Anna'nın hikayesi...1.Bölüm

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Kuzeydoğu ufuklarında, ovanın bittiği noktada, doruklarından yaz kış hiç eksik olmayan beyaz örtüsü ve heybetli ,bir o kadar da sevimli görünümü ile izlersiniz Kafkas Dağlarını Poti’de.Tarihimizde çokça yer aldığından mıdır, nice şanlı kahramanlarımızın ismi ile beraber anıldığından mıdır bilemiyorum, bu dağların gönlümüzde ayrı bir yeri vardır.Bir çoğumuz çıplak gözle görmemişizdir onları ama, sanki kırk yıldır tanıyor, üzerlerinde yaşıyor, yamaçlarında geziniyormuşuz gibi hissederiz.Kafkas Dağları dendi mi, Şeyh Şamil’in kılıcının, atalarımızın atlarının nal seslerini gelir sanki kulağımıza.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Poti ovasında, bizim bildiğimiz,alıştığımız yumuşak Karadeniz ikliminin tam aksine, kışlar olabildiğince soğuk geçer. Ovayı kuzey-kuzeydoğu ve doğu yönünden kuşatan yüksek dağların tepelerindeki soğuk hava, rüzgarın önüne kapılıp akın etti mi , inanın kaçacak delik arar canlılar.Öyle sert,öyle yakıcı bir soğuktur ki bu, alışmayan için gerçekten katlanması zor bir sonuç doğurur.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] S.S.C.B. zamanından kalma, küçücük,gösterişsiz,kibrit kutularına benzettiğim sevimsiz apartmanlarda yaşamaya alışmış yöre insanı,bu amansız soğuklarla baş edebilmek için,mümkün olduğunca evlerinden dışarı çıkmazlardı .Hele de bu insanın içini sızlatan dağ rüzgarlar estiğinde,sokaklarda dolaşmak akıl karı değildi.Evlerinde ne ile ısındıklarını da hep merak etmişimdir doğrusu.Zira öyle bir sefalet vardı ki memlekette, bir çoğunun ısınacak odun kömür almak bir yana,karınlarını doyuracak paraları yoktu.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] İşte böyle oldukça soğuk bir günde tanıdım Anna’yı.Bir sabah çalışma ofisimizin önünde, ellerini göğsünde kavuşturmuş,donmamak için tepinirken rastladım ona. Kim olduğunu, burada ne aradığını,niçin ofisin önünde dikildiğini sormak aklımızdan geçmedi, hemen kolundan tutup içeri soktuk zavallıyı.Giyindiği eski palto ve başındaki yer yer yırtık bereden zaten erkek mi,yoksa bayan mı olduğu anlaşılmıyordu bile. Sadece soluk verişlerinde fabrika bacasını andıran beyazlıkta buhar çıktığını hatırlıyorum ağzından.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Elektrik sobasının fişini taktık hemen ve onu da yanına oturttuk.Biraz ısınıp kendine geldikten sonra, beresini çıkardı ve genç bir bayan olduğunu o zaman anlayabildik. 25 yaşlarında, oldukça güzel, açık gri renkte gözleri olan, daima gülümseyerek konuşan, Türkçe’yi de iyi bilen biriydi. Gerçekten çok sevimli bir insandı.Sonra dan öğrendim,bir o kadar da dost canlısı,temiz kalpli,insan mı insan bir genç kızdı Anna.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Şantiye şefimiz, 55 yaşlarında, çalışmaktan,bir şeyler üretmekten,insanlara faydalı, yardımcı olabilmekten ziyade, Sarp sınır kapısının doğusunda yaşayan tüm dişi mahlukatı potansiyel fahişe kabul eder yaradılışta biriydi. Zaten yurt dışına, bizler gibi, çoluk çocuğuna nafaka kazanmak için değil de, peşindeki haciz takiplerinden kurtulmak için çıkmıştı. Onun için ilk sırada her zaman içki ve kadın gelirdi. İş ikinci sıradaydı. Ya da, bizleri, üç beş kuruş ekmek parası için vatanını terk etmek zorunda kalan insanları kullanarak işleri halletmek, kendisi de sefa sürmek peşindeydi.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna’nın güzelliği karşısında, şefin salyalarının akması, gözlerinin parlaması gecikmedi. Ona çok ilgi, sevgi,yakınlık gösterdi. Çokça da düşünmeden,sorup soruşturmadan onu sekreter diye hemencecik işe aldı.Sanıyorum o anda herkes kendi hesabına mutlu olmuştu.Anna iş bulduğu için, şef güzel sekreteri ile ileride muhtemelen yaşayacağı aşk,ya da şehvet dakikalarının hayali ile, bizler de, en azından Türkçe konuşabilen bir arkadaş kazandığımız için sevinçliydik.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna, o soğuk kış günü bizimle çalışmaya başladı.Ne yalan söyleyeyim, onunla birlikte ofisimize renk gelmişti.Sadece sekreterlik yapmıyor, bütün işlerimizde bize yardımcı oluyordu. Arada dinlenmek için uğradığımızda,sıcacık çayımızı hazır buluyor, Anna’nın tebessümleri eşliğinde elinden alıyorduk.Çok kısa bir zamanda, temiz sevgi dolu yüreği ile, bizlerden biri oluvermişti.Onu çok seviyorduk. Seviyorduk ya, şefin rahatsız edici tavırlarına, tacizlerine daha ne kadar tahammül edebilecek diye de düşünmüyor değildik hani.Sözün doğrusu bu konuda elimizden de bir şey gelmiyordu. Türkiye’de ekonomi çökmüş, işsizlik almış başını gitmiş ve bizlerin de bakmakla yükümlü olduğumuz birer ailemiz vardı.Burası tek ekmek kapımızdı.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] O zamanlar böyle yazı flan yazmazdım, hatta sonradan belki yazarım diye bir düşüncem de yoktu ama, insanların hayatını kurcalama, hikayelerini öğrenme, dertlerine, mutluluklarına ortak olmaya çalışma gibi,sonradan yazı yazmaya başladığımda çokça faydasını göreceğim alışkanlıklarım vardı.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna’nın hikayesini de merak ettim, müsait bir zamanda alıp karşıma oturttum ve [FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif]anlattırdım. Arada o seyretmeye doyulmayan tebessümü ile eşlik ederek, arada açık gri güzel gözlerinden süzülen göz yaşları silerek,arada cümlesinin anlam düşüklüğü yaşadığını fark edip,doğru kelimeyi arama telaşları ile çaresizliği ifade eden baş,el hareketleri yaparak,hazin hikayesini anlattı bana.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Ben de size anlatacağım ama, yazı uzadı, ikinci bölümde devam ederiz artık...Mutlu kalın diyorum şimdilik...
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] İlginç bir şehirdi Poti.Sarp sınır kapısına 80 km mesafede, Batum’dan oldukça dik ve aşılması hayli zor bir dağ sırası ile ayrılmış, kocaman bir ovanın içinde kaybolmuş küçücük bir çocuk gibiydi. Yoksuldu,gösterişsizdi,tehlikeliydi, dünyanın bir köşesinde unutulmuş gibiydi ama sevimliydi de.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Kış aylarının sert soğuklarının aksine, baharları bir başka güzelliğe bürünüyor, Rioni nehri ile Karadeniz’in birleştiği noktaya kurulmuş ve geniş kumsallara sahip bu küçük kent, tüm fakirliğine, tüm mahzunluğuna rağmen, insanı kendine bağlayan inanılması güç bir çekim atmosferi yaratıyordu.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] İşlerin rahatladığı, şantiye şefinin de sanırım Türkiye tatilinde olduğu bir güzel bahar günüydü. Anna’nın yüzünün güldüğü, mutluluğunun gözlerinden okunduğu, sorunsuz, sakin bir cumartesi öğleden sonrasıydı galiba. Çalışma arkadaşları hakkında yeterince bilgi edinmesine rağmen, bizler onun hakkında pek fazla bilgi sahibi değildik. Galiba çekindik sorup soruşturmaya yanlış anlar düşüncesiyle. Ama o gün, o kadar güzel bir hava vardı ki ofiste, fırsatı kaçırmak istemedim doğrusu.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Anna!...Sen bizleri tanıdın. Her birimizin nereli olduğunu, evli bekar oluşumuzu, çocuklarımızın isimlerine kadar her şeycikleri öğrendin. Oysa sen kendini pek anlatmadın. Oldumu şimdi bu?’’ diye sordum.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Haklısın!...’’ dedi gülümseyerek.’’Haydi sor bakalım merak ettiklerini o zaman!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Sen gürcü değilsin.Burada,bu küçük sahil kentinde ne arıyorsun?...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Soruyu duyunca Anna’nın gülen yüzü ciddileşti, bakışları donuklaştı, başını Karadeniz’in lacivert suları ile mavi gökyüzünün birleştiği ufuk çizgisine çevirdi.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Babam!...’’ dedi ağlamaklı bir sesle ‘’Babam bir deniz subayı idi benim.Ben küçükken ölmüş.Kendisini hayal mayal tanıyorum.Ukrayna’lı idi babam,annem ise Belarus’tan.Tek çocuklarıyım ailemin,bir de anneannem var, başka kimselerimiz yoktur.Babamın işi gereği sahil kentlerinde yaşamışız hep. Poti eskiden güzel bir tatil yöresi imiş.Bu nedenle babam burada bir ev,biraz da arazi almış zamanında. Ailem burada yaşamaya başlamış,ben de burada doğmuşum. Babam bir kaza sonucu vefat ettikten sonra, devlet bize maaş bağlamış,çok sıkıntı çekmeden yaşamışız.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Ben 14 yaşında iken Gürcistan birlikten ayrıldı. Gidecek yeri olanlar, ya da aile reisleri hayatta olanlar, yani Gürcü olmayanlar,taşınmazlarını sattılar ve memleketlerine göçtüler. Bizler kadın başımıza yapamadık, zaten gidecek yerimiz de yoktu. Burada, çaresiz kala kaldık öylece.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Sonra fukaralık, işsizlik, sefalet, kanunsuzluk, zulüm başladı buralarda. Aç kaldık, susuz kaldık, soğuklarda üşüdük. Fırsatçılar türedi, ahlaksızlık kol gezmeye başladı, mazlumlar ezildi, zalimler baş tacı yapıldı. Sadece yaşayabilmek için, sadece karınlarını doyurabilmek için, sadece çoluk çocuğuna birkaç dilim ekmek getirebilmek için, yapabilecekleri her türlü fedakarlığı yaptı bu yörede insanlar. Yine de aç kalan, kötü yola düşen, zamansız bu hayata veda eden çok oldu.Zor, gerçekten zor günler yaşadık, hala da yaşamaktayız.’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Peki sizler nasıl yaşadınız kadın başınıza, hayatla nasıl mücadele ettiniz?...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Bu soru karşısında, bakışlarını genellikle bizlerinkilerden uzak tutmayı yeğleyen Anna, uzun uzun gözlerime baktı. O an bu güzel gözlerin, bu güzel bakışların arkasında ne büyük acıların, ne büyük sıkıntıların, ne büyük çaresizliklerin yaşadığını, yaşı küçük, ama kendi bizlerden çok daha yaşlı bu iyi kalpli insanın, hayat mücadelesinde var olma savaşını ne büyük bir azim, gayret ve inatla sürdürdüğünü fark ettim.İçim ürperdi, üzüldüm.Tüm benliğimi büyük bir acıma hissi kapladı. Bu gibi durumlarda insanın elinden fazla bir şey gelmemesi, hayatınızın geri kalan bölümünde, bir vicdan azabı olarak yakanızı asla bırakmıyor. Yaşınız ilerliyor, seneler su gibi akıp geçiyor ama, siz aklınızın bir köşesi ile o ana, çaresiz kaldığınız o zaman dilimine takılı kalıyorsunuz.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Önce babamdan kalan aylığımızı kestiler ki, tek geçim kaynağımızdı o bizim. Perişan olduk. Komşular,tanıdıklar yardım ettiler bir süre ilkin. Sonra onlarda da kalmadı. Türkiye sınır kapısının açıldığını söylediler, dileyen gidip ticaret yapabiliyormuş. Eşyalarımızın bir bölümünü dostlarımıza verdik, gittiler, oralarda sattılar ve bize parasını getirdiler.Bir müddet te böyle idare ettik. Her gelen yeni gün, güneşin her doğuşu, bir önceki günü aratır oldu.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Gün geldi, bıçak kemiğe dayandı, elimizde avucumuzda neyimiz varsa gitti. Nasıl çaresiz bir durumda kaldık anlatamam sizlere burada. Zavallı anneciğim, tek yavrusuna, biricik kızına ve yaşlı annesine bakabilmek için, çalmadık kapı bırakmadı, ne olursa olsun yapabilecek bir iş aradı. Bu gün olduğu gibi, o günler de buralarda iş bulmak imkansız gibiydi. İnsanlar sadece karınlarını doyurma peşinde koşmaktaydı, başka hiçbir aktivite yok gibiydi.’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna, hikayesinin bu kısmına gelince sustu, bakışlarını limana girmekte olan Türk bandıralı yük gemisine çevirdi.Nazlı nazlı dalgalanan ay yıldızlı kırmızı bayrağı, dudaklarında beliren bir küçük,belli belirsiz tebessümün eşliğinde uzun uzun seyretti. Sonra yavaşça başını benden tarafa çevirdi ve:

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Hayatta en çok istediğim şey nedir biliyor musun?...’’ diye sordu.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Nedir?...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’İyi kalpli, efendi,dürüst bir Türk ile evlenip, Türkiye’de yaşamak!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Sonra, utanılacak bir şey söylemiş gibi, mahcupça başını önüne eğdi. Yanakları kızardı ve bir süre konuşmadı. Onun böyle bir hayali olduğunu bilmiyordum. Ben de gerçekten şaşırmıştım. Üstelik te Hıristiyan dinine mensuptu Anna.Sohbetin kesilmemesi için birkaç soru yönelttim kendisine.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Hiç Türkiye’ye gittin mi sen?...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Gitmedim ama, birkaç şehrini biliyorum!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Nereden biliyorsun?...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Daha önce çalıştığım ve Türkçe’yi sayelerinde öğrendiğim şirket sahiplerinden!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Hangi şehirlermiş o bildiklerin?...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’İstanbul, Mersin, İzmir!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Bu arada hikaye yarım kaldı ama!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Bu gün Cumartesi.Erken çıkıp,pazara, annemin yanına gideceğim. Biraz yardım etmeliyim ona.Kusura bakma,sonra devam ederiz!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Söz mü?...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Söz!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif][FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Fazla üstelemedim. Annesinin ne sıkıntılar çektiğini, evine bakmak için neredeyse hiç uyumadığını biliyordum zira. Beraber çıktık o gün Anna ile iş yerinden. Onu Pazar yerine, annesinin yanına bıraktım, ben evime , çoluğumun çocuğumun özlemini yaşamaya, henüz bir yaşını doldurmayan oğlumun resmi ile sohbet etmeye doğru yola çıktım.Poti de bir gün daha bitmek üzereydi.Güneş Karadeniz’in ufuklarından, memleketim semalarına doğru ,o doyumsuz sıcak renklerine bürünerek inişe geçmişti.
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul


Karadeniz’in yazını pek sevmez bu yörede yaşamaya alışık olmayan insanlar. Fazla yağışlı bulurlar, ya da tatil dendiğinde hep güneş ve deniz düşünüldüğü için, serin iklim kurulan düşleri gerçekleştirmeye uygun değildir diye düşünürler. Ben severim ama ılıman iklimini bu sahillerin.Sanırım biraz da buralarda,bu her dokunulduğunda ağlayan,duygusal bulutların diyarında doğup büyüdüğüm içindir bu düşüncem.

Poti, büyükçe bir ovanın deniz ile birleştiği noktaya kurulmuş olması, yüksek dağlardan da epeyce uzakta bulunması nedeni ile, ağlayan bulutların pek fazla dinlenmediği bir yöredir.Buna rağmen, bir Temmuz gecesinde, çisil çisil yağan yağmurun, geniş incir ağacı yaprakları ile oynaşmasını seyrettiğimi hatırlıyorum sönük bir ampulün aydınlattığı odamın penceresine yaslayıp başımı.

Kim bilir neler neler düşünmüşüm, nelerin muhasebesini yapmışımdır? Hayatının yarısı gurbet illerde geçen bir insanın, hele de duygusal yönden yoğunluğu bulunan bir yüreğin, böyle yalnız ve yağmurlu bir günde bulutların göz yaşları ile dertleşmesi güzel hikaye olurdu ama,o günlerde yazmıyordum maalesef.

Yağışlı bir sabahtı ve her gün yürüyerek gitmekten zevk aldığımız,2 km kadar uzaktaki iş yerimize mecburen araba ile gidecektik. Mahlaz, bu durumun farkında olacaktı ki, sabah erkenden bordo renkli minibüsünü kapının önüne çekmişti bile. O üniversite mezunu bir gençti, tüm Gürcü gençleri gibi işsizdi. Kendi arabası ile bize servis hizmeti veriyor,bu sayede evinin nafakasını çıkarmaya çalışıyordu.

İlginç bir insandı Mahlaz. 30 yaşlarında, ince,uzun, açık tenli,güler yüzlü,tipik bir Karadeniz erkeği idi. Ne zaman boş kalsa, kocaman ciltli kitaplar okurken görmüşümdür onu. Bu durum ona saygı ve hayranlık duymama neden olmuştur hep. Türkiye’deki şoförlerle karşılaştırdığım çok olmuştur içimden. Beyefendi bir insandı, saygılı idi, her şeye konuşmaz, söyleneni anında yerine getirirdi.Hiçbir kötü alışkanlığı yoktu. Bir tek şarap vardı ama,ona da kötü alışkanlık diyemeyiz.Çünkü geleneklerinde,yaşama biçimlerinde şarap var onların.Bir arabasından çok çekiyordu.Olur olmaz yerlerde bozuluyor, hem onu, hem de bizleri sefil ediyordu eski araba. Çok kere beraber yatmışızdır onunla arabanın altına. Ona yardım etmeyi gerçekten çok seviyordum.Yarım yamalak Türkçe’sine de bayılıyordum doğrusu.

O sabah aracımıza doluştuk, Mahlaz ile şakalaşarak iş yerimize doğru yola koyulduk.
Anna, evlerine yakın bir yerde, bir saçak altına sığınmış, bizleri beklemekteydi. Birazcık ıslanmıştı ama, o böyle ufak tefek şeylere aldırmayan, hayatla mücadeleyi seven, güçlü bir kızdı. Günaydınlaştık, güzel gülüşü ve bakışlarıyla her birimizin ayrı ayrı gününü kutladı.Gerçekten oldukça güzel Türkçe konuşmaktaydı Anna.

İş yerine vardığımızda yağış devam ediyordu. Yaptığımız iş, yağışta tehlikeler arz ediyordu.Bu nedenle hava açıncaya kadar beklemek zorundaydık. İşçilerin hepsi çalışma alanına çıkmış, bir köşede oturmuş, sohbete dalmışlardı. Zira onların yarıya yakın bir kısmı, yakınlarını memlekette bırakıp,gurbet ellerinde ekmek kovalayan Türk işçileri idi. Böyle durumlarda bir sigara yakıp,üflenen dumanın eşliğinde, hasret sohbetleri yapmak doyumsuz bir zevkti onlar için.

Ofisimizde kapalı kaldık ya, bir de yağmurun verdiği duygusallık var ya, yapıştım yine Anna’nın yakasına.

‘’ Sözünü yerine getir, hikayeye devam et bakalım!...’’

Hiç nazlanmadı, yavaş yavaş anlatmaya başladı...

Annesi,çaresiz kalınca, yaşamalarını sürdürebilmek için, küçük arazilerinde çiftçilik yapmaya başlamış.Karadeniz bölgesinde bahçenizden üç ürün almanız mümkündür.Toprak azdır ama, oldukça verimlidir bu yörede, cömerttir insan oğluna. Bu nedenle çok değerlidir, bu nedenle insanlar çok öldürülür uğruna, bu nedenle herkes evini kendi toprağına kurar.Bu yörede yerleşimin dağınık olmasının ana nedeni budur. Bir de su probleminin olmaması tabi ki. Nereyi kazarsan kaz,su bulman garantidir.

Her şeyi yetiştirmiş annesi, sonra da pazarda satmış, para kazanmış. Sabah gün doğmadan bahçesine gider, ürünü toplar, pazara yetiştirir.Tüm bu çalışmayı da bilek,ayak gücü ile yapar. Karadeniz kadınlarının çalışkanlığı sadece Türklere özgü değil. Rus kadınları da, Kafkas yöresi kadınları da gerçekten çok çalışkanlar. Bu yörenin insanlarının yapısında var bu çalışkanlık zannediyorum.

Ne zaman yağmur yağsa, annesi düşer aklına Anna’nın.

‘’Bahçede küçücük bir kulübemiz var ama, damı çürümüş,akıtıyor.Yağmurlu havalarda annem altına sığınırdı, şimdi ıslanıyor,korunamıyor yağmurdan!’’

‘’Neden tamir etmiyorsunuz?’’

‘’Hem paramız yok, hem erkek işi o.Annem yapamıyor,beni bekliyor!...’’

‘’Sen mi tamir edeceksin akıtan çatıyı?’’

‘’Hayır!...Evlenmemi bekliyor.Damadı onaracak ta!...’’

Karşılıklı bakışıp,gülümsedik.Gerçekten harika bir insandı Anna.keşke onu baş göz edecek müsait birini tanımış olsaydım diye düşündüm o an.Ama zor bir işti bu,çok zordu. Ya da güzel bir iş bulsaydı Türkiye’de ve ailesi ile birlikte göçseydi diye geçti aklımdan.Sonra da, sürülerle dolaşan aç kurtlar geldi aklıma. Bir körpe kuzuyu yaşatırlar mıydı, yaşama şansı verirler miydi diye geçti aklımdan. Anna’ya belli etmeden acı acı gülümsedim.

‘’Şimdi ne yetiştiriyor annen?’’

‘’Salatalık zamanı şimdi.Bu aylarda geçimimizi salatalıktan sağlıyoruz!...’’

‘’O halde akşam dönüşte annene uğrayalım da, salatalığımızı ondan alalım!’’

‘’Çok sevinir!...’’

Biz Anna ile hararetli sohbetimize devam ederken, yağmur durmuş, Temmuz güneşi bulutların ardından günümüze gülümsemeye , işçiler birer ikişer sığındıkları köşelerden çıkmaya ve işlerinin başına geçmeye başlamışlardı.

Baretimi başıma taktım, projelerimi koltuğumun altına sıkıştırdım, hikayeye sonra devam etmek kaydıyla Anna’ya iyi dileklerimi bildirip, işçilerimin yanına, bitimine az kalan inşaat alanına doğru yürüdüm.Hala Anna’dan alacağım çokça hayat dersi olduğunu düşünüyordum.
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul





[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif]‘’Türkçe yi çok güzel konuşuyorsun.Nasıl öğrendin?’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Beş yıl kadar önce bir Türk şirketi vardı burada.Uzun süren bir çalışma yaptılar Poti’de.Orada işe giren bir komşumuz, yöneticilere sefaletimizi anlatmış, onlar da bana bir iş vermeye razı oldular.Mersin’li idiler.O nedenle Mersin’i bilirim diye söylemiştim sana.İyi,yardımsever,dürüst insanlardı işverenlerim.Bana çok iyi davrandılar, kızlarının yerine koydular. Onlardan çok şey öğrendim,kazandığım para ile de geçim sıkıntımız hafifledi biraz.Türk’lere olan sevgim işte bu nedenledir ve bu sevgi sayesinde Türkçeyi de çabucacık öğrendim’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Her gördüğün Türk iyidir diye bir kural yok ki!...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Biliyorum tabi bunu ben ama, onlar daha insancıl,daha merhametli oluyorlar. Erkekleri de buradakiler kadar çok içmiyor, tüm işleri kadınlara bırakmıyorlar. Bak , sizler aileniz rahat yaşasın diye ,vatanınızdan uzakta ne zahmetlere katlanıyorsunuz. İçinizde bazı istisnalar var ama, genellikle insanlara önce insan diye yaklaşıyorsunuz.’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Evet, aile yapısı bizlerde biraz daha güçlüdür ama, bu devirde insanlar öyle acımasız olabiliyorlar ki, senin gibi birinin gerçekten güçlü bir hamisi olmadan, oralara, Türkiye gerçeğine yolu düştüğünde, olacakları tahmin etmek hiç de zor değil. Hayat şartları oralarda da çok ağır. Tehlikeler buradan az değil Türkiye’de...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Ben yalnız olmayacağım ki orada. Beni çok seven bir eşim olacak. Çocuklarım, arkadaşlarım, dostlarım olacak. Komşularım olacak çok iyi anlaştığım ve sık sık ziyaretlerde bulunacağım. Her sabah karşılaştığımda sevgiyle selamlaştığım, her üzüntümde, her sevincimde, her sıkıntımda yanı başımda olan, çekinmeden yardımını isteyebileceğim tanıdıklarım olacak. Aç kalırım, susuz kalırım, soğukta açıkta kalırım diye korkum olmayacak. Annem günün 20 saatini çalışarak geçirmek zorunda kalmayacak. Yaşlı ninemin sım sıkı sarılabileceği,sıcacık bir atkısı olacak. Ben mutlu insanların arasında, her zaman gülümseyen insanların arasında,mutlu yaşayacağım...’’

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna’nın bu güzel hayalleri karşısında derin düşüncelere daldım. Acaba böyle bir yer var mı dünyada,bu anlatılan gibi birbirine yardımcı olan, bu şekilde birbirini seven,destekleyen, iyi günde,kötü gönde birbirini kollayan,esirgeyen dostlar yaşamakta mıdır hala bir yerlerde diye düşündüm.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Belki Anadolu’da, Anadolu’nun küçük sokaklı eski şehirlerinde, ya da sıcacık insanlarının yaşadığı, kavak ağaçlarının gölgelerinde serinleyen derelerinde, özgürce, mutlu ördeklerin gezindiği, sahillerinde doğudan batıya,kuzeyden güneye beyaz köpükleri ile dalgacıkların oynaştığı, rüzgarlarının sevda şarkıları söylediği kasabalarında, veyahut ta, güneş yanığı teni ile, toprakla uğraşmaktan çatlayan elleri ile, fakir ama tok gözlülüğü ile, mangal kadar yüreği ile köylümün yaşadığı yitik Anadolu köylerinde belki Anna bu hayal ettiği ortamı bulabilirdi. Ama asla ve asla, büyük şehirlerde aradığı dostluklara rastlayamazdı. Bunu Anna’ya anlatamadım. Hayalleri yıkılsın istemedim galiba. Zaten bir tek mutlu olduğu şey idi hayal kurmak. Ona da engel olmak, ümitlerini kırmak insafsızlık olurdu diye düşündüm.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Bıraktım hayalleri ile yaşamaya devam etsin o. Belki bir gün, hayalindeki beyaz atlı prensi Sarp sınır kapısından çıkıp gelir, tuttuğu gibi kolundan, Türkiye’ye, mutlulukların en büyüğünü yaşayacağı ülkeye götürür.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Bu sohbetin ardından birkaç gün daha geçti. Artık benim yaptığım işin bitmesine çok az kalmış, anlaşmaya vardığım yeni iş yerimden, Ankara’dan sık sık acele gelmen gerekiyor çağrıları gelmeye başlamıştı. Biraz daha işlere yoğunlaşmam ve erkenden Türkiye’ye dönmem gerekiyordu. İşte bu nedenle Pazar günleri de çalışmaya başlamıştım artık. Durmak,dinlenmek yok gibiydi. Zaten insan çalışmaya bir alıştı mı, dinlenme ihtiyacı pek hissetmez oluyor.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] İşte böyle, çalıştığım bir tatil gününde gelişen bir olay, bizleri o kadar çok üzdü ki, bu üzüntü nedeni ile sanıyorum ,aradan bunca yıl geçmesine rağmen, o nahoş olay hafızamda hala cap canlı kalabildi. Bu yazıyı kaleme alışımın başlıca nedeni de,işte vicdanımda kıpırdayıp duran o tatsız anıdır.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Bazı tatil günleri, bilhassa yağmurlu günlerde, yaşadığımız evi ofis gibi kullanıp, işlerimize devam ediyorduk. Zaten Poti’de öyle gezilecek, görülecek bir yerler de yoktu fazlaca. Şehir dediğimiz, bizim nüfusu birazcık kalabalık ilçelerimiz gibi bir şey aslında.
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif]Hele de hava kapalı olunca, iyice can sıkıcı oluyordu hayat. İşlerle uğraşmak, noksan kalan ofis işlerini tamamlamak iyi oluyordu.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] İşte böyle, yağışlı bir Pazar günü, diğer arkadaşımla beraber iş yerine gittiğim bir sabah, bizim gözü dönmüş şantiye şefimiz, evde ofis çalışması yapacağız diye, Anna’yı çağırıyor. Daha önce bizlerle beraber çok defa çalışmaya katılan Anna, çabucak toparlanıp geliyor. Bizleri evde göremeyince huzursuz oluyor tabi ki. Şefin ne mal olduğunu o da en az bizim kadar biliyor zira. Bizleri soruyor, şef hemen döneceğimizi, ofisten birkaç dosya almaya gittiğimizi söylüyor,kızı oyalıyor.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Zavallı Anna...Ne yapacağını şaşırıyor. Bırakıp gitse, zar zor bulduğu işini kaybetme riski var.Kalsa, bu gözü dönmüş adamla nasıl baş edeceğini bilemiyor... Bir ümitle bizlerin dönmesini bekliyor ama, şef de boş durmuyor bu arada. Hem çalışır gibi yapıyor, hem de ufak ufak masayı donatıyor. Mezeler, Türk rakısı, müzik, çiçek, ne arasan hazırlamış meğersem önceden.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Kızı fazla zorlamıyor ilkin.Öyle ya, tavşan ürküp kaçmasın diye ağırdan alıyor. Hem çalışıyor, hem de yavaştan yavaştan demleniyor bizimkisi. Anna’ya da bir bardak koyuyor. Az iç, zararı olmaz, kafan daha iyi çalışır diyor. Ne yapsın Anna? Birkaç küçük yudum alıyor mecburen çalışma arasında.

[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Zaman geçiyor, beklenenler bir türlü gelmiyor. Anna ne yapacağını şaşırmış durumda.Gözü,kulağı kapıda.Kalkıp gidemiyor da...Yavaş yavaş ta sarhoş oluyor... Şefin dudaklarında hınzırca bir gülümseme. Avını gözetleyen vahşi bir hayvan sinsiliğinde ve sabrında,sessiz sakin pusuda beklemekte. Temmuz yağmuru, hala olanca şiddeti ile yağmağa devam ediyor. Sokaklardan el ayak çekilmiş, insanı ürperten bir sessizlik sarmış şehri... Zaman zalimlere gülümsüyor...(Devamı var)
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul


[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] O gün, Anna için sevimsizdi yağmur, gök kara bulutlara teslimdi kaderi gibi. Bir duman dolanmıştı tepesine, alıp gitmişti başını zaman. Hayaller, hülyalar, ümitler çoktan sırra kadem basmıştı, en çirkefini sergiliyordu hayat bir tenha köşesinde şehrin. Bir genç yürek ağlıyordu çaresiz, bir zalim tüm tebessümlerine el koymuştu hayatın, sevimsizce taşırıyordu dudaklarından. Bir hazin bitiş miydi yaşanan, bir genç insanın dar ağacımıydı kurulan, bir çirkefin ayak sesleri miydi duyulan?



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Her şey bitmişti neredeyse, av avcının kucağına düşmüştü ki, beklenen mucize gerçekleşiverdi. Tanrı, bir kez daha zamana dur dedi, bir kez daha kaderi kendince belirledi. Bu hazin hikaye burada bitmeyecekti, hayata ümitle bakan bu fakir ama temiz yürekli genç kızın hayalleri kör kuyularda gömülü kalmayacaktı.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Ayakta duracak hali kalmayan genç kız, nerede ise masaya yığılmak üzere idi ve şef, ümitle,sabırla, kendinden emin bir şekilde kaçınılmaz sonu bekliyordu. Dudaklarında çirkin gülücükler saklamıştı, gözlerinde şehvet bakışlarının en acımasızı gezinmekte idi. İnsan oğlunun giyebileceği en çirkin kostümünü giymiş ruhuna, aklını olabileceğin en kötüsü fikirler ile tepeleme doldurmuş, hayvani içgüdülerine kendini teslim etmiş, çirkin arzularına erişebilmek için harekete geçmişti ki, Anna’nın bir an önce açılması için içinden dualar ettiği o kocaman oda kapısı birden açılıverdi. Gelen anneannesiydi.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Anna gözlerine inanamadı, yerinden zorlukla kalkarak anneannesinin boynuna hıçkırıklar arasında sarıldı. Yaşlı kadın, yavrusunu olanca sıcaklığı ile kucaklarken, karşısında şaşkın şaşkın bakan adama keskin bir bakış fırlattı.Rusça öfkeli birkaç cümle sarf etti ve torununa destek vererek, geldiği kapıdan beraberce ağır ağır çıkıp gittiler. Şef, arkalarından şaşkın şaşkın bakmaya devam ediyor, kendi kendine öfkeler kusuyordu. Bu taze avı hayatı boyunca bir daha tuzağına düşüremeyeceğini biliyordu çünkü. Öfke ile bir sigara daha yaktı, kadehin dibinde kalan son yudum içkiyi yudumladı.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Ev sahibimiz olan yaşlı Gürcü kadın, aynı zamanda bize hizmet de yapıyordu. Her gün kirlilerimizi toplar ,yıkar, ütüler, yatağımızın üzerine bırakırdı. O gün de kirlileri almak için eve uğramış ve vahim durumu görmüştü. Anna’nın durumunun iyi olmadığını, bizim şefin de pek sağlam pabuç sayılamayacağını bildiği için, alel acele çok yakın arkadaş olduğu Anna’nın anne annesine haber vermişti. Kızı tarlada olduğu için kendisi, ihtiyar hali ile olabildiğince çabucak, yağmura,çamura aldırmadan torununu kurtarmaya koşmuştu. Yaşlı kadının çabaları boşa çıkmamış, genç bir hayat belki de sonu belli olmayan bir karanlığa yuvarlanmaktan kurtulmuştu.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] O günden sonra Anna bir daha işe gelmedi. Ailece fakir kalmayı,iffetsizliğe tercih ettiler. Olayı öğrenince nasıl üzüldük anlatamam. İçimden bir ses, o gün bırak işi, çek git Türkiye’ye dedi ama, patronlarım o kadar iyi insanlardı ki, işlerini yarım bırakmak onlara ihanet olur diye düşündüm,ayrılamadım. Şantiye şefinin istikbali de uzun olmadı zaten bu olaydan sonra. Orada 15 gün daha çalışabildi, sonra geri çağrıldı. Hayatımda bir çok insanla tanıştım,çalıştım,yaşadım. Sadece,ama sadece bu iş arkadaşımdan nefret etmişimdir. Kavgalarımız olmadı mı?Oldu elbet başka iş yerlerinde.Ama sonunda muhakkak insanların gönlünü bir şekilde alıp,öyle terk etmişimdir ekmek yediğim iş yerlerini. Bu kısacık hayatta birileri ile dargın olmak, arkanda senden nefret ile bahseden insanlar bırakmak kötü bir şey olmalı diye düşünürüm hep.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Sıcak bir Ağustos günü akşam üzeriydi. İş arkadaşlarımla yine yürüyerek eve dönüyorduk.Poti’nin büyükçe bir meydanı ve ortasında da,elindeki kılıcı hacaya kaldırmış genç bir kadın heykeli var. Gerçekten çok güzel bir sanat eseriydi. Ne zaman yolum oradan geçse, durur ve uzun uzun seyrederdim bu heykeli. Yüksekçe de bir kaide yapmışlar nedense, yerden yüksekliği epeyce vardı bu nedenle.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Heykelin hemen yanı başında da güzel bir çeşme vardı. Bronzdan yapılmış,büyük musluklarından akan su gerçekten lezzetliydi. Her zaman yaptığım gibi, o gün de birkaç yudum su içebilmek için çeşmeye yöneldim. Elindeki kaplara su dolduran genç bir bayanın işinin bitmesini sabırla bekliyordum ki, adımla bana seslenmesi ile irkildim. Çeşmeden su alan genç bayan Anna idi. Beni görünce güzel gülüşü dudaklarına, sevimli bakışları da gözlerine yerleşiverdi hemencecik.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Nasılsın Anna?’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’İyiyim,teşekkür ederim!...Siz nasılsınız?’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’İyiyiz biz de. Bildiğin gibi işe devam ediyoruz işte... Ne yapıyorsun sen burada?’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Çeşmeden su alıyorum!...’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Neden?...Sizin evinizde su yok mu?’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Yok maalesef!...’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Nasıl yani?...Siz bu çeşmeden taşıma su ile mi yaşıyorsunuz?’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Evet!...’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] ‘’Ama,herkesin evinde su var,sizde neden yok?’’



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Bu sorum karşısında,dudaklarındaki gülümsemenin yerini, bir üzüntü ve çaresizlik ifadesi aldı.Evleri çeşmeye yakın bir yerde ve üçüncü katta idi. Parasızlıktan evlerinin hemen önünden geçen belediye suyundan bir boru hattını evlerine çekememiş fukaralar. Orada, o tarihlerde her şey rüşvet ile halledildiği ve bu gariplerin de rüşvete güçleri yetmediği için, bir türlü suyu evlerine getirememişler. Zavallı Anna, günde kim bilir o çeşmeye kaç sefer yapıyordu? Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen o, hayatından memnun olmasa da, hayallerini hala muhafaza edebildiği için mutluydu.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] 2002 yılının Ağustos ayının son günleri gelmiş, Poti’de yapacağım iş bitmişti. Yine sıcak bir günün sabahı eşyalarımı topladım, ev sahibim olan yaşlı Gürcü nineme doyasıya sarıldım, iş yerindeki arkadaşlarım ve işçilerimle vedalaştım, şoförümüz Malhaz ile Batum’a doğru yola çıktım. Şehir meydanından geçerken, gözüm çeşmeye takıldı yine. Anna yoktu, başka genç kızlar su kaplarını doldurmakla meşguldüler.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Poti, Batum arası bir saate yakın sürüyor. Sulak ovayı geçtikten sonra, çay bahçeleri ve bambu kamışları ile kaplı bir sarp dağ yamacından tırmanıyor, daracık yolları takip ederek tekrar kıyıya, Batum’a iniyorsunuz. Çay bahçeleri dedim de aklıma gelmişken ona da değineyim burada. Çay bitkisini biliyorsunuz biz bu yörede gördükten sonra Rize’de yetiştirmeye başladık. Ama şimdi Gürcistan’daki çay bahçeleri bizdekilere göre çok daha bakımsız.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Batum Sarp arası ise 20 km civarında.Yollar kötü ama, dönüş yolculuğu olduğu için, birkaç soluk almada bitiyor sanki yol. Bu arada, Batum’un batı mahallelerine geldiğinizde, Türk telefon yayınlarını alabiliyorsunuz. Telefonunuzda Turkcell’i okumak inanın insana büyük bir zevk veriyor.



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Sınır kapısına varmamız çok zaman almadı. Çokça giriş çıkış yaptığım için, yolunu yordamını iyi biliyordum ve işlerimi bu nedenle çabuk halledebildim.Malhaz ile vedalaştım,elimde valizim, aklımda zavallı Anna, yavaş yavaş yürüyerek Türk tarafına geçtim.Önce güler yüzlü,temiz ve düzgün giyimli gümrük memurlarının hoş geldin selamı ile karşılaştım. Gülümseyerek, sevgiyle karşılık verdim ve polis noktasına yöneldim. İşlemlerim diğer tarafa nazaran çok çabuk halledildi. Kimsecikler yok zaten,tenha bir kapı Sarp...



[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif] Ardından, gümrük sahası girişinde beni almaya gelen ailemin sevinç çığlıkları, el sallamaları eşliğinde, bir buçuk yaşına gelen ve henüz babasını tanımayan küçük oğluma doğru heyecanla yürüdüm.Aklımın bir köşesinde hala, o bronz ve büyük musluklarda su doldurmakta olan, sevimli, güler yüzlü, açık gri gözlü, temiz yürekli Anna vardı...(Bitti)
 
OP
Gülümse

Gülümse

Daimi Üye
Katılım
28 Şubat 2009
Mesajlar
3.793
Tepki
7.105
Puan
113
Konum
istanbul
[FONT=Georgia, Arial, Helvetica, sans-serif]Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen o, hayatından memnun olmasa da, hayallerini hala muhafaza edebildiği için mutluydu.


Keşke hepimiz bunu başarabilsek.:kahve:
 

Şu anda bu konu'yu okuyan kullanıcılar

    Üst