Cansel Elçin

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.704
Tepki
84.377
Puan
113
Konum
İstanbul
470fe24fb413f59b569d86c.jpg

dayan-yuregim-fuat-cansel-elcin-vikipedi.jpg

Cansel Elçin (d. 20 Eylül 1971, Tire, İzmir), Türk sinema, tiyatro ve televizyon oyuncusu.

1982 yılından bu yana Paris’te yaşamını sürdürmekte olan Cansel Elçin, İlk ve orta eğitimini Paris’te Lycée Racine’de tamamladıktan sonra, aile işini devam ettirmek üzere ekonomi ve sosyal bilimler okudu. Bir süre ticaretle uğraşsa da akşam kursları ile başladığı tiyatro serüvenine, Fransa’nın önde gelen tiyatro okullarından Ecole Florent’e yazılarak devam etti. Gerard Depardieu, Sophie Marceau, Isabel Adjani gibi isimlerin ders verdiği Ecole Florent'te Audrey Tautou’yla aynı sınıfta okuyan oyuncu, daha sonra New York’tan gelen ve Actor's Studio’u kuran Lee Strasberg'in oğlu John Strasberg ile Jack Garfeinden sinema ve tiyatro dersleri aldı.

Okulu dereceyle bitirmesiyle birlikte, Fransa’nın çeşitli bölgelerinde birçok temsilde sahne alarak profesyonel tiyatro yaşamına adım attı. Tiyatronun yanı sıra çeşitli reklam ve sinema filmlerinde de rol alan sanatçı, aynı zamanda senaryosunu kendisinin yazdığı ve yönetmenliğini de üstlendiği Papillon adlı kısa bir film çekti.

Bir temsilde kendisini izlemeye gelen Ferzan Özpetek ile tanışan Cansel Elçin, yönetmenin Haremsuare adlı filmiyle kamera arkasında cast oluşumu ve çekim konusunda da deneyim kazandı. Aynı zamanda bu paylaşım, kendisine Türkiye’nin önde gelen kadın yönetmenlerinden Tomris Giritlioğlu ile tanışma fırsatını da yaratmış oldu. Tomris Giritlioğlu'nun teklifi ile birlikte, Kırık Kanatlar adlı dizi için Türkiye’ye gelen oyuncu, böylece sanat hayatını Türkiye’de sürdürmeye başlamış oldu. Hatırla Sevgili adlı televizyon dizisinde başrolü üstlenen ve Beykent Üniversitesi tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen 7. İletişim Ödülleri'nde, 8000 öğrencinin katıldığı anket sonuçlarına göre "En İyi Erkek Dizi Oyuncusu" ödülü alan Cansel Elçin, Yağmur ve Durul Taylan kardeşlerin yönettiği Küçük Kıyamet adlı sinema filmi ile, Türk sinemasına da adım atmış oldu.

Son olarak Özhan Eren'in yönettiği 120 adlı sinema filminde "Süleyman Teğmen" olarak karşımıza çıkan oyuncunun; yapımcılığını, yönetmenliğini ve senaryosunu üstlenmesinin yanında, birkaç sürpriz rolle de karşımıza çıktığı sinema filmi Kampüste Çıplak Ayaklar' Ekim 2009'da gösterime girmiştir.

2010'da da Gönülçelen adlı televizyon dizisi ile karşımıza çıkan oyuncu ayrıca Sertap Erener'in Bir Damla Gözlerimde adlı şarkısının klibinde de oynamıştır.

Ödülleri

BAFTA Ödülleri
YILIN OYUNCUSU ÖDÜLÜ

Akademi Ödülleri
EN İYİ DİZİ OYUNCUSU

SİYAD Ödülleri
Yılın En İyi Başarılı Erkek Oyuncusu

Yeşilçam Ödülleri
Yılın En İyi Erkek Dizi Oyuncusu


Filmleri
Yönettiği filmleri
2010 - Ada: Zombilerin dügünü
2009 - Kampüste Çıplak Ayaklar
2007 - Papillon - Kelebek

Yer aldığı sinema filmleri
2011 - Aşk Tesadüfleri Sever
2009 - The Watercolor
2009 - Ada »Talip Ertürk Ve Murat Emir Eren
2009 - Kampüste Çıplak Ayaklar » Cansel Elçin
2008 - 120 » Özhan Eren ve Murat Saraçoğlu
2006 - Küçük Kıyamet » Yağmur ve Durul Taylan
2004 - L'equilibre De La Terreur » Jean-Martial Lefranc
2004 - Tu Vas Rire Mais Je Te Quıtte » Philippe Harel
2002 - A Plus Pollux » Luc Pages
2001 - L'art (Delicat) De La Seductıon » Richard Berry
1999 - Le Cœur A L'ouvrage » Laurent Dussaux
1998 - Harem Suare (Le Dernier Harem) » Ferzan Özpetek
1997 - Irma Vep » Olivier Assayas

Yer aldığı TV filmleri
2004 - Navarro–Une Femme Aux Abois » José Pinheiro
2002 - La Crim' » Denis Amar
1999 - Route De Nuit » Laurent Dussaux

Yer aldığı diziler
2010 - Gönülçelen
2008 - Cennetin Çocukları
2006-2008 Hatırla Sevgili
2005 - Kırık Kanatlar

Yer aldığı tiyatro oyunları
2002 - La Salle D'eau
2001 - Silence Complice
1997 - 2001- Appelez-Moi Chef!" ou "Cellule 118
1996 - American Buffalo

a06db2f0f1df21647d871b7bba12211d.jpg
mpchc2010072514520675.jpg
 
Son düzenleme:

Arina

Daimi Üye
Katılım
3 Aralık 2009
Mesajlar
49.102
Tepki
50.487
Puan
113
Yaş
41
Konum
..
Teşekkürler canım. Pek izlemedim rol aldığı film ve dizileri :hhhhhh:
 

sadiye

Admin
Admin
Katılım
4 Mayıs 2010
Mesajlar
60.967
Tepki
56.321
Puan
113
Yaş
43
Konum
Almanya
Bence cok iyi bir oyuncu ama su gönülcelene hic gitmemis, daha iddiali dizilerde oynamali.:dertli:
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.704
Tepki
84.377
Puan
113
Konum
İstanbul
Yukarıdaki resimleri eklerken aklımdan aynen şöyle geçti bu adam romantik aşık değilde kafadan çatlak birini oynamalı diye düşündüm psikopat falan oynamalı dikkat ettimde dizilerinde kızgın olduğu bağırdığı bölümlerde daha başarılıydı :sila:
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.704
Tepki
84.377
Puan
113
Konum
İstanbul
Eski röportajlarından alıntılar...

canelcin6kj.jpg


Önce sizi biraz tanıyabilir miyiz, nerede doğdunuz mesela?
Tire'de doğdum. Babam terzi. Ben dokuz yaşımdayken Fransa'ya yerleştik.

Neden?
Babam çok cesurdu. Birdenbire her şeyi bırakıp gitmeye karar verdi.
Fransa'da modacı olmak mı istiyordu acaba?
Yoo. Türkiye'deki ortamdan, aileden memnun değildi ve birdenbire Fransa'ya gitmeye karar verdi. Fransa'yı çok seviyordu, bizim orada eğitim görmemizi istiyordu. Ben dokuz yaşımda orada yeniden okula başladım. Düşünün dokuz yaşında bir çocuğum, küçücük bir kasabadan, daha İstanbul'u görmeden, uçağa binip Paris'e gidiyorum. Her şey değişik. Eğitim, insanlar, yollar, her şey...

Çok zor olmadı mı?
Çok büyük bir kompleks ve travma yaşadım. Türkiye'ye tatile gelmeyi çok seviyordum, iki ay kalıyorduk. Çok mutlu oluyordum o sırada.

Bu zor dönem sizin için ne kadar sürdü?
Zaten ben 14-15 yaşıma kadar fazla konuşmuyordum. Böyle tek başına yaşayan bir çocuktum yani. Ondan sonra birden açıldım. Çünkü dili çabuk öğrendim. İnsan çocukken dili çok çabuk öğreniyor. Ama bu arada dokuz yaşıma kadar Türkiye'de benim kişiliğimde oturan şeyler kaldı tabii. Avrupa'daki Türkler tam Türk gibidir. Fransızlar, Türkiye'ye gelmeden bir Türkü görebiliyor orada. Biz orada çok daha Türküz.

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
Liseyi bitirdikten sonra para kazanmak istedim. Ailece ticarete atıldık. Özellikle ağabeyim çok başarılı oldu. Türkiye'den Fransa'ya tekstil ürünleri getiriyorduk. Sonra bir baktım 24 yaşımda, yine bu kompleks var bende. Akşamları işten sonra tiyatro okuluna yazıldım. Baktım çok hoşlanıyorum, iki yıl sonra bıraktım her şeyi, tiyatroya döndüm tamamen. Ecole Florent'e gittim.

Önemli oyuncular ders veriyormuş orada.
Evet. Master Class diye bir şey var, ünlü oyuncular gelip ders veriyor. Hani Amerika'da Actor's Studio var ya, Al Pacino, Robert De Niro filan ders verir. Gerard Depardieu, Sophie Marceau, Isabel Adjani gibi oyuncular da burada ders veriyor.

Bu okulda lisans eğitimi mi veriliyor?
Bu okul üç yıllık bir eğitim veriyor ve oyuncuları konservatuara hazırlıyor. Ben konservatuvara giremezdim, çünkü en fazla 24 yaşında olmak gerekiyordu. Yaşım tutmuyordu. Burayı bitirdikten sonra okulda 20 oyuncu seçiyorlar. Onlar okulun başarısını gösteriyor. Ben de seçildim bu 20 oyuncu arasına. İki başarılı oyunumuz vardı. Birinde Hintli bir çocuğu oynuyordum ben. Göçmen bir çocuğun hikâyesini anlatıyordu oyun.

Hep böyle yabancıları mı oynuyorsunuz Fransa'da?
Her şeyi oynuyorum, oyuncuyum ben.

Türkiye'ye gelmeden önce süren bir diziniz var mıydı?
Ben dizilerde tekrar oyuncusu olmadım, istemiyordum. Bölüm bölüm rol alıyordum. Bir de reklam filmleri var. Zidane'la bir reklam filmim vardı mesela. Madrid'te bir araba reklamı çektik.

Ferzan Özpetek'le Harem Suare'de çalışmışsınız.
Ferzan Harem Suare'yi hazırlarken beni menajerim tanıştırdı onunla. Çünkü ben Harem'i çok sevmiştim. Ferzan bana işi anlattı ve 'Kast oluşturmaya yardım eder misin?' dedi. Çok güzel bir iş oldu. Ben tabii oyunculuk istiyordum aslında ama Harem Suare'de benim için bir rol yoktu. Gelip tiyatroda izlemişti beni ve 'Gel, yardım et kamera arkasında,' dedi işte. Filmin senaryosundan çekimine ve montajına kadar oluşumunda yer aldım ve bir film nasıl yapılır tam olarak orada öğrendim.

Fransa'da tanınan bir oyuncu musunuz?
Çok ünlü değilim ama tanınan bir oyuncuyum.

Orada gazeteler, televizyonlar röportaj yapıyor muydu sizinle?
Evet. Tiyatro konusunda ama.

Okulda Audrey Tatou'yla yakın mıydınız?
Bir oyunda bir sahnemiz vardı birlikte. Ondan sonra kendisi tabii çok ilerledi. Bir ara menajerimiz aynıydı. Çok igileniyordu Audrey'le. Benimle hiç ilgilenmiyordu o zamanlar. Anlıyorum tabii. Ondan sonra bıraktım zaten ben o menajeri, çünkü hiç ilgilenmiyordu benimle. Audrey çok başarılı gerçekten. Küçücük bir kız ama sahneye çıktığı zaman devleşiyor birden. Ama bu kadar olacağını bilmiyordum tabii ben de.

Hiç başrolünüz oldu mu?

Oldu. Dizilerde. Fransa'daki polisiye dizilerde beş-altı ana karakter vardır. 'Guest' diyorlar, davetli oyuncu. O rollerde oynadım bayağı.

Yani şunu merak ediyorum, Fransa gibi sinemada iddialı bir ülkede başarılı, işini iyi götüren bir oyuncu, neden gelip Türkiye'de oyunculuk yapmak ister?
Siz bu diziyi izlerken anlayacaksınız. Bana Fransa'da böyle bir yapım gelmedi daha. Ata biniyoruz, 5 bin tane figüran var, savaş sahneleri, patlamalar, silahlar kullanılıyor...

Gelmeden önce, Türkiye'de dizi piyasasının son yıllarda büyük önem kazandığını biliyor muydunuz?
Tabii. Türk kanallarını izliyordum yani. Bazı dizileri gördüğümde 'Artık güzel işler oluyor ya' diye düşünüyordum.

Kıyaslayabilir misiniz Türk yapımlarıyla Fransız yapımlarını?
Teknik olarak hemen hemen aynı. Mesela yönetmenimiz Çağatay'da çok hoşuma giden bir olay var, iki üç kamera birden kullanıyor. Fransa'da da sette üç kamera aynı anda kullanılır mesela. Bir de Çağatay oyuncuların da motivasyonunu çok iyi yükseltiyor. Çok çabuk ve kaliteli çekim yapıyor. Bu Avrupa tarzı.

Türkiye yerine başka bir ülke düşünür müydünüz? Mesela Hollywood hayaliniz var mıydı?
Olmaz mı? Eğer burada işler yolunda giderse Avrupa'ya açılan bir sinema filminde olmak isterim.

Onun da bir Türk yapımı olmasını mı tercih edersiniz?
Tabii. Semih Kaplanoğlu, Ferzan Özpetek, Fatih Akın gibi isimlerin filmleri çok hoşuma gidiyor ve bunlar dünyaya açılıyor. Türk sineması, dizileri güzel. Eski filmler de güzel. Ben sizin sorunuzu anlayamıyorum bir türlü. Biliyorum nereye gelmek istediğinizi ama...

Kırık Kanatlar'da rol almanız nasıl oldu?
Geçen yıl Ferzan'ın film şirketi AFS beni aradı, bir proje için. Ben onun için geldim Türkiye'ye ama olmadı sonra. Ve bir gün Tomris (Giritlioğlu), kasta bir kız ararken, bir deneme filminde izlediği bir oyuncunun karşısında görmüş beni. Merak etmiş, sormuş. 'Fransız bir oyuncu,' demişler. Görmek istemiş o da. Ben geldim, denemeler yaptım Yüzbaşı karakteri için. Ata binmeyi öğrendim, karaktere hazırlandım.

Başka ne gibi zorluklar yaşadınız?
Vals sahneleri var mesela. Bilmiyordum, öğrendim.
Türkçeniz biraz aksanlı. Dizide dublajlı mı oynadınız?
Hayır. Bayağı zorlanıyorum ama kendim konuşuyorum.

Dizinin gidişatı nasıl?
Çalışma randımanımız çok yüksek. Sabahları 07:00'den akşam 19:30'a kadar çalışıyoruz. Ben kendimi değiştirmeye çalışıyorum biraz. 'Türkiye'de böyleymiş ben de böyle yapayım bundan sonra,' dediğim şeyler oluyor mesela. Ama bazen de kendi birikimimi yansıtıyorum. Fransa'da öğrendiğim bazı farklılıkları da kaybetmek istemiyorum. Dizi gibi bakmıyorum zaten, sinema çeker gibi çalışıyorum her bölümde. Çekim 1922'de başlıyor. Yüzbaşı Cemal ülkesi için savaşan bir karakter. Büyük Taarruz'u bekliyoruz.

O dönemi çok iyi öğrendiniz mi?
Tabii ki. Ve yedinci bölümde Yüzbaşı Cemal biraz daha duygusal ve stratejik bir adam olarak görülecek. Burada Cansel Elçin'le Yüzbaşı Cemal'in araları biraz daha ısınıyor. Ben steril bir yüzbaşı olmak istemedim. Türk askerinin duygusal taraflarını da ön plana çıkartmaya çalıştım. Düşünün, Büyük Taarruz'da sayımız düşman karşısında çok az ve şartlar çok zor. İşte o yüzden biraz kirli bir yüzbaşı yapmak istedim.

İstanbul'a yerleştiniz mi?
Yerleşmedim daha, ama yerleşmeyi düşünüyorum. Hayatım burada olacak.

Dizi yüzünden mi?
Değil. Şimdi altı aydan beri Türkiye'deyim. Ve şunu gördüm; geldiğimden beri çok mutluyum, huzurluyum ve hayatımın burada olmasını istiyorum.

Sadece Türkiye'yi özlediğiniz için mi dönüş yapıyorsunuz yoksa bir Türk yapımında yer almayı özellikle mi istediniz?
Yok, bana daha önce de teklif geldi. Ama çok abuk sabuk senaryolar. Ben ciddi bir işte çalışmak istedim.

Peki sizin Fransa'da milliyetçi duygularınızın yoğunlaşmasıyla bu yapımın Kurtuluş Savaşı'nda geçmesi arasında bir bağlantı var mı?
Tabii tabii. Gurur var. İster istemez oluyor.

Meraklı mısınız Türk tarihine?
Tabii. Ağabeyim de çok düşkündür mesela, benden daha bilgilidir. Kemalistiz biz zaten.

Kendinizden biraz söz eder misiniz, nasıl bir insansınız, hobileriniz neler mesela?
İnsanın kendisinden bahsetmesi çok zor yaa. İnsanları dinlemek benim için daha önemli. Ne bileyim, yönetmenlik de yaptım mesela, kısa metrajlı bir filmim var Kelebek diye, !F İstanbul'a da katıldı. Benim boş vaktim yok yaa. Çalışmadığım zamanlar senaryo yazarım. Bir tiyatro oyunu yazdım mesela.
Alıntıdır...

cansel-elcin-2.jpg





AYŞE ARMAN RÖPORTAJI..14 Mart 2010





Tomris Giritlioğlu’nun “Hatırla Sevgili”sinde oynadı. Şimdi “Gönülçelen”de Tuba Büyüküstün’le başrolü paylaşıyor, onu akademisyen piyanist rolünde izliyorsunuz. Farklı bir adam... Yeni bir adam... Avrupai bir adam.... Açıkçası, ben Cansel Elçin’in 30 yıl Fransa’da yaşadıktan sonra transfer ettiğimiz bir oyuncu olduğunu bilmiyordum. Bunca yıldan sonra döndüğünü öğrenince, “Delirmiş bu!” dedim. Hikayesini merak ettim, karşısına dikildim...

* Hayatınızın kaç yılını Türkiye’de geçirdiniz?
- 6.

* Kaç yaşındasınız?
- 36.

* Hayatının 30 yılını yurt dışında geçiren biri Türk müdür, yabancı mıdır?
- Bu kadar uzun süre yurtdışında yaşayınca, kimlik karmaşası yaşıyorsun, bunalım takılıyorsun, tam olarak nereye ait olduğunu bilmiyorsun ama sonra bir gün, bir ampul yanıyor kafanda: İki kültür arasında kalmayı bir eksiklik değil, avantaj olarak görüyorsun, “Ben iki kültüre de aidim” diyorsun. Ben hem Türkiye’de yaşayan bir Fransızım hem de Fransa’da yaşayan bir Türk...

* Hikayeniz nerede başlıyor?
- Tire’de. İzmir- Tire. 30 bin nüfuslu küçük bir köy. Egeliyiz biz. Tipik Egeli aile. Küçüklüğüm çok güzel geçti. Şanslı bir çocukluk. O yüzden enteresan gelmeyebilir anlattıklarım...

* Niye öyle söylüyorsunuz?
- E çünkü siz, hikaye peşindesiniz! Mutlu insanların da, maalesef hikayeleri yavan oluyor! Ama yine de anlatayım: Babam terzi. Fransa’yı da seven bir adam. Biraz da maceracı. 64’te kalkıyor Fransa’ya gidiyor. Annem bana hamile kalınca, Tire’ye dönüyorlar, ben orada dünya geliyorum, bir de 8 yaş büyük abim var. O dönem, bana siyah-beyaz filmler gibi gelir. Semih Kaplanoğlu’nun “Yumurta” filmindeki ev, amcamların evi, biz de tam karşısında oturuyorduk, o mahallede büyüdüm. Babaannem büyüttü. Bayılırım ona. Hâlâ kokusunu, sıcaklığını, gülüşünü hatırlarım. Sabah yedi buçuk sekiz gibi okula giderdim, on iki gibi de dönerdim. Hemen babaannemle öğle uykusuna yatardım. Dünyada uykudan güzel ne var? Ben söyleyeyim, uykuya dalarken, “gu guuuuk guk- gu guguuuk guk” kumru sesleri duymak! Hâlâ kulağımdadır. Bugün bana sorsan, “Senin için huzur ne? Şefkat ne?” “Babaannemle kucak kucağa uyku” derim. Hep yaz, hep güzel havalar, zeytin kokan bahçeler, zeytin ağaçlarının gölgesi, hamak, güzel yemekler, zeytinyağ...

* E o güzelim Tire’yi bırakıp nasıl Paris’e gittiniz?
- Ben zorla gittim de, annem babam para kazanmak için gitti. İlkokul 1 ve 2’yi burada okumuştum, orada tekrar en baştan başladım. Sınıftaki en büyük çocuk bendim. Hiçbir şey anlamıyorum. Anlamadığım gibi, bir kültür şoku yaşıyorum. Herkes okula kot pantolonla geliyor. Karma okuyoruz. Bir de okul, akşam 5’e kadar sürüyor, “Bu ne ya!” oldum. Kumru sesleri, babaanne, uyku artık yok. Alışmak zor oldu.

* Hiç dışlanmadınız mı?
- Allah’tan Fransızlar hoşgörülü, Almanlar gibi ırkçı değiller. Yanımda oturan çocuk Kongoluydu, diğeri Cezayirli, öbürü Avustralyalı, Türk olmanın haber değeri yoktu yani. Yine de ben 13-14 yaşıma kadar içime kapandım. İletişim sorunları yaşadım. Hep geri dönmek istedim. Sonra bir gün, “Ya sen bir kendine gelsene” dedim, “Artık kabul et şunu, hayatın burada geçecek! Kendini bu fikre alıştırsan iyi olur. Adam gibi Fransızca öğren önce...” Ve inanır mısın, öğrendim. İyi notlar almaya filan başladım.

* Peki sonra ne oldu?
- Sonra ailemle yaşadığım o banliyöden Paris’e taşındım. Yaş 17-18. Ve kendi dünyamı yarattım.

* Okuyor musunuz o arada?
- Lisede dil ve edebiyat okudum. Sonra üniversiteye başladım ama 6 ay sonra sıkıldım. Para kazanmak daha cazip geldi. Abimle tekstil işine girdik, 90’lı yıllardı, import-export işinde iyi para vardı. Türkiye’den bir takım mallar getirip Fransa’da satıyorduk. Denizli’den havlu, bornoz, çarşaf, Bursa’dan tekstil... Fransa, cazip bir tüketici platformdu, Cezayir ve Uzakdoğu’ya açılıyordu. Getirdiğimiz şeyleri, büyük zincir mağazalara satıyordum, sonra da gidip bakıyordum, o çarşafı kimler alıyor, müşteri profili nasıl, bu insanlara daha ne getirsek gider. Çok tecrübe kazandım o işten. Ama sonra, ondan da sıkıldım. Para kazan kazan da nereye kadar? Kesmedi sadece para kazanmak. Boşluk hissettim. Hayat boyu tekstille mi uğraşacaktım? Tiyatro derslerine yazıldım. Akşamları gidiyordum. Derken dört senelik bir tiyatro okuluna girdim. Hayatım tiyatro oldu...

* Paranız vardı anlaşılan...
- Yok hayır, sadece abimle tekstil işi yaparken vardı, sonra beş parasız kaldım. Küçük işler yapmaya başladım.

* Ne demek küçük işler?
- Ara işler yani. Krepçide krep yaptım, garsonluk, barmenlik, sonra Ritz’te şoför olarak çalıştım, özel şoförlük de yaptım. Bir taraftan da tiyatro okuyordum, dizilerde oyunculuk, reklam oyunculuğu, önüme ne geliyorsa yaptım...

* Size ne kattı 30 yaşına kadar Fransa’da yaşamak...
- Ben özgür bir adam oldum! Orada içime işledi özgürlük. Sonra tolerans, sonra önyargısızlık kazandırdı bana orada yaşamak. Kimseyi yargılamam. Anlamaya çalışırım. Olduğu gibi kabul etmeye gayret ederim. Fransız eğitimi biraz öyledir. Bir haftalığına bir yere gidersin, kimsin, nesin, nereden geldin, nereye gidiyorsun, ne iş yaparsın, kaç para kazanırsın ilgilenmezler bile. Bu açılardan medeni tabii. Bir de konforuna alışıyorsun, şöyle ki karşıdan karşıya geçerken genellikle ölmezsin, kırmızı ışıkta durur insanlar, kuyruğa girmeyi bilirler, sanata, sinemaya filan saygı duyarlar. İçinde temel bir estetik duygusu oluşur. Her şeye ulaşabilirsin, istersen golf de oynayabilirsin, varlıklı olman gerekmiyor, canının istemesi yetiyor. Türkiye’de olan hiyerarşik sosyal yapı orada yok. “Paran yoksa sen bir hiçsin!” yok Fransa’da, burada öyle...

* Hâlâ orada mı sizinkiler?
- Evet, evet. Ben hariç herkes orada. Abim bir Meksikalı kızla evlendi, üç tane çocuğu var. Fakat şimdilerde tuhaf bir şey oldu, Fransa’ya gidince İstanbul’u özlüyorum, yüreğim sızlıyor, öyle bir özlemek ve geri dönüyorum.

* Konumuzla hiç alakası yok ama aklıma takıldı işte, siz çok mu iyi krep yaparsınız?
- Evet çok güzel yaparım. Ama siz evde aynısını yapamazsınız. Zordur iyi krep yapmak, özel malzeme ve marifet gerekir!

* Özel olarak yetenekli bir adam mısınız?
- Bilmiyorum bunun cevabını. Ama benim hayatla alakam var. Derin bir bağım var. Yaşamayı seviyorum. Meraklı biriyim, her şeyi denerim.

* Kadınlarla ilişkiniz?
- 7 yaşında Tire’de bir kızın elini tuttum, aşıktım çünkü. 11 yaşında Fransa’da bir kızı dudaklarından öptüm, yine aşıktım. 17 yaşında filan da bir Fransız kızla seviştim, yine aşk. İyidir kadınlarla aram. Çok uzun sürer yalnız ilişkilerim. Üç sene, beş sene...

* Türk kızları ile Fransız kızları arasında ne fark var?
- Yaklaşım farkı var...

* Nasıl yani?
- Burada ya paralı olacaksın, ya şöhretli ya da iyi bir aileden geleceksin. Oysa Fransa’da “sen” önemlisin, senin kişiliğin önemli, kendin yani, babanın parası, oynadığın rol, soyadın değil. Paris’te “kiosque”ta gazete satan biri olabilirsin ama o işi part time yapıyorsundur, ne bileyim aynı anda bir üniversitede doktora öğrencisisindir, ya da muslukçusundur, ya da haftada iki saat ek gelir için çimleri kesiyorsundur, barmenlik yapıyorsundur...

* Bizim kızlar da bu işleri yapanlara yüz vermezler...
- Deli misin? Vermezler tabii. Ama Fransa’da bir lise hocası, pekala bir marangoza aşık olabilir, evlenebilir, çoluk çocuğa karışabilir. Çünkü o marangozla o öğretmen, müşterek bir kültürü paylaşabilir. Marangozdur ama kültürlüdür. Bizde bu tür şeyleri de göremezsin, gerçi bunun sebeplerinden biri Türkiye’nin üçüncü dünya ülkesi olması. Fransa’nın ekonomik şartları iyi, kişi başına düşen milli gelir bize göre yüksek, o yüzden insanların statüleri ilişkilerine yansımıyor. İşsizlere bile işsizlik parası veriliyor. En kötü durumda bile “insan” gibi yaşayabiliyorlar. Tabii o zaman öncelik para kazanmak olmuyor, “Mutlu olabilmek için ne yapmalı?”nın peşine düşüyorlar. Sadece para kazanarak mutlu olabilmenin mümkün olmayacağını biliyorlar. Tabii bir şey daha var, adamın kira problemi yok, yiyecek problemi yok, açlık sınırında yaşamıyor, “Sokaklarda sürüneceğim” endişesi yok, o zaman onun çok paraya da ihtiyacı yok. İşini yapıyor, geri kalan zamanda “Mutlu olmak için ne yapayım?” diye düşünüyor. Bizim ülkemiz henüz bu durumda değil. Bu da tabii kadın-erkek ilişkilerine kadar her şeye yansıyor.

* Pardon, bu arada siz hangi akla hizmet Türkiye’ye geldiniz?!
- Kader galiba. Tiyatro okulunu bitirdikten sonra “118 No’lu Hücre” isimli bir oyunda oynadım. Çok ses getirdi. Çok başarı kazandım. Ve o oyun sayesinde, cast ajansları benimle ilgilendiler, diziler ve reklamlarda oynadım, hatta Zidan’la bir reklamım var. Madrid’de çekildi. Türkiye ile ilk temasım Ferzan Özpetek’in “Harem Suare” filmiyle oldu, onda da kamera arkasında çalıştım, Fransızlara oyuncu koçluğu yaptım. Sonra tekrar Fransa’ya döndüm. Bir süre sonra Tomris Giritlioğlu aradı, “Yüzbaşı Cemal” rolü için. Ayvalık’ta bir roldü, “İyi peki” dedim. Ben iki ay kalıp Fransa’ya geri döneceğimi zannediyordum. Ama sonra “Hatırla Sevgili” oldu. Arkası da çorap söküğü gibi geldi. Şimdi “Gönülçelen”deki piyanist akademisyenim. Fark ettim ki ben burada mutluyum. Kaldım...

Bana dublaj yapılması sinirimi bozuyor. Bütün arkadaşlarım, hatta dublaj yapan çocuk bile “Kendin seslendirmelisin abi” diyor. Tamam başta Türkçem düzgün değildi ama şimdi düzeldi...

ELİME PARA GEÇİNCE NE Mİ YAPARIM?

Film çekerim. Pek çok kısa film çektim. Engelliler üzerine bir kısa metraj filmimle festivallere katıldım. Derken uzun metraj çektim: “Kampüste Çıplak Ayaklar.” Hayat tecrübesi olmayan, ayağı daha yeni yere basan, genç insanların hikayesi. Mayıs’ta DVD’si çıkacak...

NEYE Mİ İNANIRIM?

İnsanın çok fena bir yaratık olduğuna. Gerçekten öyle. Patetik. Ve zavallı. Bir kere özgür değil, keşke hepimiz özgür olabilsek...

Alıntı...

cansel-elcin.jpg


2000274809720788320_rs.jpg


2000228856239290463_rs.jpg


2000230021739309816_rs.jpg


cansel_elcin


667351530526.jpg


2005971667382285773_rs.jpg


cansel-elcin2.jpg
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.704
Tepki
84.377
Puan
113
Konum
İstanbul
595495_detay.jpg


Gönülçelen'in yıldızı, HABERTURK'e konuştu!
Cansel Elçin, hakkında tüm merak edilenleri anlattı...


Son zamanların hayran kitlesi en fanatik, en coşkulu dizisi Gönülçelen... Gönülçelen'in her yaptıkları olay olan, fanlarının ilgisi haberlere konu olan iki başrol oyuncusu: Cansel Elçin ve Tuba Büyüküstün...

Yüzbaşı Cemal'den Avukat Ahmet'e, bir çiçekçi kızı star yapmak için canla başla çalışan Yapımcı Murat'a giden bu yolda, onu daha yakından tanımak, onu hayranlarına yaklaştırmak için Cansel Elçin'in kapısını çaldık.

Fransa yıllarından başlayan bu yolculuğu, sevilen oyuncu bakın nasıl anlattı:

Fransa'da yıllarınızı geçirdiniz, orada oyunculuk yaptınız, her zaman bunun çok da keyifli olduğunu söylüyorsunuz. Ne oldu da Türkiye'ye dönmeye karar verdiniz?
“Fransa'da oyunculukla ilgileniyordum, iyi de gidiyordu. Tiyatro oyunlarında, dizilerde ve reklamlarda oynuyordum. Çok şanslı bir oyuncuydum çünkü her dalda oyunculuk sergiliyordum. Türk aksanıyla Fransızca dublaj yapıyordum.

Bazı reklamlardan kazandığım paralarla, arkadaşlarımla birlikte tiyatro oyunları çıkarıyorduk. Bir gün akşam evdeyken telefonum çaldı. Özel numara arıyor. Cevap verdim. Türkiye'ye bir geldiğimde Ferzan Özpetek'in bir dizi projesi vardı ama olmamıştı. Tabi benim ismin bir şekilde dolanıyordu Türkiye'de. Tomris Giritlioğlu beni izlemiş, benimle tanışmak istediğini söyledi telefonda. Tamam dedim neden olmasın. Türkiye'ye geldim Yüzbaşı Cemal karakterine başladım. Bu kadar kalacağımı bilmiyordum.”

"YÜZBAŞI CEMAL'LE OYUNCULUĞA MEYDAN OKUDUM"
Türkiye'de oyunculuğuyla 'Kırık Kanatlar' adlı diziyle başlayan Elçin, yıllarca Fransa'da yaşadıktan sonra bir Türk Yüzbaşı'yı oynamanın oldukça zor olduğunu söylüyor...
“30 sene Fransa'da ve Fransız gibi yaşayan bir Türk için bir yüzbaşı karakterini oynamak zordur. O karakteri canlandırmak benim için bir meydan okumaydı ve çok mutluydum. Böyle bir rolde oynamak benim için çok özel ve gurur vericiydi.”

Dizi apar topar bitti... Hatta bir ara verdi, seyircinin ısrarı üzerine yeniden başladı. Sonra yine beklenmedik bir şekilde bitti...
Orada Tomris Hanım 9., 10. bölümde proje tasarımcılığını bıraktı. Ben de bazı sebeplerden dolayı diziden ayrıldım. Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatacaktık o dizide, o beni heyecanlandırıyordu. Hatırla Sevgili teklifi geldi o sırada. Adnan Menderes dönemini anlatmak, Deniz Gezmişleri anlatmak gibi bir projesi vardı Tomris Hanım’ın. Ben de o dönemi bildiğim ve çok sevdiğim için çok heyecanlandım, kabul ettim.

“DİZİ OYUNCULUĞU, CANLI TİYATRO OYUNU GİBİ”
Türkiye'de dizi oyunculuğunu sevdiniz galiba, çok uzun süredir devam ediyorsunuz.
Dizi oyunculuğunu sevdim evet, hala da seviyorum. Zor şartlara rağmen seviyorum. Çünkü uzun soluklu ve zahmet isteyen bir şey. Ama bazen dediğim gibi dizilerde o kadar iyi sahneler çekiliyor ki sinema filmlerinden bile daha güzel oluyor. Ama yorucu bir iş, çünkü 5 günde 90 dakikalık bir film çekiyoruz. Günde 20 - 25 tane sahne çekiyoruz ve bunun ipini kaçırmamak gerekiyor. Her zaman o 3-2-1 kayıt dedikleri anda hazırolda olman ve açık vermemen gerekiyor oyuncu olarak.

Ama karakterin temelini kurduğun ve o karakterin nereye gideceğini bildiğin zaman iş canlı tiyatro oyunu gibi oluyor. Bunun da hem oyuncuya hem izleyiciye çok keyif verdiğini düşünüyorum.

Ben her zaman diyorum ki, 'Türkiye'de dizi çekmek 8.sanat'. Biliyorsunuz dünyada 7 sanat var, 7. sanat sinema. Bir oyuncu olarak tiyatroda oynadığın zaman insanların tepkilerini hemen alabiliyorsun; gülüyorlar mı dikkatliler mi, ağlıyorlar mı beğeniyorlar mı... Sinemada bir filmde oynuyorsun, 6 ay veya bir sene sonra kendini dev bir perdede 200, 300, 500 kişiyle izliyorsun. Bu da farklı bir şey. Ama dizide oynayınca, salı günü çektiğin sahneyi cuma günü milyonlarca kişiyle birlikte izliyorsun.
595495_cda791a84054b26d0b8e112916f6a5e6.jpg


"YÜZBAŞIM KURTAR ŞU KIZI!.."
Kırık Kanatlar'ı çektiği yıllarda, çekimlerin yapıldığı köyde, henüz Türkiye'de dizi oyunculuğuna yeni yeni alışmaya çalışırken başına gelen ilginç bir anıyı da, üstelik yeniden yaşarmışçasına anlatmadan geçmiyor bizlere Cansel Elçin...

“Bir gün sette çalışıyoruz, ben Yüzbaşı Cemal karakterini oynuyorum. Bölüm yetiştirmeye çalışıyoruz, neden bilmiyorum ama hep bir bölüm yetiştirme gerginliği oluyor bizde... Yönetmen bir çay arası verdi. Küçükköy diye bir köyde çekiyoruz. Ben de üniformalıyım. Çarşamba günü o gün ve dizimiz yayınlanıyor. Bir baktım bizim yönetmen ve görüntü yönetmeni diziyi izliyorlar küçük bir evin camından. Ben de aralarına girdim, biz Daltonlar gibi olduk orada. İçeride de köyde yaşayan bir kadın var. Bir divanda oturmuş tek başına bizim diziyi izliyor. O sahnede de eşkıyayı oynayan Cengiz Bozkurt, Ayşe'yi oynayan Begüm Birgören'i saçından tutmuş çekiyor, kaçırmaya çalışıyor. 'Gel benimle' diyor kız da 'hayır bırak gelmeyeceğim' diye bağırıyor. Teyze çok heyecanlanıyor o sahnede. 'Ayy güzelim kızıma ne yapıyor bu pis eşkıya' diyor. Bana baktı o anda, ben de üniformalıyım orada. Kadın dayanamadı çok heyecanlandı, ben de kadın için heyecanlandım ona bir şey olacak diye. Kadın birden bağırdı bana 'yüzbaşım, kurtar şu kızı' diye. Ben de ne yapacağımı bilemedim ve 'kurtarıyoruz şuanda merak etmeyin, haftaya izleyeceksiniz' dedim. İşte bu yüzden 8. sanat diyorum. Farklı bir duygu bu... Ama Türkiye'de dizi çekmek böyle, yurtdışında böyle değildir herhalde.

“TÜKETİM TOPLUMUNDA DUYGULAR DA ÇABUK TÜKENİYOR”
Kaygılanmaya vakit kalmadan, fazla meraklanmadan tepkileri hemen alıyorsunuz.
Evet, tüketim toplumunda duygular çok çabuk tüketiliyor. Bazı kalıcı diziler oluyor. Galiba Hatırla Sevgili de bu kalıcı dizilerden birisi.

1920'LERDEN 1960'LARA, 1980'LERE...
Hatırla Sevgili'ye girmişken oradan devam edelim. Siz asıl çıkışınızı orada yaptınız. Bir dönem dizisinden başka bir dönem dizisine geçtiniz. Bu özel bir tercih mi oldu, size ekstra bir şeyler kazandırıyor mu dönem dizisinde oynamak?
Elbette. Her açıdan, mesela Kırık Kanatlar'da ata binmeyi öğrendim. Tabi 'o dönemin insanları ne yaşadı onu anladım' diyemem. Ama bir şekilde bir fikriniz oluyor, zor dönemler çünkü. Türkiye’nin tarihi 1923'ten itibaren zengin bir tarih. Bunları tabi ki biliyordum ben, ailemde bu konuya meraklı insanlar olduğu için hep anlatırlardı. O dönemi çok severiz. Objelerini bile severim mesela. Hatırla Sevgili'deki sanat yönetmenimiz Nilüfer, o dönemde çok güzel bir iş çıkarmıştı.

Dönem atlamıştık, Ahmet'in arabası olacaktı. Ben Avrupai bir araba istiyordum, onlar Amerikanvari bir araba verelim dediler. Bunları tartışıyorduk yani, öyle güzeldi ki. Yarı belgesel bir dizi olduğu için her konuda dikkatli olmak gerekiyordu. Çünkü ertesi gün hemen olumlu olumsuz tepkiler gelmeye başlıyordu.

Bir kere tabi ki proje olarak çok iyi bir projeydi. Neye dikkat ediyorsun diye soruyorsunuz, projenin bütününe dikkat ediyorum. Hatırla Sevgili'nin kadrosu çok iyiydi, proje de çok enteresandı. Bir aşk hikayesinin arkasında Türk tarihi, veya Türk tarihinin arkasında bir aşk hikayesinin arasında gidip gelmek. Oyuncu olarak buna şahit olmak çok güzel, duygusal ve anlamlıydı benim için.

Oraya gitmek istiyordum tabi, hatta devam da etmek istiyordum. Ama sonuna kadar yaşayamayız, Ahmet'le Yasemin de ölecek bir yerde. Ama işte devamı vardı, Bu Kalp Seni Unutur Mu? Vardı. O da bitti...

“TARİHİ ÖĞRENDİKÇE FİKİRLERİM DEĞİŞTİ”
Bir de Ahmet'i konuştuk başarılı oyuncuyla... İki yılda neredeyse 20 yıl yaşlanan Ahmet Gürsoy, hem başarılı bir avukat, hem iyi bir baba, hem hayırlı bir evlat, hem de sevgi dolu bir eşti Hatırla Sevgili'de...

“Ben Ahmet'te en çok, 24 yaşında başlayıp 42 yaşında bitirmesini sevdim. Onun duruşunu ilk başından itibaren çalışmıştım. Mesela gençken koltukta biraz iki büklüm, kambur gibi oturursunuz. Yaşınız büyüdükçe dikleşir, sonra yaşlandıkça yayılırsınız. Seyirci belki onu fark etmemiştir ama duruşunu, düşüncelerini, bakışını, gidişatını çok çalışmıştım. Dönem olduğu zaman tabi her dönemi ayrı ayrı çalışıyorsunuz ve bu da çok keyif veriyor. Bir de tarih açısından bir sürü şey öğrendim,
fikirlerim değişti.”

Ne gibi?
Bir takım düşüncelerim değişti tabi, bu da normaldir. Kategorik olarak, radikal değişimler değil. Ama ister istemez empati kuruyorsunuz. Empatiyi hayatımızın her alanında kuruyoruz tabi ama bir oyuncu olduğunuz zaman daha da iyi anlıyorsunuz. Birtakım rolleri oynadığınız zaman, o kişilikte bir insan karşınıza geçtiğinde daha iyi anlıyorsunuz onu.

Mesela bir babayı oynamak... Benim çocuğum yok. Baba ve çocuk ilişkisiyle ilgili, hiç olmazsa duyguları anlayabiliyorum, tabi ki babalığı öğrenmiyorum.

“BİLDİĞİNİZ KADARSINIZ HAYATTA...”
Hatırla Sevgili'de, kendi kızınızla 3 yaşındayken tanışmış, ondan da bir yıl sonra Rüya'nın kendi kızınız olduğunu öğrenmiştiniz. Bu, oynaması daha da zor bir babalık herhalde...
Evet, her dizi bana böyle yeni bir şey katıyor. Ne kadar farklı rollerde oynarsanız, o kadar tecrübe demek. Ben hep söylerim, 'bildiğiniz kadarsınız hayatta'. Ne kadar çok bilirseniz, o kadar başka türlü bakarsınız dünyaya, bakış açınız o kadar genişler. Oyunculuğun en güzel yanı o. Bir gün bir
pilot oluyorsun, bir gün doktor, bir gün avukat oluyorsun, dönemde yaşıyorsunuz... Bakıyorum hayat çok kısa. Biraz daha uzun olsa keşke, bir tek meslek, bir tek hayat insanlara yetmiyor.

Elçin, oyunculuğu konserve kutusuna benzetiyor, 'anlayamazsınız, sadece tadını alabilirsiniz' diyor...
“Bundan zevk almak güzel bir şey. Ondan galiba birçok insan oyunculuk yapmak istiyor, sinemada hayatı anlatmak, başka hayatlar yaşamak istiyor.
“O yüzden internet bu kadar çok kullanılıyor, orada başka hayatlar yaşama fırsatınız oluyor. Size oyunlar, başka dünyalar sunuyorlar.”

“BEREN, EĞLENCEYE ÇOK MÜSAİT BİR İNSAN”
Çok sevilen ve en az kendisi kadar popüler olan bir başka oyuncuyla, Beren Saat'le iki sezon boyunca Hatırla Sevgili'de başrolü paylaştı Cansel Elçin... Ona Saat'in set arkasındaki bilinmeyen yüzünü de sorduk...

İki sene boyunca Beren Saat'le aynı projede yer aldınız. Dizide büyük bir aşk yaşadınız ve birlikte yaşlandınız. Nasıldı Beren Saat'le çalışmak?
Beren profesyonel, güzel ve karakterini çok sevdiğim bir oyuncu. Aslında özünde biz Beren'le çok eğlendik. Eğlenceye çok müsait bir insan. O yüzden de çok keyifliydi. Sadece ikimiz değil, bütün ekip böyleydik.

Az önce Berk Hakman'la birlikteydim. 'Cep telefonunda senin, Laçin'in, Turgay'ın olduğu bir video var, onu izledim' dedi. 'Ne kadar eğlenmişiz biz bu dizide' diye konuştuk. Çok güzel bir dönemdi .O dönem tabi insanlar fark etmiyor, o anda çalışıyorsunuz yoruluyorsunuz, dizi bitince her şeyi anlıyorsunuz. Bir karakteri yaşatıyorsunuz, sonra Ahmet ölüyor, bitiyor...

Kısa vadeli bir hayat yaşıyorsunuz yani. Hatırla Sevgili'de de hepimiz o hayatı yaşadık. Çok güzeldi. Beren'le çalışmak çok keyifliydi. Eğlenceli, sempatik ve profesyonel bir kız. Birlikte gülme krizlerine giriyorduk. Belçim'le de öyle. Hepimiz arkadaş olduk zaten, daha geçen gün hep beraber buluştuk.

“BEN FİLMİMİ SEVİYORUM!”
Elçin'in bir de yönetmenlik yönünü görmeye fırsat bulduğumuz film deneyimi oldu: Kampusta Çıplak Ayaklar.

Kampusta Çıplak Ayaklar, beklediğiniz başarıyı elde etti mi?
Elbette başarılıydı. Beğenenler de oldu beğenmeyenler de oldu tabi, çok normal. Ama sonuçta ben kendi istediğim filmi çektim.

Film yapmak çok zor bir şey. Çünkü bir filmin içinde bütün sanatlar var. Tiyatro, fotoğraf, müzik, resim, moda, senaryo... Bu film hem Hindistan'da, hem Fransa-Paris'te, hem de Türkiye'de geçti. Ama herkes oyuncular olsun, müzisyenler olsun, herkes kendini ön plana koymaya çalışıyor.

Orkestra şefi olarak sizin hepsini idare edip ne demek istediğinizi ortaya çıkarmanız gerekiyor aslını unutmadan. Bu filmde böyle bir şey olmadı. Bu film bana ait, bu filmin içinde ben varım. Hiçbir zaman seyirci kaygısıyla, festival kaygısıyla bu filmi yapmaya çalışmadım. Bence Türkiye'de bu çok farklı bir film oldu. Gerçekten bu dönemin gençliğini anlatıyordu. Film gittikçe daha çok sevilecek gibi geliyor bana. Ben filmimi seviyorum!

“DİZİLER BİRER LABORATUAR”
Birçok oyuncu 'para kazanmak için dizilerde oynuyorum, asıl hedefim sinema' diyor. Dizi oyunculuğu basit görülüyor sanırım... Sizse bu aralar sinemadan çok dizileri tercih ediyorsunuz.
Bence öyle değil, diziler birer laboratuar. Ben dizilerde çalıştığım zaman, kendimi otomatik bir çalışma sistemine sokuyorum. Çalışkan bir insanım ve bu bende bir alışkanlık haline geldi. Ama dizilerde oynamaya devam etmemin sebebi bu değil. Dizilerde oynamayı seviyorum ben. Dizilerdeki deneyimimle film çekiyorum. Kampusta Çıplak Ayaklar'ı çekerken diziler bana çok yardımcı oldu. Bana gelen sinema filmleri teklifleri arasında şuana kadar beni heyecanlandıracak bir şeyler olmadı. Geldiğinde seve seve oynarım …

Teklif gelirse düşüneceksiniz yani... Sinemada hedefiniz nedir?
Tabi ki düşüneceğim. Ama sinema için hedeflerim şunlardır diyemem. Ben duygularımla yürüyen bir insan olduğum için, her an her şey olabilir. Bunu kimse bilemiyor. Dünyanın en iddialı filmini çekiyorum diyorsunuz, olmuyor. Bir arkadaşlık filmi çekeyim diyorsunuz, bir bakıyorsunuz Oscar'a gidiyor. İçgüdüsel davranmak gerekiyor sinemada. Hayat gibi, hayatta da istediğin gibi olmuyor ki her şey. Matematik gibi değil, 2 + 2 olsun...

“GÖNÜLÇELEN'DE RİSK YOK”
Son zamanlarda, özellikle Aşk-ı Memnu'yla alevlenen tartışmalarla ilgili de konuştuk Cansel Elçin'le. Halk birçok diziye tepkili, manevi değerlerimize saldırı var, aile yapımızı zedeliyor diye. Elçin, 'dizilerin tartışılmasının güzel ve gerekli olduğunu' düşünüyor.
“RTÜK'ün verdiği cezalar, bu tarz şeyler beni korkutmuyor. Nerde beni heyecanlandıran, duygulandıran bir rol varsa ben oynarım. Beni hiçbir şey korkutamaz. Normaldir bunlar, Hatırla Sevgili'de de vardı insanların bir takım olumsuz düşünceleri. Her zaman olacak bunlar...”
Gönülçelen'e gelelim...
Gönülçelen'de böyle bir risk yok canım.
O bambaşka bir konu zaten. Biliyorsunuz bu sene HABERTURK.COM'da yaptığımız 2010'un en iyi dizisi anketinde Gönülçelen yılın en iyi dizisi oldu. Bu başarıyı neye bağlıyorsunuz?
Evet, çünkü Gönülçelen çok farklı bir dizi. Sadece duygularla aşkı anlatan bir dizi.

“PROVOKE ETMEDEN BİR TAKIM DUYGULARI, İMKANSIZLIKLARI ANLATIYORUZ”
Gönülçelen'de seyirciye imkansız aşkı anlatmaya çalışan Tomris Giritlioğlu'nu da çok başarılı buluyor Elçin.

“Provoke etmeden, çok ağlatmadan, bir takım duyguları, gururu ve imkansızlıkları anlatmaya çalışıyoruz. Çok güzel gidiyor bu da, çok başarılı bunu anlatmakta Tomris Hanım. En güzel yanı da, müziğe dokunuyor. Şuan mesela birçok çocuk ve genç piyano dersi almak istiyormuş veya müzik derslerine istek artmaya başlamış. Bu duyguyu Gönülçelen bir şekilde etkiliyorsa ne mutlu bize.

Siz dizinin böyle başarılı olacağını hissetmiş miydiniz?
Beklentim vardı tabi. Bir çiçekçi kızdan star yapmak iddialıydı. Bizim modern dünyamızda star olmak artık ne demek? O yöne doğru gitmedi dizi, daha çok kaliteli bir şarkıcı olmak peşinde gitti Hasret. O da çok güzel işlendi ve bu yüzden hoşuma gidiyor dizi.
595495_8ae7dfb1e69ad1ebc763a27e9a11d3b5.jpg

“HER AN HER ŞEY BİTEBİLİR, EN BÜYÜK SIKINTI O”
Elçin'e, en çok merak edilen iki sorudan birini, dizinin daha ne kadar süreceğini sorduğumuzda ise şu cevabı alıyoruz:
“Onu ben de bilmiyorum. Dizilerin en büyük sıkıntısı o, her şey bitebilir, her şey olabilir. Ama bitmez gibi geliyor bana. Çünkü temeli sağlam, kaliteli bir dizi. Rating kaygısı olmayan bir dizi. Bütün ailenin izleyebileceği bir dizi. 7'den 70'e bütün izleyenlere huzur veriyor. Çünkü araya güzel şarkılar, güzel müzikler giriyor. Güzel kıyafetler var. İnsanlar bugün yaşadığımız bir takım şeyleri yaşıyor, hayatın içinden olaylarda kendilerini buluyor...

Dizinin fanatikleri için, Hasret ve Murat'ın ne zaman kavuşacağı sorusuna, espiriyle ve gülerek yanıt veriyor:
Bilmiyorum ne zaman kavuşacaklarını ama galiba gittikçe kötüye gidiyor. Ben de buluşmalarını çok istiyorum. Ne yapalım ne önerirsin, imza mı toplasak?

“BANA DİZİ İŞİNİ TOMRİS GİRİTLİOĞLU SEVDİRDİ”
Bugüne kadar hep içinde yer aldığınız projeler çok sevildi. Teklifleri değerlendirme aşamasında kriterleriniz nelerdir? Nelere dikkat ediyorsunuz?
Hislerime güveniyorum aslında. Beni heyecanlandıran projelerin hepsi de şimdiye kadar Tomris Giritlioğlu'ndan geldi. Onunla üçüncü işim bu. O galiba beni çok iyi tanıyor ve bana güzel projeler sunuyor. Kırık Kanatlar, Hatırla Sevgili ve Gönülçelen'deki karakterlerimi gerçekten çok sevdim. Onunla konuşabiliyoruz da, ne zaman olursa olsun sorularımı soruyorum, gece vakti geç bile olsa arıyoruz birbirimizi, montajdadır, giderim yanına, sahneleri izleriz, burası oluyor, burası olmuyor diye fikirlerimizi paylaşırız. O, işini çok sahiplenen bir kadın. Her tarafta eli vardır, kostümde, senaryoda. Seviyor işini.

Bu başarıda onun payı büyük yani...
Tabii ki çok büyük. Az önce sormuştun ya neden diziler diye, o da galiba bana sevdirdi dizi işini.

“SETTEKİ EN BÜYÜK ENDİŞEMİZ, BİRBİRİMİZİ KIRMAK”
Sette ortamınız nasıl?
Çok güzel ve çok eğlenceli. Çok güzel bir ekip, çok eğleniyoruz. Bütün herkesi tanıyorum. Haziran'ın başından beri bütün herkes birbirini çok iyi tanıyor. Gülme krizine filan girmemek için zor tutuyoruz kendimizi, çünkü sonra çok uzuyor iş. Yönetmenimiz de bizi kesmek istemiyor. Yönetmenimizi çok seviyorum, gerçekten de Serkan süper bir adam, bir kere çok çalışkan, işini çok iyi yapıyor. Huzuru sağlayan biliyorsunuz yönetmen ve başrol oyuncularıdır. Hepimiz birbirimizle çok iyi anlaşıyoruz. Hani sevdiğin insanlarla beraber çalıştığın zaman birbirini kırmaktan korkarsın ya... En büyük endişemiz bu oluyor sete girdiğimiz zaman. Bu çok güzel bir şey.

Set ortamında, hem Hatırla Sevgili'de hem de Gönülçelen'de birlikte anne-oğulu oynadıkları Ayda Aksel'i hatırlatıyoruz. Üstelik iki dizide de sert ve etkili bir anneyi oynuyor Aksel. Onun için 'bambaşka biri' diyor hemen Elçin.
“Dizi ekibi içinde Ayda en özel arkadaşım. Bana çok yardımcı olur her anlamda. Biz çok iyi anlaşıyoruz, tatile de birlikte gidiyoruz. Çok sevdiğim birisi.”

Çok iyi bir ikili oldunuz Hatırla Sevgili'de, sonra da Gönülçelen'de... Harika bir uyum yakaladınız, sizi birlikte görmeye alıştık.
Ayda çok büyük bir oyuncu olduğu için, sıradan, basit bir sahneden bile onun sayesinde ping pong maçı gibi büyütüp, çok güzel bir sahne yaratabiliyoruz.

“TUBA'YLA İLİŞKİMİZ ÇOK GÜZEL”
Bir de başrolü paylaştığınız Tuba Büyüküstün var. Onunla çalışmak nasıl?
Tuba çok titiz, mükemmeliyetçi bir kadın. Her zaman en iyisini yapmak istiyor, bunun için hep konuşuruz Tuba'yla. Sahneye girmeden önce 'bak böyle oynayacağım, sen ne diyorsun' gibi fikir alışverişlerinde bulunuruz. Hatta oynamaya başlarız. Yönetmenimize sunarız, bu sebeple ikimiz çok güzel sahneler çekeriz.

Tuba'da en çok değer verdiğim şeylerden birisi, Tuba partnerini sahipleniyor. Hiçbir zaman sizi zor durumda bırakmaz, her zaman sahneyi oynar ve sahneyi yükseltmeye hedeflidir. Yardımcı olur.

Tuba'yla tabi ilişkimiz çok güzel başrol oyuncuları olarak. Hem eğlenceli hem saygılı bir şekilde oynuyoruz, yoksa olmazdı zaten nasıl oynardık?

“EYVAH EYVAH!”
Bu dizide acayip bir şey de oldu... Tuba Büyüküstün ve Cansel Elçin, Gönülçelen'de bir türlü kavuşamayan, ama bir yandan da çok güzel bir aşkı besleyip büyüten Hasret ve Murat'ı canlandırıyorlar. Bu durum izleyiciyi çok etkilemiş olacak ki, özellikle Tuba Büyüküstün'ün ve tabii dizinin fanları, ikiliyi birbirine çok yakıştırdı. Artık Tuba denince akla Cansel, Cansel denince de Tuba geliyor... Bunu da dizinin başarısına bağlıyor Murat'a hayat veren oyuncu.
“Bu hem dizinin, hem bizim gurubumuzun başarısıdır ve benim için gurur vericidir.”

Bu duruma daha fazla açıklık getirmek istiyoruz ama Elçin konuya daha fazla girmek istemiyor...

Tuba Büyüküstün'ün adı başkasıyla anılacak olduğunda, fanlarınız forumlarda adeta çıldırdı. İnsanlar sizi o kadar birlikte düşünüyorlar ki, herkes çok üzüldü. Sizi birlikte görmeye fazlasıyla alışmışlar herhalde.
Eyvah eyvah, hiç girmeyelim o konulara! Ama insanları biraz rahat bırakmak lazım. Bizim oyuncu olarak amacımız en güzel şekilde karakterimizin inandırıcı olmasını sağlamak. Onun peşindeyiz.

Bunu kesinlikle başarmışsınız...

“YAPIMCILARIN BANA DUBLAJ YAPTIRMASI YANLIŞ GELİYOR”
Merak edilen bir konu daha var. Daha önce oynadığınız iki dizide kendi sesinizi kullanmadınız. Daha sonra çektiğiniz Kampusta Çıplak Ayaklar filminde kendi sesinizle oynadınız. Ve sesiniz sevildi, ne sesinizde ne aksanınızda bir sorun var. O deneyimden sonra niçin hala kendi sesinizi kullanmıyorsunuz?
Bu benim tercihim değil. Türkiye'de düzgün Türkçe'yle konuşan bir oyunculuk seviliyordu televizyonda. Öyle bir otomatizm uyandırıyordu insanların içinde. Ama artık modern sinemada öyle değil, neyse o! İnsanlar için artık duygular önemli.

Televizyondaki işler hızlı ve seyircimiz dile ve düzgün telaffuza çok alıştığı için, kanalların ve yapımcıların bana dublaj yaptırmasını anlıyorum. Ama bana yanlış geliyor, bana kalırsa benim Türkçem düzgün. Fransa'da 30 sene yaşadığım için belki birtakım kelimeleri yuvarlıyordum, r'leri filan. Ama son zamanlarda onu da hallettim. Belki bazı kelime eksiklerim vardı. Bu da doğaldır. Artık kendim konuşabilirim diye düşünüyorum, tabi bunu siz değerlendirin, benim söylemem doğru değil.

'GAZOZ LİGİ'
Elçin'in bir de futbol sevdası var, onunla bu konuyu da konuşuyoruz tabii... Fransa'da lisanslı oyuncu olarak oynamış. Türkiye'de de Yazarlar Futbol Takımı kadrosuna girip, Almanya'ya final maçına gitmiş. Şuanoynadığı Gazoz Ligi'ni de adeta maçtaymış gibi eğlenerek anlatıyor...
“Çok küçüklüğümden beri vardı bu ilgim. Gazoz Ligi'nde de gazozuna oynuyoruz. Bakalım gazoz kazanacak mıyız?”

Seçme şansınız olsaydı futbolcu olmayı seçer miydiniz?
Futbol dünyanın en güzel sporu. 11 beyin 11 beyine karşı. Tabii sadece beyin yetmez çünkü fiziksel anlamda da hazır olmak gerekiyor. Ama beyini vurguluyorum çünkü 11 beyin biraraya gelip 11 beyini yenmeye çalışıyor, gidip topu oraya ulaştırması gerekiyor. Oyun zeka isteyen bir şeydir. İnsanların bireysel değil de kendisinden başka 10 kişiyle beraber, onlarla anlaşıp başarması beni çok heyecanlandırıyor.

“TÜRKİYE'DE TAKIM ASLA DEĞİŞTİRİLMEZ!”
Hangi takımı tutuyorsunuz?
Galatasaray'ı tutuyorum. Ama şuan Beşiktaş'ı çok seviyorum. Çünkü Beşiktaş çok güzel, şık bir takım kurmuş. O yüzden hoşuma gidiyor takip ediyorum.

Ama Galasaraylıyım diyorsunuz?
Evet evet! Biliyorum Türkiye'de takım asla değiştirilmez! Galatasaray'ı seviyorum tabi ki, ama Beşiktaş'ı da takip ediyorum. Çünkü güzel futbol oynuyorlar, izlemeyi seviyorum. Eminim ki herkes güzel bir maç olduğu zaman bir dönüp bakıyor.

Profesyonel futbol oynadım bir zamanlar. Çok keyif verici bir şey. Şuanda gazoz liginde partnerlerim çok iyiler. Harun Tekin, Hayko, Badem'in assolisti Mustafa, Doğu Yücel var benim takımımda. Köşe yazarlarıyla, matematikçilerle oynuyoruz. Kendimi çok iyi hissediyorum.

“İNSANLARLA İLETİŞİM KURMANIN EN KISA YOLU...”
Futbolu ne güzel tarif ettiniz...
Bütün dünya sever futbolu! Çok sevdiğim ve hayran olduğum başka bir spor yoktur. Bana çok değer verdiğim birisi demişti: 'İnsanlarla iletişim kurmanın en kısa yolu sanat ve spordur. Sporda insanların karakterleri hemen anlaşılır. Bir top ver, o topla ne yapacağını, nereye gideceğini, kaleciyle karşı karşıya geldiğinde nasıl davranacağını, acil bir durumda nasıl birisi olduğunu hemen anlıyorsun. Enteresan bir spor.

Ama sanata tercih etmezdim. Eğer futbolcu olmadıysam, demek ki o dönemde oyunculuk kadar önemli değilmiş benim için. Bir de Zidan'la bir reklam filminde oynamıştık, onunla tanışmak ve birlikte oynamak da çok keyifliydi.

Habertürk
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.704
Tepki
84.377
Puan
113
Konum
İstanbul
ImageView.ashx


'İlişkide kavgayı çocuksu buluyorum'



Star TV'ın yeni dizisi 'Yalancı Bahar'da kıskanç bir aşığı canlandıran Cansel Elçin: 'ilişkide kavgayı çocuksu buluyorum' dedi.

Cansel Elçin'i, eylülde Star TV'de başlayacak olan 'Yalancı Bahar' dizisinde kıskanç bir erkek olarak izleyeceğiz. Ünlü oyuncu, Elle Dergisi'ndeki röportajında, "Kavga gürültüsüz ilişkiden yanayım. İlişkide gerilimden zevk almam!" diyor. .

Star TV' nin yeni dizisi 'Yalancı Bahar'da kıskanç bir aşığı canlandıran Cansel Elçin'i 'Hatırla Sevgili'nin Ahmet'i olarak tanıdık, sevdik. Geçen sezon 'Gönülçelen'de izledik onu. Eylül ayında ise Star TV'de başlayacak olan 'Yalancı Bahar' dizisinde Fahriye Evcen'le izleyeceğiz. Cansel Elçin, Elle Dergisi'nin ağustos sayısına verdiği röportajda şöhreti değil, işini ciddiye aldığını söylüyor. Oyuncu kavgasız gürültüsüz [lişkiden yana olduğunu da anlatıyor ve ekliyor: "İlişkide gerilimden zevk almam!" Cansel Elçinle dolunay öncesi uzun bir gün geçirdik. Ve İstanbul'da olsak da, kendimizi sık sık Paris'teymişiz gibi hissettik. Neden mi? Sohbete başlıyoruz. Büyük laflar edip ezberlenmiş sloganlar atmıyor. Yıllar önce kendisine Türkiye'ye gelip dizi çekmesi için yapılan teklifi kabul etmeseydi ne olurdu? Bunu hiç düşünüp düşünmediğini sorduğumda "Evet. Ne zaman Paris'e gitsem aklıma bu gelir" diyor. Son 15 günlük (Paris) tatilinde bunu düşündüğünü itiraf ediyor ve ekliyor: "Tabii ki çok şey farklı olurdu. Türkiye'de insanlar beni tanıyor. Onlarla konuştuğumda beni dinliyorlar, söyleyeceklerimi umursuyorlar. Bu çok güzel. Fransa'da da dizilerde oynarken tanıyanlar vardı; ancak Türkiye'deki kadar değildi. Sabah uğradığım fırında çalışan adam 'Akşam sizi izledim' diyebiliyordu, o kadar." Nasıl olduysa, araya bir futbol muhabbeti giriyor. Meğer Cansel Elçin bu konuda fanatikmiş; hem de kendi ligini kuracak kadar. ("Süper lige rakibiz!" diyor.) Hatta büyük bir hayalini gerçekleştirip bir stadyumda F1 pilotlarıyla bir vakıf yararına maç bile yapmış.

"İlişkide gerekirse özür dilemeyi bilirim"

Peki şöhretle arası nasıl? "Tüm bunlar geçici. Hiçbirini çok fazla ciddiye almamaya çalışıyorum. Sadece işimi ciddiye alıyorum. Televizyonda görünmesem, bir-iki ay sonra insanlar beni tanımaz" diyor. İzleyicinin kendisinden çok, canlandırdığı karakteri sevdiğine inanıyor. İşini yapıp beklentileri çok fazla düşünmemeye çalışıyor. Ve kendini bir oyuncu olarak "bu televizyon sanatında" çok fazla tekrarlamamayı umuyor. Ya kendisine hep benzer roller önerilirse? Hayır diyebilecek mi? "Bunu zaten yapıyorum. Şu anda oynadığım karakter bir öncekinden çok farklı. Tutkulu, çok kıskanç bir aşığı canlandınyorum" diyor. Bu arada, benim görünce burun kıvırdığım 'cherry' domatesli-mozarellalı salatasına dünyanın en güzel yemeğiymiş muamelesi yapmaya devam ediyor. O stüdyoda etrafımızda yedi-sekiz kişi daha ve fonda gürültü yokmuş, Paris'teki bir bistro'da oturmuşuz gibi yemeğini keyifle yiyor. Az önce söylediği bir söz aklıma geliyor: Çok basit şeylerden dahi keyif alabildiğini belirtmişti. Yeni dizisindeki o çok aşık adamın ilerleyen bölümlerde intikam peşinde olacağı tüyosunu verince; gerçek hayattaki Cansel, aşkta kazık yerse affeder miydi yoksa dizideki karakter gibi intikam almak ister miydi diye soruyorum. Ne de olsa bu yaşta artık kendini tanıyordur, bazı durumlarda ne tepki vereceğini biliyordur... "İnsan kendini tanıdığını zannediyor ama aslında tanımıyor. Bana gelince, ben sadece ne istemediğimi biliyorum" diyor. Aşkta, yaşadığı ilişkide kavga gürültü istemediğini anlatıyor. "İlişkide gerilimden zevk almam. Bazı insanlar beraberliklerinde kavgayı da sever ama ben bunu çok çocuksu buluyorum" diye açıklıyor. "Ve hatalı olduğunda özür dilemesini bileceksin" diye ekliyor. Özür dilemesini biliyor mu? "Gerektiğinde özür dilerim. Bazen her şey o kadar basit ki... Hepimizin sorunlan ya da kompleksleri olabiliyor. Bunu anladığımızda her şey kolaylaşıyor. İnsan mükemmel olamaz" diyor. Mükemmel olmaya çalışan insanların çok sıkıcı olduğunu ekliyor. (Bu arada, yüzündeki ifade, mimikleri adeta her dediğini destekliyor. Ne dediğini duymasanız dahi, yüzüne bakarak o anda ne hissettiğini anlıyoruz.) "O tür insanlara beş dakika dayanamam, onlarla bir kahve bile içmem" diyor. Kendi kusurlanmızla dalga geçmemiz gerektiğini söylüyor. Aslında çevremizdeki herkesin bizdeki her şeyi gördüğünü, mesela yalan söylediğimizde bunu anladığını vurguluyor. Ya pembe yalanlar? "Yalan yalandır. Pembesini söylersen devamı da gelir" sözleriyle bu konundaki tavrını belli ediyor.

Fransız aksanından şikayetçi değil Cansel Elçin, Fransa'da dublaj yönetmenliği de yapmış. Fransa ve Amerika'da bir oyuncunun şivesi bir özellik, sempatik bir şey olarak kabul görüyor. Türkiye'deyse dizilerde mutlaka dublajla "giderilen bir kusur". Oysa gerçek hayatta kimse Cansel Elçin'in bu Fransız aksanından şikayetçi değil! Bunu uzun uzun konuşuyoruz. Kendi bunu her projede dile getiriyor ancak ısrarcı da olmuyormuş. Üstelik hayranlan da bu konuda kendisine sürekli mesajlar yazıyor, bunu yapmıyor diye kızıyorlarmış. Bu arada telefonunun çalmaması, hiç mesaj gelmemesi dikkatimi çekiyor. "Galiba telefonu arabada unuttum" diyor. Birisiyle yemek yerken, sohbet ederken telefonla ilgilenmekten hoşlanmıyormuş: "Sürekli telefonla haşır neşir olduğunuzda, anı yaşayamıyorsunuz." Yani Cansel Elçinle bir araya geldiğinizde öyle bir ihtimal yok!

POSTA CUMARTESİ
 
OP
nk83

nk83

࿐*⁀➷
Sitenin Hikaye Yazarı
Katılım
24 Ağustos 2010
Mesajlar
63.704
Tepki
84.377
Puan
113
Konum
İstanbul
ImageView.ashx



Oyunculuğa bağımlı değilim!

Fahriye Evcen'le başrolünü oynadığı 'Yalancı Bahar' dizisinde Selim karakterini canlandıracak olan Cansel Elçin, hayata dair kaygı duymadığını söyledi ve ekledi: 'Oyunculuğa, yönetmenliğe bağımlı değilim. Başka şeyler de yapabilirim, belki benim için bahane olur'

Kırık Kanatlar, 'Hatırla Sevgili', 'Gönülçelen'den beri takip ettiğim, hayran kitlesinin her gazeteciyi soru yağmuruna tuttuğu, son yılların en çok beğenilen oyuncusu Cansel Elçin'i günlerce uğraştıktan sonra Maçka Demokrasi Parkı'nda heyecanla bekliyorum. Az sonra kapıda görünüyor, ama biraz yüzü asık. içimden "Acaba bir şey mi oldu?" diye konuşmaya başlıyorum. Her şey yanıma gelip "Merhaba" dedikten sonra tersine dönüyor. Elçin, "Hayatta eğlenmeyeceğim bir işin içinde olmam" diyor ve başlıyor fotoğraf çekiminde espri yapmaya. Ben de içimden kocaman bir "Oh" çekiyorum. Sonrası çorap söküğü gibi geliyor. Elçin, bu akşam Star TVde başlayacak olan ve Fahriye Evcen'le başrolünü oynadığı 'Yalancı Bahar' dizisi için çok heyecanlı. Masaya oturur oturmaz başlıyor canlandırdığı Selim karakterini anlatmaya. O anlattıkça ben soruyorum.Sonrası mı? Buyurun röportaja...

Gönülçelen' dizisi biter bitmez 'Yalancı Bahar' dizisine başladınız. Biraz hızlı olmadı mı?
Aslında ben durmak istiyordum. Ama Gold Film'in sahibi Faruk Turgut'la sohbet ederken ona farklı karakterler oynamak istediğimi söyledim. Bir süre sonra "Cansel, bir iş yapıyoruz ve çok farklı bir senaryo çıktı" dedi. Senaryoyu okumaya başladım ve heyecanlandım. Sanki 90 sayfa 15 dakikada bitti. "Sonra ne olacak?" demeye başladım. Zaten Selim karakterini kim okusa canlandırmak isterdi.

O kadar iddialı bir karakter mi?
Selim çok enteresan biri. Bu role gerçekten çalışman gerekiyor. Çünkü Selim'in gençliği, onu buraya getiren nedenleri, tutkulu bir aşkı var. Bu karakteri oynamak dört farklı rolü oynamak gibi bir şey. Hikâyemiz geçmişte dolandırıcılık yapan iki âşık olarak başlıyor. Hata yaptıklarını bile bile "Âşığım" deyip gidiyorlar. Ama olay bir süre sonra bir oyuna dönüşüyor. Aslında şu sorunun peşinden gidiyoruz: "Aşk için nereye kadar gidersin?"

'HUZURLU AŞK İSTERİM'

İşte sihirli cümle. Siz aşk için nereye kadar gidebilirsiniz peki?
Canlandırdığım karakterler gibi değilim. Sakin, huzur peşinde koştuğum, naif bir aşk benim tercihim. Yorucu aşk bana göre değil. Bir sorun varsa ben konuşarak halletmeye çalışırım. Sevdiğim kişi, küçük bir ev, bahçe ve köpeğim varsa huzurlu aşkı bulmuşumdur. Kaçan kovalanır oyununun içinde olmam. Zaten bunları yeteri kadar dizilerde yaşıyorum.

Biz sizi ekranda hep romantik âşık olarak izledik. Kötü bir adamı canlandırmak genç kızların sevgilisi olmuş biri için risk değil mi sizce? Risk ne olabilir ki? Ayrıca Selim'de Zeynep'e âşık. Ama sevdiğine zarar verdiğini bile bilmiyor. Hayattan hak ettiğini almadığını düşünüyor ve intikam almak istiyor. Her şeyi aşk için yapıyor. Selim Zeynep'e "Çıksak da beraberiz, batsak da beraberiz" diyor. Temamız bunun üzerine kurulu.

'PLANIM, HEDEFİM YOK'

Bir projede Cansel Elçin'in olması için ne gerekir?
îçime sinmeli. Riski düşünmem, çünkü o zaman sete gidemem. Ben bir karakteri önce seviyorum, sonra beraber oluyorum, sonra onunla yaşıyorum. Sonra da eğleniyorum. Bunlar arasında en çok önem verdiğim şey eğlenmek.

Sanırım eğlenmek sizin hayat felsefeniz...
Kesinlikle. Hayatta en önemli şey, insanlığın patetik(acıklı, buruk, dokunaklı ve biraz da komik) olduğunu kabul etmek. O zaman hayata doğru bakabiliyorsun. Ona da "olgunlaşma" diyorlar. Benim hayatımda pişmanlıklarım da hedeflerim de yok. Plansız yaşarım.

Bu çok zor bir şey değil mi?
Size klişe gelebilir ve inanmayabilirsiniz ama ben hayata dair elimden geldiği kadar kaygı duymamaya çalışırım. Oyunculuğa, yönetmenliğe bağımlı değilim ki. "Bu işi tutturdum" deyip devam etmem hiçbir zaman. Başka şeyler de yapabilirim ve belki benim için bahane olur. Bir şey içime sinmiyorsa ve istemiyorsam bana yaptıramazsınız, önemli olan tutunduğumuz korkularımızdan vazgeçmeyi bilmek.

Bu kadar eğlenmeyi seven bir adamı neden komedide izlemiyoruz?
Sinema filminde istiyorum ama dizide bilmiyorum. Fransa'da tiyatrolarda komedi oynuyordum. Türkiye'de beni en çok güldüren filmlerden biri 'Vavien'di. Oradaki kara komedi süperdi. Komedisi durum üzerine kurulmuştu. Belki böyle bir durum komedisinde olabilirim.

HT Magazin
 
H

Hera

Misafir
Dün gece izledim yeni dizide henüz alışamadım kötü roldeydi orada bakalım artık nasıl olacak
 

ayser

Daimi Üye
Katılım
12 Aralık 2009
Mesajlar
6.699
Tepki
7.441
Puan
113
Yaş
69
Konum
Kartepe
Ben iki dizide seyrettim (Kırıkkanatlar ve Hatırla sevgili) başarılı bir oyuncu.:panter:
Paylaşım için emeğine sağlık nk:huhuu:
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst