Erişkin yaşamımızda çok farklı biçim ve düzeylerde cinsel sorunlarla karşılaşabiliriz. Kimimiz isteksizlikten yakınırken kimimiz uyarılma güçlüğünden kimimiz de karşı cinsle ilişkilerimizdeki çatışmalarımızdan muzdaripizdir. Çoğu zaman sorunlarımızı anlama ve tanımlamada güçlükler çekeriz. Bazen de sorunlarımızı tek bir nedene bağlayarak zihinsel olarak o nedene saplanıp kalırız. Kendimize ve hayata dair anlayışımızı geliştirmek için her zaman yeni bakış açılarına, yeni kavramlara ihtiyacımız vardır. Hiçbir bakış açısının ya da kuramın hayatı bütün yönleriyle kavradığını söyleyemeyiz ama bunlar bize her zaman yeni açılımlar sunar. Cinsel olanlar da dahil olmak üzere erişkinlikteki sorunlarımızın çocukluk dönemindeki yaşantılarımızdan kaynaklandığını söylemek de bu bakış açılarından biridir.
Özellikle cinsel sorunların bir ‘ilişki’ sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Burada ilişkiden kastedilen şey cinsel ilişki değil kişiler arasındaki tüm ilişkilerdir. Eğer cinsel sorunlar bir ilişki sorunuysa o zaman cinsel sorunların çocukluk yaşantılarımızla ilişkili olduğunu söylemek hiç de abartılı olmayacaktır. Zira çocukluğumuzda yakınlarımız ve çevreyle oluşturduğumuz ilişki kalıpları erişkin halimize yansır. Belki de bunu çocukluğumuzda yakınlarımız ve çevremizin bizimle oluşturduğu ilişki kalıpları demek daha doğru olur. Böylelikle sorunun merkezini çocuktan ebeveyn tutumlarına kaydırmış oluyoruz. Şimdi, çocukluğumuzdaki ilişkilerin erişkinlik yaşantımıza nasıl yansıdığına biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Dokunma çocuklukta güven ve sevginin adıdır (erişkinlikte bile hemen hemen böyledir). Dokunma iletişimin ilk ve temel köprüsüdür. Bir çocukta göz ilişkisi dokunmadan haftalar sonra, sözlü iletişim ise aylar sonra ortaya çıkar. Hayvanlar üzerine yapılan deneyler bile dokunmanın ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Örneğin yavru maymunlar üzerine yapılan bir deneyi ele alalım. Deney amacıyla yavru maymunlar rahat bir kafese konuyor. Kafeste biri telden yapılma diğeri de yumuşak, tüylü kumaştan yapılma iki tane anne maketi vardır. Telden yapılma annede bir biberon vardır ve yavru maymunlar buradan beslenmektedir. Bu çalışmada yavru maymunların beslenme dışında vakitlerin çoğunu yumuşak annenin yanında geçirdiği gözlenmektedir. Ayrıca korkutucu bir uyaran verildiğinde yavru maymunlar beslendikleri telden anneye değil yumuşak kumaştan yapılma anneye sığınmaktadırlar. Maymun yavrularının bile dokunmanın verdiği güven ve rahatlığa ne kadar ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor. Gelişimi diğer canlılara göre çok daha uzun zaman alan insan yavrularının dokunmaya ihtiyaçları ise çok daha fazladır.
Dokunma annemiz ve babamızdan öğrenerek keşfettiğimiz harika bir hissediştir. Bu hissedişi çocukluğumuzda keşfedip, davranış örüntülerimizin içine uygun biçimde yerleştirememişsek erişkin dönemimizdeki ilişkilerde sorunlar yaşamamız çok muhtemeldir. Cinsellik özelinde konuşacak olursak; dokunma cinselliğin hem psikolojik hem de biyolojik temel unsurudur. Bu unsurdaki yetersizlik tatminkar bir ilişkinin gelişmesini engelleyecek en azından güçleştirecektir. Çalışmalarda bu görüşü teyit eder niteliktedir. Bebeklik ve çocukluk döneminde bu açıdan ihmal edilen çocuklar erişkinlik döneminde hem genel ilişkilerinde hem de cinsel ilişkilerinde sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunlar bazen cinsel isteksizlik, bazen güvensizlik bazen de haz alamama şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Elbette erişkinlik döneminde yaşanan cinsel sorunların tek nedeninin ya da en önemli nedeninin çocukluktaki bu ihmal olduğunu söylemiyoruz. Yalnızca, çocuklukta dokunma hissinin güven ve sevgiyle birleştirilerek içselleştirilemeyişinin bir çok farklı etkenle birlikte erişkin cinselliğinde sorunlara yol açabileceğini söylüyoruz.
Duygu ve düşüncelerin dışa vurulma biçimleri kültürden kültüre değişebileceği gibi aynı kültür içinde de kişiden kişiye değişebilir. Konumuzla ilgili olarak örneğin Akdeniz havzasında ebeveynler çocuklarına olan sevgilerini sıklıkla dokunarak ifade ederler. Bununla birlikte Kıta Avrupasında ya da Kuzey Amerika’ da dokunma kültürü pek gelişmemiştir. Bizim ülkemizde de yerel farklılıklar olmakla beraber bu konuda bazı özellikler dikkat çekmektedir. Örneğin bir ya da iki nesil önce daha belirgin olan bir ‘baba’ tutumu vardır. Babaların çocuklarına olan sevgilerini değil dokunarak sözlü olarak bile ifade etmeleri pek hoş karşılanmazdı. Bu sevgi gösterileri bir ‘baba’ için sanki bir zayıflık işareti gibi algılanır. Çocukların anne ve babalarını model alarak gelişirler, onların davranış biçimlerini kendilerine malederek büyürler. Sevgisini dokunarak ya da sözlü olarak ifade etmeyen ya da edemeyen ebeveynlerin çocukları da bunu başarmakta zorlanacaklardır. Bizim kültürümüzde bu durumu ifade eden güzel bir deyiş vardır ‘Küçük kuş büyük kuştan gördüğünü işler’.
Başlangıçta da ifade ettiğimiz gibi bu tür bakış açıları hem kendimizi daha iyi anlamamıza hem de çocuk sahibiysek onlara daha uygun ve dengeli davranmamızda yol gösterici olacaktır.
Özellikle cinsel sorunların bir ‘ilişki’ sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Burada ilişkiden kastedilen şey cinsel ilişki değil kişiler arasındaki tüm ilişkilerdir. Eğer cinsel sorunlar bir ilişki sorunuysa o zaman cinsel sorunların çocukluk yaşantılarımızla ilişkili olduğunu söylemek hiç de abartılı olmayacaktır. Zira çocukluğumuzda yakınlarımız ve çevreyle oluşturduğumuz ilişki kalıpları erişkin halimize yansır. Belki de bunu çocukluğumuzda yakınlarımız ve çevremizin bizimle oluşturduğu ilişki kalıpları demek daha doğru olur. Böylelikle sorunun merkezini çocuktan ebeveyn tutumlarına kaydırmış oluyoruz. Şimdi, çocukluğumuzdaki ilişkilerin erişkinlik yaşantımıza nasıl yansıdığına biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Dokunma çocuklukta güven ve sevginin adıdır (erişkinlikte bile hemen hemen böyledir). Dokunma iletişimin ilk ve temel köprüsüdür. Bir çocukta göz ilişkisi dokunmadan haftalar sonra, sözlü iletişim ise aylar sonra ortaya çıkar. Hayvanlar üzerine yapılan deneyler bile dokunmanın ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Örneğin yavru maymunlar üzerine yapılan bir deneyi ele alalım. Deney amacıyla yavru maymunlar rahat bir kafese konuyor. Kafeste biri telden yapılma diğeri de yumuşak, tüylü kumaştan yapılma iki tane anne maketi vardır. Telden yapılma annede bir biberon vardır ve yavru maymunlar buradan beslenmektedir. Bu çalışmada yavru maymunların beslenme dışında vakitlerin çoğunu yumuşak annenin yanında geçirdiği gözlenmektedir. Ayrıca korkutucu bir uyaran verildiğinde yavru maymunlar beslendikleri telden anneye değil yumuşak kumaştan yapılma anneye sığınmaktadırlar. Maymun yavrularının bile dokunmanın verdiği güven ve rahatlığa ne kadar ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor. Gelişimi diğer canlılara göre çok daha uzun zaman alan insan yavrularının dokunmaya ihtiyaçları ise çok daha fazladır.
Dokunma annemiz ve babamızdan öğrenerek keşfettiğimiz harika bir hissediştir. Bu hissedişi çocukluğumuzda keşfedip, davranış örüntülerimizin içine uygun biçimde yerleştirememişsek erişkin dönemimizdeki ilişkilerde sorunlar yaşamamız çok muhtemeldir. Cinsellik özelinde konuşacak olursak; dokunma cinselliğin hem psikolojik hem de biyolojik temel unsurudur. Bu unsurdaki yetersizlik tatminkar bir ilişkinin gelişmesini engelleyecek en azından güçleştirecektir. Çalışmalarda bu görüşü teyit eder niteliktedir. Bebeklik ve çocukluk döneminde bu açıdan ihmal edilen çocuklar erişkinlik döneminde hem genel ilişkilerinde hem de cinsel ilişkilerinde sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunlar bazen cinsel isteksizlik, bazen güvensizlik bazen de haz alamama şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Elbette erişkinlik döneminde yaşanan cinsel sorunların tek nedeninin ya da en önemli nedeninin çocukluktaki bu ihmal olduğunu söylemiyoruz. Yalnızca, çocuklukta dokunma hissinin güven ve sevgiyle birleştirilerek içselleştirilemeyişinin bir çok farklı etkenle birlikte erişkin cinselliğinde sorunlara yol açabileceğini söylüyoruz.
Duygu ve düşüncelerin dışa vurulma biçimleri kültürden kültüre değişebileceği gibi aynı kültür içinde de kişiden kişiye değişebilir. Konumuzla ilgili olarak örneğin Akdeniz havzasında ebeveynler çocuklarına olan sevgilerini sıklıkla dokunarak ifade ederler. Bununla birlikte Kıta Avrupasında ya da Kuzey Amerika’ da dokunma kültürü pek gelişmemiştir. Bizim ülkemizde de yerel farklılıklar olmakla beraber bu konuda bazı özellikler dikkat çekmektedir. Örneğin bir ya da iki nesil önce daha belirgin olan bir ‘baba’ tutumu vardır. Babaların çocuklarına olan sevgilerini değil dokunarak sözlü olarak bile ifade etmeleri pek hoş karşılanmazdı. Bu sevgi gösterileri bir ‘baba’ için sanki bir zayıflık işareti gibi algılanır. Çocukların anne ve babalarını model alarak gelişirler, onların davranış biçimlerini kendilerine malederek büyürler. Sevgisini dokunarak ya da sözlü olarak ifade etmeyen ya da edemeyen ebeveynlerin çocukları da bunu başarmakta zorlanacaklardır. Bizim kültürümüzde bu durumu ifade eden güzel bir deyiş vardır ‘Küçük kuş büyük kuştan gördüğünü işler’.
Başlangıçta da ifade ettiğimiz gibi bu tür bakış açıları hem kendimizi daha iyi anlamamıza hem de çocuk sahibiysek onlara daha uygun ve dengeli davranmamızda yol gösterici olacaktır.