Eski ramazanlar

ilk_nur

Daimi Üye
Katılım
9 Aralık 2009
Mesajlar
32.413
Tepki
37.064
Puan
113
Konum
.....
Ah Nerde O Eski Ramazanlar!
er14.jpg
Ah nerde o eski Ramazanlar, diye başlayan bir çok yazı okumuş ve bir çok sohbet dinlemişizdir. Ancak 'eski' her daim 'değişir' olmuştur ki, 'ne kadar eski?' sorusu hep sorulmuştur. Bu hafta 'Eski İstanbul Ramazanları' isimli kitabı ile Halit Fahri Ozansoy'u konuk ediyoruz. Bize gerçekten 'eski ramazanları ve tiyatro kumpanyalarını' anlatıyor. Ah nerde o eski ramazanlar!
Eski Direklerarası Bir Başka Alemdi
İftara bir saat kala, Direklerarası'nda çaycı dükkânlarının ve tiyatroların önünde biriken bir yığın halk bunlar seyirciler. Fakat sokaktan geçen kalabalık omuz omuza. Kupa ve payton arabaları da 'destur' sesleri ile bu mahşeri yarmakta. Kimler yok bu kalabalığın içinde. Pek tabiî polislerden başka, Abdülhamid'in hafiyeleri de mekik dokuyorlar. Fakat hüviyetleri fazla kırmızı fesleri bir yana, şahıslarından pek belli değiller ki... Zaten bu gizli tehlikeyi bilen akıllılar bir köşedeki bakkaldan 'Yıldız şehriyesi' bile istemezler. Yasak kelimelerden!
Halk, hiç durmadan, bir sel gibi geçiyor. Mevsim yazsa, fesleri kaşlarına doğru hafif eğik, sinekkaydı traşlı, pomatlı bıyıkları ince ve yukarı doğru kıvrık, eldivenli ellerindeki ucu gümüş veya altın başlı bastona nazik nazik basarak yürüyen alafranga şık beyler. Ceketlerinin arasından alamod desenli yelekleri görünüyor. Gözlüklüler kelebek gözlüklü.
İşte mektepliler, bazısının kitapları koltuğunda. İşte eli tesbihli, gözleri orucun tesiri ve sigara tiryakiliği ile dalgın, yaşlı beyfendiler, uşakları arkalarında. İşte uzaktan, beyaz sarıkları ile göze çarpan hoca efendiler, göbekli imamlar ve ara sıra ortaya çıkan, kimi cılız, kimi kısa boylu, kimi sırık gibi iri boylu medrese çömezleri. Sonra biraz düşkün hallerinden belli, iki yüz kuruş maaşlı kalem efendiler. Ketebeden diye anılanlar. Çayhanelerde her zamanki müşterileri var. İftar saatini bekliyerek, oruçlu oruçlu çaycı ile isteksiz lâf atanlar. Hele Meşrutiyetten sonra, Mersin Efendi'nin çayhanesinde tanınmış Darülfünun müderrislerinden birkaçının çehresi. Mersin gürültü de istemez, sessiz konuşulacak! Bu, iftar saati yaklaşınca,birden evlerine dağılacak olan kimselerin tablosu! Çapkın gençlerin bir kısmı Şehzadebaşı sebilinin köşesini, bir kısmı karşı ki Fevziye Kıraathanesi'nin önünü tutmuşlar, gelip geçen hanımlara söz atıyorlar. El sarkıntılığı eden, çimdik atan terbiyesizler de oluyor. O zaman karikatürlerimize konu olan Bacı Kalfa'nın meşhur şemsiyesi kafaya iniyor.

Kel Hasan Efendi Tiyatrosu'nun önündeki akortsuz bir muzika, geceyi beklemeden, ya İzmir ve Cezayir marşları, yahut valsa benzer bir şeyler çalıyor. İki tahta ayak üstüne tutturulmuş, ortası suluboya, oyunu anlatan resimli bir ilan. Tiyatronun tek ilanı. O zamanlar afiş mafiş yok. Bu ilanın üstünde 'Hayalhane-i Osmanî' ve 'Hasan Efendi idaresinde' yazısı büyücek ve başka boyalarla. Birisi oturuyor bu ilanın yanındaki tiyatro kapısının önünde. Kim bu, ara sıra leylek bacaklı ilana göz atan? Kim olacak? Yaz kış sırtından kürlü paltosunu çıkardığını görmediğimiz Kâmil Efendi. Hasan Efendi'nin, şimdiki deyimle, dramaturgu. Tercüme edilmiş romanlardan çıkardığı senaryoları kaç yıl evvel sansüre tasdik ettirmiş. Üç dört kağıt. En önemli satırı: 'İbiş gelir, o işini bilir.' Sansürün Hasan Efendi'ye itimadı vardır. Böylece kabul edilmiştir. Bunların dışında, Hasan'ın oynadığı klasik diyebileceğimiz tulûat oyunları gelir. Direklerarası'ndan Vezneciler'e doğru kalabalık arttıkça artmaktadır. Gece de öyle. Şimdiki Üniversite'nin Letâfet Apartmanı'na bakan tarafında bir Rum şekerci var. Şekerleri, hele İsviçre'den gelen bisküileri ağza lâyık. Bu bisküilerin ceviz biçiminde olanı çocukluğumdan benim pek hoşuma giderdi. Ortasından tutunca hiç bozulmadan ikiye bölünürdü. Tulûatçı Şevki Efendi'nin tiyatrosu da bu şekercinin sırasında idi. Bu tarafta, ayrıca, çadırların içinde, balmumundan makinalı insanlar ve ayna akisleri oyunu ile Kesik Baş gösterenler vardı. Siyah bir fonun ortasında Rum şivesi ile bu Kesik Baş bir Rum kızıdır. Safa geldiniz, der ve bazan bir iki cümle ile bir soruyu cevaplandırırdı. O yaşta, bizlerdeki hayreti düşünün! Mınak efendi'nin Osmanlı Dram Kumpanyası, yıkılan Ferah tiyatrosunda oynardı. Letâfet Apartmanı'nın altındaki kıraathanede de Hayâlî Kâtip Salih Efendi'nin karagöz oyunları. Bunun kapısında da Karagöz'le Hacıvad'ın resimleri. Halk, geçerken, gerek bu ilanın, gerek bütün tiyatro ilanlarının kapısında bir iki dakika duru, geceki eğlencesini ona göre tasarlardı. 1897'ye doğru Hasan'ın tiyatrosunda mı, yoksa ona yakın başka bir tiyatroda mı - ben altı yaşında iken- bir at cambazhanesinin oyunlarını, atların koşusunu, üstündekilerin hünerlerini ve palyançoların maskaralıklarını yanımda babamla yukarı localardan birinden seyretmiştim.
Şehzadebaşı'nda arabalar hâlâ geçiyor. Paytonda olanlar pek kurumlu! Başka ne yazayım? Yazacak çok şey var daha. Fakat Şehzadebaşı'ndaki bu ramazan gezginleri arasında öyle sayısız çeşitli insanlar var ki bir roman yazılsa sonu gelmez. Esasen bu konu yazılıp duruyor da! Ahmet Rasim'in 'Şehir Mektupları' ve Hüseyin Rahmi'nin romanları elde iken daha da yazacaklar! Baksanıza, müzikal oyununu bile oynadılar!
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst