Çok eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
EN İYİ ARKADAŞ Çevremdekilerle aram nedense hiç iyi değildir. Yani, arkadaş ortamım çok kötü. Bana karşı çok açık sözlüler…
Kilolu bir yapım var ve kilo vermeyi hiç mi hiç düşünmedim. Yemeyi seviyorum ve teyzemde bana bunu yasaklamıyor.
Çünkü çoğunluk evde yalnız oluyorum. O da pek uğramıyor eve, anlayacağınız.
Bir gün karar veriyorum. Zayıflayacağım. Ama vazgeçiyorum. O dünyalar tatlısı çikolata gözlerimin önüne gelirken, o çikolatalı pasta gözlerimi hapsederken, bu nasıl mümkün olabilir?
Artık sıkılmıştım. Herkesten uzaklaştım ve hiçbir arkadaş edinmedim. Çünkü hepsi dış görünüşe önem veriyor. Benim içim güzel, ne olmuş yani?
Benim tek istediğim; harika bir en iyi arkadaştı. Sadece bunu istiyordum. Başka bir şey değil. Aşık olduğum çocukla bile en iyi arkadaş olsam, iyiydi. Yani buna katlanırdım. Beni dış görünüşümle yadırgamayan, herkesten her şeyden soyutlamayan, yediğimle içtiğimle alay etmeyen biri olsun, o bana yeter.
Koridordan geçerken nedense herkesin gözü üstümdeymiş gibi geliyor. Güldüklerini, alay edişlerini duyuyorum. Ama yok öyle bir şey. Kendimle hem barışık olmak istemiştim. Tam da oluyordum ki, en iyi arkadaş bildiklerim gerçekleri yüzüme karşı söylediklerinde o anda gitti. Bitti, her şey. Özgüvenim yok oldu. Kendimle hiç barışık olamadım o zaman.
Sen daha üzerine uygun kıyafet bulamıyorken, yanına nasıl bir taş yakıştıracaksın ki?
Sevil söylemişti bunu bana. İçlerinden en çok sevdiğim arkadaşlarımdan biriydi. Aslında en nefret etmem gereken kişiymiş.
Yani. Bence bu hayallerden vazgeç, çirkin ördek yavrusu. Bir kuğuya dönüşmek için sana peri ana lazım.
Bunu da en tiksindirici sesiyle Esma söylemişti. Neden böyle davrandıklarını anlayamamıştım. Bu hiçbir zamanda anlayamadım.
Söylediklerinin arkasında bir şeyler vardı, sanırım. Birden bire 2 yıl bu kadar sustuklarına göre ve sonradan kustuklarına göre Ya da gerçek yüzlerini gösterdiler. Aslında her iki ihtimalde gerçek yüzlerini göstermiş oluyorlardı.
Ben ne mi dedim? Aslı olaraktan-o da ben oluyorum-yüzlerine şaşkınlıkla baktım.
Bunu nasıl bana karşı yüzüme söyleyebilirsiniz? Sizler benim en iyi arkadaşımsınız. Neden beni böyle hor görmeye başladınız?
Ağlamamak için zor tutuyordum, kendimi.
Hayır, sen asla bizim en iyi arkadaşımız olmadın. Sadece getir götür işlerimizi yapan bir çıraktın, o kadar.
Bu kadarı yetmişti. Onlar için bir arkadaş değil, bir çırak olduğumu öğrendiğim anda gözlerimin içi alev gibi kıpkırmızı olmuştu. Bu kadar ileri gideceklerini hiç mi hiç düşünmemiştim. Böyle iğrenç laflar edecekleri dahi aklımın ucundan geçmemişti.
Hiçbir şey demedim ve onların yanından ayrılıp kendimi lavaboya, kabine kilitledim ve olabildiğince sessizce ağlamaya başladım. Tüm ders boyunca hep o kabinde gözlerim şişene kadar ağlamıştım. Kabinden kendimi dışarı attığımda ise aynada daha berbat bir surat görmüştüm. Hiç görmeyi beklemediğim kadar çok çirkin bir surat
Herkesin gördüğü ve alay ettiği çirkin surat, artık daha da çirkin olmuştu. Lavabonun kapısından kafamı uzatıp koridorun boş olup olmamasını kontrol ettim. Kimse yoktu ve herkes gitmişti. Çünkü çok sessizdi, koridor. Hemen sınıfıma gittim. Defterlerim masamın üzerindeydi veonları çantama koyup okuldan ayrıldım. Eve gittiğimde odama kapandım ve artık tamamen hayatımda sadece ben olacaktım. Kimseyle konuşmayacak, irtibat kurmayacaktım. Emre ile de göz teması kurmayacaktım. Çünkü artık ona da güvenmiyordum. Gerçi pek iletişimimiz olmadı, kurduğumuz sandığım göz temasları vardı.
Kimbilir, o benim hakkımda ne düşünüyor olduğuydu. Ve ben bunu asla öğrenemeyecektim. Tüm 1 ayım böyle geçmişti. Kimseyle konuşmamış, hiç kimseyle göz teması kurmamış, yanıma gelip soru soranlara cevap vermemiştim. Tamamen soyutlanmıştım, hayattan. Tek derdim, bu liseden mezun olmak ve istediğim üniversiteye gitmek
Gerçi orada da burada olduğu gibi hor görülür müyüm, bilmiyorum. Benden yana, mümkün olabilirdi. Genelde üniversiteliler, pek havalı, pek süslü, pek zayıftılar. Herkes için demiyorum bunu.
Dediğim gibi; çok sessizdim.
Sınıfıma girip sırama geçtiğimde hemen çantamdan bitirmek üzere olduğum kitabı çıkardım. Çok seviyordum bu kitabı. Artık benim hayatımda müzik ve kitaplar vardı. Onları hiçbir şeye değişmezdim. En azından onlar beni hor görmeyen tek varlıklar.
Öğretmen gelene kadar 5 sayfa okumuşumdur. Öğretmen içeri girdiğinde kitabımı kapattım ve derse odaklandım. Ders bitiminde kendimi hemen bahçeye attım. Kimsenin gelmediği arka bahçedeki çınar ağacının altına oturup kitaba kaldığım yerden devam ediyorum. Çok sessizlikte iyidir, bu arada. Ama müzik dinlemezsem rahat etmeyecek gibiyim. Bu yüzden hemen yanıma aldığım mp3 çalarımı çıkarıyorum ve kulaklıklarımı kulağıma takıp müziğimi de açıyorum. Çok ayrı bir his veriyor bu bana. Böylece müzik eşliğinde kitabımı da okumuş oluyorum.
Ben kitabımı okurken, sağ kulağım müziksiz kalıyor sanki. Bunun sebebini öğrenmek için dikkatimi kitaptan ayırıp kulaklığımı kulağımdan çeken şahsa bakıyorum.
Emre
Deminden beri sana sesleniyorum. Zil çaldı, hadi.
İlk defa onun sesini duyuyorum. Tamam, arkadaşlarıyla olan sohbetlerinden sesini duymuştum ama benimle konuşması Bu çok çok başkaydı.
Hemen kendime gelip kitabımı kapattım ve sol kulağımdan da kulaklığı çıkarıp ayaklandım. Onunla yan yanaydık. Tam dibimde duruyordu ve ben onun omuz hizasına geliyordum. O eşit ağırlıktaydı, ben de sayısaldım. Böyle ayrıydık, biz işte. Hiçte birlikte olmayacaktık.
Haber verdiğin için teşekkür ederim.
Ondan önce ben ilerliyorum ve hemen okuldan içeri giriyorum. Yanında fazla durmak istemiyorum. Eğer daha fazla dursaydım, kalbim yerinden çıkabilirdi.
Dersler bitmişti ve bende hemen soluğumu okulun alt caddesindeki kütüphanede aldım. Her okul çıkışında o kütüphaneye giderdim. İnsanların bakışlarından uzak kaldığım, kitaplarla bir arada olduğum tek yer burasıydı. Tabi bir de okulun arka bahçesindeki hiç uğranılmayan çınar ağacı var. Sahi, Emre ne yapıyordu orada?
Ne yaptığı beni ilgilendirmezdi, doğrusu. Hatta karşımda oturması bile ilgilendirmezdi.
Ne? Karşımda mı oturuyor? Az önce bana bakıp göz mü kırptı? Rüya görüyor olmalıyım. Göz kırpıp kitabına gömülmüş olamaz. Birisi acilen bana cimdik atsın. HEMEN!
Yanlış gördüğümü anlayarak kitabıma odaklanıyorum. Nedense kelimeleri ikişer kez okumak zorunda kalıyorum. Çünkü karşımda Emre var. Ve ben ona bakmamak için çok uğraşıyorum. Elimde değil, göz ucuyla ona bakıyorum. Bakmaz olaydım. Bana doğru mu geliyor yoksa ben mi yanlış görüyorum? Kesinlikle yanlış görüyor olmalıyım. Evet yanlış.
Ama yanıma oturmasıyla yanlış görmediğimi anlamış oluyorum, bu durumda. Karşımda oturmuş bana bakıyor ve gülümsüyor. Neden gülümsüyor?
Oturabilir miyim, diye sormadım çünkü gerek duymadım. Ben senden bir şey isteyecektim. Eğer yardım edersen
İşte, bir şey isteyecek benden. Herkes gibi o da beni çırak olarak görüyor. Ne isteyecek hiç umurumda değil. Ona aşık olmam bile istediğini yaptırtamaz bana.
Yardım etmek istemiyorum. Git, başkasından iste yardım.
Eşyalarımı toplayıp kalkıyorum masadan. Emreye son kez baktığımda çok şaşkın bakıyordu bana. Eminim bunu duymak hiç aklında yoktu. Pişman olacağımı biliyordum. İçimden defalarsa keşke yardım etseydim diye geçirecektim. Ama onunda beni çırak olarak görmesini istemiyordum.
Eve geldiğim sırada teyzemle karşılaşıyorum. Elinde bavuluyla aşağıya inmiş halde buluyorum, onu.
Hayırdır, teyze? Nereye?
2 haftalığına seyahate çıkacağız, tatlım. Yalnız kalma diye yan komşunun kızı burada kalmayı kabul etti. İyi vakit geçirirsiniz, hem.
Ben yalnız kalabilirim, teyze. Çocuk değilim. Hiç gerek yok. Gönder gitsin. Sana da iyi yolculuklar.
Yanaklarından öpüp merdivenlere yöneliyorum.
Ama ayıp olacak şimdi.
Hiç ayıp olmaz.
Ben hep yalnızlığa mahkumdum. Annem ve babam yurtdışında ve ne zaman gelecekleri muammaydı. Ben de teyzemle beraber kalıyordum. Ama o da iş seyahatlerine çıkıyordu ve neredeyse en fazla 2 ay filan ortalıkta gözükmüyordu. Ben de evde yalnız takılıyordum ve günümün çoğunu derslerle, abur cubur yiyip televizyon başında ya da internet başında geçiriyordum.
Teyzem gittiği sırada üzerimdeki bol beyaz tişört ve krem rengi eşofman altımla dışarı çıkıp markete gidiyorum. Biraz abur cubur alıp yokuştan çıktığım sırada bir çikolata paketini açmaya çalışırken bir anda bir şeye tosladığımı anlıyorum. Bu yüzden de açmaya çalıştığım çikolata da yere düşüyor.
Eyvah eyvah!
Alnım da biraz acımaya başladı sanki. Çikolatanın derdini unutup alnımı okşuyorum ve çarptığım şeye bakmak için kafamı yukarıya kaldırıyorum.
Yine Emre.
İyi misin, Aslı?
Adımı nerden biliyor? Beni tanıyor mu? Hiç sanmam, aslında. Benim nasıl biri olduğumu, nelerden hoşlandığımı asla bilemez. Adımı duymuş olabilir ama bunları bilmesi imkansız. Of, ne saçmalıyorum ben. Adımı söyledi, nelerden hoşlandığımı filan değil.
İyiyim. Hem önüne bakamaz mısın, sen?
Çok aptalcaydı, sorduğum soru. Önüme bakmayan bendim ama yine de o da kenara çekilmeliydi. Böyle insanlardan hep nefret etmişimdir. Yol vermeyenler Önüne bakmadığında karşıdan gelen insan varlığı, çarpışmamak adına kenara çekilmeli. Tabi, bilerek çarpmıyorsa
Önüne bakmayan sensin.
Konuşurken yere düşmüş çikolatamı da almayı ihmal etmiyor.
Kenara çekilebilirdin. İnsanlara yol vermeyen dangalak insanlardan mısın?
Küçük bir kahkaha atıyor ortaya ve bu da yanağındaki hep dokunmak istediğim gamzesini ortaya çıkarıyor..
Dangalak filan değilim. Sadece seninle konuşmak istediğim için kenara çekilmedim.
Benimle ne konuşacaksın?
Hatırlarsın ki, senden yardım istemiştim. Ve sen de
Reddettiğimi gayet iyi hatırlıyorum ve yine aynısı geçerli.
Lütfen, Aslı! Sadece sen bana yardım edebilirsin. Haftaya matematik sınavım var ve cebirlerde biraz zorlanıyorum. Sen sayısaldansın ve matematikle aran iyi. Yani, öyle duydum.
Benim hakkımda iyi şeyler söyleyenlerde varmış. Aslında, Emrenin benden yardım istemesi çok garibime gitti. Bir tek benim aram iyi değil, Matematikle. Bizim sınıfta Ecem var ve o da matematiği çok seviyor.
Git, Ecemden yardım iste. Ben yardım etmek istemiyorum.
Hemen yanından geçiyorum ama o da peşimden geliyor.
Ben senden istiyorum ama yardım.
Neden ben ki? Tek matematikle aram iyi olan ben değilim. Ecem de var, Ali de var. Onları da tanırsın, herhalde.
Tam karşısında durduğumda o da duruyor ve bakışları benim gözlerimde dolanıyor.
Ben sadece seni tanıyorum.
Ortaya histerik bir gülüş atıyorum, nedense.
Nerden doğru tanıyorsun ki?
Sevilden doğru Matematikte çok iyi olduğundan bahsetmişti bana.
Sevil mi? 1 ay öncesine kadar benimle alay eden, en iyi arkadaşım olarak bildiğim Sevil mi?
Yine de istemiyorum.
Tekrar yoluma devam ettim ama Emre yine peşimi bırakmadı.
Beni takip etmeyi bırak. Yardım etmeyeceğim. İstersen Ecemle seni tanıştırırım. Yan sokakta oturuyor.
Seni ikna etmek için sabahlayabilirim bile burada. Ben sadece seninle çalışmak istiyorum.
Evimin önüne geldiğimde kapıyı açıyorum ve bahçenin kapısının önünde durmuş, elleri ceplerinde bana bakan Emreye bakıyorum.
Beklersen bekle. Kararım aynı.
Kapıyı yüzüne kapatıp mutfağa geçiyorum. Elimdeki poşeti tezgahın üzerine koyup buzdolabından soğuk su çıkarıp dolaptan çıkardığım bardağın içine koyuyor ve bir dikişte hemen içiyorum. Gerçekten bu iyi geldi. Ama aklım Emredeydi.
Sahi, bekler miydi? Dediğini yapar mıydı?
Geceleri çok ayaz olurdu ve beklerse kesin hasta olurdu. O zaman kendimi asla affetmezdim. Yine de ona yardım etmeyecektim. Edemezdim. Ben, arkadaşlığa ve isteklere kapımı kapattım, çoktan. Bunu; aşık olduğum adam bile açamazdı.
Bu gece uyku beni hiç bulmadı. Aklımda saatler boyunca hep Emre vardı. Beklemiş olamazdı, bir kere. Neden bunu yapsındı ki? Ecemle tanıştırabilirdim, onu. O, benden daha iyi anlatabilirdi, cebirleri. Bir kere ona aşık değildi. Konuyu anlatırken-anlatmaya çalışırken-ona bakmamak için gözleriyle savaşmazdı.
Ama yine de kendime engel olamadım. Hemen odamdan çıkıp salona indim ve sokağa bakan pencerenin perdesini azıcık aralayıp dışarıya baktım.
Bu olamaz, değil mi? Emre şu anda yolun kenarına oturmuş, bizim evi izliyor olamaz. Üstelik dediğini de yapıyor olamaz. Hayal görüyorum. Bugün çok fazla hayal görüyorum, nedense. Hepsi de Emre ile ilgili.
Gönlüm daha fazla bu manzaraya dayanamıyor ve ayaklarım dış kapıya gidip ellerimle kapıyı açıyor. Ağzım ise, yolun kenarında oturan Emreye sesleniyor.
İçeri gel. Hasta olacaksın, deli çocuk.
Beni gördüğüne sevinmiş gibiydi, sanki ya da ben yanlış görüyorum. Hemen oturduğu yerden kalkıp bahçe kapısından giriyor ve karşımda duruyor.
Annen baban yok mu senin? Merak etmezler mi seni?
Bir arkadaşımda olduğumu biliyorlar. Sorun yok. Beni içeri çağırmıştın, gireyim mi?
Bu nasıl bir çocuktur? Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutarak kenara çekiliyorum ve o da içeri giriyor. Ben de kapıyı kapatıp onun arkasından gidiyorum.
Evin güzelmiş.
Teşekkür ederim.
Bana dönmesiyle olduğum yerde duruyorum.
Odan nerede?
Sana ne! Sen şu koltukta yatarsın. Ben sana temiz çarşaf filan getireyim.
Hemen yolumu merdivenlerin olduğu yöne çeviriyorum. Odam nerdeymiş? Ne yapacak ki odamı?
Hemen odama girip dolabımdan çarşaf, battaniye ve yastık alıp aşağıya iniyorum. Ama Emreyi ortalıkta göremediğimden hemen elimdekileri koltuğa yerleştirip etrafa bakıyorum. O sırada mutfaktan sesler geliyordu.
Emre mutfakta bir şeyler yapıyordu. Benim mutfağa girdiğimi anlamış olacak ki, konuşmaya başladı.
Üzgünüm, sana sormadım ama karnım çok acıktı. Kendime sandviç hazırladım ve sana da kahve yaptım. Sen de ister miydin, sandviç?
İstemiyorum. Kahve içinde teşekkürler. Sana da afiyet olsun.
Kahve fincanımı alıp odama çıkıyorum ve onu sandviçi ve kahvesi ile yalnız bırakıp yatağıma geçiyorum. Nedense biraz içim rahatladı gibi oldu. En azından Emre dışarıda hasta olmayacaktı ama şimdi de Emrenin benim evimde olduğu düşüncesiyle de uyuyamıyorum.
Ne yapacağım ben?
Hemen yatağımdan kalkıp odamdan çıkıyorum. Merdiven basamaklarına ise parmak uçlarımla basıyorum. Sanki benim evim değil de bir başkasının evi
Salona geçtiğimde Emrenin uyumuş olduğunu, sol bacağını koltuğun sırt kısmına koyduğu, diğerini de kollarına uzattığını görüyorum. Sığamamış garibim, bir koltuğa. Umarım sabah belim boynum demez.
Ona biraz yaklaştığımda ilk defa onu uyurken gördüm. Herkes uyur canım yani. Ama bu başkaydı sanki. Yanımdaydı ve gözlerimin önünde uyuyordu. Yüzüne de masumluk katılmış.
Yavaşça eğiliyorum ve dağınık olan saçlarının hava kalkmış olanına dokunuyorum. Hisseder mi acaba? Ama sanmam. Yüzüne de dokunmak istiyorum. Pürüzsüz olan suratına ve en önemlisi de gamzesine
Ama yapamıyorum. Uyanır ve ne yaptığımı çözmeye çalışır ve hesap sorardı. Ve ben hiçbir şey diyemez hemen odama kaçardım. Hiçbir şey yapamadan kalkıyorum, eğildiğim yerden ve mutfağa gidiyorum. Buzdolabından aldığım iki çikolatayla odama çıkıyorum. Yapacağım bir şey yok. Zar zor uyuyacağım.
Hep olmak isteyipte olamadığım fizikteydim şu an. Çok istediğim elbise, üzerime tam oturmuş; okulun mezuniyet balosu için hazırlanmış merdivenlerinden iniyor ve herkesin bakışlarını üzerime çekiyordum. Merdivenlerden inmiş ve Emre gelip elini uzatmıştı. Ben de elimi onun uzattığı ele bırakıp ikimiz piste doğru yürümüştük.
Bu, içimde tarif edilemez bir şeydi. Hiç olmayacağını sandığım her şey, karşımdaydı. Zayıflamış, en çok istediğim elbiseyle mezuniyet balosundaydım. Önemli olanda bu mezuniyet balosunda kiminle olduğum.
Emre. Rüyalarımı süsleyen çocuk
İkimiz dans ederken, etraftan gülme sesi geliyor. Dahası, bu gülmeler kahkahalara dönüşüyor. O manzaraya baktığımda herkes bizim etrafımızda dolanmış, işaret parmaklarını uzatıp beni gösteriyorlardı. Bakışlarım, Emreyle karşılaştı. Ellerini belimden çekmiş, o da diğerleri gibi gülüyordu bana.
Sonra kendime baktım. Kol altımda duran fermuar açılmıştı. Göbeğim meydana çıkmış, göğüslerim ise toplanmış haldeydi. Kalçam deseniz, ayrı bir şey
Birden eski halime geri dönmüştüm. Önce bana bayıldılar, sonra da güldüler. Aşık olduğum çocuk bile bana gülüyordu. Hiç olmadığı kadar
Bense; tutamadığım gözyaşlarımı serbest bırakıyordum ve ona bakarak ağlıyordum. Bundan sonrası da hiç olmadı, zaten. Tek ağladığımı ve Emrenin bana bakan alaycı bakışlarını hatırlıyordum. Gözlerimi açtığımda ise, beyaz bir tavan vardı gözlerimin önünde. Etrafıma baktığımda odamda olduğumu anladım. Ne zaman gelmiştim, odama. Daha doğrusu, yatağımdan hiç çıkmamış mıydım? Kafam iyice zonk edince bunun bir rüya olduğunu anladım. Yataktan doğrulduğumda, alnımda ve ensemde biriken terleri sildim elimin tersiyle. Gözlerimi iyice açtığımda karşımda Emreyi görünce çığlık atmamak için hiç kendimi tutmadım. O da korkmuş olacak ki, iki elini önüne getirip geri gitmişti biraz.
Senin ne işin var benim odamda?
Seni uyandırmak için gelmiştim. Derslerin başlamasına yarım saat kaldı da. Hem kahvaltıyı da hazırladım.
Neden ona bağırıyorum, bilmiyordum. Ona bağırmak hiç istemiyordum. Onu incitmek bile istemiyordum. Ama neden böyleydim?
Anlaşılan sabahları çok huysuz oluyorsun.
Hala odamda mısın?
İyi tamam. Başıma bir şey gelmeden gideyim, ben. Aşağıda bekliyorum.
Hemen çıktı odadan. Of, ben neden böyle davrandım şimdi, çocuğa? Üstelik benim için kahvaltı bile hazırladığını söyledi. Gerçekten hazırlamış mıydı? Belki de ekmek arasında peynir ve domates filan hazırlamıştır. Hemen yatağımdan kalkıp banyoya gitmek için odamdan çıkıyorum. Çıkmamla birlikte burnuma gelen kokuya engel olamıyor ve banyo yerine aşağıya iniyorum. Mutfağa girdiğimde harikulade bir kahvaltı masasıyla karşılaşıyorum. Ekmek arası peynir domates yokmuş, daha da çoğu varmış.
-Üzeri reçelle bezenmiş krep
-Tabağın içindeki peynirden oluşan burun, zeytinlerden göz, domatesten ağız, cacıktan saçlardan kahvaltı
-Ekmeğe sürülmüş çikolata, sana yağı
Bunları o yapmış olamaz. Ve ben az önce ona bağırdım ve demediğimi bırakmadım. Ama neden benim için böyle şeyle yapıyordu? Niye böyle zahmete giriyordu?
Ben gidiyorum. Okula Sana afiyet olsun.
Arkama döndüğümde çantasını omzuna atmış, bana bakıyordu.
Benözür dilerim. Sabahları gerçekten çok huysuz oluyorum ve odama da izinsiz girdin, bu arada.
Ben de özür dilerim. Bir daha olmayacak.
Evet, olmayacak.
Ben gideyim.
Tam arkasına dönmüş gidecekken durdurdum onu. Aslında gitmesine izin vermeliydim. Sonuçta, aşık olduğum dahil kimseyle konuşmayacaktım ve göz göze dahi gelmeyecektim.
Kalsana. Beraber yapalım, kahvaltı.
Arkasına dönüp bana bakıyor ve dudağı hafif yukarı kıvrılıyor. Gamzesi de fazla gözükmüyor, bu aralar.
Yok, sen yap. Ben okulda yaparım.
Lütfen?
Bir süre öylece bana bakıyor. Ardından gözleri bir anlığına masaya gidiyor ve gülümseyerek çantasını yere bırakıyor ve bugün de o gamzesini görebiliyorum. Hemen masaya yerleşiyor bile. Bu çocuk, fazlasıyla çok yakışıklı
Ben de yerime geçiyorum ve suratlı olan tabağımdaki kahvaltıyı, surat kalmayana kadar bitiriyorum.
Tabak suratsız oldu.
Emre, bunu dediği anda gülmeden edemiyorum.
Eni sonunda olacağı buydu, işte. Daha ne bekliyordun ki?
O da gülüyor ve bardağındaki meyve suyunun son damlasını içiyor. Ben de ona bakıyorum, o zeytinden bir tane ağzına atarken. Dün söylediklerini düşünüyorum. Beni Sevilden doğru tanıdığını söylemişti. Acaba Sevilden başka neler duymuştu?
SevilBenim hakkımda başka daha ne söyledi?
Bu cümleyi kurduğumda bana baktı, öylece. Bir süre böyle bakıştık, diyebilirim. Ama merak ediyordum. Benimle alay edenlerin birden bire aşık olduğum kişiye benden bahsedip de daha neler söylemiş olacaklarını bilmek hakkım, benimde.
Hiçbir şey. Başka bir şey söylemedi. Yani, söylediği de pek tartışılır. Öyle laf olsun diye senden bahsediyorlardı. Dersle alakalı Matematikten sınav mı ne varmış, sizin. Öyle senin matematikle aranın daha iyi olduğundan bahsediyorlardı. Benimde cebirler konusunda biraz eksiğim vardı. Sen yardımcı olursan
Öyle mi?
Bu arada, bir şey sormak istiyorum?
Ne sormak istiyorsun?
Çevrende hiç arkadaş filan göremedim, ben. Hiç arkadaşın yok mu?
Beni mi gözetliyormuş? Bunlardan anladığım bu, benim. Artık Emreyi anlayamıyorum.
Çikolatalı ekmeğimden bir ısırık aldığımda söyleniyorum.
Hayır, yok. Arkadaşsız hayat, bence çok güzel.
Neden böyle düşünüyorsun?
Çünkü kimse seni yadırgamıyor. Tiksindirici bakışlarla bakmıyorlar. Ben böyle iyiyim. Kahvaltını yaptıysan, gidebilirsin.
Emreyi masada yalnız bırakıp ben de odama çekiliyorum. Ben herkesten uzak kalmak istedikçe onlar bana geliyorlar. Üstelik ben neden Emreye karşı bu kadar agresifim? Onun ne suçu var ki? Belki de benim yanımda olanların benim hakkımda aynı düşüncelere sahip oluşlarını sanmamdan kaynaklanıyor. Hayatı bana küstürdüyseler, ben ne yapayım? Böyle yalnızken iyiydim, ben.
-mış gibi yaptım ben hep. Güçlüymüş gibi, canı hiç yanmazmış gibi, yaşıyormuş gibi Hep, ben olmayan şeylerle yaşamaya çalıştım. Ama değildim, işte. Bugün, o kahvaltı masasında ben vardım, kendim vardım sanki. Emreye az kalsın kendi kişiliğimi gösteriyordum. Az kalsın
Onu terslemek, yaptığım çok saçma girişimlerinden biriydi. Ama ben kimseye yakın olmayacağıma dair söz vermiştim, kendime. Yapamazdım, sözümde duracaktım. Aşkımdan ölsem bile, uzak duracaktım. Hem, o beni sevmiyordu ki, bir kere. Sadece matematikle aram iyi diye benimle ilgilenmeye başlıyordu. Bu yüzden benimle konuşuyordu. Bunun başka bir anlamı yoktu. Olamazdı da.
Emrenin bir sevgili yokmuş, duyduğuma göre. Senin için bir malzeme olabilir.
Duyduklarımla kabinde kalmaya karar verdim. Emre kimdi? Üstelik bu sesler, tanıdıktı. Oldukça hem de
Malzeme mi? Lütfen ona malzeme deme, bir daha. Sevgilisi olmadığı iyi bir haber ama Yine de olmaz.
Bu ses, Sevilindi. Nerede olsa tanırım, bu sesi. Yine ne peşindeler, bunlar?
Neden olmazmış ki? Hem yakışıklı, zeki birisi Hem, matematikte oldukça iyi. Yardımcı olur ve onunla takıldığın zamanlarda, Keremi kıskandırırsın.
Esma'nın böyle olduğunu bilmiyordum. İyice dolduruyor, Sevil'i.
Yine de olmaz. Emre benim arkadaşım. Onunla arkadaşlığımı riske atamam. Ama Mert olabilir. Çünkü ara sıra Kerem, Merte gıcık olduğunu söylüyordu. Gıcık olduğu kişiyle takılırsam, böylece Kerem delirmiş olacak ve gerçek hislerini ortaya dökecek.
Bundan emin misin?
Bu ses, Mügenin. Bunlar nasıl bir iş çeviriyorlar? Birini kıskandırmak için, birini kullanacaklar.
Eminim. Neyse, işimiz bitti sanırım. Çıkalım.
Lavaboda seslerin kesildiğini anladığımda gitmişlerdi. Ben de kabinden çıkmış, hayretler içinde sırtımı kapıya dayamıştım. Sahi; Mert, Emrenin hep yanında olan Mert miydi? Ah, bir de Emreyi ayartacaklardı. İyi, Sevil güzel bir iş çıkarmış bulunuyor ama yine de düşündüklerini onu iyi birisi yapmaz.
Ne yapacağımı bilmiyordum. O duyduklarından sonra ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Sevil, Emreyle arkadaştı ve bu Emrede aşık olduğum çocuk oluyordu. Sevil, onu kullanmak istemediğini söylemişti. En azından içinde biraz iyilik kalabilmiş diye düşünsem de, bu sonradan Mert denen çocuğu ayartmayı düşündüğünü söylemesi de bu düşüncemi yanıltıyordu. Merti pek tanımıyordum. Emrenin en yakın arkadaşı olduğundan bahsetmişti ve Kerem2in de en nefret ettiği kişi olarak nitelendirmişti. Yani, büyük ihtimalle hep Emrenin yanında gördüğüm uzun boylu ve esmer çocuktan bahsediyorlardı. Onu uyarmalı mıydım, bilmiyorum. Belki de Sevile karşı bir şey hissetmiyordu ve ilgileneceği de söz konusu olamazdı. Ya da hoşlanıyordu ve onunla seve seve ilgilenirdi. Böylece Sevil de planını uygulamış olur, okulda ya da çıkışta büyük bir kavga olurdu. Kısacası, Merti tanımıyordum ve ona ne olacağı da umurumda değildi. Gerçekler, bunlardı. Olması gerekende buydu. Ben artık kimseyi umursamıyor ve kimseyle ilgilenmiyordum.
-Çimenlerin üzerine yayılmak, gerçekten güzel bir fikirmiş.
Başımı yana çevirdiğimde Emrenin can alıcı mavi gözleriyle karşılaşıyorum. Bu çocuk beni deli edecek. Bakışlarımı ondan çekip yine eski halime döndüm ve gözlerimi kapattım. Acaba kulaklarımı nasıl tıkayacaktım.
-Ne yaparsan yap, Aslı. Bana yardım edene kadar peşinden ayrılmayacağım.
-Sınavın haftaya ve haftaya kadar peşimde koşturduğun sürece o matematik sınavından geçemeyeceksin. Sana Ecemi önerdim ve gerçekten benden daha iyi ders anlatıyor. Hem ben anlatmayı sevmem!
Anlatmayı severdim. Hem de çok güzel anlatırdım. Aam Emreye ders anlatacağımı hiç sanmıyordum. O benim yanımdayken ben hiçbir şeyi doğru dürüst yapamıyordum, bile. Dün gece uyuyamamıştım, mesela.
-Sen ders anlatmayı seviyorsun, Aslı. Lütfen yalan söyleme!
Yerimden doğruluyorum ve göğsümde duran kitapta yere düşüyor. Ona döndüğümde o da benim gibi doğrulmuştu.
-Ah, doğru ya! Sevil bundan da bahsetmişti, değil mi? Öylesine hem de
Yerimden kalkıp yere düşen kitabımı, çantamı ve mp3ümü alıyorum ve Emreye tekrar bakıyorum.
-Bence sen arkadaşın Merti Sevilden koru.
Çantamı koluma takarak hemen onun yanından uzaklaştım. Şimdi neden onu, arkadaşı hakkında Sevile karşı uyardım ki? Hani ne oldu umursamamaya, ne oldu ilgilenmemelere?
Yine tek başıma oturmuş, kütüphanede kitabımı okuyordum. 98. sayfayı bitirip 99. sayfaya geçtiğim sırada karşıma birisinin oturduğunu sandalyenin geri çekilirken çıkan sesinden anlıyorum. Başımı kaldırıp bir çift yeşil gözlerle karşılaştım. Mert'ti, karşıma oturup bana bakan. Daha çok gözlerinde bir merak vardı. Sanırım dün, Emre'ye ağzımdan kaçırdığım üstü kapalı itiraftan bahsetmiş olmalıydı. Ve oda aslı öğrenmek üzere beni bulup ve hep olduğum yerde olduğumu tahmin ederek kütüphaneye gelmiş ve beni bulup bunu öğrenmek için gözlerimin içine bakıyordu. Ama ben kitabımı tekrar göz hizama getirip kitabımı okuyordum.
-Dün Emre bana bir şeylerden bahsetti.
Direk konuya girmişti ve benden bir cevap almak için birkaç dakika boyunca suskunluğunu sürdürmüştü. Ama benden hala bir cevap yoktu ve olacağını da sanmıyordum. Nedense o ısrarlı sesiyle devamlı bana söyleniyordu.
-Ben neden Sevil'den uzak duracakmışım?"
Ben yine konuşmuyor ve 100. sayfaya geçiş yapmıştım, bile. Geçen dakikalar sonra sanki komik bir durum varmış gibisine kahkaha atıyor. Anlamlandıramadığım için bakışlarımı kitabımdan çekip göz ucuyla ona bakıyorum. Ardından omuz silkerek kitabıma geri dönüyorum. Hayır, umursamayacak ve ona duyduklarımdan bahsetmeyecektim. Mert, benim için bir şey ifade etmiyordu.
Evet, bu 1 ay öncesinde verdiğim en bencilce karardı ve bu huyumu artık ben de sevmiyordum. Ama çevremdeki herkes, bana karşı hiç en iyi arkadaş olmamışlardı.
-Yoksa benden mi hoşlanıyorsun?
İşte bu sorusuyla tamamen kitabı bırakıp ona bakakaldım. Böyle bir şeyi nasıl söylerdi? Nasıl böyle bir tahminde bulunabilirdi? İşte bu fazlaydı ama ne olursa olsun yine de söylemeyecektim. Şimdi artık ne hali varsa görsündü.
Kitabımı çantama koyup kalktım, yerimden ve ona son kez baktım. Bu söylediği çok küstahça idi.
-Senden hoşlanmıyorum. Seni bile tanımıyorum.
Arkama dönüp gidecekken onun söyledikleriyle arkama dönmeden durmak zorunda kaldım.
-Sen zaten kimseyi tanımıyorsun. Tınlamıyorsun bile ama okuldaki herkes seni tanıyor. Çok ilgi çekiyorsun, gerçekten. İlgi çekmek için çok güzel bir bahane.
Arkama baktığımda gülen yeşil gözlerle karşılaştım. Dalga geçiyordu adeta ve devam etti, konuşmasına.
-Sana tavsiyem, bundan vazgeç ve gerçek arkadaşlıklar kurup öyle ilgi çek. Herkes kötü düşünecek yoksa, hayatın hakkında. Ben bile...
-Sizin benim hakkımda düşündükleriniz beni ilgilendirmiyor. Bir milim bile dediklerinde haklılık payı yok ve herkes beni tanıyorsa, neden bu halde olduğumu dahi bilirler. Sanırım sen bilmiyorsun ve bilmesen de olur. Umurumda değil.
O gülen yeşil gözlerin yerini alan şaşkınlık gözlerden gözlerimi ayırıp çıkışa yöneldim. Bu günlerde herkes fazla olmaya başlamıştı. Kafama takılan bin bir şeylerde vardı. Mesela, birisi gelipte bana bu umursamazlığımı ilgi çekmek için kullandığımı söylüyor. Ama benim ne yaşadıklarımı biliyorlar mı? Beni tanıdıkları kadar, bunları da biliyorlar mı?
Üstelik ben görünmez olmak istemiştim. Tüm gözlerin bende olmasını değil... Nasıl herkesin gözü bende olabilir ki? Nasıl herkes beni tanıyabilir? Aklım almıyor.
Bazen zamanı geri sarmak istersiniz. İlk arkadaş seçimine doğru gitmek istersiniz. Ya da şöyle diyeyim. Karşınızdaki insanın ya da çevrenizdeki insanların düşüncelerini okumak istersiniz. Ama doğaüstü olayların gerçek dünyada yer almadığı gibi her şeye katlamak zorunda kalırsınız. Bir sorun yaşadı mı, artık gözünüz sizinle yeni tanışanların arasında gezinir. 'Acaba ne düşünüyor?' diye geçirirsiniz, aklınızdan. Bu sizin özgüveninizi yok eder. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğünü önemsiyorsanız, içinize kapanık birisinizdir. Çünkü bu düşünce karşısında kimseyle pek konuşmazsınız. Hareketli zamanlarda geçirmezsiniz. İçinizden geldiği gibi hareket etmezsiniz.
Ben, tam bunun tersiydim. Her istediğimi yapar, hareketli, konuşkan, girişken bir insandım. Kimin benim hakkımda ne konuştuğunu umursamazdım. Aklıma bile gelmezdi. Ta ki, gerçek dost dediklerimin içinde tuttuklarını yüzüme vuruncaya kadar... Benim hakkımda düşündüklerini öğrenene kadar... İnsanın kalbi bu kadar kırılabiliyormuş, demek ki.
-Ne demek oluyor bu? Mert, neden benden kendini korumalıymış?
Bir insanı uyarırsan cevabını böyle alırsın, işte. Uyarmayacaksın, kardeşim.
-Sizi duydum.
Geri çekilip gülmeye başladı. Ellerini beline koyup bana baktı, kaşlarını çatarak.
-Bizi mi duydun? Ne duydun ki?
-Onu kullanacaktın. Ben de onu uyarmak istedim ama pek inandırıcı olmadım. Gerçi bana ne, di mi? Ne hali varsa görsün. Seninde ne halin varsa gör.
-Aslıcım, kimi kime karşı uyaracağın seni alakadar etmez. Hem...yanlış duymuşsun, güzelim. Bence sen artık kimselerin konuşmalarına kulak asılma, oldu mu cicim?
Sevil'den bu kadar nefret edeceğim aklıma gelmezdi. Her şeyimi onunla paylaşırdım. Birbirimizin evinde kalıp güzel vakitler bile geçirirdik. Güzel duygusal filmler izlerdik. Komedi diziler izlediğimizde gülmekten ölürdük. Şimdi ne oldu ki bize? Böyle küçümseyiş bakışlarına sebep olacak ne yaptım ki?
-Ben ne duyduğumu biliyorum. Neyse, dediğim gibi beni ilgilendirmiyor. Ben uyardım ve kendisi bilir. Üzülecek de o, sıkıntı çekecek de sensin. Çeker misin, bilmem de. Benim kütüphaneye gitmem lazım.
Omzundan hafif tutup geri ittikten sonra yanından geçip uzaklaştım. Yaptığım en akıllı hareketti bu şu anda. Mert'i de anlayamamıştım. Bir insan hiç mi dikkate almaz böyle uyarıları? Gidip Sevil'e sormuş, direk. Ne aptal çocukmuş. Gerçekten beni alakadar etmez. Bir kez doğru söyledi, Sevil. Ne halleri varsa görsünler.
Kitabımı alıp her zaman oturduğum masama oturdum. Kahvemi de yudumlayarak ilk sayfasından okumaya başladım. Rahatlamaya ihtiyacım vardı. Kafamı başka şeylerle odaklama gereği duyuyordum. Acayip bir şekilde...
Satırlardan beni ayıran kulağıma değen bir çift kitap sesiydi. Bakışlarımı soluma çevirip az önce boş olan masanın üzeri kitapla doluydu. Başımı daha da sola çevirdiğimde gülen gözlerle karşılaştım. Allah'ım, kurtuluş yok muydu bu Emre'den?
-Artık başlayabilir miyiz?
Bu ne küstahlık?
-Ne yaptığını sanıyorsun?
Yerine yerleştikten sonra eline bir kitap alıp bana gösterdi. MATEMATİK.
-Neden ısrar ediyorsun?
-Sana ihtiyacım var.
-Bana ihtiyacın falan yok senin.
-Aslı, lütfen! Yardım et bana.
-Senin tek derdin ne biliyor musun?
-Neymiş?
-...
Bir şey diyemedim. Çünkü bunu bende bilmiyordum. Onun derdi neydi? Bana ne diye ihtiyacı olsun ki? Sadece matematiğe çalıştıracaktım. Bir haftalığına... Sonrası...yine yabancı birisi olacaktım onun için. Bir değerim yok, onun gözünde. Hep matematik dehası, şişman çirkin kız olarak kalacaktım onun gözünde. Hiç laf atmayacaktı, konuşmayacaktı. Bakmayacaktı bile.
-Evet?
Cevap bekliyordu, biliyordum ama gerçekten diyecek bir şeyim yoktu. Çünkü bilmiyordum ben de. Tek çare, kaçmaktı. Hep olduğu gibi... Kitabı ve çantamı alıp kalktım sandalyeden ve tam gidecekken Emre'nin kolumdan tutup beni tekrar yerime oturtmasıyla ayrılamadım bir yere. Bunu neden yapıyordu?
-İnsanlar, soru sorduklarında cevabını söylemeden neden kaçarlar, hiç anlamıyorum. Aslı, benim derdim neymiş?
-Bilmiyorum.
Gayet sakin bir sesle söyledim. Sesim çıkmamışta olabilir. Duymuş olabilir mi acaba?
-Bilmiyorum derken?
Demek ki duymuş. Neyse ki sorunumuz bu değil!
-Bilmiyorum işte. Bende onu merak ediyorum. Bir tek benim matematiğim iyi değil, Emre. Ben reddettiysem gidip başkasından yardım istemelisin. Neden 'hayır'ları kabul etmiyorsun?
-Ben sadece senden yardım istiyorum, Aslı.
-Ama neden?
-Çünkü sen bana yardım edersen ben de sana yakınlaşabilirim böylece.
Ne dedi? Doğru mu duydum? Bana yakınlaşmaktan mı bahsetti? Peki bundan kastı ne? alay konusu olmam mı yoksa? Böyle yakışıklı birisinin benimle yakınlaşmasının amacı ne olabilir ki başka? Egosu yerle bir olmaz mı o zaman bu durumda?
Derin nefes alıp gözlerimi kapattım ve açtığımda kararlı bir ses tonuyla seslendim.
-Yakınlaşmak mı? Ne tür bir yakınlaşma bu?
Ayağa kalktığımı ve sesimin birazda yükseldiğini hissediyorum, sanki.
-Birileriyle iddiaya girdiniz ve beni de alay konusu mu etmek istiyorsun?
O da yerinden kalkıp elini bana uzattığında geri ittim hemen.
-Aslı, yanlış anlıyorsun.
-Yanlış filan anlamıyorum. Hepiniz bana bakıyor ve alay ediyorsunuz. kim bilir neler söylüyorsunuz, arkamdan. Ama hiç umurumda değil, tamam mı? Ne konuştuğunuz, ne yaptığınız... Umurumda değilsiniz, hepiniz.
Önceden yapmaya kalkışıpta yapamadığımı başarılı bir şekilde yapıp ayrılıyorum onun yanından, hızlı adımlarla. Ne 'Aslı, dur' diye bağırışlarını duyuyorum ne de arkama bakıp onun halini görüyorum.
Buna izin veremezdim. Aşık olduğum çocuğun benimle alay etmesini izleyemezdim. Bunu kaldıramazdım. Ölürdüm ya da ortalarda hiç gözükmezdim. Odama kapanıp müzik dinler, perdeleri bile açmayıp ölünceye kadar odamda kapalı dururdum. Yapardım, bunu. Yapar mıydım, gerçekten?
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Gece uyuyamamın nedeni gözlerimin alt kısımlarına yansımıştı. Gecelerdir Emre'nin bana söyledikleri kafamın içinden bir türlü gitmiyordu.
Gerçekten yakınlaşmak istemesinin nedeni benim alay etmek için miydi?
Ya da değildi. Bilemiyorum. Artık özgüvenimi de kaybettim. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestiremiyorum, artık. Kalbim kırıldı, bir kere.Bir araya nasıl gelebilir ki?
-Dün gece iyi uyuyamadın mı sen?
Sabah beni arayarak hatrımı soran teyzeme ses tonumla telaşlandırmış olmalıydım. Uykunun U'su bile uğramadı ki.
-Çok fazla ders çalışmış olmalıyım. Yorgunum biraz.
-Bugün okula gitme istersen. Biraz dinlen.
-Yok, iyiyim ben. Bugün sözlü vardı, gitmeliyim.
-Tamam canım. Sen bilirsin ama bir şey olursa ara beni. Tamam mı? İyi dersler.
-Tamam teyze.
Telefonu kapattıktan sonra çantamı alıp kapıdan çıktım. Merdiven basamaklarından inerken Emre'yle karşılaştım. Ne işi vardı burada onun?
Sesli bir of bırakıp yanından geçerken o da arkamdan geldi.
Olduğum yerde duruyorum. Ne ona doğru dönüyorum ne de bir şey diyorum. Bir süre öylece duruyorum. Birkaç dakika öyle durduktan sonra yavaşça ona doğru dönüyorum.
-Ne konuşacağız?
-Oturalım mı?
Kabul etmekten başka çaren yoktu. Hayır vardı. Yine yanından koşarak uzaklaşabilirdim, defalarca hayır diyebilirdim ama bu sefer böyle yapmadım. Çünkü nedense ben de onunla konuşmak istiyordum. Bu duygumu bastırmaya çalışsam da başarılı olamıyordum. Bir türlü kurtulmayı başarıyorlardı.
İki adım ilerideki küçük mahalle parkına girip boş bir bankta oturduk. Etraf çok sessizdi ve kimseler yoktu. Yol kenarından geçen birkaç öğrenci ve manava uğramış teyzeden başka kimse yoktu.
Emre, yanıma oturduğunda biraz sessiz kalmıştık, ikimizde. Konuşmaya değilde, susmaya oturmuştuk burada. Ama bu sessizliği ben bozdum.
-Sana yardım edersem, beni rahat bırakacak mısın?
Ona baktığımda hala susuyordu ve düşünceli bir hale bürünmüştü sanki.
-Öncelikle...dünkü olay yüzünden sana bazı açıklama yapmak istiyorum.
-Açıklama mı?
-Evet. Bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum. Neden böyle söyledin, ben de anlamadım ama tüm gece uyumadım. Hep bu dediklerini düşündüm ve senin bu halinin sebebini buldum. Anladım demek daha doğru olacak, sanırım.
-Bu halim mi?
-Herkesten uzak duruyorsun. Kimseyle konuşmuyorsun. Yüzlerine dahi bakmıyorsun. Bunun bir tek sebebi, geçmişte yaşadığın kötü günler... Sanırım birileri senin kalbini incitmiş ve sen de bunlara karşı güvenini kaybetmişsin. Bunlara karşı da değil üstelik, herkese karşı etrafına kalkan oluşturmuşsun. Sana ulaşabilmek için her şeyi yaptım. En sonunda bu çözüm yolunu buldum ama her defasında sen beni reddettikçe ben daha da çok hırslandım. Dediğin gibi 'hayır'ları kabul etmediğimden değil, seni iyi tanıyabilmek için sonuna kadar vazgeçmeden seni ikna etmekti amacım.
Her söyledikleri aklımda yerini almaya devam ediyordu. Yavaş yavaş anlamaya çalışıyor ve duyduklarımdan da emin olmak istiyordum.
-Bu yol derken? Yani... Matematik sınavı yok mu? Yani... sen...
-Hayır, var. Aslı, ben...
-Ne demek istiyorsun, Emre? Evet, haklısın. Geçmişimde çok kötü günler yaşadım. Herkesten uzak durmamın sebebi; etrafımdakilerin arkadaşlıkları, dostlukları, samimiyetlikleri, hepsinin sahte olmasıydı. Benim tek istediğim en iyi arkadaştı ama etrafımda olanlar hep, en iyi arkadaş gibi görünen kötü insanlardı. Sana inanamamın nedeni de bu. Sen de benimle alay ediyorsan, dalga geçiyorsan...
-Saçmalama.
Büyük noktayı koyup ayaklandı. Elini ensesine koyup bir süre arkasına dönüp ardından tekrar bana döndüğünde konuşmasına devam etti.
-Geçmiştekileri unut. Şimdiye bak. Kim ne dedi de üzdü seni, kalbini kırdı bilmiyorum ama herkes aynı değil, Aslı. Öyle herkesi aynı kefeye koyamazsın. Ya sana ne demiş olabilirler ki? Ne diye alay etmiş olabilirler ki?
Gözyaşlarımı tutmak için büyük bir çaba harcıyordum. Başarılı oluyor muydum? Evet.
Derin derin nefesler alarak ben de yerimden kalktım ve uzun mesafeden Emre'nin karşısında geçerek onun o hayran olduğum gözlerine baktım. Anlar mı ağlamak istediğimi?
-Görmüyor musun beni?
Ellerimi iki yana açıp kendimi Emre'ye gösteriyordum. Bu arada, fazla dayanamadığımdan gözlerimi serbest bıraktım ve yavaş yavaş süzüldüler yanaklarımdan aşağıya. Gerçekten ağlamak istiyordum.
-Çirkinim, bir kere.
-Hayır, değilsin.
Alay ediyor olmalı.
-Şişmanım, zayıflayamıyorum.
-Böyle daha güzelsin.
-Ağlayınca da daha çirkin oluyorum. Çikolata yemeden duramıyorum. Hiç çıktığım olmadı.
-Ağlayınca kendin oluyorsun. Herkes çikolata yer ve ben de çok severim. Babam kızar, yememe. Sağlığımı tehlikeye atarım diye izin vermez ve ben de gizli gizli yerim. Benim çıktığım oldu ama senin gibi birisi değildi. Senin gibi sade, tatlı, kendi gibi olan, hiç olmadı. Hep makyaja vurdular kendilerini. Herkes gibi olmaya çalıştılar.
Alay mı ediyor? Ya da ben rüyadayım da Emre'den duymak istediklerimi içimden geçirip ona söylettiriyorum. Kesin rüyadayım.
-Se-sen...gerçek-gerçek misin?
Gülüyor. Evet, gülüyor ve bana yaklaşıyor. Elini yanağıma koyup gözlerini gözlerime dikiyor. Önce yanağımdan akan yaşları yavaşça siliyor.
-Ben senin gördüğün tek gerçeğim. Senin o narin kalbinin kırıklıklarını bir daha kırılmamaları için düzeltmeye geldim. Seni sen olduğun için sevmeye geldim. Senin 'en iyi arkadaş'ın olmak için sana geldim. Beni kabul eder misin?
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Hayır, biliyordum. Hayır, hayır. bundan emin olmalıydım. Ama Emre'nin eli yanağımdaydı ve ben bunu hissediyordum. Bu gerçekti.
Emre, benimle dalga geçmiyor olabilirdi. Çünkü gözleri dürüst bakıyordu.
Emre, benim en iyi arkadaşım olmak istiyordu. Tam istediğim gibi; dürüst ve yerinde cümleler kuruyordu, gözlerinin derinliklerinde açığa çıkan sevgi tomurcuklarıyla.
Emre, benim tek aşkımdı ve eğer cevabım 'evet' olacaksa, en iyi arkadaşım olacaktı.
-Ben de sana bir şey söylemek istiyorum. Bir gerçek söylemek istiyorum.
Eğer durmazsam, bitebilirdim. Belki de hayatıma yeniden başlayabilirdim.
-Ben, bu okula başlayalıdan beri seni seviyorum.
Cesaretimi Emre sayesinde yeniden kazanmıştım. Bana o kazandırmıştı. Sanırım özgüvenimde geri geliyordu. Kim bilebilirdi, eski hallerimi kalbimdeki aşkımın geri getireceğini...
-Gerçekten mi?
-Sana bir gerçek söyleyeceğimi söylemiştim.
Alnını alnıma dayıyor ve hala gülmeye devam ediyordu.
-Evet, söylemiştin. Sanırım bu da 'en iyi arkadaş'ın olmak istediğimi kabul ettiğinin resmidir.
-Sanırım...Evet. Kabul ediyorum.
İkimiz güldüğümüz anda; birden bana doğru eğiliyor. Eğildiği yer tam olarak dudaklarım...
Ne? Öpecek mi beni?
İnanmıyorum.
Galiba inanıyorum.
Biraz daha yaklaşıyor.
Evet, az kaldı. Çok az...
Tam ramak kaldı, değecek.
Bir yanlışlık var.
Başını tekrar geri çekip saçımın ortasına uzun bir öpücük bıraktı.
Hikaye yazarı tarafından final yaptığı için kapatılıp "Final Yapan Hikayeler" bölümüne alınmıştır Hikaye hakkındaki görüşlerinizi aşağıdaki linke tıklayıp yazarıyla paylaşabilirsiniz