Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Kuzeydoğu ufuklarında, ovanın bittiği noktada, doruklarından yaz kış hiç eksik olmayan beyaz örtüsü ve heybetli ,bir o kadar da sevimli görünümü ile izlersiniz Kafkas Dağlarını Poti’de.Tarihimizde çokça yer aldığından mıdır, nice şanlı kahramanlarımızın ismi ile beraber anıldığından mıdır bilemiyorum, bu dağların gönlümüzde ayrı bir yeri vardır.Bir çoğumuz çıplak gözle görmemişizdir onları ama, sanki kırk yıldır tanıyor, üzerlerinde yaşıyor, yamaçlarında geziniyormuşuz gibi hissederiz.Kafkas Dağları dendi mi, Şeyh Şamil’in kılıcının, atalarımızın atlarının nal seslerini gelir sanki kulağımıza.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Poti ovasında, bizim bildiğimiz,alıştığımız yumuşak Karadeniz ikliminin tam aksine, kışlar olabildiğince soğuk geçer. Ovayı kuzey-kuzeydoğu ve doğu yönünden kuşatan yüksek dağların tepelerindeki soğuk hava, rüzgarın önüne kapılıp akın etti mi , inanın kaçacak delik arar canlılar.Öyle sert,öyle yakıcı bir soğuktur ki bu, alışmayan için gerçekten katlanması zor bir sonuç doğurur.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] S.S.C.B. zamanından kalma, küçücük,gösterişsiz,kibrit kutularına benzettiğim sevimsiz apartmanlarda yaşamaya alışmış yöre insanı,bu amansız soğuklarla baş edebilmek için,mümkün olduğunca evlerinden dışarı çıkmazlardı .Hele de bu insanın içini sızlatan dağ rüzgarlar estiğinde,sokaklarda dolaşmak akıl karı değildi.Evlerinde ne ile ısındıklarını da hep merak etmişimdir doğrusu.Zira öyle bir sefalet vardı ki memlekette, bir çoğunun ısınacak odun kömür almak bir yana,karınlarını doyuracak paraları yoktu.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] İşte böyle oldukça soğuk bir günde tanıdım Anna’yı.Bir sabah çalışma ofisimizin önünde, ellerini göğsünde kavuşturmuş,donmamak için tepinirken rastladım ona. Kim olduğunu, burada ne aradığını,niçin ofisin önünde dikildiğini sormak aklımızdan geçmedi, hemen kolundan tutup içeri soktuk zavallıyı.Giyindiği eski palto ve başındaki yer yer yırtık bereden zaten erkek mi,yoksa bayan mı olduğu anlaşılmıyordu bile. Sadece soluk verişlerinde fabrika bacasını andıran beyazlıkta buhar çıktığını hatırlıyorum ağzından.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Elektrik sobasının fişini taktık hemen ve onu da yanına oturttuk.Biraz ısınıp kendine geldikten sonra, beresini çıkardı ve genç bir bayan olduğunu o zaman anlayabildik. 25 yaşlarında, oldukça güzel, açık gri renkte gözleri olan, daima gülümseyerek konuşan, Türkçe’yi de iyi bilen biriydi. Gerçekten çok sevimli bir insandı.Sonra dan öğrendim,bir o kadar da dost canlısı,temiz kalpli,insan mı insan bir genç kızdı Anna.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Şantiye şefimiz, 55 yaşlarında, çalışmaktan,bir şeyler üretmekten,insanlara faydalı, yardımcı olabilmekten ziyade, Sarp sınır kapısının doğusunda yaşayan tüm dişi mahlukatı potansiyel fahişe kabul eder yaradılışta biriydi. Zaten yurt dışına, bizler gibi, çoluk çocuğuna nafaka kazanmak için değil de, peşindeki haciz takiplerinden kurtulmak için çıkmıştı. Onun için ilk sırada her zaman içki ve kadın gelirdi. İş ikinci sıradaydı. Ya da, bizleri, üç beş kuruş ekmek parası için vatanını terk etmek zorunda kalan insanları kullanarak işleri halletmek, kendisi de sefa sürmek peşindeydi.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna’nın güzelliği karşısında, şefin salyalarının akması, gözlerinin parlaması gecikmedi. Ona çok ilgi, sevgi,yakınlık gösterdi. Çokça da düşünmeden,sorup soruşturmadan onu sekreter diye hemencecik işe aldı.Sanıyorum o anda herkes kendi hesabına mutlu olmuştu.Anna iş bulduğu için, şef güzel sekreteri ile ileride muhtemelen yaşayacağı aşk,ya da şehvet dakikalarının hayali ile, bizler de, en azından Türkçe konuşabilen bir arkadaş kazandığımız için sevinçliydik.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna, o soğuk kış günü bizimle çalışmaya başladı.Ne yalan söyleyeyim, onunla birlikte ofisimize renk gelmişti.Sadece sekreterlik yapmıyor, bütün işlerimizde bize yardımcı oluyordu. Arada dinlenmek için uğradığımızda,sıcacık çayımızı hazır buluyor, Anna’nın tebessümleri eşliğinde elinden alıyorduk.Çok kısa bir zamanda, temiz sevgi dolu yüreği ile, bizlerden biri oluvermişti.Onu çok seviyorduk. Seviyorduk ya, şefin rahatsız edici tavırlarına, tacizlerine daha ne kadar tahammül edebilecek diye de düşünmüyor değildik hani.Sözün doğrusu bu konuda elimizden de bir şey gelmiyordu. Türkiye’de ekonomi çökmüş, işsizlik almış başını gitmiş ve bizlerin de bakmakla yükümlü olduğumuz birer ailemiz vardı.Burası tek ekmek kapımızdı.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] O zamanlar böyle yazı flan yazmazdım, hatta sonradan belki yazarım diye bir düşüncem de yoktu ama, insanların hayatını kurcalama, hikayelerini öğrenme, dertlerine, mutluluklarına ortak olmaya çalışma gibi,sonradan yazı yazmaya başladığımda çokça faydasını göreceğim alışkanlıklarım vardı.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna’nın hikayesini de merak ettim, müsait bir zamanda alıp karşıma oturttum ve [FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif]anlattırdım. Arada o seyretmeye doyulmayan tebessümü ile eşlik ederek, arada açık gri güzel gözlerinden süzülen göz yaşları silerek,arada cümlesinin anlam düşüklüğü yaşadığını fark edip,doğru kelimeyi arama telaşları ile çaresizliği ifade eden baş,el hareketleri yaparak,hazin hikayesini anlattı bana.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Ben de size anlatacağım ama, yazı uzadı, ikinci bölümde devam ederiz artık...Mutlu kalın diyorum şimdilik...