Basra Körfezine kadar olan akış güzergahı, inanışa göre Danyal Peygamber tarafından çizilmiş. Rivayete göre olay şöyle gelişir: Allah tarafından Danyal Peygambere bir vahiy gelir, denir ki, “Elindeki asa ile suyun çıktığı mağaranın ağzından itibaren başlayarak bir çizgi çiz, su arkandan gelir. Ancak, yetimlerin, dul kadınların, fakirlerin, yoksulların ve vakıfların malına ve mülküne yetiştiğin zaman, güzergahını değiştir ki su bunlara zarar vermesin.” Danyal Peygamber de Allah’ın bu buyruğuna riayet ederek, emredildiği şekilde Dicle Nehri’nin güzergahını çıktığı noktadan itibaren, asası ile Basra Körfezi'ne kadar çizer. Suyun akışı bazı yerlerde yukarda belirtilen özelliklere sahip mal ve mülklere isabet ettiği zaman, Danyal Peygamber Allah’ın buyruğuna uygun olarak suyun yönünü çorak ve verimsiz bir alandan geçecek şekilde değiştirir. Bu nedenle Dicle Nehri, çıktığı yerden itibaren Basra Körfezi'ne kadar olan akış güzergahının birçok yerinde zikzaklar ve menderesler vardır. Bu nehir üzerindeki kıvrımların çok oluşu ve hiç kimseye zarar vermeyecek şekildeki akışında bir Peygamber elinin bulunması inancı hakimdir. Bu nedenle Dicle Nehri, her zaman ve her devirde kutsal bir nehir olarak değerlendirilmiş. Tıpkı dünyada kutsal olarak kabul edilen Fırat ve Nil Nehirleri gibi..


İKİ YOLLU MİNARE

Sultan Süleyman bin Turan Şah Eyyubi’nin hükümdarlığı döneminde yapılan Sultan Süleyman Camii minaresi, daha inşaat halinde iken usta ile kalfa arasında inşaat tekniği açısından bir anlaşmazlık çıkar. Minarenin henüz dikdörtgen kaidesi yapılmakta iken usta ile kalfa arasında başlayan bu tatlı çekişme, kalfanın usta tarafından kovulmasıyla son bulur. Bu olay kalfanın çok zoruna gider. Ancak buna karşılık vermek için Dicle Nehrine hakim kayalıklar üzerinde bulunan El Rızk Camiinin minaresini yapmayı üstlenir.Kalfanın buradaki amacı, ustasının yapmakta olduğu minareden daha güzel bir minare yapmaktır. Nitekim öylede olur.Usta ile kalfa minarelerini birlikte yapmaya başlarlar.

Her iki minare de yükseldikçe, ihtişamları da belirğinleşmeye başlar. Ancak kalfa, yapmakta olduğu minarede herkesten saklı tuttuğu bir ayrıntıyı özenle korumaktadır. Minareler, ilk bakışta dış görünüş itibariyle birbirine benzemektedir. Ancak halk, zarafet ve estetik açısından minareleri karşılaştırınca, kalfanın yapmakta olduğu minarede daha güzel ve göze hoş gelen desenler bulmaktadır. Zaman ilerledikçe, her iki minarenin inşaatı da hızlanmaktadır. Bir süre sonra minareler birlikte tamamlanır. Usta yaptığı minarenin açılışını, başta Melik olmak üzere kentin ileri gelenlerinin iştirakiyle gayet şatafatlı ve görkemli bir törenle açar. Kalfa ise yaptığı minarede sır gibi sakladığı bir inşaat tekniğini yalnız ustasının görmesini istemektedir.

Bu nedenle minarenin açılışını yapmadan önce, ustasına karşı duyduğu saygıyı ön planda tutarak ve mütevazi bir tavırla ustayı açılışa davet eder ve minarenin açılışını ona yaptırır. Minarenin açılışından sonra usta, minarenin merdivenlerini kontrol etmek ve rahat olup olmadığını anlamak için minarenin tepesine çıkar. Birde ne görsün, kalfada minarenin tepesinde kendisini beklemektedir.

Bu durumu hayretle karşılayan usta, kalfaya “ buraya nasıl çıktığını” sorar. Kalfa da her zaman olduğu gibi tevazuyu elden bırakmadan ustasına “ şu yan tarafta bulunan ikinci yoldan çıktım” der. Bunun üzerine usta, şöyle bir yan tarafına bakar ki birde ne görsün minarede çift yol yapılmış. Üstelik bu yollardan çıkan ve inen birbirlerini görmeyecek şekilde bir inşaat tekniği kullanılmış. Oysaki kendisinin yaptığı minarede böyle bir teknik kullanılmamış ve yalnızca minaresinde bir yol vardır. Bu durum karşısında ne yapacağını şaşıran usta, kalfasının bu şahane eserini takdir edeceği yerde gururuna yenik düşerek geçirdiği bunalım sonucu minarenin tepesinden aşağıya atlamış ve intihar etmiştir. Bu nedenle, Hasankeyf’te bulunan minareler, işte böyle tatlı ancak sonu dramatik olan bir rekabet anlayışı içinde yapıldığı için üstün bir inşaat tekniğine ve üstün bir sanat değerine sahiptir.
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst